HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ VE H. SERTAÇ DALKIRAN
#1
Yeryüzündeki en eski savaş, HAK ile GÜÇ arasındaki savaştır. Halen günümüzde tüm savaşların temelinde bu çelişki vardır. Hakka dayalı iktidarlar halkın ve barışın, güce dayalı iktidarlar ise, diktatörlerin ve zalimlerin iktidarıdır.

Hukuk sözcüğü dilimize Arapçadan girmiş olup, hak sözcüğünün çoğul durumudur. Arapça- Türkçe karışımı bir bireşimle; HAKLAR anlamındadır. Hukukun üstünlüğü kavramını, “hakların üstünlüğü” biçiminde çevirebiliriz. Sözcük kavramsallaştığı oranda ve kullanım alanlarına göre başkaca anlamlara bürünebilmektedir. Hukukun üstünlüğü ilkesi tüm demokratik anayasalarca temel ilke olarak benimsenmiştir.

HAK ile GÜÇ karşılaştırıldığında, hak öylesine çekici, yakıcı ve etkindir ki; en zalim diktatörler bile onsuz yapamazlar ve kendilerini haklı gösterecek bir takım demogojilere başvururlar. Bu demogojileri üretebilmek için “ikiz kuleler” yıkılır ve Afganistanlara girilir, “ıraklar” “yakın” edilir… Binlerce halk çocuğunun canları- kanları pahasına… Kurt ırmağın aşağısındaki kuzuyu yiyeceğinde “suyumu bulandırma” demekten kendini alamaz. Hayvanlar aleminde bile hakka dayanma eğilimi vardır!... Sürdürülebilir her türlü savaş “hakka” dayanmak zorundadır. Hak’lı olmayan tüm savaşlar kaybedilmeye mahkumdur.

Herkesin hemfikir olabileceği bir uzlaşma- konsensus, ancak ve ancak hakların belirleyici olduğu kabuller sonucu gerçekleşebilir. Güce dayalı her türlü anlaşma bozulur. Her kim ki; etkinliğini-aktivasyonunu haktan alıyorsa, ya da güç ile hakkın ittifakını etik,estetik ve diyalektik bir biçimde gerçekleştiriyorsa, o kişinin konumu herkes tarafından benimsenir. Kendi iç çelişkileri olgunlaşmadan hiçbir güç o kişinin konumunu yıkamaz. Bunun dışında herkesin konumu mutlak yıkılmaya mahkumdur.

Sevgili İlhan Selçuk , çok değerli bir hukuk savaşçısı olan ve bir zamanlar darağacının eşiğinde benim de savunmanlığımı üslenmiş olan, saygıdeğer Av. Halit Çelenk’in “Hukuksuz Demokrasi” adlı kitabının önsözünde şöyle der: “ Hukuk hava gibidir, varken kimse değerini anlayamaz”… Soluduğunuz havanın bir an tükendiğini düşünün! Düşünme becerisi olmayanlar 1 dakika gibi nefesini tutarak bunu anlayabilir. Kalp krizlerinde 5 dakikadan fazla solunumu duran bir hastanın beyin ölümü gerçekleşmektedir. O halde hukuksuz bir toplumda insanların beynini kullanması da olası değildir. Beyinsiz bir toplumda da aptalların oranını bir hayli yüksek olur. İktidardakiler de böylece, aptal bir toplumu yönetmekte güçlük çekmez!...

Hakların en güzeli olan ÖZGÜRLÜĞÜ elinden alınan bir insanın, önce söz hakkını keserler. Böyle bir insana saldırmak kolaydır. O artık tahtanın zayıf taşıdır! Onu karalamak, tecrit edip yalnız bırakmak çok kolaydır. Her ne kadar “suçu sabit olana değin kişi masum sayılır” ilkesi varsa da, bir karalamaya kurban gitmeye görün. Lime lime ederler adamı. Adeta recmedilirsiniz. Agahi’den türküler düşer dillere:

“Dost bildiklerim hep benden kaçtılar
Baş tutan yaramı geri açtılar
Kıymetime türlü paha biçtiler
Altın oldum bakır oldum pul oldum”

H.Sertaç Dalkıran’ı tanımam. TSF forum sayfalarındaki birkaç tartışmanın dışında kendisi ile en küçük bir alış-verişimiz olmamıştır. Oturup konuşmuşluğumuz yemişliğimiz içmişliğimiz yoktur. Ancak içine düştüğü mevcut durum sonrasında, dost bildiği yakasındaki bit yavruları onu yalnız bırakıp, yalnız bırakmakla da kalmayıp, vurun abalıya tarzında kendisine saldırınca, bu kişinin hakları konusunda kendimi sorumlu hissettim. Bu benim birey ve yurttaş olma bilincimden kaynaklanan sorumluluk anlayışımın gereğidir. Söz konusu olan,H. Sertaç Dalkıran’ın suçlu yada suçsuz olup olmadığı sorunu değildir. Suçlu da olabilir suçsuz da. Bu benim bileceğim bir şey değildir. Benim bildiğim tek şey, ister eğri tartsın ister doğru tartsın adalet terazisi kendisini tartıp suçlu ilan etmeden, yargı süreçleri sonuna kadar işlemeden, bu kişiye hiç kimse suçlu gibi davranamaz.

Ne yazık ki davrandılar. Böyle davrananlar ayrı bir suç işlemişlerdir. Dalkıran günün birinde suçlu bile bulunsa, onun suçlu olması, ona karşı işlenen suçu ortadan kaldırmayacaktır. Hiç kimse bir gün Dalkıran’ın suçlu bulunması durumunda bana “gördün mü “ demeye kalkmasın. Onlar gene de suçlu olacaklardır. Hukukun üstünlüğünü savunan herkes bunu böylece kabul etmelidir.

Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim.Elbette hukuka riayet edeceğiz. Ancak “Bir Ceza Avukatının Anıları” adlı kitabında Prof. Dr. Faruk Erem, suçsuz yere asılan onlarca insanın öyküsünden bahseder. Suçsuzluğu asıldıktan sonra anlaşılan garipler…Keza ben kendim de işlemediğim bir suçtan ölüme mahkum olmuş, 20 yaşından 30 yaşına değin 11 yılını hapiste geçirmiş bir insanım. Kimse inanmak zorunda değil. Bunu bir tek ben bilirim. Acılarımızın ucunda 7 yıldır felçli yatan annem ve gencecik yaşta damarları kuruyan yüreğim bilir. Yani kişi mahkemece suçlu bulunsa bile yine de masum olabilir. Bu durumda hakkın sesteşi olan HAK’TAN başka sığınacağınız liman yok gibidir. Ancak zaman ve konuma bakanlar durumu çözebilirler. Bilinemeyenler bilinenlerle kuşatılarak, gerçeğe ulaşılabilir. Fotoğrafa iyi bakmak gerek. Pozisyonların dili vardır: sorunca taşlar bile konuşurlar. Bunu da en iyi satranççılar bilirler…

Sayın DALKIRAN’IN başına gelenler her antrenörün başına gelebilir. Türkiye’de satrancın gelişiyor olmasından rahatsız olan, Türklerin düşünceyle,beyinle, felsefeyle uğraşmasından rahatsız olanlar, herkese böylesi bir kumpası kurabilirler. Kimse kendini HAK’KIN yerine koyarak hakikati bilmeden kişileri yargılamaya kalkmasın. Ayrıca suçluların bile ıslah olduktan sonra aramıza karışmaya, memnu haklarını geri alma hakları olduğunu da unutmamak gerek. Kraldan çok kralcı olanlar, eninde sonunda uşak ruhlu kimselerdir.

TSF Forumda DALKIRAN’I “sapıklar” diye niteleyip beni de “sapık hayranı” ilan eden şahsın ilgili yazısının tsf forumdan silinmesi ve kişinin davranışı hakkında forum yetkililerini göreve davet etmiş olmama rağmen,o yazı hala orada duruyor. Konuyu inceleyeceklerini ve gerekeni yapacaklarını söyleyen sayın başkan Ali Nihat Yazıcı şu ana değin bir şey yapmamışlardır. Bu durumda ben ne düşünmeliyim acaba? Yoksa bunlar ufak işler mi?! Herkes ne eylerse kendine eyler… “Alan kendinden alır/ veren kendine verir”!...

Lanetlenmiş bir toplumda lanetlenmekten korkmuyorum.
Kötü bir toplumun iyisi olmaktan korkarım.
“Kötülerin kötüsü/ iyilerin iyisi” olabilmektir aslolan!...
Cevapla
#2
Bir ucundan başlamışız hayatın, yaşaya yaşaya kemiriyoruz kendi geleceğimizi..
An(ı)lar biriktiriyoruz ki; kimisini hatırlamak ne ağırdır..
Eski sevgililer, eski hayaller, eski vedalar….
Birbirine ne anlatır, ne konuşur bu insanlar..
Suçu zamana atacak kadar tüketip tazecik ömürlerini..

Herkesin hayatında dönüm noktaları vardır…
Suçlamak ne hafiftir dostlar, suçlanmak ne ağırdır..

Yürünecek yollara inat, koşardım ben çocukken,
Yollardan korkmazdım da yıllar geçti tez elden..
Ardımda ne güzel anılar bıraktım kim bilir..Kim bilir de bu anılar hani nerde kim bulur?Onurlu yaşamak isteyenler erken mi ölsün dostlar?Ömrün bir yerinde bir iftiraya uğramak şart mıdır?Hepsini bir kenara koydum da başkasının sehpasını tekmelemeyi bu kadar çok istemek neden?
Kimler aynı şeyi yazdı, kimler aynı şeyi düşündü bilmem; ama biz hakim değiliz ve bu heves ne daha dava bitmeden?

Hukuka saygı gerek ve bir o kadar da sabır..
Beklediğin sende kalsın, beklemediğin olur..
Ara
Cevapla
#3
Aşağıda;
İ.T.Ü. Türk Musikisi Devlet Konservatuarı Sanatçı Öğretim Görevlisi İrfan Kurt tarafından kaleme alınmış
"Halk Kültüründe Hiciv ve "Manda Yuva Yapmış Söğüt Dalına" Gerçeği"
adlı yazıyı AKTARI-YORUM:



"Çoğu kez güldürmek, güldürürken düşündürmek, yermek, övmek, eğlenmek, dalga geçmek, gönderme yapmak v.b için yapılan Hiciv Sanatı; Halk Kültüründe: Halk Şiiri Halk Türküleri, Fıkralar, Bilmeceler, Tekerlemeler, Destanlar, Hikayeler, Atışmalar Günlük konuşmalar,Şakalar gibi bir çok alanda sıkça kullanılmaktadır.

Halk Şiiri ve Türkülerde anlatım bazen çok açıktır,söylenmek istenen açık ve net bir dille anlatılmıştır.

Eşeği saldım çayıra
Otlaya karnın doyura
Gördüğü işi hayıra
Yoranında avradını
Kazak Abdal

Telli sazdır bunun adı
Ne ayet dinler ne kadı
Bunu çalan anlar kendi
Şeytan bunun neresinde
Aşık Dertli

Çağımızın en büyük ozanlarından olan Aşık Veysel :

Raşit çoktur adın gibi
Hiçbir tat yok tadın gibi
Yontulmadık odun gibi
Uzatmışsın boy Raşit demiştir

Ruhsati ise :

Babanı katmam sayıya
Özün benzettim ayıya
Kendi eştiğin kuyuya
Düşesin Seyit Efendi diyebilmiştir.

Bu ve bunun gibi bir çok örnekte ; kendilerini küçük gören ,aşağılayan kişilere Hiciv ile verilen cevaplarda bir yerme söz konusudur.

Türk Halk Müziğinin Hiciv ustalarından Şemsi Yastıman;
“Türk’ü anlamak için Türkü dinlemek gerek” sözü ile bir cümleye dört anlam sığdırabilme ustalığının yanı sıra “Meslekler Destanı” nda ise saz çalıp türkü söylemesinin nedenlerini,hiçbir meslekte dikiş tutturamamasını sayfalar süren destanında çalıp söyleyerek hicvetmiştir.
(Destan dan Bir örnek)

Üfürükçü oldum önce kendim çıldırdım
Müezzin oldum cemaati yıldırdım
İmam oldum yanlış namaz kıldırdım
İşten el çektirdiler vaaz ile


Görüldüğü gibi bu örneklerde açık bir anlatım vardır.

Bazen da karşısındaki överken yerilmiş, cahil yerine konulmuştur. Bilmediği farklı anlam taşıyan kelimeler kullanılmıştır

Fahr-i alemsin ve lakin fa sı yok
Gevher-i kaansın ve lakin ra sı yok
Dilerim haktan bunu ruz-u şeb
Sana bir merkeb vere kim ba sı yok

Anlatılan kısaca şu:

Alemlerin efendisisin lakin – fa –sı olmayınca geriye” har “kalıyor yani alemlerin eşeğisin deniliyor.
Mücevher kutususun değerlisin lakin- ra- sı olmayınca geriye gevh yani” kene”kalıyor
İnsanların kanını emiyorsun
Dilerim bunu haktan gece gündüz (ruz-u şeb)
Merkeb in ba-sı olayınca geriye- merk –yani ölüm kalıyor.
Dilerim haktan tez zaman da ölesin denilmekte ve içersinde gizli anlamlar bulunmaktadır.

Halk şiirinde Hicvin içersinde “Bilip de bilmemezlik den gelme” veya “Olmazı oldurma “başlıkarıyla anlatılan türlere de sıkça rastlanmaktadır.Bu zaman zaman tasavvuf-i konuları da içine almıştır.

Büyük tasavvuf şairi Yunus Emre den birkaç örnek:

Bir sinek bir kartalı
Kaldırdı vurdu yere
Yalan değil gerçektir
Bende gördüm tozunu
------------

Balık kavağa çıkmış
Zift turşusun yemeğe
Leylek goduk doğurmuş
Baka şunun sözüne
-------
Bir serçenin kanadın
Kırk kağnıya yüklediler
Kırk çift dahi çekemedi
Şöyle kaldı koşulu
-------

Öküz taşın üstünde
Taşı balık götürür
Balığı götüren su
Bünyadın yelden kodu

-------------

Yunus bir söz söyledi
Hiçbir söze benzemez
Cahiller kazamazlar
Hiç ilmin kuyusunu
------------

Kaygusuz Abdal da da bir çok örnek vardır bunlardan bazıları:


Kaplu kaplu bağalar kanatlanmış uçmağa
Kertenkele derilmiş diler kirim geçmeğe
Kelebek ok yay almış ava şikara çıkmış
Donuzları korkutur ayuları kaçmağa

---------------

Ergenenin köprüsü susuzluktan bunalmış
Edirne minaresi eğilmiş su içmeğe

----------
Kaz destanından birkaç satır:

Bir kaz aldım ben karıdan
Boynu da uzun borudan
Kırk abdal kanın kurudan
Kırk gün oldu kaynadırım kaynamaz

Sekizimiz odun çeker
Dokuzumuz ateş yakar
Kaz kaldırmış başın bakar
Kırk gün oldu kaynadırım kaynamaz

Kaygusuz Abdal n’idelim
Ahd ile vefa güdelim
Kaldırıb postu gidelim
Kırk gün oldu kaynadırım kaynamaz


Bu destanın benzerini dedem avcı hikayesi olarak anlatır, hikayenin arasında da destandan beyitler söylerdi. Bu destanda olmayan fakat dedemlerin söylediği birkaç beyit vardır. Bir tanesi şöyledir:

Altından ataş yaktı
Üstünden güneş yaktı
Kaz kaldırdı boynun baktı
Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz


Gelelim “Manda yuva yapmış söğüt dalına “türküsüne:

Türküler eleştirilmek istendiğinde sözleri anlamsız bulunduğunda hep bu türkü dile dolanmıştır.eğer ki ; yöresel kültür, dil, türkünün ne amaçla yapıldığı neyi anlattığı bilinmiş olsa eleştirenler herhalde başlarını öne eğerdi:

Türkü Kastamonu’nun Tosya ilçesinden derlenmiştir. Bende Kastamonuluyum. Çocukluğumdan beri duyduğum bildiğim şekli ile yörede okunan sözleri şöyledir

Of-of-------
Manda yuva yapmış söğüt dalına –aman aman
Yavrusunu sinek kapmış gördün mü
Amanin yandım.
Amanin amanin amanin yandım
Tiridine tiridine tiridine bandım
Bedavamı sandın para vedim aldım
Of-of-------
Sabahlayin erken çifte giderken-aman aman
Öküzüm torbadan düştü gördün mü
Amanin yandım

Bağlantı

Of-of----
Sabah ezanını okurken-aman aman
Müezzin minareden uçtu gördünmü
Amanin yandım

Bağlantı

(Bu türkü TRT repertuarına “ Aşağıdan geliyor Türkmen koyunu” Kıtası ilavesi ile girmiştir. Bunun nedenleri ayrı bir konu başlığıdır.)
Türküde anlatılmak istenilenin ne olduğunun anlaşılabilmesi için hem türkünün çıkış nedeni hem de yöresel özelliklerinin bilinmesi gerekmektedir. Yöre dili ve anlatımı yöresel kültür çok önemlidir. Bizce çok bilinen bir kelime yörede farklı anlamlarda kullanılabilmektedir. Örneğin :”Handan” Hoş neşeli, güler yüzlü anlamında bir bayan ismi olarak bilinmesine rağmen ,handan yörede aşağılayıcı küfür niteliğinde bir sözdür. Mayıs bir ay adı olmasına rağmen yörede taze tezek için kullanılır.V.b
Türkünün hikayesine gelince:
Dönemin beyi tarafından halk ozanlarının yönetim aleyhine söz söylemeleri yasaklanmıştır. Bu yasağın yanı sıra saz çalıp türkü söyleyen ozan a bir eğlencede kendilerine türkü çalması emrivakisi yapılmış,bir kenara da önüne kuru ekmeklerden oluşan yemek konmuştur. Bu ortam da bu türkü nün çıktığı söylenmektedir.

Ozan da kendisine yapılan bu haksızlığı onlarla dalga geçerek dile getirmiştir.
Şöyle ki:
Tosya bilindiği gibi pirinci ile ünlüdür.çeltik tarlalarının sürülmesinde kullanılan Manda yazın sıcağında göletlere yatarak az kıllı olan derisini hem serinletmek hem sineklerden korumak amacıyla çamura bular. Bunun içinde göletlerin ve çeltik tarlalarının kenarlarında bulunan ve dalları da suyun içine kadar uzanan salkım söğütlerin dalları üzerine ,gölgesine yatar .İşte mandanın söğüt dalına yuva yapması budur. Yavrusunu Sinek Kapması da yavrunun sinek tarafından ısırılmasıdır.çünkü yörede kapmak sözü ısırmak anlamındadır. "Köpek kapar" gibi.
Ayrıca “cız tutmak” diye bir deyim vardır. Bir tür sineğin hayvanların kuyruk altlarına girip ısırması ile oluşan ve hayvanı delirten oradan oraya sıçratan bir olaydır.
Ardından “gördünmü” sözcüğü ile türküye devam edip akıl almaz olayların olduğunu vurgulayıp alay etmektedir.

İkinci kıtadaki “Öküzün torbadan düşmesi ise:Öküzlerin hem yemlenmesi , ekine zarar vermemesi hemde zaman kazanmak için boyunlarına takılan yem torbasının öküzün boynundan çıması ve öküzün yemeden içmeden kesilmesi anlamını taşır.
Üçüncü kıtadaki müezzinin minareden uçması da erenlere karışması ermesi anlamındadır.
Bağlantı bölümünde de tirit yemeğini emeği karşılığı hak ettiğini anlatıyor. Tirit: kuru ekmekleri sıcak su ile ıslatılarak yapılan bir yöre yemeğidir.durumu iyi olanlar et suyu soğan ve kıymada ilave edebilirler.
Türkü baştan sona içinde doğruları anlatan fakat ilk bakışta anlamsız gibi görünen
Bir ifade taşımaktadır. Ozanın ince zekası hiciv sanatının çok güzel bir örneğini sunmuştur. Özellikle farklı anlam taşıyan kelimeler seçilmiş ;kendine yapılan haksızlığa onlarla alay ederek “eylenerek” dalga geçerek cevap verilmiştir.
Ayrıca Türkü melodik açıdan da çok zengindir. Hoş ritmik bir yapısı vardır .Bu nedenle üç kuşak Halk Müziği sanatçıları tarafından Repertuarlarına alınmışlar ve kasetlere okumuşlardır. Zehra Bilir, Belkıs Akkale ve Kubat bu sanatçılara örnektir.

Türküler Dolusu Sevgiyle Dostlukla "
Cevapla




Konuyu Okuyanlar: 2 Ziyaretçi