"Emege Saygi". Gercek Satranc Emekcisi Kim?
#1
Merhaba,

Forumda cesitli yazilarda "emege saygi" temasi isleniyor. Satranci satranc yapan faktorler siralaniyor ve satranc oyuncusu kadar federasyon gorevlileri, organizatorler, veliler, satranc hakemleri, cesitli kurullar, federasyonda gorevli hizmetliler, soforler, muhasebeciler vs de satranc emekcisidir ve onlar olmazsa satranc olmaz deniyor.

Ben konuya, sozu edilen "satranc emekcileri"nin (!) satranctan resmi olarak para kazanip kazanmadigi ile bakmak istiyorum.

a) Satranc hakemleri: Para kazaniyor.
b) Satranc organizatorleri: Evet, para kazaniyor.
c) Veliler: Gorunurde para kazanmiyorlar ama sozgelimi yurtdisi turnuvalara refakatci olarak harcirah alma hakki ile gonderiliyorlar.
d) Cesitli kurullar: Kurul uyelerinin satrancla alakalari sorgulanabilir ve yerlerine gercekten hakeden duzinelerce satranc oyuncusu sayilabilecek olmasina ragmen bu emekciler yurtici seyahatler, cesitli kurslar vs adi altinda yollu ve harcirah alarak para kazaniyorlar.
e) Federasyon gorevlileri: Evet, gerek aylik maas almak seklinde, gerek de cesitli organizasyonlara seyahat adi altinda yolluk ve harcirah alarak, para kazaniyorlar.

Hmmmm. Size bir soru. Bilin bakalim satranctan kim para kazanamiyor?

Turnuva odulu yok. Turnuvalara invitasyon yok. Sadece cesitli A milli takim oyuncularina (ve bu oyunculardan daha kuvvetli ve daha hakeden oyuncularin bulundugu kusku goturmez bir bicimde ortada iken) maas ve duzenli yurtdisi seyahat var.

Turkiye birinciliginde odul yok.

Cumhurbaskanligi kupasi yapilirdi eskiden, odullu idi (ki onun da odulleri ayri bir konu basligi neyse). Simdi o bile yok.

Konunun onemine istinaden bir fikra anlatayim:

-- Orijinal yazıda bu bölümde yer alan ve 'daha fazla hakeden kişiler varken daha az hakeden kişilerin belirli işlerin başına getirildiği' anlamını verme amacı güden, ancak içeriği yanlış anlamalara neden olabilecek olduğu için sakıncalı bulunan fıkra, konu başlığı sahibi Gökhan Demir'in de onayı alınarak bu kısımdan kaldırılmıştır. --

Saygilarimla,
Gokhan Demir
Ara
Cevapla
#2
Yapılan benzetmede kullanılan unsurları hakaretamiz bulmakla birlikte her zaman satranççıların emeklerinin göz ardı edilmesi ve aslında esas sömürülenin (emek-gelir-beklenti bakımından) satranççı (hem profesyonel hem amatör) olduğunu göstermesi, yani sistemin temel sorununu ifade etmesi açısından doğru.

Bu sistem içinde satranççılar açısından çok daha iyisi yapılabilir.
Ara
Cevapla
#3
Doğruya doğru eğriye eğri prensibim gereğince ; bu başlığın sahibini bir satranççıya yakışmayan üslubundan dolayı kınıyorum.
İlgili kişinin bütün argümanları benim nazarımda yokolmuştur.
Ara
Cevapla
#4
Teziniz veya sorunuz şu sanırım:

"Satrançta en önemli bileşen oyununun içinde olan hamleleri yapan kişidir, yani oyuncudur. Oyunun dışındakilerin çoğu para kazanabiliyorken oyunu asıl oynayanlar neden para kazanamamaktadır?"

Yazınızın ilk kısmında işlemeye çalıştığınız "Oyuncular para kazanamıyor!" tezi fıkra ile birleşince şöyle bir anlam çıkıyor:

"Oyuncular para kazanamıyor, bunun sorumlusu başkandır! Başkan kendisini seçtirmeye mecbur bırakmıştır. Sonra da bizi mahvetmiştir."

Zeki bir insan olduğunuz için yazınızda bu algıyı oluşturmak istediğinizi tahmin ettim sadece; doğru olmayabilir, doğru değilse düzeltme yapabilirsiniz.

Bir problem olduğunu burada yazan veya burayı okuyan herkes kabul ediyor olmalı. Ancak kaç kişi sizin gibi problemi "satranç emekçisi satranç oyuncusudur, oyuncular para kazanamıyor, bunun suçlusu da yönetimdir" olarak algılıyor bunu bilmiyorum.

Şunu vurgulamak istiyorum:

İnsanlar önce nasıl söylediğinize bakarlar. İlk algı odur. Sonra ne söylediğinizle ilgilenirler.

Yani üslup 1. önemdedir.

Ben problemi sizin dediğiniz gibi "para kazanamayan oyuncular" diye algılamıyorum. Şimdi siz dersiniz ki "sen öyle algılayamazsın çünkü sen satranç oyuncusu değilsin". Kendi açınızdan haklı olabilirsiniz.

Problem oyuncuların para kazanamaması olsa bile (ki değil) bunu kişilere veya kurumlara hakaret ederek veya alaycı üsluplarla çözemeyiz.

Sinirlenerek yazdıklarınız önce size, sonra bize ve bu forumun kendisine zarar vermekten öteye gitmeyecektir. Muhtemel bir ceza sizi bekler o kadar.

Bakınız "def-i mefasid celb-i menafiden önce gelir". (Mecelle)

Önce sorun çözülmelidir. Sorun başkadır. Oyuncunun para kazanması celb-i menafidir.

Satrançtan kimin para kazandığı bazı oyuncuların kendi kişisel sorunu olabilir. Bazı kulüplerin önemli bir sorunu da olabilir.

Meseleyi para düzlemine indirgemek bence kabul edilmemeli.
Satrancın sorunu satrançtan kimin ne kadar para kazandığı değildir.

Satrancın yükselebilmesi için para önemlidir ve gereklidir.
Kulüpler, dernekler, okullar ve hatta öğretmenler bu açıdan (para açısından) desteklenebilir. Bu da satrancın yükselişinin yolu olabilir. Ama hakemin aldığı üç kuruşa vurgu yapıp oyuncu neden almıyor? derseniz ayıp edersiniz.

Satrancın yükselmesini istiyorsanız asıl mesele oyuncuların cebine ne girdiği değildir. Hakemlerin turnuva başına aldığı parayı öğrendiğimde şöyle dedim: "Sizi hakemlik yapmanız için tehdit mi ediyorlar? Bu paraya saatlerce bu eziyet çekilir mi?"

Şimdi olayı alınan (kazanılan) üç kuruşa indirgeyip. Ardından oyuncular neden kazanmıyor diye vurgu yapıp g.t ifadesi geçen bir fıkrayla ne elde ettiğinizi kime şamar attığınızı ben muhakeme edemedim.

Benim nazarımda da hem hakemlere hem velilere hem federasyona ve bu işe gönül vermiş herkese terbiyesizlik edilmiştir.

Hürmetlerimle.
Cevapla
#5
Hulasa, üslup önemli Smile Bayağı önemli hem de.
Ara
Cevapla
#6
Üslup önemli ama birkaç şeye de dikkat etmek lazım.

Birincisi, Gökhan beyin yazısında bir kişiye veya bir makama hakaret varsa, o kişi veya makam cevabını versin.

Hakaret veya sövme, şikayete bağlı suçtur. Kişiler arasındadır. Muhatabı olduğu düşünülen kişi yani TSF başkanı bu lafları hakaretamiz buluyorsa cevabını gönderir veya yasal hakkını kullanır. Belki muhatap bunda hakaret görmüyor, bize ne?

Aşkın bey, TSF adına sözcülük yaptığınızı ve burada görevli olduğunuzu söylediğimizde sinirleniyorsunuz. O halde daha yüzünüzü yıkamadan 15'er dakika aralıklarla mesaj bombardmanı yapmanızı gerektiren motivasyon nedir?

Ha adalet duygunuz açısından meseleye bakıyorsanız tamam ama, o zaman da Ekaterina'ya vatan haini muamelesi yapıldığında kaç mesaj atmıştınız sorusu geliyor aklıma.

Eğer yukarıdaki benzetmede size hakaret varsa cevabınızı verin; yok 3. kişiye hakaret varsa, bırakın o versin, size ne?

Diğer yandan Gökhan beyin benzetmesini ben de doğru bulmadım, hakaret olup olmadığı muhatabını ilgilendirir ama burada TSF uygulamalarını eleştirirken hep dikkatli davranmak zorundayız.

Aksi halde "tabelaya bakarım göbek atarım" çizgisine gireriz. Burada zaten bir kıvılcım arayan kişilere sıfır mevzi vermek gerekiyor; bu, haklı olan birçok ciddi eleştirinin önünün kesilmesine, ciddi konuların değil de bu polemiklerin ön safta tartışılmasına neden oluyor.

Bu konuda dikkatimi çeken 2 şey daha var.

Birincisi, benzetmede her durumda ciddi hata var, eğer burada kastedilen bir kişinin sistemi tıkaması tehdidi ile seçilmiş olması ise, bizim olaya uymuyor. Zira bizim genel eleştirimiz, başkanın bir tehdit ile kendini seçtirip sistemi tıkaması değil. Tersine (seçileceği çok belliydi) seçildikten sonra sistemi hiç çalıştırmaması ve satranç dinamiklerinden uzak olduğu için ilelebet bu sistemi çalıştırma kapasitesinin olmaması.

İkincisi de, burada bir hakaret veya aleni bir ayıp varsa, forum yönetimi, adminleri ne yapıyor birader? Bakın 1 gün oldu. Ya bir açıklama yapın "bu yazıda hakaret yoktur" deyin, meraklısı bilsin; veya forum kurallarında yeri neyse onu uygulayın.

Yani satranç forumu açıp bu forumu okumayan forum yöneticisi görmek de herhalde yine Türk satrancına mahsus olacak

Son olarak, Aşkın beye "hayatın içinden" kelimelerinin yasaklanmasını öneriyorum Big Grin Böylece forum storage'ında yüzde kırklık bir tasarruf sağlanacaktır.
Ara
Cevapla
#7
Burada sorduğunuz için;

1- Forum yöneticilerinin olabildiğince müdahale etmeme çabalarını görüyor ve açıkçası da destekliyorum.

2- Hakaretin bir kısmı şahsıma bir önceki yılda olduğu gibi satır aralarına sıkıştırılmış durumda. Okunurken gözükecektir. Arkasında kararlılıkla durulan, kasdi, aşağılayıcı sözler var. Gözünüzden kaçmış olmasına şaşırdım.

3- Şu ana kadar yönetimden hiçbir haber, yorum, telkin almadım. Kendim yazdım her zaman ki gibi. Beni biat eden biri olarak tanımanıza üzgünüm. Bunu kanıksadınız ve hep yapıyorsunuz.

4- TSF şu ana kadar tüzel kişilik anlamında hiçbir tepki vermedi. Zaten olağanüstü bir durum olmadıkça tavırları bence de normal. Kamuoyunun takdirine bırakıyor olabilirler. Ya da 10 yıl öncesinden bir farklılık da ortaya koymak istiyor olabilirler.

5- Uygulamalar yanlış değerlendirildiği için yanlış yorumlanıp zan altında kalan TSF kurul arkadaşlarımız da var. Onların bu satırlara yansımayan düşüncelerini biliyorum. İletişimdeyim. Yayınlamam doğru olur mu sizce?

6- Sadece verdiğiniz E.ATALIK örneği de değil; diğer haksızlık olduğunu söylediğiniz, adli süreci başlamış durumlarda çifte standart gütmedim. Sadece burada yazmadım. Bu da kendi kararımladır. O süreçte bu ortamdan daha farklı bir ortamda; birinci elden kişilerle iletişimdeydim. Görüşmelerim ve yazışmalarım, cep ve sabit hat telefon kayıtlarını mı yayınlamamı istiyorsunuz?

7- Gökhan Bey in yazısına hakaret varsa o kişi veya makamın tepkisini ben de merak ediyorum.

8- ÖSF nun bir üyesi olarak bu satırlarda yazı yazan herkesin aynı haklara sahip olduğu düşüncesiyle, ben de diğer üyelerin bir kısmı gibi tepkimi ortaya koydum.
9- Nitekim bu durumun birebir çok benzerini şahsıma karşı bu forumda en çok yapan şahsı siz ve benden daha iyi tanıyan bir var mı?

10- Bakın ben TSF, ÖSF uyumayın demiyorum. Karşı cevap hakkından, cezadan bahsetmedim. Bahsetmeyeceğim. Benim yetkim ce görevim de değil. Fikrini özgürce açıkladı. Uydu ya da uymadı. Bedeli kendisine ait olmalı.
11- Ben sadece bir özür bekledim.
- MATRANÇ -
Ara
Cevapla
#8
Gökhan bey,bu yazınızı okuduktan sonra,daha önce okumuş olduğum 'konu başlıkları nasıl olmalı'başlıklı yazınıza cevap verirken meğer asıl yıldırım cevapçı benmişim.Cevabındaki bazı sıfatlar için acele etmiş olabilirim,aksini söylemiyorum fakat fazla iddialı oldum galiba bu fikrimin nedeni uslubunuz.
Veli TURAN
Ara
Cevapla
#9
Ben Gökhan Demir?in yazdıklarından daha çok Mojo?nun ?size ne, muhatap cevap versin? sözüne takıldım.
Demir?in eleştirisi doğrudan tek kişiyi hedef almıyor. Keşke daha iyi bir üslup kullansaydı ve sözcükleri özenli seçseydi ama sonuçta bir saptama yapmaya çalışmış. Bir anlayış ortaya koymuş. Satranç, satranç için önemsiz kişilerce yönetiliyor ve doğru yönetilmiyor diyor. Karar alma mekanizmasında yer alan herkese tepkili. Satranç oynamadığı halde satranç sayesinde gelir ya da statü elde eden herkese kızgın ya da soğuk baktığı da anlaşılıyor. Bu durumda Mojo?ya göre kimlerin bu tartışmaya katılmasına izin var?
İkincisi bir fikrim var ise konu dışı olayım ya da olmayayım fikrim ona ya da buna yarasın, neden dile getirmeyim? Bu yasak anlayışı da nereden çıktı?
Madem bir fikir ortaya atıldı buradaki her üyenin yorum yapmak da doğal hakkıdır. Zaten forum bunun içindir.
İddia nedir? Satranç oynayanlar (satranççılar) para kazanmıyor, bu sporun hizmet sektöründe çalışanları para kazanıyor. Satranççılar olmasa satranç olmaz bu haksızlıktır. Önce satranç oyuncusu para kazanmalıdır. Böyle olmadığına göre yanlış yönetiliyoruz.
Burada yanlış anlamadıysam Demir, satranç emekçileri olarak yalnızca dereceye oynayabilen oyuncuları kastediyor. Kuvvetli ya da orta derecede, aktif ya da pasif oyuncu olsa da TSF ya da il bünyesinde hakemlik, antrenörlük yapanlar ya da kurullarda görev alanlar da diğerleri tanımının içinde. Bu kesimin bir maddi çıkarı olacaksa da oyunculardan sonra olsun diyor.
Bence bunlar satrancın birbirine benzemez unsurlarıdır.
Keşke hayatını satrançla anlamladıranlara belli ölçütler göz önüne alınarak ödeme yapılsa. Keşke turnuvalara yüksek ödüller konabilse.
Eğer satrançta amatörce başkalarıyla boy ölçüşmek istiyorsanız hizmet satın almak zorundasınız. Bir kahveye serbestçe satranç oynamaya gitseniz bile ki bizim Ankaralılar olarak yıllardır yaptığımız buydu, en azından dakika başı çaycı başınıza dikilip sizi hijyenik olup olmadığı şüpheli bardaklarla çay içmeye zorlayacaktır. Yok daha nezih bir ortamda satranç oynamak istiyorsanız o zaman birkaç bardak çaydan çok daha fazla harcama yapmayı göze almak zorunda kalırsınız.
Bir turnuvada oynamak istiyorsanız size mekan, takım, saat, hakem, ekipmanlar vs gerekli. Elo, ukd hesapları gerekli. Organizasyon gerekli. Bunların maliyeti var. Bunların yerine getirilmesi için ya siz ödeme yapacaksınız ya da biri sizin için yapacak. İşte TSF ya da GSGM il müdürlükleri oyuncular için bu maliyetlerin bir kısmını karşılıyor. Aksi takdirde hakemler ya da diğer unsurlar orada olmak zorunda değillerdir.
Burada kanımca karıştıralan şu: Evet satranççılar satrancın gerçek sahibidir. Ancak hizmet talep eden taraf da satranççılardır. Onların bu talebi üzerine hakemler, görevliler, yönetimler, yönetciler vs oluşur, gelir ya da statü elde eden kesimler doğar.
Turnuvalar ödüllü olsun yeter diyorsanız. Ödülü kim koyacak? Kaç kişi ödül alacak? Kazanılan ödül ne kadar olursa tatmin edici olacak?
Her turnuva keşke yüksek ödüllü olsa. Ancak kabul edelim ki satranç seyirciye değil oynayana keyif veren bir uğraş. Seyirci/izleyen yönü sponsorler, raklamcılar için çekici değil. O zaman kim ödül koyacak? Federasyon. Bütçeyi nereden bulacak? Hakemlere vermesin ödül koysun derseniz hakemsiz turnuva nasıl yapacaksınız? Hakemlere verilen ücret çok diyorsanız hakemlerin saat/ücretini biliyor musunuz? Ücretlerin düşüklüğü nedeniyle hakemlerin büyük çoğunluğu satranç öğretmeni oluyor (Bu da büyük bir sorun ve ayrıca tartışmak gerekiyor). Federasyon tasarruf yapsın ödüle yer açsın diyorsanız nereden tasarruf yapacak yapılan tasarruf hangi yarışmanın ödülüne yetecek.
Federasyonun böyle bir harcama yetkisi var mıdır? Gerçek şudur ki devlet bütçesinden ödül olmaz. Sponsor bulmak gerekir. Satrançta da bu oldukça zordur. Dünya şampiyonluğu unvan maçı için bile sporsor bulunamaması bu acı gerçeği ortaya koymaktadır. Şimdilik satranççıların beklentisini buna göre ayarlaması gerekir. Dilerim bir gün satranç popüler bir uğraş olur ve kolayca ödül bulunur.
Ara
Cevapla
#10
Sabri Koçak Nickli Kullanıcıdan Alıntı:Ben Gökhan Demir?in yazdıklarından daha çok Mojo?nun ?size ne, muhatap cevap versin? sözüne takıldım. (...) Bu durumda Mojo?ya göre kimlerin bu tartışmaya katılmasına izin var?
Konu hakaret üzerinden gittiği için bu sözü yazdım, elbette genel konularda kimse kimseyi tartışma konusunda kısıtlayamaz.

Ama Aşkın beyin yazısı, algısı itibariyle, doğrudan başka bir kişiye edilen söze verilmiş cevap niteliğinde. Ben de diyorum ki, ortada hakaret olup olmadığı belli değil; olsa bile hakaret tarafları ilgilendiren bir kavramdır, üçüncü kişi olarak bizi ilgilendirmez.

Bırakın önce muhatabından bir cevap gelsin, belki bu yazılanı hakaret olarak okumayacak, bunu bilebilir miyiz (bu yüzden "bize ne")?

Kaldı ki yazının genelinde siz de hakaret görmemişsiniz (en azından şahsa mahsus görmemişsiniz); bu durumda bir seri yazı ile çok hızlı verilen bu tepki bana göre adalet hissinden çok rövanşist hislerle yazılmıştır.
Ara
Cevapla
#11
Ülke satranç tarihimizin hangi kesitine bakarsanız bakın, satranç federasyonunun öz kaynaklarından oluşmuş ödüllü turnuvalar için bana ideal bir dönem gösteriniz.
Gözükmüyor.
Ama sponsorların yönlendirildiği, bulunduğu, yerel yönetimlerin harekete geçirildiği, ilişkiler kullanılarak şirketlerin özendirildiği, odaların ve çeşitli sivil toplum kuruluşlarının sponsorluk anlamında davet edildiği bir dönem yaşıyoruz.
Kabul edelim ya da etmeyelim, bu durum il bazında doksanlı yılların başında yoğunluk kazandı.
Öncesinde İstanbul merkezli geniş bir iç yapılanma vardı.
Altmışlı yıllarda Rahmetli Nevzat SÜER in, rahmetli İlhan ONAT a (huzur içinde uyusunlar) yazdığı mektupları bilirim. Yurt dışına ulusal turnuvalara-maçlara gidebilmek için neler yaşadıklarını İlhan ONAT tan dinlemiştim bir kez. Balkan şampiyonaları çok sorun teşkil etmiyor olabilirdi. Ama olimpiyatlar kolay değildi.
Bireysel ilişkiler kullanılarak kaynak bulunmuş ve yurt dışına( sanırım G .Amerika-Küba) gidilmişti. Tabi o zamanlarda kullanılabilecek gelir kaynakları yoktu, ya da çok sınırlı ve ulaşımı çok güçtü. devlet adamları ikna edilirdi.

Bu gün ise geniş katılımlı kafilelerle mesafe ayırt etmeksizin bir şekilde yarışmalara gidilebiliyor.
Elbette daha idealini bulmalıyız.


Federasyonların gelir kaynaklarına baktığınız zaman iç dinamiklerine göre son derece farklılıklar arz eder.
TFF nun en önde olması elbette hasılat ve reklam gelirlerine dayanır. Üstelik sponsoru da vardır. Ama her kulübün başında yatırıma ya da para harcamaya amade para babaları da vardır. Tabi her kulüpte olanaklar farklı.
Yalnızca reklam ve canlı yayın gelirlerinde federasyona aktarılan para %10-15 lerdedir.
Benim bir çok kez dile getirdiğim, önerdiğim para kaynakları olabilir. Yasal düzenlemeler gerekebilir. Belki de Genel Kurulda alınan karar gereği seçilen YK da yapabilir.
Türkiye Küçükler Şampiyonası için yazmıştım. İllerinden finalde yarışma hakkı için gelen sporcuların geliş masrafları, harcırahların yanı sıra oluşturulacak kaynaklardan karşılanmalıdır. Bu kaynaklar pekala canlı yayınlar olabilir.
O gün ben internetten izleyeceğim tüm karşılaşmalar için 1 lira ödersem çok mudur?
Bu durum ve oluşan bütçe elbette tüm şeffaflığıyla kamuoyunun ve camianın bilgisine sunulmalıdır.

Böylece hem TSF PARA VE İTİBAR KAZANIR, HEM DE ÖDEMELERİN DOĞRU YERE VARDIĞINI KABULLENEN İZLEYİCİ KAMUOYU KİTLESİ BU DURUMU BENİMSER ve SAHİPLENİR.
Ben buradan her yaştaki başarılı sporcular için sadece sporcuya değil, sporcuyu yetiştiren antrenöre de (öğretmene değil!) maddi ödül verilmelidir diyorum.

İllaki Soma olayları mı yaşamalıyız ,büyük kulüplerin öğrencileri okutmaları için?
Bu anlamda EĞER SÜREKLİLİK ARZ EDECEKSE İSTANBUL KULÜPLERİYLE YAPILAN ANLAŞMALAR çok önemlidir.
Galatasaray' ın bu anlamda bir atağı olmuştu.
Yerli dinamikler harekete geçirilebilir.
, Ankara da Arzum, Çanakkale de Miller Oto ile yapılan anlaşma örneği illerde çoğaltılmalıdır.
Son 8-10 yıllık atak çok önemlidir. Teşvik ödülü yeni GM adaylarını harekete geçirmiş ve vaat edilen ödemeler yapılmıştır. Yeter mi, elbette yetmez!
Sürekliliği sağlanmalıdır. Elbette YK bunun için var. Bu konuda başkanından yedek üyelerine kadar sarf edilen çabaları görmekteyiz.
Ama elbette yetmez.

Bakınız Burhaniye de bir şeyler oluyor. Dr. Birgi TUNA son derece akıllı hamleler ile nefis bir ilk başlatmak üzere. uluslar arası satranç akademisi yaz kampı. İnanılmaz katkıları olacaktır.
Antrenörleri masrafsız ağırlayıp iki dönem halinde 15-28 Haziran 2014 tarihlerinde ders ve antrenmanlar var. Üstelik ders veren 2.-3. kademe antrenörlerimiz 800 TL civarında katkı ücreti de alabilecek.
Birgi TUNA nın bu projesinin hayata geçmesi için tüm fikirsel desteğimi verdim. 15-22 Haziran 2014 de kampı ziyaret edeceğim.
Örnek bir model olacaktır.
Burhaniye SAYFASINI ZİYARET EDİNİZ LÜTFEN!

Kaynak için özgün fikirlere, öncesi ve sonrası iyi hesaplanmış kararlı girişimlere ihtiyaç vardır.
BEN NİTELİKLİ ÖRGÜTLENMELERİN İLLERİN KENDİ İÇİNDE BİR ÇOK SORUNLARI ÇÖZECEĞİNE YÜREKTEN İNANIYORUM.

Bu gün satranç camiamızın çok yeni bir üyesi bunu başarabiliyorsa çok önemli buluşmalardan oluşan küçük ekipler benzer çözümler bulabilirler.
Engel yok.
Umut ATAKİŞİ bunu geç de olsa başarabildi.
Sevgili Bülent GÜNER çok öteden beri bu çözümü oluşturmuş.
Başka örneklere girmek istemiyorum.

İsimleri izinsiz kullanmak istemem. Umarım beni anlar bu arkadaşlarım.
İzmir de, Adana da, Ankara da, Mersin de, Antalya da, Siirt te, Kilis de, Hatay da, Elazığ da, Çorum da, Kocaeli de, Yalova da, Muğla da, Bodrum da,
Çanakkale de, Manisa da, Akhisar'da, Ereğli de ne bileyim haritayı açtırmayın bana...
Buralarda yıllardan beri tanıdığım gerçek satranç emekçi dostlarım var.
Her bir saydığım yerden en az 5-6 tanıdık dost-arkadaş sayabilirim.
Kimi tek başına, kimi ekibiyle kendi iş kollarını kurmuş ve illerinde marka olmuşlardır.
Bunlar satranç emekçisi değiller midir?
Her biri dünyaya satranççı olarak gelmedi.
Kimi sınıf öğretmeni, kimi resim, matematikçi, kimi beden eğitimi mezunu, kimi avukat, kimi üniversite den terk. Hepsi de işin başında meşakkatli bir dönem yaşamadı değil.
Bundan 14-15 ay önce bu sütunlarda -GÜL- başlığıyla Kocaeli de SASEM in kuruluş öyküsünü anlatmıştım.
Başlangıçta ektiğiniz fidanı sular, gübreler, bakar budarsınız ama koklamaya herkes gelir diye de GÜL den örnek vermiştim.
İnsanlar bana "yağcılık yapıyorsun" diye bulduğum çiçek ismine bile takılmışlardı. Başkanın ismini çağrıştırması polemik konusu olmuştu.
Hatayı kendimde aradım tabi.
Hüsnü-Yusuf varken sen git -gül-den örnek ver!

Sonuç ise, bir musibet bin nasihatten iyidir.

Güzel örnekleri konuşalım arkadaşlar...
Ben enerjimi bu konuya verecek, destek ve teşvikler için çaba harcayacağım.
Tek başıma ne kadar yetersem.
Ama yanımda, ama başka yerlerde yan yana insanlar da görmek güzel olmaz mı?
Çözüm burada olacaktır.
Bir arkadaşımızın, bir üyemizin kastını aşan bir davranışından dolayı bir yerlerde öz eleştiri yaptığını düşünmek istiyorum.

Hepinize saygılarımla...
- MATRANÇ -
Ara
Cevapla
#12
Konu Gökhan Bey'in açtığı başlıkla çok alakasız bir yere doğru gidiyor, bunun sebebini anlayamadım.

Önce olumsuz eleştirimi belirteyim:
Meşhur "müdür" fıkrasını hepimiz iş yerlerimizde en az ikişer kez dinlemişizdir. Yeni bir fıkra değildir bu. Ancak gerek üslup, gerekse argüman tutarlılığı açısından ilgili fıkraya gönderme yapmak burada pek anlamlı olmamış. Üslup açısından kabul edilebilir bir benzetme türü değil, sanırım bunda herkes hemfikir. Argüman olarak katılmama nedenim, "sistemi tıkayan" veya "diğer organların sağlıklı çalışmasını engelleyen" bir müdür profiliyle karşı karşıya olmamamızdır. İşlerlikteki sorunlar, "müdür"den ziyade yardımcılarından ve(ya) vekillerinden kaynaklanmaktadır. Ancak bu sorunlar dışarıdan görüldüğü kadarıyla "iyi iş yapanı engelle" tarzı yöneticilikten kaynaklanmamaktadır.
Bence bu fıkra konusu, Mojo'nun da belirttiği üzere, tali konudur. Bizden çok muhatabını ilgilendirir. Demir lafını ortaya söylemiş, beğenen alsın.


Gelelim esas konuya:
Oyuncuların emeği, satranç oyununun var olup günümüze kadar gelişerek gelmesinini anahtarıdır. Bu gerçeği kabullenemiyorsak tartışmanın hiçbir anlamı yok.
Satrancın miladı sayılabilecek notasyon kavramını kim akıl etti sizce? Hangi ihtiyaçla? Biraz kafa yorun.
Saat kullanımı hangi ihtiyaçtan kaynaklandı? Saatsiz oynamanın acı tecrübeleri en çok hangi oyuncular tarafından yaşandı? Buyurun Google'a.
Açılış teorisi, kitaplar, dergiler, araştırmalar, bitmeyen analizler, hepsi satranç oyuncusunun emeğidir.
Oyuncunun emeğini kutsallaştıran nedir biliyor musunuz?
Somut maddi karşılığı olmadan tüm bunları başarmış ve birikimli bilgi haline getirmiş olmasıdır.

Peki Gökhan Bey neden yakınıyor? Şikayeti nedir?
Modern yaşam, vahşi kapitalizmin etimize geçirdiği dişleriyle beraber, biz yeni kuşaklara, belki 50 yıl önce olmayan bir "emek - maddi karşılık" analizini miras olarak bıraktı.
Kabaca düşündüğümüzde satranç oyuncusu bu işe binlerce saatini, yüzlerce gününü, onlarca yılını verir de maddi karşılık olarak ne alır? Birkaç madalya, belki birkaç kupa, belki toplamda 1000 dolar değerini geçmeyecek maddi ödül. Yani böyle bir emek - maddi karşılık ilişkisi var oyuncuyla satranç arasında. Fakat modern yaşam gerekleri bu bağı çatır çatır koparıyor. Artık insanlar para kazanamayacaklarını öngördükleri işlere çok fazla ilgi duymuyorlar.
Harıl harıl çıkartılan lisanslara, sürekli artan nüfusa rağmen nitelikli satranç oyuncusu sayısında artış olmamasının en önemli nedenidir dayatılan hayat koşulları.

Şimdi madalyonun diğer yüzüne bakalım: Satrançtan çok kısıtlı derecede anlayan, çünkü esasında satrancı sevmeyen, fakat 2000 düzeyinde bir oyuncunun 10 yılda kazanamadığı maddi ödülü satranç sayesinde aylık olarak kazanan kişiler var.
Bu kişiler hakem, yardımcı antrenör, il koordinatörü, bilmemne kurulu üyesi, hatta federasyon başkanı gibi sıfatlarla karşımıza çıkıyor.
Bu kişiler ekmeğini yedikleri satranca o kadar uzak olmasalar, yine bir derece tolere edebilir insan. Ama öyle bir denge, öyle bir düzlem maalesef Türkiye'de yok!
Liyakat, satrançta başvurulan son kavramlardan biri!
Müsaade edin de bu kadarcık eleştiri gelsin.

Şimdi bu tip insanların çıkıp da "ya ben şöyle emek verdim, biz şöyle yaptık falan filan." demeleri çok komik. [size=9](O tip insanların bu kadar makam sahibi olmaları asosyal ve bencil satranççıların yüzündendir, o apayrı bir tartışma konusu, ayrıca yazacağım.)[/size] Hatta komik ötesi, farklı çelişkiler içeren bir durum. Satrancı sevdiklerini iddia eden kişilere hep sorasım geliyor: "Bu kadar seviyorsan neden bir kitap bile alıp okumadın, merak etmedin?"

Bakıyorsun, satranç adına hiçbir niteliği olmayan insanlar, 2600'lük adamın nerede oynayıp nerede oynayamayacağına karar veriyorlar. Akıl dışı!
Neymiş, yönetim becerisi!
Bu yaşa kadar nerede, nereyi yönettin?
İyi yönettiysen neden buradasın, orada devam edemiyorsun?
Kötü yönettiysen burası yıkanıp arınabileceğin duş kabini falan mı dostum?

Sabri Bey'e katılmadığım noktalar var. İzah edeyim:
* Sabri Bey bir hizmet talebi olduğunu söylüyor. Bu hizmetin de bir karşılığı olduğunu. Doğrudur. Katılmadığım nokta şu ki bu hizmetlerin çok büyük bir çoğunluğu oyuncu tarafından talep edilen şeyler değildir. Federasyon yönetmelikle dayatıyor, sonra kendi standardını sağlayabilmek için oyuncunun standartlarından kısıyor. Durum bu.
* Sabri Bey hizmet veriliyor diyor, bu da doğru. Bana komik gelen, hizmet sonucunda parasını alanların her turnuvada birbirine çocuk gibi plaket vermeleri ve yeri geldikçe "ya biz olmasak" tonundan konuşmaları. Sen olmasan n'olcak ki arkadaşım, yaptığın işi ortalama IQ'ya sahip sokaktan çevirdiğin adamlar yapabilir, 5 günlük eğitimle. Esas sokaktan çevirdiğin kaç kişide 2300 seviyesinde satranç oynayabilecek potansiyel var, ona bakalım. O potansiyel varsa bile yıllarca sabredip çalışabilecek dirayette, metanette ve fedakarlıkta kaç adam var, ona bakmak lazım. Değerli olan yetenektir efendim, yeri kolayca doldurulabilecek pozisyonlar değil.

Aşkın Bey'e de eleştirilerim olacak:
*Aşkın Bey'in son mesajının konudan fazlaca sapmış olduğunu düşünüyorum.
* Tam da bir oyuncu maddi ödüllerin azlığından yakınırken "antrenörlere şu kadar istihdam çıkardılar, iyi oldu." demek, çölde susuz gezen birinin karşısında litrelerce su içmek gibi bir görüntü oluşturdu, nazire gibi.
* Fedakarca çalışmalarına örnek verdiğiniz kişiler maaşlarını ve(ya) ödeneklerini düzenli olarak alıyor, o kadar çalışsınlar bir zahmet.
* Talip olunan bir görevde fedakarca çalışılması bana çok övünülecek birşey gibi gelmiyor. Örneğin, falanca işe adam lazım diye ilan veriliyor. Başvuranlardan biri başlıyor çalışmaya, hemen ardından rutin olarak ",y, çalıştım ha, bugün çok iyi iş yaptım." gibi cümleler duyuluyor. Bu adama ne denir? Nasıl adlandırmak gerek?
* (Başka bir başlıkta verilen) futbol örneği satrancın durumuyla çok uzaktı. En basitinden, basın görevlisi futbol camiasından sayılmaz. Fanatik, Fotomaç ve Birgün gazetelerinde görev yapmış biri olarak söylüyorum bunu. Eski futbolcu sonradan yorumcu ya da köşe yazarı falan olursa ancak o zaman futbol camiası basından birini bağrına basmış görünür, ki esasında durum öyle değildir.
* Bir camianın aktif üyeleriyle camianın toplamda temas ettiği her kişiyi karıştırmış gözüküyorsunuz. Futboldan verdiğiniz örnekte iş ayran satan büfeciye kadar gidebiliyor, elbette. Ne var ki hiçbir kulübün büfeciyi camiadan saydığını, kulübe veya federasyona başkan yaptığını falan görmezsiniz. O adamın oradaki işlevi budur, ekstra anlam yüklenmez. Bizim satranç camiasının maşallahı var, oyuncu dışında herkesin bir ağırlığı, otoritesi, tanıdığı falan var. Oyuncu dışındaki kimsenin (1-2 örnek hariç) satrançla alakası yok.


Bunların fark edilmediğini sanabilir bazıları.
Yanılıyorlar, hem de çok yanılıyorlar.
Buradan bakınca görülüyor, hem de çok net.
Sadece çok sık söylenmiyor, dile getirilmiyor.
Belki biraz zaman meselesi, farkındalık işi.
Oyuncular dibi görmeden uyanmayacaklar.
Şimdilik bencil bir uykudalar, muhtemelen rüya görüyorlar.
Rüya bitince gerçeğin farkına varacaklar.
Farkına vardıklarında satranç bilmeyenler satrancı yönetemeyecek.

Sevgi ve saygılarımla...
Ara
Cevapla
#13
Oktay Bey, benim de sizin yazınızda katıldığım, katılmadığım, anlamadığım yönler var ve bana yönelik eleştirinizi de yanıtlayayım.
Katıldıklarım:
1- Yazınızda fikir birliği ettiğim konulardan birisi bir turnuva sonunda birbirine plaket vermelerdir. Hakemlere plaket sunumu bence de çok gereksizdir. Zaten ücreti karşığı yapılan bir iştir. Plaket ancak karşılıksız ya da çok önemli katkı sunmuş insanlar var ise onlara verilmelidir.
2- Sanırım yazınızın özünde satranççıların karar alma mekanizmaları içerisinde yer almamasına ya da az yer almasına tepkilisiniz. Buna da katılıyorum. Bunun için ne yapmak gerekir ayrıca tartışmalıyız.
Katılmadıklarım:
1- Satranç oyuncusu satranç oynamak istediği için oynuyor. Kendisi yıllarını veriyorsa, kendi isteğiyle oyununu ilerletmek için yapıyor. Birisinin isteği üzerine emeğini satışa çıkarmıyor ya da para kazanmak için satranca başlayan ve çok çalışan biri varsa ben bilmiyorum. Bu yüzden hizmet verenlerle karşılaştırılamaz. Bir hakem iki günde hakem oluyor para kazanıyor, oyuncu yıllarını veriyor bir şey almıyor karşılaştırması elmalarla ile armutları toplamaktır. Hakem ücretleri ve turnuvaların maliyetlerini ayrı konuşmak gerekir, satranççıların gelir elde edebilmeleri için ne olabiliri ne yapılabiliri ayrı tartışmak gerekir.
2- Hakem, il temsilcisi, kurul üyeleri, federasyon başkanı, başkan yardımcıları, yönetim kurulu üyeleri vb maaş almıyorlar. Bunlar fahri görevlerdir. Görevlendirildiği sürelerde, seans ücreti (hakemler) ya da harcırah (diğerleri- bulunduğu il dışına giderlerse) alıyorlar. Görevlendirmelerin de bir rotasyon izlediğini göz önüne alırsak ortada maaş edecek bir tutar bulamayız.
Ancak kimi yardımcı antrenör/antrenör olan kişiler özel okullarla bir öğretmenlik anlaşması yapmışsa o zaman maaş alabilir. Bu da ayrı bir şeydir. Her şeyi birbirine karıştırıp alabildiğine genelleme içeren yorumlar yaparsanız okurları yanıltırsınız.
3- Hakemleri de fazla küçümsemişsiniz. Öyle sokaktan çevirip herkesi hakem yapamazsınız. Burada satranç saatinin nerede durması gerektiği konusunda bile günlerce yazmak zorunda kaldım ve kimleri ikna ettiğimden de emin değilim. İyi hakem de öyle kolay yetişmiyor. Hele ki çocuk turnuvalarının yetişkin turnuvalarından kat kat fazla yapıldığı bu dönemde hakemlik müessesesi çok önemli hale geliyor. Zaten iyi hakem sorunumuz var bir de sokaktan çevririp hakemlik yapacak insan bulabiliyorsak kalitemiz iyice yerlerde sürünür. Hem sokaktan çevirdikleriniz daha mı ucuza hakemlik yapacak, onlara ücret ödemeyecek misiniz?
Anlamadıklarım:
1- Ben şöyle yaptım, böyle yaptım diyen tipler kim? Bir kitap bile okumayanlar kim? Nereden biliyorsunuz? Bu tip iddiaları somutlaştırmak gerekir ki muhataplar cevap verebilsin.
2- ?Kötü yönettiysen burası yıkanıp arınabileceğin duş kabini falan mı dostum?? sözü kime yönelik sarfedildi?
3- Hangi hizmetler oyuncu tarafından talep edilmiyor? Oyuncunun standardı nasıl kısılıyor?
Ara
Cevapla
#14
Oktay bey merhaba,
Sizin ÖSF da hiçbir yazıyı tam okumadan yorum ve düşünce yazmayacağınızı tahmin ediyorum.

Konu çok genişledi. Satranççı, satranç emekçisi bu konulara neden bu kadar çok takılırız?
Ortada emeğin sorgulanmasının anlamı nedir?
Emek sarf eden kimse emekçidir.
Satranç emekçisi satrançla uğraşan ve emek sarf edendir.
Satranç emekçisini sadece biz oyuncular, antrenörler olarak mı görmeliyiz?
Satranç hakemlerinin emeği yok mudur?
O turnuvanın gerçekleşmesinde katkısı olan; il temsilcisinin (eski deyim kullanayım il ajanının, Mojo Jojo karşı buna) tüm il örgütlerinin ve çalışanlarının emeği yok mudur?

Gerçek satranç emekçisi dediğimizde oyuncu olarak kendimizi anlarız. Ama bu içinde bulunan kişi için böyledir. Para kazanmadan da emek sarf edenler var geçmişten bu güne. Oyuncu olsun antrenör olsun. Onlar da emekçi değil mi?
Emekçi kesim deyiminden ne anlıyoruz?
SATRANÇ SPORCUSU TEMEL ÖGEDİR.
Elbette olayın merkezindedir.
Tarihsel gelişimde de böyle olmuştur.
Satranç Hindistan da ya da başka bir yerde ilk kez oyuncular arasında oynanırken hakem, organizatör, başkan, temsilci, YK mı vardı?

Oyuncu temeldir, oyun ve oyuncu merkezli geliştiğini düşünürsek olayın sonradan ilave olunan tüm ögeler satranç camiasını oluşturmaktadır.

Futbol örneğini; futbol-futbolcu, satranç-satranççı tanımlamalarını açıklasın diye verdim.
Nasıl ki futbol oynamadan futbolcu olunamıyor, satranç oynamadan da satranççı olamazsınız.

Ama satranç emekçisi deyimi, anlam kapsam ve uygulama ögeleriyle farklılıklar arz eder ve daha geniş bir kapsama alanına sahiptir.
Bu alandan hiçbir temel öge, temel yapıtaşı olan satranç sporcusu dışarıda düşünülemez.
Anlatmak istediğim kavramlar bunlardır.
Satranççı dediğinizde akla ilk olarak tüm satranç sporcuları gelir.
Sektör de sporcular temel olmak üzere diğer unsurlar da vardır.
Satranç emekçileri dendiğinde ise kapsam genişlemiyor mu?


Kamu emekçileri dendiğinde akla sadece öğretmenler ya da mi gelmeli?
Kamuyu oluşturan , örgüt kurmuş ve birleşme amaçlı üye olan diğer oda, dernek, birlik vb. oluşumlar bu kapsamın dışında mı kalmaktadır?

Yazılarımda bir anlatım problemi mi var?
Kast ettiğim şeyi yeterince tanımlayamıyor olabilirim.
Ya da çok aykırı mı düşünüyorum?

Konuyla ilgili çözüm önerisine yönelik bir yazımı ayrı başlıkta yazdım ama bulunduğum ortamdaki internet erişim sorunu yüzünden bir türlü göremedim.
Sevgi ve selamlar...
- MATRANÇ -
Ara
Cevapla
#15
Bu başlıkta yazan kimsenin satranca hizmet veren, hakem, organizatör, yönetici vs için küçük gören ya da üstten bakan bir tavır içerisinde olduğunu sanmıyorum. Tartışmanın çıkış noktasını biraz kaçırmaya başladık. Asıl sorun 'kimin satranç emekçisi olduğu' değil, satranççıların, haksızlığa uğradıkları zaman haklarını talep etmeleri ya da bunun hesabını sormaya kalkmaları durumunda, 'canım biz de o kadar emek harcıyoruz, bunları görmeden neden hep eleştiriyorsunuz?' yaklaşımı olsa gerek.

Aynı şekilde aslında yan kollardan satranca katkıda bulunanların haklarını savunanlar da, satranççının bu işin merkezinde olduğunda hemfikir.

Burada önce 'satranççı' kimdir? sorusunun cevabını bulmak gerekiyor. Bundan 20 yıl önce bu soruya yanıt bulmak şüphesiz daha kolaydı. Aradan geçen zamanda satranç tabana ve okullara yayıldı. Elo ve Ukd sistemlerinin alt limitleri oldukça geriye çekildi. Lisans alma ve turnuvalara katılabilme yaşı 5-6 ya indi. Bunun sonucunda aslında kağıt üzerinde 'satranççı' kabul edilecek sayı yüzbinlerle ifade edilmeye başlandı.

Elbette bu sadece ülkemizin yaşadığı bir değişim de değil ancak yine de sporcu olmakla spor yapmak arasındaki farkı iyi ortaya koymak gerekiyor.

Uzun yıllardır okullarda satranç eğitmeni olarak çalışıyorum. Özel olarak satrançla ilgilenmeyen ama okuldaki çalışmalarda dikkat çeken öğrenciler 2.-3. sınıfta turnuvalara katılmaya başlıyorlar. Bu öğrenciler genellikle ilk katıldıkları turnuvada 1000-1200 arası bir rating puanına ulaşıyorlar. Bu seviyede yapılan eylemin sportif faaliyet değil de spor olduğuna ve dolayısıyla bu çocukların 'satranç sporcusu' olduğuna TSF değil Anayasa Mahkemesi bile bana ceza verse katılmam olanaksız.

Elbette kalbinin yerini doğru gösteren bir çocuğun kalp cerrahı, dört işlemi yapabilen bir diğerinin mühendis kabul edilemeyeceği gibi, taşların hareketini yapabilen bir çocuk 'satranç sporcusu' kabul edilemez.

Temelinde bir sporu yapmanın en önemli şartı düzenli antrenman ve gerçekten güç gerektiren yarışmalara katılmaktır. Bunlardan biri bile eksik olsa 'sporcu' tanımı tam karşılığını bulmaz. Satrançla ilgili değerlendirme kıstaslarımızdan biri de ELO puanı olabilir. 20 yıl öncesine kadar alt baremin 2200, 15 yıl öncesine kadar 2000 olduğu bir sporda 1000-1200 elolardan bahsetmek gerçekçi gelmiyor. ELO'ya alınma kriterini yerine getirmeyen turnuvaların UKD hesaplamalarına alınması ise ayrı bir tartışma konusu. Temelde benim düşüncem bir müsabaka, FIDE kriterlerine göre değerlendirmeye alınmayacak zaman temposunda oynanıyorsa, o turnuvanın UKD hesaplamalarına dahil edilmesi bir çok yanlışa neden oluyor. Ben kendimi de şu aşamada aktif bir satranç sporcusu olarak görmüyorum. Uzun süredir turnuva oynamamış olmam, düzenli antrenman yapmıyor olmam bu tespit için yeterli.

Satranççı tanımını bu kadar geniş tuttuğumuz için çizgileri de net bir biçimde belirleyemiyoruz. Aslında Gökhan Demir'in bence yanlış anlaşılan örneğinde de bu duruma dikkat çekiliyor. Yeryüzünde hiç bir insanın emeği bir diğerinden daha değerli değildir. Bir şirket genel müdür olmadan aylarca işini yapabilir belki ama şirketin temizlik işlerini yürüten ekip olmasa 3 gün içinde o iş yeri çalışılmaz hale gelebilir. Ne var ki bir işi yapmaya uygun 1-2 kişi bulunurken bir diğeri için yüzlerce alternatifiniz olabilir.Neticesinde Gökhan'ın yazdığı ve bir çok durum değerlendirmesi içeren 3 yazıdan geriye 'Camiiye ayakkabıyla girdiler' tarzı bir tepki kaldı.

Burada kimin iş gücü daha değerli, kim daha vazgeçilmez sorusuna yanıt aramak yerine sorunlar ve çözümlerine yoğunlaşmak daha önemli.

Sabri Koçak'ın 'Bir hakem iki günde hakem oluyor para kazanıyor, oyuncu yıllarını veriyor bir şey almıyor karşılaştırması elmalarla ile armutları toplamaktır' sözlerine katılıyorum. Bu iki işin karşılaştırılmasına hiç gerek yok ama bu nedenle, bir satranç turnuvasında yaşanan sorunlar karşısında, 'ne kadar emek harcandığıyla' ilgili savunmaya geçilmesine de aynı şekilde ihtiyaç duyulmamalı.

Aşkın Bey, samimiyetle ifade ediyorum ve bunu sizi yargılamak adına söylemiyorum ama son bir yılda bu forumda yapılan tartışmaların ana ekseni, bir grup kişinin TSF uygulamaları ile ilgili getirdiği eleştiriler karşısında, sizin, bir bölümüne hak vermekle birlikte iyi niyet ve emek temelli savunmalarınız üzerinden gelişti. Belki siz bunun farkında değilsiniz ama bu yaklaşım ben ve benim gibi düşünen kişiler için büyük bir hayal kırıklığı. Hayat bana tersini defalarca kanıtlamış olsa da, önceden olumsuz bir izlenimim olmayan kimsenin iyi niyetini ve emeğini peşinen sorgulamadım ancak herkesin kendi işiyle ilgili sorumluluğu sonuna kadar alması gerektiğine inandım.

Aslında bir satranç sporcusu, uğradığı ya da uğradığını zannettiği haksızlıklar karşısında iyi niyet ve emek temelli bahaneler yerine çözüm istiyor. Kişilerin sürekli olarak kendi emeğinden ve iyi niyetinden bahsetmesi de sonunda bıktırıcı bir etki yaratabiliyor.

Ülkemiz açısından bu durumun satranç özelinde olmadığının da hakkını vermek gerekir. 2014 yılında bir maden kazasında 301 kişiyi kaybettik ama tek bir siyasi veya işletme görevlisi bu sorumluluğun bir kısmını bile üzerine almak istemedi. Bunun sonucunda bakanın gömleği, işletmenin kusursuzluğu, bürokratların uyumaması gibi savunmalar toplum üzerinde patlamaya yol açıyor.

Üstünkörü hazırlanmış tüzükler, uygun şartlarda yapılmayan turnuvalar, niceliğin niteliğin önünde tutulması gibi uygulamalar ister istemez satranç açısından da benzer bir durum yaratıyor.

İşini iyi yapan bir hakem, TSF görevlisi, il temsilcisi yönetici vs.. sonuna kadar takdiri ve şükranlarımızı hak etmektedir. Bu kişilerin görevlerini daha rahat ve iyi şartlarda yapmasının imkanları sonuna kadar zorlanmalıdır. ama elbette TSF'nin temel görevi yurt çapında satranç sporunun yapılası için uygun şartları sağlamak ve bu sporu yapanlara en iyi hizmeti vermektir.

Bu sayfalarda bir turnuva önerisi geldiğinde ilk aklımıza gelecek şey turnuvaya kaç hakem verileceği, bu hakemlerin şartlarının ne olacağı, gözlemcinin nerede kalacağı vs. olmamalıdır.

Kimimiz için üst düzey satranççıların daha çok sorunu olabilir, kimimiz içinse orta düzeyin. Sonunda satranç oyuncularının keyfinin yerinde olmadığı, ülkemizde yapılan turnuva sayısının ve yapılanların da şartlarının yeterli olmadığı ortada. Açıkçası mevcut yönetimin de bu sorunlara derman olabilecek bir donanıma ve hatta bu sorunlar karşısında duyarlı olduğuna da inanmıyorum.

Gerek konuşma ve köşe yazılarında, gerek bu sayfalarda ve ikili sohbetlerde çok kısa süre içinde büyük işler yapılacağı, bimnemkaçıncı ayın 15'inde, 25'inde büyük bombalar patlayacağı söylendi durdu. Sonuç; ortada turnuva yok, ödül yok, satranç oynamaya uygun şartlar yok ama benim hesaplamalarımla nereden baksanız 200-250 bin lira masraf yapılarak 100 kişilik kafileyle gidilen yurtdışı göz boyama çocuk turnuvaları var. O yüzden turnuvalara nasıl, kaynak, sponsor bulunur vs diye tartışmak bile bana zul geliyor..
Ara
Cevapla
#16
Sayın GÖKERMAN,

Yazınızı dikkatle okudum. İçten anlatım dilinizi fark etmek zor değil.
Beni samimi bulmadığınızı biliyorum. Ama ben sizin her yazınızı samimi buldum. Elbette sırf bu yüzden samimiyetime inanmanızı da bekleyemem.
Yazınızı bireyler boyutu yerine, değindiğiniz konular üzerinden cevaplamak, görüş bildirmek isterim
Geçmişte sizin de değindiğiniz gibi, "bakın biz de emek harcıyoruz" söylemi benim tarafımdan kullanılmış; ama satranç camiası içinde hiçbir görev alanının emek açısından ayrım yapılarak üst kategoriye alınmasına diğerinin yok görülmesine engel olmak içindi. Oyuncular için sitemde de bulundum hatırlıyorum. Aynı sitemi geçen aylarda hakemler ve yanlış ve kasıtlı aykırı eğitim veren antrenörler için de gösterdim. Hatta bazı yönetici arkadaşlarla bu konuda tartıştığımı da hatırlıyorum. Adaletsiz davranmakla suçlandım. Bu satırlarda kendimi savunmadım. İlgili konularda bir çok kişi ile özel ve bire bir görüşmelerim tartışma boyutundaki yazışmalarım oldu. Bunları buraya taşımadım, bu konuda size yazdım belki hatırlarsınız. Benim özelimdir. Olayı birebir anlatmam bir çok kişinin özelini bu satırlara dökemem. Adaletsiz ve çelişkili davrandığımı söyleyen bir çok arkadaşımın, forum satırlarında yazdığı tepkisel yazılardan daha fazlasını yaptığıma inanıyor ve bunu biliyorum. Bu kadar yazabilirim.
Hiç birimiz kusursuz değiliz.



Sporcu olmakla spor yapmak arasındaki farkı yeterince biliyorum Erşan Bey. Mesleğim, eşofmanlarını giymesine rağmen göz göze gelmekten kaçınan öğrenciler arasında geçti. Spor takımlarında yarışma aşkıyla gecelerce uyuyamayan öğrencilerim de oldu tabi. Herkes bunlara en azından öğrencilik yıllarından tanıklık yapmıştır. Beden Eğitimi derslerini ve öğretmeninizi hatırlayınız.
O çocuklar satranca başlama yaşındalar ve bence kendilerinden 15-20 yaş daha büyük sporcuların kaldırdığı stresten daha aşağı bir yük kaldırmıyorlar. Siz bunlara tanıksınız. O çocuklar kalbinin yerini göstermekten çok daha fazlasını yapıyorlar.
Siz matematik dersinde sınıf düzeyini baz alırsınız. Ama zaman zaman biraz üzerine çıkmazsanız yetenekli öğrencileri keşfedemezsiniz.
Ülke satrancı 6-8-10 yaş çocuğundan ibaret değil elbette. Ama o çocuklarda ve o yaşlarda yeteneklerini gösterebilecek fırsatları tanımazsanız içlerinden en yatkınlarını o yaşlarda bir daha asla seçemezsiniz.
Verdiğim örnek sadece satrançla sınırlı değil sayın GÖKERMAN. Resim, müzik, bale, jimnastik, aklınıza hangi alan gelirse...
Ama öncesinde de çok yazdığım gibi düzeyine uygun etkinlikler olmalı. O yaşlarda satranç öğretmeye doğru bir şekilde başlamalıyız. Turnuva sporculuğundan bahsetmiyorum. Önce de yazmıştım, turnuva aşamasını kaldırabilecek çocukların seçiminden sonra satranç sporculuk eğitimi başlamalı.
Ülkemizin bundan30-40 yıl öncesine yolculuk yaparsanız elbette ülkedeki güç ortalamasını toplam 200-300 nitelikli oyuncu arasında 2200 lerde görürsünüz.
O yıllarda İstanbul, Ankara, İzmir dışında belki bir kaç taşra şehrinde turnuva satrancı bilinirdi. Ondan da tam anlamıyla emin değilim. Seksenli yıllarda ancak basın aracılığıyla taşradan İstanbul' da, neler oluyor öğrenirdik. Ya da yolu İstanbul a düşen hemşerilerden...Olimpiyat, Dünya, Avrupa ve Balkan şampiyonalarını çok sonradan dergilerden görürdük. O da turnuva bittikten haftalar, aylar sonra.
Türkiye Birincilikleri tek hakemle ve bir de yardımcısıyla yapılırdı. Elle yapılan eşlendirme ve maç çizelgelerini saklarım hep. Biz büyük bir heyecan ve keyifle maç yaparken, kim bilir o yıllarda hakemlik ücretini alıp almadığına bile emin olamadığım sevgili İsmet ARVİT son derece ciddiyetle maçları yönetirdi.
Ben 1987 de Türkiye Şampiyonası finalinde Fındıkzade' den Beyoğlu'na 27 gün boyunca O temmuz sıcaklarında yürüyerek gidip geldim Erşan Bey. Ama bu konuyu malzeme yapmak için söylemedim.

" YER YÜZÜNDE HİÇBİR İNSANIN EMEĞİ DİĞERİNDEN ÜSTÜN DEĞİLDİR" saptamanız aslında benim aylarca söylediklerimle bire bir örtüşüyor.

Beni yargılayabilir eleştirebilirsiniz. Ama temel beklentinin çözüm olduğu konusundaki yaklaşımımı yok sayamazsınız.
Bu konuda forum üyeleriyle çok ateşli tartışmalar yaşayan ve TSF kurumu içinden bir kişi olarak açık ve cesaretli fikirsel duruşumu, kararlılığımı görmüyor musunuz?
Çözüm, birleşme, genel kurul diyorum.
Birliktelik, örgütlenme ve hareket diyorum Statünün değişmesini, ama satranççılar tarafından makul şartlar gözetilerek değişmesi diyorum. Bunların bir anlamı yok mu sizce sn. GÖKERMAN?

Verilen vaatler konusunda ben kendi alanımla ilgili hiçbir vaat te bulunmadım. Açıkça da ancak daha yeni yeni öz ürünler verdiğimiz bilgisini paylaştım. Hantal yapıdan bahsettim. Yazılarımda var.
Hiç bir bombanın patlayacağı tarih de vermedim. Sadece öncesinden yaklaşan etkinlikler ve yayınlayacağımız yaptıklarımızdan bahsettim.

Erşan Bey,
Siz ülke satrancının gelişmesi yönünde geçmişte katkı sunan bir insansınız.
Zaman zaman sizinle burada olmaması gereken bir şekilde tartıştım. Yanlış anladığım zamanlar olmadı değil sizi.

Ülke satrancı için katkılarınızın devam edeceğini biliyorum.

Bitirirken bir ekolden sosyal içerikli bir mesajla son vermek isterim.
"SATRANÇ KÜLTÜRÜN BİR PARÇASIDIR ve EĞER KÜLTÜR DÜŞÜŞE GEÇERSE SATRANÇ DA DÜŞÜŞE GEÇER" - M. BOTVİNNİK

Saygı ve selamlarımla.









- MATRANÇ -
Ara
Cevapla
#17
Sayın Sabri Koçak, cevabınızdan ve katıldığınız / katılmadığınız noktaları belirtmenizden dolayı teşekkür ederim.

Hakemleri küçümsediğim falan yok, yanlış anlama veya laftan sapma olmasın.Satranç hakemliğinin zor bir iş olmadığını ve satranç düzleminde özel hiçbir nitelik gerektirmediğini söylüyorum. Bu hakemleri küçümsemek değildir, diğer spor branşlarıyla yapılmış basit bir karşılaştırmadır. Basketbol bilmeyen basketbol hakemliği yaparsa salondan evine zor döner. Keza aynısı, hatta çok daha fazlası futbol hakemliği için geçerlidir.

Yazarken bazen kestirmelere sapabiliyoruz, anlatım fazla "direkt" olabiliyor. Biraz açıklamayla kendimi daha iyi ifade etmeye çalıyaşım, anlaşılmayan noktalara sırayla değineyim:

1. "Şu kadar büyükusta çıkarttım, bunlar hep benim dönemimde oldular!" diyenler kim(di)?
Gençlerin başarısını masa başında zimmetine geçirmeye çalışanlar kimdi?
Övdüğü, övündüğü bazı isimlere milli takımın tüm kapılarını kapatan kimdi?
Sorunuza soruyla cevap veriyorum, çünkü isimleri gerekeksiz yere anarak cevap hakkı doğurmanın veya gündem etmenin alemi yok. Okuyan anlamıştır.

2. Belli bir isim yok, prototip var.
Normalde satrançla ilgisinin doldurması gereken özgeçmişlerde "falanca şirketi bilmemkaç yıl yönetti" gibi bir ifade yer aldığında bunun sadece boşluk doldurmak üzere yazıldığını, makyaj olduğunu herkes anlıyor.
Ben de anlıyorum, fakat kabullenmiyorum. Satrançla daha fazla alakadar birinin yetkili olmasını temenni ediyorum.
Bu söylediklerim kolayca Google'dan bulunabilecek şeyler. Satranç federasyonu seçimleri, aday özgeçmişleri gibi...

3. Oyuncuların performansları ELO hesabı için FIDE'ye gönderilmeyebiliyor, oyuncular temizlenmeyen ve yetersiz kapasitedeki tuvaletleri kullanmak zorunda kalabiliyor. 1000 kişiyi havalandırmasız ve dar salonlara toplayıp yapılan turnuvalar, 1453 kişiyi güneşin altında vayır cayır yakmalar, bunlar akla gelen son örneklerdir. Masum bir şekilde sorduğumuz "Bu neden böyledir?" sorusuna mantıklı bir izahat getiremeyen bazı insanların asabileşerek "Yönetmelik böyle." şeklinde verdiği cevaplar, oyuncunun hiçbir zaman değer görmediğinin açık örnekleridir.

Son sözüm, elmalarla armutları toplamak olarak addettiğiniz hatayı yapan ben değilim. Yıllarca bunu yönetici tayfasından dinledik. Bir yerden sonra gına geliyor, "karşılaştırma öyle değil, böyle yapılır" diyor insan.
Benim tek yaptığım, "Elmalarla armutlar toplanacaksa X sayıda elma, Z sayıda armut vardır." demektir. Toplama işlemi yapacaklarsa onu bari düzgün yapmalarını istiyorum.
Ara
Cevapla
#18
Merhaba Aşkın Bey,
Hiç şüpheniz olmasın ki her başlıkta yazılanları okuyor, ondan sonra söyleme ihtiyacı duyduğum birşey varsa cevap yazıyorum.

Sizinle "satranç emekçisi" kavramında uzlaşıyoruz. Bu güzel kavram hem oyuncuyu, hem hakemi, hem de diğer koordinasyon işlerinde görev yapan tüm rütbelerden elemanları kapsar.

Rahatsızlık yaşadığım konu tam da bu!
Emekçilerin bir kısmı hakkını alabiliyorken esas çoğunluğu oluşturan kısmı hak ettiği değeri maddi-manevi olarak göremiyor. Bu dengesiz tabloyu gidermek hepimizin görevi olmalıdır.

Turnuvalarda ufak bir ödül artışı olsa, bu bile kazanım sayılmalıdır. Aksi halde nitelikli oyuncu olma yolunu seçecek kişi sayısı zamanla azalacak, kahvelerinde satranç oynanan bir ülke olmadığımızdan dolayı sıfıra inecektir. Bu uçuk ve karamsar bir senaryo gibi görülebilir, ne var ki gidişat o yöndedir.

Asli unsurun var olmadığı yerde hiçbir tali unsur varlığını sürdüremez, bu doğanın kanunudur.
Ara
Cevapla
#19
Sanırım meselenin özünü sevgili Oktay Ertan çok açıklıkla ortaya koydu. Benim de daha fazla söz söylememe gerek yok.

Yani satranççıların emeklerinin ve beklentilerinin feda edilebilir olmasında sorun. Gerçek diye bir emek tanımı koymaktan o yüzden kaçınmak gerekiyor, o tartışmada gerçek ayrımı yapılacaksa hangisinin gerçek olup olmadığı ayan beyan ortada.

Hakemlikle ilgili saptamalarına TAMAMEN katılıyorum. Küçümseme değil az çok bir ölçüm yapmayı içeriyor bu tartışma. Son paragrafı için de kendisini alkışlıyorum.

Ayrıca kendim bir konuda otorite olarak addetmekten imtina ederim ama daha fazla dayanamayacağım. Ben satranççı olarak da federasyon üyesi olarak da halen de kurul üyesi olarak bu camianın içindeyim. Pek çok turnuvada görev aldım. Yerel turnuvaları dahi gidip yerinde izledim. Kimin ne kadar çalıştığını iyi biliyorum.

Olabildiğince tarafsız ve mantıklı bir tartışma yürütmeye çalışıyorum elimdeki kişisel bilgiye girmeden ama kişisel tecrübem de iddialarımı destekler nitelikte.

Aşkın Taşan'ın Botvinnik'ten yaptığı altının kaynağını merak ettim. Gerçekten böyle bir sözü varsa sadece Türkiye değil dünya satrancı üzerine sadece bu söz üzerinden pek çok şey yazılıp çizilebilir. Çok güzelmiş.
Ara
Cevapla
#20
Elbette sayın AKMAN,
Kitabın 4.sayfasından aynen aktarıyorum;
FMV
Fevziye
Mektepleri
Vakfı- 1885

Yayının adı: ÖZLÜ SÖZLER VE SATRANÇ ALINTILARI
Derleyen : Cem PEKÜN
[email protected]
Basım Tarihi: 2007
...
Baskı: Umut Kağıtçılık San. Tic. Ltd. Şti.
Fatih Cad. Yüksek Sok. Başak Han No: 11/1 Merter İSTANBUL
0 212 637 42 61-- TÜRKİYE

sayfa 318


Doktor (Cem PEKÜN) kendisinin kullanılmasından hoşlandığı bir lakabıdır.
Kitap ise inanılmaz güzel.
Hani hayatınız boyunca bir kez yaz-derle, yeter!

Kitabı 4-5 defa satın aldığımı ve sadece sonuncusunun elimde kaldığını söyleyeyim.
Turnuvalarda Ahmet ATAMAN tarafından açılan kitap stantlarında bir kaç adet kalmış olabilir.
Selamlar...
- MATRANÇ -
Ara
Cevapla




Konuyu Okuyanlar: 1 Ziyaretçi