10-11-2012, 14:28
Daha önce bir yazımda, satranca genellediğim açlık grevinde, bu konuya değinmiştim.
"Çaresizlik Teması" nedir?
Satranç oyununda "taktik bir konum" olarak gündeme gelen "çaresizlik teması", oyunun herhangi bir aşamasında, rakip taşlar tarafından tehdit altında kalan ve hamle sırası kendinde olan taşın, nasıl oynanması gerektiği konusudur... Bu konumun iki özelliğinden bahsedeceğim:
1. Bu temada, düşman kampında kaybı kesinleşen taş düşmana maksimum zararı vererek kendini feda eder. Bu fedadan sonra düşman kampta doğan hasarların sağladığı üstünlükleri (avantajları) değerlendirerek yeni ataklar düzenlenir ve oyun kazanılmaya çalışılır...
2. Her zaman ille de o taşı feda etmek gerekmeyebilir. Hamle sırası sizde olduğu için, siz rakibe daha çok tehlike içeren yeni bir hamle de oynayabilirsiniz. Taş nasıl olsa kayıpta ise, rakibin onu alması için harcayacağı zaman ve hamle karşılığında siz bir başka hamle de planlayabilirsiniz. Bu da çaresizlik temasının "gözden çıkarma, ilgilenmeme" tarafıdır. Rakibiniz o taşınızı alacağım diye uğraşırken siz potansiyel olarak çok daha güçlü bir hamleyi devreye sokabilirsiniz ve bu nedenle belki de rakip, tehdit altındaki taşınızı almaktan vaz geçerek, yeni hamlenizin kendisi için oluşturacağı tehditleri düşünerek o da başka bir hamle oynayabilir. Bu durumda tehdit altındaki taşınız bir nefes almış olur... Belki de hep beraber oyunu kazanma fırsatınız doğar...
Çaresizlik temasının daha bir çok kombinezonu ortaya çıkabilir ancak bu iki özelliği hemen hemen "esastır" ve bu iki özellik açısından açlık grevlerini değerlendirelim...
Açlık grevlerinin rakibin vicdanına seslenmek olduğunun altını çizmiştim daha önce!
Çünkü savaşanlar kesinlikle insandır. Çanakkale'de gündüz çatışıp, gece birbirlerine sigara atan askerler anlatılır... Savaş politikanın en üst biçimi ise onun da uyulması gereken kuralları vardır. Yine Çanakkale'de iki siper arasında vurulup kalan yaralı bir İngilize dayanamayan Memedin birisi, bir an beyaz bayrak kaldırarak ateş kes sağlar. Siperinden çıkar yaralı İngiliz'i omuzladığı gibi kendi arkadaşlarına teslim eder ve kendi siperine döner, yeniden başlar çatışmaya... Bir çok savaşın belki de kazanılma nedeni, ölür ve öldürükendahi insanlığı elden bırakmayan bu gizli kahramanlardır!...
Rakip vicdansız ise nereye seslenmektir açlık grevi?
Kamuoyunun vicdanına seslenmektir!
Kamuoyu harekete geçmiyorsa?
Dünya kamuoyunun vicdanına!
Onlar da duymuyorsa?
Tarihe not düşmektir artık yapılması gereken!
Peki şimdi neresinde ve hangi durumundayız sürecin?
Bu açlık grevinin karar organı her kimse, eğer mevcut konum içerisinde, 1. Hamle Türünü, yani tutsakları FEDA etmeyi seçmişse, bu eylemeden umulanı elde etmesi için eylemdeki tutsakların ölmesini bekleyecektir. (Kaldı ki talepler tutsakların omuzlaması gereken yükten çok ağırdır, bu durumda düşman kampındaki piyadelerin fedası kendi diyalektiği içinde "uygun" görünmektedir. Onlar karar organına göre nasıl olsa kayıp konumundadırlar...) Tutsakların ölümü karşılığında elde edeceği üstünlüğe(?) ulaşmak isteyecektir. Çünkü konumun 1. hamledeki özelliğine göre, eylemcilerin ölmesi sonrasında "rakip kampta " gedikler açılacaktır ve açılan bu gediklerden rakibe yapılacak yeni ataklar ile oyunu kazanma çabasını sürdürecektir! Buna göre tutsaklar eğer kararlılıklarını sürdürür ve devlet istekleri kabul etmez ise, tutsaklar ölene dek direnişin sürmesi istenecektir!...
2. Hamle türü düşünülüyorsa, hiç olmaz ise ilk başlayanların eylemi sonlandırması gerekmektedir. Yani tutsakların FEDA edilerek, onların ölümü üzerinden bir kazanç(?) sağlamak değilse amaç, bu tutsaklar derhal bu eylemi bırakmalı ve yeni bir HAMLE ile mücadele yoluna gidilmesi gerekmektedir. Bu yeni hamle ne olabilir? Örneğin BDP milletvekillerinin meclis önünde açlık grevine başlamaları olabilir. Bunlar kesinlikle içerideki tutsaklardan daha etkili olurdu. Çünkü içerideki tutsakların "suçlu" imajı kamuoyunun desteğini kıran bir unsurdur. Ya da "PKK'nın sicili" bu konuda yeterli desteğin oluşmasını engellemektedir. 2. Hamle başka ne olabilir? Dünya kamuoyunu devreye sokacak (ama dışarıda) bir dizi demokratik eylemler olabilir. Başka?
Başka yol yok. 30 yıldır akan kan akmaya devam eder... Devlete sorarsan; PKK silah bırakmalı, teslim olmalıdır! Bana sorarsanız; en az bir beş yıllık ateşkesi önerebilirim! Artık insanların kanla boyanan şuurları bir müddet nefes almalıdır. Ateşkes süreci içerisinde Türklerin ve Kürtlerin birbirini anlamalarını sağlayacak "empati" yolları bu süreçte devreye sokulmalıdır. Yine bu süreçte, kandan beslenen sorunun istenmeyen unsurların devre dışı kalması her iki halkın bilincinde bir aydınlanmaya yol açabilir. Böylesi bir süreçte, Kürtlerin mevcut siyasi temsilcilerinin ayrılmayı istemedikleri de göz önüne alınırsa, ortak ülkenin batısı ile doğusu arasında, mutlak şekilde sorunun çözümüne yönelik bir takım kültürel köprüler kurulabilir. Annelerimiz, çocuklarımız halklarımız arasında "empati köprüleri"... Kafa yorulursa bunun yolu çoktur!...
(Dün bir 21 plakalı taksi gördüm Antalya'da, arkasına Ayyıldız asmış geziyordu. Artık batıda yükselen tepkilerden duyulan korku olarak yorumladım... Bu ciddi bir durumdur, çelişkiyi her an provake edecek yapılar ortaya çıkabilir.)
Böyle bir ateşkesin başkaca yararları da olacaktır: Türkiye işçi sınıfı hükümete; "Nerde kalmıştık koçum?" diyebilecektir!... Herkes bilmeli ki bu savaş aynı zamanda sınıfın sorunlarını "konuşmasının" önünü tıkamış durumdadır. Kısacası ateşkes, "seküler çelişkileri" açığa çıkaracaktır. (Devrimciler ise temel çelişkinin bilincinde olarak daima uyanık kalmak zorundadır!...)
Ben tutsakların eyleminin rakibin vicdanına seslenmek amaçlı olduğunu düşünmüyorum. (Bu olursa mutlaka çok iyi olur.) Ancak "ayrılmayı" düşünmeyen bir hareketin, tutsakları ölüme yollamasının yanlış olduğunu söylüyorum. Yine ayrılmayı düşünmeyen bir hareketin, birlikte yaşamak istediği diğer halkın sorunlarına da kulak vermesi ve birlikte devinecek yolları araması gerektiğini düşünüyorum. Bu nedenle Türkiye ve Dünya kamuoyunun bu eyleme verdiği tepkiler dikkate alındığında, tutsakların yaşaması yönünde bir kararın verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Birlikte yaşamayı seçen bir halkın öncelikle bu eylemde, ölüm ve feda motifinden vaz geçmesi gerekir. Yok eğer ayrılmayı düşünüyorlarsa ölme kararınıza ve kararlılığınıza saygı duyarım. Çünkü tarihi geriye doğru işlettiğinizde, Akif'in tespitini ben öteden beri haklı bulurum: "Toprakları toprak yapan üstündeki kandır/ toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır"... Dolayısı ile bu eylem, hiç bir talebin kabulünü sağlamasa bile tarihe düşülen bir not olacaktır!
"Hamlenin birincisi" bağımsızlık yolunda bir yürüyüşe denk düşer. Ama bir arada yaşamayı kabul ediyorsanız bu eylem burada son bulmalı, çözüme yönelik ortak çaba, hep beraber dünden daha gür bir sesle dillendirilmeli ve sorunun sınıfsal niteliği öne çıkarılmalıdır!...
Gerçekten konuşmaya; diyaloğa olan ihtiyacımız, en üst düzeyde açlığa dönüşmüş durumdadır!...
"Çaresizlik Teması" nedir?
Satranç oyununda "taktik bir konum" olarak gündeme gelen "çaresizlik teması", oyunun herhangi bir aşamasında, rakip taşlar tarafından tehdit altında kalan ve hamle sırası kendinde olan taşın, nasıl oynanması gerektiği konusudur... Bu konumun iki özelliğinden bahsedeceğim:
1. Bu temada, düşman kampında kaybı kesinleşen taş düşmana maksimum zararı vererek kendini feda eder. Bu fedadan sonra düşman kampta doğan hasarların sağladığı üstünlükleri (avantajları) değerlendirerek yeni ataklar düzenlenir ve oyun kazanılmaya çalışılır...
2. Her zaman ille de o taşı feda etmek gerekmeyebilir. Hamle sırası sizde olduğu için, siz rakibe daha çok tehlike içeren yeni bir hamle de oynayabilirsiniz. Taş nasıl olsa kayıpta ise, rakibin onu alması için harcayacağı zaman ve hamle karşılığında siz bir başka hamle de planlayabilirsiniz. Bu da çaresizlik temasının "gözden çıkarma, ilgilenmeme" tarafıdır. Rakibiniz o taşınızı alacağım diye uğraşırken siz potansiyel olarak çok daha güçlü bir hamleyi devreye sokabilirsiniz ve bu nedenle belki de rakip, tehdit altındaki taşınızı almaktan vaz geçerek, yeni hamlenizin kendisi için oluşturacağı tehditleri düşünerek o da başka bir hamle oynayabilir. Bu durumda tehdit altındaki taşınız bir nefes almış olur... Belki de hep beraber oyunu kazanma fırsatınız doğar...
Çaresizlik temasının daha bir çok kombinezonu ortaya çıkabilir ancak bu iki özelliği hemen hemen "esastır" ve bu iki özellik açısından açlık grevlerini değerlendirelim...
Açlık grevlerinin rakibin vicdanına seslenmek olduğunun altını çizmiştim daha önce!
Çünkü savaşanlar kesinlikle insandır. Çanakkale'de gündüz çatışıp, gece birbirlerine sigara atan askerler anlatılır... Savaş politikanın en üst biçimi ise onun da uyulması gereken kuralları vardır. Yine Çanakkale'de iki siper arasında vurulup kalan yaralı bir İngilize dayanamayan Memedin birisi, bir an beyaz bayrak kaldırarak ateş kes sağlar. Siperinden çıkar yaralı İngiliz'i omuzladığı gibi kendi arkadaşlarına teslim eder ve kendi siperine döner, yeniden başlar çatışmaya... Bir çok savaşın belki de kazanılma nedeni, ölür ve öldürükendahi insanlığı elden bırakmayan bu gizli kahramanlardır!...
Rakip vicdansız ise nereye seslenmektir açlık grevi?
Kamuoyunun vicdanına seslenmektir!
Kamuoyu harekete geçmiyorsa?
Dünya kamuoyunun vicdanına!
Onlar da duymuyorsa?
Tarihe not düşmektir artık yapılması gereken!
Peki şimdi neresinde ve hangi durumundayız sürecin?
Bu açlık grevinin karar organı her kimse, eğer mevcut konum içerisinde, 1. Hamle Türünü, yani tutsakları FEDA etmeyi seçmişse, bu eylemeden umulanı elde etmesi için eylemdeki tutsakların ölmesini bekleyecektir. (Kaldı ki talepler tutsakların omuzlaması gereken yükten çok ağırdır, bu durumda düşman kampındaki piyadelerin fedası kendi diyalektiği içinde "uygun" görünmektedir. Onlar karar organına göre nasıl olsa kayıp konumundadırlar...) Tutsakların ölümü karşılığında elde edeceği üstünlüğe(?) ulaşmak isteyecektir. Çünkü konumun 1. hamledeki özelliğine göre, eylemcilerin ölmesi sonrasında "rakip kampta " gedikler açılacaktır ve açılan bu gediklerden rakibe yapılacak yeni ataklar ile oyunu kazanma çabasını sürdürecektir! Buna göre tutsaklar eğer kararlılıklarını sürdürür ve devlet istekleri kabul etmez ise, tutsaklar ölene dek direnişin sürmesi istenecektir!...
2. Hamle türü düşünülüyorsa, hiç olmaz ise ilk başlayanların eylemi sonlandırması gerekmektedir. Yani tutsakların FEDA edilerek, onların ölümü üzerinden bir kazanç(?) sağlamak değilse amaç, bu tutsaklar derhal bu eylemi bırakmalı ve yeni bir HAMLE ile mücadele yoluna gidilmesi gerekmektedir. Bu yeni hamle ne olabilir? Örneğin BDP milletvekillerinin meclis önünde açlık grevine başlamaları olabilir. Bunlar kesinlikle içerideki tutsaklardan daha etkili olurdu. Çünkü içerideki tutsakların "suçlu" imajı kamuoyunun desteğini kıran bir unsurdur. Ya da "PKK'nın sicili" bu konuda yeterli desteğin oluşmasını engellemektedir. 2. Hamle başka ne olabilir? Dünya kamuoyunu devreye sokacak (ama dışarıda) bir dizi demokratik eylemler olabilir. Başka?
Başka yol yok. 30 yıldır akan kan akmaya devam eder... Devlete sorarsan; PKK silah bırakmalı, teslim olmalıdır! Bana sorarsanız; en az bir beş yıllık ateşkesi önerebilirim! Artık insanların kanla boyanan şuurları bir müddet nefes almalıdır. Ateşkes süreci içerisinde Türklerin ve Kürtlerin birbirini anlamalarını sağlayacak "empati" yolları bu süreçte devreye sokulmalıdır. Yine bu süreçte, kandan beslenen sorunun istenmeyen unsurların devre dışı kalması her iki halkın bilincinde bir aydınlanmaya yol açabilir. Böylesi bir süreçte, Kürtlerin mevcut siyasi temsilcilerinin ayrılmayı istemedikleri de göz önüne alınırsa, ortak ülkenin batısı ile doğusu arasında, mutlak şekilde sorunun çözümüne yönelik bir takım kültürel köprüler kurulabilir. Annelerimiz, çocuklarımız halklarımız arasında "empati köprüleri"... Kafa yorulursa bunun yolu çoktur!...
(Dün bir 21 plakalı taksi gördüm Antalya'da, arkasına Ayyıldız asmış geziyordu. Artık batıda yükselen tepkilerden duyulan korku olarak yorumladım... Bu ciddi bir durumdur, çelişkiyi her an provake edecek yapılar ortaya çıkabilir.)
Böyle bir ateşkesin başkaca yararları da olacaktır: Türkiye işçi sınıfı hükümete; "Nerde kalmıştık koçum?" diyebilecektir!... Herkes bilmeli ki bu savaş aynı zamanda sınıfın sorunlarını "konuşmasının" önünü tıkamış durumdadır. Kısacası ateşkes, "seküler çelişkileri" açığa çıkaracaktır. (Devrimciler ise temel çelişkinin bilincinde olarak daima uyanık kalmak zorundadır!...)
Ben tutsakların eyleminin rakibin vicdanına seslenmek amaçlı olduğunu düşünmüyorum. (Bu olursa mutlaka çok iyi olur.) Ancak "ayrılmayı" düşünmeyen bir hareketin, tutsakları ölüme yollamasının yanlış olduğunu söylüyorum. Yine ayrılmayı düşünmeyen bir hareketin, birlikte yaşamak istediği diğer halkın sorunlarına da kulak vermesi ve birlikte devinecek yolları araması gerektiğini düşünüyorum. Bu nedenle Türkiye ve Dünya kamuoyunun bu eyleme verdiği tepkiler dikkate alındığında, tutsakların yaşaması yönünde bir kararın verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Birlikte yaşamayı seçen bir halkın öncelikle bu eylemde, ölüm ve feda motifinden vaz geçmesi gerekir. Yok eğer ayrılmayı düşünüyorlarsa ölme kararınıza ve kararlılığınıza saygı duyarım. Çünkü tarihi geriye doğru işlettiğinizde, Akif'in tespitini ben öteden beri haklı bulurum: "Toprakları toprak yapan üstündeki kandır/ toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır"... Dolayısı ile bu eylem, hiç bir talebin kabulünü sağlamasa bile tarihe düşülen bir not olacaktır!
"Hamlenin birincisi" bağımsızlık yolunda bir yürüyüşe denk düşer. Ama bir arada yaşamayı kabul ediyorsanız bu eylem burada son bulmalı, çözüme yönelik ortak çaba, hep beraber dünden daha gür bir sesle dillendirilmeli ve sorunun sınıfsal niteliği öne çıkarılmalıdır!...
Gerçekten konuşmaya; diyaloğa olan ihtiyacımız, en üst düzeyde açlığa dönüşmüş durumdadır!...