Özgür Satranç Forum

Orjinalini görmek için tıklayınız: Bir Televizyon Programına Gönderilen Tepki
Şu anda (Arşiv) modunu görüntülemektesiniz. Orjinal Sürümü Görüntüle internal link
Geçenlerde yayınlanan programınızın, denk geldiğim bölümünde, Karl Marks'ın adının geçtiği, 12 Eylül döneminde Türkiye'de yaşanmış karamizah örneği bir olay anlattınız. Ardından da "sevgili Aziz Nesin'i, yazdığı öykülerden dolayı, buradan sevgi ve saygıyla anıyoruz" dediniz. Elbette programınıza konuk olmuş izleyicilerden büyük alkış aldınız.

Bu kısa yazıyı, kendisine sevgi ve saygı beslediğim bir hanımefendinin bundan sonra daha dikkatli olacağını umarak yazdım.

Sayın hanımefendi, sözünü ettiğiniz karamizah örnekleri, dünyanın heryerinde yaşanır, çünkü dünyanın heryerinde insan vardır. Ama Amerika'da veya Avrupa'da yaşanmış bu tür karamizah örneklerini, o ülkenin yurttaşları da dahil olmak üzere pek kimse bilmez. Çünkü bu tür karamizah örneklerini halkını küçük düşürmek için kullanan yazarlar, yalnızca sömürge ülkelerde elüstünde tutulur ve yalnızca halkı ezilmiş olan bu ülkelerde, o halk, kendisiyle alay edenleri alkışlar.
Aziz Nesin'in halkını küçük düşürdüğünü mü sanıyorsunuz?
Hayır, öyle sanmıyorum. Öyle.
Bu çok yanlış, çok yüzeysel bir bakış açısı. Kendi halkını Aziz Nesin kadar seven, tanıyan bir yazar daha yoktur. Bırakın yüzlerce kitabında anlattığı hikayeleri Sivas katliamından sonra (bu olaylarda Aziz Nesin'in başına gelenleri bildiğinizi kabul ederek) yazdığı Sivas Acısı şiiri bile bunu anlamaya yyeterlidir.

Ben tanırım
Bu bulut bizim oranın bulutu
Hemşeriyiz ne de olsa
Benim için kalkmış ta Sıvas'tan gelmiş
Yurdumun bulutu
Başımın üstünde yeri var

Ben bilirim
Bu rüzgâr bizim oranın rüzgârı
Hemşerimiz ne de olsa
Benim için kopup gelmiş yayladan
Yurdumun rüzgârı
Kurutsun diye akan kanlarımı

Ben anlarım
Bu acı bizim ora işi hançer acısı
Bir ülkedeniz ne de olsa
Aynı dili konuşsak da
Anlamayız birbirimizi
Hançerin nakışı
Tanıdım acısından Sıvas işi

Ben duyarım duyumsarım
Bizim oranın sızısı bu
Binip kara bir buluta Sıvas ilinden
Sıvas rüzgârında uçup gelmiş
Helallik dilemeye

Ey yüreğimin onmaz acıları
Ey beynimin dinmez sancıları
Suç ne bende ne de sende
Suç seni karanlıklara gömenlerde
Ne de olsa yurttaşımsın
Kapalı olsa da bütün vicdan kapıları yüzüne
Bilmelisin bir yerin var canevimde
Aziz Nesin hayatını halkı bilinçlendirmek üzerine harcamış bir insandır.
Böylesine bir adanmışlık için sevgiden başka hiçbir sebep göremiyorum.
Yüzeysel değerlendirmeler ve tek cümlelik analizler yeteli olmaz.
Resmin bütününü görebilmek için bilgi sahibi olmak gerekir, elbette.
Tek bir konuya ya da eyleme takılıp kalmak yanlış değerlendirmelere yol açabiliyor, görüldüğü üzere.
Ayhan Bey'in gönderdiği şiiri okuduk. Yalnız, böyle bir şiir yazmış bir kişi, nasıl oluyor da "Türk halkının yüzde altmışı aptaldır" diyiveriyor, eleştirildiği zaman da "yanılmışım yüzde sekseni aptalmış" diyiveriyor, yazdığı öykülerde de mizah anlayışını alay etmek üzerine kuruveriyor, konusunda ne Ayhan Bey'den ne de Oktay Bey'den bir yorum okuyamadık. Benim bu konudaki yazacaklarımı okuyacaksınız da, önce ben sizin yorumunuzu merak ediyorum.

Lütfediniz.
Aziz Nesin (AN) bir yazardır, iyi bir yazardır. Sadece bu topraklarda ve Türkçe bilenler tarafından değil dünyanın hemen her ülkesşnde bilinir ve sevilir. Türk halkını çok iyi tanır ve çok iyi anlatır. Yaptığı herşeyi de halkı için yapmıştır, halkı daha iyi yaşasın diye. Sermaye tarafından da din tarafından da sömürülmeden insan gibi yaşasın diye. Bunu yaparken çok kere devleti ile başı derde girmiştir, kimsenin hayal bile edemeyeceği sıkıntılar çekmiştir. Kitaplarının geliri ile krallar gibi yaşama seçeneği varken tüm yayın gelirlerini aktardığı vakfı kurup kimsesiz çocuklara sahip çıkmıştır.

Siz bilir misiniz AN bu % 60 oranını verirken aslında doğruyu söylemiyordu. Çok sevdiği halkını kolluyordu. Bunu sonra anlatırım fakat nedir bu maden bulma coşkusu? "Hah işte AN böyle dedi, işte foyası meydana çıktı" sevinci. Dedim ya AN yazardır, hem de iyi yazar. Halkının aptal oluğunu düşünse bunu tek bir cümleyle bırakmazdı. Öyle bir yazardı bunu ki kurdun kuşun bile bilgisi olurdu. Siz AN'in kahkahaya boğularak bir yandan da eliyle işaret ederek "ha ha ha aptallara bak ha ha ha" diye vakit geçirdiğini mi sanıyorsunuz? Yani bu cümleyi duydunuz da başka söze gerek kalmadı mı?

Olay şöyle gelişir.

İlhan Selçuk ,Aziz Nesin ve Müjdat Gezen İzmir Torbalı da bir panele katılırlar.Panelin konusu mizah.Biri kalkıp AN'e "Nasreddin Hoca nın torunları olarak çok zeki bir milletiz değil mi" diye sorar. O da "Yüzde 60 ı aptaldır "der.Herkes alkışlamaya başlar. Müjdat Gezen kulise geçtiğinde Aziz bey e sorar.Neden yüzde 60? AN der ki"Evladım,yüzde 92 diyecektim ama dilim varmadı. (1982 Anayasası referandum sonuçlarına gönderme yapıyor.)

Bu yüzden AN bir kaç kere dava edilirse de hepsinden berat eder.
Türk halkının %92’sine değil de %60’ına aptal diyerek Aziz Nesin’in Türk halkını koruduğu mantığını benim kafam almaz; anlayacak gibi değilim.

“...kurdun kuşun bile bilgisi olurdu” demişsiniz. Öyle bir durumun görüntüsü şöyle midir acaba: Türk halkını aşağılamaya yeltenen hemen herkesin bir numaralı başvuru kaynağının Aziz Nesin’in o sözünün olması gibi bir durum. Çünkü eğer böyle birşeyse, bugün zaten kurdun kuşun bile bilgisi var demektir.

Aziz Nesin’e nasıl baktığımı anlatmak için, önce yukardaki şiiri irdeleyerek başlamak en iyisi olacak. Genel bir yanılgı vardır. Sanılır ki okunan bir şiir, şairin herzamanki duygularını yansıtır. Ama işin gerçeği, şairler herzamanki duygularını yazmaz; o anki duygularını yazar. Bir şiir, şairin o anki duygularını başarıyla yansıtabildiği için anlamlıdır. Şairin o duyguları sıkça yaşadığını göstermez, hele hele o duygulara göre davrandığını hiç göstermez. Dünyada halkından en nefret eden kişiyi getirin, halkına karşı içinde varolan sevgiyle ilgili, kendisine itiraf edeceği uygun bir anda, etkileyici bir şiir yazabilir. Bu nedenle bir şiir, şairin genel duygularından az yada çok bağımsızdır. Kısacası şiir, şairinin kişiliğini bir ölçüde gösterebilir ama kesin ve tam olarak göstermez. Yine de bu şiirle ilgili Aziz Nesin’in kişiliğini gösteren bir ayrıntı var. O da Sivas Olayı’nın ardından yazılmış olması. İnsanların kişiliklerini en iyi ortaya koyan anlar, ellerindekileri yitirdikleri anlarla, şaşırdıkları anlardaki davranışlarıdır. Aziz Nesin de bu şiiri Sivas Olayı’nın sıcaklığında yazdıysa (ben öyle kabul ediyorum), bu durum, Aziz Nesin’in şiirde yazdığı duyguları güçlü bir biçimde taşıdığını gösterir. Gelgelelim, bir kişinin, yüce duyguları içinde güçlü biçimde taşıyor olması, o duygulara göre davrandığını, o duygulara yakışır hareket ettiğini göstermez. Çünkü insanın inançlarına göre, düşüncelerine göre, isteklerine göre, korumasız bırakan duygularına göre davranması, dünyanın en zor işidir. Bu da iki tür nedendendir. Birincisi, çevresel nedenler: İnançları, düşünceleri, istekleri ve korumasız bırakan duygularına göre davranan kişiler; aşağılanmaya, küçük düşürülmeye, hakaretlere, alay edilmelere katlanmak zorundadır. Hatta bu davranışlar arasından, en yakınlarından, en güvendiklerinden, en sevdiklerinden gelecek olan en kırıcı olanlarına katlanmak zorundadır. Tanıdığım kadarıyla Aziz Nesin bu tür çevresel koşulları göze almıştı. Ama insanı inançlarına göre, düşüncelerine göre, isteklerine göre, korumasız bırakan duygularına göre davranmakten alıkoyan, bu kez çevresel değil içsel olan ikinci bir neden daha vardır: İçindeki zıt duyguların çatışması. Her insanın içinde hem umut hem de umutsuzluk vardır. Umuduna göre mi davranıyorsun, umutsuzluğuna göre mi? Her insan deliler gibi aşık olduğu birini, biraz da sevmez. Sevgine göre davranabiliyor musun? Yoksa korkuların depreştiği zaman sevmemene göre mi davranıveriyorsun? Her insan nefret ettiği bir kişiyi biraz da sever. Belki çoğunlukla nefretine göre davranman da gerekebilir, ama bazen de sevgine göre... Peki ya aynı kişiye karşı hem sevgisizliğin hem de sevgin güçlüyse?... Dahası, o aynı kişiye karşı hem nefretin hem korkun, hem umutsuzluğun, hem umudun güçlüyse?.. Bu aşamada vicdan, sevgi ve güvenin en öne çıkması, akıl ve düşüncelerin susması, en arkalara çekilmesi gerekir. O kişiye veya şeye karşı hiç düşünmeksizin, hiç koşulsuz güven! Sevgi, vicdan... Benim algıladığım Aziz Nesin, işte burada, halkına karşı duyduğu güçlü sevgi ve, hadi öfke diyelim, güçlü öfke arasında sürekli gidip geldi.

Aziz Nesin, halkı için, bilinen çalışmalarının dışında, pek bilinmeyen bazı önemli çalışmalarda da yeralmıştır. Öyle çalışmaların içinde yeralmak, yüksek bir halk sevgisi ister. Öte yandan, o ünlü sözü ve kitaplarındaki alaycılık da, yüksek bir sevgisizlik veya öfke ister. Ve Aziz Nesin, Türk halkı konusunda hem yüksek sevgisine hem de yüksek sevgisizliğine göre davranmıştır. Bu nedenle, Türk halkının ve benim Aziz Nesin’e olan yaklaşımı da aynı iki zıt duygulu olmaktan kurtulamıyor. Ama birgün şöyle kurtulacak. Nasıl ki insanlar silkinip kendilerine geldiğinde çevresindeki insanları değer raflarına daha uygun yerleştirirse, sapla samanın karıştığı bir ortamda yaşayan Türk halkı da kendine gelip, kendisine saygısını kazandığı gün, Aziz Nesin’i, gerçek değeri neyse, oraya koyacaktır. Yukarıdaki yazıyı gönderdiğim günlerde, kendisine saygısını kazanacağı gün geldiğinde Türk halkının Aziz Nesin’i saygıyla anmayacağını düşünüyordum. Ama bir kaç aydır, Aziz Nesin’in yanlışlarından ibret ve dersler almakla birlikte, hakettiğinden ne eksik ne de fazla, belli bir saygıyla anacağını düşünüyorum.

O günlerden bugünlere bende değişen başka şeyler de var: İnsanlara, o günlerden çok daha büyük ölçüde, sözlerinden çok niyetlerine ve içlerine göre davranıyorum. Aziz Nesin’i de böylelikle kendi hakkıma bağışlamış durumdayım. Artık Aziz Nesin’e bakışımla, Aziz Nesin’in o sözünü kullanarak Türk halkına hakaret edenleri ayırıyorum. Yine de o günlerden bugünlere hâlâ değişmemiş olan bazı şeyler de var: Kendi hakkıma Aziz Nesin’i bağışlamış olsam da, o sözler, yalnızca bana değil, tüm Türk halkına yönelik olduğu için, o sözler hâlâ benim düşmanım. O günlerde olduğu gibi, bugünlerde de sağda solda, Türk halkının yüksek zekasını kavrayamamışların, o zekayla ilgili alaycı sözleriyle karşılaşıyorum. Bu kişiler, yine Aziz Nesin’in o sözünü kendilerine dayanak ediyorlar; bundan sonra da dayanak edecekler ve ben bu sözle tekrar tekrar uğraşmak zorunda kalacağım. Beni ve bu konudaki haklı duyarlılığımı iyice anlayan kişiler, benim “maden bulma coşkusu” yada “sırf foya ortaya çıkarmak” gibi sığ duygularla hareket etmeyeceğimi, bu tür yakıştırmaların, hareketli olduğum bir ortamda benim üzerimde durmayacağını da herhalde anlamış olacaktır.

Aziz Nesin’le ilgili söyleyeceğim son şey de şu olsun: “Siz Aziz Nesin'in kahkahaya boğularak bir yandan da eliyle işaret ederek ‘ha ha ha aptallara bak ha ha ha’ diye vakit geçirdiğini mi sanıyorsunuz” diye sormuşsunuz. Alay üzerine gülmece kuranlar, ne kadar kahkaha atsa da,gerçekte içi gülmez. Hem alay etmesine neden olan şeylerin, hem de alay ediyor olmasının rahatsızlığının öfkesiyle kıvranır. Yani, hayır, sandığınız gibi “kahkahalarla güldüğünü” düşünmüyorum.

Bundan sonra yazacaklarım, gözüme takılan bazı yaklaşım yanlışları konusunda olacak. İkinci madde dışındaki hiçbirinin Aziz Nesin’e gönderme yapmadığını özellikle belirtiyorum. İkinci maddede bile Aziz Nesin’in adını yalnızca, anlatmak istediğimi örneklendirmek için kullandım.

Birincisi, iyi bir yazar demek, iyi bir insan demek değildir. Bunun öyle çok örneği var ki... Bu nedenle, bir yazarın yazarlığına değil de, kişiliğine, kimi düşüncelerine veya kimi sözlerine değinildiği zaman, o yazarın iyi bir yazar olduğunu söylemek, anlamsız bir savunma olur.

İkincisi, sevdiğiniz kişiyi sevin, ama yanlışlarını savunmaya çalışmayın. Gerçi siz, yanlış olan birşeyi pek savunmaya çalışmamışsınız, ama arada çok ince bir çizgi vardır, ona dikkat etmek gerek. Benim bu konuda tartıştığım hemen herkes, tartışmanın ilerleyen bölümlerinde Aziz Nesin’in bu yanlışına sahip çıkmıştır. Bunu Aziz Nesin’e sahip çıkmak için yapmıştır, ama yalnızca Aziz Nesin’e sahip çıkmak için, hepsi de koca Türk halkına “gerçekten de aptaldır” demiştir. Sevilen kişinin üzerini tozdan, kirden arındırmaya çalışmak, sevgidendir. Ancak, herkes biraz kirlidir ve gerçek sevgi, o kişiyi kirleriyle birlikte sevebilmektir. Bunu hiç unutmamak gerek.

Üçüncüsü, bir toplumun öncülüğünü yapan kişilerin o toplumu sevmesi çok değerlidir, ama yeterli değildir. Bu öncü kişilerin, ağızlarından çıkan her sözünün nereye gideceğini bilmesi, her davranışının sorumluluğunu hissetmesi gerekir. Musolini İtalya için çok önemli işler yaptı, Hitler Almanya’yı doruklara çıkarmak istedi. Ama ikisi de halklarını yıkıma sürükledi. Mevlana, bir öyküsünde, adamın birine olan sevgisinden dolayı adamın dibinden ayrılmayan bir ayıdan sözeder. Birgün bu adam uykudayken yüzüne sinek konmuş. Ayı da adama olan sevgisinden dolayı sinekten kurtarmak istemiş. Almış eline koca bir kayayı, sineği öldüreyim diye adamın yüzüne vurmuş, adamı öldürmüş. Kısacası, ister bir birey olun, ister bir halk olun, biri sizi gerçekten seviyor da olsa, o kişinin bir ayı olup olmadığına bakmak gerek: Ne şekilde konuşuyor, ne şekilde davranıyor?

Dördüncüsü, tanıdığınız kişiler için konuşurken de çekinceli davranmanızı öneririm ama hele ki hiç tanımadığınız biri için konuşurken “yüzeysel düşünceli” demeyiniz. Belki böyle konuştuğunuz tanımadıklarınız arasından, bir gün karşınıza, tanıdığınız ve tanıdığınızı sandığınız herkesten daha fazla ve daha derin düşünen biri çıkar.

Son olarak, evet, “Nasreddin Hoca nın torunları olarak çok zeki bir ulusuz”.
"...politikacılar gerçeklerin üstünü örtmek için yalan söylerler, sanatçılar ise gerçeği göstermek için." (Vendetta)

Aziz Nesin'in o sözünü bir mizah olarak almak gerek. Yani "ben aptal değilim arkadaş" diye bir başkaldırıyı kışkırtmak istediğini düşünüyorum.

Dikkatli bakalım:
"Nasıl ki insanlar silkinip kendilerine geldiğinde çevresindeki insanları değer raflarına daha uygun yerleştirirse, sapla samanın karıştığı bir ortamda yaşayan Türk halkı da kendine gelip, kendisine saygısını kazandığı gün, Aziz Nesin’i, gerçek değeri neyse, oraya koyacaktır."

İskender arkadaşımızın bu sözleri "neyin nesi"? Bir başka "azizlik" değil midir bu? Türk halkını kendisine saygılı olmaya kışkırtmıyor mu?...

Şairler, yazarlar, sanatçılar, düşünürler... Bazen ateşin ortasındaki akrep gibi iğnelerini kendilerine batırarak intihar ederler, kendilerini anlaşılmak uğruna feda ederler. Sizin katil olduğunuzu size kanıtlamak için kendilerini size öldürtürler.
Bu halk Aziz Nesin'i o sözleri nedeniyle öldürdüğü gün, Aziz Nesin hedefine ulaşacaktır. Onun savaşımı henüz sürmektedir.

"Ne yazık o ülkeye ki kahramanlara ihtiyacı var" der Brecht.
Bir toplum kahramanlarını öldürüp onlara gerek duymadığı zaman, kahramanlıklara gerek kalmadığı zaman bir toplumda, tüm insanlar kahramanca yaşama seviyesine ulaşacak demektir...

"Ka(h)raman'ın koyunu, sonra çıkar oyunu".
Bazı şeyleri değerlendirmek için 20- 30 yıllık süreler hiçtir. Japonun birine sormuşlar: "Fransız devrimi için ne düşünüyorsunuz?" Ne dese beğenirsiniz? "Değerlendirme yapmak için henüz erken" demiş.
Aziz Nesin'i bu anlamda değerlendirmek biraz erken. O savını kendini öldürtürcesine savladı gitti. Siz öyle olmadığını gösterin. Sıra sizde ya da ben de dahil, bizde!...

Selamlar...
Sn İskender Altındiş, bir noktaya dikkatinizi çekerim ki benim yazdıklarımda şahsınıza yöneltilmiş "yüzeysel düşünceli" şeklinde bir nitelendirme yoktur. Yazı işte orda duruyor, denilen "yüzeysel bakış açısı"dır ve cümlenin gidişi ile anlaşıldığı üzere tüm düşünce sisteminiz değil bu olaya bakış açınız eleştirilmiştir. Sizi tanımadığım için bütün bir varoluşunuzu yüzeysel diye tanımlamak zaten yanlış olurdu. Kaldı ki siz de AN ile ilgili düşüncenizde belirgin bir değişiklik gösterdiğinize göre ilk tavrınızın bakış açısının yüzeysel olduğunu söylemek çok da yanlış olmaz.

AN'i seven kadar sevmeyen de çoktur. Kanımca siz AN'i söz konusu %60 bildiriminden önce de sevmeyenlerdendiniz. Onu iyi bir yazar olarak sevebilirsiniz ya da erdemli bir insan olarak. Ondan soyalist diye ya da dinsiz diye nefret edebilirsiniz. Başta yazdığınız yazıda "AN Türk Halkı'na böyle böyle dedi ben bunu onaylamıyorum o yüzden kendisini eleştiriyorum" içerikli bir yazı yazsanız buna yine söylenecek bir şey yoktur. Bunu bayrak yaparak AN'in 80 yıllık savaşını Türk Halkı'nı aşağılamak düzeyine indirgediğinizde olmaz derim buna hakkınız yok.

Türk Halkı'nı yücelterek başlangıçtaki emellerini gizleyenler sıkça görülür. AN ise gizlediği bir emel söz konusu olmadığı için gerektiğinde en korkusuzca sözlerini kimseden esirgememiştir. Bana sorarsanız bana küfür eden insanı beni öven insandan daha samimi bulurum. Ancak kanımca AN bu bildirimiyle planlamadığı bir yola girmiş mahkemede aklansa bile halkın önemli bir bölümünün gözünde aklanamamıştır.

AN dedi diye Türk Halkı aptal olmaz tıpkı kendi kendimize akıllı diyerek akıllı olamayacağımız gibi.
Ne konuşuldu, şöyle bir bakıyorum da... Bir televizyon programında, bir sunucu, Türkiye’de yaşanmış karamizah örneği bir olay anlatmış. Ardından Türk halkını küçümsemeli bir gülüş eşliğinde, alaycı hikayeler yazmış olan “Aziz Nesin’i ve öykülerini buradan saygıyla anıyoruz” demiş. Ben bunu duyunca bir kat sinirlenmiştim. İzleyiciler bu sözü alkışlayınca da ikinci kat sinirlenmiştim. Dayanamayıp yazmıştım ki: “Bu tür karamizah örnekleri dünyanın heryerinde yaşanır. Ama kendine saygısı olan ülkelerde halk bunların çoğunu bilmez bile. Halkına hakaret eden kişiler, haklı olarak, saygıyla anılmaz. Yalnızca sömürge ülkelerde halkına hakaret eden kişiler elüstünde tutulur. Ve yalnızca halkı ezilmiş olan bu ülkelerde, o halk, kendisiyle alay edenleri alkışlar. Dünyanın sömürülen bütün ülkelerinde durum budur”. Birileri, benim bu ulusuna değerverir, alay edilmesine katlanamaz tepkimdeki herşeyi gözardı etmiş, Aziz Nesin konusunda rahatsız olarak beni eleştirmeye başlamış. Ben de sonra demişim ki, “ben Aziz Nesin’i, halkına hem büyük bir sevgi taşımış hem de büyük bir sevgisizlik taşımış, bu iki duygu arasında sürekli gidip gelmiş ve her iki duyguya göre de hareket etmiş bir kişi olarak görüyorum”. Eklemişim: “Şu şu nedenle ben Aziz Nesin’i kendi adıma bağışladım. Ama o söz, yalnızca bana değil, tüm Türk halkına söylendiği için hâlâ benim düşmanım”. O zaman söylememiştim, ama şimdi söyleyeceğim: Bu bağışlama, Aziz Nesin’in kişiliğinden çok benim kişiliğimin yüceliğinden kaynaklanır. İşin burası kavranamamış, onu hissettim. “Aziz Nesin ile ilgili düşüncenizde belirgin bir değişiklik gösterdiğinize göre” sözünden bir şey daha hissettim, onu da hâlâ anlaşılmadıysa özellikle düzeltmek gerek: Bendeki değişim, yalnızca Aziz Nesin’e bakışaçısında. Yoksa kalan düşüncelerim, duyarlılığım ve tepkim hâlâ aynı.

Neyse efendim, Aziz Nesin’e bakışaçımız değişti ya, bazıları için konu kapandı, içleri rahatladı demek ki. O sözlerin yanlış olduğunu düşündüklerini belirtmediler, o sözden rahatsızlık duyduklarını söylemediler, hatta ima bile etmediler. Dahası, yazılanlardan bizim hissettiğimiz, tam zıttı. Kendileriyle alay edenlere karşı gösterdiğim tepkiden dolayı bir teşekkür bile etmediler. Ama ben kendilerine benzemem, bu işi burada bırakmam! Böyle bir konuda, ne kadar sevsem de kimsenin gözünün yaşına da bakmam.

“Küçük insanlar, insanlarla; biraz daha büyük insanlar, olaylarla; daha büyük insanlar, düşüncelerle uğraşır” derler. Şunu hepiniz çok iyi anlayınız: İnsanlarla uğraşmaya, yalnızca saldırmak değil, savunmak da dahildir. Bir kişi, eğer şöyle bir konuda, benim Aziz Nesin’e bakışımda bir değişiklik oldu diye tatmin olup konuyu bitiriyorsa ve içinde “Aziz Nesin’in sözünün Türk toplumuna olumsuz etkisi” gibi rahatsızlık verici hiçbirşey duymuyorsa, küçük insandır demektir. Aklını başına almadığı sürece de kimse kendini bu gerçekten kurtaramaz. İstediği kadar konuşsun.

Bu sözün, Türk ulusunu aşağılayanlarca sakız edilmesinin olumsuz etkisi daha anlaşılmadıysa ve belli ki kimse bunu düşünebilecek durumda değilse, ben, daha fazla anlatayım. Hiç dikkatinizi çekmiş midir ve sorarım size: Neden aynı yarışma programının adı İngiltere’de “Tanrıvergili Biritanyalı”, Ukrayna’da “Ukrayna Yeteneğe Sahiptir” iken Türkiye’de “Yetenek Sizsiniz Türkiye”dir? Halkının kendisine saygı duyduğu bu ülkelerde, programa katılmak isteyen şarlatanların küçük bir oranının fazlasının televizyona çıkarıldığını mı sanıyorsunuz? Biraz tebessümlük bir oranı geçerse bu oran, iş, toplumun kendisine saygısının ve güveninin kırılmasına gider. Bu ülkeler o sınıra dikkat ederken, Türkiye’de başvuran her şarlatan neden televizyona çıkarılıyor dersiniz? Bir ülkenin kendi kendini bu şekilde zarara uğratması nedendir, diye sorar insan kendi kendine. Bunun yanıtı, Banu Avar’ın şu sözlerindedir: “Bugün izlediğiniz bütün televizyon kanallarının üçer tane Amerikalı danışmanı vardır. Hangi program, ne zaman, hangi adla yayınlanacak, onlar karar veriyor”. Banu Avar’ı tanımayanlara da kısaca tanıtayım. “Sınırlar Arasında” adlı, gerçekleri açıklıkla günyüzüne vuran belgeseller yaptığı için, rahatsızlık duyan bazı ülkelerin büyükelçilerinin baskılarıyla TRT’den atılmış bir televizyoncudur.

Bundan çıkarılacak ders nedir: Demek ki bir kimse, “birileri aptal dedi diye Türk halkı aptal olmaz, tıpkı kendi kendimize akıllı diyerek akıllı olamayacağımız gibi” diye bilip bilmeden dünyaya ilişkin konuşmadan önce, dünyaya bir bakmalı: Nasıl dönüyor acaba, diye. Bir düşünmeli, neden şu şu ülkedeki aynı programın adı “Tanrıvergili Biritanyalı”, “Ukrayna Yeteneğe Sahiptir” iken Türkiye’de “Yetenek Sizsiniz Türkiye”dir, diye. Daha önce, “bir insana kırk kez aptal dersen, aptal olur” sözünü hiç duymamış olsa bile... Şimdi daha iyi anlıyor musunuz, Aziz Nesin’in o sözünün ve alaycı tarzdaki öykülerinin topluma zararını? İnsan düşünür: “Bizim kamyonarkası yazılarda çoğunlukla zekamızı ortaya koyan yazılar varken, Amerika’dakilerde neden “Büyük Amerika”, “Büyük Amerikalı” yazar diye. Düşünmek için biraz daha malzeme: Bu ülke herzaman kendisine böyle saygısız ve güvensiz miydi acaba? Yanıtını, bir zamanların Türkiye’sinden iki marşı yazarak verelim:

İLERİ MARŞI

Yürü, bu yol şeref zafer yolu
Karşında bekliyor seni tanyeri
Yürü, atıl devir karanlığı
Durma yürü, haydi ileri.

Varsın gel desin sana
Yeşil gölgeli çamlar
Ninni fısıldayan dereler
Şen nameler, gülen bir bahar.

Hayır, sakın yolunda kalma sen.
Dağları yıkan gücünle sars yerleri
Atam diyor, öğün çalış güven
Durma yürü, haydi ileri.



ÖĞRETMEN MARŞI

Alnımızda bilgilerden bir çelenk,
Nura doğru can atan Türk genciyiz.
Yer yüzünde yoktur, olmaz Türk'e denk;
Korku bilmez soyumuz.

Şanlı yurdum, her bucağın şanla dolsun;
Yurdum seni yüceltmeye antlar olsun.

Candan açtık cehle karşı bir savaş,
Ey bu yolda ant içen genç arkadaş!
Öğren, öğret hakkı halka, gürle coş;
Durma durma koş.

Şanlı yurdum, her bucağın şanla dolsun;
Yurdum seni yüceltmeye antlar olsun.

Bu marşlardaki havayı hissedebiliyor musunuz? O dönemin halkının nasıl bir havada yaşadığını, birbirini nasıl sahiplendiğini, nasıl bir birlik ve mutluluk içinde yaşadığını hissedebiliyor musunuz? Bir de bugüne bakalım. Bu tür marşların bugün de yazılmasını geçtim. Bu sözleri söyleyebilen kaç kişi var ve bu kişiler ne tür tepkilerle karşılaşıyor? Peki Türkiye o günlerden bugünlere nasıl geldi acaba? Bu süreçteki Aziz Nesin’in o sözü gibi sözlerin rolünü bir tek ben mi görüyorum!

Aziz Nesin’i o sözlerden önce de sevmediğim sanısına kapılmışsınız. Birincisi, ben Aziz Nesin’i, herşeye rağmen, sevmiyor değilim. İkincisi, hiç sevmediğim şeydir, başkalarının davranışlarına göre yargılanmak. Siz kiminle konuştuğunuzun ayırdında mısınız? Aziz Nesin’in o sözleri söylediğini tahmin ettiğim günlerde ben, heralde yalnızca anamı, babamı ve yeni doğmuş kardeşimle birkaç kişiyi daha tanıyor olsam gerek; Aziz Nesin’i nerden bileyim? Aziz Nesin’in öldüğü günlerde de “gitti bir dinsiz” diyen kimi arkadaşlarıma ne yanıt verdiğimi de ben biliyorum; siz bilmeseniz de olur. Benim Aziz Nesin’e önceki bakışaçım da yüzeysel değildi ya, hadi zorladık, yüzeysel dedik diyelim. Beni Aziz Nesin’e öyle bakmakla suçlayan, ama aynı biçimde bana bakan siz, aman rica ederim, siz bana “yüzeysel bakışaçılıymışsın” demeyin! Şunu da söyleyeyim: Aziz Nesin’in o sözünü de ben, Aziz Nesin’in bir savı yada inançlı bir söylemi olarak değil, o an patavatsızca söylediği bir söz olarak görüyorum. Türk toplumunu aşağılamak aşağılığına düşenler, bu sözü alıp kullanıyor; bu bir gerçek. Aziz Nesin sanki insan değilmiş de hata yapamazmış gibi, Aziz Nesin’in her sözünü inançlı bir söylem ve doğru olarak algılayan, kıraldan çok kıralcılar ise, Aziz Nesin’e saldıranlara karşı Aziz Nesin’i savunur da, Türk halkını aşağılamaya yeltenen aşağılık kişilere karşı tek söz etmez. Kendilerini de düzgün düşünceli, iyi niyetli, adaletli sanırlar. Ne adalet be!

Haberi bir televizyonda çıkmış, bugün duydum: Yabancının birine sormuşlar, “şunu Türkler’in değil, Ermeniler’in yaptığını biliyorsun. Niye Türkler’e hakaret ediyorsun da, Ermeniler’e hiçbirşey söylemiyorsun” diye. Yanıtı şu olmuş: “Türkler’e hakaret ettin mi, halk o hakaret edenlere gözyumuyor, hiçbirşey demiyor. Ama ben Ermeniler’e veya İsrailliler’e hakaret edersem, mahkemelerde beni sürüm sürüm süründürürler”. Bizdekine bak: Ne devlet ama! Yurttaşa bak be! Yurtsevgisi konuşuldu mu, kimse mangalda kül bırakmıyor. Ama halkını aşağılamış, hakaret etmiş bir yazara biri birşey dedi mi, cephe alınan o oluyor. Gerçek yurt sevgisi bu gibi durumlarda belli olur kardeşim! Bunu da yalnızca siz değil, bu yazıyı okuyan herkes böyle bilsin!

Hüseyin Bey, “şairler, yazarlar, sanatçılar, düşünürler, bazen ateşin ortasındaki akrep gibi iğnelerini kendilerine batırarak intihar ederler, kendilerini anlaşılmak uğruna feda ederler” demiş. Ben, kendini anlaşılmak üzere feda eden kişilere yalnızca acırım. Kendini anlaşılmak üzere feda etmeyeceksin. Bırak kimse seni anlamasın. Anlaşılmak için değil, yalnızca halkın için feda et kendini. Kaldı ki bu tür sözleri ben, Vahdettin benzeri kişiler için de çok duydum. Neymiş, Atatürk’ü Samsun’a ülkeyi kurtarsın diye göndermiş. Kendini de oklara hedef olarak ortaya koymuş, günahkeçisi olmayı göze almış. Vahdettin’in bu ülkede ne haltlar yediğini bu halk bilse, içlerinden en duygusuzu, adını tükürerek söyler. Öyle soysuz bir kimseyi, bu sözlerle vatankurtaran yaptılar. İnsan tiksiniyor, elinde olmadan. Bu tür “kahramandı”lamaları ben, günlük yaşamda da çok duydum. Benzer bir mantık kurarsa, gelecekte belki Ali Nihat Yazıcı’dan da şöyle duyarız: “Ben bu kadar rüşvet verdim; bir sor bakalım neden... Satrançta rüşvet olayları daha önce de dönüyordu. Ben abartayım da satranç camiası ayaklansın. Beni tepetaklak etsin, ama yeter ki bundan sonra rüşvet olaylarının denetimi çok sıkı olsun. Satranççılar beni kötü bilsin, ama bundan sonra tek bir kuruş rüşvet dönmesin. Benim bir tek kuruş rüşvete bile nasıl katlanamadığımı bir bilseydiniz...” Al sana bir kahraman daha... Zaten bu tür söylemlere ne kadar yatkın olduğunu Mali Genel Kurul’daki konuşmasında belli etti. Anlayacağınız, ben bu tür “aslında o bir kahramandı” söylemlerine epey çekinceli yaklaşırım.

Yazdığım bir söze de gönderme yapıp, bu sözden “(Aziz Nesin böylelikle)Türk halkını kendisine saygılı olmaya kışkırtmıyor mu” diye sormuşsunuz. O sözlerden o anlam çıkmıyor. Kaldı ki saygı denen, insanlara, onları aşağılayarak verilmez. Dünyanın aklıbaşında hiçbir eğitiminde bir sınıf dolusu çocuğa, “sizler aptalsınız” denmez. Hiçbir aklıbaşında eğitimci, bütün bir sınıfa böyle konuşmaz. Ha şunu da söyleyeyim: Elli kişilik bir sınıfın öğretmeni, öğrencilerine sürekli “sizler aptalsınız” derse, o elli kişiden bir kişi gerçekten de hırslanır, derslerine asılır. Dört kişi öğretmenini hiç takmayacağı için ne olumsuz etkilenir, ne de olumlu. Ama geri kalan kırkbeş öğrenci, bu sözden olumsuz etkilenir. Eğitim dediğin, tüm sınıfı, geneli geliştirmek için verilir, elli kişiden bir kişiyi geliştirmek için değil. O öğretmen, “ama bak şu çocuk hırslandı, başarılı oldu” derse, o öğretmene kapıyı, kıçına tekmeyi vurarak gösterirler. Siz de bir eğitimcisiniz Hüseyin Bey. Çocukları böyle mi eğitiyorsunuz? Böyle bir eğitime gönlünüz razı oluyor mu, çocuğunuzu böyle bir sınıfa gönderir misiniz yada böyle bir öğretmenin sınıfındaysa ne yaparsınız? İnanmadığınız ve uygulamayacağınız şeyleri savunmayınız. Kişileri değil, hele hele o kişilerin yanlışlarını hiç değil, doğruları savunmalı. O kişiyi ne kadar çok sevseniz bile. Aşağılayarak veya kızdırarak kendine getirme türünden bir davranışın, asıl niyet o topluluğa kin kusmak değil de gerçekten de kendilerine getirmek olsa bile, bireylere yönelik arada bir geçerliliği olabilse de, bir topluluk sözkonusu olduğunda, aklıbaşında bir eğitim sisteminin ve aklıbaşında bir eğitimcinin tutacağı yol olamaz; böyle bir yol kabul edilemez.

Bir de “ne yazık o ülkeye ki kahramanlara ihtiyacı var” diye bir söz iletmişsiniz. Bu söz, kapıları kapalı, karanlık odasında, tek başına, sıkıntı içinde oturan bir kimsenin, cahilce söylediği bir sözdür. Böyle bir söz, yaşamın devinimliliğini, değişimliliğini yani yaşamın özünü kavrayamamış olmayı gösterir. Bütün bireylerinin kahramanca yaşadığı bir toplumda, o ortam birgün mutlaka bozulacaktır. Siz en iyi sistemi getirin, bir gün bozulacaktır. Dahası, belki en kötü sisteme bozulacaktır. Ama o kötü sistem de olduğu gibi kalmayacaktır, düzelecektir. Çünkü yaşam hep bir değişim ve akış içerir. Canlılık budur, yaşam budur... İşte o kötü sistemin düzelmesi için de o toplumun ve her toplumun öndelere, kahramanlara ihtiyacı vardır. Ve “en büyük kahraman” olarak adlandırılan kişiler de, bütün halkının her bir bireyini kahramanca yaşama seviyesine çıkaran kişilerdir. Bu açıdan, Köy Enstitüleri’nin kapatılması için uğraşmış ünlü bir milletvekilimizin Meclis’te yaptığı bir konuşma çok ilginçtir: “Bu çocukların hepsi kendini birer Atatürk sanıyor”. Böyle bozguncuların olduğu bir ülkede, izin verin de kahramanlarımız da olsun. Bundan mı gocunacağız? Bakın, birileri bu kadar basit konularda halkına birşeyler anlatmaya çalışıyor. Çünkü bu kadar basit şeyleri herkes düşünemiyor işte. Birilerinin düşünmesi ve yazması gerek. Bu da az çok bir kahramanlık olsa gerek.
"İnsanoğlu naziktir, ağır sözü kaldırmaz.
Eşek dersin kızar da, bin sırtına aldırmaz!"
Aziz Nesin

Ömrünü, Türk insanını bilinçlendirmek ve gözünü açmak için harcadığını düşündüğüm Aziz Nesin'i saygı ile anıyorum.
Ankara'da barın kapısına dikilmiş "kemale erenin" biri şöyle söylüyormuş:
- Ankarayı satıyorum, alıyor musun?
Yeni gelenden yanıt:
- Çıkarken alayım!...


Not: Özlem Hanım şu "aldırmazlık" meselesinin aslı Neyzen'e aittir. Sanırım siz de Vendetta'nın dediğini yapıyor olmalısınız... Saygılar...
Vikipediadan Bertolt BRECHT:

http://tr.wikipedia.org/wiki/Bertolt_Brecht
"Eşek dersin kızar da, bin sırtına aldırmaz!" yazmışsınız. Özlem Hanım, bu sözü başkalarına söylüyorsanız, bana değil, onlara söyleyin. Ama eğer bunları burada yazıyorsanız, bundan, benim hakkımda, halkın sırtına binilmesine aldırmadığım düşüncesinde olduğunuz çıkar. Beni hiç tanımıyormuş gibi konuşmayın. Ben hem eşek denmesine kızıyorum, hem de halkın sırtına binilmesine aldırıyorum. Siz hangisini yapıyorsunuz?

'Küçük insanlar, insanlarla; biraz daha büyük insanlar, olaylarla; daha büyük insanlar, düşüncelerle uğraşır' derler" dedik, anlaşılmadı demek ki. Hüseyin Bey, siz bana hâlâ bilmemkim hakkında bir tanıtım bağlantısı göndermişsiniz. Kişilerle değil, düşüncelerle uğraşın. Bana o kimsenin yaşam hikayesini değil, düşüncesini anlatın. Tartışacaksak, onu tartışalım.
Hüseyin bey,

uyarınız için teşekkür ederim.

Bu iki mısrayı tartışmayı ilk gördüğüm gün düşünmüş ve yazmak istemiştim. Sonra erteledim. Yıllardır hafızamda olan bu mısraların eski olduğunu biliyordum ama kime ait olduğunu bilmiyordum. Gece ikide yaptığım internet araştırmasının azizliğine uğradım! Sonuç beni de şaşırttı. Ancak Aziz Nesin'i onun olduğunu sandığım mısralarından değil, kitaplarından tanıyor ve beğeniyorum.

İnternet araştırmasında "Neyzen" ismine de ulaşsaydım o iki mısrayı konuyla ilgili bulduğum için yayınlayacaktım zaten.
Sevgili İskender,

senin kategorilerine göre hangi boyuttaki insanlara dahil olduğumu tam bilemeyeceğim ancak şunu söylemek isterim ki; toplumlarda önemli olan kişilerin sırtlarına binilmesine bizzat kendilerinin engel olmaları gerektiğidir. Bireyler buna izin vermeyecek bilince ulaştıkları takdirde gerçek yöneticilerini seçebilirler. Başkalarının nezareti ile yapılan engellemelerin uzun vadede başarılı olmadığını tarihten de görüyoruz. Bu anlamda da halka ayna tutan insanlara gereksinim vardır.
Sevgili Özlem Hanım, benim size ve Hüseyin Bey'e verdiğim değeri, ben burada söylemekten utanırım. Size de Hüseyin Bey'e de küçük insanların davranışını yakıştıramam. Bu nedenle buna dikkat çekmem gerekir. Bu sözler de ondandır.

Evet, Aziz Nesin halkına ayna tutmaya çalışmıştır. Yalnız, bir iş yaparken işyapışa dikkat etmek gerekir. Gereksiz sakarlıklar, bazen yapmak kadar bozmaya da neden olur. Üstelik, tutmaya çalıştığı ayna, herzaman gerçekleri göstermemiştir. Kendi bakışaçısını göstermiştir. Ona da ne kadar ayna denebilirse artık.
Ben bu konuda söyleyeceğimi söyledim. AN'i kim affetti, kim sınırlı affetti, kim hiç etmedi istatistiği de ilgi alanımda değil açıkçası. TV program isimlerinin karşılaştırması ve marşlar'ın referans gösterilmesini ise en hafif tabirle ciddiyetsiz buluyorum. Olaylara, insanlara bakarken milliyet gözlüğünün çıkarılması gerektiğini de salık vermeden geçmek istemem.

Bırakın bir konuda karşılıklı görüş bildirmeyi, sinerlendiği zaman küstahlaşmaya da hakkı olduğunu düşünen insanların var olduğunu bilmek bile beni rahatsız eder.
"TV program isimlerinin karşılaştırması ve marşlar'ın referans gösterilmesini ise en hafif tabirle ciddiyetsiz buluyorum" sözünden ben birşey anlamadım. Herhangi biri anladı mı acaba?

Ben memnuniyetle kabul ediyorum: Benimki milliyet gözlüğü, Ayhan Bey'inki de at gözlüğü... Benim için bir sakıncası yok. Ben kendi gözlüğümden hoşnutum.

Sinirlendiği zaman küstahlaşmaya da hakkını, tüm halka karşı Aziz Nesin'e tanıyan bir kişi, o hakkı, bir kişiye karşı bana da tanısın. Üstelik kendisi bunu sonuna kadar hak ediyorken...