07-10-2018, 14:36
Hiç kimse yazı yazmak, söz söylemek istemiyor. Birkaç istisna hariç. Futbolda olsa böyle 42.lik ve 24.lük gibi bir sonuç, ertesi gün başkanı maşkanı kalmaz tüm yönetim istifa eder. Yanlış söyledim, pardon. İstifa ettirirler. Yazılarıyla, dilleriyle, elleriyle istifa ettirirler.
Neden futbolda öyle de satrançta böyle ?
Futbolun ekonomisi almış başını gitmiş. Futbolla ilgilenen herkes para kazanmanın peşinde ve para kazanmakta. Kazançlarına birisi engel olduğunda derhal onu alaşağı etmenin yollarını bilmektedirler.
Satrançta öyle mi ? En başta oyuncusu züğürt. Antrenörü, hakemi züğürt. Tüm bunlar nasıl para kazanacaklarını bilmemektedirler, bilmek de istememektedirler. Onlar için yönetim değişmiş, değişmemiş umurlarında değil. Öyle bir zehirli aşı vurulmuş ki bunlara ; kim gelirse gelsin başa züğürtlüklerinin devam edeceğini düşünmektedirler. Zaten züğürtlüklerinden de memnunlar. Onun için kıllarını bile kıpırdatmıyorlar. En küçük bir gerçek eleştiri yok oyuncusundan, antrenöründen, hakeminden.
Bugün Mustafa Yılmaz çıkmalı ortaya. Demeli : ‘Benim (ben derken tüm takım arkadaşlarımın) çalışma programım yetersiz. Çalışma şartlarım yetersiz. Bana çalışma ortamı ve programı sağlamıyorlar. Benden bu kadar. Ama çalışabilirsem, antrenman yapabilirsem görün siz o zaman siz sonuç 42.lik midir yoksa birincilik mi ? Bunu söylerken antrenörümün, yöneticimin bana güleceğini biliyorum. Ama ben kendime inanıyorum. Ama ben birinciliği hedeflerken işte o bana gülenler ve satrancın ne olduğunu bilmeyenler bana inanmıyorlar. İnanç, imkan, iyi şartlar olmayan bir ortamda benden bu kadar.’
Mustafa Yılmaz çıkıp ortaya (ortaya yani gazete sayfalarına, sosyal medyaya, televizyona) bunu söyleyebilir mi ? Bilemem. Ama tahmin ederim. Çıkarsa ortaya, yöneticiler ikinci bir Suat Atalık vakasının farklı bir versiyonunu hemen uygulamaya koyarlar.
Bu memlekette satranç alanında sadece susanlar vardır. Konuştuklarında başlarına ne geleceğini tahmin ettiklerinden ve korktuklarından. Meşhur sözü tekrarlayayım. Korkunun ecele faydası yok.
Satranç Türkiye’de ölüm döşeğindedir. Siz bakmayın öyle dokuzyüz bilmem ne binlere varan sözlere. Bir kibritlik canları var çoğunun. Saman gibi birkaç saniyede yanıp kül oluverirler. Geriye dokuz bin kalırsa şayet öpüp de başımıza koymak gerek onları. Ben 9000 demiyor 900 diyorum. Türkiye’de satranç ile ilgilenen, satranç kültürüyle yoğrulmuş, satrancı hayatının bir parçası yapmış 900 kişi ancak vardır. İddia ederim.
Bir de umursamayanlar vardır. Çocuklarının zekasının bir an önce satranç sayesinde artmasını istemektedirler. Ama öte yanda çocuklarının zekası artmayınca ikinci gün paydos edenler. İşte bunlar, işte bunlar yönetime en büyük desteği vermektedirler. Ama hiçbir şeyin farkında değiller. Birinci gün çocuğunda zeka artışı göremeyince ikinci gün gel çocuğum buradan çıkalım, ben sana başka zeka artırıcılar bulacağım diyenler. İşte, bunların arkası hiç kesilmediği için yönetim ‘kapımız size sonuna kadar açık. Gelin, sürüyle gelin. Sürünüze bereket.’ demektedir.
O sürüden nemalanan sadece yönetim değil, yönetimi seçenler belki daha fazla nemalanmaktadırlar. Nemalarının kesilmemesi için hep aynı zihniyetli yönetimleri döndüre döndüre koltuğa oturtmaktadırlar. Koltuğa oturanlara da emirlerini dikte etmektedirler.
Züğürtlüğü sevenler, korkanlar, umursamayanlar olduğu sürece ve merkezi liyakatsizce işgal etmiş bir avuç kendine çıkarcı kulüp ve yönetici olduğu sürece satrançta bir arpa boyu yol alamayız.
Yukarıdaki sözlerimi eleştiri sanmayınız. Merkezden uzak, merkeze yakın olanlara da uzak, olayların içinde olmayan, sadece satrancın en dış halkasının bir köşesinde yer bulma çabası içinde olan biriyim.
Eleştiri bambaşka bir şeydir. Sadece soyut değil somut olgular içerir. Eleştiri bilgi ve tecrübe gerektirir. Asıl önemlisi merkezde ne olup bittiğinden haberdar olmak gerekir. Eleştiren bir Allahın kulu çıkmıyorsa merkezden (yöneticisinden, oyuncusundan, kulübünden, antrenöründen, hakeminden) Türkiye’de satranç bir arpa boyu yol alamaz.
Neden futbolda öyle de satrançta böyle ?
Futbolun ekonomisi almış başını gitmiş. Futbolla ilgilenen herkes para kazanmanın peşinde ve para kazanmakta. Kazançlarına birisi engel olduğunda derhal onu alaşağı etmenin yollarını bilmektedirler.
Satrançta öyle mi ? En başta oyuncusu züğürt. Antrenörü, hakemi züğürt. Tüm bunlar nasıl para kazanacaklarını bilmemektedirler, bilmek de istememektedirler. Onlar için yönetim değişmiş, değişmemiş umurlarında değil. Öyle bir zehirli aşı vurulmuş ki bunlara ; kim gelirse gelsin başa züğürtlüklerinin devam edeceğini düşünmektedirler. Zaten züğürtlüklerinden de memnunlar. Onun için kıllarını bile kıpırdatmıyorlar. En küçük bir gerçek eleştiri yok oyuncusundan, antrenöründen, hakeminden.
Bugün Mustafa Yılmaz çıkmalı ortaya. Demeli : ‘Benim (ben derken tüm takım arkadaşlarımın) çalışma programım yetersiz. Çalışma şartlarım yetersiz. Bana çalışma ortamı ve programı sağlamıyorlar. Benden bu kadar. Ama çalışabilirsem, antrenman yapabilirsem görün siz o zaman siz sonuç 42.lik midir yoksa birincilik mi ? Bunu söylerken antrenörümün, yöneticimin bana güleceğini biliyorum. Ama ben kendime inanıyorum. Ama ben birinciliği hedeflerken işte o bana gülenler ve satrancın ne olduğunu bilmeyenler bana inanmıyorlar. İnanç, imkan, iyi şartlar olmayan bir ortamda benden bu kadar.’
Mustafa Yılmaz çıkıp ortaya (ortaya yani gazete sayfalarına, sosyal medyaya, televizyona) bunu söyleyebilir mi ? Bilemem. Ama tahmin ederim. Çıkarsa ortaya, yöneticiler ikinci bir Suat Atalık vakasının farklı bir versiyonunu hemen uygulamaya koyarlar.
Bu memlekette satranç alanında sadece susanlar vardır. Konuştuklarında başlarına ne geleceğini tahmin ettiklerinden ve korktuklarından. Meşhur sözü tekrarlayayım. Korkunun ecele faydası yok.
Satranç Türkiye’de ölüm döşeğindedir. Siz bakmayın öyle dokuzyüz bilmem ne binlere varan sözlere. Bir kibritlik canları var çoğunun. Saman gibi birkaç saniyede yanıp kül oluverirler. Geriye dokuz bin kalırsa şayet öpüp de başımıza koymak gerek onları. Ben 9000 demiyor 900 diyorum. Türkiye’de satranç ile ilgilenen, satranç kültürüyle yoğrulmuş, satrancı hayatının bir parçası yapmış 900 kişi ancak vardır. İddia ederim.
Bir de umursamayanlar vardır. Çocuklarının zekasının bir an önce satranç sayesinde artmasını istemektedirler. Ama öte yanda çocuklarının zekası artmayınca ikinci gün paydos edenler. İşte bunlar, işte bunlar yönetime en büyük desteği vermektedirler. Ama hiçbir şeyin farkında değiller. Birinci gün çocuğunda zeka artışı göremeyince ikinci gün gel çocuğum buradan çıkalım, ben sana başka zeka artırıcılar bulacağım diyenler. İşte, bunların arkası hiç kesilmediği için yönetim ‘kapımız size sonuna kadar açık. Gelin, sürüyle gelin. Sürünüze bereket.’ demektedir.
O sürüden nemalanan sadece yönetim değil, yönetimi seçenler belki daha fazla nemalanmaktadırlar. Nemalarının kesilmemesi için hep aynı zihniyetli yönetimleri döndüre döndüre koltuğa oturtmaktadırlar. Koltuğa oturanlara da emirlerini dikte etmektedirler.
Züğürtlüğü sevenler, korkanlar, umursamayanlar olduğu sürece ve merkezi liyakatsizce işgal etmiş bir avuç kendine çıkarcı kulüp ve yönetici olduğu sürece satrançta bir arpa boyu yol alamayız.
Yukarıdaki sözlerimi eleştiri sanmayınız. Merkezden uzak, merkeze yakın olanlara da uzak, olayların içinde olmayan, sadece satrancın en dış halkasının bir köşesinde yer bulma çabası içinde olan biriyim.
Eleştiri bambaşka bir şeydir. Sadece soyut değil somut olgular içerir. Eleştiri bilgi ve tecrübe gerektirir. Asıl önemlisi merkezde ne olup bittiğinden haberdar olmak gerekir. Eleştiren bir Allahın kulu çıkmıyorsa merkezden (yöneticisinden, oyuncusundan, kulübünden, antrenöründen, hakeminden) Türkiye’de satranç bir arpa boyu yol alamaz.