04-01-2011, 23:45
Benim öğrenmek istediğim ben bir turnuvaya katıldığımda haç kafalı bir şahla oynamak zorundamıyım? Bilen varsa bir açıklama yapsın lütfen
Haç kafalı Şah'la oynamak Zorunlu mu?
|
04-01-2011, 23:45
Benim öğrenmek istediğim ben bir turnuvaya katıldığımda haç kafalı bir şahla oynamak zorundamıyım? Bilen varsa bir açıklama yapsın lütfen
05-01-2011, 02:18
Merhaba,
Forumumuza hoş geldiniz. Konuya üyesi olduğumuz FIDE tarafından bir kural tanımlanmış: Alıntı:2.3 - Form, style of piecesAtıfta bulunulan Yeni (Modern) Staunton Figürleri Burada Modern Staunton figürleri öneriliyor. Buna ek olarak figürlerin birbirinden net olarak farklı olması gerektiğinden bahsediliyor. Şah ve Vezirin üst kısımlarının belirgin biçimde farklı olmasının gerekliliğinden söz edilmiş. Buraya kadar zorlayıcı bir durum yok. Görme engelliler için kullanılacak takımlarda ise staunton figürleri zorunlu tutulmuş. Alıntı:Tournament directors shall have the power to adapt the following rules according to local circumstances. In competitive chess between sighted and visually handicapped players (legally blind) either player may demand the use of two boards, the sighted player using a normal board, the visually handicapped player using one specially constructed. The specially constructed board must meet the following requirements: Sayın Şevki Hacıoğlu'nun yazdığı şu iki yazı konuyu belirli bir noktaya taşıyacaktır: 1) Satranç Takımında Staunton Normu Nedir? 2) Turnuvada Oynan Satranç Figürlerindeki Semboller
● T a ş l a r ı · y e r i n d e n · o y n a t m a · z a m a n ı !
05-01-2011, 09:27
Selamlar
Hassas bir konuya değinmişsiniz. Staunton takımı, Staunton adına ithaf edilen ve ilk imalatları imzaladığı özel bir tasarımdır. 1500 yıllık oyun doğu ülkelerinde çıkmış, haçın olmadığı diyarlarda herhalde şahlar da haçsızdı. Ben çocukluğumdan beri Bulgar takımı denilen ve en güzel imalatı "Gambit" adıyla Savran Tekeli tarafından yapılan takımlarla oynaya geldim. Komünist Bulgaristan haçsız şah kullnıyordu. Bizimkiler de oradan örnek almışlar. Zaman geçti bizim yerli üreticilerden birisi tamamen ard niyetsiz olarak şahında haç bulunan bir model alarak kalıp ve takım üretti. Nasıl olduysa bilemiyorum bizim TSF yönetimi bu takımı pek sevdi. Staunton gibi tarihe mal olmuş bir takım gibi bunu empoze etmeye başladılar. Bir ara bütün takımlar bu imalatçıdan alındı ve TSF takımlarından başlayarak memlekete 1000 yıl sonra haç dikildi. Soranlara da bizim TSF'nin kültürlü ekabirleri (muhtemelen alıntılar yaparak ve örnekler vererek) bunun uluslararası standard olduğunu söylediler. TSF dış ülkelere malzeme yardımı yapıyor. Eğer bu yardım ECU ve FIDE seçimleri ile sınırlı değilse ve devam edecekse, bir zahmet bu takımlar toplansın ve hristiyan ülkelere hediye edilsin. Yerine eskisi gibi FIDE şartlarına uygun ve "haçsız" takımlar konulsun. Bu işin maliyeti TSF bütçesi içinde "devede kulak" kadardır. 3-4 yıla yayılarak tamamlanabilir. Böyle hataların tekrarlanmamasını dilerim
05-01-2011, 09:59
Abdullah Bey teknik ve Cengiz Bey de tarihi gelişim açısından çok doyurucu yanıtlar vermişler.
Öte taraftan soru hakikaten hassas ve üstünde hem sorulmadan, hem de yanıtlanmadan iyi düşünülmesi gereken bir doğa arz ediyor. Cengiz Bey yazısında şunları söylemiş: " TSF dış ülkelere malzeme yardımı yapıyor. Eğer bu yardım ECU ve FIDE seçimleri ile sınırlı değilse ve devam edecekse, bir zahmet bu takımlar toplansın ve hristiyan ülkelere hediye edilsin. Yerine eskisi gibi FIDE şartlarına uygun ve "haçsız" takımlar konulsun." Cengiz Bey eski ve değer verdiğim bir arkadaşımdır. Öte taraftan, bu konudaki görüşlerinin biraz "aceleye gelmiş" bulduğumu söylemeliyim. - "Müslüman ülke", "Hrıstiyan ülke" gibi tanımlar olmasın diye seküler rejimle idare ediliyoruz. Bana göre ülkeler değil, bireyler inanç sahibi olabilirler. - Cengiz Bey ile birlikte hem aynı turnuvanın oyuncuları olarak, hem de o hakem ben oyuncu iken bir çok vaktimiz beraber geçmiştir, turnuvalarda oda arkadaşlığı yaptığımız olmuştur. Cengiz Bey, görünen o ki "inançlı bir kişi" gözlüğüyle bu yazıyı yazmıştır ve bu yalnız onun fikridir ve bu fikri benimkiyle yüzseksen derece ters olmasına rağmen, bu durum kendi ile benim entelektüel bir tartışma konusu olarak kalmıştır; birbirimizi kırmamışızdır. (Ben istemeden kırdı isem de buradan vesile ile özürlerimi lleteyim) Bu durumda inançsız bir adam olarak ben "başsız bir şah" ile oynamak ya da Hristiyan bir arkadaş mutlaka "haçlı bir şah" ile oynamak isterse Cengiz Bey bu sorunu nasıl çözmeyi öngörür? Cengiz Bey çok deneyimli bir hakemdir. Turnuvada esas kıstaslardan birinin de, genel bir ifadeyle "oyuncuların olanak çerçevesince konforlu tutulması ve satranç performanslarının dış etmenlerden bağımsız kılınması"dır (ya da Cengiz Bey daha doğru bir ifadeyle düzeltebilir bunu ama sanırım anlaşılmıştır) Bu şartlarda her oyuncunun "kafasına göre" şahlarla oynamasına müsaade mi edilecek, yoksa standartlar mı uygulanacaktır?
05-01-2011, 10:09
Not: Söz, bir gün hatasız, cümle düşüklüğü olmayan, düzgün bir yazımı okuyacaksınız.
05-01-2011, 10:55
Can Kardeşim
Öncelikle selamlarımı iletirim. Kusura bakma ne zamandır sana özel mesaj atacağım, ihmal ediyorum. Önceki yazım iyi anlatılmamış, iyi yazılmamış veya iyi anlaşılmamış olabilir. Benim kusurumdur. Kahir çoğunluğu müslüman olan bir ülkede, satranç gibi la-dini bir oyunda hristiyanlığın temel sembolünün kullanılması sakıncalı bir durumdur. Bunun halkın çoğunluğunun inancına saygısızlık olduğunu düşünüyorum. Ben demiyorum ki, biz müslümanız o zaman şahın başında kavuk ve sarık olsun. Türkiye halkının çoğunluğu müslüman ama yönetimi laik bir ülkedir. Laik bir ülkede dini sembolün, dinle ilgisi olmayan bir oyunda ne işi var? Hristiyan çoğunluğun yaşadığı laik Avrupa ülkelerinde bile, haçlı kolyeye okullarda sınırlama getirmeyi düşünenler var. Bize ne oluyor? Bu ne şaşkınlıktır? Neden bir dinin temel sembolü bütün satranç salonlarına sokuldu? Bunun temizlenmesi için öneride bulundum, gayet de iyi niyetli bir öneridir. Herkes başka model şahla oynamak isterse diye bir tercih, istek olmaz. TSF olarak dini sembol taşımayan bir takım (ve muadillerini) seçer, onaylarsınız, bütün memleket bunu kullanır. Bu soru hakemlik bir mesele değildir. Görüşmek üzere, selamlar
05-01-2011, 11:21
Tekrar selamlar Cengiz Ağabeyim,
Bu konu belki de ilk anda düşündüğümüzden daha karmaşık olabilir ve bunu konuşurken bu forumun ihtisas alanı çıkma tehlikemiz her zaman var, zira yalnız satrançla ilgili teknik bir soru değil bu. Yazındaki anafikri anlayabiliyorum ve çoğunlukla da katılıyorum, ancak katılamadığım bazı hususlar var: "Kahir çoğunluğu müslüman olan bir ülkede, satranç gibi la-dini bir oyunda hristiyanlığın temel sembolünün kullanılması sakıncalı bir durumdur. Bunun halkın çoğunluğunun inancına saygısızlık olduğunu düşünüyorum. Ben demiyorum ki, biz müslümanız o zaman şahın başında kavuk ve sarık olsun. " - Demokrasi ve laiklik üstyapılarının yalnız kahir çoğunluğun değil, cüz'i dahi olsa azınlığın haklarını da çoğunluğun ezmesinden korumaya yönelik kurumlar olduğu konusunda herhalde bir itirazın olmaz. - Haçın "Hristiyan sembolü" olduğu konusundaki yorumunu "Hristiyanların da kullandığı bir sembol" olarak değiştirmek istersem bilmem bana kızar mısın? - Kahir çoğunluğun müslüman olduğu bir ülke, senin söylediğin gibi "o çoğunluğa saygı" esası üstüne çalışacaksa orada zaten demokrasiden de söz edilemez ama satranç şahının başındaki haç gibi satranççılar dışında kimseyi bağlamayacak "küçük" durumları bir tarafa bırakalım, örneğin takvimimizde kullandığımız "Temmuz" ayı, bir pagan tanrısının isminden gelmiyor mu? Ya da Ağustos'un bir Roma imparatoru olduğunu, "Mart"ın tanrı Mars olduğunu bilmiyor muyuz? Bu ay isimlerini tüm ülke her gün miladi takvime geçildiği günden beri kullanıyor ve "kahir çoğunluğun" akidesi bundan zarar görmüyor da, böyle bir soru sorulmamış olsa bir çoğumuzun dikkatini bile çekmemiş bir küçük haç mı bozacak? Görüşmek üzere, Can
05-01-2011, 12:59
Staunton takımı uluslararası turnuvalarda yarışmacıların yabancılık çekmemesi için FIDE tarafından tavsiye edilmiştir. Zorunlu olmamakla bilrlikte entegrasyon ve standartlaşma açısından doğru bir karar olduğunu düşünüyorum.
Buradaki şahın dini bir değeri yoktur; bunu iyi anlamanız gerek. Şahın sonsuz değeri semboliktir, dinsel değil. Bakın ŞAHIN diyorum, kafasında haç var diye "kralın" demiyorum, değil mi? Aynı şekilde vezir, Osmanlı kültüründe en değerli olandan, yani şahtan sonra gelen bir öneme ve yetkiye haizdir. Batı uygarlıklarında ise bunun dengi kraliçe olmuştur. Dinsel bir önkabulle yaklaşsaydık vezir yerine kraliçe diyor olurduk, ki öyle demediğimiz ortada. İngilizce'de filin (bishop) piskopos anlamına geldiğini bilmeyenler olabilir. Biz tutup ona papaz ya da piskopos mu diyoruz, var mı böyle bir şey? Dolayısıyla masa başına otururken veya bir pozisyonu değerlendirirken "Şahın kafasında haç var, hakarettir." şeklinde düşünebilen bir insanın psikolojisi, bence satranç oynamaya uygun değildir. Konu açılır ve tartışmada görüşünü söyler, şimdi yaptığımız gibi, orası ayrı mesele tabii. Ama ben baştan böyle düşünen ve her gördüğünde bunu anımsayan bir insanın satrançtan keyif alabileceğine inanmıyorum. Sayın Keleş konuya uygulama olarak farklı bir açıdan değinmiş. Bence TSF takım ve saatler konusundaki standart tutumuyla en iyi icraatlerınden birini gerçekleştirmiştir. Böylelikle Türkiye'de satranc Edirne'den Hakkari'ye mümkün ölçüde aynı taşlarla oynanır olmuştur. Bu da kalitenin artması yolunda yapılabilecek en iyi hizmetlerden biridir. Ben o taşlara küçük ve hafif olduklarından dolayı hala alışamadım, ama orası tamamen kişisel, apayrı bir mesele. Kişisel beğenime gelirsek, "Bulgar takımı" olarak bilinen, ama SSCB menşeili olan takımlar hala en sevdiklerimdir. İstanbul'da SGM ve Gambit tarafından üretiliyorlardı. Şimdi ise bildiğim kadarıyla sadece İzmir'de Düşün Satranç Merkezi tarafından böylesi takımlar üretilmekte.
05-01-2011, 13:19
Benim sormak istediğim şuydu arkadaşlar. bir oyuncu herhangi bir turnuvada ben haç kafalı şahla oynamak istemiyorum deme hakkına sahip mi? yakınlarda yapılacak olan türkiye şampiyonasında mesela böyle bir hakkı var mı oyuncunun?
Bu arada canince arkadaşım ülkenin çoğunluğunun müslüman olması olayı değil! Ben herhangi bir turnuvada haç kafalı şahla oynamama hakkına bireysel olarak sahip miyim? isteyen gene oynasın ama ben hazmedemiyorum. Abdullah beye ve Cengiz beye teşekkür ediyorum
05-01-2011, 13:29
Şah ta haç olmalımı ? olmamalımı ? bu konular elbette tartışılır. Ama daha çok TSF nin idari yapısı, yönetimi, uygulamaları gibi konular daha derinlemesine tartışılması gerekir.
TSF nin köşe yazarları Flozof Komutanın sorularını kendi içsellerinde değerlendirmeleri gerekirken Yeni Yıl Kutlamalarında bile imalı, iğneleyici yapıcı olmayan mesajlar vermektedir. Asıl tartışılması gerekenler TSF nin vurdum duymazlığıdır. Mesala TSF web sitesinde mevzuat kısmında talimatlarda bir çok değişiklik yapılmış ve yayınlanmış Anastatüye göre Aynı zamanda her türlü talimatlar GSGM sitesinde yayınlanınca yürürlüğe girer diyor. GSGM sitesine bakıldığında hiç bir değişiklik yayınlanmamış gözüküyor. Hukukçu arkadaşlar veya hukuktan anlayan arkadaşlar sizce TSF nin bu değiştirdikleri talimatlara göre hareket etmesi Ana statüye göre uygunmudur ? Hukuki bir problem yaratırmı ? yoksa bir sonraki genel kurulda sonradan gündem maddesi olarak mı eklenecektir.?
05-01-2011, 14:01
agresif player Nickli Kullanıcıdan Alıntı:Benim sormak istediğim şuydu arkadaşlar. bir oyuncu herhangi bir turnuvada ben haç kafalı şahla oynamak istemiyorum deme hakkına sahip mi? yakınlarda yapılacak olan türkiye şampiyonasında mesela böyle bir hakkı var mı oyuncunun? Satranç oyun kuralları FIDE tarafından belirlenir. Bu bahsettiğiniz takımlar FIDE'nin belirlediği kurallara uygun olduğundan böyle bir itirazdan sonuç alabileceğinizi zannetmiyorum.
08-01-2011, 09:27
Can Bey,
"Haçın 'Hristiyan sembolü' olduğu konusundaki yorumunu 'Hristiyanların da kullandığı bir sembol' olarak değiştirmek istersem bilmem bana kızar mısın?" demişsiniz. Demek istediğinizi açar mısınız?
10-01-2011, 02:31
İskender Bey için not:
Haç Hristiyanlıktan çok daha eski bir semboldür. Genellikle ilk halinin, bugün "Temmuz" biçiminde bir ay adı olarak kullandığımız Mısır Panteonundaki "Tammus" tanrısının sembolü olarak kullanıldığı var sayılır. Hristiyanların ilk zamanlarda kendi aralarında kullandıkları işaret haç değil, balık idi. Haç işareti Hristiyanlığa 1.yy'dan çok daha sonra, tahminen 3-4.yy'lar arası girdi. Daha geniş bilgi vermek isterdim ancak forumun konsepti dışında kalacaktır. Görece "tarafsız" sayılabilecek bir kaynak için: http://www.turkcebilgi.com/ha%C3%A7%C4%B...nsiklopedi Umarım yardımcı olabilmişimdir.
12-01-2011, 03:49
Sözü dolandırmadan, doğrudan söyleyeceklerime gireyim. Tarihe bakıldığında Türkler, Ok ve On diye iki kola ayrılır. Batılılar’ın “Hun” dediği On Türkleri’nin simgesi, sonradan İslamiyet’in simgesi olacak olan hilaldir. Diğer kol olan Ok Türkleri’nin simgesi ise, sonradan Hıristiyanlığın simgesi olacak olan haçtır. Bugün Museviliğin simgesi olarak bilinen altı köşeli yıldızın da, çok çok eski zamanlardan beri var olan, kutsal anlam taşıyan bir Türk damgası olduğunu da ayrıntıya girmeden buraya ekleyeyim (Yalnızca simgeler değil, bugün kendilerine özgü olarak bilinen dinsel geleneklerin çoğu o dinlere Türkler’den geçmiştir. Dahası ve bence asıl önemlisi, God, Hüda, Allah gibi Tanrı için kullandıkları adlar da o dillere hep Türkçe’den geçmiştir). Kısacası, üç dinin üçünün simgesi de Türk işidir.
Can Bey’in de söylediği gibi, gerçekten de Hıristiyanlık 4. yüzyıla kadar haç diye birşey kullanmamıştır. Ta ki bu dönemdeki Kavimler Göçü’ne kadar. Batılılar, herhalde kafalar karışsın diye "Kavimler Göçü" demiş, sizin kafalar karışmasın. Kavimler Göçü denen, aslında, Türkler’in Avrupa’ya bilmemkaçıncı kez büyük topluluklar halinde akmasından başka birşey değildir. Türkler, bu akınlar sırasında haçı da yanlarında götürmüştür. Böylelikle önce Ermeniler, sonra Roma’ya karşı güçlenmek için Türkler’i kullanan Konstantin’in başında bulunduğu Bizans, daha sonra da Roma haçı kabul etmiştir. Hindistan’da bugün 50 milyon kadar kişi, hâlâ Türkler’in o eski Tanrı dinine inanır. Gelgörki bunların Hıristiyanlık’la hiç bir ilgisi olmamasına karşın, Batılılar bu topluluğu Hıristiyanlığın bir kolu olarak tanıtır, çünkü bu kişiler simge olarak Türkler’den aldıkları haçı kullanır. Avrupalılar Amerika’ya çıkmadan önce, Kızılderililer’in kuşaktan kuşağa aktardığı bir inançlarını okumuştum: Birgün akrabalarımız gelecek, bu kıtaya ışığı yeniden getirecek (Burada “akrabalarımız”dan kastettiklerinin Türkler olduğunu ve Kızılderililer’in Türk kökenli olduklarını bugün Kızılderililer’in kendilerinin de kabul ettiğini hemen belirteyim). İşte bu inanışla akrabalarını gözleyen Kızılderililer, Avrupalılar’ın gemilerinin yelkenlerdeki haç işaretini görünce, kuşaklardır süren beklentilerinin gerçekleştiğine inanıp, Avrupalılar’ın Kıta’ya çıkmasına hiç karşı koymadıkları gibi, yardımcı da olmuşlardır. Çok geçmeden, bu gelenlerin akrabaları olamayacağını anlamışlardır, ama... Sonrasını biliyorsunuz. Mısır uygarlığını kuranların oraya Orta Asya’dan geldiğini Batılılar’ın kendileri söylüyor. Özellikle söylemedikleri şey ise, o Orta Asya’dan gelenlerin Türk olduğudur. Ve haç işareti, Mısır’daki “Tammus” kavramından çok daha önceleri vardı. Daha fazla ayrıntıya girmeden şunu söyleyip bitireyim: Can Bey’in gönderdiği bağlantıda gözüken İskandinavya’da, Babil’de, Asur’da, Hindistan’da, Mısır’da, Fenike’de, Çin’de, Pers’te, İnka’da, Aztek’te görülen o haç, Türkler’in bütün kıtalardaki izleridir. Bunu da en iyi Batılılar bilir. Can Bey, gönderdiği bağlantı için, “görece ‘tarafsız’ sayılabilecek bir kaynak” demiş. Ben bu sözden, haçın bir Türk simgesi olduğunu Can Bey’in de bildiği, ama bir Türk olarak bunu söylerse, tarafmış gibi algılanacağı düşüncesinde olduğu anlamını çıkardım. Eğer öyleyse, ben de şunları söylemek isterim: Bir bilimsel araştırmaya taraf olarak girilebilir ki çoğunlukla olan da budur zaten. Bu, o araştırmacıya itici bir güç verdiği için kötü birşey de değildir. Ama gerçek bir bilimadamı, başlangıçta bulunduğu tarafa yada başlangıçtaki inançlarına zıt deliller gördü mü, tercihini bulunduğu taraf doğrultusunda değil, bilim ve gerçekler doğrultusunda yapar. Tarafsız davranmak, yalnızca burada önemlidir. Bugün bütün kanıtlar Türk uygarlığını işaret ediyorsa, benim bir Türk olmam, bu gerçekleri dillendirmeme engel olamaz. Özellikle de bu gerçeklerin üzeri özenle örtülüyorken. Bütün bunları bilen biri olarak, Can Bey’in "Haçın 'Hıristiyan sembolü' olduğu konusundaki yorumunu 'Hıristiyanların da kullandığı bir sembol' olarak değiştirmek istersem bilmem bana kızar mısın?" biçimindeki sözlerinden aşağı yukarı neyi kastettiğini, hak verirsiniz ki anlamıştım. Hatta cümle kurulumundan benim anladığım, Cengiz Bey’in de bu konuda bilgisi var ve Can Bey’le bu konuda daha önce konuşmuşlar. Can Bey’den sözlerini açmasını istememin iki nedeni vardı. Birincisi, ben bunları, bu konuda bilgi sahibi olan tek kişiymişim gibi yazsaydım, inandırıcılığı az olurdu. Ama şimdi görülüyor ki Hıristiyanlık öncesi haç konusunda bilgisi olan tek kişi ben değilim. İkinci nedenim, haçın Türkler’in kültürünün bağrından çıkmış bir simge olduğunu bilen kimi satranççıların, haçlı satranç takımlarına bu nedenle tepki göstermekte gönülsüz olması olasılığına değinmekti. “STAUNTON, KASPAROV, ANAND VE DSM” başlığında yazılanları okursanız göreceğiniz gibi, haçlı satranç takımları konusunda ben de epey uzun bir yazı yazmıştım. Haçın bir Türk simgesi olduğunu öğrendiğimde ya 2001 ya da 2002 yılıydı. O zamandan beri de bildiklerimi fırsat buldukça çevreme söylerim. 2009’da yazdığım o yazıda ise bunu bilmezlikten gelmeyi yeğlemiştim. Çünkü yazı zaten uzun bir yazı olmuştu, kaldı ki haçın bir Türk simgesi olduğunu anlatması ayrı bir dert olacaktı, haçın bir Türk işareti olduğunu bilen birisi olarak haçlı satranç takımlarına niye karşı çıktığımı anlatması ise ayrı bir dert. Ama artık ilkini anlattım, ikincisini de anlatabilirim. Hernekadar haç gerçekte Türkler’in düşünce gücünden ve yaşam felsefesinden doğmuş bir simge olsa da, bugün bunu bilen çok az kişi var ve bugün Hıristiyanlık’ın simgesi olduğunu bilmeyen de neredeyse yok. Kendilerine uygar diyen ve kendilerini herkese öyle tanıtan Batılılar, herhalde uygarlıklarından olsa gerek, başkaları üzerinde egemenlik kurmak için, kendi kültürlerini ve kültür simgelerini o başkalarının bilinçaltına usul usul yedirir. Ve bunun için en küçük bir fırsatı bile kullanırlar. Haçlı satranç takımları da bunlardan biridir. Satrançta bunu nasıl da sinsice yaptıklarını, “STAUNTON, KASPAROV, ANAND VE DSM” başlığı altında yazmıştım, burada agresif player’ın sorusuna yanıt vermekle başlayıp bir kez daha yazayım. Kendisi, “bir oyuncu herhangi bir turnuvada ben haç kafalı şahla oynamak istemiyorum deme hakkına sahip mi? Yakınlarda yapılacak olan Türkiye Şampiyonası’nda mesela böyle bir hakkı var mı oyuncunun?” diye sormuş. Aşağıdaki bağlantı FİDE’nin sitesinedir, dileyen bakabilir: http://www.fide.com/component/handbook/?...w=category Taşlar konusundaki 2 numaralı maddeye bakılırsa görülür ki FİDE, “haçlı takımlarla oynayacaksın” deme hakkına sahip olamayacağı için, öyle birşey demiyor. Yalnızca bu bile istemeyenin haçlı takımlarla oynamayabileceğini gösterir. Ama daha önce öteki konubaşlığında dediğim gibi, bu adamlar piskolojiden çok iyi anlar. Oyuncuların önüne haçlı takımları sürerler, birçok kişi haçlı takımlarıyla oynadığının ayırdına varmaz bile, gözü alışmıştır çünkü. Haçlı takımlarından rahatsızlık duyanların çoğu da, turnuvadaki onca kişi arasında huzursuzluk çıkaracak tek kişi olmaktan kaçındığı için sesini çıkarmaz. Sonra da yetkililer çıkar, ”kimse rahatsız olmuyor, biz de haçlı takımları sürüyoruz” der. Aynı bağlantı adresinden 1.1 ve 1.2 maddelerine de bakalım. FİDE, bu maddelerdeki şu kadarcık yazıda bir sürü kelime oyunu yapmış. Söylenen şey şu: “1.1 Şampiyonalardaki final karşılaşmaları, ancak karşılaşan oyuncuların ikisinin de onayını almış satranç takımıyla oynanır. Oyuncular satranç takımı konusunda uzlaşmaya varamazsa, karşılaşmanın oynanacağı takımı başhakem belirler. 1.2 Şampiyonadaki bütün karşılaşmalarda kullanılacak takımların hepsinin de aynı olması konusundaki önerimizi, önemle vurgularız.” Diyelim ki finale çıktın, önüne sürülen haçlı satranç takımıyla oynamak istemedin. Yedek bir takım, hatta garanti olsun diye yedek birkaç tür takım var mı acaba? Hadi var dedik, geçtik. Sen haçsız, rakibinin de haçlı takımla oynamak istemesi durumunda hangi taşlarla oynanacağı konusunda bir kararsızlık düşünülemez bile. Hiç kimse kendi inançlarını başkasına dayatamaz, hele ki karşı taraf buna karşı koyarken. Bu durumda kesinlikle haçsız takımlarla oynanır. Öyleyse sen haçı beğenmezken, rakibin de getirilen yeni takımın nesini beğenmeyebilir: Rengini, boyutunu veya taşların seçilemezliğini. Öyleyse arada nasıl bir anlaşmazlık çıkabilir: Sen ilk takımı tepesindeki haç nedeniyle istemedin, “dinime yada dinsizliğime dokunduğu için de değil, sizin bu sınırınızı bilmezliğinize ve seviyesizliğinize gıcık olduğum için ben bu taşlarla oynamıyorum” dedin, rakibinse öteki taşların boyutunu veya rengini beğenmediği için. Avrupa mahkemelerinde bile kazanırsın! Üzerine bir de tazminat alacağın gibi, haçlı veya herhangi bir dinsel sembollü satranç takımlarının uluslararası turnuvalarda kullanılamayacağı kararını da aldırtırsın. Gerçi böyle bir mahkemeyi kazanmak için final oynamana da gerek yok, sıradan biri olarak da mahkeme açıp rahatlıkla kazanabilirsin. Tek bir davaya bakar. Adamlar işlerini bu kadar zayıf bir ip üzerinde, besbelli ki mahkeme açan olmadığı için bu kadar rahat götürüyor. Neyse efendim, biz final karşılaşmasına dönelim. Sen gelen takımla haçtan dolayı oynamak istemedin, rakibinse renginden dolayı. Son karar başhakemin ya, başhakem elinde kural kitapçığıyla geldi. Ne diyor FİDE 1.2 maddesinde başhakeme: “Şampiyonadaki bütün karşılaşmalarda kullanılacak takımların hepsinin de aynı olması konusundaki önerimizi, önemle vurgularız”. Final karşılaşmasına kadar bütün karşılaşmalar haçlı takımlarla oynandığına göre, “önemle vurgulanan öneriyi” dikkate alan başhakemin haçlı takımı seçmesi beklenir. Tabi akla bir soru daha takılıyor: Neden yalnızca final maçı? FİDE’nin muhtemelen yapacağı “her masa için yetecek kadar yedek takımımız yok” açıklaması, ciddiye alınamaz. Elbette herhangi bir turda, istemeyen, haçlı takımlarla oynamaz ve FİDE’nin isteyenin önüne başka takım koymaktan başka bu konuda yapabileceği hiçbirşey olamaz. Can Bey’in demiş olduğu gibi, ülkeler değil, bireyler dinsel inanç sahibi olabilir (konumuz açısından din devletlerine değinmeye gerek olmadığı için, orayı geçiyoruz). Gelgörki zaman Batılılar’ı bir türlü değiştirmiyor. Afrikalılar der ki, “beyaz adamlar geldiğinde bizim topraklarımız vardı, onların İnciller’i. Bize gözlerimizi kapatıp dua etmeyi öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda bir de baktık bizim elimizde İnciller'imiz var, onların toprakları”. Yalnızca Afrika’da değil, tarih boyunca girdikleri her yerde yaptıkları bu. Üstelik kendilerini hep masum, hep uygar göstermeyi becerebilmişlerdir. Geçmişte de bu böyle, bugün de. Bizlerse haçlı satranç takımlarına itiraz edildiği zaman “konuya dinsel açıdan yaklaşmak yanlış olur” diye itiraz ederiz, ama şöyle dışardan bir baktığımızda görürüz ki “Batılılar’ın yaptığı, düpedüz din ve kültür dayatmacılığıdır”. Mesele, Müslümanlık – Hıristiyanlık sorunu değildir. Mesele Batı’nın, haçı, anlattığım nedenlerle dinli dinsiz herkese dayatmasıdır. Tanrı’ya inanıp inanmamak, haçlı takımlara karşı alınması gereken tavrı değiştirmez, çünkü sorun, ”insanlık” sorunudur. Ve Sıtantın’mış, standartmış, bilmemneymiş, hiç bir neden haçlı satranç takımlarını haklı gösteremez. Haçlı satranç takımlarına haklı kılıflar uydurmaya çalışmak, en kibar deyimle, bu insanlık sorununa gözyummak demektir.
12-01-2011, 08:37
İskender Bey bu konu hakkında uzun bir açıklama yazmış. Ellerine ve fikrine sağlık.
Öte taraftan, yorum getirdiği üçüncü kişilerle ilgili açıklık getirmek ve mümkünse, bu forumun konusu olmadığı için bu tartışmayı kapatmak isterim. Çok ilgilendiğim bir konu ve isterdim ki herkes bu konularla ilgilensin, en azından fikir sahibi olsun; heyhat! Böylece kişilerle ilgili kısmına bizim tarafımızdan bir ekleme yapıp uzamaması dileğimi iletirim ve bu yazıyı da normal şartlarda yazmayacağımı, yalnız İskender Bey'in yazdığı yazıya harcadığı emeği karşılıksız bırakmamak adına yazdığımı söylemek isterim. - "Haç'ın bir Türk simgesi" olduğuna ve sair noktalara dair fikrimi bu forum özelinde ve konuyu uzatmamak için saklı tutuyorum. - Konuyla ilgili söyleyeceklerimizi zaten söyledik. Cengiz Bey'in benim çocukluğumu ve benim de onun gençliğini bildiğimiz doğrudur. Kendiyle yirmi yıldan fazla vakitten mukaddem bir tanışıklığımız, arkadaşlığımız vardır. Bu süre boyunca elbette çeşitli fikir alış-verişlerinde de bulunduk; çok normaldir. Hiç bir zaman da "aynı fikirde olmalıyız" diye düşündüğümüzü anımsamıyorum. (evet, "-ki böyle düşünsek zaten aynı fikirde olmuş olurduk", değil mi?) Bu konu bir örnek olmak üzere, benim gibi bu forumu ilgi ve zevkle takip eden tüm arkadaşlardan ricam, söylenenin ötesinde bir fikir aramamalarıdır. Benim ağzım-dilim-elim çok şükür sağlamdır. Herhangi bir şeyi aleni şekilde söylemek istersem, kalem gücüm de buna yetecektir. Bu sözlediklerim Cengiz Bey için de iki kere geçerlidir. Tekrarlamak isterim: Bu tür tartışmaları her zaman severiz. Herhalde Cengiz Bey de bu "sevgime" katılacaktır. Ancak, neresinden baksanız, biz de artık genç sayılmıyoruz ve böyle tartışmaları, en azından kişisel olarak eski usül "yüz yüze" yapmayı daha doğru görüyorum zira konu oldukça hassas olduğundan, genellikle söyleyeceğim herhangi bir sözün, istemeden inciterek, tartışmanın düzeyini aşağı çekeceğinden korkuyorum. En azından bu hususta herkes benim yarım kadar korkak olsa çok daha kaliteli tartışmalar çıkaracağımızı da biliyorum.
13-01-2011, 13:10
Haç konusu hakkındaki bu yazılardan sonra haddinden fazla bilgilendiğimi söylemeliyim. Bu bilgilerle TV tartışma programlarında bile estirebilirim!:wink:
Ben bir düzeltme yapmak istiyorum. Can İnce yazmış ki: - Konuyla ilgili söyleyeceklerimizi zaten söyledik. Cengiz Bey'in benim çocukluğumu ve benim de onun gençliğini bildiğimiz doğrudur. Kendiyle yirmi yıldan fazla vakitten mukaddem bir tanışıklığımız, arkadaşlığımız vardır. Bu süre boyunca elbette çeşitli fikir alış-verişlerinde de bulunduk; çok normaldir. Hiç bir zaman da "aynı fikirde olmalıyız" diye düşündüğümüzü anımsamıyorum. (evet, "-ki böyle düşünsek zaten aynı fikirde olmuş olurduk", değil mi?) Tanıştığımızda ben üniversite öğrencisiydim. Ben kendisinin çocukluğunu bilmem. Satranç merkezine bir genç gelmeye başladı, 1.80 boyunda ve kalın sesliydi, medeni cesareti yüksekti, tartışmaktan kaçmazdı. Nikah masasına koysak kimse şüphelenmezdi. Meğerse 13 yaşındaymış! Böyle çocuk olur mu?
14-01-2011, 21:04
Şahın üstünde haç mı varmış...?
Hiç dikkat etmemiştim. Benim için şah 1 karelik hamle yapabilen korunması gereken bir taş... Görme ile algı arasındaki fark bu olsa gerek! Satranç gibi bir oyunda acaba hangisi olmalıdır??
14-01-2011, 23:40
Evet, şahın üstünde haç varmış! Biz de siz belli ki başka yerlerdeyken bunu konuşuyorduk. Yalnız, sözünüzü bitirmemişsiniz. “Görme ile algı arasındaki fark bu olsa gerek! Satranç gibi bir oyunda acaba hangisi olmalıdır?” diye sormuşsunuz, başka da birşey söylememişsiniz. Görme nedir, algı nedir, satranç size göre nasıl bir oyundur, size göre satrançta bunlardan hangisi olmalıdır, bunları önce bir açıklayın bakalım. Neyi kastettiğinizi bilelim de ona göre konuşalım. Şimdi ben sizin sözlerinizi, bir kopukluk olmasın diye aşağıya aynen aktarıyorum:
“Şahın üstünde haç mı varmış...? Hiç dikkat etmemiştim. Benim için şah 1 karelik hamle yapabilen korunması gereken bir taş... Görme ile algı arasındaki fark bu olsa gerek! Satranç gibi bir oyunda acaba hangisi olmalıdır??” Şimdi devam edin lütfen.
18-01-2011, 21:13
Gerisini sizin algınıza bırakıyorum bakalım!!! |
« Önceki Konu | Sonraki Konu »
|