STAUNTON, KASPAROV, ANAND VE DSM
#14
Satranç üzerine tartışmaları sağlam bir zemine oturtabilmek için tarihin süzgecinden geçmemiz gereklidir. Bu nedenle tarihte neler olmuş bitmiş, kısaca bir göz atalım:

Eski Mısırlılar, satranç tahtasına ve taşlarına benzer ''senet'' adlı geleneksel bir oyun oynuyorlardı. Senet adlı bu oyunun satrancın çıkışına esin kaynağı olabileceği gibi, üçbin yıldan beri oynandığı bilinen Çin satrancı 'go' ile günümüzdeki satranç oyunu arasında strateji ve taktik açıdan benzerlik olduğu görülür.

M.S. 600'lü yıllar ise insanlık tarihinde yazınsal ortamın kitap yazımı ve çevirilerin canlandığı, bu oyuna ait ilk bilgilerin ortaya çıktığı yıllardır. Satranç, Hindistan'da Çaturanga adıyla ortaya çıkar. Ülkenin bilginlik ve edebiyat dili olan Sanskritçe'de kelime anlamı; dört tim veya kısımdır (çatur: dört, anga: tim, kısım).

Kale içinde konumlanmış geleneksel Hint ordusu; askerler, savaş atlıları, savaş arabaları ve savaş filleri olmak üzere dört timden oluşmaktaydı. M.Ö 4.yy'da yaşamış olan Makedon kralı İskender (M.Ö. 356-321), ordusuyla 327'de Hindistan'a doğru yürüdüğünde karşısında Raca'nın 50.000 kişiden oluşan ordusunu görünce şaşırmıştı. Raca, bin savaş arabası, yüzotuz savaş fili, üçbin süvari ve geri kalanı piyade olan bir orduya kumanda ediyordu. İskender, karşısında savaşa hazır bekleyen bu orduya, herhalde canlı bir satranç ordusu gibi bakmış olmalıydı.


Satrancın tarihini araştırdığımızda, satrancı icat ettiği söylenen üç isimle karşılaşıyoruz: Leclac, Sissa, Palamedes.

Leclac:
İran Şairi Ebu'l Kasım Mansur Firdevsi'nin (M.S. 934-1020) ünlü eseri Şahname'ye (Şahlar Kitabı) göre bir tür savaş oyunu olan satranç, Hindistan'da yaşamış 'Leclac' adında bir bilge tarafından icat edilmiştir. Şahname'nin üçtebirlik bir bölümünü çeviren 15. yy divan şairlerinden Şerifi ise, ''Firdevsi'nin Şahname'de satrancı bulan kişinin kim olduğunun söylemediğini, bazılarının bu kişinin Sissa adında bir bilge olduğunu iddia ettiklerini, ancak aslında satrancı bulan kişinin Leclac olduğunu ısrarla vurgulamaktadır.'' Şerifi, Leclac'ın satrancı buluşunu şöyle aktarır:


''Hindistan'da Talhand ve Giv adındaki iki şehzade, babalarının ölümü üzerine taht kavgasına düşer, bunun sonucunda savaşa karar verilir. Aslında Giv'in savaşmaya pek niyeti yoktur, çünkü gereksiz yere pekçok askerin ölecek olması onu rahatsız etmektedir. Veziri de aynı düşüncededir. Giv, ''Talhand istediği yerleri alsın, beğenmediği yerleri bana bıraksın'' diye haber gönderse de Talhand, alacağı yerleri ancak kılıcıyla elde etmek istediğini söyler. Savaş başlar, ancak, pekçok kanın dökülmesi Talhand'ı rahatsız etmiş, yerinden kımıldayamayacak hale gelmiştir. Hiçbir yerinden yara almamasına rağmen kımıldayamaması onu korkutur ve Talhand oracıkta can verir. Askerler onun ölüsüyle karşılaşınca derhal Giv'e haber verir. Giv, kardeşinin cesedini alarak annesinin yanına gider. Annesi, Talhand'ın ölümünden Giv'i sorumlu tutar. Giv, bu işte bir suçunun olmadığını, savaşmamak için elinden geleni yaptığını, kardeşinin savaş darbesi sonucu değil eceliyle öldüğünü anlatmak istese de annesini ikna edemez. Sonunda annesi, Giv'den savaşın nasıl geçtiğini bir temsil ile anlatmasını ister. Giv, zaman kaybetmeden ülkenin bilgelerini toplayarak meseleyi anlatır. Bilgelerin içinde Leclac da vardır. Leclac hemen işe koyulur. Önce büyük bir tahta hazırlar. Tahtayı bölerek karşı karşıya gelecek şekilde iki şahı koyar. Her şahın etrafında askerler, filler ve atlar vardır. Daha sonra Leclac, bu şekilde bir temsille savaşı anlatır. Bu temsili Giv'in annesi çok beğenir. Temsilin adına 'sad renc' adını verir. Sad, yüz; renc ise sıkıntı, acı demektir. Böylece satranç oyunu icat edilmiş olur.(1)

Dünya Satranç Şampiyonlarından Garry Kasparov, Fransız satranç Ustası De la Bourdonnos'un 1836 yılında çıkardığı 'La Palamade' adlı dergiden yola çıkarak, Palamedes'in Truva savaşına katılmış yunan mitoloji kahramanının adı olduğunu ve Palamedes'in 13. ve 15. yüzyıllardaki savaşlardan sonra ortaya çıktığını ve satrancın Akdeniz kaynaklı olduğunun bir kanıtı olduğunu öne sürer.(2)(3)

Palamedes:
Yunan Mitolojisinde geçen Ege'li ünlü ozan Homeros'un (M.Ö. 8.yy sonu,9. yy başı) şiirsel destanı İlyada adlı eserde anlatılan Truva savaşı efsanesinde Palamedes önemli rol oynar.Sparta kralı Menelos'un güzelliği ile ünlü karısı Helen, Truvalı Paris tarafından kaçırılınca, Palamedes, akrabası Menelos'u avutmaya çalışır ve Helene'yi barışçı yollarla geri almak için Truva'ya elçi gönderir. Fakat bu çaba sonuç vermez. Akha ordusu Truva'ya saldırmak için hazırlık yapmaya başlayınca, Menelos'la birlikte İthaki kralı Odysseus'u çağırmaya giderler. Odysseus evlidir ve karısı yeni doğum yapmıştır. Bu nedenle cinfikirli, kurnaz Odysseus savaşa gitmemek için elinden geleni yapar, delirmiş gibi davranır. Fakat Palamedes yalanını açığa çıkarıp yüzüne vurur. Odysseus sefere katılır ama Palamedes'e olan kin ve öfkesini içinde taşır. Bu kin, daha sonra, Palamedes'in ölümüne sebep olacaktır.(4)


Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı:1890-1973), Palamedes'in öldürülüşünün, Agamemnon, Odysseus ve Diomedes arasındaki gizli bir anlaşmanın sonucu olabileceğini söyler. Çünkü Palamedes, Argois'e yerleşmiş Minos kültürünün temsilcisidir ve kendisine atfedilen buluşların hepsi Girit kaynaklıdır.

Adı "eski bilgelik" anlamına gelen Palamedes, Yunan alfabesine birçok harf katmıştır. Kuşların uçuşuna bakarak Helenlere özgü bir harf olan Y (üpsülon)' yi bulmuş, sayıları ve para kullanmasını tanıtmıştır. Zarların ve dama oyununun Palamedes'in buluşu olduğu söylenir.


8-12. yüzyıl arası İslam coğrafyasında satranç, kendi kurallarını ortaya koyar. El-Adli-Er Razi ve Es-Sali adında güçlü satranç ustaları çıkar. Bu yüzyıllarda satranç tahtası tek renklidir. İlk hamleyi beyaz oynar, diye bir kural yoktur. Siyahın da ilk hamleyi oynama hakkı vardır. Fil, çapraz yürümesine rağmen iki hane hareket eder, at gibi taş üstünden de atlardı. Vezirin hareketi çaprazda birer hane ile sınırlıdır ve figürlerin en zayıfıydı. Uzun menzilli olarak en güçlü figür Kale'ydi. Rok hamlesi yoktu fakat şahın bir oyunda bir kez olmak üzere, iki kare öteye atlama hakkı vardı. Örneğin, Şe1'den g1,g2,f3 vs.
Pat durumunda ve Şah'ın kendini savunacak taşının kalmadığı çıplak durumda güçlü taraf oyunu kazanırdı. Erler ilk durumda tek hamle oynardı. Sütunun son hanesine ulaşan erler, herhangi bir figüre değil, kaleyse kale atsa at, kendi düşey sütunlarındaki figüre terfi edebilirdi. Açılışların kendine has adları bulunurdu. Örneğin: Şeyh açılışı, Firavun kalesi, Cenah açılışı vs.


Gelelim satrancın Batı'ya nasıl ulaştığına. Emevi Halifesi 1. Velid Bin Abdülmelik'e (yönetimi: 705-715) bağlı Tarık Bin Ziyad komutasındaki Berberi ve Arap savaşçıları (711'de), İspanya kralı Rodrigo'nun sayıca üstün ordusunu yenilgiye uğratır. Güney İspanya, daha sonra da bütün İspanya, müslümanların hakimiyetine girer. Kurtuba (Kordoba) başkent olur. Satranç oyunu da müslümanlar yolu ile Avrupa'nın batı yakasına taşınmış olur. Fakat İslamiyet, güney İspanya'da (Endülüs) kültürel yolculuğunu tamamlayamaz. Çünkü Ortaçağ İspanya tarihi, müslümanlarla hıristiyanlar arasındaki güç savaşıydı. Avrupa hıristiyan güçleri birleşerek 11. yüzyılın ortalarından itibaren 15.yüzyıl sonuna kadar sürecek bir zaman diliminde müslümanları İspanya ve Portekiz'den Avrupa dışına sürer. Satranç oyunu da bir müddet sessizliğe bürünür. Ancak, soylular arasında merak edilen bir oyun haline gelir ve özümsenip yeniden yorumlanır. Rönesans (yeniden doğuş) ve dinde reform (düzeltme, yenilenme) ile birlikte satranç oyununda da yeni fikirler doğar ve yeniden düzenleme yapılır. Satranç taşları değişime uğrar. İlk önce satrancın Doğu ve İslam kültürünün bir parçası olma görüntüsü ortadan kaldırılır. Şahın yerine Kral (King), Vezir'in yerine Kraliçe (Quenn), Fil'in yerine Piskopos (Bishop) gelir (Fransa'da Fil'in yerine soytarı (Fou) figürü vardır). Atın yerine Şövalye (Knight) figürleri konur. Avrupa kendi kimliğini oluşturan haç gibi dinsel sembolleri (çünkü aralarındaki politik birlik dinseldir) satranç figürlerinde ve yayınlarında kullanmaya başlar.
Bununla beraber bazı taşların hareketlerinde de değişikliğe gidilir. Vezir, doğuda en güçsüz taş iken Batı'da Kraliçe olarak en güçlü figürdür. Fil, taş üstünden atlayamaz ama çaprazda hareketi serbest bırakılır. Er (piyade), son yatayda istediği figüre terfi ettirilerek önceden belirtilen sınırlama kaldırılır. Belki de yine önceden belirtilen şahın bir kereye özgü sıçrama hareketinden esinlenerek, Rok kuralı konur. Böyle böyle satranç oyununda o zamana dek bilinen pratik ve teorik bilgiler dönüşüme uğratılır.


Avrupa İcadı mı?
Kasparov, 'Bu süreçten itibaren satranç, psikolojik savaşın modelliğini yapan entellektüel bir oyun haline gelir" demiştir. Öyleyse Kasparov'a sormak gerekir: Strateji üzerine kurulmuş olan satranç oyunu, Batı'daki dönüşümlerden önce piskolojik savaşın bir modeli değil miydi? Kasparov'un bir başka sözü olan ''satranç bu dönüşüm sürecinden itibaren Batı'nın icadıdır'' deyimini biz, elbette anlamsız buluyoruz. Doğru olan deyim, ''satrancın Batı'da yeniden reforma tabi tutulan bir oyun haline geldiği''dir.

Bir de Capablanca'nın satranç tahtasını 64 kareden 100 kareye çıkarma girişimi vardı. Turnuvalarda beraberliğin çoğaldığı bir zamanda beraberliklerin önünü kesmek için Capablanca böyle bir girişimde bulunmuş, ancak, ilgi görmemiştir. Oysaki ünlü Türk hükümdarı Timur (1335-1405), satrançta en iyi rakiplerini 64 karelik tahtada yenilgiye uğratıp rakip bulamayınca, kendine 11x10=110 karelik bir satranç tahtası yaptırıp birkaç figür daha ilave etmiştir (5). Timur'un bu yaptığına biz ne diyelim; devrim mi, icat mı? Devrimse devrim, icat ise icat budur!

Bizler Batı'ya bakarken ışığın Doğu'dan geldiğini unutmamalıyız.







Kaynaklar:
(1)-Şahname'nin Türk Kültür ve Edebiyatına Etkileri :Ötüken yayınları-syf:112-151 Dr.Bekir Şişman-Dr. Muhammet Kuzubaş
(2)-Benim Ustalarım-Gary Kasparov-Türkiye iş bankası yayınları
(3)-Azra Erhat-Mitoloji Sözlüğü
(4)-Düşün Yazıları-Halikarnas Balıkçısı-Bilgi yayınevi
(5)-İslam'ın Kılıcı Cihan Fatihi Timurlenk-Justin Marozzi-YKY-Çeviri: Hülya Kocaoluk
Ara
Cevapla


Bu Konudaki Yorumlar
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Hüseyin AKTAŞ - 02-12-2008, 11:32
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Hüseyin AKTAŞ - 02-12-2008, 11:37
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Hüseyin AKTAŞ - 02-12-2008, 12:01
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Hüseyin AKTAŞ - 02-12-2008, 12:04
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Mehmet Ali Kuseyri - 03-12-2008, 13:10
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Hüseyin AKTAŞ - 03-12-2008, 17:14
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Mehmet Ali Kuseyri - 03-12-2008, 22:35
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Hüseyin AKTAŞ - 04-12-2008, 00:21
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Hüseyin AKTAŞ - 04-12-2008, 07:56
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: drtuncaysen - 04-12-2008, 13:31
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Mehmet Ali Kuseyri - 04-12-2008, 14:28
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Hüseyin AKTAŞ - 04-12-2008, 15:15
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Şevki Hacıoğlu - 04-12-2008, 20:04
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Hüseyin AKTAŞ - 04-12-2008, 20:52
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Hüseyin AKTAŞ - 05-12-2008, 11:28
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: şehmus damar - 05-12-2008, 12:51
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: şehmus damar - 05-12-2008, 23:25
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Mehmet Ali Kuseyri - 06-12-2008, 01:58
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Hüseyin AKTAŞ - 06-12-2008, 01:58
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Hüseyin AKTAŞ - 06-12-2008, 02:16
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Mehmet Ali Kuseyri - 06-12-2008, 11:16
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: şehmus damar - 06-12-2008, 13:18
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Emine Alpaslan - 27-12-2008, 17:39
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Emine Alpaslan - 27-12-2008, 17:51
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: İskender Altındiş - 27-03-2009, 15:01
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: İskender Altındiş - 27-03-2009, 15:05
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: İskender Altındiş - 27-03-2009, 15:07
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Mehmet Ali Kuseyri - 27-03-2009, 20:52
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Mehmet Ali Kuseyri - 27-03-2009, 21:22
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: İskender Altındiş - 29-03-2009, 13:33
Timur ve Satranç - Yazar: Şevki Hacıoğlu - 29-03-2009, 15:16
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Mehmet Ali Kuseyri - 29-03-2009, 19:48
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Hüseyin AKTAŞ - 02-04-2009, 08:14
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Mehmet Ali Kuseyri - 02-04-2009, 12:33



Konuyu Okuyanlar: 2 Ziyaretçi