Tarzlar, yöntemler ve büyük oyuncular hakkında yazılar
#1
"An isolated pawn spreads gloom all over the chessboard". S. Tartakower

"İzole bir piyon tüm satranç tahtasına mutsuzluk saçar" anlamına gelen bir sözle konuya girelim.

Belki de en önemli satranç özlü sözüdür. Zira bu söz sadece satranç hakkında değil hayatlarımız hakkında da bize önemli bir şey söylemektedir. Mutlak suretle anlaşılmalıdır. Çünkü izolasyon konforlu bir şey olmaktan ziyade sorun yaratan bir durumdur.

Peki izolasyon nedir? İzolasyon ıssız bir yerde dağ evinde yaşamak değildir genelde. Bazen öyledir ama genelde değildir. İzolasyon; herkes partide eğlenirken tek başına ama herkesin görebileceği bir köşede kafasını gazeteye gömen ya da herkes ciddiyken ortam içinde tek başına kahkahalar atan ve yahut herkes normal açılışlar yaparken ısrarla hep 1.h4 açılışı yapan kişinin durumudur. Dağ evine göre daha doğru olan tanımı budur izolasyonun.

İzolasyon bazen kişinin kendi isteğiyle olur bazen de çevrenin etkisiyle bazen de her ikisi birden olunca olur.

STİLLER;

Çocukken idolüm bir çokları gibi Mikhail Tal'dı. Zaman içinde hem kendim hem satranç görüşüm olgunlaştıkça idol mevzusundan doğal olarak vazgeçtim. Çünkü satranç bunu gerektiriyordu. Bir yöntem, bir fikir güzel, cazip ve tatlı olabilir ancak bunun bir denklemde sadece bir öge olduğu görülebilmelidir. Eğer satrancın bizzat kendisi dile gelebilseydi her yolun her fikrin her yöntemin ayrı bir güzelliği olduğunu bize söyleyebilirdi.

Feda? Evet harikulade. Ancak mesela "baskı" ? Belki daha cazip. Defans ? Belki daha heyecanlı.

Satranç dile gelseydi eğer; değil bir yöntemin ya da stilin fanatiği olmayı kendisinin bile fanatiği olmamızı istemezdi. Çünkü fanatizm bir ön yargı türevi olarak satrancın özüne karşı bir duruştur. Satranç özünde; hayatta sorunlara karşı sağlıklı bir duruş edinebilme yolunu insanlara tahta üzerinde öğreten bir oyundur. Daha sağlıklı düşünebilmenin bir "öğretmenidir".

Satrancın bir insana zamanla bu yönde faydası dokunur. Bir de bir husus var ki; tek başına oyun gücüyle (ratingle) bu fayda ölçülemez. Bu başka bir şeydir. Mesela bir tank ya da bir tır, sırf beygir gücü daha yüksek diye bir Ferrari'ye ya da bir Porsche'ye ya da bir "Vosvos"a ve yahut başka bir özlenen taşıta yeğ değildir çoğu zaman veya çoğu insana göre.

Bütün arabaseverler sadece motor hacmi ve beygir gücüyle mi mutlu olurlar?

devam edecek
Ara
Cevapla
#2
yazının devamı

Yani rating satrançta her şey demek değildir. Ratingi düşük ve hatta yükselmiyor diye bir oyuncu satrançtan soğumamalı ve onu terk etmemelidir. Zira bu zamana kadar o oyuncuyu terk ettirmeyen şey, içindeki satranç sevgisidir. Nitekim satranç bir kere sevildi mi artık kopmak imkansızdır. Kopmayı istemek de zaten mantıksızdır. Çünkü dediğimiz gibi satranç zararlı bir tütün ürünü ya da bol şekerli bir tatlı değil bilakis faydalı bir öğretmendir. Bu bir bağımlılık değil, bağlılıktır. Ve sevgi her şeydir. Varsın güçlü bir oyuncu olunmasın, varsın madalyalar gelmesin, ad san duyulmasın, bir insan sevdiği bir şeyle vakit geçirebiliyor ve haz alabiliyorsa diğer getirilerin ne kadar önemi var ki? Seven, sevdiren ve zevkle öğreten bir öğretmen varken istediğin her fazla bir lüks değil midir? Öğrenilecektir.

Yirmi dört yıl satranç oynadıktan sonra "daha başka ne öğrenebilirim, ratingim 1600 küsür ve kımıldamıyor, benim için ne kaldı ki?" gibi bir yanlış düşünce içine giren, hatalı bir hamlede bulunan şahsımı "saavedra konumunu" göstererek cevaplamıştır bu oyun. Demek ki hayatta olduğu gibi satrançta da olgunlaşma sona eren bir süreç değil ve "yeni bir şeyler öğrenme" de öyle olmakla birlikte, her an için yeni bir şeyler öğrenebileceğini kabul etmeyi öğrenmek bu oyun hayatında duruşların en doğrusu imiş.

Ama şimdilik... Çünkü bu da bir fikir olarak şimdilik doğrudur ve ileride güçlendirilmeyeceğinin ve hatta tamamen değişmeyeceğinin bir garantisi yoktur. Çünkü satranç bir bilim dalı, bir rasyonalite kimliğiyle "en doğrusu ispat edilene kadar son doğru; doğrudur" mottosuyla her fikre ve yönteme açıktır. Her fikir, her yöntem, tarz, strateji, taktik ve hatta duygu (?) bu 64 karede özgürce ama bir denge ve adalet içinde mücadele edebilecektir.

İDOLLER VE BÜYÜK OYUNCULAR

İdol meselesi, biz yetişkinler için çocukça ergenvari gereksiz faydasız gözükse de aslında o kadar da değildir. Çünkü satrançtaki en önemli şey olan satranç sevgisi genelde onu çocuk yaşta öğrenen insanlar için, daha önceden oynamış veya oynayan büyük bir oyuncunun tarzını, yöntemini sevme temeli üzerinde gelişir.

Ha şu vardır; çocuklar ve gençler illaki sadece satarançla alakalı da değil, o dönemlerinde birilerini kendilerine örnek alma eğilimindedirler. Beğendikleri iyi, başarılı ya da güzel buldukları birilerini kendilerine örnek alacaklardır. Bu da genelde hayatlarına ilk giren en yakınları olacaktır (anne, baba vs). Bu doğal bir durumdur. İşte satrançta da; satranç hayatına yeni giren bir birey ilk tanıştığı en başarılı en büyük, yetkin bir oyuncuyu kendisine yaşı gereği örnek alacaktır ve bu kaçınılmazdır.

Bu örnek alınacak kişi kimdir? Herkes olabilir. Kendisine satrancı öğreten hocası ya da kulüpte taşları harikulade bir şekilde süren bir oyuncu ya da özlü ve espirili muhabbet eden ya da ciddiyetinden taviz vermeyen bir satranç emektarı da olabilir. Bu o kişinin (çocuğun, gencin) kendi karakteriyle alakalı olarak yapacağı önceden bilinmez bir seçimdir. Seçimini yapar ve böylece satranç karakteri de tohum dönemine girerek şekillenmeye başlar.

Bu kişi dediğimiz gibi onun örnek aldığı kişidir. Zamanla o örnek kişi oyunlarında ve davranışlarında yanlışlarda bulunacak bu arada gencimiz de biraz olsun gelişecek ve güçlenecek ve artık kulüpten bulduğu o örnek kişiyi takip etmeyi büyük ihtimalle bırakacaktır. Büyük ihtimalle kendi stilini kurmaya yetkin olabileceğini düşünmeyecek bu genç kendine karakterine uygun bir "kusursuz" arayacak ve yeni öğrendiği notasyonlarla inceleyebildiği örnek oyunlar onu şampiyonlarla tanıştıracaktır.

Notasyonlarla ve özlü sözlerle tanıştığı bu büyük oyuncular, kulüpteki abilerine, ablalarına ve amcalarına denk olmayan büyüklükte ve hatasızlıkta olduklarından bu yüzden onlara karşı olan ilgisi örnek almaktan daha ileride olacaktır. Görecektir ki hamleler ve söylemler, isimler ve karakterler ve bunlarla beraber kaderlerinde gerçekleşenler gerçek bir uyum içinde olduğundan, genç arkadaşımız hamlelerini onlarınkine ve hatta düşüncelerini, duygularını, mimiklerini, titrlerini bile genelde vefat etmiş bu oyunculara benzetmek isteyecektir. Böylece onun/onların oyun stilini, kendisinin hayata bakış açısı temelinde içselleştirip kendinden bir yansıma olarak görecek ve hiç karşılaşmadığı bu insanı/insanları sevecektir. Ve işte ergenlik bitimine kadar sürecek ve erken yetişkinliğe kadar izleri sürecek bu duruma biz idol edinme diyoruz.

Peki kimler genelde idol ediniliyor?

devam edecek

(25-02-2015, 21:26)EvrenseLBilgiN Nickli Kullanıcıdan Alıntı: Güzel bir yazı olmuş, devamını merakla bekliyorum

İlginiz beni çok memnun etti. Sağolun efendim.
Ara
Cevapla
#3
yazının devamı

Tekrar belirtelim ki idol mevzusunun tam anlamıyla sağlıklı bir durum olduğunu kabul etmekle beraber, bunun bir gerçek olduğunu kabul etmek de gerekir. Genç dimağlar, yeni katılımcılar ve benzer diğerlerinin birçoğu uzun ya da kısa süreliğine bu duruma girdiler ve evet bir idol edindiler.

Öncelikle konunun nesneleri üzerinde duralım. Kimler genelde örnek alınır, çok sevilir ya da idol olurlar?

Genelde ilk göze çarpan tarihi şahsiyetlerin başında Capablanca, Tal, Morphy, Morphy, Botvinnik ve güncel figürler olarak Kasparov ve Karpov gelmektedir.

1.CAPABLANCA

Cappa'dan idol olur mu?
Olmaz, daha doğrusu zor olur... Ama bu onun büyük bir oyuncu olmadığı anlamına gelmez bilakis aşırı büyük bir oyuncu olduğundan idol olamaz. Bir dakika! Şimdi burayı biraz açalım; Ivanchuk "Satranç tarihinde Capablanca kadar yetenekleri hakir görülen ve bir o kadar da abartılan başka bir oyuncu olmamıştır" diye özlü bir söz söylemiştir. Söyleminde haksız değildir. Ama bunu söyleten insanlar da haksız değildir. Zira Cappa kulağa efsanevi gelse de bir "doğuştan büyük"tür. Hatta ve hatta Stefan Zweig'ın Czentovic karakterine ilham vermiş kişi olması kuvvetle muhtemeldir. Mesela satrancı öğrenir öğrenmez herkesi, her önüne geleni yenmeye başlaması, çocuk yaşta ülkesinin şampiyonu olması ve bunları yaparken hiç zorlanmaması(!) hususları paralellik gösterir.

Figürümüz satrancı öğreniyor, herkesi yeniyor ve bunları yaparken de neredeyse hiç antrenman bile yapmıyor. Bu durum pek gerçekçi duruyor olmasa da maalesef gerçektir. Ve üstüne üstlük oyunları kabaca incelendiğinde net bir şekilde sadelik görülüyor. En kuvvetli rakiplerini, basit görünen ama kuvvetli ve bir o kadar sade, temiz hamlelerle saf dışı bırakması, simultanelerde insanları onar, yüzer yenmesi ve bunları neredeyse hiç çalışmadan yapabilmesi kendisinin bir idol olma yolunu ne yazık ki imkansız ve ulaşılamaz kılıyor. Geriye tek bir çıkar yol kalıyor, o da Capablanca gibi doğmak. Onun gibi olabilmenin tek yolu onun gibi doğmak durumu olunca ve sadelik gibi cafcaflı olmayan bir getirisi olunca ve sadelik özelliğinin "pasiflik" özelliği ile ayrımını yapabilecek yetkinlikte olamayınca da yeni başlayan kişi, ne yazık ki onun hedef oyuncu olarak seçilmesi zorlaşıyor.

Olmuyor.

Bir de "Capablanca'nın öldükten sonra beyni incelenmeye alınmış, sonracığıma beyninde satranç lobu bulmuşlar (!) Yok, yok; beyin kıvrımları daha bi değişikmiş böyle..." gibi bir şehir efsanesi de patladı mı tamamdır.

2.MORPHY

devam edecek arkadaşlar şimdilik biraz dinlenmeliyim Smile
Ara
Cevapla
#4
Merhaba,

Sıra Morphy'ye gelmişken, yaklaşık 8-10 sene önce Taçsız Kral'ın biyografisinin çevirisini yapmıştım. İlgilenenlere yararlı olması dileğiyle...

Alıntı:http://www.satrancokulu.com/satranc-samp...aul-morphy
Ara
Cevapla
#5
yukarıda en son yazımdaki ilk cümlede

"...tam anlamıyla sağlıklı bir durum olduğunu kabul etmekle beraber..."

cümlesini

"...tam anlamıyla sağlıklı bir durum olmadığını kabul etmekle beraber..."

olarak düzeltiyorum. Özür dilerim.

Sn. Dinçer makaleyi inceleyeceğim. Çok sağ olun efendim.
Ara
Cevapla
#6
yazının devamı. Arkadaşlar tekrar merhaba

2.MORPHY

Brad Pitt ? Hiç benzemez. Ama;

- HEKTOOOOOOOR!!!! AÇ KAPIYI HEKTOOOOOOR. ÇIK DIŞARIIIII!

(Bu bağıran Aşil. Babası bir ölümlü, annesi ise su tanrıçasıdır. Kendisi ise böylece bir yarı tanrıdır).

Figürlerde ufak bir değişiklik yapalım.

- STAUNTOOOOOON !!! AÇ KAPIYI STAUNTOOOOON. ÇIK DIŞARI.

Bu sefer bağıran ise Morphy. Simaen filmdeki Brad Pitt'e pek benzemez. Ancak güç bakımından birbirlerini pekala temsil edebilirler.

Malum filmde ve efsanede; Hektor Aşil'in meydan okumasını kabul eder. Dışarı çıkar, kahramanca ve denk bir dövüş ortaya koymasına rağmen Aşil'e yenilir ve canını verir. Gerçekte ise Staunton Morphy'nin karşısına çıkamamıştır. İnsanlık halidir, çekinebilir. Yadırgamamak gerekir.

Staunton aslında Paris olmalıdır Smile Peki Hektor kim olmalıdır? Bence ya Cappablanca ya da Botvinnik. İkisinden başkası bence durumu kurtarmaz. Ama tarihin imkansızlığı da var ortada; sonuçta bu ikisi doğmadan önce Morphy ölmüştür ve hatta çok daha önceden satrancı bırakmıştır.

Morphy hakkında bu kadar anlatım yeter. Bilirsiniz işte, kulüpte oynarken, samimi ortamlarda, dost çevreleri, çaylar, tostlar ve muhabbetler... Şakayla gerçek birbirine karışır gider ve zaman en güzel böyle geçer. Efsaneler ve yöntemler iç içe. Saygı ve sevginin kucağında espriler, takılmalar, ebedi güzellikler. Konular, oraletler, gülüşler, Cappalar, Botvinnikler Fischerler, Morphyler...

Evet, neyse...

Kim bir yarı tanrı olabilmeyi kafasına koyar ki? Bu sizce çok sağlıklı bir durum mudur?

Bu arada bahsi açılmışken; Staunton'u ve Paris'i de çok küçümsememek gerekir. Zira satranç sadece güç demek değildir. Güzellik de bir değerdir. Paris de anlatılanlara göre güzel veya yakışıklıydı. Ve bugün sizin reelde veya ekranda genelde oynadığınız, sevdiğiniz benimsediğiniz taşların ressamıdır Staunton ve kendisi günümüze göre çok daha az insanın satranç oynadığı bir çağda da olsa bir şampiyondur ve ratingi de pekala 2100 üzeri olabilir.

devam edecek. Sıradaki kişi Botvinnik
Ara
Cevapla
#7
yazının devamı

3.BOTVİNNİK

Kendine bir idol edinmek ne kadar sağlıksız gözükse de bunun olabilecek en sağlıklı yolu Botvinnik’i seçmekle olacaktır.

Botvinnik demek rasyonel bir bakış açısı, sıkı bir çalışma, ciddiyet, geniş bir ufuk, sistemli oyun, olgunluk, öz disiplin, iç disiplin, dış disiplin, özel disiplin, genel disiplin, vesaire disiplin demektir.

Kendisi Kasparov’un, Karpov’un, Kramnik’in hocasıdır. Hocaların hocasıdır. Hem matematik hem de satranç profesörüdür. Tarihteki tek satranç profesörü olması ise gayet muhtemeldir. Onu idol edinen çocuklar ve gençler büyük ihtimalle ileride satrancı terk etmeyecek ve gerçekten bir oyuncu olacaklardır. Küçük bir ihtimalle de satranççı olmayacak ama başarılı bir öğretmen ve yahut bir bilim adamı olacaklardır. Botvinnik’i idol edinebilecek bir zihin yapısına, düşünce ufkuna ve anlayışa sahip olmanın getirisi budur çünkü.

Nitekim Botvinnik olmayı istemek zahmetli, meşakkatli bir yoldur. Çok “yetenek” yanında, çok da “çalışmak” gerektirir. Çalışmak, çalışmak ve yine çalışmak… Bu yol en sonunda oyuncuya soyut ve somut tüm tehditlere karşı aşılmaz bir bağışıklık kazandıracaktır.Somut tehdit hamlelerini hadi herkes anlar da; satranç hayatınızda karşınıza her an bir Talvari ya da Alekhinvari hamleler dizisi sıralayan oyuncular da çıkabilir ve hatta çıkacaktır. O zaman ne yapacaksınız? Kolayca boğulacak mısınız? Hayır, böyle olmamalı. İşte bunlara karşı ayakta durabilmenin yolunu da size gösterir Botvinnik.

Botvinnik; her türlü oyuncuya karşı her türden başarılı oyunlar sergilemenin modern zamanlarda en başta gelen örneğidir. Pahalı ama mutlaka gerçekleşen bir vaattir. “İmkansız” ile “çok zor olan” arasındaki farkı idrak edebilen ve her koşulda görebilen bir ekoldür bu. Ama aynı zamanda tam da bu sebeplerden dolayı çoğunlukla idol olarak kabul edilmeyen ekoldür bu. Zira dediğimiz gibi masraflı, zahmetli ve yorucu bir sevgidir onun gibi olabilmeninkisi. Ve birçokları için renksiz bir yoldur da maalesef. Anlam katamama kaygıları barındırır birçokları için yine maalesef.

Ancak işte, nitekim biz insanız, filmler izleriz, romanlar, şiirler okuruz, severiz, kızarız, isyan ederiz, görürüz ve etkileniriz. Hissederiz ki bilim adamlığı heyecan veremeyecek bir yoldur. Sıradan olmak istemeyebiliriz ve bu çok doğaldır, ayıp da değildir. Ve sıradan olmak istemeyişimizin de bir bedeli olacaksa, bir şeyleri harcayacak, ödeyecek ve hatta feda edeceksek ve tüm bunlar da sadece satranç taşları ile olacaksa ve bunun yolunu da birisi gösteriyorsa aradığınız kişi Botvinnik değil, sizin de çok iyi tahmin ettiğiniz üzere o malum kişidir. Böyleyseniz ya da böyle idiyseniz sıkıntı etmeyin, çoğunluk da zaten böyle.

sıradaki kişi Tal
Ara
Cevapla
#8
yazının devamı

4. TAL

Tal, tal, tal...

Hem edebiyata hem satranca karşı meraklı olan birisi için Tal hakkında bir şeyler ifade etmek kolay olmayacak gibi görünüyor. Ben kolay olur zannetmiştim. Ama gerçekten kolay olmuyor.

Kısa mı kessem?

Neyse, o zamanlar daha çocuktum. Satrancı daha yeni öğrenmiştim sayılır. Ya işte o zamanlar Bilim Teknik dergisinde satranç köşesi vardı. Rahmetli Ali İpek hoca bu köşede tarihten örnek bir oyun ile satranç testi yapardı. Okuyucu kendi kendine vereceği puanlarla gücünü bilmiş olurdu. İşte o sayıda örnek verilen ve hamleleri bilinmesi ve kendimizi yerine koymamız istenen oyuncu Mikhail Tal idi.

Smislov ile 1959 da olan maçı idi. Adeta gözüm kamaşmıştı. Çok hoşuma gitmişti.

Daha sonra bir kaç oyununu daha inceledim. Hepsi gözüme daha bir harikulade gelmişti.

Ya ama şimdi ben düşünüyorum ama anlatacaklarımı tam toparlayamıyorum. Cümleler sanki hep kusurlu gibi. Neyse ki bir yerinden başladım.

Devam edeceğim
Ara
Cevapla
#9
Yazılarınızı büyük bir keyifle okuyorum. Dizi tamamlandıktan sonra hepsini toparlayıp bir kitap yapmanızı tavsiye ederim.
Kitabın ilk müşterisi ben olacağım.
Selamlar,

Nurkut İnan
Ara
Cevapla
#10
Efendim ilginiz için çok sağolun. Benim daha önce bir kitap deneyimim olmuştu. Pek başarılı olmamıştı ama mühim değil. İlginiz alakanız takdir edişiniz benim için kafidir.

Çocukken idolum Tal oldu çünkü; ilk anda gördüğüm şey oyununda materyali kaliteye karşı kolayca harcayabilmesiydi. (Burada kastedilen pozisyonel kalitedir). Dengeden kazanca gidene kadar taş üstünlüğünü koruyan yeni başlamış biri için bu gerçekten inanılmazdır. Hayranlık uyandırıcıdır.

Merakla diğer oyunlarını da incelediğimde gördüm ki sadece bir kaç oyunu değil, oynamış olduğu hemen her oyununda bir feda vardı. Bu resmen bir huy, karakter ve hatta bir söylem demekti. Tükenmeyen bir duyguyu dışavurum gibi isyana benzeyen bir hal gibi veyahut bir tutku gibi belki de bir aşk gibi bir haldi zira her oyununu böyle yapmasının açıklaması ancak bu sayılanlardan biriydi.

Genelde ortalama 15 hamlede, bazen ise 20-30 hamlede meyvesini topladığı fedaları gerçekten eşsiz ve benzersizdi. Bariz ki topladığı tek meyve +1 puan ya da +1 madalya, kupa, rating, ünvan vesaire değildi. Topladığı kalbimizdeki bir çok şeydi.

O zamanlar asla "en büyük kim?" diye peşine düşmedim. Bu konu beni o kadar cezbetmedi. "En sıra dışı olup da en çok yükselebilen, en çok parlayabilen işte bu!" konusuydu beni cezbeden.

Hamlelerinin iyi bir analizle biraz hatalı olduğu ortaya çıkıyordu ama bu da maalesef cazibesini arttırıyordu. Ne kadar insanca! Ne kadar takdire şayan!

Evet bir çok oyuncu feda yapıyordu ve hala yapıyor. Bu iş sonuçta satrancın bir parçası, evet bir çok oyuncu güçlü oynuyordu hatta çok daha güçlü oynuyordu ama bir çoğu benden değildi.

İnsanlar istisnalar hariç hiçbiri dünyaya bir Morphy gibi dahi, efsane yarı-tanrı olarak gelmiyordu ya da Capablanca gibi annesinin karnından satrancı öğrenerek, süper olarak da doğmuyordu. "Bunlar benden değil" diye düşünmüştüm bu yüzden. Tal'ın olayı ise; imkansız gibi görünen ama imkansız olmayan derecede cesaret isteyen hareketleri matematikten ve kesinlikten korkmayarak icra etmesi ve bununla beraber masadaki rakibinin ruhsal durumunu, saatini ve satranca yaklaşımını zihninde yargılayabilip ona göre hükmünü verebilmesiydi.

Kesinliğe karşı ama bir o kadar da keskindi. Tansiyonlu süreçlerde yetkindi. Kaos ortamında etkindi. İşte bu haliyle benzersiz ve tekti. Tek başınaydı.

Büyüklük işte satrançta tek başına bu yüzden lider olamadı. Bu son cümleyi ise halen savunuyorum. Yoksa iş büyüklüğe kalacak olursa bugün en gelişmiş bir Fritz Morphy'i de, Cappa'yı da Botvinnik'i de ve satrancı bırakmasaydı Kasparov'u da yenerdi. Ve en büyük olurdu. Benim gönlüm ise en yukarıya Fritz'i koymayı kabullenmedi halen de kabullenemem. Tal'ı da yenerdi, hem de defalarca ama eminim ki Tal o programı bir yendiğinde tarihe Anderssen'in pabucunu dama atacak bir ölmez parti yazılırdı. Çünkü Tal'ın bir çok olayından birisi de; disipline, azme ve çalışkanlığa karşı tutkuyu, aşkı, isyanı ve romantizmi savunmasıydı. Ne kadar iyi, güçlü ve yenilmez olunursa olunsun, sağlam hesaplanmış bütün bu tahkimatlar Tal'ın hamle denilen tutkulu kasırgalarına karşı hep endişe duymuşlardır. Halen de duyulur.

O evet bir kasırgadır. Katrina'dır, Rita'dır. O eser, kasıp kavurur sen ise Hemingway'in yaşlı adamı gibi ya da Botvinnik gibi 20 hamle sonra sağ çıkarsın ya da birçokları gibi çıkamazsın. O bir kasırgadır ama hatalarını da görebildiğimiz için o aynı zamanda bir insan, bizden biridir.

O bir aşık, o bir isyankardır, o bir haykırıcı o bir kaşiftir. Satrancın balta girmemiş cihetinde keşifler yapmış, oyunları o doğayla iç içe yaşamıştır.

Satranç sadece bir oyun ise o sadece bir insandır ama eğer 64 kare bir tuvalse o gerçek bir ressamdır.

"Peki neden Tal değil?" Devam edecek
Ara
Cevapla
#11
Merakla ve zevkle okuyoruz. Teşekkürler.
Cevapla
#12
yazının devamı

Neden Tal değil?

Satranç sadece Botvinnik ekolüne kalacak olsa bütün turnuva salonları, eğitim yerleri, klüpler bir anfi belki bir laboratuvar olup çıkacaktı. Ama ben Tal vesilesi ile eğitimlerde mistik bir tat aldım, turnuva salonlarında bir Casino Royal, olmadı bir Vegas havasını soludum. O zamanlar Tal'ı taklit etmeye çalıştığım maçlarımın genelinde kazanma-kaybetme duygusunu ve heyecanını rakiplerime ve izleyicilere oranla daha fazla yaşadığıma inanıyorum.

Başarılı fedanızı izleyenlerin takdirlerini toplamak gerçekten başka bir zaman-mekanda bulamayacağınız bir deneyimdir. Başarısız bir fedanın bedeli ise her ne kadar sıradan bir mağlubiyet kadar duruma katlanılması kolay olmasa da sıradan bir mağlubiyetten daha fazla bir kazanım olacaktır sizin için. Çünkü yenseniz de yenilseniz de oynadığınız o oyun sizin için büyüktür. Sıradanın dışındadır. Çünkü siz sıradan geleni seçmediğinizi düşünüyorsunuz.

Gerçekten masaya kombinatif bir oyun ısrarıyla oturduğunuzda ya da eşleştirmelerde salona girdiğinizde o ortamı başka bir kanaldan, pencereden göreceğinizin, etkileri ve tepkileri başka bir frekanstan duyabileceğinizin garantisini verebilirim. Kombinatif oyunun; rakibinizinkine göre daha büyük bir plan, bir oyun kurulumu olacağını da söyleyebilirim. Ancak bir anlığına başınızı tahtadan kaldırıp ileriye, uzağa baktığınızda ve düşündüğünüzde bir soruyla yüzleşiyorsunuz. Kaçınılmaz olarak... Ben yüzleştim. "Bu ısrar neden?"

Neden?

Nedendi o Tal'ın kendi ufkunu küçük düşürecek tavırları? Nedendi o söylemleri, demeçleri?

İlk başta evet materyal hafife alınıyordu kombinasyon ile. Peki kombinasyonu neden hafife alacak şekilde oynuyor ve de konuşuyorsunuz sayın Tal?

Cevap yok, çünkü ben satrancı yeni öğrendiğim zamanlar O ölmüştü. Smile

"Benimseyebildiğim fazla sözünüz, söyleminiz olmadı. Bir tanesi korkuyla alakalı olan diğeri de "en temeli tekrar etmek" ile alakalı olan bir hatıranızdı. Bunları da feda ile pek bağdaştıramadım. Sizi örnek alarak yaşadığım satranç hayatımın genelinde de parlak on, on beş zaferden başka bir şey elde edemedim. Pek çok zaman ise tenhalaşan salonda taşlar toplanırken hayal kırıklığımla baş başa kaldım. Ratingim hep 1600 civarlarında seyretti. Belki bunda iş-güç-gündelik hayat yoğunluğu da etkilidir ama olmasaydı bile yolunuzun ısrarcısı olmaya devam etseydim 1900ü göremezdim gibime geliyor. "Rating için mi bunlar?" diye sorabilirsiniz ama bakın bir mesela; Kasparov- Topalov 1999 1-0. Güncel bir örnek, şimdi tekrar masaya yatırdığımız... Artık bunlar, fedalar, gerilimler, kaoslar sorun değil sayın Tal. İnsanların görmekten haz ettiklerini bir çok güçlü oyuncu hoş bir şekilde sağlayabiliyor. Siz, zamanınızda açtığınız çığır ile ve tanıştığımızdaki cazibeniz ile benim hep kalbimde ve bir çoklarının kalbinde bir yerlerde yaşamaya devam edeceksiniz ama artık zaman benim için ilerleme zamanıdır. Yeni boyutlarda, yeni konularda deneyim kazanmanın zamanıdır. Fedadan başka çok sayıda sanatın icra edildiği bu oyunda diğer eserlere de bakmak onlardan da örnek almak zamanıdır. Israrcı olmamak lazım zira bu satrancın özüne karşı bir duruştur. Görülebilir ki bu da tutucu, muhafazakar ve sıradan bir duruştur.

Ve ben, sizinle satranç arasında bir tercih yapmak zorunda kaldım ve satrancı seçtim sayın Tal. Umarım bunu anlayışla karşılarsınız. Hepimizin gideceği o yerde böyle şeylerin bahsi konu olur mu ondan zaten emin değilim.

Her neyse; bu mektubu kalbimdeki postaneden sonsuzluğa gönderiyorum. İçinde bir de 2000 yılında antalya'da 16-18 yaş grubunda kazandığım, en çok gurur duyduğum oyunum var. Belki bakarsınız.

Huzur içinde uyuyun."


diye bir mektupla Tal'ın yolunu bırakmıştım. Böyle olması gerekiyordu. Bu arada yine geçenlerde katıldığım bir turnuvada oyunların ikisinde feda yaparak oynadım, biri kazanç biri kayıp oldu. İkisi de gerçekten güzeldi.

O yolu bıraktım ancak toyluk zamanlarımdan farklı olarak; "kombinasyon" masaya oturur oturmaz aklımda olan şey değil artık. Şartlar zorlarsa deniyorum sadece. Sizin de başınıza geliyordur belki bazen.

Yazının devamında diğer büyük oyuncular hakkında ve yöntemler hakkında yazmayı planlıyorum.
Ara
Cevapla
#13
güzel bir yazıya benziyor boş bir vaktimde okuyacağım teşekkürler
Ara
Cevapla
#14
yazının devamı; arkadaşlar bunları bitirdiğimde bayağı çok bir şey ortaya çıkarsa diye şu kitap fikrini tekrardan ciddi ciddi düşünmüyor değilim

İdol mevzusu, yukarıda da görüldüğü üzere her zaman duygusal bir iz bırakır. Ancak mühim değil, bazı noktalara değinmek amacıyla eski sayfalar bazen açılır, bazen de kapanır.

Önemli olan ilerlemek ve keşfetmektir. Birilerini, bir şeyleri biz geride bırakabiliriz ama hatırlamakta da bir sıkıntı görmemek gerekir. Onca yılın bir anlamı olmalı.

İlerliyoruz.

SATRANÇ NEDİR?

Satranç bir ağacın her noktasını, ayrıntılarıyla görebilmektir.

Gövdesinden başlamak üzere ilk ayrılan ana kollar, ana kolun ayrıldığı büyük dallar, büyük dalların ayrıldığı küçük dallar, aralarda ayrılan budaklar, küçük dallardan ayrılan dalcıklar, dalcıkların ucundaki meyveler ve yapraklar...

Bulunduğunuz pozisyon gövdedir. İlk görebildiğiniz devam yolları anakollardır. Varyantlar ise dallardır. Ve davamı da bu mantıkta benzer şeylerdir.

Yeni başlayan bir oyuncu ya da zayıf bir oyuncu gövdeyi ve bir kaç anakolu çat pat görebilir. Bir büyükusta neredeyse bütün küçük dalları görür. Bir dünya şampiyonu ya da adayı ise daldaki bir meyvenin üzerindeki bir karınca ile bir tırtılın arasındaki mücadeleyi görebilir ve galibini mücadele bitmeden tahmin edebilir. Ve bir dünya şampiyonu tüm bunların yanında rüzgarın ve dış müdahalelerin ağaca etkisini hesaplayabilir. Tırtılı yemek için gökyüzünde süzülen bir kuşu da sezebilen dünya şampiyonları olmuştur.

Orta sıklet oyuncular ağacın ortalarında bir yerleri çok iyi görür. Tüm bu mücadeleyle beraber bir satranç yazarı ise ağacın ayrıntılarını iyi göremese de paragrafı nasıl bitirebileceğini iyi bilir.

Yaşanmışlıklar ve hissedilenler yazmanın gücünü size verir.

Satranç cömerttir.

SATRANCIN RAKİPLERİ VAR MIDIR?

"Hesaba dayalı oyunlar aleminin" kralı satrançtır. O, her bakımdan bir kraldır. Derinliğiyle, zenginliğiyle, çekiciliğiyle, anlaşılırlığıyla... Kendi krallığında bu kralı sevmeyen yoktur. Mütevazı ve şeffaftır. Kristal yapısına binaen, onun iç kısımlarını iyi görebilmek için iyi bir gözden ziyade, köklü bir sevgi, adanmışlık ve süre gerekir. Zaten o kendisiyle alakalı her şeye izin verir.

Vaktiyle yaptığım yolculukların birinde bir aleme yolum düşmüştü. Alemin adını tam hatırlayamasam da kralının "go" olduğunu biliyorum. Kendisi de gayet kral bir oyundu. Kendisiyle fazla geçiremediğim o süre zarfında bu bilge kral benimle yakından ilgilenmiş, bayağı alakadar olmuştu. İlk oyunda bana "rakibin etrafını çevirirken, rakip tarafından çevrilmeyi" öğretmişti. O an ikimiz de bu duruma çok gülmüştük. Bir kaç oyundan sonra ben kendisinden müsade isteyip huzurundan ayrılmıştım. Belki yanında biraz daha kalsaydım daha fazla şey öğrenebilirdim. Ama önemli değil, kendisi hep orada.

Bizim alemde ise sarayın kapısından ilk girişim beş-altı yaşlarıma tekabül eder.

Cız: Hoş geldin bakalım ufaklık.
- Hoş bulduk. İçeri girecektim de, merak ettim...
s.o.s: Tamam gir de, bizle de bi ilgilen bakalım.

Bu "cız" ile "sos" sarayın kapıcıları olur. Cana yakın, sevecen oyunlardır. Küçücük kulübelerinde onlarla vakit geçirmiştim önceleri. Ben tabi o zamanlar "kral kim?", "satranç kim?" filan bilmiyordum. Gerçi benim girişim öyle olmuştu, nitekim herkesin girişi aynı değil yani takdir edersiniz ki bir çoğunuz doğrudan satranç ile haşır neşir olmuştur. Ama sorun değil buralarda kimse kimseye kızmaz.

Mesela bunların komutanı, "sarayın koruma amiri" var; Mars (dokuztaş). Onunla da tanışmanızı tavsiye ederim. Eğlenceli vakitler geçireceğinizden eminim. "Cız" ile de akrabalıkları varmış. Öyle dediler.

"s.o.s"un babası var mesela; "coonect four". Onunla da tanışmıştım. Sonuçta yeni bir şeylerle tanışmak güzeldir.

Kralın yardımcıları var; Türk daması, Rus daması, Kanada daması, İtalyan daması vs.

Bir gün merak ettim sordum;

- Vezirim, hayırdır canınız sıkkın?
Türk daması: Ya evet, biraz öyle.
-Neden? Kraldan yana bir sıkıntı mı?
TD: Hayır, asla. Ya geçen bir makale yayınlandı. "Damadaki tüm pozisyonlar bilgisayarlar tarafından hesaplandı ve çözüldü" diye. Zaten bende fazla bir ihtimal yoktur biliyorsun. On üssü bilmem kaç... Beni ve bazı diğer arkadaşları 16 sene bilgisayarları çalıştırarak çözdüler. Bende beyazlar kazanıyomuş galiba.
- Olsun üzülme.
TD: Demesi kolay.
- Olsun, insanlar bütün database'i nereden hatırlayacaklar ki? Kendi aralarında oynarlarken de yine eskisi gibi bilinmezlikle, heyecanla oynayacaklardır.
TD: Ya sorun sadece biz de değiliz şimdi kralımızı tehdit ediyorlar.
-Hadi ya? Ne aşamadalar satrançta?
TD: Ne olsun. Şahlar dahil son 7 taşı çözmüşler. Son 7 taş kaldığında ne olacağını net olarak biliyorlar. Öyle bir database yapmışlar. Şimdi son 8 taşı deniyolarmış. 10-15 seneye kalmaz o aşamayı da geçerler.
-32 taşı çözmeleri ne kadar zaman alır sence?
TD: Valla bu hızla milyar yılı bulurmuş. Ama 1 milyar bilgisayar kullanırlarsa eğer bu iş için, haftaya çözülmeyeceğini kim garanti edebilir?
-Microsoft bu işin içinde mi sence?
TD: Hiç bilmiyorum, niye sordun?
- Ya geçen bilgisayarımın performans penceresine bakarken gördüm; hiç bir işlem yokken bile RAM bir şeylerle meşguldü.
TD:??

Komplo teorisi üretmeye gerek var mıdır, yok mudur orası da bir tartışma konusu. Şu an kullandığımız bilgisayarları da kullanarak satrancı çözseler ve mesela deseler ki "1.d4 beyaz kazanır!", bizim için bir şeyler değişir mi? Satranççılar için yani? Oynamayı bırakır mıyız? Canımız oynamak istemez mi?

Sahi o zaman eller yukarı mı? Sevgimiz oraya kadar mı?

"Buraya kadar mı?" sorusu olur bizim için?

Arkadaşlar devam edecek, konuyu da bayağı bir dağıttık ama toparlayacağım bana güvenin Smile
Ara
Cevapla
#15
Son yazılanlar ani sorulardı. Bu şekilde hızlı sormamalıydım belki. Ben her cevaplamaya çalıştığımda içim buruluyor. Aşamadığım bir konu; satranç bitecek endişesi. Öyle işte. Bitmez mi?

Bu konuyu sonra yeniden açarız. Şimdilik kapatalım.

Efendim; bir ağaç olarak satranç dedik, bir kral olarak satranç dedik, az gittik uz gittik. De ağaç hakkında konuşmak istiyorum tekrar.

Dallara bakıyorsunuz, bakın, bakınız, ben de bakıyorum. Dallar, bir çok dal... Bir tanesini takip ediyorsunuz yukarı doğru. Ben de ediyorum. Derken ayrıldığını görüyorsunuz üç farklı küçük dala. Birinci küçük dalı incelerken, bakarken... Eeem... Bakarken ah! İşte bir şeyler oluyor! Buuu şey, yapraklar... Erik de güzelmiş. Şu kırmızı olan biraz sert gibi de bu bambaşka bir anakolun dalında galiba çok sarkmış da bir dal üstelik. Da... Eriği kaybettim galiba ama şu diğer erik de fena değilmiş. Off çok yaprak var. Onu da kaçırdık. Bizim bi ilk dal vardı bu arada, üçe ayrılmıştı hani? Nerede o? Allah karetsin... Allah kahretsin! Hep böyle oluyor. Zaman tükeniyor, çabuk olmalıyım. Yap hamleyi, bas saate! Yap hamleyi. Yap, bas. Yap, bas. Yap... İmdat!

İşte bizim genelde başımıza gelen şey budur ey satranççı. İpini kolayca salıverdiğimiz konsantrasyon, akıl yerine tereddüt dolu hamlelerle bizi mağlubiyete ulaştırıyor. Ve işte geldik buradayız. Son istasyon; terk. Bundan sonraki istasyon da; mat. İkisinin de birbirinden pek farkı yok. Banklarda oturan, pişman ve mağlup oyuncular ve üzgün suratlar. Herkesin elinde de bir notasyon, birbirine dert anlatmalar, hayıflanmalar, sümüklü mendiller...

A! Pişmaniye! Çok severim. Ağızda dağılmasını özellikle. Çayla çok daha güzel gider. Çaycı... Nerede acaba? Buralarda bir yerlerdedir.

Yalnız, dikkatinizi çekerim; buradaki satıcılar, yüzleri gülen tek grup. Evet onlar da buraya geldiler ancak bu gelişlerinden bir kar elde edebilmeyi bildiler. Onlar buraya genelde ağacın ayrıntılarını ayırt edemedikleri için de gelmediler. Onlar ellerinden geleni talimatlara uyarak yaptılar ama sadece hızları düşüktü bu yüzden yenildiler. Ve buraya her gelişlerinde (ki gittikçe daha az geliyorlar) bir şeyler elde ederek gidiyorlar.

Böyle olunması gerekir.

Arkadaşlar acil işim çıktı hemen dönücem

Bakınız; Bir oyunu kazanmak eğer parti yıldırım partiyse bir oyuncuya satrançta bir arpa boyu yol kat etmesini sağlar. Bir yıldırım beraberliği veya yenilgisi ise 3-5 arpa boyu yol kat etmesini sağlar. Ağır partideki bir kazanç 1 adım, beraberlik ya da kayıp ise 10 adım yol kat etmesini sağlar. 1 saatlik ciddi bir etüd 100 metre, bir büyük usta nezaretinde 1 saatlik bir etüd ise oyuncuya fersah fersah yol kat etmesini sağlar ki yüz milyonlarca arpa uzunluğundadır.

Buradan şuna değineceğim; yenilgi; eğer kabullenebiliyorsanız kazançtan daha büyük bir kazançtır. Kazanç ise eğer göremiyorsanız ya da görmekten imtina ediyorsanız siz, kayıptan daha büyük bir kayıptır. Bu kanun böyle olmak zorundaydı çünkü denge başka bir türlü sağlanamazdı. Rehavet, sıkışma, rehavet, sıkışma, reha... İlerleyeceksiniz.

-Sayın makinist!
Makinist: Buyrun!
- Geri dönüyoruz, başladığımız son noktaya!
Ara
Cevapla
#16
arkadaşlar iş yoğunluğum nedeniyle yazmaya fırsatım olmayacak. Belki daha sonra yeniden devam edebilirim. Olmazsa düzeltip eklemelerle kitap yaparım belki. İlgilenen olursa daha sonradan haber veririm. Şimdilik sağlıcakla kalın.
Ara
Cevapla
#17
Tamam.
Cevapla




Konuyu Okuyanlar: 1 Ziyaretçi