Satrancı Türklerin Yarattığına İki Gösterge
#20
6) SATRANCIN BİR SAVAŞ OYUNU OLMASI

Satrancın Hindistan’da doğduğunu savlayanların bir dayanağı da Hint ordularında fillerin kullanılmış olması. Şimdi kısaca, bu dayanaklarının ne kadar “sağlam” olduğuna bakalım:

Kayıtlar gösteriyor ki satrancı doğurduklarını savlayan İran ve Çin coğrafyalarında da filli ordular kullanılmıştır. Bir başka deyişle, fil, Hindistan ordusuna özgü değildir. Hatta ünlü Anibal (MÖ 247 - MÖ 183) ile Pirus (MÖ 318 - MÖ 272) da ordularında filleri kullanmıştır. Aynı biçimde, Türk ordularında da filler görülür.

Türklerin hayvanlarla ilişkisine şöyle kısaca bir bakalım: At, deve, köpek, geyik, yabanöküzü, koyun, keçi, domuz, kartal, atmaca gibi birçok hayvanı evcilleştirenler, Türklerdir. Bu çok önemli bir özelliktir ve hayvan evcilleştirimi konusunda tarafsız tarihsel kayıtlar hep Türklerden sözeder. İran coğrafyasındaki Türk hükümdarların, yanlarında parslarla dolaştıkları, kayıtlıdır. Aslan da aynı şekilde. Yine Türkler, evlerinin içinde, ocaklarının dibinde, epey de yaygın biçimde (belli dönemler, neredeyse her evde olmak üzere) yılan beslemiştir. Hatta Türklere verilen adlardan biri de Yılanoğulları’dır. Bazılarınız Naga adını duymuştur. İnsanlarının üstünlüğü, kadınlarının güzelliğiyle ün salmış, efsanelere konu olmuş, yarı insan yarı yılan biçimli Nagalar. İşte o Nagalarla anlatılanlar, Türklerdir. Türkler efsanelere yarı hayvan yarı insan biçiminde yalnızca Naga olarak mı girmiş? Hayır. Örneğin yarı insan yarı at olan Sentorlar da Türkleri anlatır. Sentorların efsanelerinde adı geçen ünlü içkileri de düpedüz kımızdır.

Avrupa’da da görülen, eski zamanlardan kalmış hayvan heykelleri vardır. Avrupalılar bunları açıklayamaz. Bu hayvan heykelleri, Türklerden kalan “ongun”lardır. Her bir Türk boyunun kendine özel bir Ongun'u vardı. Bu, genellikle boylarını koruduğuna inandıkları kutsal bir havyandır. O hayvanın ruhunu taşıdıklarına inanırlardı: Kurt, geyik, at, kuğu, doğan, kartal, yılan, kaplan, pars… Bu inanış, boylara ve bireylere verdikleri adlarda da gözükür. Kızılderililerde de olduğu gibi.

Türkler, evcilleştirdikleri hayvanları, tarımda, ulaşımda, haberleşmede, güvenlikte, sanatta, edebiyatta, beslenmede, savaşta, avcılıkta, uzun yolculuklarda kısacası her alanda kullanmıştır. Eğer fili evcilleştirenler Hindistan’da aranacaksa, bu aramaya herhalde ilk önce, büyük olasılıkla konuşmayı bile Türklerden öğrenmiş Hintlilerden değil, hemen her hayvanı ilk olarak evcilleştirmiş olan Türklerden başlamak gerekir.

Hayvanların kullanıldığı uzun yolculuklara, ordunun uzun mesafe yolculukları da dahildir. Bu özellik, Türk ordularını eşsiz kılmıştır. Her alanda olduğu gibi, savaş alanında da yaratıcı olan Türkler, eğittikleri hayvanları, çeşitli biçimlerde savaş alanına sokmuştur. Dahası, yine Türkler, savaşlarda, düşmanı ürkütmek için vahşi hayvan postlarına bürünmüş, vahşi hayvan başlarını savaşlarda başlık olarak kullanmıştır. Şu bağlantıları, altlarındaki ilginç yorumlar da dahil olmak üzere inceleyiniz:
https://www.facebook.com/photo.php?fbid=...e=1&ref=nf
https://www.facebook.com/photo.php?fbid=...e=1&ref=nf

Dolayısıyla, satranç tahtası üzerindeki savaşa hayvanları katmak, açık ara biçimde en önce Türklerden beklenir.

Satranç oyununun kendisine bakıldığında, bir savaş oyunu olduğu çok açıkça görülür. Yalnızca, bulunan ilk satranç taşlarına bakmak bile bunu anlamaya yeterlidir. Fil adlı tek bir satranç taşını, satrancın Hindistan’da doğduğuna dayanak olarak sunan satranç tarihçileri, böylesine bir savaş oyunu hakkında konuşurken, savaş ve hayvancılık denince akla gelen ilk ulusu dillerine hiç getirmezler. Sakın bunu saflık veya cahillik olarak yorumlamayınız; yanılırsınız.


7) İLK SATRANÇ MAKİNESİ OLAN “TÜRK” KONUSU

Bu da önemli bir konu. Bu makinenin adının Türk olması üzerinde yeterince durulmuyor. Üç yıl önce bu konuda şunları yazmıştım:

________________
Bir de ilk satranç makinesi olan “Türk” konusu var. 1769’da yapılmış olan bu satranç makinesine “Türk” adının verilmesine neden olarak yarımyamalak, tutarsız şeyler söyleniyor ve aslında pek de değinilmiyor. Söylenenlerden biri, makineyi bir Macar yaptığı için adını Türk koyduğudur. Sanki Macarlar “biz Türk’üz” diye bağırıyormuş gibi! İkinci açıklama, “güçlü Türk” algısına bağlanıyor. Ancak, burada kastedilen zihinsel değil, fiziksel güç. Acaba, yüzyıllardır kendi halkına Türkleri, fiziksel olarak güçlü ama zihinsel olarak en aşağıda ve barbar diye tanıtan Avrupalının satranç makinesi konusundaki bu açıklaması, kendisini tatmin etmekte midir? Biraz gülünç kaçmıyor mu?

Bugün teke tek bir futbol karşılaşmasında herkesi yenecek güçte bir robot yapılsa ve bu robota bir ulus kimliği yapıştırılacak olsa, en iyi futbolcuları Brezilya’nın çıkardığı kabul edildiği için, bu robota seçilecek ad, ya “Brezilyalı” olur ya da futbolun beşiği İngiltere sanıldığı için “İngiliz”. Karpov’la Kasparov döneminde yapılacak bir satranç makinesine “Sovyet” denirdi. O dönemin en üstün satranç oyuncuları Sovyetlerdi çünkü. Satranç denilince akla orası geliyordu. Demek ki ilk satranç makinesinin adının neden Türk olduğu konusunda iki açıklama olabilir. Ya o dönemin en iyi oyuncuları Türkler’den çıkıyordu ya da satrancı bulan Türkler’dir ve Batılılar bunu biliyor. Macar teknisyenin başka basit bir nedeni olsaydı, bunu herhalde bilirdik, böylesine gizli kalmazdı.
________________

Bu başlık altında, es-Suli’nin adı birkaç kez geçti. Bu Türk, döneminin en iyi satranç oyucusudur. Hiç kuşku yok ki adamakıllı araştırmalar, daha pek çok büyük Türk satranççısını, kolaylıkla günışığına çıkaracaktır. Dahası, ben, yapılacak bu araştırmaların, satrancın Türklerle özdeşleşmiş bir oyun olduğunu ortaya çıkaracağından eminim. Örneğin, sözünü ettiğim kitap, Ardişir’in at biniciliğinde, çevganda, satrançta ve bazı başka sanatlarda eşsiz olduğunu yazar. Bunların ilk ikisi zaten Türklerle özdeşleşmiştir. Satrancın da tıpkı bir başka savaş oyunu olan çevgan gibi, kitabın yazıldığı zamanlarda, Türk yaratısı ve Türklerle özdeşleşmiş bir oyun olarak algılandığını düşünüyorum. Bence, ilk satranç makinesinin adının Türk olmasının ve Türklerin at sırtında körleme satranç oynadığı söylencesinin arkasında bu yatmaktadır: Satranç, Türklerle özdeşleşmiş bir oyundu. Eğer öyleyse, bunu ortaya çıkarmak hiç de zor olmaz. Ama bunu tabi ki başkaları ortaya koyacak değil; bizim araştırmamız gerekir.


8) SAVAŞ FELSEFESİ AÇISINDAN İKİ GÖSTERGE: ERLERİN GERİ GİTMEMESİ ve SATRANÇ TAŞLARININ DİZİLİMİ

Bu bölüm, bu başlığın en başında yazdıklarımı içeriyor:

a) Piyon Neden Geri Gitmez?

Geçen yıl, Dokuz Eylül Satranç Kulübü'nde bulunduğum bir gün, ara bulup boş bir sınıfa girmiş, ışıkları kapatıp, karanlıkta kafamı dinlemeye koyulmuştum. Arada bir kulağıma diğer sınıftan sesler takılıyordu. Bir ara altı yaşındaki öğrenci, piyonu geriye doğru oynamaya kalkışınca, öğretmen öğrenciyi "piyon geri gitmez" diye uyarmıştı. Bunun üzerine öğrencinin sorusu ilgimi çekti: "Neden geri gitmez?"

Gerçekten de her taş geri gidebilir, ama piyonlar geri gidemez. Neden? Yanıtını bulmak, neredeyse hiç zamanımı almadı, çünkü askerlikle ilgili bir gerçeği zaten biliyordum: Ordunun temeli, yaya erlerdir. Karakuvvetlerinin hava ve deniz kuvvetlerinden üstünlüğü, bundandır. Bir savaş oyunu olan satranca, bu felsefe, çok zarif bir biçimde katılmış: Bütün ordu öğeleri geri dönebilir, ama ordunun temeli olan erler bir kez yürüdü mü, bir daha geri dönüş yoktur. Erlerin adımları, artık geri dönüşü olmayan adımlardır. Bu yüzden de en dikkatli atılması gereken adımlardır.

Satrançtan ne kadar uzaksanız size o kadar şaşırtıcı gelecektir ki, hemen hiçbir satranççı, piyonun neden geri gitmediğini bilmez. Bu kadar basit bir soruyu sormak, çok çok büyük çoğunluğunun aklına bile gelmez. En ustasından en toyuna, dilediğiniz satranççıya sorabilirsiniz. Dünyanın bir köşesinde birileri bunun üzerinde herhalde düşünmüş olsa gerek, ama ben hiçbir satranççının bunu tartıştığını duymadım. Oysaki bu, gerçek bir satranç eğitiminde öğretilmesi gereken ilk şeylerdendir, çünkü satrancın içindeki temel bir felsefedir. Bildiğim kadarıyla dünyanın hiçbir yerinde böyle bir satranç eğitimi verilmediğine göre, satranççılar, satrancın felsefesini öğrenmiyor demektir. Bu da, satrancın kendisinin tümüyle sıtratejiye dayanan bir oyun olmasına rağmen, çok büyük satranççıların gerçek yaşamlarında sıtratejinin ve savaşçılığın S'lerinden bile habersiz olmalarının nedenini açıklar.

Günümüz satranççıları, piyonun geri gitmemesi felsefesinden habersiz olsa da, satrancı yaratanların, bu felsefeyi ve yaşamın gerçekliğini satranç oyununa incelikle yedirdiğine özellikle dikkat çekerim. Bu, şu demek: Satrancı yaratan ulus, hem felsefeyi hem de savaşı kavramış, özümsemiş, bu alanlarda ustalaşmış bir ulustur. Tarih incelendiğinde çok açıkça görülür ki, dünyada bu tanıma uyan gelmiş geçmiş tek ulus Türklerdir. Bir ikincisi yoktur. Yalnızca bu bile, yani yalnızca "erlerin geri gitmemesi " kuralı bile satrancı Türklerin yarattığının bir göstergesidir.

b) Satranç Taşları Niye Bu Sırayla Dizilmiştir?

Sözünü ettiğim öğrencinin sorusunun yanıtını düşünmemin hemen ardından, satrancın Batılılar tarafından değiştirilmeden önceki kuralları üzerinde düşünmeye başlamıştım.

Batılılar değiştirmeden önce Fil, yukarıdaki Şekil 1'deki gibi hareket ederdi: Çaprazda, bir değil iki sonraki kareye atlardı. Bulunduğu kareyle gideceği kare arasındaki karede bir taş olması, hareketini engellemezdi (Şimdiki hareketi ise şöyledir: http://tr.wikipedia.org/wiki/Fil_(satranç). Yolunda bir taş olmadığı sürece çaprazda dilediği kadar uzun veya kısa gidebilir. Yolunun üstündeki taş üzerinden atlayamaz).

Vezir'in eski hareketi de Şekil 1'de görülüyor: Bulunduğu karenin hemen dibindeki çaprazlardan birine gidebilirdi (Şimdiyse şu şekilde: http://tr.wikipedia.org/wiki/Vezir_(satranç) . Yolunun üzerinde taş olmadığı sürece, ister düz ister çapraz, dilediği kadar uzun veya kısa gidebilir).

Şekil 2'de satranç taşlarının dizilimi görülüyor. Ön sıra, tümüyle piyonlardan oluşur. Arka sırada, kanatlarda Kaleler, yanlarında Atlar, Atların öteki yanlarında Filler, ortada ise Şah'la Vezir yeralır.

Batılılar değiştirmeden önceki kurallara, yani satrancı yaratanların belirlediği kurallara göre, en güçlü ve en hızlı taş, Kale'dir. At'la Fil'in hızları aynıdır, ancak At, hareket alanı içinde daha çok kareye etkidiği için Fil'den daha hareketlidir (Şekil 3'te Fil dört yeşilli kareden birine gidebilirken, aynı karedeki At, sekiz pembeli kareden birine gidebilir). Fil ise ortadaki Şah'la Vezir'den daha hızlıdır. Kısacası, satrancı yaratanlar, en hızlı ve hareketli taşları, kanatlardan ortaya doğru dizmiş.

Şimdi ön sıradaki erleri kaldırıp arka sıradakileri hız ve hareketliliklerine göre yarıştıralım. Gözünüzde de canlandırabileceğiniz gibi, kanatlardan ortaya doğru bir hilâl oluşur. Yani Türklerin en bilindik savaş taktiği. Türkler, satranç taşlarını, hilâl taktiğine göre dizmiş.


9) ENDÜLÜS ÖNCESİ AVRUPA’DA SATRANÇ

Üç yıl önceki yazımda şöyle yazmıştım:

“Satrancı Türkler yarattıysa, çok büyük olasılıkla bunu Hindistan ve İran’dan bağımsız olarak Avrupa’ya da götürmüş olsa gerek. Macar tarihi gözönüne alındığında, Macar teknisyenin makinesine “Türk” adını vermiş olması, bunu işaret ediyor olabilir. Ayrıca Arnavutluk’ta bulunan, MS 465 yılına tarihlenen ve satranç taşı olduğundan kuşkulanılan bir taş var (http://history.chess.free.fr/images/medi...-chess.jpe). Ancak yanında diğer taşlar bulunmadığı için, bu bir satranç taşı mıdır yoksa örneğin bir süs eşyası mı, emin olunamıyor. Eğer bu taşın satranç taşı olduğu anlaşılırsa, bu, Balkanlar’da Hindistan’dan önce satranç oynanıyordu demektir.”

Hiç kuşkum yok ki ileride Avrupa’daki kazılardan başka buluntular da kesinlikle çıkacaktır. Belki zaten çıkmıştır bile. Arnavutluk’ta bulunmuş satranç taşından haberdar olmamızın bana göre tek nedeni, bir Bizans sarayında bulunmuş olmasıdır. Böylelikle, “Bizans’ta zaten satranç vardı” diyorlar. Ama bunu yarımyamalak söyleyebiliyorlar, çünkü satrancın yaratıcısı olarak Avrupalıları ortaya koymak, satranç tarihi ve genel Tarih çizgileri içerisinde öyle kolay değil. Yapabildikleri kadarını zaten yapıyorlar: Satrancı Doğu’ya İskender’in yaydığını öne sürüyorlar. Ancak, ne üsteleyebiliyorlar ne ikna ediciliğe yaklaşabiliyorlar. Zaten İskender konusunu hiç üstelemeseler, kendi hesaplarına en iyisini yapmış olurlar.

Sonuçta, Avrupa’da ortaya çıkacak buluntular, bize anlatılan satranç tarihini tümüyle değiştirecektir. O buluntular, önünde sonunda, satrancı Türklerin yarattığını göstermeye hizmet edecektir. En uç köşelerine kadar Avrupa’nın her karış toprağına sinmiş Türk tarihi konusunda bilgi sahibi olanlar, bunu görmekte ve anlamakta hiç zorlanmayacaktır. Bir Avrupalı profesörün dediği gibi, “Tarihten Türk’ü çıkarırsanız, geriye hiçbir şey kalmaz”.

Aynı Avrupalı profesör, şöyle devam etmiştir: “Siz bilmezsiniz, ama Avrupalılar bunu çok iyi bilir, sizi işte bu yüzden hiç sevmezler ve sevmeyecekler”. Biz bilmeyiz tabi. Kendimizle alay etmekle meşgulüz çünkü.

Daha önce aktardığım ilginç bir bilgiyi anımsatarak, “gizlenen” satranç takımları konusunda içinize kuşku düşürmeyi, bilmem ki başarabilir miyim:

“Amerika’da birisi, çok eskilere ait satrançtaşı buluntularını, bir koleksiyoncuya satmış. Taşlardan biri, şu: http://history.chess.free.fr/images/pers...ant2-a.jpg. Bu taşların bu Amerikalıya ve Amerika’ya nasıl gittiği belli değil. Taşların tarihi hakkında da bilgi yok. Satıcının yalnızca, bu taşların Afganistan’ın kuzeyinde bulunduğunu belirttiği biliniyor. Buna rağmen, birisi çıkıp bunları satın almış ve bu taşlar, şimdi özel bir koleksiyonun parçasıymış.”

Avrupa’da, bize anlatılan satranç tarihine aykırı buluntular mutlaka ortaya çıkacaktır. Ancak, Avrupa’ya satrancın Endülüs üzerinden değil de, çok daha önce Avrupa’nın doğu kapısı üzerinden girdiğini anlamak için, ille de bu buluntulara muhtaç mıyız? Arslan Küçükyıldız, “Çadır'dan Satranç'a” adlı yazısında (http://arslanevi.blogspot.com.tr/2014/06...ranca.html), yine güzel yerden yakalamış:
___________________
Soru sormaktan keyif almamız gerekiyor: Satranç, neden Azerbaycan’da Şah-Mat, Belarusya ve Rusya’da Şahmat, Litvanya’da šachmatai adıyla yaygınlaşmıştır? Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan’da Kişte veya Küşte adı verilmesinin sebebi nedir? Bugün Hindistan’da Śataran̄ja, Endonezya ve Malezya’da Catur, Pakistan’da, İran’da ve Arabistan’da Şataranç, Türkiye’de Satranç, denen oyun, neden Araplar vasıtasıyla 9. yy.’da Avrupa’ya geçerken Arapların verdiği adla geçmemiştir? Neden Satranç’a Filipinlerde Ahedres, İspanya’da Ajedrez, Portekiz’da xadrez, Galiçya’da Xadrez denilmektedir de Haiti’de Echék, Fransa’da Échecs, Katalanca’da Escacs, İrlanda’da Fichille, Afrika Dilinde Skaak, İsveç’te, Hollanda’da Schack, Almanya’da Schach, İtalya’da Scacchı, Danimarka’da Skak, Norveç’te Sjakk, Finlandiya’da Shakki, Çekçede śachy, Arnavutlukta Shah, Macarcada Sakk, Bulgaristan’da, Letoncada, Slovakçada śahs, Romanya’da, Sırbistan’da, Hırvatistan’da Şah, Ukrayna’da Şahi, Lehçede Szachy, Baskça Xake ve İngiltere, İzlanda, Slovanya, Makedonya ve Malta’da Chess, denilmektedir? Birbirine benzeyen bunca addan sonra Satranç’a neden Estonya’da Male, Galce’de Gwyddbwyll, İrlanda’da Ficheall ve Latincede Lodus Latruncularıus denilmektedir?

Bu adlandırmaların bile Satrancın güzergâhı hakkında bir ipucu olduğu apaçıktır. Yeni araştırmalarla bu izlerin sürülmesi gerekmektedir. Yapılacak yeni araştırmalarla bu konudaki mevcut bilgilerin daha da geliştirilmesi mümkündür.
___________________

Dikkat ediniz: Satrancın Avrupa’ya Araplar aracılığıyla geçtiği söyleniyor. Ama İspanya (Katalan ve Bask bölgeleri hariç) ve Portekiz dışındaki hiçbir Avrupa ülkesinde satranç, Arapların kullandığı adla anılmıyor. Satranç için Avrupa’da ezici çoğunlukla kullanılan adın görüldüğü coğrafyalara, satrancın doğduğu yönden başlayarak, doğudan batıya doğru şöyle bir bakalım:

Karadeniz’in Kuzeyi:
Azerbaycan’da Şah-Mat, Beyazrusya ve Rusya’da Şahmat, Litvanya’da šachmatai, , Letoncada śahs, Ukrayna’da Şahi.

Doğu Avrupa:
Arnavutluk’ta Shah, Macarcada Sakk, Bulgaristan’da, Slovakçada śahs, Romanya’da, Sırbistan’da, Hırvatistan’da Şah, Çekçede śachy, Lehçede Szachy, Slovenya, Makedonya ve Malta’da Chess.

İskandinavya ve hemen güneyindeki Avrupa ülkeleri:
İsveç’te, Hollanda’da Schack, Almanya’da Schach, Danimarka’da Skak, Norveç’te Sjakk, Finlandiya’da Shakki, İzlanda’da Chess

Kalan Avrupa bölgeleri:
İtalya’da Scacchı, Fıransa’da Échecs, Katalancada Escacs, Baskçada Xake, İngiltere’de Chess.

Amerika kıtası: Haiti’de Echék,
Afrika Dilinde Skaak

Bu harita, Avrupa’ya satrancın hangi yönden girdiğini gözler önüne sermektedir: Çok açıkça belli ki Doğu’dan ve Karadeniz’in kuzeyinden! Peki Tarih incelendiğinde, satrancı doğudan Avrupa’ya kim getirmiş olabilir: Yalnızca Türkler (Macar teknisyenin makinesine “Türk” adını vermiş olmasını, burada yeniden anımsatayım).

Anlaşılan o ki Türkler, Satranç için bir yandan, Dama oyununun tabanından kaynaklanan ve Türkçe “çatmak” eyleminden gelen Satra, Şatra, Çatra, Çatur, Çaturanga, Satranç türevli adları kullanırken, bir yandan da satranca daha özgü bir ad olan Şah veya Şahmat adını kullanmış. Bunun nedeni de, hiç kuşkusuz, Türkler’deki zekâ oyunu çeşitliliğinden kaynaklanmaktadır.

Ve şunu da tekrar anımsatıyorum: Avrupa’daki satrançta Vezir yerine Kıraliçe’nin kullanılmasının gerçek nedeni, Türkler’de bu taşın zaten Hatun yani dişi olmasından kaynaklanıyor olabilir. Üç yıl önce şunları yazmıştım:
__________________
Benim, satrancın Avrupa’ya Endülüs’ten daha önce Orta Asya’dan geldiğinden kuşkulanmamın bir nedeni de Vezir dediğimiz taşın Batı’da Kıraliçe olarak geçmesidir. Vezir’in Kıraliçe’ye dönüşmesine neden olarak temelde iki neden gösterilmektedir. Bir tanesi, bir kıraliçe’den yada ünlü bir kadından esinlenildiği savı. Esinlenildiği düşünülen aday sayısı kabarık. Biri şu diyor, biri bu. İkinci neden, taşın Kıral’ın yanında yeralması olarak gösterilmektedir, ancak o bile kuşku uyandıracak kadar iddasızdır. Avrupa’nın toplum tarihine bakıldığında, kadının yeri ayrıca kafa kurcalamaktadır. Avrupa’da üst düzey bir erkek taşın Kıraliçe de olsa bir kadına dönüşmesinin zorluğu bir yana, taşın Kıraliçe adını aldığı tarih olarak sunulan tarihler arasında bile ciddi farklar var. Bense bu dönüşüm konusunda şöyle düşünüyorum: Satranç tahtasında Vezir’le Şah’a bakıldığında görülecektir ki bu iki taş, erlerin korumasında, arkada, ortada, yanyanadır. Bugün Batı’daki adlarıyla Kıraliçe’yle Kıral’ın hareketi hiç benzemez, hiç yakın değildir. Vezir’in Batı’da geçirdiği değişimden önceki hareketine bakıldığında ise, Şah’ınkine çok yakındır. Bu da ister istemez bu iki taşın “eş” olduğunu düşündürüyor. Türkler’in Arap etkisine girmeden önceki toplum yapısında çok açık biçimde görülür ki, kadınla erkek tümüyle eşittir. Savaşçı kadınlar, bu kültürün bir parçasıdır. Tarihteki ilk kadın hükümdarlar Türk’tür. Devlet yönetiminde Hakan’ın yanında Hatun’un da kararı, onayı ve imzası gerekmektedir. İşte bu toplumsal yapı, satranç tahtası üzerinde yanyana duran, hareketleri birbirine çok yakın bu iki taşın Hakan’la Hatun olabileceğini düşündürtüyor. Hatun, İran’da veya Arabistan’da Vezir’e dönüşmüş olabilir. Avrupa’ya satranç, Endülüsten önce Orta Asya’dan geldiyse, Kıraliçe’nin Vezir’den değil, Hatun’dan dönüşümü, o konuyu kendiliğinden açıklamış olur. Yine de bu konuda elimde bir veri olmadığını da belirtirim.
__________________

Avrupa’da Endülüs öncesinde de satrancın varlığı konusunda, dikkatimi çeken bir önemli nokta daha var. Ama henüz açıklamayacak ölçüde kuşku aşamasındayım. O noktanın üzerinde biraz araştırmam ve düşünmem gerekecek. Emin olmadan o noktaya değinmeyeceğim.


C) SOYUT SATRANÇ TAKIMLARININ EN ÜNLÜSÜ ve EN YAYGIN OLANI

Satranç takımları üçe ayrılır:

1) Somut satranç takımları: Satranç taşları, taşıdıkları ad biçimindedir: At, at biçimindedir; Er, er biçiminde.
2) Soyut satranç takımları: Satranç taşları, taşıdıkları adların biçimini göstermez; soyutlaştırılmışlardır. Bunların en ünlüsü ve en yaygını, Selçuklu Türklerinin de kullandığı satranç takımı tarzıdır: https://www.facebook.com/photo.php?fbid=...nt_count=1
3) Pullu satranç takımları: Çin’de, Kore’de Japonya’da görüldüğü gibi, satranç taşları pul biçimindedir. Taşların adları, pulların üzerine yazılıdır.

Soyut satranç takımları İslamiyet sonrası görülmeye başlandığı için ve İslâmiyet Arap yarımadasında doğduğu için, soyut satranç takımlarını Arapların tasarladığı söylenir. Peki gerçekten de Araplar mı tasarlamıştır? Bu tasarıyı yapanlar, nelerden esinlenmiştir?

Arslan Küçükyıldız, ileride yayınlamak üzere çok ilginç ve çok önemli bir sunum hazırlamış. Sağolsun, yayınlamadan önce benimle de paylaştı. Sunumunda, soyut satranç takımlarının en ünlüsünün yaratıcılarının nelerden esinlenmiş olabileceğini sormuş. Vardığı sonuç, gerçekten çok ilginç ve önemli: Türklerin kültür öğeleri olan çadır (otağ) ve balballardan. Ortaya koyduğu görseller, son derece etkileyici.

Şu iki bağlantıdaki görsellerde, taşların tepelerine bakınız. Türk otağlarının tepesindeki şangrak, satranç taşlarının tepelerine işlenmiş:
1: http://www.hizliresimyukle.com/image/PFEB
2: http://www.hizliresimyukle.com/image/PFEG

Göreceğiniz gibi, ikinci bağlantıda, altta gözüken satranç takımı, Harun Reşid’in Şarlman’a gönderdiği satranç takımıdır. Harun Reşid’e ilişkin şu kadarlık bilgiye sahip olmak, o dönemki Türk etkisini anlayabilmek açısından aydınlatıcı olacaktır:

Harun Reşit (d:763-ö:809), Belh Türklerinden olan ünlü Barmak ailesinden Yahya’yı, kendine vezir yapmıştır. Devletin bütün etki ve gücünü O’na vermiştir. Yahya ve iki oğlu, Harun Reşid’in ilk döneminde İslâm İmparatorluğu’nun gerçek sahibiydi. Harun Reşit dönemini öylesine üstün kılan, işte bu aileydi. Harun Reşid’in ikinci ve üçüncü oğulları olan Memun ve Mutasım’ın anaları birer Türk’tür. Her ikisi de Türklüklerine göre hareket etmiştir. Örneğin Memun, abisi Emin’i, Horasan’dan topladığı Türk askerleriyle yenip halifeliğe geçti. Mutasım, halife olduktan sonra Bağdat yakınında, Türklere özgü olmak üzere Samra şehrini kurdu. Şehri mahallelere böldü. Türkleri kabile kabile bu mahallelere yerleştirdi. Kendisi de yaşamının sonuna kadar burada, Türk askerlerinin arasında yaşadı.

Yine Arslan Küçükyıldız’ın sunduğu görseller arasından şu iki bağlantıda yer alanlara bakınız. Bu satranç taşlarının çadırı simgelediğine itiraz edilebilir mi:
3: http://www.hizliresimyukle.com/image/PFEX
4: http://www.hizliresimyukle.com/image/PFEf

Satranç taşlarının balballarla ilişkine yönelik fotoğraflar arasından seçtiğim şu ikisine bakınız. Hayret doğrusu:
5: http://www.hizliresimyukle.com/image/PFEy

Sunumda, son olarak, çadırın mimarî takipçisi olan Kümbet’e ilişkin bazı bilgiler verildikten sonra, yine bazı fotoğraflar aktarılmış:
6: http://www.hizliresimyukle.com/image/PFES
7: http://www.hizliresimyukle.com/image/PBdV

Türkler’de Satrancın öncülü olan Satra adlı oyunların varlığını ilk öğrendiğim zamanlar, Satra’nın anlamının ne olabileceği üzerinde biraz düşünmüştüm. Satrançtaki Erlerin her birinin aslında “Er bölüğü” olarak düşünüldüğünü kabul ederek, Satra’nın “çadır, bölük, kamp” anlamlarına gelebileceği sonucuna varmıştım. Bir Satra çeşidine ilişkin daha önce verdiğim bağlantıyı (http://www.math.bas.bg/~iad/tyalie/shatr...tml#double) incelerseniz, Erlere Satra dendiğini okursunuz. Ardından, buradaki Satra’nın anlamı için şöyle bir ifade geçtiğini görürsünüz (yanlış ve çarpıtılmış bilgileri ayıklayarak sunuyorum):

“Satra, Türkçe’deki Satra yani Çadır anlamına geliyor olabilir. Bu Çadır adı, İslâm dönemindeki Er’in konik (çadırımsı) biçimine mantıklı bir açıklama getiriyor.”

Arslan Küçükyıldız, sunumu sırasında, yalnızca Erlerin değil, tüm taşların çadır biçiminde olduğunu ortaya koymuş. Önce, Osmanlılarda ve diğer Türk devletlerinde çadırların rütbelere göre değiştiğini, farklılık gösterdiğini, ayrıntılı bilgilerle ortaya koyduktan sonra, bu satranç taşlarının hepsinin de rütbelerine göre farklılık gösteren çadırlar olduğuna dikkat çekmiş. Yukarıdaki fotoğraflar, bunu göstermeye yeter.

Selçuklu takımındaki Şah ve Vezir çadırlarının biçimlerinin aynı olmasının ve ikisi arasındaki tek farkın Vezir’in boyunun biraz daha kısa olmasının, kafamı kurcaladığını belirteyim. Sözkonusu coğrafyada o taşa Vezir dendiğini bilmesem, taşın Hakan’ın eşi Hatun olduğunu idda edeceğim: Aynı çadır yapısı, yalnızca boyu biraz kısa. Gene de şu soruyu sormaktan geri kalmayacağım: Acaba soyutlamayı yaptıkları yıllarda veya bu iki taşın boy farkı dışında aynı biçime büründüğü yıllarda, Türkler o taşı Hatun olarak mı oynuyordu? Ve Avrupa da öyle mi tanıyordu? Eğer öyleyse, bunu gösteren, o döneme ait kitaplar mutlaka vardır. Bunun iyi araştırılması gerekir.

Şimdi aklıma, kuşkumu arttıran, 12. yüzyıla tarihli Avrupa’daki şu Kıraliçe geldi: http://history.chess.free.fr/images/medi...in-XII.jpg

Belli ki bu çadır etkisi, Avrupa’daki satranç tasarımlarını da etkilemiş. Kıral ve Kıraliçe, çadırda gözüküyor:
11. yüzyılın sonları: http://history.chess.free.fr/images/medi...ne-set.jpg
12. yüzyılın başları: http://history.chess.free.fr/images/medi...0Kings.jpg
12. yüzyılın başları (Bu taşın Kıraliçe veya Kıral değil, Vezir olduğu belirtilmiş. İlginç.): http://history.chess.free.fr/images/medi...italie.jpg

Anlaşılan o ki, “oyun tahtasının” ızgaralı olmasından dolayı, “çatmak” eylem kökünden oyuna “Çatura” (Çaturanga, Satranç) adını kazandıran Türkler, İslâm dönemiyle birlikte, aynı “çatmak” eylem kökünden, bu kez satranç taşlarını soyutlaştırmakta yararlanmış: Taşlara Çadır biçimi vererek. Ve tabi Balbal öğesini de ekleyerek.

Belli ki yine Arslan Küçükyıldız’ın dikkat çektiği şu iki resim, göregeldiğimizden daha fazlasını anlatıyor: “Satranç” adı, Türkçe “Çadır” adıyla bağlantılıdır. Bu bağlantı belki sonradan kurulmuş olabilir, belki de en başından kuruluydu:
8: http://www.hizliresimyukle.com/image/PFEh

Peki Türklerde soyutlaştırma geleneği var mıdır: Hem de nasıl. Türklerin soyutlaştırma alışkanlıklarının en önemli ürünü, yazıdır. Mağara resimlerine bakıldığı zaman, başka coğrafyalardaki resimlerin gerçekçi resimler olduğu görülür. Türklerin coğrafyasındaki mağara resimlerine bakıldığında ise soyutlama göze çarpar. Örneğin insan, bildiğiniz çöpadam gibi çizilmiştir. İşte bu soyutlamalar, zamanla Damga’lara yani yazıya dönüşmüştür. Yazının ortaya çıkışının en kısa öyküsü budur: Soyutlama.

Selçuklu dönemi satranç taşlarına bir daha bakalım: https://www.facebook.com/photo.php?fbid=...nt_count=1

Bu satranç taşları konu edildiğinde Türklerin adı asla anılmaz. Zorlasan, Selçuklu adını kullanırlar. O da pek seyrek. Bu satranç taşları için hemen her zaman, şu iki tanımdan biri kullanılır: "İran’da bulunmuş satranç takımı", "Arap tarzı satranç takımı".

Besbelli ki bu gördüğümüz satranç takımı, yalnızca Türklerin satranç oynadığını ortaya koymakla kalmıyor, aynı zamanda Türklerin satrançta yaptığı bir yeniliği sergiliyor: Türk tarzı, soyutlamalı satranç takımı.

Bu yeniliğin de yine Türklerin “yenilik yaratma” arayışından ve alışkanlığından geldiği anlaşılıyor. Tıpkı satrancın öncüllerinin ve çeşitlemelerinin oyun kurallarında yaptıkları çeşitli değişiklikler ve yenilikler gibi.

Bu Türk satranç takımı tarzının, bütün çadır ve balbal öğeleriyle birlikte, Asya, Avrupa ve Afrika’da yaygın biçimde kullanıldığına dikkat çekerek, daha önce belirttiğim bir düşüncemi, burada yeniden anımsatıyorum: Bir zamanlar satranç, Türklerle özdeşleşmiş bir oyundu. Tıpkı ilk satranç makinesinin adı olan Türk gibi, bu soyut Türk satranç takımı da bunun bir göstergesidir.


Ç) TÜRK DESTANLARINDA SATRA

Son olarak, Türk destanları içerisinden, Şatranın (veya Satrancın) geçtiği iki örnek aktarayım. Bu örneklerden, sağolsun, Arslan Küçükyıldız sayesinde haberdar oldum:

1) Yasak
Kögüdey-Kökşin’le Boodoy-Koo Destanında, Kögüdey-Köşkin, göğün sırtını yedi kez dolaşıp kuş avlamaya gitmeden önce, kardeşi Boodoy Koo’ya kağıt oynamaması, demir sandığı açmaması, otuz gözlü dürbün ile bakmaması, Kırba Memeli boz kısrağı öldürmemesi gibi öğütler verir.
Sen kağıt oynama,
Sen şatra oynama,
Dokuz köşeli demir sandığı
Sakın açma, dedi.
Otuz gözlü dürbünü
Çıkarıp bakma, dedi.
Birbirine denk iki demir asayı
Yerinden çıkarma, dedi.
Kırba memeli boz kısrağı
Öldürme, diye tembihledi. (s.427, C.II)
Yasağın kırılması
(…)
Yazının tamamına, Satranç adlı Feysbuk sayfasından ulaşabilirsiniz: https://www.facebook.com/groups/175888382457663/

2) Yedi Yıl boyunca Şatra Oynamak : https://www.facebook.com/groups/17588838...780907184/.

Bu Türk destanında geçen “Abram Moos” adına ayrıca dikkat ediniz. Hem “Abram”a, hem de “Moos”a…


D) ÖZET

Herşey bir yana, satrancın Türkler sayesinde dünyaya yayıldığı gerçeği, asla tartışılamaz. Ancak, Türklerin adı burada bile anılmamaktadır. Bütün takdir, İpek Yolu adlı, yeryüzünün cansız ve bilinçsiz bir izine verilmektedir. Takdiri, böyle bir bilinçsize, elbette yalnızca bilinçsizler verir. Sözkonusu coğrafyalardaki ortak ve belirleyici öğenin Türkler olduğundan ve o coğrafyalardaki uygarlıkları Türklerin kurduğundan sözeden bir tek satranç tarihçisinin bile olmaması, doğal karşılanacak bir durum değildir. Türkler, satranç tarihinden, kasıtlı olarak, düpedüz yoksanmaktadır.

Çeşitli coğrafyalardaki uygarlıkları Türklerin kurmuş olması, satrancı Türklerin yarattığını göstermez. Ama elbette Türkleri bir numaralı aday yapar. Üstelik de satranç, apaçık bir savaş oyunuyken ve Türkler, hem zihinsel hem de fiziksel olarak hazırlayıcı ve geliştirici birçok savaş oyunu üretmişken. Dahası, ilk satranç taşı ve takımı buluntuları, hep Türk coğrafyalarında bulunmuştur. Satrancın Hindistan’da doğduğunu kanıtlamaya yönelik yazılı belgeler, inandırıcılıktan uzaktır. Zaten satrancın nerede doğduğunun hâlâ tartışılıyor olması, bunu açıkça göstermektedir.

“Çaturanga” veya “Çatrang” adının kökenbilim yönünden incelemesi, sözcüğün Türkçe “hayvanlı dama” anlamında Hindistan’a ve İran’a geçtiğini ortaya koymaktadır. Bu inceleme, “çaturanga” veya “çatrang”ın anlamı konusunda yapılan diğer incelemelerle karşılaştırılamayacak düzeydedir. Ayrıca Satranç adıyla Çadır adının ilişkisi, göz ardı edilemeyecek düzeydedir.

Satrancın yaratıcılarını belirlemekte, oyunların evrimini ve çeşitliliğini incelemek, öncelikli konudur. Bu konuda yapılan araştırmalar yenidir ve böyle araştırmalardan çıkan kuramlardan biri, satrancı Kuşhan Türklerine dayandırmaktadır. Üstelik, adları bile Satranç’la aynı kökü belirten Türk zekâ oyunları Satra’lardan hiç sözedilmediği halde.

Bunlara rağmen, dünyanın ilk satranç makinesinin adının Türk olmasının ve es Suli adlı Türk’ün döneminin en büyük satranççısı olmasının üzerinde hiç durulmamıştır. Dahası, İslâm dönemindeki soyut satranç takımının yaratıcıları, açıkça anlaşılıyor ki Türkler’dir. Bilinmemesi, kayıtlara geçmemesi olanaksız olan bu bilgi, gizlenmiştir.

Avrupa’daki kazılarda ortaya çıkacak (ve belki de çıkmış) satranç taşları, yalnızca, satrancı Türklerin yarattığını ilân etmeye hizmet edecektir. Kaldı ki İspanya ve Portekiz dışındaki Avrupa ülkelerinin hemen hepsinin satranç için kullandığı adlar, satrancın Avrupa’ya Doğu’dan ve Karadeniz’in kuzeyinden (Türklerle) girdiğinin açık bir göstergesidir.

Bütün bunlara ek olarak, oyun kuralları içindeki Erlerin geri gitmemesi ve satranç taşlarının hilâl taktiğine göre dizilmiş olması, satrancın yaratıcısı olarak Türkleri işaret etmektedir.
Ara
Cevapla


Bu Konudaki Yorumlar
Satrancı Türklerin Yarattığına İki Gösterge - Yazar: İskenderAltındiş - 25-07-2014, 14:12
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Feti - 13-06-2014, 18:46
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: abdulkadirbener - 14-06-2014, 10:36



Konuyu Okuyanlar: 2 Ziyaretçi