NEDEN HEP "O" KAZANIYOR ?
#5
Biz kaybediyoruz, çünkü biz satranç oynamıyoruz. Bizim yaptığımız; dağınık, gelişigüzel hamleler. Anlık heyecanlarla, bir yerlerden rüzgâr eserse kımıldanıyoruz. Satranç, bir strateji oyunudur. Bizimse stratejimiz yok. Bu nedenle, bir oyunun içinde olsak bile, bizim oynadığımız oyunun ruhu satrançtan yoksun. Biz, satranca ve santranççıya yakışmayacak biçimde davrandığımız için kaybediyoruz ve biz kaybettiğimiz için satranç ta kaybediyor.

Stratejimiz yok, çünkü kararlılıkla yürdüğümüz bir amacımız yok. Biz uğraşırsak ne için uğraşacağız, neyi amaç edineceğiz: Türk satrancının yücelmesi. Edineceğimiz amaç, yalnızca bu olabilir. Peki, bu amaç için yürürken nelerle karşılaşacağız? Bir kere, içinde bulunduğumuz çürük düzeni yıkmak gerek. Bu da çaba, sabır ve tiksintilere karşı sağlam miğde ister. İnsanları örgütleyeceğiz. Herbiriyle ayrı ayrı uğraşmak gerek: Kaprisleriyle, üşengeçlikleriyle, korkularıyla, güvensizlikleriyle, yanlış düşüncelerin esaretinden kurtarmakla, yoldan sapmaya varacak yersiz içkavgaların önüne geçmekle usanmadan uğraşmak... Bu da elbette beceri ister.

Onlarınsa işi kolay: İçinde bulunduğumuz çürük ortamı değiştirmekle uğraşmalarına gerek yok. Onlar zaten bu bataklıktan besleniyor. İnsanları aldatmaktan, onlarla alay etmekten pek bir hoşlanıyorlar. Bu ortam da bunu kendilerine sağlıyor. Amaç konusuna gelince, kendilerine amaç olarak, böylesine çürük ortamlarda edinilecek en basit amacı edinmişler: Sağ cep dolduğunda sol cebi doldurmak. "Üretmeyi" amaç edinecek yürek bunlarda ne gezer? Edindikleri hangi beceri, üretmeye yönelik? Bunların eline özenle üretilmiş bir yapıt ver, ya bozsun ya kırıp atsın. Ali yazar Veli bozar, demişler. Bizim Ali, yazıcı değil, bozucudur; buna ne buyuralım? Ama sonuçta, bunların amaçları böylesine basit ve beceriistemez de olsa, yine de belli bir amaçları var. Amaçları olduğu için stratejileri oluveriyor. Stratejileri olduğu için de satrancın ruhuna göre hareket ediyorlar. Kazanan da doğal olarak onlar oluyor.

Yalnız, burada şuna dikkat etmek gerek: Onlar, satranç ruhuna göre oynadıkları ve gözükara oldukları için kazanıyor, biz ise satraç ruhuna göre oynamadığımız, masaya sanki eğlenmek düşleriyle oturduğumuz için kaybediyoruz. Yoksa satrancı da, satrancın ruhunu da bizden iyi bildikleri yok. Daha iyi anlaşılması için, bu durumu şöyle bir benzetmeyle anlatalım: Satranca yeni başlayan, aynı düzeyde iki çocuk düşünün. İlk turnuvalarında karşılıklı oynuyorlar. Bu çocuklardan biri, henüz yetersiz olduğunun ayırdında olsun, diğeri ise yetersizliğinin ayırdında olmasın. Böyle iki çocuk arasındaki bir oyunda genelde izlenilecek olan şudur: İkisi de aynı düzeyde dedik ya, oyunun görüntüsü hiç de öyle değildir. Yetersizliğinin ayırdında olan ve bu nedenle kendinden kuşku duyan çocuk, hamlelerini çekine çekine yapar. Taş yerken bile ürker. Yetersizliğinin ayırdında olmayan, dolayısıyla kendinden kuşku duymayan diğer çocuk ise gözükaradır. Yediği her taşı, vezir yer gibi, "çat" diye yer. Taş yemese bile yemiş gibi "pat" diye koyar taşı, koyacağı yere. Biri gözlerini rakibinden adeta kaçırırken, diğeri rakibini gözleriyle yer. Biri sanki kendini "masada bulmuş" gibidir, diğeri o masaya "kendi" oturmuştur. Güçleri denk te olsa, böyle bir oyunu kimin kazanacağını söylemeye gerek yoktur. Birinci tür çocukların, satrançtaki ilk turnuvalarında bu yaşadıkları yüzünden genelde hevesi kırılır; satranca devam etmezler. Ancak, eğer yılmaz, satranca devam ederse ve gelecekte bu ikisi arasından bir büyük satranççı çıkacaksa, o kişi, birinci çocuk olacaktır. Çünkü yetersizliğinin ayırdında olan o çocuk, bu duygunun altında ezilmemiş, kendini çekmemiş, yanlışından ders almıştır, satrancı, artık, satrancın ruhuna göre oynamaktadır. Üzerindeki başarısızlık yeleği bu çocuğa gittikçe küçük gelir, çünkü böyle bir çocuk, uzar da uzar. Sonunda artık kendisine dar gelen o yeleği alır, diğer çocuğa kendi elleriyle giydirir. Çünkü yetersizliğinin ayırdında olmayan öbür çocuk, boy atamaz.

Diyeceğim o ki, bu yelek, bizim üzerimize kader değildir. Sanıldığı gibi, onlar güçlü yada becerikli, biz güçsüz yada beceriksiz değiliz. Yoksa sorabilir miydik adamlara: Mağdem o kadar güçlüsün, tartışmaktan kaçacak delik aramak niye?
Ara
Cevapla


Bu Konudaki Yorumlar
NEDEN HEP "O" KAZANIYOR ? - Yazar: Selçuk Aydın - 16-09-2010, 13:31
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: TUNCAY ŞEN - 20-09-2010, 20:05
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Selçuk Aydın - 21-09-2010, 22:54
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: TUNCAY ŞEN - 23-09-2010, 20:22
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: İskender Altındiş - 24-09-2010, 01:44
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: TUNCAY ŞEN - 24-09-2010, 19:22
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: İskender Altındiş - 25-09-2010, 23:37
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: İskender Altındiş - 25-09-2010, 23:39
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: İskender Altındiş - 27-09-2010, 22:07
vıdı vıdı - Yazar: Selçuk Aydın - 28-09-2010, 20:12
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Eray Selim Er - 28-09-2010, 21:27
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: İskender Altındiş - 29-09-2010, 07:05
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Hoca - 02-10-2010, 08:22



Konuyu Okuyanlar: 1 Ziyaretçi