Özgür Satranç Forum

Orjinalini görmek için tıklayınız: Satranç'ın Atası Olan Türk Zekâ Oyunu; Mangala
Şu anda (Arşiv) modunu görüntülemektesiniz. Orjinal Sürümü Görüntüle internal link
Yazılara, 9 Eylül Satranç Kulübü'nün sitesinden de ulaşabilirsiniz:

http://www.9eylulsatranc.biz/index.php?o...Itemid=104


ÖNSÖZ: İskender Altındiş


Sitemizde bölümler halinde yayınlayacağımız yazı, dokuz kumalak (mangala) adlı Türk zekâ oyununu çok ciddi biçimde araştırmış olan ve TRT’de yapımcılık ve yönetmenlik yapan sayın Arslan Küçükyıldız’ın,” Satranç’ın Atası Olan Türk Zekâ Oyunu; Mangala” adlı çalışmasıdır. Birçok oyunu incelediği belli olan Küçükyıldız, bu çalışmasında dokuz kumalağı ayrıntılı biçimde işlemiş. Ek olarak, kökeni konusunda birbirinden tutarsız bilgiler dolaşan satrancın, Türkler’in yarattığı bir zekâ oyunu olduğunu ortaya koymaktadır. Bunu yaparken de oyunların evrimini gözlemleyip ortaya koymuş olması, satrancın kökenine ilişkin hemen her türlü belgeden daha değerlidir. Demek istediğimi şöyle açayım:

Batılılar tarafından Eski Yunan kültürü, tüm uygarlığın başlangıcı olarak tanıtılır. Demokrasi gibi siyasal ve toplumsal kavramlar, matematik, felsefe, herşey Eski Yunan’da başlamıştır. Bu söylemde bulunanlar, “Peki efendim, ne oldu da herşey Eski Yunan’da başladı? Bu düzeye ulaşana kadar hangi toplumsal çatışma ve aşamalardan geçtiler? Yoksa bu adamlar birdenbire uzaydan mı geldi?” sorularına bir yanıt vermek istemez. Oysaki bu, en doğal sorudur, çünkü herşeyin bir geçmişi ve öyküsü vardır. Hiçbirşey birdenbire ortaya çıkmaz. Bu konuda adamakıllı araştırma yapan herkes görecektir ki Eski Yunan kültürü denen kültürü, Eski Yunanlılar dışardan almıştır. Ve bu kültür, Türk kültürüdür. Bunu daha fazla açmaya gerek yok. Şu aşamada bilinmesi gereken şey, Eski Yunan kültürünün birdenbire varolmadığı, bir geçmişin devamı olduğudur.

Buna benzer bir söylem de satrancın kökenine ilişkindir. Denilen o ki Hindistan’da bir Brahman, Raca’yı (Kıral’ı) eğlendirmek için satrancı bulmuş. İnsan merak ediyor: Böyle bir şey dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir zamanda görülmüş müdür? Aynştayn, görelilik kuramını sıfırdan tek başına düşünüp, tek başına konuyla ilgili sorular sorup, tek başına olası yanıtlar dizip sonucunda böyle bir kuram bulmuş değildir. Görelilik kuramına götüren bazı çok önemli soru ve yaklaşımları, Aynştayn’dan önceki kimi fizikçiler ortaya koymuştur. Aynştayn’ın yaptığı, bu çok ilginç sorulara ve yaklaşımlara birkaç şık yaklaşım ekleyip, yüksek zekâsıyla hepsini değerlendiren ve toparlayan bir kuram ortaya atmak olmuştur. Bilim, bütün dünyada böyle yapılır ve tarih boyunca böyle yapılmıştır. Hiçkimse tekbaşına, sıfırdan görkemli bir ürün ortaya koyamaz. İşin doğası ve güzel olan budur. Yalnızca bilim değil, her çeşit düşünce ürününün doğuş süreci böyledir. İşte bu nedenle, satranç gibi gelişmiş ve karmaşık bir oyunun bir tek insan tarafından bir anda bulunduğunu savlamak, insan mantığına ne kadar seslenir, bunu herkes kendi düşünecektir.

Bu yüzden sayın Arslan Küçükyıldız, satrancın kökenine bakarkenki yaklaşımında, iki yerde isabette bulunmuştur. Birincisi, satrancı birdenbire ortaya çıkmış bir oyun olarak değil, geçmişi olan, belli bir evrim sürecinde oluşmuş bir oyun olarak ortaya koymasıdır: “O oyun şuna, şu oyun da satranca evrilmiştir; satranç, öncesindeki oyunlardan etkilenerek oluşmuştur.” Bu yaklaşım, ileri sürülen belgelerden de değerli ve geçerlidir. Çünkü bugünün belgeleri, ileride bulunacak belgelerle önemini yitirebilir. Ve kimi belgelerin üzeri örtülebileceği gibi, zorlama belgeler de kanıt gibi sunulabilmektedir. Ancak, oyunların titiz incelemeler sonucunda ortaya çıkarılacak olan gelişim süreci, gerçekleri apaçık bir biçimde gözler önüne serecektir. Sayın Arslan Küçükyıldız’ın yazısının içinde geçen “araştırmamıza rağmen Hint belgelerini henüz göremedik” tümcesi, bu açıdan ayrıca dikkat çekicidir.

Sayın Arslan Küçükyıldız’ın satrancın kökenine ilişkin incelemesinde gösterdiği ikinci isabet ise, dikkatini Türk kültürüne yöneltmiş olmasıdır.

Batı’nın en sözügeçer, en üst kurumlarının da bildiği gibi, Çin, Hint, Mısır, Anadolu, Eski Yunan, çeşitli Avrupa ve Amerika uygarlıklarını kuranlar, Türkler’dir. Bunu, Batılılar’ın kendileri araştırmış, kendileri ortaya çıkarmıştır. Üzerini örtmüşlerdir ve bize sunulan tarihle yetinen biz de tarihimizi bilmeyiz. Topraklarımızda yapılan, Türkler’in sokulmadığı kazılardan, “Buradan çıkan tarihsel gerçekleri insanlara anlatabilmek için çok çok uzun yıllar gerekiyor” açıklamaları çıkıyor, sınırlarımız içinden dünya tarihinin gerçekleri çıkıyor, bizim dünyadan haberimiz yok. Türkler’in uygarlığını gizlemek için binbir takla atan Batılı ülkeler, Türkler’in uygarlık ürünlerini gerek kendilerine alır, gerekse de Çin’e Hindistan’a, Mısır’a, Eski Yunan’a, Roma’ya, Ruslar’a, İskandinav ülkelerine, Araplar’a, İran’a hatta yokolmuş kavimlere ve devletlere paylaştırır. Diğerleri de bir güzel sahiplenivermektedir. Ama içlerinde bilim kaygısıyla iş yapan gerçek bilimciler de vardır. Her dönemin kendine özgü koşulları içerisinde siyasal politikalar, bu gerçek bilimcileri zaman zaman desteklerken zaman zaman da engellemiştir. Bu engellemelere iki örnek, İskandinavya ve Almanya’dan verilebilir.

Ne anlama geldiği bilinmediği için “rünik harfler” denen harfler vardır. Genel söylem, bu harflerin İskandinavya kökenli olduğudur. İskandinavya’dan bir bilimci, bu rünik harflerin İskandinavya’ya Orta Asya’dan geldiğini söyleyince, akıl hastanesine tıkılmıştır. Evet, kafamızdaki “uygar” ve “bilim, düşünce aşığı” Avrupa tanımı, buna inanmamızı engelliyor, ama bu olay gerçek, bir başka deyişle o tanım yanlıştır. Bu tür Avrupa anıları, fizik dalında bile vardır. Almanya’da gamalı haçın gerçekte bir Türk damgası olduğunu, Hitler’in bu işareti Hindistan’dan getirdiğini söyleyen bir bilimci ise, görevinden alınmış, akademik kariyeri bitirilmiş, mahvedilmiştir. Almanlar’ın bunu yapmış olmasının nedeni, Hitler’i sahiplenme midir, Türkler’in uygarlığının üzerini örtme çabası mıdır, yoksa her ikisi de midir, siz karar verin.

Elbette sahip olduğu zengin geçmiş, satrancın Türkler’in yarattığı bir oyun olduğunu göstermez. Ancak, böylesi bir oyunun geçmişinin araştırılmasına, böylesi bir uygarlık tarihine sahip Türkler’den değil de, Türkler’in uygarlığı götürdüğü topluluklardan başlanmasının, mantıklı bir davranış olmayacağını herhalde herkes kabul edecektir. Atatürk’ün dediği gibi, “Büyük işleri, büyük uluslar yapar.” Öyleyse, sözkonusu olan tarihi belirsiz satranç olduğunda da, en büyüğünden başlamak gerekir.

Bir toplumun ulus olmasındaki en büyük engellerden biri, sınıfsal yapıdır. Hindistan’daki kast sistemi ise, sınıfsal yapının belki de en katı bir örneğidir. Bu kast sistemi, Hindistan’ı neredeyse tüm tarih boyunca ulus olmaktan, yani birlikte hareket etmekten alıkoymuştur. Bu da kendilerini dışarıya karşı hep zayıf ve kırılgan bırakmıştır. Kast sistemi nedeniyle mücadele anlayışından yoksun kalmış bir toplumun, satranç gibi bir örgütlü mücadele oyununu yaratmış olması, ikna edicilikten çok uzaktadır. Eğer söylencedeki gibi, satrancı bir Brahman’ın bulduğunu kabul edersek, aslında, satrancı bir Türk buldu demiş oluruz. Çünkü Brahmanlar, Hindistan’a yerleşen Türkler’dir. Yerli halkın kendilerinden çok daha kalabalık olması nedeniyle Türkler, özümlenme tehlikesine karşı varlıklarını koruyabilmek için yavaş yavaş kast sistemini kabul etmiştir. Kendi aralarında evlenmişlerdir. Brahmanlık dinini kurmuşlardır. Sanskritçe, bu Türkler’in oluşturduğu yapay bir dildir. Daha sonraları Türkler de diğer kastlara ayrışmıştır. Örneğin Buda, Brahmanlar’ın olduğu birinci kastta değil, soyluların ve savaşçıların olduğu ikinci kasttaydı. Kısacası, bir Brahman’ın satrancı bulduğunu söylemek, satrancı bir Türk’ün bulduğunu söylemek olsa bile, ben satranç gibi bir oyunu bir kişinin tek başına bulmuş olmasına olanak vermediğimi, yazının en başında, nedeniyle birlikte belirttim.

Sayın Arslan Küçükyıldız’ın yazısında, satrancın öncülü olarak sözedilen Türk zekâ oyunu satıra’nın (kimi yerlerde “satra” diye geçer), gerek oyun yapısına gerekse de adının benzerliğine rağmen neden hiçbir satranç tarihçesinde geçmediğini, buraya kadar yazdıklarımdan sonra daha fazla açmaya gerek görmüyorum.

Bir de ilk satranç makinesi olan “Türk” konusu var. 1769’da yapılmış olan bu satranç makinesine “Türk” adının verilmesine neden olarak yarımyamalak, tutarsız şeyler söyleniyor ve aslında pek de değinilmiyor. Söylenenlerden biri, makineyi bir Macar yaptığı için adını Türk koyduğudur. Sanki Macarlar “biz Türk’üz” diye bağırıyormuş gibi! İkinci açıklama, “güçlü Türk” algısına bağlanıyor. Ancak, burada kastedilen zihinsel değil, fiziksel güç. Acaba, yüzyıllardır kendi halkına Türkleri, fiziksel olarak güçlü ama zihinsel olarak en aşağıda ve barbar diye tanıtan Avrupalı’nın satranç makinesi konusundaki bu açıklaması, kendisini tatmin etmekte midir? Biraz gülünç kaçmıyor mu?

Bugün teke tek bir futbol karşılaşmasında herkesi yenecek güçte bir robot yapılsa ve bu robota bir ulus kimliği yapıştırılacak olsa, en iyi futbolcuları Brezilya’nın çıkardığı kabul edildiği için, bu robota seçilecek ad, ya “Brezilyalı” olur ya da futbolun beşiği İngiltere sanıldığı için “İngiliz”. Karpov’la Kasparov döneminde yapılacak bir satranç makinesine “Sovyet” denirdi. O dönemin en üstün satranç oyuncuları Sovyetler’di çünkü. Satranç denilince akla orası geliyordu. Demek ki ilk satranç makinesinin adının neden Türk olduğu konusunda iki açıklama olabilir. Ya o dönemin en iyi oyuncuları Türkler’den çıkıyordu ya da satrancı bulan Türkler’dir ve Batılılar bunu biliyor. Macar teknisyenin başka basit bir nedeni olsaydı, bunu herhalde bilirdik, böylesine gizli kalmazdı.

Satrançtan söz eden, Hindistan’daki belgelerden daha eski belgeler de vardır. Bazıları milattan öncesine işaret etmektedir. Bu belgeler neden yoksanıyor, orasını bilmiyorum ama, bir tanesi de İran bölgesiyle ilgili. Satrancın İran’da çıktığını savlayanların bir nedeni, bilinen ilk satranç takımının Özbekistan’da, Semerkant’ta bulunmuş olmasıdır. O bölge, o dönemde İran’da hakim olan Sasani yönetiminde olduğu için, satranç İran’da doğmuştur diyorlar. Oysaki orada yaşayanların Türk olduğundan söz eden yok. Satrancı İran’a dayandıranların bir diğer nedeni, MS 600 dolaylarında yazılmış bir kaynak. Bu kaynakta, MS 226 yılında Sasani devletini kurmuş olan Ardişir’in usta bir satranç oyuncusu olduğu yazılıdır. Bu da Hindistan’da bulunduğu söylenen belgelerden 300 - 400 yıl önce demek. Dediğim gibi, bu belge neden yoksanıyor bilemiyorum ama Sasani devletini kurucusu Ardişir’in babası Babek, Azerbaycan’da bir Türk kahramanı olarak anılır. Sasani devletine adını veren Sasan, Ardişir’in dedesidir. İstanbul surlarına kadar ilerleyen Sasani orduları, Kara Doğan adlı bir komutanın Türkler’den oluşan ordusuydu.

Eğer satrancı Türkler bulduysa, çok büyük olasılıkla bunu Hindistan ve İran’dan bağımsız olarak Avrupa’ya da götürmüş olsa gerek. Macar tarihi gözönüne alındığında, Macar teknisyenin makinesine “Türk” adını vermiş olması, bunu işaret ediyor olabilir. Ayrıca Arnavutluk’ta bulunan, MS 465 yılına tarihlenen ve satranç taşı olduğundan kuşkulanılan bir taş var. Ancak yanında diğer taşlar bulunmadığı için, bu bir satranç taşı mıdır yoksa örneğin bir süs eşyası mı, emin olunamıyor. Eğer bu taşın satranç taşı olduğu anlaşılırsa, bu, Balkanlar’da Hindistan’dan önce satranç oynanıyordu demektir. Ve bana sorarsanız, bunun kanıtları şu anda birilerinin elinde var.

Benim, satrancın Avrupa’ya Endülüs’ten daha önce Orta Asya’dan geldiğinden kuşkulanmamın bir nedeni de Vezir dediğimiz taşın Batı’da Kıraliçe olarak geçmesidir. Vezir’in Kıraliçe’ye dönüşmesine neden olarak temelde iki neden gösterilmektedir. Bir tanesi, bir kıraliçe’den yada ünlü bir kadından esinlenildiği savı. Esinlenildiği düşünülen aday sayısı kabarık. Biri şu diyor, biri bu. İkinci neden, taşın Kıral’ın yanında yeralması olarak gösterilmektedir, ancak o bile kuşku uyandıracak kadar iddasızdır. Avrupa’nın toplum tarihine bakıldığında, kadının yeri ayrıca kafa kurcalamaktadır. Avrupa’da üst düzey bir erkek taşın Kıraliçe de olsa bir kadına dönüşmesinin zorluğu bir yana, taşın Kıraliçe adını aldığı tarih olarak sunulan tarihler arasında bile ciddi farklar var. Bense bu dönüşüm konusunda şöyle düşünüyorum: Satranç tahtasında Vezir’le Şah’a bakıldığında görülecektir ki bu iki taş, erlerin korumasında, arkada, ortada, yanyanadır. Bugün Batı’daki adlarıyla Kıraliçe’yle Kıral’ın hareketi hiç benzemez, hiç yakın değildir. Vezir’in Batı’da geçirdiği değişimden önceki hareketine bakıldığında ise, Şah’ınkine çok yakındır. Bu da ister istemez bu iki taşın “eş” olduğunu düşündürüyor. Türkler’in Arap etkisine girmeden önceki toplum yapısında çok açık biçimde görülür ki, kadınla erkek tümüyle eşittir. Savaşçı kadınlar, bu kültürün bir parçasıdır. Tarihteki ilk kadın hükümdarlar Türk’tür. Devlet yönetiminde Hakan’ın yanında Hatun’un da kararı, onayı ve imzası gerekmektedir. İşte bu toplumsal yapı, satranç tahtası üzerinde yanyana duran, hareketleri birbirine çok yakın bu iki taşın Hakan’la Hatun olabileceğini düşündürtüyor. Hatun, İran’da veya Arabistan’da Vezir’e dönüşmüş olabilir. Avrupa’ya satranç, Endülüsten önce Orta Asya’dan geldiyse, Kıraliçe’nin Vezir’den değil, Hatun’dan dönüşümü, o konuyu kendiliğinden açıklamış olur. Yine de bu konuda elimde bir veri olmadığını da belirtirim.

Benim hiçbir kuşkum yok ki, satrancın bir Türk oyunu olduğu şu anda birilerince bilinmektedir ve bunun kanıtları, o birilerinin elinde bulunmaktadır. Bir gün gelecek, bu gerçeği biz de öğreneceğiz. Ben sayın Arslan Küçükyıldız’ınki gibi bir yazıyı yalnızca üç yıl bekledim. Kendisine teşekkürlerimle...





Arslan Küçükyıldız’ın Özgeçmişi:

11. 05. 1961’de Taşköprü’de doğdu. 1978’de Kastamonu Göl Öğretmen Lisesi’ni bitirdi. 1982’de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Kütüphanecilik Bölümü’nden mezun oldu. Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sinema Televizyon Bölümü’nde yüksek lisans yaptı, ‘Türk Sinemasında Edebiyattan Yararlanma’ adlı tezi hazırladı. 1985’de Telsiz Genel Müdürlüğünde memuriyete başladı. 1987 yılında TRT’nin açtığı yardımcı prodüktörlük imtihanını kazandı. Bir Cumartesi Gecesi, Pazar Konseri, Mehter Musıkisi, Meşk Zamanı, Asya’dan Müzikli Esintiler, Avrasya Sanat, Toy, Köprü, Bizden Sesler gibi programlarda yapımcı-yönetmen olarak çalıştı. 2000 yılında Türkmenistan Devlet Başkanı Sefermurad Türkmenbaşı’na sunulan ‘Altın Asra Girerken Türkmenistan’ adlı kitabı hazırladı. 2004-2009 tarihleri arasında Televizyon Dairesi Başkanlığı Yurtdışı Yayınlar Müdürlüğü görevini yürüttü. Halen TRT’de prodüktör olarak memuriyetine devam etmektedir. Çeşitli konulardaki makaleleri değişik dergi ve gazetelerde yayınlandı. Yayına hazır iki kitabı bulunmaktadır. Evli ve iki çocuk babasıdır.
Sayın Arslan Küçükyıldız'dan bir başka yolla elde ettiğimiz bilgiye göre, satrancın Kırgız Türkleri'nde 32 taşla oynanan ilkel bir şekli vardır. Oyundaki taşların adları: Han (Şah Yerine) , Baatır (Vezir Yerine), Uruk Aksakalı (Kale Yerine), Töö (Deve / Fil Yerine), At (At), Mergençi, Piyada (Çoban, Piyade / Coker, Piyon Yerine)


http://9eylulsatranc.biz/index.php?optio...Itemid=104


Mangala’nın Türk Zekâ Oyunları ve Satranç’la Ortak Özellikleri

Türklere ait Mangala oyununun, ortak noktalarına bakıldığında, diğer Türk Zekâ Oyunları ve Satranç ile akrabalığı olduğu görülmektedir. Bu da bizi, gelişmiş bir zekâ oyunu olan Satranç’ın bir Türk oyunu olabileceği düşüncesine ulaştırmaktadır. “Bu da nerden çıktı?” denilebilir. Bu yüzden konuyu biraz açmak istiyoruz.

Milletimiz yeni bir keşif yaptığında eskisini hemen bir kenara atmıyor. Onu da hatırasına hürmeten yaşatıyor. Milletimizin bu hasleti, gerek Mangala, gerekse diğer oyunlarımızda görülmektedir. Oyunların hem geliştirilmiş hallerinin, hem de kendilerinin var olmaya devam etmesi kültürel zenginliğimizin tabii bir sonucudur. Bir oyun türünde bu kadar alt çeşidin bulunmasının sebebi ise ayrıca araştırılmalıdır, diye düşünüyoruz. Bugünkü bilgilerimize göre, incelediğimiz yüzden fazla Mangala oyunundan hangisinin diğerinden daha önce oynanmaya başladığını bilemiyoruz. Hâlbuki 3 Taş, 9 Taş, 12 Taş oyunlarında bu gelişmeyi kabaca takip edebiliriz.

Mangala oyununun dünyanın ilk zekâ oyunu kabul edilen Satranç’tan önce oynandığı, Kazakistan’daki Almatı Dastarbası Dokuz Kumalak Kayası buluntusu ile sabittir. Diğer Türk Zekâ Oyunlarından önce mi oynanmıştır, bunu da bilemiyoruz. Mangala oyununun bugün oynandığı ülkeler, bölgeler, oyunun çeşitleri, yayılma alanları, oyunun Kös, Dama ve Satranç oyunuyla birlikte aynı kültür çevresinde geliştiğini ve dünyaya dağıldığını düşündürtmektedir. Mangala’nın Kös, Dama, Küşte veya Kuşta, Satıra ve Satranç’la ortak yönlerine bakıldığında görülen ilk husus, bu oyunların birbirinin devamı olduğudur. Bu oyunlar, birbirinin geliştirilmiş halidir. Oyunlar, ana aileleri ve alt çeşitleriyle diğer oyunlardan etkilenmiş, gelişim ve değişim dönemlerinde onlardan aldıklarını hazmetmişlerdir. Bu bakımdan Satrançtan bahsederken, bir tek oyunun gelişmiş halinden değil, birkaç oyunun özelliklerinden yararlanarak gelişmiş bir oyundan bahsedebiliyoruz. Kanaatimizce Aşık veya diğer taş oyunlarının, zamanla çağdaşı diğer Türk Oyunlarından da özellikler alarak Kös, Dama, Mangala, Satıra (Satrancın benzeri bu oyunda oyuncular sosyal tabakayı temsil etmektedir) ve daha sonra da hakanların ve yüksek tabakanın oynadığı bir oyun olan Satranç haline dönüşmüştür. Satranç ile Mangala’nın şaşırtıcı derecede benzerlikleri görülür. Bu benzerlik, bugüne kadar Satranç’la daha başka bir oyun arasında, mesela Eski Mısırda oynanan ve Satranç’ın atası olarak nitelenen Senet oyunu arasında kurulamamıştır.[1] Mangala’daki şu özellikler satrançta da vardır:


1. Zekâ oyunudur.
2. Taktik, gelecek oyunları uzağı görme, rakibi takip etme, oyununu bozma, şaşırtma gibi unsurları içeren bir savaş oyunudur.
3. Evlerde ve ortak sosyal mekânlarda oynanır.
4. Oynayanlarda zekâ gelişimi sağlar.
5. Avuca saklanan taşı bilen oyuna başlar.
6. Oyuna ilk başlayan, oyun kurucu olarak daha iyi bir konum elde eder.
7. Taşlar renklidir.
8. Düşünmeye izin verilir.
9. Oyuna karışmaya izin verilmez.
10. Oyunda şansın yeri yoktur.
11. Eline aldığı taşı geri bırakamaz.
12. Özel güçleri olan taşlar vardır; Dede’nin olduğu kuyuya kimse dokunamaz.
13. Sıradan güçteki taşlar, bazı durumlarda özel taş haline gelir.
14. Birden fazla taşı özel konumdaki taş olabilir.
15. Oyunda farklı yönlere oynamak mümkündür. Ülkemizde sağdan sola veya soldan sağa oynanan çeşitleri olduğu gibi her iki yöne oynanabilen çeşitleri vardır.
16. Birçok türünde sağ ve sol köşedeki haneler, kuyular kale olarak görülür.
17. Oyunun geneli ve oyuncular askeri sistemi temsil eder (Ordu-Millet düşüncesi). Milletimiz, bir sıra karşılıklı dizilmiş kuyulara kale, hane veya ev, kuyulara konulan taşlara da asker, çocuk vb. gözüyle bakmıştır. Arap âlemindeki Mankala-Min Kale veya Bin Kale- adlandırmasının bu anlayıştan kaynaklandığı tahmin edilebilir.
18. Kuyulara kale denildiği gibi taşlara asker de denilir.
19. Oyunun felsefesi Türk Devlet ve Aile sistemiyle ilgilidir.
20. Kuyulardaki taşların belli bir sayıya gelince ele geçirilmesi söz konusu olduğu için bu hedefe yönelik (Satrançta Şah ve Vezir için hamle yapılması gibi) hamle yapılır.
21. Rakibin ikaz edilmesi söz konusudur.
22. Hane oyununda Piç Taş ve Kemik gibi özel taşlar vardır ve Piç Taş’ı (satrançtaki şah gibi) alan oyunu kazanır.
23. Eşitlik durumuna Pat oldu denir.
24. İkiden çok kişiyle oynanan türlerinde ortaya çıkan tablo Satranç tahtasına benzer.



Satrançla ilgili bilgilerimizi hatırlayalım: Kaynaklarda 4000 yıl öncesinden Mısır piramitlerinde oyunla ilgili bilgiler bulunduğu, Çin’de, Mezopotamya ve Anadolu’da oynandığı, M.S. 3-4.yy.da Hindistan’da oyuna Çaturanga denildiği, ilk yazılı belgelerin orada olduğu, sonra İran’a, Araplara, Endülüslülere, İspanya üzerinden Avrupa’ya yayıldığı kayıtlıdır. Mısır piramitlerindeki oyun Senet Oyunu’dur ve satrançla iki kişi oynanması, tahtası ve taş şekilleri dışında bir benzerliği yoktur.[2] (Resim 11) Araştırmamıza rağmen Hint belgelerini henüz göremedik.

Kilise, 1061 yılında Satrancı İslâm kültürünün bir parçası olarak ilan etmiş ve oynayanları aforoz etmiştir. Hülasa Türk kamuoyu bu oyunu Hint kökenli bir oyun olarak bilmektedir. Oyunda Fil’in bulunması, nedense bizi farklı bir köken var mı diye düşünmekten ruhi olarak alıkoymuştur. Hâlbuki oyuna Fil’in girmesi 1200 yıllarına rastlamaktadır. İngilizlerin Hindistan’daki sömürge yönetimi döneminde Atlı Polo ve benzer oyunlar gibi bu oyunu da sevip ülkelerine taşıdıklarını belki duymuşuzdur ama Şah-Mat, Küşte veya Kuşta, olarak da bilinen Satranç’ın kökenini milletimizde aramak aklımıza gelmemiştir. Oyunun Türkler tarafından Altay’da şekillendirildiği, geliştirildiği, Altay’daki adının Satıra olduğu ülkemizde pek bilinmez. Türkler tarafından Hindistan’a götürüldüğü, Türkler araştırmayınca oyunun kökeninin kamuoyunun dikkatinden çıkarıldığını ve başkalarına mal edildiğini bilmeyiz. Hâlbuki Batı’da icat edilen ilk Satranç makinesinin adı “The Turk”dür. Hakkında yüzlerce makale, kitap ve film vardır. Bu mekanik makinenin yapılmış resimleri elimizde bulunmaktadır. Osmanlı kıyafeti giymiş bir satranç oyuncusu bir masa şeklindeki makinenin bir tarafında haşmetle oturmaktadır. (Resim 12) The Türk’le Elizabeth ve Napoleon da satranç oynamıştır.[3] Sadece bu fotoğraf bile oyunun kökeni hakkında bize yeterince bilgi vermektedir. Aklımızda bulunması gereken nokta şudur: Oyunun kökeni konusunda henüz bir netlik yoktur.

Atalarımızın, birbirine benzeyen oyun ve malzemelerinden sıkıldığını, zamanla bunları geliştirerek, her taşın şeklini farklılaştırdıklarını, önceleri bir yönde taşları oynarken daha sonra farklı yönlerde oynamaya başladıklarını, taş sayısını azaltıp çoğaltarak yüzlerce deneme yaptıklarını, sonra onlarca taşla oynadıkları oyunu daha az ve farklı güçteki taşlarla oynamaya başladıklarını, bazı taşları daha önemli hale getirip, olağanüstü güçler yüklediklerini, oyunu zorlaştırdıklarını, en önemli taş alındığında oyunu bitirecek şekle dönüştürdüklerini, düşünüyoruz. Mangala’yı daha zevkli hale getirmek için zorlaştırma (Kuyu, taş sayılarının artması, yön değişiklikleri) çalışmaları bir noktada tıkanınca yeni arayışlar başlamıştır. Bu arayışlar belli durumlar için özel taşların ilavesiyle, bunların çoğaltılması ve oyun tahtasının yarısının özel taş olmasıyla sonuçlanmış ve Altay’da oynanan ilkel Satranç (Satıra) doğmuştur (Resim 12). Satıra’da Hakan, Batır, Asker ve yedek oyun taşları bulunmaktadır. Kanaatimizce Mangala kuyularında biriken çok sayıdaki taşı, daha sade bir şekilde ifade etmek ve durmadan taş dağıtarak vakit kaybetmemek için satrancı bulmuşlar, kültürümüzdeki birçok öğeyi, meselâ kemiği de önce Mangala, sonra Satranç tahtasında yaşatmışlardır. Doğal olarak bu süreç, bilim adamlarımızın, tarihçilerin, arkeologların, halkbilimcilerin, edebiyatçıların himmetine muhtaçtır ve araştırılmalıdır.




Savaş Oyunu Olarak Mangala

Tarihin eski dönemlerine baktığımızda hayatta kalabilmek için sürekli savaş hali yaşandığını görüyoruz. Sosyolojik olarak milletler, insan var oldukça, gerek insanla tabiat arasında, gerekse insanla insan arasındaki mücadele ve savaş da, belki yöntemlerini değiştirerek var olmaya devam edecektir. Bahçesine komşu tavuğu girdi diye kavga eden, komşu köyün hayvanları otlaklarına girdi diye kavga eden çok insan biliriz. Çok yakın döneme kadar insanlık sürekli savaş halindeydi. Milletler, devletler savaşıyordu. Hatta aynı milletin boyları birbiriyle savaşıyordu. Halen de bu durum devam etmektedir.

İnsanlar yaşayabilmek için savaşı öğrenmek, tabii olarak çocuklarına da savaş esaslı oyunları öğretmek zorundaydı. İster bedenleri, ister zekâları isterse her ikisini savaşa hazırlama amacıyla olsun, çocuklar erken yaşta mücadele etmeyi öğrenmek, büyükler de bunu teşvik etmek, oyunları geliştirmek, daha karmaşık hale getirerek çocuklarını geleceğe hazırlamak mecburiyetindeydi. Tarihin kaydettiği en savaşçı milletlerden biri olan Türklerin oyunlarına bakıldığında da savaş, mücadele, taktik öne çıkmaktadır. Türkiye ve Türk Dünyasında Mangala oyunlarında kullanılan adlarda, oyunun savaş oyunu olduğunu gösteren kanıtlar vardır. (Hane, kale, asker, utmak, yıkmak, gömmek…) Çocuklarımızın, bedenlerinin yanında zekâlarının da zorlu geleceğe, mücadeleye hazırlanması amacıyla, birçok savaş esaslı zekâ oyununa sahip olduğumuz görülmektedir. Bu oyunların bazıları, günümüzde bilinen en gelişmiş zekâ oyunlarının atalarıdır.

Türk Zekâ Oyunlarının (3 Taş, Dokuz Taş veya Dokurcun, 12 Taş oyunları ile Mangala, Dama Satranç vb.) çok önemli bir ortaklığı ve benzerliği vardır. Üç Taş oyununun gelişmişi olan Dokuz Taş oyununda 3 taşı kalan oyuncunun üç taşı da uçabilme özelliği kazanıp oyun tahtasının istediği yerine konabilmektedir. İşte bu kural Türklerin buldukları dâhice bir kuraldır. Bu kural, Mangala Oyununda kuyulardaki taşlar belli bir sayıya ulaştırıldığında (3, 4, 5), kuyunun içine farklı renkteki bir taşı, kemiği veya Tuzdık’ı koyabilme kuralına benzemektedir. Bu taşın konduğu kuyu kapanır veya kuyuya düşen her taşı alabilme imkânı doğar. (Satrançtaki vezir gibi bir güç yüklenir.) Kurt-Koyun Oyununda koyunlar karşı kıyıya ulaştığında her yöne hareket edebilme kabiliyeti kazanır. Kurt-Koyun oyununun gelişmişi olduğunu düşündüğümüz Dama oyununda son çizgiye ulaşan taşınız farklı bir özellik kazanır (Önünde taş yoksa uçabilir.) Tıpkı Satrançta olduğu gibi: Satrançta piyonunuzu son çizgiye ulaştırdığınızda istediğiniz oyuncuya dönüşür. Mevcut bir oyuncunun veya savaşçının, oyunun veya savaşın durumuna göre birdenbire farklı bir güç, ruhi bir destek kazanması savaşın çehresini değiştirmesi anlamına gelmektedir. Bu taktik savaş sanatını iyi bilen Türkler tarafından sık sık kullanılmış olmalıdır. Yakından bakıldığında Türklerin Üç Taş, Dokuz Taş, On İki Taş, Mangala, Tavla, Dama, Kurt-Koyun ve Satranç gibi oyunları şüphe yok ki birer savaş oyunudur. Mangala ile Satranç karşılaştırıldığında çok önemli bir tablo ortaya çıkmaktadır:

Satranç bir savaş oyunu olarak tamamen bilgiye dayanan, zihin çalıştırmayı gerektiren şansa hiç yer olmayan bir savaş oyunudur. Satrançta oyuncular rakipleriyle, kendi taşları, oyuncuları, askerlerinin gücüyle savaşmak zorundadır. Rakip oyuncunun taşlarını kullanabilme özelliği oyuncuların zekâ seviyesine bağlıdır. Bu durum klasik savaşları hatırlatmaktadır. Savaşan her güç kendi askerlerine güvenmek ve savaşı buna göre devam ettirmek zorundadır. Mangala oyununda ise satrançtan daha eski bir oyun olmasına rağmen, çağdaş savaş taktiklerine benzer bir durum söz konusudur: Mangala oyuncusu sade kendi taşlarıyla oynamaz. Rakibinin taşları, askerleri ile de oyununa, savaşa devam eder. Çünkü taşların değeri ve gücü, oyun ilerledikçe rakibin hamlelerine göre sürekli değişmektedir. İşte bu durum ve oyunun buna göre oynanması, günümüz savaşlarına benzemektedir. Bazen yerinde kullanılan bir rakip taşı, askeri, savaşı kendi lehine çevirmeye yeter. Kendi askerleri dışında askerlerinin arasına girmiş rakip askerleri, düşmanın içine sokulan askerleri kullanarak savaşmak, günümüz savaşlarının önde gelen taktiğidir. Emperyalizmin girdiği her yerde, o ülkedeki insanları kullanması hepinizin malumudur. 1940’lı yıllarda Almanlar, Sovyetlerden ele geçirdikleri Türk asıllı askerleri, Sovyetlere karşı savaştırmayı denediler. Bu taktik, günümüzde Irak’ta, Afganistan’da ve dünyanın birçok yerindeki örtülü ve açık savaşlarda Batılılar tarafından kullanılmakta, düşmanın gücü, kendi gücü olarak değerlendirilmektedir. Meselâ, ABD ve İngiltere, Irak’ta resmen Mangala Taktiği kullanmakta, yerel güçleri kendi gücü olarak yönlendirmektedir. Bu taktiğin günümüze çok uygun düşmesi, şüphesiz ki tarihin eski dönemlerinde göçebe kavimleri tek bayrak altında toplayabilme dirayeti gösteren bir milletin, zengin tecrübesiyle ilgilidir. Bu tecrübenin göstergelerinin, kültürün her alanına yayıldığını düşünüyoruz.




___________________________________________________________
[1] Bu oyunda sayma çubuklarının belirlediği sayıya göre ilerleyerek taşları tahtanın dışına çıkarma söz konusudur: http://www.ezberim.com/dunya-tarihi/1812...n-bilinen/

[2] http://www.ezberim.com/dunya-tarihi/1812...n-bilinen/

http://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrk_(...mat%C4%B1)
http://9eylulsatranc.biz/index.php?optio...Itemid=104



Mangala’daki Gelişme ve Değişmeler


İnsanoğlu, bir yandan ihtiyaçlarına göre yeni eşyalar, malzemeler, kavramlar, bilgiler, oyunlar vs. üretiyor, geliştiriyor, bir yandan da geliştirdiklerini ilk haliyle saklıyor, koruyor. En eski dönemlerden kalan varlıklarımızı halen koruyoruz. Buna karşılık, geliştirebileceğimiz yönlerini de sürekli geliştirmeye çalışıyoruz. Meselâ en gelişmiş tarım aletlerinin yanında karasabanı kullanmaya devam ediyoruz. Türk Çocuk Oyunlarında da benzer bir durum söz konusudur: Meydana getirdiğimiz en eski oyunları bir yandan saklamaya, yaşatmaya çalışırken, bir yandan da onların en gelişmiş halini, daha da geliştirmeye çalışıyoruz.

İlk insanların (ilkel insan değil), atalarımızın, teknolojinin imkânlarını bir yana bırakırsak, bizim zekâ seviyemizde olduklarını, bizimle benzer meseleleri yaşadıklarını söyleyebiliriz.

Onlar nesillerini devam ettirmek ve karınlarını doyurmak zorundaydı. Diğer canlı türlerini hatırlayalım; yavrularını yarınlara, avlanmaya, hayatta kalmaya alıştıran oyunla hazırlarlar. İnsanoğlu da bulduğu her fırsatta, her malzeme ile çocuklarını donatmaya, kabiliyetlerini geliştirmeye çalıştı. Tabiatta karşılaştıkları tehlikelerle nasıl başa çıkılacağını çocuklarına oyunla öğrettiler. Düşünmek, kovalamak, kaçmak, saklanmak, gizlenmek, savaşmak, zıplamak, aramak hatta susmak oyunla öğretilmiştir.

Mangala ve Türk zekâ oyunlarıyla ilgili ayrıntılara girmeden önce iki hususa dikkatinizi çekmek isterim: Türkler, sayıları erken dönemlerde kavramışlardır.[1] Özellikle 3, 7, 9, 12 gibi bazı sayılara önem vermişlerdir.[2] Bazı oyun malzemelerini, mesela taşı daha çok kullandıklarını söylemek mümkündür.[3] Şimdi taşla oynanan oyunlara ve bu oyunların oluşturduğu oyun öbeklerine yakından bakabiliriz.

Taşla oynanan oyunların ilki, avlanmaya hazırlık olarak oynandığını düşünebileceğimiz, bir hedefin veya hedef taşın(avın) bir taşla vurulması oyunu olmalıdır. Muhtemelen, günümüzdeki bilye oyununun atası olabilecek oyun, bu oyundur. Taş oyunlarının ikincisinin, yine hedef taşı, hedef taşın yanındaki kuyuya, bir taş atarak düşürme, sokma olduğunu düşünebiliriz. Zamanla bu iki oyundaki taşların, kuyuların, oyuncuların sayıları artmış, oyunlar geliştirilmeye başlanmıştır. Ama milletimiz, oyunların bu ilkel hallerini de hafızasında tutmuş, saklamıştır. Günümüzdeki Kuka, Simit, 7 Taş, 7 kiremit, 9 kiremit gibi oyunları, Kırgızistan’daki Ordo oyununu, bu oyunun devamı olarak düşünebiliriz. Kuyular, taşlar ve oyuncular çoğaldıkça oyunları geliştirme ihtiyacı da artmıştır. Bu süreçte oyun Aralı Emen, Lap Koka şeklinde gelişmiştir.

Yukarıda sözünü ettiğimiz gibi değişim sürecinin başında aşık veya taşla oynanan oyunlar vardır. Taş oyunlarının gelişimi muhtemelen şöyledir:


1. Bir kuyuya aşık veya taşı atma oyunları
2. Bir kuyunun yanındaki hedefi kuyuya düşürme oyunları
3. Bir kuyudaki hedefi kuyudan çıkarma oyunları
4. Aşıkları havaya atıp yere düştüğünde durumuna bakma oyunları
5. Taşları havaya atıp tutma oyunları
6. Taşları havaya atıp tutarak kuyulara yerleştirme oyunları
7. Taşları bir sıraya dizme oyunları
8. Kurt Koyun Oyunları
9. Taş kuyu oyunları
10. Mangala oyunları
11. Satıra
12. Satranç



Dönüşüm ve gelişimin ilk basamaklarından biri de açık alanda, evde oynanan aşık oyununun Kös oyununa dönüşmesidir. Kös oyununda kuyular yerden kaldırılmış ve tahta, kağıt veya benzeri bir zemine çıkarılmıştır. Oyun havaya atılan çubuklarla alınan sayıya göre taşların ilerlemesi esasına dayanır. Kös oyununda, taşları yürütmede, havaya atılan tahtalar (ortasından yarılmış, bir kenarı düz, diğer tarafı yuvarlak dört çubuk) kullanılmaktadır ve muhtemelen Aşık oyununun geliştirilen bu yeni oyunda kullanılması; zar vazifesi görerek taşları ilerletmesi söz konusu olmuştur. Zamanla Aşık (Aşık kemiği) yerine tahta kullanılmış olsa gerek. (Daha sonra küp haline getirilmiş kemiğe dönülecektir.) Bugün hâlâ bazı yörelerimizde Mangala oyunu Kös oyunu ile birlikte oynanır; Ya Köste alınan sayıya göre oyuna başlayacak belirlenir yahut belirlenen sayıyı atan kişi oyuna başlar. Daha da önemlisi gelen Kös sayılarına göre Mangala Oyununun oynar. Türkiye’de oynanan Mangala oyunlarından biri çok daha ilginçtir: Çelik Saydırmaca’da gelen sayıya göre taş alır veya geri koyar (Çukur Eksiltme). Bu da oyunun hem Tavla, hem de Domino ile ilgisini gösterir.

Yere kazılan kuyulara sırayla taş bırakma, hayvanların ehlileştirilmesi ve hayvancılık dönemine rastlamış olmalıdır. Siz buna çobanların hayvanlarını, koyunlarını sayma yöntemi de diyebilirsiniz. Benim tahminime ve mevcut bilgilerimize göre Mangala oyunlarının en ilkel hali, ellerindeki taşları (Beş Taş, Çok Taş) havaya atıp yerdeki altı kuyuya yerleştirme oyunudur. Daha sonra ellerindeki taşları sırayla 4 kuyuya bırakan çocukların oynadığı Huyne Gütmece oyunu gelmektedir. Bu oyun yere kazılan tek sıra kuyulara oyuncuların sırayla bir taş bırakmaları esasına dayanır. Oyunun 6 kuyulu hali Çal oyunudur. Bu oyunlardaki tek sıra kuyuların daha sonra çift sıra kuyular haline dönüşmesinin, Mangala’nın gelişmesindeki ikinci merhale olduğu görülmektedir. Bir diğer merhale de oyunların açık alanda yerde kuyular kazılarak oynanması yerine, açık veya kapalı alanlarda, yere veya kâğıda çizilen oyun tahtası şekli üzerinde oynanması olmalıdır (On Sekiz Taş Oyunu). Bu çizim, oyunun kapalı alanlara taşınmasını ve gelişmesini kolaylaştırmıştır.

Yere kazılmış iki sıra halinde ve değişik sayıdaki kuyulara sırayla taş bırakma, belli bir sayıya ulaşınca, boş kuyuya düşünce karşı kuyudaki taşları alma(utma, ütme) gibi esaslara dayanan oyunlar, taş oyunlarında gelinen önemli bir dönüm noktasıdır. Dönüşümün Mangala oyunları açısından, özeti şudur:


1) Bir kuyuya aşık veya taşı atma oyunları
2) Bir kuyunun yanındaki hedefi kuyuya düşürme oyunları
3) Bir kuyudaki hedefi kuyudan çıkarma oyunları
4) Taş-Kuyu Oyunları
. 1) 5 Taş oyunu, Padem, Aralı Emen, Lap Koka oyununa
. 2) Padem, Aralı Emen, Lap Koka, Huyne Gütmece oyununa (4 kuyu x 3-8…kişi x 8 taş)
. 3) Huyne Gütmece, Çal oyununa (6 kuyu x 2 kişi x 4 taş)
. 4) Çal, Mangala oyununa (7 kuyu x 2 kişi x 7 taş)
. 5) Mangala, Dokuz Kumalak, Dokuz Korgol (9 kuyu x 2 kişi x 9 taş), Piç (3 kuyu x 4 oyuncu x 12 taş) ve diğer Mangala çeşitlerine (Taş, kuyu, oyuncu, kural-neredeyse- sayısı sınırsız)
5) Mangala, Satıra oyununa
6) Satıra, Satranç’a… dönüşmüştür.



Oyunların hem kendileri başka oyunlardan destek alarak gelişmiş, hem de çağdaşlarına kendilerinden özellikler katmıştır. Bu dönüşüm sırasında Mangala, Aşık, Üç Taş, Dokuz Taş, 12 Taş ve Songur, Bitlis Kozası, 7, 9 Kiremit vb. diğer taş oyunları gibi geleneksel oyunlardan kültürümüzün diğer öğelerinden istifade etmiştir. Satranç da Mangala’nın yanında diğer geleneksel oyunlardan istifade etmiştir. Dönüşüm çok süratli bir şekilde sürmektedir. 5 Taş; Lap Koka / Huyne Kuymaca / Mangala Oyununa, 3 Taş; 9 Taş (Dokurcun) / 12 Taş oyununa, Ebe beni kurda verme, Kurt Baba oyunları; Kurt-Koyun oyununa, Kurt Koyun oyunu; Dama[4] oyununa, Aşık oyunu; Bey Çavuş / Peçiç / Kös oyununa, Kös Oyunu da Tavla oyununa (Kös ve Tavla oyunlarında, Mangala’da olduğu gibi Kapı anlayışı vardır.) dönüşmüştür, diye düşünüyoruz. Domino oyununun da Kös ve Mangala’dan yararlanarak geliştiğini söyleyebiliriz (Çukur Eksiltme).

Burada önemli bir hatırlatma yapmak gerekir. Taş oyunları, avcılık, hayvancılık dönemlerinde gelişmiş olmalı demiştik; Bu dönem sadece Mangala oyunlarının gelişmesiyle sınırlı kalmadı. Muhtemelen aynı dönemde 3 Taş, 5 Taş, 9 Taş, 12 Taş, 20 Taş, Çok Taş, Kurt-Koyun, Kös gibi çocuk oyunları da gelişiyordu. Bu oyunlar birbirinin devamı şeklinde düşünülmelidir. Bir gelişme çizgisi vermek gerekirse 9 Taş, 12 Taş oyunları 3 Taş oyununun gelişmiş halidir. Bu oyunlardaki 3 yapma, 3 taşı aynı hizaya getirme halinde kazanma, birbirinin üstünden geçerek taş alma esasına dayanan bu oyun, önce kurt-koyun oyunu şeklinde gelişmiş, daha sonra Dama oyununun geliştirilmesine yol açmıştır. Günümüzde müstakil bir Türk Daması mevcuttur ve aslına bakılırsa Satranç, Mangala ve Dama oyununun kime ait olduğu uzmanlarca çok net açıklanamamıştır.





Sonuç

Mangala oyununun bazı yönleri ile diğer Türk Zekâ Oyunları arasında ilişkiler, benzerlikler, geçişler vardır. Bu benzerlik ve geçişler, diğer oyunların kendi aralarında da mevcuttur. Bu ilişkileri satranç ile Mangala arasında da görebiliyoruz. Abdülvahap Kara’nın Mangala’nın çok zengin bir Türk Zekâ Oyunu olduğu görüşüne katılıyor, Satranç’la benzerliklerine bakarak da Satranç’ın atalarından biridir diyoruz. Satranç’ın bir Türk oyunu olduğu düşüncesi, Mangala ile şaşırtıcı bulduğumuz benzerliklerinden kaynaklanmaktadır. Mangala’nın Türk Oyunu olduğuna dair kanaatimiz, oyunun Türkiye ve Türkistan coğrafyasında, dünyadakinden daha yaygın olması ve çok çeşitli oynanış biçimlerinin bulunmasına dayanıyor. Sadece Mangala’nın değil, diğer oyunların ve Türk Kültürünün Satranç’a katkılarından da söz edilebilir. Metin And da Mangala’nın Asya kökenli olduğu görüşündedir, ancak bugünkü veriler elinde olmadığı için temkinli davranmıştır.[5] Gelecekte her oyun ailesinin ve alt türlerinin, ayrıntılı olarak ortaya konulmasından sonra, tabii olarak, bugün vardığımız bu kanaatin doğruluğu görülecektir.

Avrupalılar 16. asırda oyunu Türklerden öğrenmiştir. Orta Doğu, Afrika, Orta Amerika’da da oynanıyor. Ama onlarda bizde olduğu kadar zenginlik görülmüyor. Batılılar her şeyi aldıkları gibi bu oyunu da götürüp alınır satılır hale getirmiş, hatta Nokia’nın 3310 telefonlarında oynanabilen bir oyun olarak piyasaya sürmüşlerdir. İnternet üzerinde veya bilgisayara indirilip oynanabilmektedir.[6] Dünyada gördüğümüz oyun ve oyuncakların, sporların benzerini ülkemizde de görüyor ve “Biz bunu çocukluğumuzda oynardık!” diyoruz. Bunlara Golf’e dönüşen Hülü veya Lopak oyununu, Hokey’e dönüşen Köylen oyununu örnek verebiliriz. Bu oyunların, oyuncakların, yabancıların bizim ülkemizde yaptıkları gözlem ve araştırmaları sonucunda geliştirildiğini, ticarileştirildiğini kabulde beynimiz zorlanıyor. Bu yüzden bize ait oyunları başkalarının oyunları zannedip ilgilenmediğimiz de oluyor. Meselâ, Satranç’taki Fil, XII. yüzyılda Avrupa’da bulunduğu halde, Hindistan kökenli sanıyoruz. Bu beyin engelini aşmalıyız. Maalesef kendi oyunlarımıza yeterince ilgi göstermiyoruz.

Oyunlar, insan zekâsının seviyesine göre türlere ayrılır, çeşitlenir, zorlaşır veya kolaylaşır. Bir oyunun kâğıt üzerinde oynandığı bir dönemde, aynı oyunu sahada fiilen oynayanlara rastlanabilir. Her dönemde, her zekâ seviyesinde insan bulunduğu için, her türlü oyun, her malzeme ile kısmen de olsa oynanmaya devam etmektedir. Ancak günümüzde, küreselleşmenin etkisiyle bu çeşitlilik ve zenginlik hızla yok olmaktadır. Bu çeşitlilik içinden bir oyun alınıp, tektipleştirildiği, kesin bir kurala bağlandığı takdirde, yani olgunlaştırıldığında, o oyun türünün alt türlerinin yaşaması, gelişmesi daha zordur. Bir oyun türü ve alt türleri, bütün ayrıntılarıyla derlenip kayıt altına alınmaz, kuralları belirlenmez, tektipleştirilip, markalaştırılıp, piyasaya sürülemezse o oyun türleri gibi alt türlerinin bilgileri de süratle yok olacaktır. Oyun zenginliğimizi sürdürmenin yolu, her seviyedeki, türdeki oyunlarımızın süratle derlenip, markalaştırılıp piyasaya sürülmesi ve oynanmaya devam etmesini sağlamaya yönelik tedbirlerin alınmasıdır. İncelediğimiz Mangala oyunlarının en ilkel ve gelişmiş halleri, Türkiye’nin farklı bölgelerinde ve Türk Dünyasında aşağı yukarı birbirine çok yakın bir şekilde halen yaşıyor, yaşatılıyor. Bunu milletimizin hafızasının zenginliğine bağlıyoruz. Milletimiz eskiyi hemen atmıyor, koruyor, kullanıyor. Bunu kültürel dönüşümün muhteşem bir güvenlik sistemi olarak kabul edebiliriz. Ancak teknolojik gelişmeler bu güvenlik sistemini ve hafızayı zorlamaktadır. Birçok önemli malzeme ve kültür kodu sessiz sedasız yok olmaktadır. Teknolojik gelişmelerin, sanal âlemin, televizyonun, oyun gibi çok önemli bir kültür taşıyıcısının önemini yitirmesine yol açtığı görülmektedir. Bunun önüne geçmek için, yine teknoloji ve çağdaş pazarlama yöntemleri kullanılmalıdır.

Mangala oyununa gereken ilgi gösterilmeli, Mangala oyunu mutlak bir eğitim aracı olarak kullanılmalıdır. Bunun için Türkiye’de Mangala dernekleri ve bu derneklerin oluşturduğu birlikler kurulmalı, ulusal ve uluslar arası çapta yarışmalar yapılmalıdır. Her yaş ve seviyeye hitap edecek Mangala çeşitlerinde yapılacak yarışmaların, ayrıntılı kuralları belirlenmelidir. Kurallaştırma çalışmaları yürütülürken süratle Markalaştırma çalışmaları yapılmalıdır. Ancak araştırılmamış, ham bir alandaki markalaştırma da eksik olmaktadır. Mangala(Osmanlı) bir yönüyle geleneksel bir oyunun ticarileştirilmesine mükemmel bir örnektir, diğer yandan alanı araştırılmadan yola çıktığı için, satranç kadar önemli bir oyun, hatta satrancın atası olduğu bilgisi pazarlamada değerlendirilememiştir.

Aydınlarımızca, kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya olan diğer oyunlarımızla birlikte Mangala çeşitlerinin, süratle, ustaca derlemesinde büyük yararlar vardır. Sınırlı zaman dilimlerindeki görüşmelerden aldığımız bilgilerden çıkarabildiğimiz sonuçların çok daha ötesinde şaşırtıcı güzellikler bulunabileceğini düşünüyoruz. Ayrıca okullarda Türk Çocuk Oyunlarının, Türk Zekâ oyunlarının, Mangala’nın ve Satranç’ın ders olarak konması çok faydalı olacaktır. Bir sanal oyun olarak geliştirilmesi ise bugünün nesillerine ulaşması açısından önemlidir. Oyunların tespitini, derlemeleri süratle tamamlayıp oyunların hikâyelerini (monografilerini) çıkarmamız, geçirdiği değişimi görmemiz, müstakil kitaplar halinde yayınlamamız gerekir. Kanaatimizce oyunların tamamının türleri ve alt çeşitleri derlenmeden de bu çalışmalar sağlıklı yürümeyecektir. Bunun için derleme konusunda gönüllüler yetiştirilmelidir. Özetle, Mangala, diğer Türk Zekâ Oyunlarıyla birlikte Satrancın öncülü, atasıdır. Oyunlarımızın, oyuncaklarımızın altını, üstünü sağlıklı bilgilerle doldurduğumuz zaman, markalaşma, tanıtım, pazarlama sorunlarımız da ortadan kalkacaktır.





[1] “Aklından Bir Sayı Tut” oyunu buna en güzel örnektir: http://www.aginkulturu.com/elazig-gelene...nlari.html

[2] Osman TURAN, On İki Hayvanlı Türk Takvimi, İstanbul, 1941

[3] Nebi ÖZDEMİR, Türk Çocuk Oyunları I-II, Ankara, Akçağ Yayınları, 2006 (1.c.456 sf, 2.c.560 sf.)

[4] Zaten Dama oyunu da dünyada “Turkish Checkers” adıyla bilinmektedir.
[5] And. Agm.

[6] http://mangala.blogcu.com adresine bakmanızı salık veririm.
http://9eylulsatranc.biz/index.php?optio...Itemid=104


ak03.jpg

Özet:


Mankala, Türk dünyasında Dokuz Kumalak, Dokuz Korgol gibi farklı adlarla bilinen ve zevkle oynanan bir Türk zekâ oyununun, dünyadaki genel adıdır. Türkiye'de Mangala adıyla gündeme getirilen oyun, farklı bölgelerde yüze yakın isimle, kısmî değişikliklerle oynanmaktadır. Oyun üzerinde durmamızın sebebi, oyunun Türk Zekâ Oyunları içinde özgün bir yeri olmasıdır. Oyunla ilgili yeterince derleme ve inceleme yapılmamıştır. Türkiye'de oyunun oynandığı yerlere ve oynamasını bilen kişilere ulaşma çabamız, bizi çok zeki insanlara ve özgün Türk kültürünün başka zenginliklerine götürmüştür. Eldeki veriler ve oyunu çocukluğunda oynamış yüzden fazla kişiyle yaptığımız görüşmelerde tespit ettiğimiz bilgilere göre oyunun gelişmesindeki ana hatlar ortaya çıkmıştır. Mangala’nın diğer zekâ oyunlarımızla ilişkilerine dair bilgiler bulunmuştur. Oyunun ülkemizdeki en ilkel hali ile günümüzde piyasaya sürülmüş hali arasındaki geçişler dikkat çekici ve yeni araştırmalara kapı aralayıcı özelliktedir.



SATRANÇ’IN ATASI OLAN TÜRK ZEKÂ OYUNU; MANGALA


Yöntem


Mangala, esas itibariyle çobanların yere karşılıklı belli sayıda kazdıkları kuyulara, belli sayıdaki taşları sırayla bırakarak oynadıkları bir oyundur. Kuyu ve taş sayısı, ülke ve yörelere göre değişebilmektedir. Oyunun Türk dünyasında ve Türkiye’de, yörelere göre değişebilen yüzden fazla adını, ondan fazla farklı taş ve kuyu sayıları ile ve değişen kurallarla oynandığını tespit ettik.[2] Bu çalışmamızda, dünyanın çok iyi bildiği, Türkiye’de ise unutulmakta olan bir Türk Zekâ Oyunu, çeşitli yönleriyle ele alınacaktır.

Oyun Satranca benzeyen, her yaş ve seviyeden insanın zevkle oynadığı bir zekâ oyunudur. Dünyanın birçok ülkesinde, yüze yakın adla, değişik şekillerde, Türkiye ve Türk Dünyasında ise yüzden fazla farklı adla, onlarca değişik çeşidi oynanmaktadır. Birbirine küçük farklarla benzeyen bu oyunların oluşturduğu oyun ailesine genel ad olarak Dünyada Mankala, Türkiye’de ise Mangala denilmektedir. Mangala, özel olarak dünyada Irak, Suriye, Mısır gibi ülkelerde, ülkemizdeyse Gaziantep, Urfa, Hatay, Mardin, Diyarbakır gibi illerimizde oynanan oyunun adıdır. Bu illerimizde Mangala adıyla diğerlerinden biraz fazla kurallaşmış haliyle oynanması (7 kuyu x 7 taş) ve genç girişimcilerin, Osmanlı döneminde İstanbul’da oynanan bu aileden bir oyunu (6 kuyu x 4 taş), 2009 yılında ciddi bir kamuoyu çalışması yaparak, Mangala adıyla piyasaya sürmeleri, bu adın yerleşmesine sebep olmuştur. Böylece resmî bir müdahale olmaksızın oyunun tekleştirilmesi de gündeme gelmiştir. (Sovyetler Birliği döneminde, Türklerin oynadığı bu oyunun, değişik kuyu adedi, taş sayısı ve kuralları tektipleştirilmiş-formalaştırılmış-, farklı oynanış şekilleri de unutulmaya bırakılmıştır. Buna rağmen, Türkistan’da halen oyunun farklı oynanış biçimleri de yaşamaktadır.) Dolayısıyla biz de makalemizde Türkiye’de ve Türk Dünyasında bu oyunların oluşturduğu geniş aileye Mangala diyeceğiz. Osmanlı döneminde oynanan Minkale adlı oyundan yola çıkılıp, kuralları belirlenmiş, tahtası şekillendirilmiş olarak Mangala adıyla satışa sunulan oyunu Mangala(Osmanlı) adıyla zikredeceğiz. Türkiye’de halen yaygın olarak kullanılan diğer adları (Eme, Emen, Foduk, Han, Hane, Kale, Melle, Mene, Mere, Yalak vb.) tür adı olarak kullanmaktan kaçınmamızın sebebi, mevcut tanıtımı desteklemektir. Ancak, oyunun farklı biçimlerinin var olmaya devam etmesini de büyük bir zenginlik olarak görüyoruz. Üstelik bu farklılıklar, Bir Türk oyunu olan Mangala’nın, Satrançla akrabalık ilişkilerine dair ipuçları verdiği için, çok önemlidir.

Prof. Dr. Abdülvahap Kara, Milletlerin bir zekâ oyununa sahip olmalarının, milli bir alfabelerinin olması kadar önemli olduğunu belirtmektedir. Tespitlerine göre Mangala Türkler tarafından 4000 yıldır oynanmaktadır.[3] Dünyadaki en eski (M.Ö. 3000-2000 yılları) Mangala tahtası kaya üzerine oyulmuş olarak Kazakistan’da, Almatı şehri yakınlarında Dastarbası Mağarasında bulunmuştur.[4] (Resim 1) Habeşistan’da bulunan ve Mangala oyununa benzeyen oyunun bulunduğu taş ise (Resim 2) M.Ö. 7-6. yüzyıla dayandırılan bu taşın en eski Mankala Taşı olduğu kabul edilmekteydi.[5] Dastarbası buluntusu, bu tarihi daha eski bir döneme taşımıştır.

image.jpg
Resim 1: Kazakistan’da Almatı yakınlarında bulunan Dastarbası Mağarasındaki Tunç Devrinden (M.Ö. 3000-1200) kalma Mangala (Dokuz Kumalak/Kazakistan) kayası (Prof. Dr. Abdülvahap Kara arşivinden)

image.jpg
Resim 2: Habeşistan’da bulunan Mankala taşı


Dünyada Mankala ile ilgili yüzlerce kitap, makale ve site bulunduğu halde Türkiye’de Mangala ile ilgili bir iki makale ve sitenin dışında ciddi bir yayın yapılmamıştır. Mangala oyununa ilk dikkat çeken bilim adamı Prof. Dr. Metin And olmuştur.[6] Prof. Dr. Abdülvahap Kara’nın yukarda zikredilen makalesi ise yeni bir ufuk açmıştır. Makalemizde önce Halkbilimin konusu olmakla birlikte Tarih, Antropoloji, Arkeoloji bilimlerini de yakından ilgilendirdiği için, Mangala’nın Halkbilimi konuları içindeki yerinin belirlenmesi için, gerekli gördüğümüz bir tasnif denemesinde bulunacağız. Mangala(Osmanlı) oyununun özelliklerini incelendikten sonra, Mangala oyunlarının tarihçesi ve önemi üzerinde durulacak, dünyadaki Mankala oyunları hakkında bilgi verilecektir. Türk Çocuk Oyunlarından taş oyunlarının ve Mangala’nın kendi içindeki dönüşümü incelenecektir. Mangala oyunlarının genel olarak özellikleri ve gelişimi üzerinde durulduktan sonra Mangala’nın diğer Türk Zekâ oyunları ve Satrançla münasebetleri ele alınacaktır.


Mangala’nın Halkbilimi Konuları İçindeki Yeri

Bilindiği gibi Halkbilimin içerdiği ana konuları özgün bir biçimde, yeterli ve eksiksiz, bütün Halkbilim uğraşanlarının üzerinde anlaşabileceği gibi düzenleyip, şemasını çıkarabilmek oldukça zordur. Çünkü sosyal bilimlerin özelliği gereği, birtakım konuları kesin çizgilerle ayırabilme ve diğer bilimlerle olan sınırlarını belirleme güçlüğü vardır. Kapsayıcı çalışmalar yapılmıştır.[7] Ancak Sedat Veyis Örnek’in yolundan giderek, Özkul Çobanoğlu’nun verdiği çerçeve[8] üzerinde, Mangala oyunu açısından, bir düzenleme yapılması da zorunlu olmuştur. Çünkü bu ve benzeri oyunları sadece çocukların oynamadığını gördük. Bu bakımdan sınıflama için bir öneride bulunmak istiyoruz:


XXII. Oyunlar, Oyun malzemeleri ve Oyuncaklar

1. Temsili Nitelikteki Oyunlar

2. Beceriyi ve Yeteneği Amaçlayan Oyunlar

____2a. Zekâ Oyunları

________2a1. Çocuk Oyunları

____________2a1a. Üç Taş

________2a2. Köprü Niteliğindeki (Hem Yetişkinlerin, hem de çocukların oynadığı) Oyunlar

____________2a2a. Dokuztaş (Dokurcun), 12 Taş…

____________2a2b. Kurt-Koyun

____________2a2c. Kös (Kos veya Akdört)

____________2a2ç. Tavla

____________2a2d. Dama

____________2a2e. Domino

____________2a2f. Mangala

____________2a2g. Satıra, Küştü, Kuşta (Satranç)

________2a3. Yetişkin oyunları (Yaren, Sıra vb. toplantılarda, toylarda oynanan oyunlar)

____2b. Yetenek Oyunları

3. Oyun Malzemeleri, Oyuncak Türleri ve Nitelikleri


Mangala’nın, Halkbilimin, teklif ettiğimiz, Oyunlar, Oyun Malzemeleri ve Oyuncaklar konusu içinde, Beceriyi ve Yeteneği Amaçlayan Oyunlar maddesinin bir alt başlığı olarak Zekâ Oyunları ve onun da alt başlığı olan Köprü Niteliğindeki (Hem çocukların, hem de büyüklerin oynadığı) Oyunlar maddesinin bir alt başlığıyla incelenmesinin, araştırmacılara kolaylık sağlayacağını düşünüyoruz.


Mangala (Osmanlı) Oyununun Özellikleri

Mangala, Türkiye’de 2009 yılında, Osmanlılarda oynanan Minkale adlı oyundan hareket edilerek, şık bir kutu ile piyasaya sürülmüş olan, satranca benzer bir zekâ oyununun adıdır.(Resim 3) Tanıtım kitapçığında kuralları ve tarihçesi anlatılmıştır. Oyun, altışardan on iki kuyudaki dörder taşla, toplam 48 taş ve iki oyuncu ile oynanır. Mangala tahtasında on iki çukura ilaveten iki hazine çukuru yer alır. Amaç kendi hazinesinde 25 taş toplamaktır. Belirlenen oyuncu, altı kuyusunun birindeki taşları eline alır, önce taşların birini, taşları aldığı kuyuya, sonra sırayla diğer kuyulara, sağa doğru, birer birer dağıtır. Sağında yer alan kendi hazinesinden geçerken bir taş bırakır. (Rakibin hazinesine taş bırakılmaz) Elinde taş bitene kadar dağıtmaya devam eder. Son taşı ile rakibin taşlarını çift yapmışsa o kuyudaki taşları alır. Rakibin dolu kuyusu karşısındaki boş kuyuya son taşını koymuşsa hem bu taşı, hem de rakibin kuyusundaki taşları alır. Elindeki taşlar bitince oyun rakibe geçer. Dağıtma sırasında son taşı kendi hanesine düşmüş ise yeniden dağıtma hakkı kazanır. Tek kalan taşını yanındaki kuyuya veya yanında ise hazinesine aktarabilir. Ayrıca iki taşın olduğu rakip kuyuya son taşını koyabilirse o kuyudaki taşları alır ve yerine renkli taşını, kalesini koyar; o kuyuya bundan sonra dağıtılan bütün taşlar onun olur. Kale kuralı denilen bu kural devreye girince, hazinelere taş bırakılmadan oyun sürer. Oyunculardan biri 25 taş topladığında oyun biter. Oyun beş set üzerinden oynanır.[9](Resim 4)

image.jpg

Oyunun bu hali Osmanlı’lardaki oynanışa göre düzenlenmiştir. (6 kuyu x 4 taş) Türkiye ve Türk Dünyasında yüzden fazla ad ve onlarca biçimde Mangala Oyunları oynanmaktadır. Bazılarının nasıl oynandığı sanal ortama da konmuştur.[10] Çok az bir kısmı daha önce tespit edilen bu oyunlarla ilgili bulgularımızı aktarmadan önce oyunun Türklerdeki geçmişine bakmak istiyoruz.
image.jpg


Türk Zekâ Oyunu: Mangala

Araştırmalar, oyunun Tunç devrinden beri Türklerde mevcut olduğunu göstermektedir. (Resim 1, 5), Saka, Hun, Göktürk, Uygur, Karahanlı(Resim 6), Selçuklu, Osmanlı, Ihşıt, Tolunoğlu, Memlük kültür çevrelerinde oynandığı bilinmektedir. Mangala oyununun bir çeşidi olan Dokuz Korgol Oyunu, Manas Destanında geçmektedir.[11] Türklerde Mangala’nın oynanışı çok eski dönemlere gitmekle birlikte tektipleştirme ve kalıplaştırmaya -Sovyet döneminde Türkistan’da yapılan hariç- pek rastlanmıyor. Muhtar Avezov, Kalıbek Kuvanışbek gibi önemli aydınları bir araya toplayarak, Kazaklardaki Güney-Doğu çatışmalarının önüne geçmek amacıyla çok çeşitli oynanış şekilleri bulunan Kumalak Oyunu’nu, 1948 yılında Dokuz Kumalak olarak kalıplaştırmıştır. Bu bakımdan oyunun ilkel ve gelişmiş birçok çeşidi günümüze kadar gelebilmiştir. Halen çeşitli Türk devlet ve topluluklarında, Altay, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan, Azerbaycan, İran, Tataristan, Kırım, Romanya, Bulgaristan, Irak, Suriye ve Mısır’da kurallaştırılmış veya müstakil yerel oyunlar olarak oynanmaktadır. Mangala, Türklerde, dört bin yıllık bir geçmişe sahiptir. Göçebe Türk topluluklarında çobanların oynadıkları ve geliştirdikleri bir oyundur. Çobanlar için vakit geçirme oyunu olduğu kadar, aynı zamanda bir strateji oyunuydu. Çünkü göçebe Türk toplumunda çobanlar aynı zamanda birer askerdi. Mangala, Türklerin dünya görüşünü de yansıtmaktadır.[12]

image.jpg

Osmanlıların, Türkistan’da Dokuz Kumalak veya Dokuz Korgol adıyla oynanan oyunu, Minkale veya Mangala adıyla oynadıkları bilinmektedir. Doğu oyunları üzerinde bir kitap yazmış olan Profesör Thomas Hyde, 1694 tarihli De Ludis Orientalibus adlı eserinin Türk oyunlarını tanıttığı bölümünde Mangala oyununa da yer vermiştir.[13] Dünyada kahvehane kültürünün temeli 1554 yılında İstanbul'da atılmış, Avrupa'da kahve kültürünün izleri 1650 yılından sonra görülmeye başlanmıştır. Günümüzde döneme ait, kahve kültürünü yansıtan, İstanbul'da resmedilen, iki görsel kaynak bulunmaktadır. İki kaynakta da bulunan oyunlardan biri Mangala’dır. XVI. Yüzyıl minyatürlerinde kahvehane ve evlerde Minkale oynayanlar tasvir edilmiştir. (Resim 7) [14] Türklerde Mangala oyunu o kadar yaygın bir oyundur ki evlerde, kahvelerde, askerî birliklerin bulunduğu kalelerde, cami avlularında, köylerin merkezi yerlerinde (Resim 9) kayalara oyulmuş olarak görülebilmektedir. Gaziantep Kalesinde yapılan kazılarda biri büyük 7'li, ikisi küçük 6'lı üç adet mangala oyununun oynandığı taş bloklar bulunmuştur. (Resim 8 )[15]

image.jpg

image.jpg

image.jpg
1582 yılında Nakkaş Osman ve ekibi tarafından çizilmiş Surname-i Hümayun adlı eserde, Şehzade Mehmet’in sünnet düğününde İstanbul’da Osmanlı esnaf alayının tasvir edildiği minyatür. (Aslı 367a numaralı kayıtla Topkapı Sarayı Müzesi’ndedir.)


image.jpg
image.jpg
İstanbul 16.yy. Kahvehane minyatürü (Dublin Chester Beatty Kütüphanesinden alınmıştır.)
Resim 7: Osmanlı Minyatürlerinde Minkale oynayanlar (4 Adet )


image.jpg
Resim 8: Gaziantep Kalesinde bulunan Mangala Taşlarından biri

image.jpg
Resim 9: Arslan Küçükyıldız’ın köyü olan Kastamonu Budamış Köyü Kumara Mahallesi köy camisi önündeki Mangala kayası resimleri.


Mangala Oyununun Önemi

Türkler, çocuklarına doğumdan itibaren çok özel bir eğitim verir. Bu eğitimin ilk aşaması Ninni’lerdir. Çocuğa ninnilerle dünya, hayat, mücadele öğretilir.[16] Çocuk oyunları da fizik ve zekâ olarak çocukların eğitimini, geleceğe hazırlanmasını sağlar. Basitten karmaşığa doğru öğretilen zekâ oyunlarıyla Türk çocukları geleceğe hazırlanmaktadır. Şansa yer olmaması, oyuncuya oyunun hamlelerini, birkaç hamle sonrasını, rakip oyuncunun hamlelerine göre hamle yapmayı düşündürtmesi, matematik ve sayı sayma bilgisi gerektirmesi, şüphesiz ki Mangala oyunun Dama ve Satranç gibi gelişmiş bir zekâ oyunu olduğunu göstermektedir. Hayatın her anında Mangala oyununun farklı yönlerini yaşarız. Planlama, Strateji, Taktik gibi unsurları gerçekleştirmeye çalışırız. Mangala oyununun, özellikle çocuklarda, oyun tahtasına odaklanabilme, olayları gözünde canlandırabilme, gelecekte olabilecekleri düşünerek ileriyi görebilme, yapabileceği birçok hamle içinden en iyisini seçebilmeyi değerlendirme, hedefe ulaşmak için sabırlı ve temkinli davranma, planlama, rakibinin davranışlarını değerlendirebilme, tek başına zorluklarla mücadele ve karar verme açısından kişilik gelişimi, sosyal ortamlarda bulunması açısından da sosyal yönünün gelişmesi gibi konularda olumlu etkileri vardır. Kişisel değerleri güçlendirmesi, başkalarına saygılı olma, farklı bakış açılarını kabullenme gibi sosyal davranışların üzerinde de etkisi büyüktür. Kavrama yeteneğinin gelişmesi ile bilgiye ve mantığa dayalı çıkarımlarda, varsayımlarda bulunabilme, çok boyut ve derinlikte düşünebilme, mantık ve geleceği kurgulama ve karar verme gibi alanların gelişiminde önemli faydaları görülmüştür.

Teknik bilgi (Taşların ve hareketlerin öğretilmesi, dağıtışlar ve diğer kurallar) ve bu bilgilerin uygulanması kişinin pratik zekâsının geliştirmektedir. Mangala oyununu küçüklüğünde oynayanların ifadesine göre, oyunu başarıyla oynayan çocukların tamamı, istedikleri alanda, meslekte ilerleyebilmiş, hayatta başarılı olmuşlardır.[17] Mangala oynayan kişilerin son derece zeki kişiler olduğuna bizzat şahidiz.[18] Mangala, öğrencilerde kendiliğinden daha karmaşık düşünebilme becerisi sağlamaktadır. Yeni fikirlerden çok, kaliteli yaratıcılık şeklinde düşünme tarzı geliştirmektedir. Öğrenme, öğretme, rekabet etme, eğlenme, başkalarına ve kendimize zarar vermeden yapılabilen bir faaliyettir. 1997 yılında yapılan bir araştırmaya göre matematik, fen ve okuma alanlarında görülen başarıların arkasındaki gizli gücün satranç olduğu görülmüştü.[19] Mangala, işlevleri yönünden Satranca çok benzemektedir; Avrupa’da ilkokullara ders olarak konulması düşünülmüş, Matematik eğitiminde yardımcı olduğu görülmüştür.[20] Gerçekten dikkatin yoğunlaştırılması, iyi bir bellek ve sezgisel matematik yeteneği geliştirmesi bakımından çocuklar için iyi bir beyin alıştırmasıdır.

Oyun, özellikle çocuk bakımından onun çeşitli yetilerini ve becerilerini geliştirecek niteliktedir: Bir zekâ savaşıdır. Metin And’ın Townshend’dan aktardığı gibi, bir toplumda kişilerde en fazla beğenilen ve örnek alınan niteliklerden yedisi Mangala oyununda mevcuttur:

1. Kurnazlık: Oyunun stratejisini planlamak ve oyun kurallarını kendi çıkarları doğrultusunda kullanabilmek.
2. Uyanıklılık: Karşısındakinin kurnazlığına karşı savunma ve önlem.
3. Önceden görme: Hazırladığı oyun manevrasına karşı hasmının tepkisini kestirebilme yeteneği.
4. Esneklik: Beklenmedik durumlarda hemen tepki gösterebilme yeteneği.
5. Direnme: Tüm şaşırtmalara karşın kendi planını sonuna dek sürdürebilme yeteneği.
6. Sağgörü: Özellikle Mangala oyununda hasmından plan ve gücünü gizleyebilme yeteneği.
7. Bellek: Hasmının sağgörüsüne karşın, onun durumunu ve gücünü ne denli saklarsa saklasın kestirebilme yeteneği.[21]

Bu özellikleri bünyesinde barındıran ve sevilerek oynanan üç büyük zekâ oyunu bilinmektedir: Satranç, Dama, Mangala.[22] Bunlardan Mangala oyunu, Türk Zekâ Oyunları’ndaki bazı özellikler yakından incelendiğinde görüleceği üzere, diğer Türk Zekâ Oyunları’yla[23] birlikte Satranç oyununun öncülü ve atasıdır. Bu bakımdan üzerinde durulmaya değer bir oyunumuzdur.



Dünyada Mankala Oyunları

Mantık ve oynayış biçimi bakımından Mangala’ya benzeyen oyunların Afrika, Ortadoğu ve hatta bazı Uzakdoğu halklarında da olduğunu görüyoruz. Bu oyunlar bölgelere göre bazı küçük farklılıklara arz etmekte ve isimler almaktadır. Afrika’da Wari, Warri, Ware, Walle, Awari, Aware, Awaoley, Awele, Abalala'e, Ayoayo, Oware, Owari, Wouri, Bantuni, Bao, Soro, Gabata, Mulabalaba, Ayo, Bechi, Deka, Gamacha, Giuthi, Njombwa, Nsumbi, Qelat, Çoban Oyunu, Toee, Kubuguza, Mancala, Mangola, Mungala, Mangal, Kaleh, Sadaka vb. adlarla oynanan oyun, Türkiye, Suriye, Irak, İran, Ürdün, Suudi Arabistan, Hindistan, Maldiv Adaları, Bangladeş, Seylan, Zaire, Malezya, Tayland, Vietnam, Moğolistan, Kazakistan, Kırgızistan, Azerbaycan, Tataristan, Dağlık Altay, Türkmenistan, Özbekistan, Çin, Endonezya, Filipinler, Habeşistan, Somali, Kenya, Mısır, Moritanya, Senagal, Zambia, Sierra Leone, Liberya, Mali, Guyana, Antiller, Haiti, Zengibar, Sudan, Tanzanya, Uganda, Ruanda, Burundi, Malawi, Rodezya, Güney Afrika, Brezilya, Nijerya, Niger, Togo, Fildişi Sahili, Yukarı Volta, Kamerun, Gabon, Madagaskar, Gine, Ghana, Dahomey gibi ülkelerde[24] farklı adlarla, oynanış biçimleri, kuyu ve taş sayılarıyla görülmüştür. Oyun XIX. yy. sömürgecilik faaliyetleri ile taşınan köleler aracılığıyla Karayipler ve Güney Amerika’nın doğu kıyısına da yayılmıştır. Hindistan, Sri Lanka, Endonezya, Malezya ve Filipinler'de de birçok çeşitleri vardır. (Bkz. Ek: 1) En tanınmışları Nijerya’dan Ayo ve batı Afrika ile Karayipler’de oynanan Wari’dir. Mankala, Batılılarca Conga (Almanya) Cups (ABD-New York) The Glass Bead Game, Oh-Wah-Ree (Oware’nin varyantı), 55 Stones, Kauri adlarıyla piyasaya sürülmüştür.[25] Ayrıca oyun sanal oyun olarak geliştirilmiş, çeşitli türleri sanal ortama konmuştur. Cep telefonlarında bile oynanabilmektedir.

Mankala oyunlarının bazıları diğerlerinden farklıdır; Mankala’nın 2 sıralısı Ekvatorun kuzeyinde, 4 sıralısı güneyinde yaygın olmak üzere pek çok çeşidi vardır. Mankala çeşitlerini birbirlerinden ayıran en büyük fark sıra sayısıdır. 2, 3 ve 4 sıralı olmak üzere üçe ayrılılar. Gana’dan 2 sıralı Oware dünyada yaygın bir Mankala türüdür. İkinci büyük fark oyunun tek turlu, çok turlu ya da Hint usulü oynanmasıdır. Tek turlularda, çukurlardan birindeki taşlar alınır ve sıradaki çukurlara bırakılır. Çok turlularda, son bırakılan taş dolu bir çukura bırakılırsa oyuncu bu çukurdaki taşları alarak tekrar oynar ve son taşını boş bir çukura bırakana kadar oynamaya devam eder. Hint usulünün çok turludan tek farkı son bırakılan çukur değil de takip eden çukurdan oyuna devam edilmesidir ve sıranın karşıdakine geçmesi için son taşın bırakıldığı çukurdan sonraki çukurun boş olması gerekir.[26]

Oyunun kökeni üzerine birçok görüş ileri sürülmektedir. Konuyla ilgili ilk kaynaklar, oyunu Arap oyunu olarak nitelendirirken, sonraki dönemde yazılan kitap ve makalelerde oyunun kökeni Afrika, Habeşistan vb. olarak çeşitlendirilmiştir. Habeşistan kökeni savı, orada bulunan bir kaya ile ilgilidir. Daha eski tarihli Dastarbası buluntusu Asya’yı işaret etmektedir. Kanaatimiz, oyunun Asya kökenli olduğudur. Prof. Dr. Metin And da bu kanaattedir. Oyun, satrancın izlediği yolu izleyerek, önce Hint, Fars ve Araplara, oradan da Avrupa’ya geçmiştir. Hindistan'da yapılan 10. Uluslararası Antropoloji Kongresinde Oyun Antropolojisi kurulunda Mangala üzerine bir bildiri okuyan antropolog Philip Townshend, Metin And’dan Türkiye'de oyunun yaşadığını, hele bir türünün Afrika'dakilere benzediğini öğrenince oyunun Asya kökenli olabileceğini ifade etmiştir.[27] Bu konudaki araştırmalara Türk Antropolog ve Halkbilimcilerinin de katılmasının, araştırmaların sağlığı açısından, önem taşıdığını düşünüyoruz.


Bir oyun, aynı zaman diliminde dünyanın başka yerlerinde ortaya çıkıp, aynı anda oynanamaz mı? Oynanabilir. Ortaya çıkışları birbirinden habersiz de olabilir. Ama isimleri ve kuralları birbirine bu kadar yakın olamaz. Batılıların, oyunun kökenini Afrika’ya, Habeşistan’a, Araplara mal ederek Garp kurnazlığı yaptığını, söylersek abartmış olmayız. Mancala, Mangala, Mankala, Kaleh, Kale gibi adlarla dünyada tanınan bu oyunun adının Türkçe bir kelime olan “Kale”den türediğini düşünüyoruz. Osmanlılarda oyunun adı Minkale idi. Türkistan'a, Türkiye'ye bilim adamı, gezgin ve benzeri kılıklarla gelen şarkiyatçılar, Türk çocuk oyunlarını, bu arada Minkale’yi de görmüş ve Batı’ya tanıtmışlardır. Prof. Thomas Hyde, 1694 tarihinde yazdığı, yukarıda zikrettiğimiz eserinin Türk oyunlarını tanıttığı bölümünde Mangala’ya da yer vermiştir. Mangala’yla ilgili zengin kültür, oyunun bir Türk oyunu olduğunu göstermektedir. Çünkü başka milletler daha az taşla ve çukurla, daha sade kurallarla bu oyunu oynarken, biz dokuzar, onar çukur ve taşla oynayabilmişiz. Onlarca değişik kuralla oynayabiliyoruz. Yani oyunun en zengin hali Türklerdedir. Tarihte bir zenginliğin en yüksek noktasını, zirvesini kim başarmışsa, o zenginlik onun adıyla anılmaya layıktır. Benzer oyunların başka coğrafyalarda da daha sonraki tarihlerde oynanmış ve oynanıyor olmasının, bu oyunu bir Türk Zekâ Oyunu olarak değerlendirmemize engel teşkil etmeyeceğini düşünüyoruz.



__________________________

[1] TRT-Yapımcı/Yönetmen

[2] Oyuna ilgimizin hikâyesi için ayrıca bkz: http://mangala.blogcu.com

[3] Abdülvahap KARA- Mimar Sinan Güzel Sanatlar Ü. Öğretim üyesi – “Dört Bin Yıllık Zekâ Ve Strateji Oyunu Dokuz Kumalak (Dokuz Taş)”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, Eylül 2007

[4] S. AKHMET, B. ZHELEZNYAKOV, Mistery of Dastarbasy Caves, Nomad-Kazakhstan No: 5, 2005, Sf.63-66

[5] http://en.wikipedia.org/wiki/Mancala

[6] Metin AND. Çocuk Oyunlarının Kültürümüzde Yeri ve Önemi, Ankara. Ulusal Kültür, Nisan 1979, S. 4

[7] Bkz: İbrahim ÖZBAKIR, Geleneksel Çocuk Oyunlarında Fonksiyonel Oyuncu “Ebe”, Uluslar arası Sosyal Araştırmalar Dergisi, ISSN: 1307-9581, Volume 2/6, (Şubat, 2009), sf. 482

[8] Özkul ÇOBANOĞLU,. Halkbilimi Kuramları ve Araştırma Yöntemleri Tarihine Giriş. Ankara, Akçağ Yayınları, 1999, 344 s. (Sf. 35) Çobanoğlu’nun verdiği ana çerçeve: “XXII. Çocuk Oyunları ve Oyuncakları / 1. Temsili Nitelikteki Oyunlar /2. Beceriyi ve Yeteneği Amaçlayan Oyunlar / 3. Oyuncak Türleri ve Nitelikleri” şeklindedir.

[9] Ayrıntılar ve oyunun kurallarını görüntülü olarak görmek için bkz: www.mangala.com.tr

[10] Sekiz Yalaklı Taş oyunu: http://www.yuvarehberim.com/blog/sekiz-k...ikla-izle/

[11] www.sevgi.us/tarih-mitoloji/419-manas-destani-4.html

[12] Kara. Agm.

[13] Metin AND, “Türk oyunları üzerine Latince bir kitap”, Türk Folklor Araştırmaları, Mayıs 1963, Sayı: 166.

[14] www.mangala.com.tr ve http://www.mangalaoyunu.net/mangala/index.htm

[15]Gonca TOKUZ, “20. Yüzyılda Gaziantep’te Eğlence Hayatı”, Gaziantep, Gaziantep Üniversitesi Vakfı Yayını, Yayın No: 14, 2004, 374 sf.

[16] Necati DEMİR, Fikriye DEMİR. Türk Ninnileri. Ankara, Sarkaç Yayınları, 2010, 351 sf.

[17] Dr. Ahmet BAŞOĞLU, Yüksek İhtisas Hastanesi Müdürü

[18] Derlediğim oyunların kaynakları zeki insanlardı. Oyunları bizzat onlarla oynadım. (Bunları kızım Beyza KÜÇÜKYILDIZ’la oynayarak denedik.)

[19] Mehmet SAN, “Neden Satranç Oynamalıyız?” Ankara, İlkem Kolej Dergisi, 4.sayı, Mayıs 2010, sf.62,63

[20] Metin AND, Çocuk Oyunlarının Kültürümüzde Yeri ve Önemi, Ankara. Ulusal Kültür, Nisan 1979, S. 4

[21] And. Agm.

[22] Asya Dokuz Kumalak Açık Şampiyonası (Çimkent 19-26 Ekim 2009) yapılmıştır. Dokuz ülkeden (Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Türkiye, Azerbaycan, Rusya, Çin, Moğolistan) katılımlar olmuştur. 15 Temmuz- 1 Ağustos 2010 tarihleri arasında Çek Cumhuriyeti'nin Prag kentinde 47 ülke'den 5000’in üzerinde kişinin katılımıyla 20.si yapılan Dünya Zekâ Oyunları şampiyonasında yer alan oyunlardan birisi Dokuz Kumalak’tır.

[23] Bu oyunlar; Aşık, Beş Taş, Çok Taş, Üç Taş, Dokuz Taş, Oniki Taş, Kös, Kurt-Koyun, Dama, Satıra, Satranç, Mangala, Yüzük, Domino, Tavla gibi oyunlardır.

[24] And. Agm.

[25] http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_mancala_games

http://mangala.blogcu.com/dunyadaki-mang...ri/9228536

[26] http://tr.wikipedia.org/wiki/Mankala

[27] And. Agm.
http://www.9eylulsatranc.biz/index.php?o...Itemid=104



ak04.jpg

Türk Mangala Oyunlarının Özellikleri

Tespitlerimize göre, Türk Mangalası’nın dünyadaki Mankala oyunlarından başlıca farkı, oyunda özel taşların, renkli taş veya kemiklerin kullanılması, bazı oyunlarda sıradan bir taşın özel bir taş konumuna geçmesi, kuyu kapamaları, oyuncu, taş ve kuyu sayılarının değişmesi, dağıtılırken her yönün kullanılabilmesi, oyun sırasında oyunun yönünün değiştirilebilmesi, taş dağıtmaya, taşların alındığı kuyudan sonraki kuyudan başlanabildiği gibi, taşların alındığı kuyudan da başlanabilmesidir. Diğer Mankala türlerinde taşlar genelde “tohum” adını almakta, taşları hareket ettirme ise “tohum saçma” olarak ifade edilmektedir. Bu da o kültürlerin ziraatçı bir toplum olduklarını göstermektedir. Oysa Türk Mangalası’nda taşlar “asker” olarak görülmektedir; bu da oyunun bir çiftçilik oyunu değil, savaş oyunu olduğunu ortaya koymaktadır. Türk Mangalası’nın bir diğer farkı ise alınan taşların bir tanesinin kendi otağına, yani çukuruna bırakılmasıdır. Diğer Mankala oyunlarında kendi çukuruna taş bırakma olayı yoktur. Mangala'da kendi çukuruna bir taş bırakma kuralı, Türk sosyal hayatındaki baba ocağına sahip çıkma geleneğinin bir tezahürüdür. Taş kazanmak için rakibin taşlarını çift yapma kuralı ise Türk inanç ve devlet sistemi tarihindeki ikili anlayışı sembolize etmekte ve Türklerin geleneksel dünya görüşüne uygun düşmektedir. Eski Türklerin göğü baba, yeri ana olarak kabul etmesini; Türk devlet sistemindeki töles-sol ve tardus-sağ ile idare yapıdaki yabgu ve şad sistemi gibi çiftleri bu duruma örnek gösterebiliriz.[1]

Dünyadaki Mankala oyunlarının çeşitli oynanış biçimlerinin büyük bir kısmı[2] Türkiye’de oynanmaktadır. Yine Türk Dünyasında oynanan Mangala Oyunlarının da tamamına yakınının Türkiye’de oynandığı söylenebilir. Türkistan’da oynanan Mangala Oyunları ile Türkiye’de oynanan Mangala Oyunları birbirine çok benzer. Mesela, Moğolistan’da oynanan Esen Korgol Oyunu 6 kuyu ile ve boş kuyu karşısındaki taşları alma esasına göre oynanır. Türkiye’deki oyunlar da genellikle 6 kuyu ile ve aynı esasta oynanmaktadır. Türk Mangala Oyunları her bakımdan çok zengin çeşittedir. Bir kural zinciri etrafında sınırlandırma, tektipleştirme -Sovyet dönemi hariç- yoktur. Çok değişkenli Mangala Oyunlarımız her yaş ve seviyeye hitap edebilmekte, zaman, zemin, seviye, oyuncu sayısı gibi konularda değişiklik yapmaya imkân sağlamaktadır. Kabına sığmayan bir millette de bu durum doğaldır. İncelediğimiz kaynaklarda tespit edebildiğimiz oyunlarla, bulabildiğimiz yüzden fazla Mangala oyunlarının özelliklerine baktığımızda ulaştığımız sonuç budur. Türk Mangala Oyunlarının genel özellikleri şunlardır;

1. Oyunlar, her yaş ve zekâ seviyesine göre, basitten karmaşığa doğru derecelendirilebilmektedir. Hatta karmaşıklık seviyesi yeterli gelmiyorsa, oyuncular kendi aralarında bu seviyeyi, oyuna değişik özellikler ekleyerek yükseltebilmektedir. Oyunu derlediğimiz kişilerden Fatma Dursun, oyunu annesiyle oynadığını, oyunu daha karışık ve zevkli hale getirmek için, taş dağıtma sırasında bir kuyu atlayarak veya bir rakibin kuyusuna, bir kendi kuyusuna çapraz olarak dağıttıklarını hatırlamıştır. Bu durum oyunların nasıl geliştiğini göstermesi açısından önemlidir. Bazı bölgelerde bir oyunun kendi içinde de türleri vardır. Meselâ Kazakistan’da Dokuz Kumalak’ın Bestemse ve Kozdatu(Kuzlatma) adlı çeşitleri vardır. Türkiye’deki Guycuk Taşı veya Kuyucuk Taşı oyununda da Dengine Yatmaç, Kuzlatmaç, Dolu Besleme gibi çeşitleri vardır. Yine Çakıldak, Bızıt, Kuyu, Mangala(Gaziantep) gibi oyunlar da kendi içinde çeşitlenmektedir.[3] Mangala oyununun –çelik saydırmada gelen sayılara göre- tersinden de oynandığı görülmektedir(Gömdüm). Bu da Türk Mangalası’nın zenginliğine bir işarettir.

2. Oyuna başlarken “Sen Başla” denilebildiği gibi, aşık atarak (Pıç) sayışmaca (Altı Eme), yaş-kuru yapılarak, kısa-uzun çöp çekilerek, çizilen çizgiye taş atarak (Çukur Eksiltme) avuçta saklanan taşı bilmeyle vb. oyuna başlayacak kişi tayin edilebilir. (Mangala/Gaziantep) Oyuna başlamada, başka bir Türk Çocuk(veya yetişkin) Oyunu oynanarak, o oyunu kazananın oyuna başlaması da sıkça görülmektedir. Beştaş veya Kibrit Atma veya Bey Paşa oyunu (Ev Göçmeni), Kös (Emen), Çelik Saydırma (Çukur Eksiltme), Kürre Atma (Mereköçdü) oyunları, başlama oyunu olarak görülmüştür. Çukur Eksiltme oyununda oyun çelik saydırmadaki sayıya göre sürmektedir. Bazı Mangala çeşitlerinde “Gailem Kaçtan?” diye sorulur ve alınan cevaba göre, meselâ “Sağ baştan on beşten” denilerek, söylenen kuyudan başlanır(Geviş, Karar Kaçtan). Türk Mangalası’nı dünyadaki emsallerinden ayıran hususlardan biri de budur. Bazı Mangala oyunlarımızda, oyuna başlarken, taş dağıtılırken, dörtlükler (Cutke Pıriç), tekerlemeler (Kuy Taşı Oyunu, Sülük), sayışmacalar (Mereköçdü) söylenebilmektedir. Genellikle ilk oyuna birinci oyuncu başlamışsa ikinci oyuna diğeri başlar.

3. Türk Mangala Oyunlarında, kuyu sayıları, bölgelere göre, bazen aynı bölge içinde dahi değişebilmektedir. Hatta oyunu karmaşık hale getirebilmek için kuyu sayısı 3, 4, 5’den başlayıp (Han) 25-30’a kadar çıkarılabilmektedir (Çukur Eksiltme). Bazı bölgelerimizde kuyu sayıları, oyuncu sayısına bağlı olarak artabilmektedir (Pıç, Kuyu, Emen, Göçün…). Bazı oyunlarımızdan örneklendirdiğimiz kuyu sayıları şöyledir:


1x4 Kuyu (Huyne Gütmece Oyunu)

1x6 Kuyu (Çal)

3x2 Kuyu (Fotuk…)

4x2 Kuyu (Sülük, Sekiz Yalaklı Taş…)

5x2 Kuyu (Hane, Bestemse…)

6x2 Kuyu (Kuytak, Esen Korgol…)

7x2 Kuyu (Mangala, Kozdatu…)

9x2 Kuyu (Göçtüm Göç, Çukurcuk, Dokuz Korgol, Dokuz Kumalak)


4. Türk Mangala Oyunlarında taş sayıları değişebilmektedir. Genellikle taş sayıları kuyu sayısıncadır (Çukur Eksiltme). Hatta oyuncular, taş sayılarını oyunun başında istedikleri kadar düşürüp arttırabilir. (Emen) Kuyularda 3, 4, 5, 6, 7, 9, 10, 12…sayılarında taş olabilmektedir. (Fotuk, Sekiz Yalaklı Taş, Kuyu, Emen, Mele, Kuyular, Mangala, Göçtüm Göç, Dokuz Kumalak, Dokuz Korgol, Cutke Pıriç, Pıç, Han, Evcik) Çukur Eksiltme Oyununda görüldüğü gibi taş sayısı daha da yükselmektedir. Bazı oyunlarda rakibe kaç taş ödünç verdiğini hesaplamak için yedek taş bulundurulur (Ev Göçmeni). Ayrıca oyuna gerektiğinde sürülmek üzere Ebe Taşları denilen yedek taşların bulundurulduğu oyunlar da vardır (Çukur Eksiltme).

5. Oyunun yönünde değişiklikler görülebilmektedir. Oyunun yönü genellikle oyunun başında kararlaştırılır(Kümelek). Oyunlar, sağa (Emen), sola (Hane) doğru oynanabildiği gibi, isteğe bağlı olarak da yön seçilebilmektedir (Eme). Ayrıca dünyadaki Mankala oyunlarında rastlanmayan bir şekilde, oyun sırasında, oynama sırası bir diğer oyuncuya geçtiğinde de oyunun yönü değiştirilebilmektedir (Han, Böcük). Kuyular’da, haneler aynı tarafta olduğu için oyuncunun biri sağa, diğeri sola doğru oynamaktadır. Oyuncuların her birinin farklı iki yönü kullanması Türk Mangalası’nın zenginliğidir.

6. Türkiye’de oyuncu sayıları değişebilmektedir. Oyunun 2 oyuncu ile oynanan çeşitleri (Mangala/Osmanlı) olduğu gibi 3, 4, 5…oyuncu ile de oynanabilen çeşitleri vardır. (Mereköçdü, Göçün, Pıç) 7, 8 kişi de oynayabilmektedir (Huyne Gütmece). Bu durum oyunu daha zevkli hale getirmektedir.

7. Taş dağıtımında farklılıklar vardır. Oyuncular taşları aldıkları kuyudan dağıtmaya başlayabildikleri gibi (Kuy Taşı Oyunu, Osmanlı Mangalası, Pıç, Dokuz Kumalak…) hemen yanındaki kuyudan da taş dağıtımına başlayabilmektedir. Taşları aldığı ilk kuyudan başlayarak dağıtmanın Türk felsefesi açısından anlamı konusunda Prof. Dr. Abdülvahap Kara’nın yaptığı tespitler çok önemlidir.[4] Oyuncuların dağıttıkları taşların bitmesiyle oyun sırası rakibe geçebildiği gibi, dağıtan oyuncunun son taşını koyduğu kuyuda taş bulunduğu sürece dağıtmaya devam edebilir. Bazı oyunlarda kendi tarafında taş bitiyorsa dağıtmaya devam eder, karşı tarafta bitiyorsa oyun el değiştirir. Kendi boş hanesine son taşını koyduğunda karşısındaki kuyudaki taşları alır ve dağıtmaya devam eder. (Pıç Taş bu şekilde el değiştirir) (Hane Oyunu) Yuf Yuf oyununda taşların bittiği kuyunun yanındaki kuyudaki taşlar dağıtılmaya devam edilir.

8. Türk Mangalası’nda taş almada, sayı kazanmada farklılıklar görülmektedir. Taşların konduğu son kuyudaki taşları alma, boş kuyuya taş bırakıldığında karşısındaki kuyuda bulunan taşları alma, boş kuyuya taş bırakıldığında sonraki kuyudaki taşları alma, son taşla çift yaparak alma, çift yaptığında önceki kuyudaki taşları alma, veya sonraki kuyudaki çiftleri alma, önceki ve sonraki kuyulardaki taşları alma, çift yaptığı kuyuların karşısındaki kuyudaki taşları alma, taşları belli bir sayıya kavuşturunca taş alma ve hanelere taş bırakılmasıyla taş alma yoluyla oyun sürdürülür. Bazı oyunlarda, oyuna rakip devam ederken, kendi tarafındaki taşlar belli bir sayıya kavuşunca taş alma vardır(Ev Göçmeni). Oyunlarda bazen bir şekilde, bazen birkaç şekilde taş alınabilmektedir. Meselâ Mangala(Osmanlı) taş alma kurallarının önemli bir bölümü birlikte uygulanmaktadır. Taş (sayı) almadaki bu şaşırtıcı farklılıklar, Türk Mangalası’nın dünyadaki değerini yükseltmektedir:

a. Boş kuyuya son taş düştüğünde bu kuyunun karşısında olan kuyudaki taşları alma (Bazı oyunlarda hem kendi taşını, hem karşısındaki taşı alır) (Emen, Mangala/Osmanlı/Dokuz Kumalak..)

b. Çift yaptığında (2, 4, 6, 8…) taş alma (Mangala/Osmanlı)

c. Çift yapınca, hem çift yapılan kuyudaki, hem de önceki (ve bazı oyunlarda-Fotuk- sonraki) kuyuda çift olmuşsa o kuyudaki taşları alma. Bazı oyunlarda karşısında bulunan kuyudaki taşları da alma. (Mangala/Hatay)Yine bazı oyunlarda çift yapmada, karşı kuyu alındığı gibi, önceki çift olmuş kuyuların karşısındaki kuyulardaki taşları da alma (Kuyu)

ç. Son taşın konulduğu kuyuda belirli sayıda taş olunca (3, 4, 5 ) taş alma (Mangala/Osmanlı, Ev Göçmeni vd.)

d. Son taş öncesinde de, dağıtım sırasında taşlar belli bir sayıya (3, 4) ulaşınca (son kuyudan önceki kuyulardaki) hangi oyuncuya aitse onun alması (Ev Göçmeni)

e. Taş dağıtmada Hane’ye taş bırakılmasıyla (Mangala/Osmanlı, Hane, Kuyular)

f. Boş kuyuya taş bırakmışsa sonraki kuyudaki taşları alma

g. Taşın bittiği kuyudan sonraki kuyu boş olursa, onu takip eden kuyudaki taşların alınmasıyla (Meneli Taş)

ğ. Kuyu kapamalarda, kuyuya düşen her taşın sahibinin olmasıyla (Mangala/Osmanlı)

h. Rakip ilk çıktığı kuyuya taş bırakmayı unuttuğunda 1 taş alınmasıyla (Göçmecik)

ı. Yine rakip hanesine yanlışlıkla taş bırakıldığında taşın rakibin olmasıyla (Kuy Taşı)

i. Son taş boş kuyuya düşmüşse (3 Oyunculu oyunda) her iki yandaki kuyuların taşlarının alınmasıyla (Han)

j. Ödünçleri geri alma yoluyla (Kuyu, Cutke Pıriç vd.) (Cutke Pıriç oyununda ödünç verilen taşların iki katı geri alınır.)

k. Oyunda çelikle saydırmadaki rakamlara denk gelen kuyudan bir taş alınması veya oyunun tersi oynandığında bir taş konulmasıyla (Çukur Eksiltme)

l. Bütün taşların bir kuyuya toplanmasıyla (Ev Göçmeni’nin bir çeşidinde)
taş alınır yahut sayı kazanılır.

9. Oyunun hızında farklılıklar görülür. Bazı yörelerde beklemeye, düşünmeye, taşları saymaya izin verilir, bazılarında verilmez, oyuncu ancak göz ucuyla sayabilir (Pıç). Mangala(Osmanlı)da ise oyunu hızlandırmak için son kalan tek taşların rakibe verilmesi söz konusudur.

10. Türk Mangalası’nda özel taşlar görülür. Yine bazı taşlar, sıradan bir taş iken oyundaki durumu ile özel taş konumuna geçer. Bu durum Dama ve Satranç oyunlarında sıradan taşların önemli taşlar haline gelişini hatırlatmaktadır. Mesela Mangala(Osmanlı) oyununda rakibin kuyusundaki 2 taşının yanına 3. taşınızı koyarsanız, bu kuyudaki taşları aldığınız gibi, bu kuyuya renkli taşınızı, kalenizi de koyarsınız ve bundan sonra bu kuyuya bırakılan her taş sizin olur. Mangala(Osmanlı)da bu özel, renkli taşın adı Kale, Ev Göçmeni oyununda Dede, Dokuz Kumalak’ta Tuzdık(tuzluk)tır. Dede’nin konduğu kuyudaki taşlara (Çocuk’lara) kimse dokunamaz. Hane oyununda da bu özel taş iki tanedir. Biri Renkli Taş, diğeri Pıç Taş veya kemiktir. Pıç Taş olumsuz, Renkli Taş makbul taş olarak görülmektedir. Bu da Aşık, Aksüyek ve benzeri oyunlardaki kemik hatırasının Mangala’da yaşatıldığının işaretidir. Bazı oyunlarda özel taşların sayısı sınırsızdır (Çoc).

11. Türk Mangalası’nda bazı oyunlarda rakip oyuncuların taşları farklı renkte olabilmektedir. (Güme) Bu da Satrancı hatırlatan bir durumdur.

12. Türkiye’deki Mangala oyunlarının büyük bir kısmında kuyu kapama, kuyu körleme, ev körlenmesi (Geviş) vb. vardır. Buna göre, belirli bir sayıya (genellikle 3 veya 4) ulaştırdığınız kuyu kapanır, sizin olur veya oyun sonunda aldığınız fazla taşlar, bir kuyudaki taş sayısı kadar ise rakibinizin bir kuyusunu kapatır, köreltirsiniz. Fazla ise kuyu açabilmesi için ödünç taş verebilirsiniz (Güme, Mele, Kuyu…). Kuyusu kapanan, rakibine Ev vermiş olur (Ev Göçmeni). Bazen kapanan bir yalağın karşısı da kapanır. (Çakıldak) Körlenmiş kuyunun üstü yaprak, taş, çöp vs. ile örtülür (Fotuk). Bazı oyunlarda kapanan kuyuların etrafının çizilmesi de söz konusudur (Pıç, Meneli Taş). Yine bazı oyunlarda birden fazla kuyuyu kapatabilirsiniz (Pıç). Bazı türlerinde kuyu kapamanın sınırı yoktur (Çoc). Birden fazla kuyunun kapanması, dolayısıyla özel taşın bulunması satrancı düşündürmektedir.

13. Türk Mangalası’nda oyun sırasında rakibin uyarılması söz konusudur. “Evin Gocadı” (Ev Göçmeni’nde rakibinin dört sayısına ulaşan kuyudaki taşları almayı unuttuğu zaman), “Çu” (Kuy Taşı Oyunu), “Cıst” (Guycuk Taşı), “Pıs” (Göçmecik’te rakip, ilk çıktığı kuyuya taş bırakmayı unuttuğunda) 3. taşı boş kuyuya koyduğunda Tunç diye bağırarak (Kuyu) ve benzeri sözcüklerle rakip uyarılır, ikaz edilir. Bu durum, Satrançtaki “Şah” ikazını hatırlattığı gibi, Türk insanının rakibini, düşmanını dahi uyaracak kadar mert olmasının temellerini düşündürmektedir.

14. İkiden fazla kişinin katıldığı oyunlarda, meselâ Han ve Bızıt oyunlarında, kuyuların yan yana konulmasıyla oyun tahtası veya yeri, satranç tahtasını andırır bir görüntü oluşturmaktadır:


0 0 0 0 0 0
0 0 0 0 0 0
0 0 0 0 0 0
0 0 0 0 0 0
0 0 0 0 0 0
0 0 0 0 0 0


15. Oyunun bitişi ve setlerinde farklılıklar görülmektedir. Bazı yörelerde oyuncular kaç oyun oynayacaklarını baştan kararlaştırırlar. Bazı oyunlarda 100-150 sayı olarak kararlaştırılır (Onbeş Taş). Setlerde yarıdan fazla taşı alan oyunu kazanır. Bazı oyunlarda yarıdan fazla taş alınınca oyun bitmez, sürdürülür. Bazı oyunlarda da rakibin bütün kuyuları kapanana kadar oyun devam eder. Bazı oyunlarda oyuncu son taşıyla çift yapmışsa, önceki 2 kuyuyu da çift yapabilmişse oyun biter ve oyuna yeniden başlanır (Göçün). Oyuna dışarıdan müdahaleye izin verilmez (Pıç…). Berabere kalma durumu da olabilir, Pat olur (Ev Kayası). Beraberliğe verilen bu ad da satrançla benzerlik taşımaktadır.

16. Oyun malzemelerinde farklılıklar görülür. Oyun, önceleri koyun, keçi pisliğinin kurumuş hali olan “Kık” ile oynanırken, daha sonra taşlarla ve çekirdek, fasulye benzeri malzemelerle oynanmaya başlanmıştır. Keçi kıkına Kırgızistan’da Korgol, Kazakistan’da Kumalak denilmektedir ve Mangala, halen Kırgızistan’da Dokuz Korgol, Moğolistan’da Esen Korgol, Kazakistan’da Dokuz Kumalak adıyla oynanmaktadır. Türkiye’de Mangala oyunları genellikle taşla oynanmakla birlikte, Kumalak, Korgol, Kık veya Kak(Bızıt) da denilen kurumuş keçi gübresi, kurumuş deve pisliği (Göçün), nohut, fasulye, mısır (Pıç), fındık, pelit, küçük salyangoz kabuğu, it boncuğu (Mangala/Kilis), kurt dişi (Mangala/Gaziantep), Çakıldak çekirdeği (Çakıldak) ve benzeri malzemeler de kullanılmaktadır. Oyun taşları arasında belirttiğimiz gibi renkli taşlar, kemik gibi malzemeler de kullanılmaktadır. Eskiden oyunun taşları kemiktenmiş. Kazak aydını Abay’ın Semey Müzesi’ndeki Dokuz Kumalağının taşları kemiktendir.[5] Yazın kırda yere açılan çukurlarda oynanabildiği gibi, kışın evlerde çay tabaklarıyla, kâğıt üzerinde de kolaylıkla her yerde oynanabilmektedir.

17. Türk Mangala Oyunlarında Türk Sosyal Hayatının, düşüncesinin izleri açıkça görülür. Bunlara örnek vermek gerekirse; Bu oyunun bir adı da Kale ve Altı Kale’dir. Bazı çeşitlerinde Hane’lere yakın olan kuyuların Kale veya Kapı, Kale Evi (Çüş) olarak nitelenmesi, buraların daha önemli görülmesi (Mangala/Hatay), taşların asker, adam olarak görülmesi, rakipten alınan ilk taşlara “Mertlik” denilmesi (Mereköçdü) Türk Zekâ Oyunlarının önemli bir oyunu olan Mangala’nın da bir savaş oyunu olarak oynandığını göstermektedir. Oyundaki bütün kuyuların kale olarak tanımlandığı da olur. Yine bazı oyunlarda kuyular Hane, Ev, Oda (On Beş Taş) olarak görülmektedir. Oyunların adlarına Hane, Hane Hane, Altı Ev… denilmesi, kuyuların da Hane veya Ev olarak görülmesi (Evcik, Ev Göçmeni…) taşların Dede, Çocuk (Ev Göçmeni) ve Sülale (Çukur Eksiltme) olarak görülmesi Türklerde aileye verilen değeri göstermesi açısından önemlidir. Çakıldak oyununda, oyun yeri “Yurt’un (avlunun)” ortasına, yere, çamurla sıvanarak hazırlanır. Ayrıca Kuzlatma düşüncesine de rastlanmaktadır (Kozdatu, Kuzlatma).

18. Oyunda şansa yer yoktur. Tamamen hesaplamaya yöneliktir. Oyuncuların taşları sayarak, hangi kuyudan dağıtmaya başlarsa hangi kuyudaki taşları alabileceğini, bir kaç oyun sonrasında hangi taşları alabileceğini hesaplayarak oynamaları gerekir. Bunu pekiştirmek için genellikle ele alınan taş, geri bıraktırılmaz (Çakıldak).

19. Genellikle oyun sonlarında kalan tek taşlar hangi oyuncu tarafındaysa onun olur. Mangala(Osmanlı) oyununda oyunu hızlandırmak amacıyla oynanamayan veya sona kalan taşlar rakibe verilmekte, böylece oyun sonuna kadar aynı heyecanın sürmesi sağlanmaktadır.

20. Oyun adlarından da anlaşılacağı üzere genellikle kullanılan taş veya kuyu adları oyunlara ad olmuştur. Oyunda rakipten alınan taşların konduğu, diğerlerinden biraz farklı kuyulara Ev, Hane, Çukur, Kuyu, Guyu, Yalak, Hazine, Ana Hazine gibi adlar veriliyor. Taşların konduğu çukurlara ise Amen, Emen, Eme, Kale, Ev, Hane, Çukur, Guyu, Kuyu, Mele, Mene, Mere, Yalak (Çakıldak) vb. adlar verilmektedir. Taşlara genellikle Taş, Adam, Asker, Çocuk, Dede (Ev Göçmeni), Piç Taş, Kemik (Hane) gibi adlar verilmektedir. Rakip kuyunun taşları 3’e tamamlanınca Kuluçka (Fotuk) Tuç veya Tunç (Kuyu) Curs (Altı kale) olur. Dağıttığı taşı bitince oyunun karşıya geçmesi, Yattın (Fotuk), Com (Emen) vb. şekilde ifade edilmektedir. Çok taş biriken çukurlara Ev Gocadı (Ev Göçmeni) denilmektedir. Yenme durumunda Yandın (Fotuk), Gömdüm, Soktum (Çukur Eksiltme), Çul Yaptım (Kuyu), Süzdüm (Pıç) denilmektedir.

21. Türk Mangala Oyunlarında bizim soruşturduğumuz bazı oyunlarda nadiren hileye başvurulabilmektedir. Belki de bu durum kültürel yozlaşma sebebiyledir. Türlerin oyunu asla kumar olarak oynamadıklarına dair Avrupalı seyyahların verdiği bilgiler[6] maalesef günümüzde, en azından bazı oyunlarda geçerli değildir. Tespitlerimize göre bazı bölgelerimizde oyun sırasında hile yapılmaktadır. Hatta fark ettirmeden hile yapılabilmesi bir yetenek olarak görülmektedir. (Kuyular, Bızıt, Çukurcuk) Tabii hilenin yakalanması da bir başka kabiliyettir. Zekâ ve uyanıklık gerektirir. Taşlar sürekli dolanıp duruyorsa hile yapılmış demektir (Böcük). Yine oyunun zekâya dayanmasına rağmen kumar gibi oynandığı, tarla, ev vb. karşılığı oynandığı da vakidir (Çukur Eksiltme). Oyunda hile yapmanın ve kumar olarak oynanmasının olumsuz sonuçları da olmuştur; Gaziantep Mangalası’nda oyunun tedavülden kalkmasının sebebi, oyunların hileli ve kumar olarak oynanması sonucu tatsız olayların olmasıdır.[7]

22. Oyunun ödülü veya cezası oyunun başında belirlenir (Pıç). Mangala oyunlarında genellikle yenilene tatlı cezalar verilir (Mele…).(Resim 10)[8] Bazı oyunlarda kazanan oyuncu, kaybedenin ellerini elleri arasına alır ve yumuşakça aldığı oyun kadar vurur (Damalı Taş, Ev Gayası). Kafasına elle tık tık yapılır (Göçün).

image.jpg

Ayrıca oyunların dikkatimizi çeken bir başka özelliği de bir yandan unutulmaya başlamışken diğer yandan çok genç insanlar tarafından bu oyunun oynanması olmuştur. Aynı şekilde, oyunları oynayan kişilerden zeki insanların oyunları çok net olarak hatırlamaları, orta halli insanların ise oyunu hatırlamakta oldukça güçlük çekmeleri olmuştur.

Türkiye ve Türk Dünyasındaki Mangala Oyunları (Adlar)[9]

Altemen
Altı Eme
Altı Ev
Altı Kale
Altı Kuyu
Ambar
Ambarcık
Amen
Bestemse
Beştaş
Bızıt
Boş Kuyulu
Böcük
Cin Kuyusu
Cinler Kuyusu
Çoc
Cutke Piriç
Çakıldak
Çal
Çalık
Çiğil Emeni
Çiğlemen
Çoban Taşı
Çukur Eksiltme
Çukurlu Taş
Çukurcuk
Çüş
Damalı Taş
Dokurcun
Dokuz Korgol
Dokuz Kumalak
Dokuz Kuyu
El Kayası
El Taşı
Emen
Ementi
Emmen
Emme Göçtü
Esen Korgol
Ev Göçmeni
Ev Göçtü
Ev Kayası
Evcik
Evcilik
Fodik
Foduk
Folluk
Fotuk
Geviş
Göcek
Göçme
Göçmecik
Göçtüm Göç
Göçün
Gömdüm
Guycuk
Guylama
Guyu Daşı
Güme
Han
Hane
Hane Hane
Hane Taşı
Huyne Gütmece
İnekbuzağılatan
İnek Buzağılatmaca
Kale
Kale Taşı
Karar Kaçtan
Karnef
Karşıda Yatma
Kozdatu
Kubane
Kuy
Kuy Taşı
Kuyi
Kuyucuk Taşı
Kuytak
Kuytu
Kuyu
Kuyu Daşı
Kuyu Emeni
Kuyu Kayası
Kuyu Taşı
Kuyucuk
Kuyular
Kuzu
Kuzu Emesi
Kuzu Kalesi
Kümbet
Küme
Kümelek, Kumalak
Malak
Malak Bağlama
Mangal
Mangala
Mangalan
Mede Gayası
Mele
Melle
Melle Gayası
Mene
Meneli Taş
Menkli
Mereköçdü
Mıngıla
Minkale
Miş
On Sekiz Taş
Onbeş Taş
Onbeş Taşlı
Pıç
Poluculuk
Sekiz Kuyulu Taş
Sekiz Yalaklı Taş
Sülük
Taş Göçürme
Topa Karan
Tuç
Üç Üçmeç
Üllük
Ütük Kütük
Yalak
Yalak Yalak
Yedi Eme
Yuf Yuf


__________________________________________________________
[1] Kara. Agm.

[2] Makalemizin Dünya Mankala Oyunları bölümünde adı geçen oyun türleri.

[3] Verilen oyun örnekleri, makalenin hacmi açısından birkaç örnekle sınırlı tutulmuştur.

[4] Bkz: Kara. Agm.

[5] Kazakistan Dokuz Kumalak Federasyonu Başkanı Maksat Sotayev’le görüşmemizden.

[6] Ülkemize gelen yabancı seyyahlar Türklerin bu oyunu parayla oynamadığından, saatlerce hiç tartışmadan zevkle bu oyunu oynadıklarından seyahatnamelerinde bahsetmişlerdir. 1610 yılında İngiliz Seyyah George Sandys “Mangala ne zenginler ne de fakirler tarafından parayla oynanması tercih edilen oyunlardan değildi. Bu sebeple aralarında tartışma da çıkmazdı” demektedir. Bkz: Gülgün ÜÇEL'in, Avrupalı seyyahların gözünden Osmanlı Dünyası ve insanları (1530-1699) adlı eseri.

[7] Abdülkadir EVİŞEN’in bir sohbetimizde verdiği bilgiye göre, bu şekilde bir nevi kumar olarak oynanması sonucu Mangala(Gaziantep) oyununa iyi gözle bakılmaz olmuştur.

http://www.facebook.com/group.php?gid=28...8797720097

[9] Yayına hazırladığımız "Mangala, Türk Zekâ Oyunu" kitabında oyunlar hakkında ayrıntılı bilgiler verilecektir.