Küçük çocukların oyun stili
#1
2012-2013 Satranç Küçükler Ankara İl Birinciliğinde 9 yaşlarda oynayan oğlumun oyunlarına bakarak gözlemlediğim bir durum var.

Bir kaç oyunda rakipleri ya çoban matı yapmaya çalışmışlar, ya da daha ilk hamlelerde başka prematüre mat ataklarına girmişler.

Bunlardan şu sonucu çıkarmak mümkün. Okullardaki satranç öğretmenleri çocuklara doğru dürüst satranç bilgisi verebilecek düzeyde değiller.
Gelişimi tamamlamadan (eğer rakip açılışta kaba hata yapmazsa) hücum edilmemesi gerektiğini bilmiyorlar.
Öğrencilerinin fazla çaba sarfetmeden 1 puanı almasını istiyorlar herhalde.

Eğer okullardaki satranççı olmayan satranç öğretmelerinin çoğunluğu böyleyse, gelecek nesillere iyimser bakmak zor. Sadece bazı büyük şehirlerimizdeki satranççı olan öğretmenleri yetiştirdiği çocuklarla yetinmek gerekecek. Bu da önemli bir potansiyelin kaybedilmesi anlamına geliyor.

Bu konuyla ilgili bir soru daha akla geliyor.
Okullarda satranç öğreten öğretmenleri yetiştiren TSF eğiticilerinin yeterli eğitimi öğretmenlere verememiş olması.

Umarım bu durum düzeltilir.

Saygılarımla,
Halil Özmen
Ara
Cevapla
#2
Dünyanın neresinde olursa olsun, "çoban matı" her satranççının sanırım ilk "çocukluk aşkı"dır...
Yasser Seirawan bile "Açılışlar" ile ilgili anlatımına çoban matı deneyimlerini aktararak başlıyor...

Yetişkinler açısından artık özümlendiği için yanlış sayılan bir çok davranış şekli, çocuklar için, onların gelişim evrelerinde belli başlı deneyimleri edinmek için kaçınılmaz olarak yaşanması gereken süreçlerdir...

Oyunun hedefi açısından çoban matı en basit hedef gösterme tekniğidir. 9 Yaş öğrencisi için artık "yıkılmış"(özümlenmiş) olması gereken çoban matı, başlama yaşının alt sınırları kabul edilen 5, 6, 7 ve hatta 8 yaşlarında yeni başlayanlar için mutlaka geçilmesi gereken bir eşiktir. Eğer 5 yaşında başlamışsa 8 yaşa geldiğinde çoban matı "yıkılmış" olmalıdır. Ama 8 yaşında başlamışsa, o çocuk da çoban matını yaşamak zorundadır. Burada "zorundadır" sözümü yine de tırnak içine alabilirim... Çünkü uzun erimli bir satranç eğitim proğramında bu zorundalık ortadan kalkabilir. Ne varki antrenörler velilerin beklentileri karşısında, bir an önce çocuğa bir şeyler öğretme baskısı altına girmekte ve çok da gerekli olmayan kimi basit temaları kullanma yoluna gitmektedirler. Başlama yaşının dünyaca 5-9 yaş kabul edildiği bir ortamda 9 yaşında başlayan bir çocuk için çoban matı gerekli olmayabilir. Ya da 5 yaş için kullanılan teknikler 9 yaş için atlanabilir. Bu öğrencinin hangi algı eşiğinde olduğu ve iletişim için sahip olduğu veri kapasitesi ile doğrudan ilintilidir.

Yeni başlayanlar için çoban matı çok da yanlış olmayan "stabilize" hatta "toprak" hatta "keçi yolu" sayılmalıdır. Bu yol hedefe ulaşım için ilkel de olsa yanlış değildir. Oyuncuya yol yordam bilgisi sağlar. Ayrıca bu yol yanlış öteki doğru demek satrançta zaten zordur. Yalnızca kimi yanlışları belirlenmiş yollar vardır. Onlarda bile yolun tamamen yanlış olduğunu hiç kimse iddia edemez. Ancak oyuncuyu (öğrenciyi) bu yolda bırakıp, ona "yol yapma tekniklerini" öğretmemek bir antrenör eksikliği ve yetersizliği olabileceği gibi, çoban matını öğrenince "tamam benim çocuğum için bu kadarı yeter" diyen veliler de turnuva salonlarında ortaya çıkan tablonun nedenleri olabilir...

Tüm bunlara rağmen ülkemizde kaliteli antrenör sorunu vardır. Kaliteli satranç eğitimi sorunu vardır. Ülkemizde kalite sorunu vardır. Üretime dönük olmayan eğitim sistemimiz, ezberci papağanlar yetiştirmekte ve bu ezbercilik ve sorgusuz sualsiz "evet efendim" tavrı yaşamın her alanına sirayet etmekte ve doğmatik görüş ve yaklaşımlar yaşamı kendimize zindan etmeye devam etmektedir...

Yaşanan sorun yalnızca satranç alanlarında değildir...
Cevapla
#3
Sn. Halil ÖZMEN,

Foruma şu ana kadar okumuş olduğum en önemli konuyu taşımışsınız. Tabi bunu ben bir eğitimci gözüyle bakarak söylüyorum.

Size gerçekten teşekkür ederim.

Konuyla ilgili birçok ilgili kişi, görüş, gözlem, tespit ve önerilerini aktaracaktır. Ben tamamen doğru olan gözlem ve tespitlerinize çeşitli açılardan (kimi zaman bir veli, antrenör, kursiyer, eğitici, antrenör eğiticisi, öğretmen, yönetici vb…) bakarak ve bizzat içinde olan biri olarak yaklaşmak isterim. Bu saydıklarımın her birinde belli bir süreç yaşadım.

Söyleyeceklerim konunun önemiyle orantılı olarak, gözlem, tespit, sebep sonuç ilişkilerini içerdiğinden biraz uzun gibidir. Onun için, SIKILMADAN OKUYACAĞINIZI UMARIM.

Çünkü çok önemli bir kitleyi taşımışsınız gündeme!

Önce tespitlerinizi kısaca maddeler halinde sunmak isterim;

1-Küçüklerin gelişmeden kazanma istek ve girişimleri,
2-Okullardaki öğretmenlerin düzeyi, onların, çocuklara belli bir çaba sarf etmeden maç kazanmaya yönlendirmesi,
3-Satranççı olmayan öğretmenlerin çoğunluğu ve satrancın geleceği,
4-“Okullarda satranç öğreten öğretmenleri” yetiştiren TSF eğiticilerinin yeterli eğitimi öğretmenlere verememiş olması.
5- Ve bir dileğiniz, bu durumun düzeltilmesi.

***
İnanın her bir madde aslında bir konferans hatta belki de bir şura konusu.
Evet, ortaya koyduğunuz tablo aynen böyle gözükebilir. Bu durum da en çok yarışmalara yansır, insanlar hemen bir yargılama sürecine girerler doğal olarak. Belli kararlar alırlar.

Ama ülkemizin eğitim sistemine baktığınız zaman bazı gerçeklerin, ideal uygulamalara geçit vermediğini görürsünüz. Buna rağmen bazı, kararlı ve ısrarlı eğitim alanlarında derslerin verilmeye çalışıldığı bir gerçektir. O kadar çok ders değişimi var ki. Daha birisi olgunlaşmaya başlamadan bir kalemde ortadan kaldırılıp, yerine bambaşka bir ders konuveriyor. Hem de alt yapısız, araçsız gereçsiz, öğretmeni yetiştirilmemiş, bambaşka bir ders.

Ne ilgisi var diyebilirsiniz.
Ama biz öğretmenler okullarda bunu yaşadık kimi zaman.Yani satrançta böyle oldu. Yeni dersleri, öğretmeni olmadığı için yakın branşlara vermeye kalktılar. Ben de zamanında trafik eğitimi, sağlık, vatandaşlık gibi derslerde asli branşımın dışında bir zaman harcayıp girmek zorunda kaldım.

Yaşadığımız başka bir sorun ise kendinizi satranç eğitimi vermeye hazır hissettiğiniz zamanlarda da okul yönetiminin karşı çıkması olabiliyor. Haftalık ders programlarında satrancı seçebilecek yönetmelik maddesini görmezliğe gelebiliyorlar ve siz bu konuda tek başınıza kararlı bir duruş sergilemeniz gerekiyor. Çoğu zaman zafer okul yönetiminin oluyor. Çünkü, satranç sınıfı açacak donanıma sahip olmuyorlar. Çözüm yine öğretmene kalıyor.
Ders dışı çalışmaları ise yine yönetmelik ve zihniyet engellerine takılabiliyor..

Bakın şöyle…
Okullarda ders dışı çalışmaların tamamı okulun aylık ders saati toplamının %10’unu geçemiyor.Bu düzenleme yönetmelik gereği. Bu oran günümüzde daha da azaldı sanırım. Yani bir beden eğitimi öğretmeninin yapacağı okul takımları çalışmaları, bir müzik öğretmeninin gitar kursu, bir Türkçe öğretmeninin tiyatro kol çalışması, yada herhangi bir branş öğretmeninin izcilik çalışmaları, okul idaresini kısıtlıyor ve bir seçim yapmak zorunda bırakıyor. Çoğu kez satranç tercih edilebiliyor, ama, hatırı sayılır bir veli gelip, okul yönetimine baskı uygulayıp, satranç yerine halk oyunlarını seçilmesinin önünü açıyor. Tabi yanlış olan halk oyunlarının seçilmesi değil elbette. Ama satranç niye kaldırılıyor.

Sebep, yukarıdaki ders oranları. Öğretmen bu sefer sınır aşıldığından ders dışı çalışmayı yapamıyor, ücret alamıyor. Devlet ödemiyor.

Ders programlarında satranç dersine yer veren okullarımız, tüm okullarımızın ancak % 10-15 ‘i kadardır. Bu rakamı SATRANÇ DERSİ OLARAK SÖYLEDİM, SATRANÇ DERS DIŞI ÇALIŞMASI OLARAK DEĞİL… Aslında çok da söylemiş olabilirim. Önceki dönemlerden yaptığımız anket sonuçlarından hatırlıyorum.
Buraya kadar özetlediğim konular okullardaki idari yapı ve okullarımızın satranç dersine bakış açısıyla ilgili. Teftişlerde bile müfettişlerin birçoğunun, satranç dersinin varlığından rahatsız olduklarına bizzat şahit oldum. Bu insanları ikna etmek hiç kolay olmuyor. Dogmatik düşünceye sahip insanlarla tartışamazsınız. En baştan zaten kayıp başlıyorsunuz. Çoğuna karşı zafer kazansanız bile hiçbir zaman kalıcı olmuyor.
AMA ELBETTE SAĞ DUYULU İNSANLARIMIZI BU TESPİTİMDEN AYRI TUTUYORUM !

Gelelim çözüm önerilerine. *** ***

1- Küçüklerin hemen kazanma istekleri son derece doğal ve kendi mantığı içinde de doğru. Çünkü “kazanıyor” ve “ kazananların nasıl mutlu “olduğuna tanık oluyor. Onların dünyasında kahraman olabilmek çok önemli. Öylesine ki kendi kahraman olmasa bile bir başka” kahraman rol modeli” ona yetiyor. Onu örnek alıyor. Ama pek az çocuğumuz kaybı kabullenebilme olgusuna sahip. Bunu uzun sabırlı süreç sonunda kazanacaktır.
Ama sizin bahsettiğiniz, oyunda daha nitelikli düşünebilmeleri ve bu konuda doğru eğitimi alabilmeleri. Bundan 30 yıl önceki bir 8 yaşındaki çocuk ile, zamanımızın 8 yaşındaki çocukları arasındaki farklılıklar da ayrı bir konu. Sanal eğitilip sanal yetişen, mutluluğu sanal dünyada arayan çocuklarımız var. Ne yazık ki ailede vermeye çalıştığımız eğitimin, yakın çevrede birtakım etkileşimler sonucu olumsuz noktalara sürüklenme sürecine çoğumuz tanık olmuşuzdur. Bazen ciddi-ciddi düşünürüm , 8 yaşındaki oğlumun eğitim sürecini.. Aslında o yaşlarda olabilmek, o davranışları gözlemleyebilmek, onların iç seslerini duyabilmek… Bu konularda eğitimli olmak ya da, nitelikli arayış içinde olabilmek…Çocukken kendi işimi kendim yaptığım zaman ya da ortaya sadece kendimin oynayabileceği bir oyuncak yapabilişken aldığım mutluluğu hatırlar hiç unutamam.

Çağımızın çocuğu kendi işini kendi yapmasını bilmiyor. Çünkü bir “tık”lamayla her şeyi halledebileceği olgusuna sahip. Farkında olmadan öyle yetişmelerine tanık oluyor anne ve baba. Önlemleri de yok. Bilgisayarların büyülü dünyasından çocuklarını çekip alamıyorlar. En doğru çözüm olan, sınırlı ve programlı bilgisayar kullanımı için ise tren çoktan kaçmış oluyor.

Okulunda satranç eğitimi verebilmek, eğer satranç haftalık bir dersse eğer, tamamen kendine özgün bir konu olur. Bu durumda sınıf ya da ders öğretmeninin -mutlaka ve mutlaka- satranç eğitimini eğitim fakültesindeki öğrencilik yılarında almış olması en doğru çözümdür.

Çünkü satranç bilenleri eğitmeyecekler, bilakis satrancı hiç bilmeyen 5,6,7 yaş grubu öğrencilere önce satrancı tanıtıp, sevdirecekler (eğer yöneticilerini ikna edebilirlerse) , daha sonra da kendi altyapılarını bir şekilde oluşturup haftada bir ders saati satranç dersi verecekler. Bunun nasıl bir süreç olduğunu yaşamadan anlayabilmek çok eksik olur. Diyelim, başarılı oldular. Asıl süreç de burada başlayacak. 36 HAFTA BOYUNCA OKULLARINDA, SINIFIN KAPASİTELERİ AÇISINDAN ÇOK FARKLILIKLAR İÇEREN, FARKLI KATEGORİLERDEKİ ÖĞRENCİ GRUPLARINA YÖNELİK EĞİTİM VERECEKLER. Aralarında belki de “kaynaştırma eğitimi” ne almak zorunda oldukları öğrencileri olacak. Öğretmenlerimiz zaten bu eğitimleri sınıflarında veriyorlar. Ama satranç eğitimi çok farklıdır. Bazı öğrenciler hiç almak istemeyecekler bile. Sınıftaki en gerideki öğrenciye göre öğretmen belki programı yürütebilecek. Bütün bunları aşabilmek mümkün olabilir.

ANCAK BU KONUDA DEVLETİN DÜZENLEME YAPMASI GEREKİR.

Biz de bireyler ve toplum olarak alt yapının oluşmasında görev almalıyız. Alt yapının hazırlanmasında ve üst yapının oluşmasında. Toplum olarak, birey olarak talepte bulunmadan önce görevlerimizin bilincinde olmak çok önemli.
Bunları şahsınız için söylemiyorum elbette.

BU KONU T.S.F. EĞİTİM KURURLUNUN YENİ DÖNEMDE EN ÖNCELİKLİ GÖREVİDİR.

Bunu size buradan açıklayabilirim !
***
2 ve 3.- Bu gözlemlerinizi ortak maddede paylaşmak isterim.
Okullarımızda öğretmenlerin satranç düzeyi yetersiz olabilir. Bunun da birçok sebebi var. En belli başlı ve popüler olanı TSF kursları, yani 1.Kademe Antrenör Kursları.

Bu konu çok tartışma konusu oldu zamanla. Yetersizliklerden söz edildi. Öğretmenin yetersizliği, eğiticinin yetersizliği vb. Aslında yetersizlik onlarda değil ki. Bence en önemli etmen, kişilerden çok kişilerin yaptığı düzenlemelerde. . 30 saatlik kurslarla ne bekleyebilirsiniz ki. Satranç yardımcı antrenörlüğü 30 saatlik kursla edinilebilir belki ama, belli bir alt yapının üzerine yapılandırabilirsiniz antrenörlüğü. Satranç 1.Kademe Antrenörlük Kurslarına gelen hiç satranç bilmeyen aday ile belli bir alt yapısı olan aday arasındaki fark olayı ortaya koyar. MEB Hizmet İçi Eğitimlerinde bu süre alan bilgisinin özelliğine göre 80,100,120,150 saatleri bulabiliyor. Ve kurs daha geniş bir sürece nitelikli ve verimli bir biçimde programlanıyor.

Buradaki temel hata bilenlerle bilmeyenleri aynı ortamda eşit kabul edip aynı ölçütlerde kıyaslamaya ve sınava tâbi tutmaktır.Çözüm ise yine aynıdır kanımca.Öğretmenlerin öğrencilik yıllarında bu eğitimi almış olmaları…Kurslara katılan diğer kamu görevlileri ise satranç kulüplerinde yada bireysel çabalarıyla -SATRANCI TEMEL OLARAK ÖĞRENDİKTEN SONRA- antrenörlük eğitimi almalarıdır.

Doğru çözümü ben böyle görüyorum.

Bu durumun düzeltilmesi konusu mevcut yönetimin ve TSF Eğitim Kurulu’nun öncelikli görevlerinden olacaktır.

Sevgi ve saygılarımla…
- MATRANÇ -
Ara
Cevapla
#4
bu konu çok önemli ve bizzat aşkın taşan ı ilgilendiren bir konu . yukarıdaki açıklamalarından ben eğitim kurulu başkanı olarak sayın aşkın taşan ın bu konuya nasıl yaklaştığını anlayamadım . bir bir açıklarsa çok memnun olurum ve kendisine bir satranççı olarak düşüncelerimi söyleyebilirim . bu konu karışıklığa gelmeyecek bir konudur basit bir şekilde ve satranççı penceresinden bakarak çözülmelidir . yurdun bütün bölgeleri dolaşılmalı ve satranççılar ile konuşulmalı ve yönetime bir rapor hazırlanmalıdır . eğitimci kafası ile çözülemez.. bu güne kadar bu konuya eğitimci kafası ile yaklaşılmış ve bu günkü satrancın hazin durumu ortaya çıkmıştır. acaba yapacakları konusunda yönetimden destek alabilecek mi . çünkü derdini anlatacağı bir yönetici bile yok federasyonda . onu biliyorum .
Ara
Cevapla
#5
Satranç alt yapısının geçmişten bugüne ve geleceği hakkında…

Sn. Halil ÖZMEN ‘in ÖZGÜR SATRANÇ FORUMU ‘ na taşımış olduğu konu son derece önemlidir.

Bu günkü tabloya baktığımızda “Turnuvalarda Satranç Oynayan Çocuklarımızın” satranç düzeyleri, onların almış oldukları satranç eğitimini yansıtmaktadır.

Satranç Eğitimi, farklı ortamlarda alınabilir. Okulda, satranç kulüplerinde, aile içinde, ya da özel bir antrenör eğitimi gibi. Hatta bazen de tek başına kendi kendine… Bunun sonucunda da ortaya birbirinden çok farklı düzeylerde satranç oynayan sporcular çıkmakta.

Bizi ilgilendiren ise satranç eğitiminin niteliği ve kalitesi olmalıdır.

BUNU BİR “ EĞİTİMCİ KAFASI İLE ÇÖZÜLEMEZ ( ?? ) ” OLARAK GÖRENLERİN, ORTAYA “EĞİTİM MODELLERİ DIŞINDA BİR MODEL KOYMASI GEREKİR Kİ ASIL BU ANLAŞILIR OLSUN !!

T.S.F. Eğitim Kurulu, yıllardır kendi politikalarını, M.E.B. bünyesinde ve -“devletin kendisine çizdiği son derece kısıtlı sınırlar içinde”- son derece başarılı bir biçimde ortaya koymuştur. Hem de tüm bürokratik ve siyasi engellere rağmen.

2001-2002 öğretim yılından itibaren okullarımıza önce Beden Eğitimi derslerinin içinde giren satranç, Yapılan düzenlemelerle 2005-2006 öğretim yılından itibaren seçmeli ders statüsüne kavuşmuş, bu öğretim yılından itibaren tekrar eski konumuna yani ders dışı etkinliklere dönüştürülmüştür.

Yani, satranç dersi ilk ve orta dereceli okulların haftalık ders çizelgelerinden çıkarılmış,”satranç” adında bir ders, ortadan kalkmıştır. Onun yerine orta okul (5,6,7,8.sınıflar) derslerinde Seçmeli derslerin “SANAT ve SPOR ALANINDA” satranç, birkaç hafta işlenebilecek bir ünite konusu olmuştur. İlk okullarda ise yeni öğretim programlarında satranç, ancak, oyun ve fiziksel etkinlikler dersi kapsamında okul yönetimi “seçerse”, seçilebilecek ders olarak kalmıştır. Bunun yeniden düzenlenmesi gerekecektir.

Okullarda satranç dersi için müfredat hazırlanmış, kitaplar bu müfredata göre en ince öğretim ilkeleri düşünülerek basılmış ve eğitim- öğretime sunulmuştur.
Y.İ.B.O.’ da satranç sınıfları açılmış ve malzemeleri temin edilmiştir.

Ayrıca satranç eğitimi için üniversitelerin Eğitim Fakültelerinde satranç dersleri girişimleri hayata geçirilmiştir. Ancak bu girişim tüm üniversitelerde kabul görmemiş, dolayısıyla istenilen hedeflere ulaşılamamıştır.

Bunun üzerine gerek MEB bünyelerinde ve gerekse TSF- GSGM Antrenörlük kursları olarak kamuya açık kurslar düzenlenmiştir.

Tüm bunlar sürekli eleştiriciler tarafından her zaman, sadece ve sadece eleştirilmiş, yapılanların hiç artılarından bahsedilmemiş, ancak, HAYATIN İÇİNDE YERİNİ ALMIŞTIR !

Satranç Eğitimi T.S.F.’nun geçmişten beri ;

*** OKULLAŞMA ALANINDA ÖNCELİKLİ HEDEFİ OLMUŞ, ANCAK GEREKLİ ALT YAPININ OLUŞMASINDA DEVLET TARAFINDAN YETERLİ DESTEĞİ ALAMAMIŞTIR.

*** SATRANÇ KALICI VE SAĞLIKLI BİR BİÇİMDE EĞİTİM POLİTİKALARININ BİLİNÇLİ BİR ŞEKİLDE DIŞINDA BIRAKILMIŞ, HİÇBİR ZAMAN, UZUN VADELİ OLARAK EĞİTİM POLİTİKALARININ İÇİNE ALINMASINA İZİN VERİLMEMİŞTİR.

*** BU DURUMU TSF’NİN EKSİKLİĞİNDEN ÇOK S A T R A N Ç T O P L U M U N U N E K S İ K L İ Ğ İ O L A R A K görmeye başlayanların sayısı gittikçe artmaktadır.

*** YENİ DÖNEM ÇALIŞMALARINDA TSF ve EĞİTİM KURULU, BU KONUDA AYNI TUTARLILIKTA, AYNI KARARLILIKTA VE DAHA ETKİN PLANLAMALAR YAPARAK GÖREVİNE DEVAM EDECEKTİR.

*** PLANLAMALAR YAPILACAK , GEREKLİ PROGRAMLAR HAZIRLANACAK GEREKLİ KURUM, KURULUŞ , ve DEVLET KADEMELERİNE BAŞVURU YAPILARAK KAMUOYU ZAMANINDA BİLGİLENDİRİLECEKTİR.

Benim, “ÖNCELİKLİ DÜŞÜNCE ve HEDEFLERİMİN ARASINDA, YENİDEN YAPILANMA SÜRECİNİN İÇİNDE, GELECEĞE BİRLİKTE YÜRÜMEK” vardır.

Bu konularda satranç toplumumuzun tüm eleştiri, tespit, öneri, proje ve fikirleri son derece değerlidir. Yolumuza ışık tutan her düşünce ve eleştirinin başımızın üstünde yeri vardır.

NOT : Bir önceki yazım, elektrik kesilmesi sonucu ve bilgisayar kullanım hatası olarak tarafımdan gereksizce iki defa gönderilmiştir. Üyelerden özür dilerim.
- MATRANÇ -
Ara
Cevapla
#6
AYRICA…

Sn. Muzaffer ŞEKERLİ,

Sizin tüm düşüncelerinizi, eleştirilerinizi sonuna kadar okuyorum. Size de hak veriyorum.

Ama düşüncelerinizi lütfen sadece eleştiri penceresinden yapmak yerine pozitif öneri ve projeler getirirseniz daha sağlıklı olacak.

Bunun böyle olması yanlış demeniz ne kadar yeterli ?

Ayrıca her olayı kendi atmosferinde değerlendirip bir karara varınız. Örneğin satranç eğitimini kimlerle ve nerede yapacaksınız? Hedef kitleniz kimlerdir? Eğitim verirken “eğitim ilke ve kriterleri” nin dışında “ne” kullanacaksınız.

“Eğitimci kafası” deyiminizi açıklayınız. Ben bir eğitimciyim, anlamadım…
Bir kitleyi mi, ya da özel bir kişiyi mi kastediyorsunuz ? Eğitimciler satranç eğitiminin içinde yer almamalı mı sizce ?

BUNLARI AÇIKLARSANIZ SEVİNİRİM…

Ama lütfen bir takım işaretler göndermeden ?!
- MATRANÇ -
Ara
Cevapla
#7
"Eğitimci kafası ile çözülemez"...

İlk bakışta sorunlu bir sav olarak duruyor. Dikine ve yalıtılmış bir tümce olarak sanki ayakları havada sözün...
Sayın Şekerli aslında bu sözün açıklamasını bu sözden önceki tümcelerinde yapmış: "...basit bir şekilde ve satranççı penceresinden bakarak çözülmelidir . yurdun bütün bölgeleri dolaşılmalı ve satranççılar ile konuşulmalı ve yönetime bir rapor hazırlanmalıdır."

Satranç Eğitimi ile ilgili kararların, eğitimciler tarafından masa başında alındığını ve bundan dolayı kararların hayattan ve uygulamadan kopuk olduğunu söylemeye çalışıyor. Sahaya inmeyen karar organlarının, "geri bildirim mekanizmalarından" yoksun kalması da "kararların rayına oturmayışının" nedenleri olarak görülüyor.

Bu nokta önemlidir. Sorunun hepsi değilse de önemlidir. Benim gördüğüm de satrancın okullarda seçmeli (de olsa) ders olarak okutulması kararının sonuçlarının takibi yeterince yapılmamıştır. Bu kararın ve kabulün önüne çıkan sorunlar tanımlanarak gelişmenin önündeki engellerin kaldırılarak gelişmeyi ileri düzeylere taşıyacak yollar açılmamıştır. Örneğin; okullarda sınıf öğretmenlerine verilen 1. Kademe Antrenörlük belgeleri, bu antrenör öğretmeler tarafından "ek ders ücreti alabilmenin belgesi" konumuna düşmüştür. Hatta ek ders ücreti nedeniyle "Ya hocam biz bu belgeyi nasıl alabiliriz?" gibi "ihtiyaç yakınmaları" karşımıza çıkmıştır. Parayı amaç edinen "zavallı" öğretmenimin "Satrancın Esasları" diye bir sorunu olabilir mi? Kaldıki bu alanda eğitimci olmak yalnızca bu alan ile ilgili bir eğitim fakültesi gerektirirken(öğretmenler eğitim-öğretimde başarılıdır ama satranç bilmemektedirler), bizler öğretmenlerin zaten fakülte mezunu olduklarından iki-dört de satranç öğrenirlerse bu işin kotarılacağı yanılgısına düşmüşüzdür. Bu bakış işte eğitimci kafasıdır. Ancak aynı zamanda düz mantık ile devinen bir kafadır. Ne yazık ki ülkemizde "mantık" da Aristo'dan öteye geçemez. Bu antrenör-öğretmenlerin ayrıca TSF tarafından denetimi yoktur.

TSF'nin en sorunlu mekanizmalarından biri zaten -ülkemizdeki demokrasi- gibi "denetim" sorunudur! Ne kendini ne de kendi altını ne de kendi altının kendisini denetimine açık değildir TSF. Eleştiriye kapalıdır. Tartışmaya kapalıdır. Kendisi çalar kendisi oynar. TSF Forumu hala kapalıdır. Çünkü tabandan gelen seslere tahammülü olmayan bir yönetim anlayışı hakimdir. "Her kafadan bir ses çıkması" yönetim organları tarafından sevilmeyen bir şeydir. Düzeltilmesi gereken sorunlardan biri de budur...

Sayın TAŞAN'ın burada gelip yazı yazması olumludur ancak kapatılan TSF forumu açarak bu işe başlayabilir. Çünkü; -Diken battığı yerden çıkar!
Cevapla
#8
SATRANÇ EĞİTİMİNİN OKULLARIMIZDAKİ YERİ

Bu konuda ayrı bir başlık açmak istedim, ama konuyu açan sn. Halil ÖZMEN ’e haksızlık olacaktı.

Forumda tartışılan eğitim içerikli konuların içinde en öncelikli konunun bu olması gerekir. Bu benim fikrim. Bu konu daha önce de çok tartışılmıştır.

Ne yazık ki bir takım altyapı ve üst yapı dengelerini kuramadığımız, hayatın içinde adımlar atamadığımız sürece, sadece tartışılmaya devam edecektir.

Ama bunun böyle sürmemesi elimizdedir. Her kesimden her insanımızın olumlu fikirleri, katkıları, toplumsal ortak akıl, doğru planlama ve destek programlar bizi amacımıza ulaştıracaktır.

Burada unutulmaması gereken en önemli sonuç getirecek etmen, yapılması gerekenler konusunda hazırlanacak programların hayata geçirilmesi konusunda politik desteğin ve tabi ki onayın da alınabilmesidir.

Aksi bir durum nasıl hayata geçebilir ?

Ancak saygı (!) duymamız gereken başka bir görüşler de var.

Satrancı, satranççıların dışında eğitimci, memur, satranç sever insanların yönetmesinin yanlışlığı,

eğitimci kafasının satranç eğitimi veremeyeceği,

“parayı amaç edinen zavallı öğretmenlerin” fakülte mezunu olduktan sonra satranç öğrenirlerse bu işin kotarılacağı,

öğretmenlerin bu işi sadece para için yaptıkları, vb…


Bazen bazı insanlarla detaylarda bile aynı şeyi söylersiniz de, yine de anlaşamazsınız. Bu konuyu bir türlü anlayamıyorum. Bakın ne tespitlerde bulunmuştum.

Yazılarımda çok kısa özet olarak;

1- Okullarda satranç dersinin seçilmesinin önündeki engel olarak keyfi uygulamaları,
2- Ders dışı çalışmalarının ücret engeline takıldığını,
3- Bakanlık müfettişlerinin bile çoğu kez satranç dersinin seçilmesini eleştirdiklerini,
4- Okullaşma sürecinin tarihsel gelişimini, yıllara göre satranç dersinin geçtiği farklı kategorileri,
5- Günümüzün 6-9 yaş gurubu çocukların, sosyal yaşamdan, aile içi paylaşımdan, görev ve sorumluluk eğitiminden çok az nasiplenmiş olmalarını, bunun da onların davranışlarına ve oyunalrına yansıdığını,
6- Bilgisayarları nasıl keyfi ve sadece eğlence amaçlı kullandıklarını,
7- Satranç eğitiminin uzun vadeli ve kalıcı eğitiminin ancak ve ancak, Eğitim Fakültelerinin öncelikle Sınıf Öğretmenliği bölümlerinde verilmesi gerektiğini, bu anlamda ülkemiz okullarının hazır bir alt yapı teşkil ettiğini,
8- Satranç antrenörlük kurslarının satranç alt yapısı olan sporcular öncelikli olarak verilmesi gerektiğini, 30 saatin yetersizliğini,vb…

…açıklamışım,

Anlaşılmaz olanı anlayamadım !

Ben , satranç kültürünün ve satranç temel eğitiminin ülkemiz okullarında verilebileceğini söylüyorum. Başka yerde değil! Buralarda öncelikli hedefimiz yarışmacı yada şampiyon yetiştirmek değildir !

Bunu anlatamıyoruz.

Satranç eğitimi, okullarımızda, çocuklarımızın öncelikle satrançla tanışmalarını, sevmelerini, anne-babalarına satranç temel eğitiminin onlara hangi kapıları açacaklarını, çocuk gelişimine ve olumlu kişilik kazanmalarına katkılarını anlatmak için verilme hedefine yöneliktir.Ve beraberinde nice kazanımlara…
Üst yapıdaki, satranç geliştirme, antrenman, şampiyon yetiştirme ya da adını siz koyun, bu çalışmalar UZMAN KİŞİ YA DA KURUMLARIN GÖREV ALANIDIR.
Yani yeterli antrenörlerin, yani yeterli satranç eğitim merkezlerinin, kulüplerin, bünyesinde yeterli antrenör, öğretmen, eğitmene ve yeterli donanıma sahip okulların kurum ve kuruluşların…
****** ******
SAYGI DUYDUĞUM AMA ASLA KATILMADIĞIM KONULAR.

**** Ülkemizde her insan, her kurum, her öğretmen emeğinin karşılığı olanı amaç edinir. Çoğu kez bu paradır.Ama bu bir zavallılık değildir. Zavallılık, bir şeyi öğrenme ve uygulama amacıyla o kursa gidip, asıl niyetini gizleyip, emek harcamadan belge sahibi olmaya çalışmaktır. Bu insanlar zaten ilk çalışmalarında bıçkın öğrenci karşısında o yetersiz konuma düşebiliyor ne yazık ki. Zaten, içine düştüğü umutsuz konum da dersi ya da çalışmayı bırakmasına neden oluyor.

Buradaki çözüm, öğretmen olduktan sonra satranç eğitmenliği verme yanlışlığını düzeltmektir. Daha temelde bu eğitimi vermektir. İşte o zaman fakültelerde yeterli bir süre içinde satranç eğitimi almış --sınıf öğretmenleri-- satranç temel eğitimini yeterli düzeyde verebileceklerdir. Belki de daha ileri aşamaları… O zaman ancak, çıtanın yükselmesini bekleyebiliriz.

**** T.S.F.’ nun eleştiriye kapalı olmasını bu forumda iletişim imkanı bulduğumuz sürece sizin takdirinize bırakıyorum. Gerçek eleştiriye kapalı olmak, ne kendi forumunda ne de adında SATRANÇ kelimesi geçen resmi bir kuruluş ya da yayın organında, yazı, fikir tartışması, düzeyi ve ağırlığı çok farklı, haklı-haksız eleştirilere izin verip vermemekle ölçülebilir sanırım. Oysa burada da okunuyoruz ve yazabiliyoruz. Öyle değil mi ?
En azından ben kendi adıma söyleyeyim, bu forumu ben, bir okul ve bir köprü olarak görüyorum. Fikir ve görüşlerim M. Aşkın TAŞAN olarak sadece ve sadece beni bağlar. Sorumlusu benimdir, kurumum değil. Ancak kurumun tüzel kişiliğine sahip bir üyesi olarak eylemlerimden de sonuna kadar hesap verebilirim.

**** Evet! Denetim. Bu o kadar kolay değil. MEB sistemini kastetmiyorum. Çünkü o yaygın sisteme sahip değiliz henüz. Ama bu konuda da düşüncelerimiz var. Yakında paylaşabilirim. Ancak şu kadarıyla, etkisiz ve pasif çalıştırıcılık ve belgeler gözden geçirilebilir. Yetersiz, plansız, programsız satranç eğitim merkezleri belirlenip gerekli düzenlemeler yapılabilir. Bunlar, programlarımızda önceliklidir. Sanki eğitim merkezlerimizi kendi hitap ettikleri kitlelere denetletmek fikri de düşünülebilir. Eğitim merkezlerinin ürün dosyalarını hayatın içinden de toplayabiliriz.

BU DOĞAL BİR DENETİMDİR !

**** “ Kendi çalar, kendi oynar.” Kimin böyle bir niyeti varsa söylemek lazımdır. Kastedilen, tüm federasyon ve tüm çalışanları oluyor böylelikle. Federasyonumuzun çalışma sistemi, organları ve alt kurulları, bu kuruluşlarda maddi çıkar peşinden koşmadan çalışanları, maaşlı çalışanları, yetkileri ve gelir kaynakları, harcamaları… Hepsini bir kalemde çizmişsiniz! Çok kolay olmuş...

**** T.S.F. forumunu yeniden açmak benim yetkim dışında, ama mücadele alanım içindedir. Düzeyli, emek ve zaman harcanabilir, geleceğe ışık tutan bir forum ortak aklın talebidir. Ancak geçmiş uygulama örnekleri, insanların konu dışı bireysel çekişmelerini foruma taşıyıp ilginin dağılmasını sağlaması (ki bunu fark edene kadar ben de yapmıştım) ,forumun gerçek işlevini kaybettiriyor. Elbette düzey düşünce fikir insanları yazmayı düşünmüyorlar. Hatta forum çalışanlarının çalışma misyonu değişiyor, şevkleri de kırılabiliyor. Böyle bir forumdan sonuç çıkmaz herhalde.

Ne demiş F.HALICI - “Bilenlerle olmayınca bir forum, boşa her düşünce, boşa her yorum.”

Son sözü belli bir kişi ya da kişileri kastederek yazmadım. Bazen bu düşünce beni de tanımlıyor olabilir.

Sevgi ve saygılarımla…
- MATRANÇ -
Ara
Cevapla
#9
Sayın Taşan,

Bir tarihte yargıtay başkanı olan bir şahsın, "hakimlerin vicdan ile cüzdan arasında sıkışıp kaldığını söylediği" bir ülkede yaşıyoruz. Bir ülkede kimi mesleklerin asla para ile sorunu olmaması gerekir. Bunlardan biri adalet alanı ise diğeri eğitim, bir diğeri de sağlık alanıdır. Parayı amaç edinen bir eğitimci, eğitimci olamaz. Meslek olarak eğitimciliği nedeniyle para da kazanır insan. Bunda bir sorun yok, bu nedenle hiç kimseye zavallı demem. Söylediğim de bu anlama gelmez. Sizin yanıtınızda "amaç-araç ilişkisini" yanlış kurduğunuzu görüyorum... Bu konuda Cervantes'in bir sözü vardır: "Yaşamak için yemeli, yemek için yaşamamalı" der.

Yukarıdaki yazımda, "zavallı" sözcüğünü tırnak içine aldığım halde, bu sözcük üzerinden verdiğiniz yanıt, vermeniz gereken yanıt değildir. Öğretmenlere reva görülen yaşama koşulları nedeniyle orada "zavallı" sözcüğünü tırnak içine aldım ve öğretmenleri mesleklerine karşı yabancılaştıran koşullara atıfta bulundum...

"Aç köpek fırın deler"
"Yokluk insanı bozar"
Pazarda maydonoz limon satmak zorunda kalan öğretmenlerin öğretmenliği kesinkes aksayacaktır. Bu yüzden zor koşullar içindeki öğretmenin verdiği satranç eğitimi satrancın gereklerinden uzaklaşmaktadır...

Başlangıç aşamasında Özgür Satranç Forumun kuruluşunu tetikleyen, TSF forumun satranççılara getirdiği kısıtlamalardır. TSF forumun tamamen kapatılmasından sonra da, Özgür Satranç Forum Türk Satrancının sorunlarının tartışıldığı yegane forumlarından biri haline gelmiştir.

Buradan tartışmalara katılmanız elbette değerlidir. Ancak sizin de belirttiğiniz gibi, siz burada kendi adınıza düşünce açıklıyorsunuz. TSF tarafından burada TSF görüşlerini dillendirmek adına görevlendirilmiş olsanız dahi, bu yeterli olmaz bana göre. TSF forum açılmalıdır. Satranççılar TSF adına gerçek anlamda düşüncelerine muhatap bulma gereksinimindedirler. TSF forumun kapatılmasına gerekçe gösterilen şeyler, gerçek anlamda gerekçe değildir, işin kolayına kaçmadır. Tam da aşama kaydedecekken geri adım atılmıştır. Söz konusu sorunların aşılması "gelişme" sağlayacaktır. Bu konudaki "mektepler olmasa maarifi ne güzel yönetirdik" sığlığı aşılmak zorundadır.
(Yapılacak olan şey çok basittir. TSF forum açılacak ve oraya herkes gerçek kimliği ile üye olacak. Böylelikle sorunlar kaynağında tartışılabilecek, yerinde çözümler üretilebilecektir.)

***"Kendi çalar, kendi oynar." Bu konudaki sözlerim, TSF forum kapatıldıktan sonra TSF'nin WEB sitesinde yazı yazan herkestir. Onlar yazdıklarına yanıt verme olanağını yok etmişlerdir. Buralardan yanıt verilmiştir ancak bu iki aşamalı bir algı sorunu doğurmuştur. Ne gerek var ki? Ayrıca bizzat sayın YAZICI buraları "forum köşeleri" diye küçümsemiştir. Onun küçümsediği yerden siz köprü kurmaya çalışıyorsunuz. Buna gerek yok. Doğrudan TSF forumun açılması için çaba sarfedin ve Türk satrancının belleğini TSF bünyesinde oluşturalım. Ortak bir bellek önemlidir; ortak aklı oluşturur, ortak aklı besler, bu da ortak davranışların ve anlayışların üretimine doğrudan katkıda bulunur. Kulağımızı ters elimizle göstermeye gerek yok...

***Çalışanlar elbette TSF'nin bir parçasıdırlar. Ancak bizim sorunumuz yönetim ile olan sorunlardır. TSF'nin kırtasiyesi, memuru ve sair personeli bizi "esasa ilişkin" ilgilendirmez. Bizler eğitim, örgütlenme, disiplin, hakem, sporcu, antrenör sorunları ile ilgili yönetimden muhatap isteriz. Öncelikli konular bunlardır. Bizi çalışanlar ile karşı karşıya getiren yaklaşımınız gereksiz bir duyarlılık olmuş...

Okulda Satranç asla küçümsenecek bir atılım değildir. Ancak bunu küçümseyen bizler olmadık. Atılımın ihtiyaç duyduğu taktik sorunları göz ardı eden de bizler olmadık. Yatay bir gelişim alanı olarak okulda satranç elbette şampiyonlar çıkarma yeri değildir ve öğretmenlerden beklenen de bu değildir. Ancak sizin belirttiğiniz gibi, bu öğretmenlerden beklenen çocuklara satrancın sevdirilmesidir ki, uygulamanın bunu bile başaramadığı gerçeği ile yüzyüzeyiz.

Burada sözümüz tüm öğretmenleri kapsamasa da nicelik-nitelik ilişkisi açısından baktığımızda, olumsuz nicelik olumsuz niteliği belirleyici konumdadır. Yani okulda satranç projesinde, ana etken olan 1. Kademe Antrenör belgesi alan öğretmenlerin, çoğunluğunun çocuklara satrancı sevdirmekte dahi yetersiz kalmış olmalarıdır. Oysa bu projeden beklenen, "analitik düşüncenin Türk çocuklarında hakim kılınması" eğitim alanında alabildiğine önemli bir "aydınlanma" gerçekleştirecek bir düşünce idi. Ben kendi adıma bu projeye çok anlamlar yüklemiştim. Ancak projeyi ortaya koyanların ve ilk adımı atanların, bu denli uzak görüşlü olmadıkları uygulamada ortaya çıkmıştır.

"Bilenlerle olmayınca bir forum, boşa her düşünce, boşa her yorum."

Marifet bilmeyenlerden bilenler üretebilmekte... Yoksa bilenler her sorunu masa başında çözüyor zaten...
Cevapla
#10
Bu tartışılabilir bir konu. Ancak ben 9 yaş ve altı sporcularda minyatür oyun ve kısa mat kalıplarının çok etkili bir gelişim silahı olduğunu düşünüyorum. Şöyle ki Türkiye de bütün herkes sporcuları rakiplerini gafil avlasın diye bu yola başvuruyor. Sonra bakıyorsun ki karşındaki mesela petroffta Axe4,Ve2-Af6,Ac6+ '' tan sonra vezir kazancı olan bir minyatür oyun öğretmiş onu uyguluyor ee sende bunu kendi öğrencine öğretmek mecburiyetinde kalıyorsun.. Böylece çocuklar yaptığı hamlelerin amacını kendi kendine sorgulayana kadar bu tür kısa matlar ve oyunlar ile oldukça iyi gelişim gösterebilirler.

Sizin düşüncelerinize karşı benim düşüncelerim nedir peki?
Bence bu tür kalıpların, oyunların öğretilmesi değilde daha fazlasının öğretilmemesi bence bir kusur olabilir. Bir çocuk petrofftan tuzak kurmayı öğrendikten sonra, doğru bir şekilde klasik bir petroffta oynayabilmeli. Rakip tuzağı yemezse oyunu nasıl toparlayabileceğini de öğrenmeli. Şayet bunlar öğretilmiyorsa bu konuda bir kusur arayabiliriz. Dediğinizde hangi kasıt var onu anlamadığım için 2 yöndende açıklamaya çalıştım..
Her başarının altında sistemli bir çalışma yatar...
Ara
Cevapla
#11
Sayın öğretmenim,

Öğretmenim diyorum, bu, tahminden öte, biz öğretmenlerin camiasından olduğunuzu düşünüyorum. Bilmem, yanılıyor muyum ?

Çocuklarımıza kazanım olarak “analitik düşüncenin hakim kılınması” !!

Şapka çıkarıyorum ancak ! Ve, kutluyorum.

Bakın öğretmenim,
Benim , TSF Eğitim Kurulu’nda ilk görev yıllarım. Sayın başkan YAZICI ve birlikte çalıştığımız, çalışma arkadaşlarımla birlikte, ortak rüyamız ve hayalimiz. Görevimizin daha ilk günleri… Aynı zamanda hedefimize ulaşıp ulaşamayacağımızdan habersiz, ama kararlı ve umutlu duruşumuzla , Temmuz 2001’ de MEB Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlık Odası’ndayız. Ellerimizin altında dosyalar. Satrancın en azından seçmeli ders olasını istiyoruz. Alt yapı hazırlıkları, dünyadaki uygulama örnekleri, araştırmaları, satranç eğitimi alan çocuklar üzerinde yapılmış olan araştırmalar ve sonuçları, müfredat hazırlıkları, ülkemizdeki tarihsel gelişimi vb. Çalışmalarımızı sunduk, talebimizi uygun olarak açıkladık. Soyadını unuttum, adı Nurettin idi. Kendisi TTK Başkan Vekilliği görevindeydi. Bizi son derece olumlu motivasyonla dinledi. Konuyla bizzat ilgileneceğini, kurula anlatacağını ve çıkacak karardan kendisinin de emin olmamakla birlikte umutlu olduğunu belirtti. Teşekkür edip, ayrıldık.

Hiç unutmuyorum, yeni öğretim yılı ve 2 Ekim 2001. Okullara bakanlıktan gelen bir kararname ile ,--SATRANÇ, BEDEN EĞİTİMİ DERSLERİNİN YAPILAMADIĞI KOŞULLARDA SINIFLARDA YAPILABİLECEK ETKİNLİKLERDEN SAYILMIŞTI !- Bu karar ile satranç okullara ilk kez ders dışı etkinliklerin yanı sıra, yapılabilecek derslerden sayılmıştı. Karar sevindirdi, ama yetersizdi. Ne zaman ders olacaktı?
Elbette alt yapısı kurulduğu zaman.

Yani ders öğretmenlerinin yetiştiği zaman.

Yani, üniversitelerimizin eğitim fakültelerinde satranç dersinin yer almaya başlamasıyla…

Ama o günden beri uğraşı vermemize rağmen bu konuda hiçbir zaman ne kendimizi ne de toplumumuzu tatmin edecek somut bir sonuca ulaşamadık.

Fakat bugün, aynı kararlı duruşla,” nerede hata yaptık ?” sorgusuyla ve hiç bitmeyecek umudumuzla yeniden kolları sıvıyoruz . Umarım yakın bir zamanda toplumumuza “güzel başlangıçların” ilk haberlerini verebiliriz !

BU BENİM DEVAM EDEN SEVDAMDIR.

Ülkemiz okullarında satrancın öncelikle seçmeli ders olarak seçilebilmesinin önünü açmak için alt yapının kurulmasını istiyor muyuz ?

Bu amaca ulaşmak istiyor muyuz ?

Bu yolda yürürken yanımızda benim BÜYÜK ÇEMBER diye tanımladığım , sporcusundan velisine, yöneticisinden öğretmenine, hakemine, basınına, veteranından, Başbakan ‘ın torununa kadar ,tüm satranç camiasını arkamızda veya yanımızda görebilecek miyiz ?
Ne dersiniz ?
Kimler destek verecek,kimler taşın altına el verecek ?

Bunu zaman gösterecek değil mi?

Nasıl olsa bir TSF yönetimi var, bu sadece ve sadece onların görevi onlar yapsın bakalım değil mi ?

Nasıl olsa eleştiri mihrakları mevzilerinde bileniyorlar, günü gelince ortaya çıkacaklar, ve…

Yine sil baştan aynı tartışmalar, suçlamalar,”ben demiştim” ciler.

Tabi bunları asla şahsınızla ilişkilendirip sormuyorum. Ama karşımızda dev bir kaya var ve onu aşmak istiyoruz. Bunu sadece biz yönetimdekiler mi yapmalıyız? Toplumumuzdan güç almamalı mıyız ?

Aslında güçlü fikirsel muhalefet de bir destektir. Bunun da farkındayım. Ama güven duyulduğumuzu hissetmek güç verecektir. Böyle bir hakkımız yok mu?

Bu arada son yazınızdaki tespitlerinizin bir kısmına katılamıyorum ne yazık ki ! Mesela “forum köşeleri” tanımlamasını. Söyleyen ne amaçla söylemişse söylemiş, kendisini bağlar. Forumun saygınlığı ayrıdır. Forum emekçilerine müteşekkirim ellerine kollarına sağlık. Ben bu forumu saygın buluyorum, her bir yazarını da saygıyla okuyorum, aydınlanıyor yapılması gerekenler hakkında fikir sahibi oluyorum. Asli görevlerimden zaman ayırdığım da oluyor çoğu kez.

Projeyi ortaya koyanların” uzak görüşlü olmamaları tanımlamasını”, neye,hangi somut örneğe dayandırıyorsunuz ? Uzak görüşlü olma iddiamız olmadı bizim hiç. Ama yarınlardan “rüya”lar gördük, onları sevdik, onlara elimizi uzattık. Ulaşmak için biz bir duvara omuz verdik, bir engeli aşma çabasında olduk. Umutsuzluğa da düştük. Yanımızda kimler vardı ki ? Bunları mazeret olarak söylemiyorum.

İsteyebileceğimiz, ulaşabileceğimiz en son devlet kademelerine gittik,”ne yapalım vermediler” demedik, aldığımızla yetinmedik, yeni programlar oluşturup üniversitelere gittik. Ama uyuyan, kendisiyle didişen toplumumuzu, duyarsızlığın şahikalarında bulduk. Yine de ders kitabı çıkarıp kabul ettirebildik. Kısmen de olsa programlarda yer almasını sağladık.
Yeter mi ? Asla!

Yeni dönemde üniversiteler arası kurul düşüncelerimiz var.
İster fikirsel, ister eylemsel anlamda, buyurun, beklerim .Başımızın üstünde yeriniz var,

ÖĞRETMENİM !
- MATRANÇ -
Ara
Cevapla
#12
yukardaki konunun en önemli bir konu olduğunun ve ayrı bir konu başlığı ile enine boyuna tartışılması gerektiğinin bende farkındaydım ve ayrı bir pencere açmaya niyetliydim. ama sayın hüseyin aktaş ile akşın taşan ın atışma boyutundaki benim neden olduğum tartışması bu konudaki fikirlerimi kısaca buraya aktarmama vesile oldu.

öğretmenlerin yan iş için antrenörlük ve hakemlik kurslarına katıldığını söylemek niçin aşkın taşan ı rahatsız ediyor anlıyamıyorum . bunu kurs esnasında öğretmenler söylüyor zaten . bunu görmemezlikten gelerek konuya çözüm üretmek zaten imkansızdır . onlar paraya ihtiyaçları yoksa dahi , sosyal faaliyet olsun birazda para kazanalım gerekçesi ile antrenörlük ve hakemlik kursuna katılıyorlar .bu bilinen bir gerçektir .

bu işte bir hata var , herkes bunu kabul ediyor ama hatanın nerede olduğu bir türlü tesbit edilemiyor . en aşağıdan en yukarıdakine kadar herkes başka şey söylüyor . bir türlü hastalık tesbit edilemiyor . ama bir rahatsızlık var , aşkın taşan'ın da bir rahatsızlığı var.
ben burada kendi kafamla bu güne kadar hiç yazı yazmadım . yazdığım fikirlerin muhakkak birileri tarafından paylaşılmasına özen gösterdim . daha dün bu konuyu tartışıyorduk . ilk defa fikir birliğimiz olmadı . her kafadan bir ses çıktı . bende bu konu şöyle çözülür diyerek kapıyı çarptım çıktım .

işte şimdi naçizane , kendi fikirlerimi buraya taşıyacağım .doğru olduğundan eminim çünkü.

türkiye satranç federasyonu ile milli eğitim arasında herkesin bildiği malum protokol yapılmış ve federasyon açtığı kurslarda öğretmenlere b gurubu antrenör belgesi vermiştir .

işte hata burada yapılmış. türkiye satranç federasyonu kendisinin en kıymetli belgesini , gelsin öğretmenler satrancı kurtarsın uğruna satranç bilmeyen öğretmenlere feda etmiş meğerse.
o belgeyi almak demek ,'' bu belgenin sahibi satrancı öğrenmiş yutmuş , artık satranç antrenörü olabilir '' demektir .
bu konuda yazacak çok şey var ama ben kısa keseceğim . türkiye satranç federasyonu milli eğitimle yeni bir protokol yapmalı bu belgeden dolayı camiam rahatsız deyip o belgeleri yok hükmünde saymalı , sadece satranç bilir sertifikası vermelidir . veya adı ne ise başka bir belge vermelidir . sonrada aynı belgeyi vermeye ve o kursları açmaya devam etmelidir .

bir öğretmen belge sahibi olduktan sonra onları eğitmek artık imkansızdır. onları eğiteceğim diyerek federasyon gücünü o yönde tüketme yanlışlığına girmemelidir .

yöneticiler ve kurullar kendilerinin satranç federasyonu olduğu bilincine varmalı ve o şekilde önlerine bakmalıdır .

ben satranç federasyonuyum demeli , turnuva tozunu yutmamış kişilere , belirli bir raitingi olmayan kişilere ne hakemlik , nede antrenörlük belgesi vermemeli bu uygulamalardan vazgeçmelidir .

''teşvik turnuvası formatında yapılan'' türkiye birinciliği 18 kişinin katıldığı final olarak yapılmalı . türkiyede herkesin katılmayı idol haline getireceği bir biçime dönüşmelidir . türkiye şampiyonası dahi , eğitimci zihniyeti ile düşünülmüş bir yarışmadır . atletimiz nevin yanıt 'ın bir sözü var . olimpiyatta final koştum . bu bana yeter .

bu konularda söyleyecek çok şey var ama , ONLAR ZAMANLA.

şimdilik saygılar .
muzaffer şekerli . ADANA .
Ara
Cevapla
#13
B grubu antrenörlük
Önce bir şeyi düzeltelim sn. Muzaffer ŞEKERLİ.
B grubu antrenörlük sözünü ilk defa sizden duyuyorum. Belki bu kategoride antrenörlük belgesi var da ben bilmiyorum , olabilir.

Ama TSF ve bütün diğer branşlarda verilen antrenörlük belgelerinin bir yönetmeliği vardır. Bu yönetmelikle siz açmış olduğunuz kursun aşamasına göre sınavda 70 ve yukarı puan alan adaylara bu belgeyi ilgili federasyon olarak düzenleyerek verirsiniz. Prosedür böyle işler. Ayrıca 5 kademe vardır antrenörlükte;

1. kademe……. Yardımcı Antrenör,
2.kademe……. Antrenör,
3.kademe……. Kıdemli antrenör,
4. kademe….. Baş antrenör,
5.kademe…… Teknik Direktör.

Önce bunları bilelim ve tespit edelim. İçlerinde B gurubu antrenörlük yok. Ama eskiden A, B, C kategorileri antrenörlükler olabilir.

Evet! T.S.F. ASLA SATRANÇ BİLMEYEN KİŞİLERE BU BELGEYİ VERMEMELİDİR! Doğrudur ve buna itiraz edilemez!

Benim söylediklerimi eğer anlaşılamaz buluyorsanız bu benim hatamdır, kabul ederim.

Ama ben, sizin söyledikleriniz ve göstermeye çalıştığınız gibi ne böyle bir şey söyledim, ne de bahsettiğiniz gibi her hangi bir rahatsızlığım yok.
Benim söylediğim;

a- Öğretmen olduktan sonra bu satranç eğitimini vermenin yanlış ve eksikliği,
b- Bu eğitimin üniversitelerin Eğitim Fakültelerinde verilmesi gerektiğidir
.
Sizin “bu işte bir hata var” dediğiniz yer işte burası. Ben bunu işaret ediyor ve çözüm önerimi sunuyorum. Ayrıca sn. Hüseyin AKTAŞ ile bu konunun çözüm önerisinde de benzer düşündüğümüz, yazılanlarda dikkatli okununca gözüküyor. Ben kimseyle atışma amacında değilim ve ÖZGÜR SATRANÇ FORUMU ‘nu bu amaçla kullanmıyorum. Bu amacın olduğu yazıları da pek okumuyorum.

Daha burada anlaşamıyoruz!

Son dört yazımda bunları anlatmaya çalışıyorum.

Antrenörlük, yan iş değil bir öğretmen için. Bizzat asli görevinin bir parçası, kademesi. Tıpkı öğretmenlerin gerekli zamanlarda aldığı -HİZMET İÇİ EĞİTİMLER- gibi bir aşama. Aldığı antrenörlük belgesiyle yine öğretmen olarak kendi okulunda satranç temel eğitimi veriyor, derslerinde ya da ders dışı çalışmalarında. Yani okulunda ders verip karşılığında ücret alabilmesi için bu belgeye ihtiyaç var.Bu kursların düzenlenmesinde ben de görev aldım, niye rahatsız olayım ?
Belki, yeterli aşamada olanlar kulüplerde ayrıca antrenörlük de yapıyorlardır.

Şu anda satranç temel eğitimi ülkemizde ancak ve ancak okullarımızda yapılmalıdır. Okullarımız ülkemizin her köşesindedir. Fiziksel alt yapıları vardır ve zamanla satranç donanımları da olmalıdır. Bu okullarda üniversite hayatında en az 2 yıl (dört dönem ),haftada 3 ders, satranç dersi alan öğretmen adayları ülkemizin milyonlarca çocuğuna satranç temel eğitimi ve zamanla satranç eğitimi vermeli diyoruz.

Siz "satranç eğitiminin okulların dışında ve eğitimciler dışındaki başka insanlarca yapılmalı" mı diyorsunuz? Ama satranç eğitimini kimlerin ve nerelerde vermesi gerektiğini hiç anlatmıyorsunuz. Eğer satrancı sadece antrenör olanlar satranç ocaklarında ya da eğitim merkezlerinde verir diyorsanız bunu belirtin.

AMA BÖYLE BİR ŞEY DE SÖYLEMİYORSUNUZ.

Açık ve net önerilerinizle sizi çok daha sağlıklı anlayabilirim.
Sağlıcakla kalınız.
- MATRANÇ -
Ara
Cevapla
#14
sayın aşkın taşan .

bir satranççı olarak ben temel eğitimin nerede verileceğini kimse ile tartışmam ve tartıştmam . temel eğitim ana okulunda, okullarda, aile içinde, komşudan, arkadaştan, kahvede , kafede, velhasıl her yerde alınabilir ve verilebilir . önemli olan satranç dahilerinin keşfedilmesi ve onların yetiştirilmesidir .satranççı ise okullarda keşfedilir .satranç federasyonu eğitim kurulu başkanı olarak sizin asli görevinizin keşfedilmiş bu satranç dahilerini eğitmek olduğunu düşünüyorum . okul içi eğitim kalitesininde iyileştirilmesi elbette takip edilmesi gereken bir çalışmadır .

bu konuda ben önerimi söyledim . belirli bir raitinge gelmeyen öğretmenlere antrenörlük ve hakemlik belgesi verilmemesini önerdim .hakemlik konusunda öğretmenlerden yardımcı antrenör olarak yararlanılabilir .ama ben federasyonsam ne olursa olsun 1800 raitingi görmemiş hiç kimseye 1. kademe antrenörlük belgesi vermem .1600 raitingi görmemiş kimseyede hakemlik yapabilir belgesi vermem .yardımcı hakemlikte çakılır kalır .ama mecburuz deniyorsa başka bir yol ararım .ama sizin dedikleriniz olur, öğretmenler eğitim enstitülerinde ders görür, onlara satranç öğretmenliği belgesi verilir onu bilemem . böyle bir şeye kimsenin itirazı olmaz . orası milli eğitim ben ise TÜRKİYE SATRANÇ FEDERASYONU yum . benim içinde herkes içinde , öğretmen demek önce kendini, sonra kendi branşını çocuklara sevdiren kişi demektir .ben işime bakarım ve satranç dahilerinin eğitimine yoğunlaşırım .

en az 15 yıldan beri biz satranççılar ikinci ligin kurulmasını , satranç öğretmenlerin ve hakemlerin durumunu, hele şu türkiye birinciliğinin teşvik turnuvası formatında yapılmasını eleştirdik durduk .

en kısa zamanda türkiye satranç federasyonu kendi akademisini kurmalıdır . birer satranç akademisi formatında çalışan satranççıların kurduğu kulüplerin gelişimi için gerekli tedbirler alınmalıdır . illerde en az 1800 raitingi görmüş oyunculardan bölge antrenörü olarak faydalanmanın yolu aranmalıdır . il temsilcileri ve bölge antrenörleri birlikte çalışmalı yetenekli oyuncular taranmalı onların mümkün olduğu kadar aynı okulda okumaları ve kaynaşmaları sağlanmalıdır .özel okullarla konuşup yetenekli oyunculara okuma bursu sağlanmalıdır . en önemlisi bütün türkiye taranıp en yetenekli oyuncuların istanbulda aynı okulda toplanması ve aynı üniversitede okuması başlarınada bir antrenör konması gerekmektedir . dünyada bu iş nasıl yürüyor ona bakılmalıdır . gelişmiş ülkelerden vazgeçtik ,satrançta atılım yapmak isteyen filipinler,endonazya, tayland gibi uzak doğu ülkeleri kosta rika , dominik cumhuriyeti, porto riko, meksika gibi orta amerika ülkelerinde işler nasıl yürüyor araştırmalı ve bir model oluşturulmalıdır .

sanırım biz satranççıların yönetime gelmesinden başka hiç bir şey, türk satrancının ileri gitmesini sağlayamaz .zamanında kendi elimizle federasyonu satranççı olmayanlara (satraçseverler) teslim ettik, şimdi ayıkla pirincin taşını .

muzaffer şekerli .
Ara
Cevapla
#15
yukardaki yazımın ikinci paragrafında bir yanlışlık olmuş . o cümleyi düzeltiyorum.

hakemlik konusunda öğretmenlerden yardımcı hakem olarak yararlanılabilir
Ara
Cevapla
#16
Sanırım antrenörlük kademelerinde bilgi eksikliğiniz olabilir.

1. Kademe antrenörlük en üst seviye değildir. Antrenörlüğe başlangıç olan, 1. Kademe yardımcı antrenör, bir üst kademe olan Antrenörün yanında yardımcı statüdedir. Bu belge, öğretmenlere (sınavlarda başarılı olanlara) okullarında derslere girebilmeleri için, MEB yönetmelikleri gereği verilmiştir. 1. Kademe denince sanki en üst derece algılanabiliyor.

Önceleri ben de alışamamıştım.

Ama burada kastedilen ANTRENÖRLÜĞE BAŞLANGIÇ AŞAMASIDIR. Her hangi bir UKD PERFORMANS KARŞILIĞI yoktur. Zaten 1800 üstü denince kesin bir belirginlik yoktur. Oyuncunun UKD si 1800 üstü olabilir, ama gerçek satranç alt yapısı yetersiz de olabilir. Dönem-dönem bu UKD düşebilir de o zaman antrenörlüğü de düşmelidir gibi bir algı da oluşabilir. Belki iyi yeterli oyuncudur da çok yetersiz bir eğitmendir. Kendilerinde bu durum kabul eden onlarca sporcu arkadaşım var. Tam bunun aksi de mümkün, çok deneyimsiz amatör bir oyuncu mükemmel anlatıp, satrancı sevdirebilir de. Böyle insanlar da tanıyorum. Siz tanımıyor musunuz Muzaffer Bey?

Zaten antrenörlük eğitim programlarında sadece satranç oyun tekniği yok ki Muzaffer Bey.

Özel Eğitimin Alan Bilgisinin yanında, eğitim programlamaları, beslenme, spor ve antrenman bilgisi, yönetmelikler ve mevzuat bilgileri, yönetim bilimleri, pedagojik bilgiler, yaş gurupların bedensel, zihinsel, ve heyecansal gelişim özellikleri, ilgi ve ihtiyaçları gibi konularda eğitimler veriliyor. Bu eğitimi de ancak ve ancak, dilim varmıyor söylemeye ama şu, beğenmediğiniz, küçük gördüğünüz, “zavallı” dediğiniz, yukarıda saydığım alan bilgilerini üniversite öğrencilik yıllarında eğitimini almış ve yılların uygulama tecrübesine sahip “EĞİTİMCİ KAFASI” nı temsil eden değerli öğretmenlerimiz verebilir.

Bu gerçek hayatın içinde öylece duruyor Muzaffer Bey.

Bundan rahatsızlık duymayınız lütfen. Öğretmenlerimize güvenin. Eğer onlar o belgeleri alamasaydılar, son on 12 senede satranç ordusuna katılan yüz binlerce ilköğretim öğrencisi şu an satrançtan habersiz, bambaşka hobi alanlarında ya da internetin başında yetenekleri ve yaratıcılıkları örselenmiş bir şekilde kalacaklardı.

Benim kastettiğim yüz binler, lisansı çıkarılmış, turnuvalarda üstün başarılar göstermiş öğrenciler olmasa bile aralarından az da olsa günümüzün usta oyuncularını saymak mümkündür.

Size bir şey daha söyleyeyim.

Bu 1. Kademe Antrenörlük belgesini çeşitli sebeplerle alamamış, ya da hiç almak istememiş, ama okulunda ya da bulduğu en uygun yerde, maddi beklentisi olmadan erdemli ve son derece öz verili bir biçimde, herhangi bir ücret talep etmeksizin çalışan binlerce, öğretmen ve eğitimciler var. Bunu en iyi siz biliyorsunuz. Tanıdığım en iyi satranç sever Mehmet Amca’yı hatırlayın. Bizleri hatırlayın geçmişte. Aykut ERGİN, Umar ÖZENİR ‘ler nasıl yetiştiler? Onları öğretmenleri, eğitimcileri yetiştirmedi mi?

Son olarak, hep aynı bitirmişsiniz.” Satranççı olmayan satranç severlere federasyonu teslim etmişsiniz” diyorsunuz ya.

Bizim satranççı olmadığımızı nereden biliyorsunuz?

Kendi adıma söyleyeyim, ben önce satranççıyım,lisanslı bir ulusal oyuncu, sonra öğretmen, antrenör, kulüp yöneticisi, satranç yazarlığı yapmış, üniversitelerin eğitim fakültelerinde satranç seçmeli derslerine girmiş araştırma görevlisi,T.S.F‘ nun da bir kurul üyesi, en sonuncusu da sizi kızdıracak ama, sıkı bir, SATRANÇSEVER…

Sanırım bunlar beni satranççı yapmaya yeter.

Saygılarımla…
- MATRANÇ -
Ara
Cevapla
#17
Sayın Şekerli,

Ben sizin bir sözünüzün "Türkçeden Türkçeye çevrilmesine" çevirmen olmaya çalıştım... Amacım kimseyle "atışmak" değil, sayın Taşan ile de tartıştığımızı ama atışmadığımızı düşünüyorum. Her şeyden önce, bugüne değin, eline kalemi alıp da, kendi adına da olsa, yönetimden birisi olarak burada tartışmalara katılmasını önemsiyor, değerli buluyorum. Yönetim adına katılmasa da buradaki düşünceleri yönetime taşıyacağından ve yönetimin de bunları dikkate alacağından eminim...

---0---

Genel bir hastalığımız var: Dünyayı ve olayları tuttuğumuz yerden tarif etmek! Hadi bunda bir nebze sakınca yoktur, çünkü herkes dünyaya tuttuğu yerden tutunur ve herkesin dünyası da dünyaya tutunduğu yerden başlar, ancak ne yazıkki dünyanın yalnızca bizlerin tuttuğu yerden ibaret olmadığını unuturuz...

Bu durum "körün fili tarifi" denklemi ile açıklanır. Kör, dokunabildiği yeri tarif eder. Filin kuyruğuna dokunmuşsa, onun için fil demek kuyruk demektir. Oysa gören gözler bilir ki fil kuyruktan ibaret değildir. Heleki günümüzde duyuların beş duyudan ibaret olmadığı savlarını da göz önüne alırsak, artık dünyayı ve olayları yalnızca beş duyumuzla algıladığımızın ötesinde kavrama çabasının gerekliliği ve önemi kat be kat artar...

Sözün özü; parça bütünün içindedir ve ne denli büyük olursa olsun bütünden küçüktür, parçanın kendisi bütünün kendisi değildir. Oysa bizler bir büyük bütünün içerisinde bir parçayı tutuyor ve parça ile bütünü özdeşleştirerek, parçadaki sorunlar ile bütünün sorunlarını birbirinin yerine ikame ediyor ve parçanın sorunu çözüldüğü zaman bütünün sorunları da çözülür sanıyoruz...

Ağaca bakarken ormanı, ormana bakarken ağacı gözden kaybetmek gibi...

Sayın Şekerli'inin, "eğitimci kafası ile çözülemez" tespiti ile ilgili olarak; orada tespit ettiği sorunun hakkını verdikten sonra, çözüm noktasına yöneldiğimizde, sorunu çözecek olan mekanizmanın yine "eğitimci kafası" olduğu görülecektir. Çünkü eğitimci kafası bilimsel yöntemin kafasıdır. Bilimden başka rehber kabul etmeyenlerin kafasıdır eğitimci kafası...

Sayın Şekerli burada tırnak içine alması gereken "eğitimci kafasını" dümdüz söyleyince ortaya çıkan "karışıklık" içinden, "kar" hecesini ayıklamaya çalıştım, geriye "ışıklık" kaldı. Daha sonra "lık" hecesini de koparınca ışık kaldı...

Yoksa Sayın Şekerli "eğitimin şart olduğunu" inkar edemez... Eğitim şart ise eğitimci kafalara olan gereksinmeyi de yadsıyamaz. Ancak kastettiği, ülkemizde bir kast haline gelen, eğitimde tabandan ve üretimden kopuk eğitim teşkilatının yönetim kademesindeki zaafiyetlerdir... Ülkenin ana arterlerindeki bu tıkanmalar bünyeyi tehdit eder halde, irili ufaklı krizlerin nedeni durumundadır...

Peki tespit edilen sorun, tartışılan konunun hepsi midir?
Değildir! Bu konuda yanılgıya düşmeyelim...
Çözüm mü?
Satrancın gerçek temsilcilerinden oluşan bir delegasyon toplanarak bu konu tartışmaya açılmalı. Bunu söylerken TSF'nin her sorununun kendi başına ayrı bir alan teşkil etmeye başladığını görmek gerektiğini de belirtmeliyim. Daha önceki tartışmalarda (TSF Forum içinde) "Büyüme Ağrıları" diye bir başlık açmıştım. Yanlış anımsamıyorsam "Kurumsallaşma ve Kırımsallaşma" diye de bir başlığım olacaktı. Olup bitenler Türk Satrancının büyüme ağrılarıdır. Ne var ki bu ağrılar ortaya çıktığında; "bu çocuk" bu ağrılarını ifade ettiğinde; bu sürece önderlik edenler bu çocuğun ağrıları ile ilgilenmeyip, başka ağrılarla ilgilenince, o ağrılar büyüdü ve bir "Ağrı Dağı" oluşturdu...

Bazen dağlar fare doğuruyor, bazen de fareler dağ doğuruyor...

Kısaca her türlü sorun hem tek başına hem de etrafındaki tüm yaşamsal bağları ile ilişkili bir biçime ele alınmalı, konuya müdahil olan herkesin düşüncesi alınmalıdır.

"Her kafadan bir ses çıkmalı" ama her ses bir tek; ortak bir karar verebilmelidir! Bu satrancın da esaslarından biridir; her taşın sesine kulak verilir ama bir taş oynanır!

Her kafadan bir ses çıkmasına tahammül ederek, herkesi olmasa bile büyük çoğunluğu mutlu edecek olan, "en doğru" kararı verebilecek profesyonelliğe ise "yöneticilik" deniyor!...

Bu güne kadar Genel kurullarda çoğunluğu sağlayanlar, ne yazıkki hayatın ürettiği sorunlar ve o sorunların sahipleri karşısında azınlıktadırlar. Umarım bu böyle gitmeyecektir ve artık satranç kendi sahasına dönebilecektir...
Cevapla
#18
Sayın Hüseyin AKTAŞ,

Forumdaki yazılarınızın belli bir fikre dayananlarının (konusu kişilerin özelini ilgilendiren yazdıklarınız hariç) neredeyse tamamını okudum. Düşünce temelli yazılarınız ülkemiz satrancı tarihinin geçmişini bugününü sorgulayıcı, geleceğini araştırıcı ve yön katma amacına hizmet eder nitelikte. Bu tespitlerim sadece yazılarınızdan ortaya çıkan bir izlenimim. Yanılıp yanılmadığımı zaman gösterecektir.
Ama sizin gibi satranca değer ve emek verdiğini düşündüğüm insanlarla mümkünse yüz yüze görüşmek öncelikli tercihim olurdu.

-“Eğitimde tabandan ve üretimden kopuk eğitim teşkilatının yönetim kademesindeki zaafiyet” –

Bu tespit, satırlarınızı okurken yakaladığım size ait bir söylem.

Bunu “eğitimci kafası” açıklamalı yazınızda yazmışsınız.

Ülkemizin eğitim politikalarının 1920-30 lu yıllardan beri geçirdiği değişiklikleri, köy çocuklarının aydınlatılması amacına yönelik hazırlanan KÖY EĞİTİM ENSTİTÜLERİ PROJESİ ile yakaladığı fırsatı, yine kendi bindiği dalı kesmemek uğruna malum kesimlerce bin-bir yalan ve iftira ile kapatılma sürecini yaşadınız mı bilemem ? Ben yaşım müsait olmamasına rağmen birinci elde yaşadım, babamdan…Ve onun onlarca arkadaşından. O yıllarda kurulan enstitülerin önemli bir kısmını bilirim. En başta Sivas Pamukpınar’ı..Ankara Hasanoğlanı, Trabzon Beşikdüzü ‘nü, Malatya Akçadağ’ı… Bir çoğunu gezdim, yerinde gördüm Anadolu çocuğunun öğretilirse özündeki yeteneğiyle neler yapabileceğini. El yapması kemanlardan, gaz lambalarından, kayak takımlarından, tarım, hayvancılık, sağlık, inşaat alanındaki bilgi ve uygulamalarını yaşadım 1942’den kalma taş ev lojmanlarında kaldım.”Elmayı nasıl budarsan kurdunu kendi döker” i dinledim 1990 larda 80 yaşlarındaki Nevzat Usta’ lardan,Marangoz Yakup’ lardan…

Bunları neden anlatıyorum ?


Biliyorum o kadar az kişi okuyacak ki…

Ve o kadar yetersiz sayıda anlaşılacağız ki.

Ülkemin geçmişteki bilinçli bir şekilde döndürülen talihini fark edemeyen, bilmeyen, hala ve hala aydınlanmak istemeyen o kadar çok insan var ki.
Magazin hayatının içinde kendi kayboluşuna razı olacak kadar duyarsız ve silkinmekten aciz…

Haksızlıklar karşısında kükreyemeyecek kadar uyuşmuş ve özündeki cesareti sönmüş.

Sizin söylediğiniz ölçüde dünyayı sadece tutunduğu yerden ibaret sayan…

“Bilmeyenlerden bilenler oluşturmayı” nasıl başarabiliriz?

Uykudakileri nasıl uyandırabiliriz?

Bir ve birlik olmalarını nasıl sağlayabiliriz?

“Öteki” tarafa uzanan elimize bir el uzanmasını daha ne kadar bekleyebiliriz?


Ülkemin EĞİTİM SİSTEMİ bize yetmiyor. Bilinçli örselenen, yok edilen, evrensellikten uzaklaşan uygulamalar ve alan bilgileri ve dersleri karşısındaki” ONURLU KARŞI DURUŞUMUZU” bu gün satranç toplumumuza nasıl anlatabiliriz?

Okullarımızdaki satranç temel eğitiminin verilebilmesinin olmazsa olmazı olan eğitim fakültelerine satranç derslerinin konması yönündeki onca çabamızı ve devletin bunu bilinçli bir şekilde yok edişini.

Tıpkı KÖY ENSTİTÜLERİNİN ZAMANLA ORTADAN KALDIRILIŞI gibi…

Bu gün de aynısı olmuyor mu?


Satrancın dışında eğitim programlarından onlarca çağdaş ders, alan bilgili uygulamalar sessiz sedasız buharlaştırılmıyor mu?

İlk ve orta okullardaki haftalık ders çizelgelerine bakın derim -FORUMUN SAYGIDEĞER DUYARLI ÜYELERİ !! -…

Bakın ve bir şeyler söyleyin. Duyamıyorum sizi !


Orada geleceği görebiliyor musunuz?

Bu ülkenin geleceği kaybolmuş çocukları. Yüz binlerce kendini 4 yıllık eğitim fakültelerinde kanıtlamış, ama tuzak KPS lerde yok edilip öğütülen ülkemizin yaratıcı üretken gençlerini…

Elbette, tabandan ve üretimden kopuk eğitim teşkilatı. Özellikle de son 8 sene de atamaları düşününce. Her dönem kamuya alınana 30-40 binlerce personel neden eğitim ve güvenlik sektörü acaba?

Dikkat edilirse atananlar yıllardır atama bekleyen fakülte mezunları değil!
Malum kitle. “onlarda bu ülkenin çocukları değil mi?”diyenlere seslenirim.

Elbette.

Ama herkesin -HAK ETTİĞİ YER FARKLI.-

Ama HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSMAKLA YETİNEN MİLYONLARCA İNSAN VAR ÜLKEMDE.

İstenen kitle yaratılacaktı zaten!


******
Devletin yüzümüze kapattığı kapıdan içeri girmeye çalışmak birçok insana nasıl bir fikir olarak gözükür bilemem.

Burada aydın, kararlı ve cesaret sahibi “eğitimci kafasına” ihtiyacımız var Hüseyin Bey!

Bu konuda devletin satrancı gerçek anlamda istemediğini, eğitim programlarında ne bir alt yapı hazırlığı olarak ne de bu uygulamanın devamı olan ders programını kabul etmemesiyle 2005’ ten bu yana kanıtlamıştır. Zaten tersi olsaydı aradan geçen 7-8 sene de bu alt yapı kurulur, hatta ülke çapında meyvelerini toplardık bile.

Bu anlamda sn. Ali Nihat YAZICI ‘nın da yapabileceği pek bir şey yoktu zaten.

Bunu kendisinin kullandığını söyleyenlerde vardır, “çaresizlik teması” içinde görenler de…


Açılan -ANTRENÖRLÜK KURSLARININ- özerklik dönemine denk gelmesi ayrı bir tartışma konusu olmuştur hep. Ama o kurslar da o şartlarda hedeflerin çok ötesinde kalmasına rağmen gerçekçi olalım, bir hareketlenme getirmedi değil. Bu arada kurslardaki olumsuzlukları biliyorum. Doğru bulmamakla birlikte kendi atmosferi içinde doğal karşılıyorum.

Çok enteresandır. Bir ehliyet kursu ve sınavından, soruları çalınan kamu sınavlarıyla benzer yönleri var. Haksız kazanılan ehliyet belgeleri, tehlike ve ölüm saçarken, haksız kazanılan sınavlar haksız rekabetler yaratırken, o antrenörlük belgeleri, çalışma yapan öğretmenlerin bir şekilde onlarca öğrencisini SATRANÇLA TANIŞTIRDI…

Ama toplum bunu etik ve teknik açıdan tamamen haklı bir şekilde tartışmıştır.

*******


Bu onurlu mücadelemiz devam edecek. Ben kendi adıma her bedeli ödemeye hazırım.

Arkamda ya da yanımda, kimseyi aramadan…

“SU AKAR YOLUNU BULUR !”

Esenkalınız...
- MATRANÇ -
Ara
Cevapla
#19
Sayın Taşan,
Ben köy entitüsü mezunu öğretmen bir babanın çocuğuyum. Elbette, ülkemizin "rönesansı" sayılacak "Köy Enstitüleri" gerçeğinin ve onun yok edilişinin farkında olan birisiyim...
İnsanlar en kolay mektupla reddedilirmiş. Sonra telefonla... Ama en zor yüz yüze reddedilirmiş. Çünkü yüz yüze konuşmalarda mektubun eksik bıraktığı yerlere sığınmak olanağı yoktur. Bu yüzden kuşkusuz yüz yüze görüşmek daha fazla birbirimizi anlamamızı ve anladığımız oranda da ortaya yeni bireşimler koymamızı sağlar...

Bir diğer başlık altında sıraladığınız "yıldızlı" sorunların farkındayım. Onlara ilişkin bir değerlendirme yazmam gerektiğinin farkındayım. Yani; "görüldünüz"... Ancak bu değerlendirmenin tüm geç kalmışlığına rağmen aceleye gelmemesi gerekir kanısındayım. Hatta geç kalmışlık daha da sakin bir değerlendirmeyi zorunlu kılıyor...

İnsanların, sorunların çözümü yönünde yapacakları ilk şey, soruna yüzünü dönmek ve enerjisini çözüm odaklı harcamaya başlamaktır. Bu olduktan sonra gerisi kendiliğinden gelir neredeyse...
Bir süredir forumu izleyemedim. Seçimlerden sonraki tartışmaları okuyamadım. Onları da okuduktan sonra (gereksiz dahi olsa) sizin önerileriniz doğrultusunda kendi düşüncelerimi yazacağım...

"Mücadeleyi terk edenin, oyunu kazandığı görülmemiştir".

Çalışmalarınızda başarılar dilerim...
Cevapla




Konuyu Okuyanlar: 1 Ziyaretçi