08-04-2008, 22:48
Yeryüzündeki en eski savaş, HAK ile GÜÇ arasındaki savaştır. Halen günümüzde tüm savaşların temelinde bu çelişki vardır. Hakka dayalı iktidarlar halkın ve barışın, güce dayalı iktidarlar ise, diktatörlerin ve zalimlerin iktidarıdır.
Hukuk sözcüğü dilimize Arapçadan girmiş olup, hak sözcüğünün çoğul durumudur. Arapça- Türkçe karışımı bir bireşimle; HAKLAR anlamındadır. Hukukun üstünlüğü kavramını, “hakların üstünlüğü” biçiminde çevirebiliriz. Sözcük kavramsallaştığı oranda ve kullanım alanlarına göre başkaca anlamlara bürünebilmektedir. Hukukun üstünlüğü ilkesi tüm demokratik anayasalarca temel ilke olarak benimsenmiştir.
HAK ile GÜÇ karşılaştırıldığında, hak öylesine çekici, yakıcı ve etkindir ki; en zalim diktatörler bile onsuz yapamazlar ve kendilerini haklı gösterecek bir takım demogojilere başvururlar. Bu demogojileri üretebilmek için “ikiz kuleler” yıkılır ve Afganistanlara girilir, “ıraklar” “yakın” edilir… Binlerce halk çocuğunun canları- kanları pahasına… Kurt ırmağın aşağısındaki kuzuyu yiyeceğinde “suyumu bulandırma” demekten kendini alamaz. Hayvanlar aleminde bile hakka dayanma eğilimi vardır!... Sürdürülebilir her türlü savaş “hakka” dayanmak zorundadır. Hak’lı olmayan tüm savaşlar kaybedilmeye mahkumdur.
Herkesin hemfikir olabileceği bir uzlaşma- konsensus, ancak ve ancak hakların belirleyici olduğu kabuller sonucu gerçekleşebilir. Güce dayalı her türlü anlaşma bozulur. Her kim ki; etkinliğini-aktivasyonunu haktan alıyorsa, ya da güç ile hakkın ittifakını etik,estetik ve diyalektik bir biçimde gerçekleştiriyorsa, o kişinin konumu herkes tarafından benimsenir. Kendi iç çelişkileri olgunlaşmadan hiçbir güç o kişinin konumunu yıkamaz. Bunun dışında herkesin konumu mutlak yıkılmaya mahkumdur.
Sevgili İlhan Selçuk , çok değerli bir hukuk savaşçısı olan ve bir zamanlar darağacının eşiğinde benim de savunmanlığımı üslenmiş olan, saygıdeğer Av. Halit Çelenk’in “Hukuksuz Demokrasi” adlı kitabının önsözünde şöyle der: “ Hukuk hava gibidir, varken kimse değerini anlayamaz”… Soluduğunuz havanın bir an tükendiğini düşünün! Düşünme becerisi olmayanlar 1 dakika gibi nefesini tutarak bunu anlayabilir. Kalp krizlerinde 5 dakikadan fazla solunumu duran bir hastanın beyin ölümü gerçekleşmektedir. O halde hukuksuz bir toplumda insanların beynini kullanması da olası değildir. Beyinsiz bir toplumda da aptalların oranını bir hayli yüksek olur. İktidardakiler de böylece, aptal bir toplumu yönetmekte güçlük çekmez!...
Hakların en güzeli olan ÖZGÜRLÜĞÜ elinden alınan bir insanın, önce söz hakkını keserler. Böyle bir insana saldırmak kolaydır. O artık tahtanın zayıf taşıdır! Onu karalamak, tecrit edip yalnız bırakmak çok kolaydır. Her ne kadar “suçu sabit olana değin kişi masum sayılır” ilkesi varsa da, bir karalamaya kurban gitmeye görün. Lime lime ederler adamı. Adeta recmedilirsiniz. Agahi’den türküler düşer dillere:
“Dost bildiklerim hep benden kaçtılar
Baş tutan yaramı geri açtılar
Kıymetime türlü paha biçtiler
Altın oldum bakır oldum pul oldum”
H.Sertaç Dalkıran’ı tanımam. TSF forum sayfalarındaki birkaç tartışmanın dışında kendisi ile en küçük bir alış-verişimiz olmamıştır. Oturup konuşmuşluğumuz yemişliğimiz içmişliğimiz yoktur. Ancak içine düştüğü mevcut durum sonrasında, dost bildiği yakasındaki bit yavruları onu yalnız bırakıp, yalnız bırakmakla da kalmayıp, vurun abalıya tarzında kendisine saldırınca, bu kişinin hakları konusunda kendimi sorumlu hissettim. Bu benim birey ve yurttaş olma bilincimden kaynaklanan sorumluluk anlayışımın gereğidir. Söz konusu olan,H. Sertaç Dalkıran’ın suçlu yada suçsuz olup olmadığı sorunu değildir. Suçlu da olabilir suçsuz da. Bu benim bileceğim bir şey değildir. Benim bildiğim tek şey, ister eğri tartsın ister doğru tartsın adalet terazisi kendisini tartıp suçlu ilan etmeden, yargı süreçleri sonuna kadar işlemeden, bu kişiye hiç kimse suçlu gibi davranamaz.
Ne yazık ki davrandılar. Böyle davrananlar ayrı bir suç işlemişlerdir. Dalkıran günün birinde suçlu bile bulunsa, onun suçlu olması, ona karşı işlenen suçu ortadan kaldırmayacaktır. Hiç kimse bir gün Dalkıran’ın suçlu bulunması durumunda bana “gördün mü “ demeye kalkmasın. Onlar gene de suçlu olacaklardır. Hukukun üstünlüğünü savunan herkes bunu böylece kabul etmelidir.
Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim.Elbette hukuka riayet edeceğiz. Ancak “Bir Ceza Avukatının Anıları” adlı kitabında Prof. Dr. Faruk Erem, suçsuz yere asılan onlarca insanın öyküsünden bahseder. Suçsuzluğu asıldıktan sonra anlaşılan garipler…Keza ben kendim de işlemediğim bir suçtan ölüme mahkum olmuş, 20 yaşından 30 yaşına değin 11 yılını hapiste geçirmiş bir insanım. Kimse inanmak zorunda değil. Bunu bir tek ben bilirim. Acılarımızın ucunda 7 yıldır felçli yatan annem ve gencecik yaşta damarları kuruyan yüreğim bilir. Yani kişi mahkemece suçlu bulunsa bile yine de masum olabilir. Bu durumda hakkın sesteşi olan HAK’TAN başka sığınacağınız liman yok gibidir. Ancak zaman ve konuma bakanlar durumu çözebilirler. Bilinemeyenler bilinenlerle kuşatılarak, gerçeğe ulaşılabilir. Fotoğrafa iyi bakmak gerek. Pozisyonların dili vardır: sorunca taşlar bile konuşurlar. Bunu da en iyi satranççılar bilirler…
Sayın DALKIRAN’IN başına gelenler her antrenörün başına gelebilir. Türkiye’de satrancın gelişiyor olmasından rahatsız olan, Türklerin düşünceyle,beyinle, felsefeyle uğraşmasından rahatsız olanlar, herkese böylesi bir kumpası kurabilirler. Kimse kendini HAK’KIN yerine koyarak hakikati bilmeden kişileri yargılamaya kalkmasın. Ayrıca suçluların bile ıslah olduktan sonra aramıza karışmaya, memnu haklarını geri alma hakları olduğunu da unutmamak gerek. Kraldan çok kralcı olanlar, eninde sonunda uşak ruhlu kimselerdir.
TSF Forumda DALKIRAN’I “sapıklar” diye niteleyip beni de “sapık hayranı” ilan eden şahsın ilgili yazısının tsf forumdan silinmesi ve kişinin davranışı hakkında forum yetkililerini göreve davet etmiş olmama rağmen,o yazı hala orada duruyor. Konuyu inceleyeceklerini ve gerekeni yapacaklarını söyleyen sayın başkan Ali Nihat Yazıcı şu ana değin bir şey yapmamışlardır. Bu durumda ben ne düşünmeliyim acaba? Yoksa bunlar ufak işler mi?! Herkes ne eylerse kendine eyler… “Alan kendinden alır/ veren kendine verir”!...
Lanetlenmiş bir toplumda lanetlenmekten korkmuyorum.
Kötü bir toplumun iyisi olmaktan korkarım.
“Kötülerin kötüsü/ iyilerin iyisi” olabilmektir aslolan!...
Hukuk sözcüğü dilimize Arapçadan girmiş olup, hak sözcüğünün çoğul durumudur. Arapça- Türkçe karışımı bir bireşimle; HAKLAR anlamındadır. Hukukun üstünlüğü kavramını, “hakların üstünlüğü” biçiminde çevirebiliriz. Sözcük kavramsallaştığı oranda ve kullanım alanlarına göre başkaca anlamlara bürünebilmektedir. Hukukun üstünlüğü ilkesi tüm demokratik anayasalarca temel ilke olarak benimsenmiştir.
HAK ile GÜÇ karşılaştırıldığında, hak öylesine çekici, yakıcı ve etkindir ki; en zalim diktatörler bile onsuz yapamazlar ve kendilerini haklı gösterecek bir takım demogojilere başvururlar. Bu demogojileri üretebilmek için “ikiz kuleler” yıkılır ve Afganistanlara girilir, “ıraklar” “yakın” edilir… Binlerce halk çocuğunun canları- kanları pahasına… Kurt ırmağın aşağısındaki kuzuyu yiyeceğinde “suyumu bulandırma” demekten kendini alamaz. Hayvanlar aleminde bile hakka dayanma eğilimi vardır!... Sürdürülebilir her türlü savaş “hakka” dayanmak zorundadır. Hak’lı olmayan tüm savaşlar kaybedilmeye mahkumdur.
Herkesin hemfikir olabileceği bir uzlaşma- konsensus, ancak ve ancak hakların belirleyici olduğu kabuller sonucu gerçekleşebilir. Güce dayalı her türlü anlaşma bozulur. Her kim ki; etkinliğini-aktivasyonunu haktan alıyorsa, ya da güç ile hakkın ittifakını etik,estetik ve diyalektik bir biçimde gerçekleştiriyorsa, o kişinin konumu herkes tarafından benimsenir. Kendi iç çelişkileri olgunlaşmadan hiçbir güç o kişinin konumunu yıkamaz. Bunun dışında herkesin konumu mutlak yıkılmaya mahkumdur.
Sevgili İlhan Selçuk , çok değerli bir hukuk savaşçısı olan ve bir zamanlar darağacının eşiğinde benim de savunmanlığımı üslenmiş olan, saygıdeğer Av. Halit Çelenk’in “Hukuksuz Demokrasi” adlı kitabının önsözünde şöyle der: “ Hukuk hava gibidir, varken kimse değerini anlayamaz”… Soluduğunuz havanın bir an tükendiğini düşünün! Düşünme becerisi olmayanlar 1 dakika gibi nefesini tutarak bunu anlayabilir. Kalp krizlerinde 5 dakikadan fazla solunumu duran bir hastanın beyin ölümü gerçekleşmektedir. O halde hukuksuz bir toplumda insanların beynini kullanması da olası değildir. Beyinsiz bir toplumda da aptalların oranını bir hayli yüksek olur. İktidardakiler de böylece, aptal bir toplumu yönetmekte güçlük çekmez!...
Hakların en güzeli olan ÖZGÜRLÜĞÜ elinden alınan bir insanın, önce söz hakkını keserler. Böyle bir insana saldırmak kolaydır. O artık tahtanın zayıf taşıdır! Onu karalamak, tecrit edip yalnız bırakmak çok kolaydır. Her ne kadar “suçu sabit olana değin kişi masum sayılır” ilkesi varsa da, bir karalamaya kurban gitmeye görün. Lime lime ederler adamı. Adeta recmedilirsiniz. Agahi’den türküler düşer dillere:
“Dost bildiklerim hep benden kaçtılar
Baş tutan yaramı geri açtılar
Kıymetime türlü paha biçtiler
Altın oldum bakır oldum pul oldum”
H.Sertaç Dalkıran’ı tanımam. TSF forum sayfalarındaki birkaç tartışmanın dışında kendisi ile en küçük bir alış-verişimiz olmamıştır. Oturup konuşmuşluğumuz yemişliğimiz içmişliğimiz yoktur. Ancak içine düştüğü mevcut durum sonrasında, dost bildiği yakasındaki bit yavruları onu yalnız bırakıp, yalnız bırakmakla da kalmayıp, vurun abalıya tarzında kendisine saldırınca, bu kişinin hakları konusunda kendimi sorumlu hissettim. Bu benim birey ve yurttaş olma bilincimden kaynaklanan sorumluluk anlayışımın gereğidir. Söz konusu olan,H. Sertaç Dalkıran’ın suçlu yada suçsuz olup olmadığı sorunu değildir. Suçlu da olabilir suçsuz da. Bu benim bileceğim bir şey değildir. Benim bildiğim tek şey, ister eğri tartsın ister doğru tartsın adalet terazisi kendisini tartıp suçlu ilan etmeden, yargı süreçleri sonuna kadar işlemeden, bu kişiye hiç kimse suçlu gibi davranamaz.
Ne yazık ki davrandılar. Böyle davrananlar ayrı bir suç işlemişlerdir. Dalkıran günün birinde suçlu bile bulunsa, onun suçlu olması, ona karşı işlenen suçu ortadan kaldırmayacaktır. Hiç kimse bir gün Dalkıran’ın suçlu bulunması durumunda bana “gördün mü “ demeye kalkmasın. Onlar gene de suçlu olacaklardır. Hukukun üstünlüğünü savunan herkes bunu böylece kabul etmelidir.
Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim.Elbette hukuka riayet edeceğiz. Ancak “Bir Ceza Avukatının Anıları” adlı kitabında Prof. Dr. Faruk Erem, suçsuz yere asılan onlarca insanın öyküsünden bahseder. Suçsuzluğu asıldıktan sonra anlaşılan garipler…Keza ben kendim de işlemediğim bir suçtan ölüme mahkum olmuş, 20 yaşından 30 yaşına değin 11 yılını hapiste geçirmiş bir insanım. Kimse inanmak zorunda değil. Bunu bir tek ben bilirim. Acılarımızın ucunda 7 yıldır felçli yatan annem ve gencecik yaşta damarları kuruyan yüreğim bilir. Yani kişi mahkemece suçlu bulunsa bile yine de masum olabilir. Bu durumda hakkın sesteşi olan HAK’TAN başka sığınacağınız liman yok gibidir. Ancak zaman ve konuma bakanlar durumu çözebilirler. Bilinemeyenler bilinenlerle kuşatılarak, gerçeğe ulaşılabilir. Fotoğrafa iyi bakmak gerek. Pozisyonların dili vardır: sorunca taşlar bile konuşurlar. Bunu da en iyi satranççılar bilirler…
Sayın DALKIRAN’IN başına gelenler her antrenörün başına gelebilir. Türkiye’de satrancın gelişiyor olmasından rahatsız olan, Türklerin düşünceyle,beyinle, felsefeyle uğraşmasından rahatsız olanlar, herkese böylesi bir kumpası kurabilirler. Kimse kendini HAK’KIN yerine koyarak hakikati bilmeden kişileri yargılamaya kalkmasın. Ayrıca suçluların bile ıslah olduktan sonra aramıza karışmaya, memnu haklarını geri alma hakları olduğunu da unutmamak gerek. Kraldan çok kralcı olanlar, eninde sonunda uşak ruhlu kimselerdir.
TSF Forumda DALKIRAN’I “sapıklar” diye niteleyip beni de “sapık hayranı” ilan eden şahsın ilgili yazısının tsf forumdan silinmesi ve kişinin davranışı hakkında forum yetkililerini göreve davet etmiş olmama rağmen,o yazı hala orada duruyor. Konuyu inceleyeceklerini ve gerekeni yapacaklarını söyleyen sayın başkan Ali Nihat Yazıcı şu ana değin bir şey yapmamışlardır. Bu durumda ben ne düşünmeliyim acaba? Yoksa bunlar ufak işler mi?! Herkes ne eylerse kendine eyler… “Alan kendinden alır/ veren kendine verir”!...
Lanetlenmiş bir toplumda lanetlenmekten korkmuyorum.
Kötü bir toplumun iyisi olmaktan korkarım.
“Kötülerin kötüsü/ iyilerin iyisi” olabilmektir aslolan!...