Özgür Satranç Forum

Orjinalini görmek için tıklayınız: Felsefe Dizini (A)
Şu anda (Arşiv) modunu görüntülemektesiniz. Orjinal Sürümü Görüntüle internal link
ABELARD, PIERRE: ABELARD, PIERRE (1079-1142), Fransız filozof ve ilâhiyatçı; felsefe tarihinde, üniversal'in (tümel'in, külli'nin) mahiyeti konusunda ortaya çıkmış olan tartışmada (ki, felsefe tarihindeki bu tartışma, aslında, materyalizm ile idealizm arasındaki çatışmayı ifade eder), materyalizm'e yakın düşen konseptüalizm görüşünü savunmuştur. Iskolastik realizm'le (bak. Realizm, Orta Çağ) açıkça tartışmaya girmiştir. Abelard Sic et Non adlı kitabında, dinsel inancı “rasyonel öncüller” olarak sınırlandırır; Kilise otoritelerinin sözlerindeki uzlaşmaz çelişkileri ortaya koyar. Abelard'in sözü geçen kitabı, Orta Çag'ın şartlan içinde, ilerici karakterde bir değer taşıyordu, ve Katolik Kilisesi tarafından dinden sapmışlıkla mahkûm edilmiştir.

ACOSTA (da COSTA), URIEL: ACOSTA (da COSTA), URIEL (1585 ilâ 1590 arasında, Portekiz'de doğdu, 1640'da öldü), Hollanda'lı filozof, rasyonalist Katolik eğitim görmüştür. 1614' de Hollanda'ya kaçtı, Yahudilik adına Hıristiyanlığı reddetti. Hemen sonra da, Yahudiliğin dinsel dogmatizmine karşı çıktı. Farisiler'i (Hahamları) Musa inancını tahrif etmekle suçladı. 1623'de “Sobra a mortalidade da homen” üzerine, ruhun ölümsüzlüğünü, ölümden sonra hayatı inkâr eden bir risale yazmıştı. Görüşlerinden ötürü, Sinagog'dan iki defa (1622 ve 1623'de) afaroz edildi. Hahamlarla Hollanda'lı otoriteler tarafından eziyete uğratılmış, intihar etmiştir. “Exemplar humanae vitae” adlı kitabı, gerek resmî dini, gerekse insanın özünde saklı bulunduğu, insanların karşılıklı sevgiyle bir araya gelmelerini sağladığı, iyi ile kötüyü birbirinden ayırmaya yaradığı iddia edilen tabii kanun fikrini eleştirir. Acosta'nın fikirleri, Spinoza üzerinde etkili olmuştur.

AÇIKLAMA: AÇIKLAMA, incelenen objenin özünü ortaya çıkarma amacını güden bilimsel faaliyetin bir aşaması yada tarzı. Açıklama, taşıdığı epistemolojik anlama göre, birkaç tipe ayrılır: genel yoldan Açıklama (analoji, model), nedensel Açıklama, kanunla Açıklama, v.s. Açıklama doğrudan tasvire bağlıdır, tasvire dayanır, Olayların bilimsel öngörülüşü, Açıklama'ya dayanılarak yapılabilir. Sosyalizmin öngörülüşünün ve pratikte kuruluşunun temelinde marksizm-lenizim tarafından ortaya konan sosyal gelişme kanunlarının derin bilimsel Açıklama'sı vardır.

AÇMA: AÇMA, Açıklama (bak. Açıklama) Açınım, sonunda belirli bir ünitenin muhtevasının ortaya çıkarıldığı ve bu üniteyi meydana getiren unsurların bağımsızlaştığı, birbirinden ayrıldığı bir süreç. Açıklama terimi, idealist felsefede, çoğu defa bu anlamda kullanılır. Mesela, Yeni-Platon'culuk, dünyayı ve bireysel şeyleri, bir Açma olarak, bu bireysel şeyleri kendinde bir ünite halinde bulunduran Tânrı'nın “kendini-açması” olarak görür. Hegel, dünyayı, kavramın kendi tanımlarının çokluğuna “kendini-açması” olarak ele alır. Bilinen fakat apaçık olmayan nosyonların yada fikirlerin yerine apaçık bilimsel nosyonlar koyan mantıksal-metodolojik metod. Açma, genellikle bilimsel bir teorinin geliştirilmesi bakımından gerekli kavranılan yani bilimsel-öncesi yada kesinlik kazanmamış kavramları bilimsel bilgi'den ayırma işinde kullanılır. “Açma” terimi, semantik mantık'ta sık sık bu anlamda kullanılır.

AD: AD, mantık'ta, yalnız maddi obje olarak değil, adlandırabileceğimiz her şey olarak, yani en geniş anlamıyle anlaşılan obje'yi gösteren lengüistik bir ifade. Mantıksal semantik, genel olarak, “semantik üçgen”le uğraşır: 1) ad; 2) ad'la (adlandırma'yla) belirtilen obje- 3) ad'ın anlamı (bak. Adlandırma ve Anlam). Çağdaş mantık, kelimelerin günlük kullanılışından farklı olarak, yalnız terimleri (kelimeleri) değil, fakat ifadeleri de ad olarak görür.

ADALET VE ADALETSİZLİK: ADALET VE ADALETSİZLİK, sosyal fenomenlerin, ahlâk açısından farklı nitelendirilişini ifade eden etik kavramlar: sosyal bir fenomenin haklı görülerek kabul ve tasvip edilmesi yada haksız görülerek red ve inkâr edilmesi. Adalet ve Adaletsizlik kavramları, genellikle, felsefi, vs. teorilerde yer alır. Adalet ve Adaletsizlik anlayışı, genellikle her tarihsel dönem için geçerli ve mutlak olarak görülür. Ne var ki, aslında, bu kavramlar sosyal ilişkilere bağlı olarak, her dönemde değişirler. Bundan başka sınıflı bir toplumda, ayn ayn sınıfların mensupları da bunları farklı tarzda anlarlar. Yönetici sınıf, ekonomik ilişkileri tasvip ederken, devrimci sınıf bunları eleştirir ve reddeder. Marksizm, Adalet kavramının anlamını açıklığa kavuşturmuş ve onu tabiî-sosyal gelişmenin hayati gerekleri ile olan ilişkisi içinde değerlenmiştir. Marksist etik, Adalet kavramını, toplumu sömürüden kurtarma fikriyle birleştirir. Ancak sosyalizmdir ki, adaletli, eşit ilişkiler, kardeşçe dostluk ve halklar arasında işbirliği yaratır. Sosyal ve ekonomik farklılıkların bütün izlerinin ortadan kalktığı sosyalist toplumun yüksek aşamasında sosyal Adalet doruğuna ulaşır.

ADLANDIRMA VE ANLAM: ADLANDIRMA VE ANLAM, Bir şeyin anlamı, o şeyin toplum için ifade ettiği şeydir. Anlam, insanların faaliyetinde o şeyin yaptığı fonksiyona bağlıdır ve yalnızca, kendi tabiatıyla belirlenmiş fonksiyonları yerine getiren o şeyin gerçek objektif özüyle belirlenir, insanlar bir şeyin anlamını çeşitli dil işaretleriyle birbirlerine iletirler. Dilde, şeylerin pratik anlamlan, kelimelerin Âdlandınlmasıyle kaydedilmiş, pekiştirilmiş ve saklanmıştır. Anlam başka kelimelere yada objektif bir duruma izafeten yapılan Adlandırmanın spesifik bir biçimidir. Adlandırmalann anlam kazanmalarına yol açan adlandırmalar arasındaki karşılıklı ilişkiler ve bağıntılar, ya objektif gerçek faktörler ve objektif muhakeme mantığı tarafından, yada sübjektif faktörler, yani kişisel istekler, dilekler, sosyal (aynı zamanda sınıfsal) amaçlar ve niyetler tarafından belirlenir. Sübjektif anlamların gerçek şeyler ve fenomenlerle uygunluğunu sağlıyan şey sadece sosyal pratiktir. Sosyal pratik sübjektif sapmalan bertaraf eder ve somut şeylerle fenomenlerin gerçek farklılığını meydana getiren anlam farklılıklarını tesis eder.* Lengüis-tik'te, (sözlük anlamıyla) Adlandırma kelimenin anlamı olarak anlaşılır. Bir kural olarak, kelimelerin değişik Adlandırmaları ve değişik anlamlan, vardır. Bundan ötürü, kelimelerin adlandırılması, kelimelerin içinde kullanıldıkları kontekse ve kullanış durumlarına bağlıdır çoğu kere.*** Objeleri adlandıran lengüistik ifadelerde, Adlandırma, Anlam kavramları semantik mantık'ın kapsamı dışında tutulmuştur. Lengüistik bir ifadenin adlandırılması, genellikle, işaret ettiği obje yada objeler sınıfı olarak, yani belli bir ifade (nominatum) olarak, ifadenin anlamı ise, onun delaleti (konnotasyonu) olarak, yani belirli bir ifadeyi şu yada bu objeye atfetmeyi mümkün kılan enformasyon olarak anlaşılır. Şöyle ki, «Akşam Yıldızı» ile «Sabah Yıldızının kendi anlamlan olarak objeleri tek ve aynıdır, yani Venüs gezegenidir; fakat konnotasyonları, yani delaletleri değişiktir. Çağdaş mantıkta, Adlandırma ile Anlam ayınmı Frege ile başlar. Lengüistik ifadelerin eşanlamlıhğı (sino-nimik) kriteriyle ilgili problemleri semantik mantık inceler.

AGNOSTİSİZM: AGNOSTİSİZM, Evren'in bilinmesi imkanını kısmen yada tamamen inkâr eden bir doktrin. Bu terimi, ilk olarak bilgin Thomas Öuxley kullanmıştır. Lenin, Agnostisizm'in epistemolojik köklerini ortaya koyar, ve agnostikler' in öz ile görünüşü birbirinden tecrit ettiklerini, fenomenlerden öteye gidemediklerini, fenomenlerin özüne nüfuz edemediklerini ve duyumlar dışında otantik olarak hiçbir şeyi kabul etmek istemediklerini söyler. Agnostisizm'in tavizci tutumu, Agnostisizm ta-raftarlanm idealizm'e vardınr. Agnostisizm, eski Yunan felsefesi'nde şüphecilik biçiminde ortaya çıkar; Hume ile Kant'ın felsefesinde ise klasik biçimini alır. Pragmatizm ile pozitivizm'in savunucuları. Kant felsefesi'nin «kendin-de-çey»ini atarlar ve dünyanın kendinde-varlık olarak ele alınamıyacağını ileri sürerler. Agnostisizm'in hareket noktası, bilimi sınırlandırmak; mantıksal düşünceyi reddetmek; dikkati tabiatın, özellikle de toplumun objektif kanunlarının bilinmesinden uzaklaştırmaktır. Pratik, bilimsel deney ve maddî üretim, Agnostisizm'1 en tam biçimde çürüten şeylerdir. Eğer insanlar, bazı fenomenlere nüfuz edip, bu fenomenleri yeniden meydana getirebiliyorlarsa, «bilinemez kendinde-şey»in işi bitmiş demektir.

AGRIPPA: AGRIPPA, Evren'in bilinmezliğine dair beş kanıtı (bak. Troplar) ileri süren Romalı şüpheci filozof (1-2. yüzyıllar). Agrippa'nın, rasyonel bilgi problemlerini ele alan troplar'ı, Lenin'in belirttiği gibi (Toplu eserleri, Cilt 38. s. 301), diyalektik bazı unsurlar ihtiva eder.

AHLÂK: AHLÂK, sosyal realitenin etik niteliklerinin (iyi'nin, refah'ın, adaletin, vs. nin) yansıdığı ve yerleştiği bir sosyal bilinç formu. Ahlak, insanların gerek birbirlerine, gerekse topluma karşı ödevlerini belirliyen insan davranışla-n ile birarada yaşama kurallarının, standartlarının bütünüdür. Ahlakin mahiyetini belirliyen, ekonomik ve sosyal düzen'dir; ahlak standartları sınıf menfaatlerini, sosyal bir tabakanın ya da halkın menfaatlerini yansıtır. Sınıf h bir toplumda farklı ahlaklar vardır; çünkü, sınıf menfaatleri karşılıklı de-ğişirlik içindedirler. Bir sınıf reaksi-yoner hale geldiğinde kendini haklı göstermek imkânını kaybeder, tama-miyle bencilliğe düşer, tarihe ayak uyduramaz olur. Ama, öte yandan, Ahlâk, tarihsel gelişmenin sesini duyurduğu zaman ilerici olur. Ahlâk, davranış standartlarından ibaret değildir, insanın ruhsal fizyogonomisinin bir sınıfın, sosyal bir tabakanın yada halkın ideoloji ve psikolojisinin spesifik bir çizgisidir. Davranış, objektif olarak iyi ve adaletli olduğu zaman ahlâkîdir; kötü ve adaletsiz olduğu zaman ise gayri ahlakidir. Ne var ki, insan sapabilir. Bu bakımdan, Ahlâk, değerlendirmeyi içine alır. Değerlendirmenin özü, sadece yargılarda (ideoloji'de) değil, hissi ve iradi reaksiyonlar ile duyusal hallerde de görülür, insanlar arasında, davranışların, yaşayış tarzının etik değerlenmeleri olarak ifade edilen ilişkiler, ahlak ilişkileridir. Ahlak toplumun doğusuyla aynı zamanda, devletten ve kanundan önce ortaya çıkmış olup, üretim tarzında ve sosyal sistemde meydana gelen değişmelerle birlikte, uzun bir tarihsel gelişme sürecinden geçerek kendi mahiyetini değiştirmiştir. Antagonist sınıflar arasında, bu sınıflanıl meydana gelmesinden bu yana devam eden çatışma, Ahlak alanında ifadesini bulur. Bu bakımdan, ahlak standartları ve ahlak ilişkileri, ne me-tafizikçilerin gördüğü gibi, ezeli ve ebedi olarak konmuş şeyler, ne de idealist ilahiyatçıların iddia ettikleri gibi. aklın, ruhun saf bir yaratışıdırlar. Din, sömürücü Ahlak'ı savunur. Burjuva Ahlak'ı, özel mülkiyet anlayışıyla yayılmıştır; burjuva" Ahlâk'ın ilkeleri ve tavrı, bencillik ve bireyselliği yansıtır. Emperyalist burjuva hayat tarzı ve davranışı ahlaki değildir; çünkü insanlığın ortak menfaatlerine ve tarihin gidişine aykırı bir yol tutar. Emperyalist Ahlak, en kesin ifadesini faşizm'de bulur. Sosyalizm'in gerçekleşmesiyle, burjuva Ahlâk'ın yerini sosyalist Ahlak alır. Sosyalist Ahlâk'ın kaynağı, eski rejimde yaratılmış bulunan proletarya Ahlak'ı ile, emekçi halkın sosyal baskıya ve haksızlığa karşı mücadelesinde biriktirdiği ilerici ahlak ilkeleridir. Sosyalizm'in üst evresine geçiş döneminde, Ahlak ve ahlak ilkeleri çok büyük önem taşır; gerek insanlar arasında gerekse insanlarla toplum arasındaki ilişkiler etik ilkeler tarafından düzene sokuldukça yönetim kurallarının rolü azalır.

AHLÂK, HIRİSTİYAN: AHLÂK, HIRİSTİYAN, Hıristiyan dini tarafından vaazedilen ahlak. Hıristiyan ahlak standartlarını bütün insanlıkta ortak şeylermiş gibi gösteren ilahiyatçılar, Hıristiyan ahlakını en yumuşak, en insani, sevgiye en ön planda yer veren ahlak diye ortaya koymaya çalışırlar. Ama gerçekte, Kilise, belirli dinisel standartları tekeline alarak kutsallaştırmış. sömürücü sınıfların hizmetine koymuştur. Tarihte, bir çizilenler dini olarak ortaya çıkan Hıristiyanlık, kitlelerin özlemlerini (özellikle de, kardeşlik, herkesin birbirine sevgi göstermesi, v.s. fikrini) yansıtmıştır. Evrensel sevgi ve bağışlamayı öğüt-liyen Kilise, bu emirleri bizzat kitlelerin aleyhine - çevirmiştir, îşte Hıristiyan Kilisesi'nin iki yüzlülüğü ve bağnazlığı buradadır. Kilise çektikleri acılardan dolayı ezilenlere vaadedilen mükâfatı ve adaletin zaferini, doğuşu insanın değil, Tann'nın iradesine tâbi bulunan «Tann ülkesi» ne bağlamaktadır. Böyle yapmakla da. Kilise, toplumun yeniden düzene konması uğruna kitlelerin yapacağı mücadeleyi ahlakdışı ilân etmektedir. Hıristiyan Kilisesi, aza kanaat etmeyi ve tevekkülü vaaz etmesi bakımından gericidir.

AHLÂK KANUNU: AHLÂK KANUNU, idealist felsefe'de insanın davranışına bir temel -olarak belirlenmiş bir etik ilke. Voltaire. Ahlâk Kanunu'nu, tabii bir ahlâk olarak formüle eder: -Başkalarının sana davranmasını istediğin biçimde başkalarına davran». Kant, Ahlâk Kanunu'nu, ampirik bir doğrulanışa ihtiyacı olmayan, insan tabiatında ezelden bulunan, şarta bağlanmamış bir ahlâki buyruk olarak ortaya koyar ve buna kesin buyruk (emperatif kategorik) adını verir. Fichte, Ahlâk Kanunu'nu bireyin zorunlu yaratıcı faaliyeti ile birleştirir. Bu faaliyet ile bağdaşan her şey ahlâkidir. Marksist etik, Ahlâk Kanununu. sınıf ve tarih dışı bir kategori olması bakımından reddeder.

AHLÂK, SOSYALİST: AHLÂK, SOSYALİST, sosyalist toplumu kuranlar'm davranış ilkelerinin ve standartlarının bütünü. Sosyalist Ah-lak'ın objektif kriteri, sosyalist toplumun zaferi yolunda mücadeledir. Başlıca Sosyalist Ahlak ilkeleri şunlardır: sosyalizm davasına gönülden bağlılık, sosyal refahın çalışmayla arttırılması; kamu ödevi duygusu, kolektivizm hümanizm, enternasyonalizm, sosyalist ahlak standartlarım ihlal edenlere karşı tavizsiz tavır alma, v.s... (Bak. Sosyalist Toplumu Kuranların Ahlâk ilkeleri). Sosyalist Ahlâk'ın tarihsel ve teorik temeli, işçi sınıfının, geçmişteki ilerici sınıflar tarafından elden ele aktarılan, sade ve yüce ahlak standartlarını ihtiva eden dünya görüşü ve ahlakıdır, işçi sınıfı, aynı zamanda, emekçi halkın kurtuluşu yolunda sınıf dayanışması, enternasyonalizm gibi kendi ahlak standartlarım da ortaya koymuştur. Sosyalist Ahlâk, insan maneviyatının bütün ilerici standartlarını, işçi sınıfı aracılığıyla kendi içinde bulundurur. Sosyalist Ahlak standartları, halkın davranışlarıyla sınırlı değildir; Sosyalist Ahlak standartları, halkın davranışlarının ve sosyalist sosyal kurumların, sosyal gelişme sürecini etkilemesi anlamında toplumu dönüşüme uğratışın, insanı eğitisin ve yeniden eğitisin aktif faktörleridir. Sosyalist Ahlak standartları evrensel hale geldiğinde, bireyle toplum arasındaki ilişkiler, yasama ve yönetme kurallarının ortaya çıkardığı birçok kayıtlan gereksiz kılacaktır. Kamu görevi bilincinin emrettiği insan davranışı, dıştan gelen bütün zorlayıcı biçimleri tasfiyeye uğratarak, birşeyin hakiki hürlüğüne yol açacaktır. Kanunlarla yönetme tarzlarının, Sosyalist Ahlâk standartları tarafından dönüşüme uğratılması, ahlak tarihinde bir devrim olacaktır. Bu, şiddet ilkesinin tasfiyesine de yol açacaktır. Olgunlaşma yolunda olan Sosyalist Ahlâk standartları, günümüzde, anti-sosyalist âhlak'la iki yerde çatışma halindedir: birincisi, toplumda yürürlükte bulunan kanunları çiğneme ve ihlal etme biçiminde ortaya çıkıp, ahlakdışı fiil ve cürümlere yol açan köhnemiş ve kullanılmaz hale gelmiş standartları, geçmişin kalıntıları olarak ihtiva eden sosyalist toplum'da; ikincisi, burjuva toplum ahlâkının Sosyalist Âhlak'la çeliştiği yerde, yani sosyalist toplum dışında. Sosyalist Ahlak, bütün insanlığın gelecekteki ahlâkı olarak bu karmaşık mücadele ve yapı içinde oluşmaktadır (bak. Ahlâk, Etik).

AHLÂK YARGISI: AHLÂK YARGISI, bireylerin, organizasyonların, halkın, v.s.'nin faaliyet ve davranışlanndaki ahlâki meziyetlerin değerlendirilmesi. Genel bir Ahlâk Yargısı iyi ile kötü kategorileri içinde yapılır. Ahlâk Yargısı, sosyal sisteme, sınıf mücadelesine göre değişen, objektif, tarihsel ahlâk kriterine dayanır. Halkın faaliyet ve davranışlarının bilimsel etik tarafından Ahlâk Yargısı'na tâbi tutuluşu, ahlâki saik ile sonuçta ortaya çıkan sosyal faydanın birliğine, söz ile aksiyonun birliğine dayanır. Sosyalist toplumda, Ahlâk Yargısı'nın kriteri, halkın menfaatlerini, insan hayatının maddi ve manevî şartlarının ilerleyici gelişmesi ile insanın mutluluğunu ve refahını amaç edinen emektir.

AİLE: AİLE, evlilik ve kan yakınlığına, yani, kan ile koca, ana-baba ile çocuklar, kardeşler, v.s. arasındaki ilişkiye dayanan bir toplum çekirdeği. Aile hayatı, maddi ve manevi süreçlerle ka-rekterize edilir. Bunlardan ilki, biyolojik ilişkilerle ekonomik-tüketim ilişkileridir; ikincisi ise, kanuni, ahlâki ve psikolojik ilişkilerdir. Aile, tarihsel bir kategoridir. Aile hayatını ve aile şekil lerini belirliyen şey, toplumdaki sos-yo-ekonomik düzen ile bir bütün olarak sosyal ilişkilerin taşıdığı karakterdir. Eski çağlarda, cinsel ilişkilerin geçici, düzensiz bir yapısı vardı ve Aile denilen şey yoktu. Aile, ekonomik bağların ve 'menfaatlerin ayn cinsiyette kişiler arasındaki tabii ilişkiye eklenmesiyle yerleşen hayat tarzına ve bir de cinsiyet ve yaşa göre işbölümü temeline dayanan gentil sistem döneminde ortaya çıkar. Anaerkiliiğin hüküm sürdüğü zamanda geniş bir anaerkil Aile vardı: komün, grup, sonra da iki kişilik evlilik, Ataerkillik .döneminde, geniş bir ataerkil Aile ortaya çıktı; askeri demokrasi olarak kurulan, tek-eşli evliliğe dayanan ve ufak bir ataerkil aile'ye dönüşen komün. Böylece, kadın da, mülk haline, kocasının kölesi haline geldi. Servet birikişi ve bu servetin kanuni mirasçılara geçmesi, Aile'nin başlıca amacını teşkil ediyordu. Burjuva toplumda, özel mülkiyet, Aile üzerinde çok geniş izler bırakmıştır. Burjuva toplumda, maddi düşünceler ve ticari menfaatler evlilikte çok büyük rol oynar. Sosyalizmin gerçekleşmesi ise, sosyal hayatın bütün alanlarında, üretimde ve Aile'de geniş çapta bir kadın erkek eşitliği getirir. Karşılıklı sevgi ve saygı, çocukların yetiştirilmesi başlıca ahlâki ilkeler haline gelir.

AİLENİN, ÖZEL MÜLKİYETİN VE DEVLETİN KÖKENİ: AİLENİN, ÖZEL MÜLKİYETİN VE DEVLETİN KÖKENİ, F. Engels'in 1884'de yazdığı eser. Engels, bu eserinde, Morgan'ın Esfet Toplum adlı eserindeki veriler ile daha başka bilim verilerine dayanarak, ilkel komün sis-temi'nin gelişmesindeki temel çizgileri araştırır. Evlilik ve aile biçimlerinde, toplumun ekonomik ilerleyişine bağlı olarak meydana gelen değişmeleri gösterir; tribü sisteminin bozulma süreci ile bunun ekonomik sebeplerini (Yu-nanlılar'dan, Romalılardan ve Töton-ya'Ulardan örnekler vererek) tahlil eder. Emeğin verimliliğindeki artış ve bu sürecin temelinde yatan işbölümü, mübadeleye, özel mülkiyete, tribü siste-mi'nin bütünlüğünü kaybetmesine, sı-nıflar'ın oluşmasına yol açmıştır. Engels'in eseri, şunları ortaya koyar.- 1) özel mülkiyet, sınıflar ve devlet, her dönemde mevcut şeyler olmayıp, ekonomik gelişmenin belirli bir evresinde ortaya çıkmışlardır; 2) sömürücü sınıfların elindeki devlet, halkın baskı altına alınması ve ezilmesi için bir aletten ibarettir; 3) sınıflar, ilk başlangıçta nasıl mevcut değil idiyseler, ilerde de kaçınılmaz olarak ortadan kalkacaklardır. Sınıfların ortadan kalkışıyla, devlet de kaçınılmaz olarak ortadan kalkacaktır. Engels'in eseri, marksist öğretiye değerli bir katkıdır, ve tarihsel materyalizmin öğrenilmesi bakımından halâ önemli bir elkitabıdır.

AİNESİDEMOS: AİNESİDEMOS (İ.Ö. 1. yüzyıl), eski Yunan'u şüpheci filozof, Pyrrhon'un şüphecilikten yana bir öğrencisi ve Akademia'nın izleyicisi Âinesidemos'a göre, şeyler hakkında otantik bir bilgi edinilmesi asla mümkün değildir, çünkü her iddia, karşıtı bir başka iddia ile karşılanabilir. En iyisi hiçbir şey iddia etmemektir, çünkü, ancak bu şekildedir ki, bir iç huzuruna kavuşulabi-lir. insan, ya herkesin mutad olarak hareket ettiği gibi, ya da zorunlu bir ihtiyaçtan dolayı hareket etmelidir. Ainesidemos'un felsefesi, klasik Yunan felsefesinin bir ürünüdür.

AJİVİKA: AJİVİKA, eski Hint felsefesinde, ruhun varlığını inkâr eden bir eğilim, ilk defa, en eski Buda'cı kutsal metinlerde sözü edildiğine göre, Ajivika, aslında, muhtemelen bir çeşidi olduğu Buda'cı lığa bağlıydı. Geleneğe göre, bu öğretiye babalık eden bilge,' 1.0. S.-6. yüz-yıllar'da yaşadığı sanılan Markali De-va'dır. Ajivika, öğretinin öbür fikir ve kavramlarım belirliyen atomistik teorisi üzerine kurulmuştur. Ajivika'ya göre, tabiatın dört unsurunu (toprak, su, ateş ve hava'yı) teşkil eden dört çeşit atom vardır; bütün bu atomlar ise bileşebilir. «Hayat» atom cinsinden bir şey olmamakla beraber, atomların bileşimlerini kavrayabilen bir şeydir. A-tom çeşitleri ve hayat, mevcut bütün şeyleri bileştiren beş cevheri meydana getirirler. Atomlar yaratılmamışlardır ve yokedilemezler, sonsuzdurlar ve bölünemezler. Her yönde hareket edebilirler. Bir cismin özellikleri, onu bileştiren atomların cinsine, bir hacim biriminde mevcut atom sayısına Ve bir araya geliş tarzına bağlıdır. Ajivika, eski Hint dinleri ile Budacı felsefeye karşı çıkan, realist, genel olarak da materyalist bir teoriydi.

AKADEMİA: AKADEMİA, Platon tarafından (İ.Ö. 387 yılında Atina'da kurulan ve adını içinde bulunduğu koruluktan alan, eski bir idealist felsefe okulu. Eski Aka-demia (Speusippus ile ötekiler, l.ö. 3. ve 4. yüzyıllar) üzerinde Pythagoras'cıla-rın etkisi artmış, Platon'un görüşleri, mistik 'sayı teorisi'ne dayanılarak sis-temleştirilmişti. Akademia, matematik ve astronomi'nin gelişmesinde büyük rol oynamıştır. Orta Akademia (Arke-silaos ile ötekiler, l.ö. 3. yüzyıl), şüphe-ciler'den etkilenmişti. Yeni Akademia (Karneades ile ötekiler, î. ö. 1. ve 2. yüzyıllar) ise, Orta Akademia'nm şüpheciliğini geliştirip, Stoacılar'ın, hakikat kıstası hakkındaki öğretilerine karşı çıktı. Sonraki devirde, Akademia, Platon'cu. Stoacı, Aristoteles'e! öğretilerle daha başka öğretileri eklektik bir tarzda birleştirdi. 4. ve 5. yüzyıllar'da ise, Akademia, tamamıyle Yeni-Plan-ton'culuk öğretisine geçti. Akademia, 529'da da imparator Justinian tarafından kapatıldı. Rönesans zamanında (1459-1521) Floransa'da kurulmuş olan Akademia, Platon'cu bir pozisyondan iskolastikleştirilmiş bir Aristoteles'e! pozisyona geçiş savaşı vermiş, Platon' un metinlerini çevirip yorumlamıştır (Marsilius Ficinus).

AKHUNDOV, MİRZA FATALİ: AKHUNDOV, MİRZA FATALİ (1812-78), Azerbaycan'lı yazar, Aydınlanma'cı halk adamı, Akundov'un dünya görüşü, ilerici Rus sosyal düşüncesinin etkisi altında oluşmuştur. Akhundov hem kendi kendisinin nedeni, hem de dünyadaki bütün süreçlerin temeli olan tek bir maddî cevherin varlığını kabul eden bir materyalistti. Bilgi teorisi'hde dünyanın bilinebilirliği'nden yola çıkan Akhundov, aynı zamanda, sansü-alistlerin pozisyonunu da savunuyordu. Akhundov'un materyalizmi ateizm' le birleşiyordu. Akhundov, Islamhk'ı eleştirmiş, iman ile bilgi'nin bağdaşmazlığını, toplum tarihinde dinin gerici rolünü önemle belirtmiştir. Akhundov, Azerbaycan edebiyatı, dramatur-jisi ve tiyatrosu'nun kurucusudur. Gerçek bir yurtsever olan Akhundov, Rus halkları arasında kardeşçe ilişkilerin yerleşmesini savunmuştur. Akhundov'un başlıca felsefi eseri, Hind Prensi Kemal-ud-Devle'den Iran Prensi Ce-mal-ud-Devle'ye Üç Mektup ve İkincisi'nin Buna Cevapları'dır.

AKIL VE ALGIGÜCÜ: AKIL VE ALGIGÜCÜ, marksizm-öncesi bazı felsefe sistemleri'nde ortaya konmuş olan düşünüş biçimleri yada evreleri, Akıl, genellikle, doğru muhakeme, sonuçlar çıkarma, düşünceleri mantıksal bir biçimde ortaya koyma melekesi demektir. Algıgucü ise, fenomenlerin nedenlerini ve özlerini bulma, onları, kavrayıcı bir biçimde araştırma ve karşıtların birliğini açığa vurma yeteneğidir. Bunların birbirlerinden ayırt edilmesinin başlangıçlarına Platon, Aristoteles ve Nikolaus Cusanus'un öğretilerinde rastlıyoruz. Kant ile Hegel'in felsefelerinde bu ayırım özel bir yer tutar. Kantin kanaatine göre, duyumlar, bilinemez «kendinde-şey»in duyu organları üzerindeki etkisinden ortaya çıkar-, apriori duyarlık formları (zaman ve mekan) ve zihin formları (birlik, çokluk, nedensellik, imkânlılık, zorunluluk v.s.) aracılığıyla düzene sokulur. Algıgucü, zihnin formlarını duyarlığın muhtevasına uygular; bundan dolayı da Algıgucü, şeyleri oldukları gibi değil de, göründükleri gibi bilir. Bilmenin daha sonraki evresi, yani sentez formları ise, ruh, dünya ve Tann ideleri'ne malik olan aklın yardımıyle mümkün olur. insan zihni bu ideler'in tekabül ettiği objeleri bilmeye kalkıştığında, antinc-milerle karşı karşıya kalır. «Kendinde şeyler» dünyasına giden yol teorik akıl'a kapalıdır. Dünya hakkındaki görüşü genişletmek için, geriye kala kala şu kalır: «pratik akıl»a ve daha da olmazsa iman'a başvurmak. Hegel'in kanaatine göre, akıl, statik kesinliğin, soyut özdeşlik'in, soyut tümenlik'in, bir birinden ayrılmış, donmuş karşıtların (öz ile görünüş, zorunluluk ile tesadüf, hayat ile ölüm'ün v.s.) ötesine geçemez. Çıkarsamalı düşünce yeterli değildir; sadece, daha yükseğe, kavrayıcı bilme formlan'na doğru çıkılmasına yarıyan zorunlu bir evredir. Düşüncenin diyalektik negatif-kavranır yanı, tekyanlı ve sınırlı tanımların çözülüşleri ve karşıtlarına geçişmeleridir. Düşüncenin spekülatif pozitif-kavranır yanı, çıkarsamalı aklın ötesine geçemediği, çözülmüş karşıttan ihtiva eder ve kendisini somut ve tam olarak burada ortaya koyar. Marksizm, Hegel'in idealizmi'ni reddetmekle beraber, Akıl ve Algıgücü'ne ilişkin öğretilerindeki metafizik ve diyalektik eleştirileri önemle değerlendirir.

AKILCILIK: AKILCILIK, bak Rasyonalizm. AKILDIŞICILIK, bak. İ r rasyonalizm.

AKIŞ: AKIŞ, şeylerin ve fenomenlerin maddî değişirliğini, durmaksızın başka bir şeye dönü'şürlüğünü ifade eden felsefi bir kategori. Akış'ın klasik önericisi, Herakleitos, kendi realite kavrayışını, şu ünlü formülünde dile getirmiştir: her şey akış halindedir. Akış kategorisi, diyalektik dünya görüşüyle organik olarak bağlantılıdır: her şey ve her fenomen, karşıtların (varlık ile varhk-olmıyan'ın) organik birliği kavramına dayanır. Bu kavram basit niceliksel artma ve azalma şeklindeki metafizik ilk başlangıç ve gelişme nosyonunun karşıtıdır. Akış'ın diyalektik özü Hegel tarafından geliştirilmiştir. Hegel'in felse-fesi'nde Akış, ide'nin (kategori'nin) mantıksal belirlenişlerinin bütün ardar-da gelişmelerindeki «unsur»u meydana getiren «ilk hakikat»tir. Varlık ile yokluk'un birliği olarak Akış, ilk çıkış'ın, ilk başlangıç'ın ve bütün şeylerle fenomenlerin evrensel soyut forniu'nu ifade eder: «Varlık ile yokluk arasında bir ara durum olmayan hiç bir şey yoktur» (Hegel). Lenin, Hegelin önerisinin taşıdığı değeri Felsefe Defterlerinde önemle belirtir.

AKIŞKANLAR: AKIŞKANLAR, cisimlerin kendilerine özgü özelliklerini belirleyen tamamlayıcı elemanlar olarak görülen, ağırlıksız, ipotetik maddeler (ışık, termojen, manyetik, elektrik, pozitif ve negatif akışkanlar, filojiston). Akışkanlar kavramı, özellikle, 18 yüzyıl'da ve 19. yüz-yıl'ın ilk yansında yaygındı. O zamanlar, cisimlerin özellikleri ve yapılan bir birlik halinde ele alınmıyordu; objenin birbirinden farklı özellikleri, bir cisimden ötekine geçen özel dış aktif unsurlar olarak görülüyordu. Akışkanlar öğretisi, ilk çağların tabiat felse-fesindeki unsur anlayışının, yani aktif form ve pasif madde anlayışının (A-ristoteles) bir gelişmesiydi ve bu anlayış kimyasal elemanların oluşması ile ilgili kavramlara bağlıydı, özelliklerin, kaliteler'in, hareketin ve güc'ün, objektif olarak var olduklan objelerden yalıtılmaları ve objeden bağımsız bir takım şeyler olarak ele alınmaları olgusu, dinamizm'de enerjimiz'de ve vitalizm'de görülür. Akışkanlar teorisi, bütün, yanlışlığına ve ilkelliğine rağmen, birbirinden farklı kimyasal ve fiziksel fenomenlerin sistemleştirilmesi-ne yol açmak ve bunların incelenmesi için genel bir temel sağlamakla, tabiat bilimlerinde önemli bir rol oynamıştır.

AKSİYOLOJİ: AKSİYOLOJİ, değerleri inceliyen felsefe dalı. Marksist Aksiyoloji. 20. yüzyıl'da ortaya çıkan (bak. Rickert; M. Scheler; v.s.) ve genellikle, değerlerin sosyal mahiyetini dikkate almayan burjuva teorisine temelden karşıdır. Marksist-olmayan teorisyenler, değerlerin sosyal mahiyetini dikkate almadıkları için, Aksiyoloji'de ya sübjektif idealist, yada objektif idealist sonuçlara varırlar, örneğin, değerlerin, bizzat objelerin kendilerinde mevcut bulunan özellikler olduklarını bütünüyle inkâr eden yeni-pozitivisitler, iyi ile güzel değerlerinin, ele aldığımız objeler karşısındaki tavrımızdan başka bir şey ifade etmediklerini iddia ederler. Objektif idealistler, değer'i, mekân-zaman dışı bir dünyaya ait bir çeşit tabiatüstü mahiyet olarak görürler. Aksiyoloji'ye marksist yaklaşım tarzı, her şeyden önce, sosyal, bilimsel, ahlaki estetik, v.s. değerlerin kabul edilmesine; değerlerin tarih-dışılığı görüşünün reddedilmesine; değerlerin tarihsel şartlara, sınıf ilişkilerine, v.s.'ye bağlı bulunduklarının kavranmasına; bundan başka, değerlerin gelişmesinde, izafi ile mutlak arasındaki diyalektik ilişkinin dikkate alınmasına dayanır. Sosyalizmin kurulmasında elde edilen hürlük ve insan, marksist açıdan en üstün değerleri teşkil ederler.

AKSİYOM: AKSİYOM, bilimsel bir teorinin hareket noktasını teşkil eden ve aynca ispata ihtiyaç göstermiyen önermesi; teorinin diğer önermeleri bu önermeden (yada bunların toplamından) yerleşik kurallara göre çıkarsanır. Antik Çağ'dan 19. yüzyıl'ın ortalarına ka-darki zaman içinde, Aksiyom, sezgisel bir açıklık yada apriori bir doğruluk taşıyan bir şey olarak düşünülüyordu. Bu anlayış, Aksiyomların insanların binlerce yıllık pratik bilgi faaliyetinden gelen itibari karakterini gözönüne almıyordu. Lenin, mantık figürlerinin Aksiyom haline gelebilmesi için, insanın pratik faaliyetinin, bu mantık figürlerini insan zihninde milyonlarca defa tekrarlatmasına ihtiyaç olduğunu yazar. Günümüzün aksiyomatik metod anlayışı, Aksiyom'un apriorili-ğini asla kabul etmez. Aksiyom-lar'ın belli bir özelliği haiz olmaları gerekir: belirli bir teorinin bütün önermeleri, bu Aksiyomlar'dan, hem de sadece bunlardan çıkarsanabilmelidir. Ele alman Aksiyomların doğruluğu, belirli bir sistem'in yorumlarının (bak. Yorum ve Model) mevcut bulunması halinde belirlenir; eğer bu yorumlar mevcut ise, yada hiç değilse, bu yorumların yapılması mümkün ise Aksiyomlar'ın doğruluğu kabul edilmelidir.

AKSİYOMATİK METOD: AKSİYOMATİK METOD, bilimsel bir teorinin yapımında kullanılan tümdengelime! bir metod; bu metod'-da 1) belirli bir teori için, aynca ispata ihtiyaç olmayan bazı önermeler kabul edilebilir (bak. Aksiyomlar); 2) belirli bir teori çerçevesi içinde, bu önermelerin ihtiva ettiği kavramlar açıkça tanımlanamazlar; 3) belli bir teoriden hareket ederek tümdengelim ile tanımlama yapılması için, bazı önermelerden diğer bazı önermelere geçişi sağlayan ve teoriye yeni terimler- (kavramlar) getiren kurallar meydana getirilir; 4) belirli bir teorinin diğer önermeleri «3»e dayanmak suretiyle «l» den çıkarsanır. Aksiyomatik Metod üzerine ilk düşünceler eski Yunanistan'da ortaya konmuştur (Aristoteles, Eukleides). Bu konuda daha sonra girişilen denemeler, çeşitli bilim ve felsefe dallarını aksiyomatik tarzda tahlil etme amacını güdüyordu. Bu tahliller, belirli bir teorinin yoğun (özel) bir biçimde kurulmasını kapsıyordu; daha çok da, tanımlamanın sezgisel olmasına ve sarih aksiyomlar seçilmesine dikkat ediliyordu. Aksiyom teorisi, ma-tematik'e ve matematiksel mantık'a giren problemlerin derin bir şekilde işlen diği zamanlardan, yani 19. yüzyıl'ın i-kinci yansından itibaren, ihtiva ettiği unsurlar (semboller) arasında bağlantı kuran ve aksiyom'a tekabül eden objeleri temsil eden bir çeşit formol mantık olarak görülmeye başlandı. Bütün dikkat, sistemin çelişmezliğine, tamlığına ve aksiyomlar'm bağımsızlığına, v.s.'ye çevrilmişti. Sembolik sistemler, bu sistemde mevcut bulunması, ya da bu sisteme ait olması mümkün belirli bir muhtevadan bağımsız olarak incelenebildiğinden, sentaktik aksiyomlar ile semantik aksiyomlar arasında bir ayırım yapılıyor, aksiyomlar sentaktik ve semantik olmak üzere iki tipte formüle ediliyordu. Formalize edilmiş ak-siyomatik sistemlerin tahlili, genel bir aksiyomatik sistem kurmanın imkansızlığı sonucuna yol açmıştır (bak. Gö-del). Aksiyomlaştırma, bilimsel bilginin düzenlenmesi metodlanndan ancak bir tanesidir. Aksiyomlaştırma, genellikle, belirli bir teoriye yeterli bir muhteva kazandırılmasından sonra yapılır; burada amaç, teoriyi genişletirken, özellikle de kabul edilmiş iddialardan sonuçlar çıkartırken son derece dakik olunmasıdır. Son yıllarda yalnızca matematikle ilgili konularda değil, fizik, biyoloji ve lengüistik'in belirli dallarında da aksiyomlaş-farma'ya önem verilmektedir. Tabiat bilimlerinin, yani matematiksel olmayan herhangi bir bilimin incelenişinde, Aksiyomatik metod ipotetik tümdengelim metodu biçimine girer (ayrıca bak. Formalizasyon).

AKSİYOMATİK SİSTEMİN BAĞIMSIZLIĞI: AKSİYOMATİK SİSTEMİN BAĞIMSIZLIĞI, Aksiyomatik'in karakteristiklerinden biri (bak. Aksiyomatik Metod). Tümdengelime! bir sistemin temelini teşkil eden tek bir aksiyom, şayet, o sistem'in tümdengelim metod-lanyle çıkarsanamıyorsa, bu aksiyomlar sistemine bağımsız aksiyom sistemi adı verilir. Aksi halde, aksiyomlar sistemi bağımlı bir sistemdir. Aksiyomatik bir sistem'in bu açıdan incelenmesi, yalnız aksiyom bilgisi'nin basitleştirilmesi hfl-ViTm"^."-" değil, fakat ilke bakımından da önem taşır. Eukleides'in beşinci postula'smın bağımsızlığının kurulması, Eukleides'ci-olmayan geometrilerin gelişmesine yol açmıştır.

AKSİYOMATİK TEORİNİN ÇELİŞMEZLİĞİ: AKSİYOMATİK TEORİNİN ÇELİŞMEZLİĞİ, bir aksiyomatik teorinin haiz olması gereken bir şart; buna göre, bir teoriden, aynı zamanda, hem ö önermesinin, hem de onun olumsuz-laması olan ö önermesinin çıkarsan-ması mümkün değildir. Çelişmezlik, aksiyomatik teorilerin sentaktik ve semantik olmalarına göre, iki biçimde formüle edilir: şayet, bir teoriden, bir önermenin olumsuzlanması olan önerme aynı anda çıkarsanamıyorsa, söz konusu teoride sentaktik çelişmezlik var demektir; şayet, teorinin hiç değilse bir modeli, yani ele alınan teoriye tekabül eden belirli bir objeler alanı varsa, o takdirde, bu teoride semantik bir çelişmezlik var demektir. Aksiyomatik yapının şartlan arasında en ö-nemlisi, çelişmezlik'tir-. çelişmezlik'in ihlali halinde teori geçersizleşir; çünkü, bu takdirdo, teorinin ihtiva ettiği bir önermenin ispatlanması imkanı ortadan kalkmış olur.

AKSİYOMATİK TEORİNİN TAMLIĞI: AKSİYOMATİK TEORİNİN TAMLIĞ1, aksiyomatik olarak kurulmuş teorilerde, her önermenin doğruluğunun belli bir sisteme göre ispat edilmesi (yani, bu önermelerin, aksiyomlardan çıkar-sanması) gerekliliği. Sentaktik aksiyomatik teoriler ile semantik aksiyomatik teoriler arasında bir ayrım olmasından dolayı tamlık da, Sentatik Tamlık ve Semantik Tamlık olmak üzere ikiye aynhr.

ALBERDI, JUAN BAUTISTA: ALBERDI, JUAN BAUTISTA (1810-84), Arjantin'li devlet adamı, yazar, filozof ve .sosyolog. Arjantin'in devlet yapısı üzerinde büyük bir etki meydana getirmiş olan Bases para la Organizacion Politica da Confederacion Argentina adlı eseri (1852), bu ülkenin Anayasa'-sının temelini teşkil eder. Paraguay savaşı (1864-70) dehşetinin verdiği izlenimle yazılmış olan El erimen de la guerra adlı eseri ise, Alberdi'ye, dünya barışının ve kardeşliğin candan bir savunucusu olarak tarihte bir yer sağlamıştır. Alberdi, saldırganlık savaşlarının suç olduğunu ilan etmiştir. Savaş hakkındaki görüşleri, Grotius'un fikirlerinden esinlenmiştir. Alberdi'nin düşüncelerinin zayıf noktası, savaş problemini hukuk ve Hıristiyan ahlakı açısından ele almış obuası dır.

ALEMBERT, d', JEAN LE ROND: ALEMBERT, d', JEAN LE ROND (1717-83), 18. yüzyıl Fransız Aydınlanmacısı, filozof ve matematikçi, Diderot'nun, ça-lışma arkadaşı, Ansiklopedia'nın (bak. Ansiklopedistler) matematik bölümü editörü. Francis Bacon'ın ilkelerine dayanarak insansal bilginin kökenini ve gelişmesini açıklamaya, bilimleri sınıflandırmaya çalışmıştır. Alembert, felsefe bakımından, sansüalizm'in temsilcisidir. Descartes'ın doğuştan ideler teorisi'ne karşı çıkmıştır. Ne var ki, san-süalizmi kararlı biçimde materyalist değildi. Alembert, düşünce'nin madde'nin bir özelliği olduğunu kabul etmeyip, ruhun madde'den bağımsız olarak var olduğu görüşündedir. Bu yüzden, görüşleri düalist'tir. Alembert şeylerin bilinebilirliğini de reddeder, öteki Fransız Aydınlanmacı'lannın tersine, ahlakın sosyal bir ortama bağlı bulunmadığı görüşündeydi. Tanrının yaratıcı cevher olduğunu söyler. Diderot, gerek Le reve de d'Almbert'de gerekse öteki eserlerinde, Alembert'in kararsız sansüalizmi'ni eleştirmiştir. Essai sur leş eUments de philosophie Alembert' in başhca felsefi eseridir.

ALET: ALET, bazr değişik ölçmeleri kaydetmede kullanılan bilgi araçları. Çağdaş bilimsel bilgide Aletlerin rolü gittikçe artmıştır. Aletler doğrudan algı'ya gir-miyen maddi bölgelerin araştırılmasına imkân verdikleri gibi, insanın duyu organları için de büyülteç vazifesi görürler. Bilgi edinmede Aletlerin gittikçe artan rolünün yanlış yorumlanması «aletçi idealizmdin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Aletçi idealizm «pren-sipiel koordinasyon» önermesine ve' boşlukların «kontrol edilemezliği ilkesi» ne dayanır; bu ilkeye göre, ölçme süreci bir mikro-obje'nin şu yada bu özelliğinin belirlenmesinde «kontrol edilemez gedikler» in ortaya çıkmasına yol açar. «Aletçi ideallzm»in temsilcileri (P. Jordan ve diğerleri) süjenin Alet aracıhğıyle fizisel realiteyi «hazırladığı», yarattığı görüşündeydiler.

ALETÇİLİK: ALETÇİLİK, Amerikalı filozof J. De* wey ve izleyicileri tarafından ortaya atılan sübjektif idealist bir doktrin, pragmacılık'ın bir çeşidi. Dewey'e göre, süje ve obje, düşünceler ve olgular, fizik ve psişik arasındaki farklılıklar, «tecrübe», «durum», unsurların, «o-lay»ın görünüşündeki farklılıklarından başka bir şey değildir. Böyle iki yana çekilebilen terimlere ve «tecrübe»nin «sosyal m ahiye ti »ne başvurulması bu felsefenin idealizminin sahte kılığıdır. Aletçilik'e göre, kavramlar, bilimsel kanunlar ve teoriler, -durum» aletleri, anahtarları, «aksiyon planlan»dır. Bil-me'yi, bir organizmanın hayati fonksiyonu kabul eden Aletçilik, bilgi'nin öneminin objektif dünyayı yansıtma' sında olduğunu kabul etmez; hakikati, belli bir durum'da başarıya yol açan ve böylece haklılık kazanan bir şey olarak görür. Dewey ve taraftarları sosyal sınıflar realitesini tanımazlar; «genelde» toplum, birey ve devlet gibi metafizik soyutlamalara sığınırlar. Aletçi «ilerleme teori»sine (meliorizm'e) göre, ilerleme, toplumun belli hedeflere varması değil, hareket sürecinin kendisidir. Gerçekte, Dewey'in meliorizmi, «hareket her şeydir, nihai amaç hiçbir şey değildir» tarzındaki oportünist sloganı yeniden diriltir. Dewey, Hook, Childs ve Schlesinger Aletçilik'in başta gelen temsilcileridirler.

ALEXANDER SAMUEL: ALEXANDER SAMUEL (1858 - 1938), İngiliz yeni-realist filozof; belirici evrim idealist teorisinin kurucusu. O, za-man-mekân'ı Evren'in ilk maddesi olarak kabul eder ve zaman-mekan'ı hareketle özdeşleştirir. Bu teoriye göre, önceden görülemiyen bir sıra niteliksel sıçrama, bu zaman-mekân'dan birbiri ardı sıra, maddenin, hayatın, ruhun, «üçüncü sıradan değerlerdin, «meleklerin» ve Tann'nın zuhuruna yol açar. Belirici evrim, yeni ve doğru bir çaba olarak anlaşılan bir düşünsel itiş tarafından yönetilir. Alexander'in görüşleri çağdaş bilimle çelişir. Başlıca eserleri. Space, Time, and Deity (1920), Art and the Material (1925), Beauty and Other Forms of Value (1933).

ALGI: ALGI, objektif dünyanın duyu organları üzerindeki etkisiyle, bir objenin bilinçte beliren yansısı. Görme, işitme, dokunma biçimindeki duyumlar Algı unsurlarıdır. Epistemoloji açısından en önemli algılar görsel Algı'lardır. Bunlar, çevresiyle ilişkisi sırasında insanın tecrübeyle, yani dokunmakla bir objenin biçimini ye imajını, yapısını belirleyen el hareketlerinin etkisiyle edinilen duyumlardan meydana gelir. Objektif dünyanın doğru algısı, dış objenin zihindeki imajının yapısı ile bu objenin kendi yapısı arasındaki eşbi-çimlilik'e (bak. Izomorfi) bağlıdır. Algı' nın bilme sürecindeki rolü şudur: 1) örneğini «ada», «bitki», insan» gibi objelerin mahiyetini açıklamıyan genel kavramların temelini teşkil eder; 2) bilimsel kavramların oluşması için ilk maddeyi, Algı aracılığıyla elde edilen imajların yapısından soyutlamayla elde edilen teorinin ilk unsurlarını teşkil eden bazı farklı bağlantıları ve ilişkileri sağlar. Leibniz'in anladığı şekilde Algi; buna göre, Algı, kavrayıştan farklı olarak, zihnin (spiritüalite'nin) daha aşağı (bilinç dışı) bir formudur.

ALGORİTMA: ALGORİTMA, mantık ve matematikte temel bir kavram. Algoritma terimi, 9. yüzyıl Orta Asya'lı matematikçi el-Ha-varizmi'nin (öbür adiyle Muhammed bin Musa'nın) adının Latince yazılışından türetilmiştir. Algoritma, benzer tipteki bütün problemlerin çözüm tarzlarını veren, belirli bir sıraya konmuş bir işlemler sistemi'nin yürütülmesine yanyan bir sıra talimattır, Aritmetik'-in toplama, çıkarma, çarpma ve bölme, köklerin alınması, iki sayının en büyük ortak tam böleni'nin bulunması, v.s. kuralları, Algoritma'nm en basit örnekleridir. Genel tipte bir problemin, değişik şartlar altında, başka bir sınıfa dahil bütün problemler için geçerli olan çözüm tarzını elde ettiğimiz zaman Algoritma'yı kullanıyoruz demektir. Algoritma, bir talimat sistemi olarak formel bir karakter taşıdığından, bilgisayar için daima geçerli bir programın geliştirilmesi, ve verilecek problemin mekanik olarak çözülmesi mümkündür. Algoritma'nın işlenip geliştirilmesi ile bilgisayar tekniğinin geliştirilmesi ve sibernetik arasında yakın bir bağ vardır.

ALIŞKANLIKLAR: ALIŞKANLIKLAR, sürekli tekrarların sonucu olarak otomatik hale gelen davranışlar. Alışkanlıkların fizyolojik mekanizması dinamik stereotip ile temsil edilir. Hayvanların Alışkanlıklar'1 bilinç-dışıdır. Çevreye uyma sırasında insanda da, buna benzer bir fizyolojik Alışkanlıklar mekanizması meydana gelir, insanın bu gibi Alışkanlıklar'ı, somut spesifik durumlara uygun düşen otomatik davranışlarıdır. Bazı Alışkanlıklar pratik bir değer taşırlar, fakat bunlar bilinçli olmadıkları için başka bir kimseye aktarılamazlar. Alış-kanlıklar'ın en yüksek şekli, bileşken-leri önceden kavranabilen, bilinçli bir şekilde seçilen insan Alışkanlıklaradır, insan Alışkanlıkları'nın işleyişi, bu Alışkanlıklar'in roljoynadığı süreç içinde bilinçli olarak kontrol edilebileceği gibi, bu Alışkanlıklar'ı, gerektiğinde kolaylıkla değiştirebilmek de mümkündür. Ahşkanlıklar'a, dış (yani, motor Alışkanlıklar) ve iç (yani, otomatikleş-miş zihinsel Alışkanlıklar) olmak üzere, her türlü davranışta rastlanır. Alışkanlıklar sadece bir sonuç olmayıp, insanın yaratıcı faaliyetinin şartıdırlar.

ALMAN İDEOLOJİ: ALMAN İDEOLOJİ, Marx ve Engels'in 1845-46'da kaleme aldıkları, sol-Hegelciler'i ve Feuerbach materyalizminin smıılı mahiyetini eleştirdikleri ilk felsefi eserlerinden biri, Alman ideolojisi, Marx ve Engels hayattayken yayınlanmamış, ilk -olarak 1932'de, Sovyetler Birliği'nde yayınlanmıştır. Marx ve Engels, Kutsal Aile'de ileri sürülen fikirleri «Alman ideolojisinde daha da geliştirerek, idealizm'in proletarya'ya düşman sınıflarla bağdaştığını, özellikle de, sol-Hegelcilik'in Alman burjuvazisinin korkaklık ve güçsüzlüğünün yansısı olduğunu göstermişlerdir. Marx ve Engels, Feuerbach materyalizmi'nin metafizik karakteri ile temaşacı mahiyetini eleştirmişler, Feuerbach'm tarih görüşünün idealist olduğunu, dolayısıy-le, Feuerbach'm da, sol-Hegelciler gibi, sosyal gelişmenin itici gücünü anlayamadığını ortaya koymuşlardır. «Alman ideolojisi» Sümer'in burjuva bireyciliği ve anarşizm'inin; K. Grün, M. Hess ve ötekilerin ise, gerici, sözde «ha kiki sosyalizmlerinin mükemmel bir eleştirisini yapar. Marx ve Engels, proletaryanın hasımlarına karşı mücadele ederek, «Alman ideolojisinde bilimsel sosyalizm teorisi'ni geliştirmişler, proletaryanın faaliyetinin, sosyal gelişmenin objektif kanunlarına dayandığım ispat etmişlerdir. Proletaryanın burjuvaziye karşı mücadelesinde, sosyalist devrimin gerçekleşmesiyle kaçınılmaz şekilde kurulan sosyalist sistem'de, insan iradesinden bağımsız olarak var olan ekonomik kanunların işleyişinin zorunlu sonucunu görmüşlerdir. «Alman ideolojisi», materyalist tarih anlayışının: sosyo-ekonomik formas-yon'un, üretim ilişkileri'nin (bu ikinci terim «Alman ideolojisinde daha kullanılmamıştı), sosyal varlık'ın sosyal bilinçle ilişkisinin, v.s.'nin ilk defa olarak, ayrıntılı bir açıklamasını verir. «Alman ideolojisinde Marx ve Engels, o zaman açık bir ifadesine kavuşan dünya görüşlerini ortaya koymuşlardır.

ALOGİZMA: ALOGİZMA, mantıksal düşüncenin hakikate varmada bir yol olarak reddedilmesi; Alogizma, mantığın yerine sezgi, iman ve vahiy'nin konmasıdır. Gerici filozoflarca irrasyonalizm'in, mistisizm'in ve fideizm'in haklı çıkarılmasında kullanılır. Alogizma, insanlığın sosyal tecrübesi ve bilim tarafından çürütülmüştür.

ALTYAPI VE ÜSTYAPI: ALTYAPI VE ÜSTYAPI, bak. Temel ve Üstyapı.

AMAÇ: AMAÇ, zihinde ve yoğunlaşmış insan aksiyonunun meydana gelişinde öngörülen bir sonuç. Amaç, insanoğlunun bilgi faaliyetinin regüler bir özelliğidir; insanın bilgi faaliyetinin, dış dünyaya ve objektif kanunlara - ki bu kanunlarla insanların amaçlı faaliyetleri arasında bir koordinasyon olması gerekir - dayanan bağımsızlığın ifade eder. Bu objektif kanunlara aykırı olan bir Amaç, gerçekleşebilir- ol-mıyan bir amaçtır. Zorunluluk ve özgürlük arasındaki diyalektik karşılıklı etki, insanların amaçlı faaliyetinde ifadesini bulur. Amaç, aynı zamanda aksiyona yön veren ve onu düzen-liyen, bilinçli bir motiftir. Amaç, hareket tarzının, hareketin mahiyetinin, ve insanın iradesini kullanarak yaptığı hareketlerin iç kanunu olarak pratiğin içinde yer alır. Amaç; uzak, dolaysız doğrudan, genel, özel yada nihai olabilir.

AMAÇLILIK: AMAÇLILIK, organik dünya'nın, sosyal sistemler'in, insanların faaliyetlerinin, v.s.nin kanunlar uyarınca gelişmeleri ve bunlar arasındaki girift nedensel bağıntıların bir veçhesi ve tezahürü. Amaçlılık değişik alanlarda farklı şekillerde ortaya çıkar-, organik dünya'da, organizmaların çevre'ye a-dapte olmalarında, sosyal hayat'ta, köhnemiş sosyal düzenlerin ortadan kalkması ve toplumu ileriye götürmeye yetenekli yeni düzenlerin ortaya çıkmasında, halkın belirli hedeflere yönelmiş faaliyetinde, v.s. Teoloji tarafından, Tann'nm varlığını ispatlamak maksadıyle kullanılan, organik Amaçlılık olguları, Darwin'in tabii seleksiyon teorisinde bilimsel bir açıklamaya kavuşmuştur. Sosyal hayat formlan'nın Amaçıılık'ı, marksizm'in ekonomi teo-risi'nde ve tarihsel materyalizm teorisi' nde bilimsel bir biçimde ortaya konmuştur. Amaçlılık'ın en yüksek formu, sebep-sonuç zincirinin en önemli halkası olarak, amaçlı bir hedefin yer aldığı faaliyetlerdir. Bir takım hedeflere yönelen bütün insan faaliyetleri, geniş anlamda amaçlıdırlar. Daha iyi ifade edilirse, sadece belirli şartlara değil, genel gelişme eğilimine uyan ve gelişmenin objektif kanunlarının ve gereklerinin bilgisine dayanan faaliyetler amaçlı'dır.

AMPİRİOKRİTİSİZM: AMPİRİOKRİTİSİZM, yada MACH’ÇILIK, Âvenarius ile Mach tarafından kurulan sübjektif idealist bir akım. «Düşünce ekonomisi»ni (bak. Düşünce Ekonomisi ilkesi), bilgi'nin temel kanunu olarak kabul eden Ampiriokiti-sizm, tecrübe anlayışını, madde (cevher), zorunluluk, nedensellik, v.s. kavramlarından «arındırır». Ampiriokriti-sizm'e göre, sözü geçen bu kavramlar, tecrübe'ye hatalı olarak sokulmuş olan «aprioi özalgı'lar»dan (rasyonel kav-ramlar'dan) başka bir şey değildirler. Bu görüşün bir sonucu olarak, Ampiri-okritisizm, dünya kavramım, «nötr unsurlar» m yada duyumların bir toplamı olarak ele alır. «Prensipiel koordinasyon», yani süje ile obje arasında kopmaz ilişki teorisi'ni ortaya atmasıyla, Ampiriokritisizm, sübjektif idealist bir sistem haline gelmiş olur. Ampiriokritisizm, felsefe'de tarafsızlık perdesi arkasında, Berkeley ve Hume doktrinlerinin diriltilmesinden başka bir şey değildir. Ampiriokritisizm, aynı zamanda, fizik'teki kriz'e, «fiziksel» idealizm akımına da bağlanır. Materyalizm ve Am-piriokritizm adlı eserinde Ampiriokriti-sizm'i eleştiren Lenin bu felsefi akımla fideizm arasındaki bağıntıyı ortaya koyar. Ampiriokritisizm, politivizm'in bir çeşidi olarak görünür. Ampiriokritisizm'in temsilcileri. Mach ve Avenar-ius'un yanısıra, V. Petzoldt, F. Carstanjen, R. Willy, F. Adler, A. Bogdanov, V. Bazarov.v.s.'dir Ampiriokritisizm'-in «anti-metafizik» doktrini, yeni-pc-zitivizm tarafından devam ettirilmiştir.

AMPİRİOMONİZM: AMPİRİOMONİZM, ampiriokritisizm' in yada Machçılık'ın bir çeşidi olan kendi felsefesine Bogdanov'un verdiği isim. Ampiriomonizm, Mach'ın, fiziksel ve ruhsal telâkkisinde, tecrübe unsurlarının (duyumlar) nötr bir karakter taşıdığını öne süren sübjektif idealist görüşlerine dayandırılmıştır. Bogdanov'a göre, Âvenarius ile Mach'ın felsefesi düalist'tir (bak. Düa-lizm), çünkü bu felsefe, tecrübe'nin fiziksel ve psişik unsurlarının birbirlerinden bağımsız olduklarını kabul eder; oysa tecrübe, monist görüş açısından, yorumlanmalıdır. Bogdanov'un bu teorisinin, Ampiriomonizm adını alması buradan gelir Ampiriomonizm'e göre, bütün şeyler, duyu yoluyla elde edilen «nötr» veri olarak ele alınan, yani, idealist bir tarzda anlaşılan organize tecrü be'dir. Fiziksel dünya, sosyal ve kolektif olarak organize tecrübe'dir; psişik dünya ise bireysel olarak organize tecrübe'dir. Ampiriomonozim'de, bu tanım lamaların ardından diğer problemlerin çözümü gelir. Ampiriomonizm'e göre objektivite ile genel anlam arasında özdeşlik vardır; nedensellik, zaman ve mekan, tecrübe'nin sosyal organizasyonunu ifade eder. Bogdanov'un rölativizm'e kayan hakikat anlayışına göre, hakikat, tecrübe'nin, canlı, organize formu' dur; insan dolaysız tecrübelerin bir karmaşasıdır, v.s. Psyche'yi enerjizm açısından tahlil eden Ampiriomonizm, asıl önemi, psişik seleksiyona (organizmaların çevreye biyolojik adaptasyonuna) ve ikame metodu'na verir, ikame metodu, psişik bir olgu'nun hiç bilinmeyen bir fiziksel ve fizyolojik olgu'nun yerine geçebilmesi ya da bunun tam tersi demektir. Bu ise, maddî'nin ideal'e indirgenmesinden başka bir şey değildir. Ampiriomonizm, sosyal varlık ile sosyal bilinç arasında eşitlik kurar ve tarihte İdealizm'1 savunur. Ampirio-monizm, Materyalizm ve Ampiriokriti-sizm'de Lenin tarafından, aynca da Plehanov tarafından eleştirilmiştir.

AMPİRİOSEMBOLİZM: AMPİRİOSEMBOLİZM, ampiriokriti-sizm'in bir çeşidi anlamında, idealist Yurkeviç tarafından kullanılmış bir terim, AmpiriosemboUzm'de temel fikir şudur; kavramlar (hakikat, varlık, öz, vs.) sembollerden ibarettirler, gerçek hiçbir şeyi yansıtmazlar. Ampiriomo-nizm'in bu görüşü, örneğin madde'y i sadece mantıksal bir sembol olarak gören Poincare ile Mach'tan alınmıştır. Yurkeviç, bir Mach koleksiyonu olan Ocherki po filozofu marksisma'da. (1908) ve Materyalisin i hrtichescheshy realism (1908) adlı eserinde yayımlanan «Çağdaş Enerjizm» başlıklı yazısında, dünyanın bir ampirio-semboller (tecrübe sembolleri) toplamından ibaret olduğunu, bununise kolektif insan bilimcinin verilerini sistemleştirmek amacını güttüğünü ispata çalışır. Lenin, Materyalizm ve Ampiriokritisizm adlı eserinde, Ampiriosembolizm'in sübjektif idealizm'den başka bir şey olmadığını, burada, dış dünya ile dış dünya-kanunlan'nın sadece, insan'm bilgi yeteneğinin sembolleri olarak görüldüğünü ortaya koymuştur.

AMPİRİZM: AMPİRİZM, duyumsal tecrübe'yi bilgi' nin biricik kaynağı olarak gören, bütün bilgi'nin tecrübe üzerine kurulu olduğunu ve tecrübe yoluyla elde edildiğini ileri süren bir bilgi teorisi öğretisi, idealist Ampirizm (bak. Berkeley; Hu-me; Mach; Avenarius; Bogdanev; Modern mantıksal-ampirizm, v.s.), tecrübe'yi duyumlar ve nosyonlarla sınırlandırır; tecrübe'nin objektif dünyaya dayandığım inkar eder. Materyalist Ampirizm ise (bak. Francis Bacon; Hobbes; Locke; 18. yüzyıl Fransız materyalistleri), objektif olarak mevcut dış dünya'nın duyumsal tecrübe'nin kaynağı olduğu fikrindedir. Fakat, Ampirizm ile rasyonalizm arasındaki temel antitez, bilgi'nin kaynağı sorunundan gelmez; bazı rasyonalistler, daha önceden duyumlarda mevcut bulunmayan hiçbir şeyin akılda mevcut bulunamıyacağını kabul ederler. Ampirizm ile rasyonalizm arasındaki temel anlaşmazlık noktası, Ampirizm'in bilgi' deki genellik ve zorunluluk karakterini akıldan değil, tecrübeden çıkarsamasından ileri gelir. Bazı Ampiristler (Hobbes ile Hüme gibi), rasyonalizm'in etkisi altında, tecrübe'nin bilgi'ye hiçbir zorunluluk ve genellik kazandırmadığı sonucuna varmışlardır. Ampirizm' in kusurları şunlardır: tecrübe'nin rolünü metafizik bir tarzda abartmak; bilimsel soyutlamaların ve teorinin bilgide oynadığı rolü küçümsemek, düşünce nin aktif rolünü ve nispî bağımsızlığını inkar etmek. Marksist felsefe, bilgi tec-risi'nin bütün problemlerini, pratik'in diyalektiği açısından incelemekle, Ampirizm'in bu kusurlarının üstesinden gelmiştir (bak. Bilgi; Teori ve Pratik; Temaşa).

ANAERKİLLİK: ANAERKİLLİK, ilkel komün sistemi'-nin gelişmesi seyrinde sosyal ekonomide hâkim rolü kadınların oynadığı tarihsel bir evre. Anaerkilik, istisnasız olarak, bütün halklarda mevcut olmuştur. Grup evliliği'nin esas olduğu sosyal gelişmenin en aşağı evrelerinde, çocuğun babasının kim olduğu bilinmezdi; çocuğun anası bilinirdi sadece. Böylece, soy ana tarafından belirlenirdi, sadece ana bağı bilinirdi. Kabile'nin bütün ekonomisi kadınların elindeydi. Avlanma, yani erkeğin gördüğü iş, daima güvenilir bir geçim aracı sayılmazdı. Üretici tarım işini yapanlar, genellikle kadınlardı. Çocuk ve ev bakımı, yiyeceklerin sağlanması, bahçe işleri v.s. kadının görevleriydi. Hayvan bes-leme'nin gelişmesiyle birlikte kadının rolü azalmağa başladı. Erkek, toplumdaki esas üretici güç, üretim araçlarının, daha sonra da kölelerin sahibi durumuna geldi. Böylelikle de erkek gen-til komün'ün reisi oldu. (bak. Ataer-kiffik).

ANAKSAGORAS: ANAKSAGORAS (İ.Ö. 500-428), eski Yunanlı filozof, kararsız materyalist, köleci demokrasi'nin ideologu, Tanrıtanımazlıkla suçlanıp, ölüme mahkûm edilmiş, hayatım kurtarmak için Atina'yı terketmiştir. Anaksagoras, bütün varlıkların, daha sonraları, benzer parçalar Chomoeomeri'leri) olarak tanınan, nitelikçe sonsuz çeşitlilikteki ana maddelerin (tohumların) değişik bileşimlerinden meydana geldiğini kabul ediyordu. Temel parçacıkların bir araya gelişini ve dağılışını sağlayan itici kuvvet, Anaksagoras'm en ince, en arınmış madde olarak gördüğü nous' dur. Anaksagoras'm kozmogonisi, kao-tik bir karışım içindeki ana maddelerin çevrinti hareketi sonucunda gökyüzü cisimlerinin ortaya çıktığını ileri sürer.

ANAKSİMANDROS: ANAKSİMANDROS (İ.Ö. 610-546), Yunan'lı materyalist filozof, spontane diyalektikçi, Thales'in öğrencisi, ilk felsefe eseri Tabiat Üstüne'nin. yazan. Bu eser günümüze kalmamıştır. Anak-simandros «ana ilke» olarak, yada her şeyin başlangıcı, apeiron olarak gördüğü arche kavramını ortaya atmıştır. Anaksimandros'un kozmogoni teorisi, yassı silindir şeklindeki Dünya'yı Ev-ren'in merkezine koyar. Üç gökyüzü halkası, yani Güneş, Ay ve Yıldız halkaları Dünyayı çevrelemiştir. Evrim fikrini talihte ilk ortaya atan Anaksimandros'dur; buna göre bütün hayvanlar gibi insan da balıktan türemiştir.

ANAKSİMENES: ANAKSİMENES (İ.Ö. 588-525) Eski Yunanlı materyalist filozof, spontane diyalektikçi, Anaksimondros'un öğrencisi. Kurduğu teoriye göre her şey ana madde olan hava'dan türer ve yine ona dönüşür. Hava sonsuzdur, ebedidir, hareket halindedir. Yoğunlaştığında ilkin bulut, sonra su, sonra da toprak ve taşı meydana getirir; seyrekleştiğindeyse ateş olur. Anaksimenes, bu teoride, nicelikten niteliğe geçiş fikrini dile getirmektedir. Hava her şeyi kuşatan ruh'-tur ve Evren'deki sonsuz dünyaların ortak medium'udur. Anaksimenes, yıldızların ateş olduğunu, ama çok uzakta oldukları için sıcaklıklarını duymadığımızı bize öğretir (Anaksimandros, yıldızlan gazegenlerden daha yakına koymuştu). Anaksimenes'in Ay ve Güneş dönenceleri üzerine açıklamaları hakikate yakın düşüyordu.


[color=blue]Devam edecek[/color]
ANALİZ VE SENTEZ: ANALİZ VE SENTEZ, en genel anlamıyla, bir bütünü, kendisini meydana getiren unsurlarına zihnen ayırma ve bu unsurları bir araya getirerek bu bütünü yeniden kurma süreçleri. Analiz ve Sentez, bilme sürecinde önemli bir rol oynar, ve bu sürecin her evresinde yer alır. Analiz ve Sentez faaliyetinin merkezi, beyin kürelerinin kor-teksi'dir; fakat bu faaliyetin ortaya çıkışı ve yürüyüşünün temeli sosyal üretim tecrübesidir. Zihinsel süreçlerde, Analiz ve Sentez, soyut kavranılan kullanan diğer zihinsel operasyonlarla (soyutlama, genelleştirme v.s.) sıkı ilişkili olan mantıksal-düşünme metodlan olarak ortaya çıkar. Mantık'ta Analiz, incelenen objeyi onu meydana getiren unsurlarına ayırmak demektir, canlı bir bilgi edinme metodudur. Objeyi, kendisini meydana getiren unsurlara a-yırma işi, objenin tabiatını açığa vurur, karmaşık fenomen'i basit unsurlarına ayırma, araştırmacıya, asli-olan'ı asli olmıyan'dan ayırd etme ve karmaşık'ı basite indirgeme imkânını verir. Analiz şekillerinden biri de, objelerin ve fenomenlerin sınıflandınlmasıdır. Gelişmekte' olan bir sürecin Analiz'i, bu sürecinin çeşitli evrelerini, çelişik eğilimlerini, v.s. açığa vurur. Analitik faaliyet sırasında zihin karmaşık'tan basite, tesadüfi'den kaçmılmaz'a, çok-formluluk'tan özdeşlik'e ve birlik'e gider. Analiz'in amacı, karmaşık bir bütünün parçalarını, bu bütünün unsur-lan olarak kavramak, bunlarla bütün'-ün gelişmesine hükmeden kanunlar a-rasında bağlantı kurmaktır. Bununla birlikte, Analiz, tezahürlerinin somut formlarıyla henüz bağlantısı tesis edilmemiş olan özelliklerin yalıtılmasına götürür; yalıtılan bir birlik, çeşitlilik içinde bir birlik olarak ortaya çıkmamış olur. Sentez, yani analiz yo-luyle yalıtılan parçalan, özellikleri ve ilişkileri, özdeş ve aslî olan'dan farklı ve çeşitli olan'a doğru giderek bileştirme; ortaklaşa-olan ile bireysel-olan'ın, bir'lik ile farklılık'ın canlı ve somut bir bütün içinde birleştirilmesi-dir. Sentez, Analiz'i tamamlar, ve onunla çözülmez bir bağlılık içindedir. Diyalektik materyalist Analiz ve Sentez anlayışı, Analiz ve Sentez'i objektif dünya ve insan tecrübesine bağlı olmıyan düşünce metodlan olarak ele alan idealist Analiz ve Sentez anlayışına karşıdır. Analiz'i Sentez'den yalıtan metafizikçiler, birbirlerine kopmaz bağlarla bağlı olan bu iki süreçten herhangi birini mutlaklaştıra-rak onları birbirlerine karşıt hale getirirler. Bu karşılaştırmanın kökleri, fel şefe tarihinde, 17. ve 18. yüzyıllarda tabiî bilimlerle klasik burjuva ekonomi politiğindeki analitik metodun ortaya çıkışına kadar uzanır. Sözü geçen bu analitik metod spekülatif konstrük-siyonlarm yerine, ampirik realiteyi koymak suretiyle ilerici bir rol oynamıştır. Analitik araştırma metodu, şeyleri birbirleriyle bağlılıkları ve gelişmeleri dışında incelemeye yönelen bir mutlak felsefi metod şekline girdiğinde, bir metafizik düşünüş metodu haline geldi. Bilimin gelişmesi göstermiştir ki, analitik metod kendisine sıkıca bağlı olan sentetik metod'un tarihteki öncüsüdür. Teorik değerleri açısından ele alındıklarında, bu iki metod, tek-yanlılıktan çıkmaları halinde, diyalektik metodun gereklerine uyan, karşılıklı olarak şartlandırılmış mantık süreçleri olarak görülebilirler.

ANALOG: ANALOG, bazı maddî şeyleri, süreçleri yada kanunları sadakatle yansıtan düşünsel objeleri (teori, araştırma metodu, v.s.) belirtmek için bilgi terisi'nde kullanılan bir terim. Modern felsefe literatüründe, Analog, bilgi teorisindeki herhangi bir teori, kanun yada mantık kuralı için gerçek bir temel teşkil eden (insanın maddi tecrübesinin çeşitli formaları da dahil) maddî bir obje anlamında kullanılır, örneğin, şeyler arasında en ortak ve en çok geçerli ilişkiler, yargıların, spekülasyonların ve daha başka düşünce formlarının objektif temelini meydana getirirler. Analog'un bulunmasıyla, bazı düşünsel fenomenle rin doğuşu tespit edilmiş olur ki, bu, idealizmin çeşitli şekillerine karşı mücadelede büyük bir önem taşır. Metodolojik bir kanunun, bir mantık kuralının, v.s. spesifik tabiatının açıklanması, belirli bir bilgi sistemi içinde,' fonksiyonlarının çok yönlü analizini gerektirir (bak. Analog Simulasyon).

ANALOG SİMULASYON: ANALOG SİMULASYON, incelenmekte olan bir objenin özelliklerinin, belli kurallara göre özel biçimde kurulan ana-logu ile türetilmesi. Bu analog'a model denir. Eğer, model, obje ile aynı fiziksel yapıdaysa; o zaman model, fiziksel Analog Simulasyon ilkesine -göre; eğer bundan başka bir yapıdaysa o zaman da matematiksel Analog Simulasyon ilkesine göre kurulur. Durum ne olursa olsun, Analog Simulasyon'un görevi, orjinalde incelenen görünüşleri tasvir eden sisteme benzer bir denklem sistemi ile tasvir edilir. Bir model'in kurulması için, obje ile modelin görünüş ve süreçleri arasında bir analoji'nin yapılması gerekir. Gerçek objelerin incelenmesinin pahalı, zor ya da imkânsız olduğu durumlarda, Analog Simulasyon, ilk baştaki süreçlerin analizim kolaylaştırır. Model'in avantajları, kolaylıkla üretilebilir olması, laboratuvar şartlarında gerekli ölçmeleri etkileyecek şekilde, model'in çalışma şekli ile karakteristiklerinin istendiği zaman ve kolaylıkla değiştirilebilir olması'dır. Elektronik Simulasyon araçları bugün geniş çapta kullanılmaktadır. Burada, model, gerçek süreci tasvir eden denklemin elektronik semasıdır. Bu gibi modellerin kurulması metodlan, benzerlik teorisi ve Analog Simulasyon-teorisi tarafından işlenmektedir. Analog Simulasyon ilkesi, sibernetik'in başlıca temellerinden biridir, ve balistik füzelerin yörüngelerinin hesaplanmasında; makinalarm, işletmelerin çalışma sistemlerinin incelenmesinde; otomatik makinalara «bilgi verme-de, biyolojik objelerin davranışlarının, hatta insanın zihinsel faaliyetinin incelenmesinde geniş şekilde kullanılmaktadır. Ne var ki, bu sistemlerin imkânlarının analizinde, model ile obje arasındaki analoji sınırlarının unutulmaması gerekir. Bu sınırlarının görmezlikten gelinmesi, büyük teknik ve felsefi hatalara yol açar.

ANALOJİ: ANALOJİ, benzer-olmayan objelerin belirli yanlan, özellikleri ve ilişkileri arasında benzerlik kurulması; Analoji' de bu gibi benzerliklere dayanılarak sonuçlara varılır. Analoji yoluyla bir sonuca ulaşmak için kullanılagelen şema şöyledir. B objesi'nin o, b, c, d, e, özellikleri varsa; C objesi de, b, c. e, özelliğine sahipse, o takdirde, c objesinin de a özelliğine sahip olması mümkündür. Analoji, araştırma faaliyetlerinde büyük bir değer taşır. Toplumun gelişmesinin ilk dönemlerinde, gözlem ve deney yerine Analoji kullanılıyor, dış ve ikincil görünüşlerden sonuçlara varılıyordu, ilk Çağ filozofları tarafından kurulan tabiat felsefeleri bu şekilde meydana geliyordu. Analoji, bir açık lama aracı olarak, önemini artık kaybetmiş olmakla birlikte, problemlerin çözülmesinde yol gösterici rolü bugün de devam etmektedir. Huygens ışığın bir dalga olduğu hakkındaki teoriyle ilgili fikrini, ışık ve ses titreşimleri arasında Analoji kurmak suretiyle ortaya koymuştur. James Maxwel, bu fikri genişleterek, manyetik alanların karakteristiklerine uyguladı. Analoji, yalnız başına, ispatın yerini tutamaz; çünkü. Analoji yoluyla varılan sonuçlar, ancak bir olasılık gösterir. Bundan dolayı, Analoji, bilgi edinmenin diğer yollarıyla birlikte kullanılmalıdır. Analoji yoluyla varılacak olasılığı arttırmak için şu şartların yerine getirilmesi gerekir: 1) Analoji, karşılaştırılan objelerin temel çizgilerine ve mümkün en çok sayıda ortaklaşa özelliklerine da-yandınlmalıdır; 2) üzerinde durulan özellik ile objelerin ortaklaşa özellikleri arasında mümkün en yüksek sayıda bağıntı bulunmalıdır; 3) Analoji gelişigüzel herhangi bir bakımdan değil, belirli bir bağıntı içinde olan objeler arasında benzerlik kurmak içi A kullanılmalıdır; 4) Analoji doğrudan doğruya, objeler arasında benzerlik kurmak amacını güttüğünden, objeler arasındaki farklılıkların belirtilmesi ve bu gibi farkların araştırılması gerekir. Modern bilimde, Analoji, benzerlik teorisinde geniş bir şekilde uygulanmakta ve analog simulasyon metodunda kullanılmaktadır.

ANARKO-KOMÜNİZM: ANARKO-KOMÜNİZM, Kropotkin tarafından kurulmuş, bir çeşit anarşizm.

ANARŞİZM: ANARŞİZM, proletarya diktatörlüğü de dahil, her türlü otoriteye düşman olan, geniş çapta üretim temeline dayanan toplum ilerlemesinin karşısına küçük, özel mülk sahipliği'nin menfaatlerini koyan bir küçük-burjuva sosyo-politik eğilim. Anarşizm'in felsefi temelleri bireycilik, sübjektivizm ve iradecilik'dir. Anarşizm'in ortaya çıkışı, ütopik teorileri Marx ve Engels tarafından eleştirilmiş olan Schmidt, Stirner, Proudhon ve Bakunin gibi adlara bağlanır. Anarşizm, 19. yüzyılda, Fransa'da, İtalya'da ve ispanya'da yaygınlaşmıştı. Anarşizm, sömürüye karşı genel lâflar söylemekten öteye gidemediği gibi, sömürünün nedenlerini ve sınıf mücadelesini de anlamak gücünden yoksundur. Siyasî mücadelenin anarşistçe reddedilmesi, objektif olarak, işçi sınıfını burjuva siyasetine bagımlılaştırmaktan başka bir anlama gelmez. Devrimcilerin devlet ve devletin genel olarak rolü karşısında tutumları, Anarşizm'e karşı mücadelede en önemli çıkış noktasıdır. Anarşistler, burjuva devletten proletaryanın devrime hazırlanması bakımından yararlanılabileceğini kabul etmeyip, devletin derhal ortadan kaldırılmasını isterler. Anarşizmin bugün de, ispanya'da, italya'da, Güney Amerika'da etkileri görülmektedir.

ANİÇKOV, DİMİTRİ SERGEYEVİÇ: ANİÇKOV, DİMİTRİ SERGEYEVİÇ (1733-88), Rus eğitimci, filozof; Moskova Üniversitesi'nde matematik, mantık ve felsefe hocası; Rassuzhdeniya iz naturalnoi bogoslovii o nachale i proisshestvii naturalnogo bogopochi-taniya'nın yazan (1769); bu eserde, dini inançların «tabii» kökeni sorunu ortaya atılmıştır. 18. yüzyıl Fransız Aydınlanma'cilan gibi, Aniçkov da, dinsel inançların, «barbarlık» çağında, insanların kendilerini çevreliyen fenomenleri izah edemeyip bilgisizlik, korku ve vehim nedeniyle her şeyi tabiatüstü kuvvetlere atfetmeleriyle ortaya çıktığını göstermiştir. Aniçkov încil efsanelerini eleştiri süzgecinden geçirmiş, bu yüzden gerici profesörlerle Kilise tarafından cezalandırılmıştır. Aniç-kov'un felsefe üzerine yazılan da vardır: Slovo o svoistvahh poznaniya che-lovecheskogo (1770); Slovo o raznyhh prichinakh (1774), v.s. Bu yazılarla Aniçkov, bilgi teorisi'nde materyalist sansüalizm fikirlerini geliştirmiş, Des-cartes, Leibniz ve Wolff'un izleyicileri tarafından desteklenen doğuştan ideler teorisi'ni eleştirmiştir. Ne var ki, Aniç-kov'un materyalizmi kararlı değildi, de-izm (yaradancılık) kılığına bürünmüştü, Aniçkov, VVloffcular'ın öncel -uyum teorisini eleştirdiği halde ruhun mümkün ölümsüzlüğünü kabul ederek dine ödün verir.

ANİMİZM: ANİMİZM, insanların ve hayvanların ruh tarafından yönetildiği, objeler ve çevre fenomenlerinin ruhun etkisi'altında oldukları inancı. Animist kavramlar ilkel toplumlarda ortaya çıkmıştır, ilkel insan şeyler, bitkiler ve hayvanlarda bir ruhun bulunduğuna inanıyordu. Animizm'in ortaya çıkışının başlıca nedeni, üretim güçlerinin son derece düşük bir gelişme düzeyinde bulunması, dolayısıyle, ilkel insanın bilgi dağarcığının pek ufak olması ve kendisine yabancı ve gizemli gözüken tabiat kuvvetlerine karşı koyamayışı-dır. Sosyal gelişmenin belirli bir düzeyinde, tabiat kuvvetlerinin kişileştirilmesi, bu kuvvetleri egemenlik altına almanın bir şeklidir. Animist kavramlar daha sonraki dinlere temellik etmiştir; ilke olarak, bütün dinlerin bir parçasıdır.

ANSELMUS: ANSELMUS (1033-1109), ilâhiyatçı ve filozof; ilk iskolastikler'den. Ansel mus'a göre iman bilgi'den önce gelir, anlamak için önce' iman etmek gerekir. Üniversal (tümel, külli) hakkındaki tartışmada Anselmus aşın gerçekçiliği (bak. Gerçekçilik, Orta Çağ) savunmuştur. Tanrının varlığının ispatı (bak, ispat, v.s.) olarak «ontolojik» ispatı geliştirmiştir. Canterbury Başpiskoposu olarak şaşmaz hedefi, Katolik Kilisesi'ni yüceltmekti.

ANSİKLOPEDİSTLER: ANSİKLOPEDİSTLER, Encyclopedie, ou Dictionnaire Raisonne des Sciences, des Arts et des Metiers'nin (1751-80) derleyicileri ve yazarları. Fransız burjuva devrimi'nin ideolojik bakımdan hazırlanışında bu eserin büyük bir rolü olmuştur. O zamanki bilimsel bilgi'nin sistematik bir özetini vermiştir. Encyclopedie'nin başında, 1772'ye kadar, d'Alembert yardımcı olmak üzere Diderot bulunmuştur, öbür Ansiklopedistler, Montesquieu, Rousseau, Voltaire, Helvetius, Holbach'dı. Encyclopödie' nin materyalist simaları, feodal ideolojiye karşı kararlı bir şekilde savaşan kimselerdi; Ansiklopedistler'in ılımlı üyeleri ise, kendilerini sosyal gelişmenin savunuculan ilân ederek, Kilisenin bilime müdahalesine karşı çıkmışlar, despotizmi eleştirmişler ve insanın sınıf baskısından kurtulmasının sözcülüğünü yapmışlardır.

ANTİ-DÜHRİNG: ANTİ-DÜHRİNG, Engels'in Herr Eugen Dührings Umwalzung dar Wis-senchaft (Bay Eugen Dühring Bilimi Altüst Ediyor) adlı eserinin tarihe geçen adi; marksizman üç temel bölümünün: 1) Diyalektik Materyalizm ve Tarihsel materyalizm; 2) Ekonomi Politik; ve 3) Bilimsel Sosyalizm Teorisi'nin ekspozesi. «Anti-Dühring», «felsefe, tabiat bilimi ve sosyal bilimler alanındaki son derece önemli problemleri» tahlil eder. «...Olağanüstü zengin ve öğretici bir eserdir», diye yazar Lenin (Toplu Eserleri, Cilt 2, s. 25). Engels, bu eseri, görüşleri genç Alman Sosyal Demokrat Partisi'nin bazı üyeleri tarafından desteklenen bir küçük burjuva teo-risyeni olan Dühring'in saldırılarına karşı marksist teoriyi savunmak için kaleme almıştır. Wilhelm Liebknecht'in ricası üzerine Engels, 1876 Mayıs'ında bu yeni eğilime karşı bir dizi yazıya başladı; bu yazılar, Dühring'i destekli-yenlerin önlemeye çalışmasına rağmen, Sosyal Demokrat Parti'nin organ Vor-vvorts'de yayımlandı. Marx, Anti-Düh-ring'i müsvedde halindeyken okumuş, ekonomi poiitik'in tarihine dair olan cüzü (Bölüm II, Cüz X) yazmıştır. Bu yazılar, 1878'de kitap halinde yayımlanmış, o yıl da yasaklanmıştır. «Anti-Dühring» üç bölümü içine alır: Felsefe, Ekonomi Politik ve Sosyalizm, önsözde Engels felsefe'nin gelişmesini anlatır; bilimsel sosyalizmin ortaya çıkmasının kaçınılmazlığını gösterir. I. Bölüm, diyalektik materyalizm ve tarihsel materyalizmin ana hatlarını çizen felsefenin temel sorusuna materyalist bir cevap getirir. Dünya'nın maddî mahiyetini, bilme'nin temel kanunlarını, bütün varlıkların form'u, ve madde ile hareketin birliği olarak da zaman ve mekân'ı temel ilkeler olarak ileri sürer. «Anti-Dühring», maddenin hareket biçimlerini ve bilimlerin sınıflandırılmasını ele alır. Engels, burada, özellikle, diyalektik'in tasvirine, temel kanunlarına ve diyalektik ile formel mantık arasındaki ilişkiye yer verir. «Anti-Dühring», tabiat bilimlerinin önemli problemlerini —Dartvin teorisini, organik hücrenin rolünü ve, hayatın mahiyetini, Kant'ın kozmogonik ipotezi-ni— diyalektik materyalizm açısından inceler. Engels, bundan başka, ahlâk'ı, eşitliği, tesadüf ve zorunuluğu, v.s.'yı diyalektik materyalist görüşle ele alır. II. Bölümde, Engels, Dühring'in ekonomi politik'e dair görüşlerini eleştirmiş, ekonomi poiitik'in ana konusu ile metodunu tanımlamış, Marx'm meta ve değer, artı-değer ve sermaye, toprak rantı, v.s. teorilerinin ana hatlarını tasvir etmiştir. Engels, yine bu bölümde, idealistlerin şiddet teorisi'ni eleştirmiş, toplumun gelişmesinde ekonominin kesin önemini göstermiş, özel mülkiyetin ve sınıfların kökenini açıklamış ve devrim aşamasında şiddetin ilerici rolünü ortaya koymuştur. III. Bölüm, bilimsel sosyalizm teorisi ve tarihi üstüne parlak bir deneme olup, Engels'in utopyacı sosyalizm'e karşı tavrını açıklar; toplumun sosyalizme dönüşme yollarının ve görevlerinin özünü mükemmel bir biçimde ortaya koyar; sosyalizm ve komünizmin temel bazı problemleri hakkında, sosyalizm ve ko-
münizm'de maddî değer üretimi ve dağılımı-hakkında, devlet, aile, okul hakkında, kentle köy arasında ve kafa işçiliği ile kol işçiliği arasındaki karşıtlığın aşılması, v.s. üzerine marksist teori'nin ana hatlarını belirler. Engels' in «Anti-Dühring»i devrimci proletaryanın dünya görüşünün ve menfaatlerinin tutarlı bir savunuşudur, bilimde tahriflere ve siyasette oportünizm'e karşı marksist tutumun bir örneğidir. Engels'in eserinin değeri, diyalektik ve tarihsel materyalizmin dünya görüşünü öğrenmek için bir ders kitabı ve halkın ideolojik silâhı olmasındandır.

ATİKOMÜNİZM: ATİKOMÜNİZM, günümüzde emperyalist reaksiyonerlerin kullandığı, baş ideolojik ve politik silah, Antikomü-nizm'in esas muhtevası, sosyalist sisteme iftira etmek, sosyalist politikayı ve bu politikanın amaçlarını, marksist doktrini tahrif etmektir. Antikomü-nizm, ekonomik alanda, sosyalist ülkelerdeki ekonomik sistemin sosyalist niteliğinin inkar edilmesinde ve sosyalist ülkeler ekonomisinin devlet kapitalizmi olarak nitelendirilmesi girişimlerinde kendini gösterir. Antikomü-nizm, siyasi alanda, sosyalist ülkelerde «totaliterlik» olduğu ve dünya sosyalizminin saldırgan bir nitelik taşıdığı yolunda iftiralar icat edilmesinde yatar, ideolojik alanda Antikomünizm ise, sosyalizm'de «düşüncenin standartlaş-tığı» tarzındaki acemice buluşların tekrar tekrar ileri sürülmesi anlamına gelir. Olguların böylece tahrifi, sosyalizm'de, sosyal ilişkilerin -gayn insani» ilişkiler halini aldığı; «liderler»in bazı amaçlar uğruna insanları âlet olarak kullandıkları; ve bilimsel sosyalizmin programlarının utopyacı programlar olduğu görüşlerinde doruk noktasına ulaşır. Aslında, Antikomünizm, burjuva ideolojisinin had derecedeki yozlaşmasının bir yansımasıdır. Burjuva ideologlar, kitlelerin ihtiyaçlarına cevap verecek müspet herhangi bir program ortaya koymak gücünden yoksundurlar. Sosyalizm'e karşı duyulan nefret-hakikatte, sosyal ilerleme korkusundan doğar.

ANTİLOJİZM: ANTİLOJİZM, bir kategorik kıyasın öncüllerinin, bu kıyasın sonucunun olumsuzlanması ile uyuşmazlığını ifade eden bir mantık formülü. Antilo-jizm teorisi kıyasın-çeşitlerinden biridir.

ANTİNOMİ: ANTİNOMİ, muhakeme sırasında, çelişken fakat eşit derecede sağlam iki çıkarsamanın ortaya çıkması. Antino-mi kavramı, daha Antik Çağ'da (Platon, Aristoteles) bilinen bir kavramdı. Eski Yunan'lı filozoflar «aporia» terimini Antinomi anlamında sık sık kullanmışlardır (örneğin, Elea'lı Zenon, aporia'yı, hareket ve çokluk yargılarındaki çelişkileri ifade etmek için kullanıyordu); o çağda ele alınmış olan bazı Antinomiler bugün semantik An-tinomiler olarak görülmektedir. Isko-lastik mantıkçılar, Antinomi'nin for-mülasyon ve analizine büyük dikkat göstermişlerdir. Kant, Antinomi'yi, felsefesinin temel tezini doğrulamak için kullanıyordu, Kant felsefesi'nin bu temel tezine göre, algıgücü duyumsal tecrübe'nin sınırlarını aşamaz; kendinde şey'i (res per se) kavriyamaz. Kant, bu gibi girişimlerin algıgücünü çelişmeye götürdüğünü, çünkü bunların «saf akıl'ın antimonileri»nde hem id-dia'yı Ctez'i), hem de bu iddianın inkârını (antitezi'ni) ispatlanabilir kıldığını söyler. «Saf akıl'ın antinomileri» şunlardır: 1) Evren sonludur — Evren sonsuzdur; 2) her karmaşık madde, ba-parçalarm bileşimidir — basit olrnı-yah'hiçbir şey yoktur; 3) dünya başıboşluk içindedir, — dünya başıboşluk içinde olmayıp, nedensellik içindedir; 4) Evren'in bir ana nedeni (Tann) vardır - Evren'in bir ana nedeni yoktur. Kant'ın Antinomiler'i, modern formel mantık Antinomiler'i değildir; çünkü, Antinomiler'in ihtiva ettiği tez ve antitezler mantık bakımından doğru bir muhakeme olarak temsil edilemezler. 19. yüzyıl'm sonuna kadar, matematik' in mantıksal temelleri hakkında yapılan araştırmalar, gerçek birkaç Antinomi'nin bulunmasına yol açmıştır (daha önce bilinen birkaç Antinomi de buna dahildir). Günümüzde, Antinomiler genellikle, mantık ve dizi teori-si'ndeki Antinomiler ile semantik Antinomiler olarak ayrılırlar, (bak. Antinomiler, Semantik; Paradokslar; Dizi Teorisi). Antinomi, bir kimsenin düştüğü sübjektif bir hata demek değildin bilme sürecinin diyalektik tabiatına, özellikle de form ile muhteva arasındaki çelişkiye dayanır. Antinomi, bir muhakeme sürecinin belirli bir formülas-yonu (bu formülasyon açıkça kavranamamış olabilir, fakat aslında daima vardır) çerçevesi içerisinde ortaya çıkar; bunun böyle olması, o formülas-yonun sınırlılığını ve yeniden düzenlenmesi gerektiğini gösterir. Antinomi'nin çözülüşü, yeni ve daha tam bir for-mülasyonun, yani ifade edilen muhte-veya daha uygun düşen bir formülas-yonun ortaya çıkması demektir. Anti-nomi, ebediyen bilme'nin dışında bırakılamaz; ne var ki, her Antinomi, bü-ründüğü formalizasyon metodunda uygun değişmeler yapılarak tasfiye edilebilir. Günümüzde, bilme'nin diyalektiğini ve mantıksal formalizasyonun rolünü derinliğine tasvire imkan veren ve Antinomi'nin ortadan kaldırılmasını sağhyan çeşitli yollar ortaya çıkmıştır.

ANTİNOMİLER, SEMANTİK: ANTİNOMİLER, SEMANTİK, belirli bir dilin ifadelerini obje olarak alan önermelerde ortaya çıkan antinomiler. Semantik Antinomi'nin başlıca tiplerinden birine örnek, Milet'li Eukulides'e (l.ö. 4. yüzyıl) atfedilen sahte antino-mi'diT; bu antinomi şöyle formüle edilir: (Parantez içinde okumakta olduğunuz bu cümle yanlıştır.) imdi, bu önerme eğer doğruysa, o takdirde, muhtevasından yanlış olduğu sonucu çıkar. Eğer bu cümle yanlışsa, gene muhtevasından doğru olduğu sonucu çıkar. Böylece sözkonusu önerme, mantıksal çelişmezlik kanununa aykırı olarak, hem doğru, hem de yanlış çıkmaktadır. Semantik Antinomi'nin başka bir ör- • neği de, Grelling'in «ayrıcınslı yüklem» antinomisi'dir. Bir yüklem, yani, belir: li bir özelliği ifade eden bir kelime, eğer bu özelliği taşımıyorsa, ayncins-li'dir (örneğin, «beşheceli» kelimesi beş-heceli değildir). «Ayncinsli» yüklemi bu şekilde tanımlanacak olursa, ortaya bir antinomi çıkar: Eğer ayn cins-liyse, tanımlamaya göre, ifade ettiği özelliğe sahip değildir, yani ayncinsli değildir; ayncinsli değilse, yine tanımlamaya göre, ifade ettiği özelliğe sahip olması gerekir, yani ayncinsli'dir. Bu çeşit antinomiler, antinomi'nin kurulduğu dilde, onları ifade eden adların aynı zamanda, «doğru», «yanlış», «ayncinsli», v.s. yüklemelerini ihtiva ettiği hallerde de ortaya çıkar. Semantik An-tinomi'yi ortadan kaldırmanın değişik metodlan. vardır: bunlardan birisi dilö-tesi ve obje-dil ile dilötesi içinde mütekabil yüklemlerin kesin tanımlan arasında bir ayrım yapmaktır.

ANTİSHENES: ANTİSHENES (t.ö. 435-370), Sokrates'in bir öğrencisi; hocasının öğretilerini geliştiren ve ancak tekil (bireysel) şeylerin bilgisini gerçek bir bilgi olarak gören kynikler okulu'nun kurucusu Antisthenes, Platon'un ideler te-orisi'ni (bu ideler'in bağımsız varolan genel kavramlar olmaları bakımından) eleştirmiş, ancak tekil şeylerin varolduğunu iddia etmiştir. Antisthenes'in önemli yanı, uygarlığı bütün basanlarına rağmen eleştirmesi; insanı kendi hayatını sürdürebilmesi için gerekli olan şeylerden başka hiç bir şeye ilgi duymamaya çağırmış olması; tabaka ve sınıf ayrımını hiçe sayması, dolayı-sıyle o zamanki toplumun demokratik unsurlanyle birlik olması idi (bak. Kynikler).

ANTONOVİÇ, MAKSİM ALEKSİYEVİÇ: ANTONOVİÇ, MAKSİM ALEKSİYEVİÇ (1835-1918), Rus materyalist filozof, gazeteci ve demokrat; Çernişevs-ki ve Dobrolyubov'la aynı bakış açısında yer alır. St. Petersburg ilahiyat Aka-demisi'ni bitirdi. Kilise karyerinden vazgeçip, 1859'da Sovremennik dergisinde yazmaya başladı. Yazılan, «Çağdaş Felsefe» (1861), «Çağdaş Filizofla-nn îki Tipi» (1861). «Hegel Felsefesi» (1861), «Tabiat Kuvvetlerinin Birliği» (1865), v.s., Sovremennik editörlerince de benimsenen .materyalist görüşleri dile getiriyordu. Antonoviç, Kant'm apriorizm ve agnostisizmini, Hegel-cileri (bak. Strakov ve Çiçerin), Gri-goryev'in Schelling'ciliğini, Yurkeviç'in idealist görüşlerini, Gogotski'yi, Kar-pov'la diğerlerini, Slav'cı teorileri va Lavrov ile Mihaylovski'nin eklektizmini eleştirmiştir. Felsefî mücadele ile siyasi mücadele arasındaki bağı çok iyi kavrayan Antonoviç, Feuerbach va Çemişevski'nin ortaya koydukları antropolojik ilkelere dayanarak, emekçi halkın yaşayış şartlarında bir ilerleme sağlanmasını, okuma yazmanın yaygınlaştırılmasını, siyasî özgürlüklerin tanınmasını istemiş ve libe-ralizm'e karşı mücadelede, Rusya'da-ki sosyal sistemin köklü değişmelere ihtiyacı olduğunu belirtmiştir. Çer-nişevski'nin estetik teorisi'nin savunuculuğunu yapmış, «sanat için sanat» teorisini eleştirmiştir. Sovremennik'm susturulmasından (1866) sonra Antonoviç, materyalizm ve tabii bilim propagandasına günlük yayınlarında do-vam etmiş, bu amaçla da çağının bilimsel başarılarından (bak. Seçenov' un çalışmalarından, Darwin ve diğerlerinden) yararlanmıştır. 1896'da Charlz Darvin i yego teoriya adlı eseri yazmıştır. Antonoviç, 1909'da, Vahhi yazar grupuna karşı çıkarak, 1860'lann (Çernişevski ve diğerleri) edebi eleştiri geleneklerinin yeniden canlandırılması için çağrıda bulunmuştur. Antonoviç, tabiat bilimlerinde materyalist görüşlerin propagandasını yapmak ve demokrasiyi savunmakla beraber, hocalarının gö-, nişlerini yer yer basitleştirip vülga-rize etmiş, görüşlerinde devrimci demokratlar gibi kararlı olamamıştır. Materyalizminde diyalektik unsurlar varsa da, esas bakımından spekülatif ve metafizik olarak kalmıştır.

ANTROPOJENESİS: ANTROPOJENESİS, insanın ortaya çıkışı. Darwin, Huxley, Haeckel insanın maymundan türediğini belirtmişlerdir. Engels gösterir ki, Antropoje-nesis'de, motif güç, ilkel insanın sosyal emeği'dir. Antropojenesis, insanın kutsal bir kökenden geldiğini ileri süren dinsel idealist mitleri çürütür. Modern bilim, Antropojenesis'in sosyal emek teorisi'ni doğrular, insanın ortaya çıkışı ve gelişmesi şu dönemlere ayrılır: 1) Australopithecus; iki ayak üzerinde hareket etme, avlama, tabii aletlerin düzenli kullanılması dönemi; 2) ilkel sürü, Pithecanthropus, Sinanthropus. Neanderthalers; suni aletlerin düzenli yapımı dönemi. Sosyal üretimin ortaya çıkışı, bilincin gelişmesin^ konuşmayı sağlamış, insan vücuduna şekil vermiştir; insanın meydana gelişi, yüzbinler-ce yıl sürmüştür (Güney Doğu ve Güney Asya'da, ön Asya'da ve Afrika'da); 3) ilkel sürü'nün ilkel toplum haline, Nean derthal insanın da modern insan haline gelmesi dönemi.

ANTROPOLOJİZM: ANTROPOLOJİZM, insanı tabiatın en üstün ürünü olarak gören ve insanın bütün spesifik özellik ve niteliklerini tabii kökeni bakımından açıklıyan Marx-öncesi materyalizmin tipik bir çizgisi. Burada, insan ile tabiatın birliği, insan hakkındaki idealist anlayışa ve beden ile ruhu birbirinden ayrı şeyler olarak ele alan düalist görüşe karşı önemle vurgulanır. Antropolojizm, 17. ve 18. yüzyıl materyalizminde, burjuva devrimi destekliyen ve sosyal sistem ve din ile gerçek insan tabiatı arasındaki bağdaşmazlığı gösteren kanıtlardan birini meydana getiriyordu. Bir bütün olarak Antropolojizm, materyalizm'in yanlış bir tasvirinden başka bir şey değildir. Başta, insanın sosyal tabiat ve bilincini anlamak gücünden yoksunluğu olmak üzere, Marx-öncesi materyalizmin yanılgılarını taşır. Antropolojizm, insanın gerçek bütün özelliklerini ve niteliklerini, «soyut, bireyin ö-zünde... bulunan» (Marx), yani toplumdan ve sosyal tecrübeden soyutlanmış bir şey olarak görür. Antopolojizm, aslında, bireysel (somut) insanı yaratan ilişkilerin bütünlüğünden, sosyal gelişmenin objektif kanunlarından çok, «soyut insan»ın felsefî incelenişini ön plâna alır; buysa, özünde, insanın incelenmesine biyolojik bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım, tarih anlayışında, kaçınılmaz olarak idealizme yol açar; çünkü, burada, sosyal fenomenler insanın tabiî niteliklerine dayandırılmaktadır. Ant-ropolojizm, Feuerbach ve Çerni-çevski'nin eserlerinde bütün sonuçlarına kadar geliştirilmiş, Çerniçevski'nin hayat karşısındaki aktif devrimci tavrında, Antropolojizm'in bazı yanları a-şılabilmiştir. Modern burjuva felsefesinde Antropolojizm, objektif dünyayı insan tabiatından türeyen bir şey olarak gören çeşitli idealizm biçimlerine temellik eder. Antrolojizm, birçok felsefi eğilimlerin (bak. Varoluşçuluk; Pragmacılık; Hayat Felsefesi), birçok sosyolojik eğilimlerin (bak. Antroposos-yoloji; Sosyal Danvin'cilik) ve psikolo-ji'deki eğilimlerin (bak. Freud'culuk) ayrılmaz bir parçasıdır.

ANTROPOMORFİZM: ANTROPOMORFİZM, insanın biçim ve karakteristiklerinin dış tabiat kuvvetlerine aktarılması ve mitolojik varlıklara (tanrılar, ruhlar) izafe edilmesi. Antropomorfizmi uygulayan Kse-nophanes, dinin özelliklerini Antropo-morfizm'de görmüştür. Feuerbach ise, Antromorfizm'in dindeki belirtilerini genişliğine ve derinliğine ortaya koymuştur. Antropomorfizm ile animizm ve totemizm arasında bağlılık vardır ve Antropomorfizm en modern dinlerde yer alır; örneğin; islâmlık ve Yahu-dilik'te gizli bir form halinde vardır. Son zamanlarda, dinleri, ilkel antröpo-morfik kavramlardan (bak Deizm-, Teizm) arındırma çabalan gösterilmektedir.

ANTROPOSOFİ: ANTROPOSOFİ, mistik ve çürümüş bir teori, teosofi'nin bir çeşidi. Phythago-ras'cı ve Yeni-Platon'cu mistisizm, gnostisizm, kabalizm, masonculuk ve Alman tabiat felsefesi'nden alınmış dinsel ve felsefî fikirler yığınına dayanır. Antroposofi'nin temel özelliği, insan tabiatının tanrılaştırılmasıdır; ancak mistik bilgiye erişmiş bir kimsenin bunu kavnyabileceği kabul edilir. Ant-roposofi, Alman okültist Rudolph Steiner (1861 -1925) tarafından Birinci Dünya Savaşı'ndan hemen önce kurulmuştur (Secret Science, 1910; Anthroposop-hic Theses, 1925). Antroposofi, Federal Almanya Cumhuriyeti, ingiltere ve Birleşik Devletler'de bugün de geçerlidir.

ANTROPOSOSYOLOJİ: ANTROPOSOSYOLOJİ, reaksiyoner ırkçı bir teori; antropolojik olguları tahrif eder ve bireylerin ve birey gruplarının sosyal pozisyonu ile insanın anatomik ve fizyolojik özellikleri (kafatası büyüklüğü ve biçimi, uzunluk, saç rengi, v.s.) arasında doğrudan bir bağıntı kurar; sosyal fenomenleri bu açıdan inceler. Antropososyoloji, Aryan-lar'ın başka ırklardan üstün, aristok-ratik bir ırk oldukları, ve soylulukla burjuvalığın bu ırka özgü olduğu biçiminde bir sonuca varan J. Gobineau'-nun (1816-82) sahte-bilimsel teorisini benimseyip geliştiren J.V. Lapouge (1854-1936) tarafından kurulmuştur. Antropososyoloji, sınıf mücadelesini ırklar arası bir mücadele olarak ve işçi kurtuluş hareketlerinin gelişmesini Aryan unsurda bir azalmadan ileri gelen bir gerileme olarak gösterir. Lapouge, «huzursuz kitleler»in yatıştınl-ması için, döl iyileştirici önlemlere boş-vurulması gerektiğini ileri sürer. Antropososyoloji, Alman Nazizmi'nin ideolojik silâhlarından biriydi; bugünkü ırkçılar tarafından da savunulmaktadır.

APATİ: APATİ, bak. Duyumsamazlık.

APEİRON: APEİRON, Anaksimandros tarafından, sınırsız, belirsiz, niteliksiz maddenin sû rekli hareket halini belirtmek için ortaya konulan bir kavram. Buna göre, sonsuzca çeşitli objeler, ve bütün âlemler, karşıtların (sıcak ile soğuk, yaş ile kuru) ve onların mücadelesinin Apei-ron'dan yalıtılmasıyla meydana gelirler. Arperion kavram, madde ve somut cevherler (hava, su) arasında özdeşlik gördüğü için, eski Yunan ma-teryalizmi'nin gelişmesinde ileri bir adımdı. Pythagoras'cılar'a göre, Apei-ron, kendi karşıtı (sınırlı-olan) ile varolan herşeyin temelini teşkil eden sınırsız ilkedir.

APOLOJETIK: APOLOJETIK, akla hitap eden kanıtlar yoluyla, bir dogmayı savunan ve haklı gösteren bir teoloji dalı. Apolo-jetik, Katolik ve Ortodoks teoloji sistemlerinin kapsamına girmiştir; fakat, Protestanlık, Apolojetik'i reddeder ve inancın akla önceliğini öne sürer. Apolojetik, Tanrı'nın varlığının ispatını, ruhun ölümsüzlüğünü, (mucize ve kehânetler de olmak üzere) tanrısal vahiy belirtileri öğretisini: dine ve dinin çeşitli dogmalarına karşı yöneltilen itirazların olduğu kadar, yabancı inançların da teolojik bir analizini kapsar. Apolojetik bir yandan akla seslenmek, öte yandan da, temel dinsel dogmaların akılla kavranmamıyacağını öne sürmek gibi bir sakatlık taşır, yani Apolojetik, biçim olarak rasyonel, muhteva olarak irrasyonel'dir. încelmiş safsata, aşın yantutarlık ve dogmatizm, karanlık ve bilimsel-olmayış Apo-lojetik'in tipik özellikleridir.

APOPHANSİS: APOPHANSİS (inkâr anlamına gelen «apophasis» ile karıştırılmamalıdır), Aristoteles tarafından şöylece ta-nımlanan bir öneme: «her cümlenin bir anlamı vardır... fakat her cümle bir önerme değildir; ancak, doğruluk yada yanlışlık taşıyan cümleler öner-me'dir». Klâsik mantık'ta Apophansis, bir şey hakkında bir şeyi olumlamak yada olumsuzlamak anlamına gelir sadece. Apophansis, bir çıkarsama yapmak amacıyle, başka cümlelerle birlikte kullanıldığında, Aristoteles buna «protasis» (öncüller) adını verir.

APORİA: APORİA, eski Yunan felsefesinde, objenin kendisinde yada kavramındaki bir çelişkiden ileri gelen, çözülmesi güç bir problem. Elea'lı Zenon tarafından ileri sürülen hareketin imkânsızlığı kanıtına Aporia denir ' (Zenon'un kendisi bu terimi kullanmış değildir), «ikiye bölme» Aporiası şöyledir: herhangi bir noktaya varmak için o noktaya kadar olan mesafenin yansını kat-etmek gerekir; yan mesafeyi katetmek için de onun yansını katetmek gerekir; ve bu, sonsuza kadar böylece devam eder. Bu öncülden, hareketin imkânsız olduğu sonucu çıkarılır. «Akhil-leus ile kaplumbağa» Aporias'ında belirtilen şey şudur: koşucu Akhilleus hiçbir zaman kaplumbağaya yetişemez; çünkü Akhilleus kaplumbağanın hareket noktasına vardığında kaplumbağa daha ileride bir noktada olacaktır, ilh. Zenon, hareketin çelişik mahiyetini doğru bir biçimde işaret etmiş olmakla birlikte, hareketin çelişik momentlerinin birliğini kavnyamamış ve bundan hareketin imkânsızlığı sonucunu çıkarmıştır. Aporia terimi, felsefî anlamını, ilk olarak Platon ile Aristoteles'in eserlerinde bulmuştur. Aristoteles, Aporia terimini «karşıt yargılar arasında eşitlik» olarak tanımlamıştır. K ant'm antinomi'leri Aporia'ya yakındır.

A POSTERİORİ:A POSTERİORİ, a priori'nin karşıtı; A posteriori, tecrübe yoluyla elde edilen bilgiyi nitelendirmek için kullanılır.

A PRİORİ: A PRİORİ, idealist felsefede A Priori, tecrübeden gelen a posteriori bilgi'ye karşı, tecrübeden bağımsız olarak ve tecrübeden önce elde edilen, zihinde başlangıçtan beri saklı duran bilgiyi belirtmek için kullanılır. Bu iki terimin, a posteriori ile A Priori'nin karşıtlaştınlması, özellikle Kant felsefesinin tipik bir yanıdır. Duyumsal algı yoluyle elde edilen bilginin hakiki bir bilgi olmadığını söyliyen Kant, bunun karşısına, otantik bilgi olarak duyumun formları (zaman ve mekân) ile aklın A Priori formlarını (nedensellik, zorunluluk, v.s.) koyar Diyalektik materyalizm, hiçbir A Priori bilgi formu kabul etmez.

AQUİNDOLU THOMAS: AQUİNDOLU THOMAS (1225-74), italyan Katolik ilâhiyatçı, Dominiken keşiş ve Büyük Albert'in tilmizi; 1923'te Kilise tarafından resmî aziz olarak kabul edilmiştir. Aquino'lu Thomas'ın objektif idealist felsefesi, Aristoteles'e! felsefenin tahrifi ve. Hıristiyan dinine adapte edilmesiyle ortaya çıkmıştır. Aquino'lu Thomas, Aristoteles'e! felsefede yer alan materyalist fikirleri kısırlaştırmış, bu felsefenin idealist unsur larını (hareketsiz dünyanın ilk muharriki doktrini, v.s.) ön plana çıkarmıştır. Yeni-Platon'cu doktrinler de Tho-mas'cılık'ı hayli etkilemiştir. Üniversal (tümel, külli) tartışmasında «ılımlı ger-çekcilik»den (bak. Gerçekçilik, Orta Çağ) yana bir tavır almış; üç tip Üniversal belirtmiştir: tekil'den önce gelen ünı versaller (trannsal akıl'da), şeylerdeki üniversaller (tekil'de üniversaller olarak), ve şeylerden sonraki üniversaller (şeyleri bilen insan zihninde). Tho-mas'cılık'm ana ilkesi iman ve aklın uyumudur; ona göre, akıl, Tann'yı rasyonel olarak ispatlıyabilir ve dinin hakikatlerine karşı çıkışları reddedebilir. Aquino'lu Thomas, varolan her şeyi, Tann tarafından yaratılmış olan hiye-rarşik düzene sokar. Bu teori, yani varlıkların hiyerarşisi teorisi, feodal çağda Kilise'deki organizasyonu yansıtıyordu. Aquino'lu Thomas'ın iskolastik sistemi, 1879'da, resmen, «Katolikliğin hakiki biricik felsefesi» olarak ilân edildi. Anti-komünizm ideologları tarafından da, marksist bilimsel dünya, görüşüne karşı mücadelede kullanıldı (bak. Yeni-Thomas'cılık). Başlıca eserleri: Summa contra gentiles. 126-64; Summo theologipa, 1265-73.

ARAP FELSEFESİ: ARAP FELSEFESİ, 9. yüzyıl'dan 12. yüzyıla kadarki Arap düşünürleri. El Kindi, Farabi, Ibni Sina, Ibni Rüşt, El Gazali tarafından geliştirilen felsefi öğretiler. Arap felsefesi, Aristoteles'in materyalist - panteist felsefesini geliştirerek (yorumlayarak), Batı dünyasına geniş çapta tanıtan Ibni Rüşt ile Ibni Sina'nın çalışmalanyle önem kazanmıştır.

ARAZ: ARAZ, aslî'nin, cevhersel'in karşıtı (bak. Cevher); bir şeyin, geçici, sürek siz, asli-olmıyan özelliği, ilk olarak Aristoteles tarafından kullanılan bu terim, iskolâstisizm'de, 17. ve 18. yüzyıl felsefesinde yaygınlık kazanmıştır. Marksist felsefede geçerliği yoktur.

ARDARDA SÜREKLİLİK: ARDARDA SÜREKLİLİK, gelişme süreci içinde eskiyle yeni arasındaki objektif ve zorunlu bağıntı; inkârın inkârı kanununun temel çizgilerinden biri. Objelerin basit artışını (nicelik artışı) mutlaklaştıran metafiziğin aksine, materyalist diyalektik, tabiat, toplum ve düşüncenin ilerleyici gelişme süreçlerinin araştırmasına yönelir. Maddenin hareketinin başlangıç biçimlerinin incelenmesi bize gösterir ki, daha alt hareket biçimlerinin yerini alan daha üst hareket biçimleri, bu alt hareket biçimlerini bertaraf etmez, onları kapsar ve içerir. Gerek varlıklar alanında, gerekse bilgi alanında diyalektik materyalist inkâr anlayışı eskinin tasfiye edilmesini değil, önceki evrelerde elde edilmiş olan'da mevcut bulunan ilerleyici ve rasyonel unsurların muhafazasını ve geliştirilmeğini içerir. Ardarda Süreklilik süreçlerinin doğru olarak anlaşılması, bilim ve sanatın gelişme kanunlarının analizinde, geçmiş başarılar karşısında eteştirici-olmayan bir tavır takınılmasına ve kültürel mirasın nihilistçe inkâr edilmesine karşı mücadelede özel bir önem taşır.

AREOPAJİTİK: AREOPAJİTİK, dört risale («Tanrısal Adlar Üzerine», Göksel Hiyerarşi Üzerine», «Kilise Hiyerarşisi Üzerine», «Mistik Teoloji Üzerine») ve on tane dinsel inceleme'den meydana gelen bir koleksiyon, Uzun zaman, bunların 1. yüzyıl Atina piskoposu Areopajit Di-onysius'a (eserin adı buradan gelir) ait olduğu sanılmışsa da, daha sonra bunun bir yanlışlık olduğu bilginler tarafından ortaya çıkarılmıştır. 1. yüz-yıl'da Yeni-Platon'cu akım henüz mevcut olmadığı halde, Areopajitik'te bu akımın geniş izleri görülür. Ayrıca, Areopajitik, bir Kilise doktrinini de içine alır, ama 1. yüzyıl'da bu doktrinin varlığından söz edilemez. 5. yüz-yıl'a kadarki ilk Hıristiyan literatüründe Areopajitik'in adına rastlanmaz. Gerek bu durum, gerekse başka kanıtlar, bilginlerin, Areopajitik'in ortaya çıkışı tarihi olarak 5. yüzyıl'ı vermelerine, Areopajitik Dionysius'un da ilk Hıristiyan Kilisesi üzerindeki büyük otoritesinden ötürü Areopajitik'in derleyicisi olarak tanınmış olduğu sonucuna varmalarına yol açmıştır. Bazı bilginler ise, Arepoajitik'in derlej/icili-ğini, Doğu'da faaliyet göstermiş bir Gürcü psikopos olan Iberya'lı Peter'e izafe ederler. Areopajitik, sistemli, planlı bir Orta Çağ Kilise doktrini teşkil eder. Buna göre, bütün varlığın merkezi, kavranması imkânsız bir tann-lık'tır; ondan sızan ışık ışınlan, her yönde, melekler dünyası ve' kilisenin nüfuz alanından, alelade insanların ve eşyanın bulunduğu yere kadar ışır. Bu öğretilerde yer alan güçlü panteist unsurlar, Kilise doktrinine kıyasla daha ilericidir. Rönesans'a kadar gelen bin yıllık süre içinde Areopajitik, hem en çok benimsenen bir dinsel felsefe eseri, hem de Orta Çağ felsefesinin ideolojik kaynaklarından biri olmuştur.

ARİSTARKHOS: ARİSTARKHOS (İ.Ö. 320-250), astronom, Pytagoras'cı," Straton'un öğrencisi. Yeryüzü'nün Güneş ve Ay'a uzaklığı konusunda yaptığı geometrik ölçümler ona Aristoteles'in yermer-kezci sistemi'nin yanlışlığını gösterdi ve güneşmerkezci bir sistem kurmasına yol açtı (bak. Güneşmerkezcilik ve Yermerkezcilik). Aristarkhos'un sistemi Antik Çağ'da itibar görmedi, Kopernikus'un zamanına kadar yararla-nılmıyan bir sistem olarak kaldı.

ARİSTİPPOS: ARİSTİPPOS (İ.Ö. 435-355), filozof, Sokrates'in öğrencisi ve Kyrene (hedonizm) okulunun (bak. Kyrene Okulu) kurucusu. Yazıları kaybolmuştur. Aris-tippos, bilgi teorisi'ndeki sansüalizm ile etik'teki hedonizm'! bileştirir. Hazzı hayatın en yüce amacı olarak görmüş olmakla birlikte, insanın kendisini en büyük nimet olan «entelektüel zevk»e vermesi gerektiğini ileri sürer.

ARİSTOTELES: ARİSTOTELES (İ.Ö. 384-322), filozof ve ansiklopedik bilgin; mantık bilimi'nin ve daha birçok özel bilgi dalının kurucusu. Marx, Aristoteles için “Antik Çağ'ın en büyük düşünürü” diye yazmıştır. Trakya'daki Stageiros'da doğdu, Platon'un okulunda öğrenim gördü. Aristoteles, Platon'un cisimlilik-ten soyutlanmış formlar (“ideler”) teorisini eleştirmiş, fakat «idealizm ile materyalizm arasında- (Lenin, Toplu Eserleri, Cilt 38, s. 286) kararsızlığından ötürü, Platon idealizmi'nin üstesinden gelememiştir. Aristoteteles, 1.0. 355'de Atina'da kendi okulunu (bak. Lykeion) kurdu Aristoteles felsefesi şunlara aynlır: 1) teorik veçhe — varlığı, varlığın unsurlarını, nedenlerini ve kökenlerini ele alır, 2) pratik veçhe — insansal faaliyeti ele alır, 3) poetik veçhe — yaratıcılığı ele alır. Bilimin konusu zihinle elde edilebilen genel'dir. Fakat genel, duyumsal yoldan kavranabi-len tekil'de vardır ve tekil aracılığıyla bilinir; genel'i bilme'nin şartı tümeva-rımcı genelleştirme'dir, bu ise duyusal algı olmaksızın mümkün değildir. Aristoteles dört ilk. neden kabul eder: 1) madde, yada oluşun pasif imkânlılıği; 2) form (cevher, varlık'ın cevheri), maddede bir imkânlılık olarak bulunan şeyin realitesi; 3) hareketin meydana gelişi; 4) amaç. Aristoteles, bütün tabiatı. «madde»den «form>a, «form»dan «mad-de»ye zincirleme geçiş olarak görür. Fakat, Aristoteles, maddeyi sadece pasif bir ilke olarak düşünüyor, bütün faaliyeti ise, hareketin meydana gelişini ve yönelimini içine alan forma atfediyordu. Bu hareketin nihaî kaynağı «ilk muharrik» olan Tann'dır. Bununla birlikte, Aristoteles'in objektif idealist «form» teorisi birçok bakımdan «Platon idealizmine oranla daha objektif ve ilerde, daha genel'dir, bundan ötürü de tabiat felsefesinde daha çok = materyalizm'dir». (Lenin, Toplu eserleri, Cilt 38, s. 282). «Aristoteles, materyalizmin kıyısına kadar gelir> CAynı eser, s. 287). Aristoteles'in formel man-tık'ı, onun varlık teorisi, bilgi teorisi ve hakikat teorisi'ne sıkıca bağlıdır; çünkü, mantık formlarında varlık formlarını da görüyordu. Bilgi teorisinde A-ristoteles, kesinlik kazanmış bilgi (bak Apodeiktik) ile «tahmin» sahasında kalan olasılık arasında bir ayırım yapıyordu (bak. Diyalektik). Fakat o, bilginin bu iki formunu dil aracılığıyle bağlar. Deney, Aristoteles'e göre «tahmin» in doğru olup olmadığını gösterecek nihaî aşama değildir, ve bilimin yüksek pos-tulalan duyumlar yoluyla değil, fakat doğrudan doğruya zihinden gelen hakikatler olmalan bakımından doğruluk kazanırlar. Ne var ki, zihnimizin spekülatif olarak varılan yüksek aksiyomları da zihinde mündemiç olmayıp olguların derlenmesi, düşüncenin olgulara doğru olarak yönelmesi gibi faaliyetlerin bir sonucudur. Bilimin nihaî amacı, incelenen objenin tanım-lanmasıdır, bunun şartı ise, tümdengelim ve tümevanm'ı birleştirmektir. Bütün öbür kavramları yüklemliyen bir kavram bulunmadığı ve, dolayısıyle, değişik kavramlar aynı bir sınıf içinde genelleştirilemediği için, Aristoteles, kategorileri, yani gerçekten varolan her şeyin ait olduğu yüksek sınıflan ortaya koyar. Kozmoloji'de, Pythago-ras'cı teori'yi reddeden Aristoteles, gü-neşmerkezci sistem'in yaratıcısı olan Kopernikus'a gelinceye kadar bütün zihinleri yanıltmış olan yermerkezci sistem'i geliştirmiştir. Etik'te, Aristoteles, temaşa'yı zihinsel faaliyetin en yük sek biçimi olarak kabul eder.Buysa, kol işi ile kafa işi'nin birbirinden ayrılmasından, eski Yunan köleci devletinin tipik bir özelliği olan hür kişilerin imtiyazlı durumundan ileri gelir. Toplum teorisinde Aristoteles, köleliğin köklerinin tabiatta bulunduğunu ileri sürer. Devlet otoritesinin yüksek biçimleri, iktidarın bencilce kullanılmasına imkân vermiyen ve otoritelere toplumun bütününe hizmet zorunluluğunu yükliyen biçimlerdir. Aristoteles felsefesinin kararsızlıkları, bu felsefenin düalitesini açıklar; bu felsefenin ma-. teryalist eğilimleri, feodal toplumun felsefesinde yer alan ilerici fikirlerin gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır; bu felsefedeki idealist unsurlar ise, Aristoteles teorilerini «her türlü araştırmayı, şüphe ve soruşturma mod-lannı reddeden ölü bir iskolâstisizm» (Lenin, Toplu eserleri, Cilt 38, s. 368-69) düzeyine indiren Orta Çağ Kilise adamları tarafından yaygınlaştırılmıştır. Aristoteles'in temel eseri Metafi-zih'i inceliyen Lenin, burada «diyalek-tik'in canlı tohumlarını ve onun araş-, tırıcı yanını», akim gücüne, bilimin kudretine ve objektif hakikatine (Aynı eser) gösterilen safdil güveni derinliğine değerlendirir.

ARKESİLAOS: ARKESİLAOS (İ.Ö. 315-241), eski Yu-nan'lı filozof: ikinci Akademia'nm kurucularından. Bu Akademia'nın bir özelliği, Platon'un fikirlerinden şüpher cilik'e geçiştir. Burada Platon'un etkisinden kalan şey, çeşitli mantık kavramları tiplerine gösterilen bir eğilimdir sadece; bu eğilim, sonunda, dogmatik felsefenin yıkılmasına ve yalnız olasalık kavramlarının öne sürülmesine varmıştır. Etik'te, Arkesilaos, ruh sükûnu durumuna indirgediği Platon' un coşkunluk teorisini değişik bir şekilde yorumlamakla temayüz eder.

ASKERÎ DEMOKRASİ: ASKERÎ DEMOKRASİ, gentil düzenin yıkılması ve devletin oluşması sırasında ortaya çıkan toplum siyasî organizasyonunun ilk biçimlerinden biri. Askerî Demokrasi terimi, Morgan tarafından bulunmuştur. Askerî Demokra-si'yi Homer Çağı'nda (l.ö. 12-9. yüzyıllar) Yunanlılar, kırallık çağında da (Î.Ö. 8-6 yüzyıllar) Romalılar uygulamışlardır, iskitler, Keltler, eski Germen kabileleri, Nörmandiya'lılar da Askerî Demokrasi'yi uygulayanlar arasındadır. Askerî Demokrasi'nin karakteristik özelliği, iktidarın giderek şefler, komutanlar, ruhaniler elinde toplanması, soy yoluyla geçen bir kurum haline gelmesidir. Burada, yağma savaşları devamlı bir sanat halini alır, bazı imtiyazlardan yararlanan askeri bir kast meydana gelir. Böylece, gen-til düzenin organları «halk iradesinin araçları olmaktan çıkıp, halkı yöneten ve ezen, kendi başına buyruk organlar haline gelirler.» (Marx, Engels, Seçilmiş Eserler, Cilt II, s. 314).

ASLİ ÖZELLİKLER VE ASLİ-OLMIYAN ÖZELLİKLER: ASLİ ÖZELLİKLER VE ASLİ-OLMIYAN ÖZELLİKLER, şeylerin yada fenomenin, bu şeylerde ve fenomende oynadıkları role göre ayrılan özellikleri. Aslî özellikleri olmaksızın hiçbir şey varolamaz, fakat şeyler, bazı asli-olmıyan özellikleri olmaksızın da varolabilirler. Asli özellikler objenin özü tarafından belirlenirler. Felsefede, Aslî özellikler yüklemler olarak, Aslî-olmıyan özellikler ise araz olarak'kabul edilirler. Özellikler arasında bir ayırımın yapılması, objelerin objektif varlığından ileri gelen belirli bir değerlendirme olarak, şeyler hakkındaki bilginin bir karakteristiği olması bakımından önem taşır. Bunan tersine, sübjektif idealizm, Asli özellikler ve Aslî-olmıyan özellikler ayırımını özne bakış açısından açıklar, ve tabiatın kendisinde böyle bir ayırımın varlığım göremez. Aslî özelliklerle Aslî-olmıyan özellikler arasında bir ayınm yapma güçlüğü, bilginin başlangıç aşamalarında, gerek Aslî özellikler'in gerekse Aslî-olmıyan özellikler'in kıyas adı verilen aynı mantıksal metodla ortaya konulması olgusunda yatar. Filiyattaki ayırıma, daha sonraları, özelliklerin öze (essence) yerleştirilmesiyle ve aslî olan'ın kendisini evrensel olarak açığa vurmasıyle varılmıştır, insan pratiği ki, bir şeyin Aslî özellikleri onda kendisini gösterir, bu ayrımın yapılmasında belirleyici bir şarttır.

ASTRONOMİ: ASTRONOMİ, gök cisimlerinin ve diğer kozmik madde biçimlerinin durumlarını, hareketlerini, yapılarındaki gelişmeleri inceliyen bilim. Astronomi her biri kendi içinde de bölümlere ayrılan çeşitli disiplinlere ayrılır, örneğin, Astrometri gök küreleri bilimini, jeofizik'i, denizcilik bilimini ve pratik Astronomi'nin diğer dallarını kapsar ve gök cisimlerinin durumlarını ve büyüklüklerini ölçme problemleriyle uğraşır, ikinci dünya savaşından bu yana gelişmiş olan radyo-Astronomi, çeşitli kozmik cisimleri onların yaydıkları radyo dalgalarını gözlemliyerek inceler. Astrofizik, diğer şeylerin yanı-sıra, kozmik maddelerin (cisimler, toz, gaz) ve kozmik kürelerin özelliklerini inceler. Kozmogoni, kozmik maddelerin kökeni ve gelişmesiyle .ilgili problemleri inceler. Kozmoloji ise, bütün kozmik sistemleri kuçaklıyan tek bir sistem olarak Evren'in yapısının genel kanunlanm inceler. Astronomi, tabii bi-lim'in ve genellikle insansal bilginin deneysel alanını muazzam bir ölçüde zaman ve mekâna yayar. Astronomi sayesinde, insan zekası dış mekânda" milyonlarca ışık yılı derinliklere, zamanda ise yüzlerce ve binlerce milyon yıl geçmişe ve geleceğe nüfuz etmiştir. Astronomi'nin objeleri devasa tabiîfiziksel labratuarlardır ki, burada hareket halinde bulunan son derece çeşitli süreçler, yeryüzü şartlan altında ya hiç tekrarlanamaz, yada pek küçük çapta tekrarlanabilir. Örneğin termonükleer reaksiyonlar ilkin yıldızlarda keşfedilmiş, sonradan da Dünyamızda (şimdiye kadar kontrol edilemiyen patlamalar sadece) husule getirilmiştir; kozmik ışınlar halindeki parçacıklann en güçlü akselera-törlerde bile erişilemiyecek enerjileri vardır. Mekânda, madde'yi, süper yoğunluk ve aşın seyreklik, çok büyük çapta boyutları ve güçleri olan çekimsel ve elektromanyetik alanlar, dev çapta patlamalar ve savrulmalar halinde gözlemliyebillriz. Astronomi fiziğin deneysel alanını sınırsız mekâna yayar, fakat kendisi ilkin fizik bilimlerin usul ve metodlarma dayanır. Çok yakın bir geçmişe kadar, astronomlar, hemen tamamen gözlemle uğraşırlardı. Fakat, 1957'den bu yana. SSCB. ilk defa olarak, dünyamızın yapma uydusunu fırlatıp uzay araştırmaları için yolu açınca durum değişti. Dünyamızdan yapılan çok üsttün gözlemler (gezegenler arası mesafelerin ölçülmesi; Ay'ın arka yüzünün fotoğrafının çekilmesi, v.s.), hatta başka gök cisimlerine giderek orada deneyler düzenlemek olağanlaştı. Astronomi en eski bilimlerden biridir; hakikî materyalist tabiat görüşünün işlenip yayılmasına diğer bütün tabiat bilimlerinden daha çok hizmet etmiştir. Astronomi gök cisimleriyle uğraştığından. Kilise ve Kilise adamları tarafından sürekli olarak şüpheyle karşılanmış. Evren'in bilinmesini önlemek için Astronomi'ylö uğraşanlar işkence kazığına oturtularak öldürmekten sui-kaste kadar varan barbarca muamelelere maruz bırakılmışlardır. Din adamları bugün tabiî bilimlerin büyük otoritesini kabul zorunda kaldıkları halde, Astronomi verilerini hâlâ da Ijahrif etmeye çalışırlar. Astronomi'yi dini haklı çıkarma işinde kullanmak isterler.

AŞMA: AŞMA, bir şeyin, aynı zamanda hem ortadan kaldırılmasını, hem de muhafaza edilmesini belirten ve Hegel fel-sefesi'nde sık sık kullanılan bir terim. Hegel, mantıkin soyut kategorilerinin hareketini karakterize etmek için Aşma terimini kullanır. Üçlem'de (tez, antitez, sentez üçlemi), en üst kategoriyi teşkil eden sentez, düşüncenin hareketi içinde antitez'i aşar. onu ortadan kaldırır. Bununla birlikte, en üst kategori, kendisinden daha önceki kategorilerin pozitif muhtevasını,, fakat artık dönüşüme uğramış olan bu muhtevayı içinde barındırır. Hegel'de, Aşma, soyut ve mantıksal'dır ve bir kategoriler sisteminin kurulmasına araçlık eder; çelişmelerin çözülmesinin formel bir aracı olarak iş görür, fiilî çelişmeleri uzlaştınr. Diyalektik materyalizm'-de ise, Aşma terimi, gelişmenin kesintisiz sürekliliğinin tavsir edilmesinde, daha alt bir fenomen ile daha üst bir fenomen arasındaki bağıntıyı karakterize etmek için kullanılır, örneğin, mekanik hareket, maddenin hareketinin biyolojik biçimi içinde «aşılmış» bir biçim olarak bulunur, diye belirtilir.

ATAERKİLİK: ATAERKİLİK, ikel komün slstemi'-nin gelişmesinde, sistem'in bütünlüğünü yitirmesiyle ortaya çıkan tarihsel bir aşama. Ataerkillik, anaerkillik'ten sonra ortaya çıkmıştır. Ataerkillik'in spesifik özelliği, klan toplumunun ekonomisine ve yaşayış tarzına erkeğin hâkim olmasıdır. Ataerkillik, ilk geniş ölçüde işbölümü (hayvancılığın tarımdan ayrılması) ile birlikte ortaya çıkmış ve üretim güçlerinin, sürekli mübadelenin, özel mülkiyetin ve köleliğin oldukça hızlı gelişmesine yol açmıştır. Hayvancılık ve çiftçilik geliştikçe, köle ve davar sahipliği de (köleler davar karşılığında mübadele ediliyordu) derece derece gelişmiştir. Ataerkillik'te, grup evliliğinin yerini iki-kişilik evlilik almış, koca çocukların babası olarak kabul edilmiş; kan ve çocuklar üzerinde kocanın sahiplik hakkı tanınmıştır. Yüz yada daha çok sayıda bireyleri içine alan Ataerkil aile, her şeyden önce ekonomik bir birim (unity) 'dir (bak. Klan). Üretim güçleri'nin, özel mülki-yet'in ve mübadele'nin daha da gelişmesi, Ataerkil aile'nin birbirinden ayrı, tek-eşli küçük ailelere bölünmesine yol açmıştır.

ATARAKSİYA: ATARAKSİYA, eski Yunan filozofları'na göre, bilge bir kişi için erişilebilecek manevi huzur ve sükûn hâli. De-mokritos, Epikuros ve Lucretius'a göre, Ataraksiya'ya giden yol, Evren'i bilme, korkunun üstesinden gelme ve ondan kurtulma yoluydu. Şüpheciler (Pyrrhon ve diğerleri), hüküm vermekten kaçınmak, ölüp ' bitenlere neşe ve üzüntüyle kayıtsız kalmakla (bak. Apati) Ataraksiya'ya erişileceğini düşünüyorlardı. Marksist etik, hayat karşısında temaşacı davranışı, dolayı-sıyle, Ataraksiya'yı, özellikle de şüphe-ciler'in ileri sürdükleri Ataraksiya'yı bir ideal olarak reddeder.

ATOM VE ATOM ÇEKİRDEĞİ: ATOM VE ATOM ÇEKİRDEĞİ, atom, bir ışık zarfına sarılı, pozitif yüklü bir çekirdek ile elektron denilen ve çekirdeğin yörüngesinde hareket eden negatif yüklü parçalardan meydana gelmiş karmaşık bir sistemdir, kimyasal bir elemanın küçük parçacığını teşkil-eder. Atom çekirdeğinin kendi yapısı karışıktır, nukleon diye adlandırılan neutron'lar ile protonlardan (bak. Temel Parçacıklar) meydana gelmiştir. Atom bir santimetrenin yüzmilyon-da biri kadar küçük bir şeydir. Çekirdekteki yüklerin değeri, proton sayısına eşittir ve atomdaki elektron sayısına tekabül; buysa, Mendelyev'in peryodik tablosu'nda belirli bir elemanın sıra sayısıdır. Aşağı yukan bütün atom kitlesi, çekirdek'te yoğunlaşmıştır. Atom'un bütünsel bir formasyon olarak varlığı, kuantum kanunlan'na tâbidir; bu kanunlar, Atom'un denge-'sini, elektronlar'ın dalga-parçacık ikiliği ile belirlenen özel hareketi, bir denge halinden başka bir denge haline geçiş sırasında atom enerjisinde meydana gelen ani değişmeleri, atomların karşılıklı etkisini, v.s.'yi açıklar. Atomlar, elektronik zarflarında, karşılıklı etki yoluyla birleşebilirler; bu ise, maddenin kimyasal hareket biçiminin çeşitli görünüşler kazanmasını sağlar. Kimyasal değişmeler, atom çekirdeğini etkilemez. Çekirdeğin dengesi, karşıt güçlerin eşzamanlı aksiyonuna tâbidir; bu karşıt güçler, özdeş yüklü protonların elektriksel itme güçleri ve çekirdeğin bütün parçacıktan arasındaki özel çekim güçlerinden ibarettir; bunlar sadece kısa uzaklıklarda geçerli olan, çekirdeğe özgü güçlerdir. Çekirdek kütlesi, kendisim meydana getiren parçacıkların kitlesinden daima daha azdır. Bu, çekirdeğin oluşumunda, kitle azaldığı zaman buna uygun olarak, belirli bir miktarda enerjinin serbest kalmasıyla (Einstein tarafından keşfedilen, enerji ve kitle arasındaki ilişki uyannca) açıklanır. Çekirdeğin dönüşümü (kimyasal elemanların kon-versiyonu, radyoaktivite) enerjinin muazzam bir miktarının serbest kalmasına eşlik eder. Değişik elemanların atomları derin karşılıklı diyalektik bağlarla birbirlerine bağlanmıştır. Atom ve atom çekirdeği, maddenin artan bir tarzda karmaşık biçimlerinin —ki bunlar maddenin gelişiminin belirli aşamalarında ortaya çıkarlar— genel dizisindeki «boğumlar» («nodes»)'dırlar. Atom teorisinin gelişmesi felsefe, tabiat bilimleri ve teknolojinin gelişmesinde biyük bir rol oynamıştır (bak. Atomistik). Modern fiziğin kaydettiği ilerlemeler —atomun karmaşık yapısının keşfedilmesi, bir atomun başka bir atom haline gelmesi (radyoaktivite), v.s.—, tabiat bilimlerinde, maddenin yapısına ve özel-; .ilklerine ilişkin eski kavramların yeniden gözden geçirilmesine, materyalizmin yeni bir biçim almasına varan gerçek bir devrim meşdana getirmiştir, özellikle, maddenin güya karşıt «dalga-parçacık» özelliklerinin birliği olarak mikrokozmun nitel özelliklerinin keşfedilmesi; maddenin en «basit» parçacığının bile sonsuz sayıda özelliklere sahip bulunduğunun keşfedilmesi, v.s. Bütün bunlar diyalektik materyalizmi doğrulayan en yeni kanıtlardır. Atom enerjisinin uygulamada (pratical) kullanılması, birçok bakımlardan, ardarda çözüme kavuşturulan çok sayıdaki bilimsel ve teknik problemlerden biri olmakla kalmayıp, aynı zamanda, modern toplumun hayatına ilişkin en çetin problemlerden de biridir. Atom enerjisinin barışçı biçimde kullanılması, üretim araçlarının gelişmesi bakımından insanlığın önüne en geniş alanları açmıştır.

ATOMİK OLGU: ATOMİK OLGU, mantıksal-ampirizm' in temel kavramlarından biri. Atomik Olgu şeylerin ve düşünce objelerinin bir bileşimi olmakla birlikte, kendisini meydana getiren parçalarına bölünemez. Atomik Olgular diğerlerinden bağımsızdırlar. Bir Atomik Olgunun varolması (yada varolmaması) başka bir Atomik Olgu'nun varolduğunu (yada varolmadığını) göstermez. Böylece, burada, karşılıklı bağlılık ve Evren' in birliği inkâr edilmiş oluyor; ve bilgi süreci, pratikte, Atomik Olgu'nun tasviriyle sınırlandırılıyor. Atomik Olgu metafizik kavramı, matematiksel man-tık'ta önemli bir rol oynıyan «atomik» (elemanter) cümlelerin belirli özelliklerinin dış dünyaya aktarılması sonucunda ortaya çıkmıştır. Özünde Atomik Olgu kavramı, Mach'ın «dünya unsurları» ile ilişkilidir.

[color=darkblue]************>>>[/color]
ATOMİSTİK: ATOMİSTİK, maddenin yapısını (atomlardan ve diğer mikro-parçacık' lardan meydana gelen) kesikli bir yapı olarak ele alan teori, Atomistik, ilk olarak eski Hint felsefi teorilerinde, nyaya ve vayseşika teorilerinde; daha tam olarak da, Leukippos, Demokritos, Epikuros ve Lucretius'un felsefelerinde formüle edilmiştir. Bu felsefelerde atomlar, nihai, bölünmez, en küçük, öz bakımından sonsuzca ufak parçacıklar olarak düşünülüyordu. Atomistik, 17. ve 19. yüzyıllar arasında Galileo, Newton, Lomonosov, Dalton, Bulterov, Mendeleyev, Böyle ve Avo-gardo'nun eserlerinde işlenerek maddenin fiziko-şimik yapısı teorisi haline geldi. Atomistik, materyalist dünya anlayışları için bir temel rolü oynamıştır herzaman. Bununla birlikte, Eski Atomistik, oldukça metafizik kapsamlıydı; çünkü, atomun kesikliliğl mutlaklaştı-nlıyor, ve atom, maddenin nihai, değişmez hali olarak, dünyanın yapısının «ana tuğlaları» olarak kabul ediliyordu. Modern Atomistik, maddenin yapısındaki moleküllerin, atomların, «temel parçacıklar»in ve diğer mikro-objeler' in çeşitliliğini, bunların sonsuz karmaşıklığını, bir biçimden diğer bir biçime dönüşebilirliğini kabul eder. Çeşitli mikro-objeler'in varlığı Modern Atomistik'te, nicelikten niteliğe geçiş kanununun bir tezahürü olarak görülür; maddenin yeni nitel biçimlere geçişi, mekândaki uzaklıkların azalmasına bağlıdır. Modern Atomistik, maddeyi kesikli bir şey olarak değil, bir süreklilik olarak ele alır. Mikro-parçacıklar arasındaki karşılıklı etki güçleri, «temel» parçacıklarla sıkı bağlılık halindeki sürekli alanlara -elektromanyetik nükleer, v.s.- intikal eder. Karşılıklı etkinin alanlara yayılışı dolaysız etki biçiminde cereyan eder. Modern Atomistik, nihaî ve değişmez maddenin varlığını reddeder ve maddenin nitel sonsuzluğunun kabulüne yol açar.

AUGUSTINUS: AUGUSTINUS (354-430), Hippo (Kuzey Afrika) Psikoposu, Hıristiyan .ilâhiyatçı ve mistik filozof, görüşleri Yeni-Platon'culuk'a yakındı, “imanın, olmadığı yerde, ne bilgi, ne de hakikat vardır” ilkesine dayanan dünya görüşü, tam bir fideist karakter taşır, ileri sürdüğü görüşler, iskolastik'in kaynaklarından birini teşkil etmiştir. De Civitate Dei (Tanrı Ülkesi) adlı eserinde, Auğustinus, Tanrı tarafından takdis edilmiş öncel düzen olarak, kaderci bir tarzda anlaşılan dünya tarihinin Hıristiyan nosyonunu geliştirmiştir. Evrensel Kilise düzeni, Tanrı Ülkesi'ni, günahkâr dünyasal devlet'in, Civitas terrena'nm (Yeryüzü Ülkesi nin) karşısına koyar. Bu doktrin, Papalığın feodallere karşı mücadelesinde önemli bir rol oynamıştır.' Hıristiyan ilahiyatının gelişmesi üzerinde; Au-gustinus'un dikkate değer etkileri vardır. Augustinus'culuk, Hıristiyan ve Protestan ruhanîler tarafından günümüzde de geniş bir biçimde hâlâ kullanılmaktadır.

AVENARUS, RICHARD: AVENARUS, RICHARD (1843-96), sübjektif idealist okul'un isviçreli filozofu, ampiriokritisizm'in önde gelen temsilcilerinden, Zürih Üniversitesi profesörü. Felsefesinin "ana özelliği, karşıtlar'ı (bilinç ve madde, fizik ve psişik) uzlaştınlabilir sayan tecrübe kavramıdır. Avernarius, materyalist bilim teorisini, entrojeksiyon, yani dış dünya ve ruhsal'ı birleştiren bir teori olarak tasvir edip eleştirdi. Avena-rius, keza, süje ile objenin prensipiel koordinasyonu'nu, yani, objenin süje-ye bağımlılığı, teorisini desteklemiştir. Avenarius'un görüşlerinin temelsizligi ve tabiî •bilimlerin olgulanyla bağdaşmazlığı Lenin tarafından Ampiriohriti-sizm'de gösterilmiştir. Avenarius'un başlıca eseri Kritik der reinen Erfah-rune'dur (1880-00).

AVRUPA'DA ÇAĞDAŞ MARKSİST FELSEFİ DÜŞÜNCE: AVRUPA'DA ÇAĞDAŞ MARKSİST FELSEFİ DÜŞÜNCE, 1917 Ekim Sosyalist Devrimi ile geri kalmış çarlık Rusya'sında sosyalizmin kurulmasına geçişi birçok kapitalist ülkede marksiz-'me ve onun felsefesine geniş ilgi uyandırmış; bunun sonucu olarak, ortaya çıkmaya başlıyan, daha sonra da Üçüncü Enternasyonal'de biraraya gelen (1919) Komünist Partiler diyalektik ve tarihsel materyalizmi felsefî ilke olarak benimsemişlerdir. 1920'lerde Lenin'in eserleri başlıca Avrupa dillerine çevrilmiş bulunuyordu. 1918-23'lerde bazı Avrupa ülkelerinde meydana gelen devrimci çalkantılar, bu partilerde, ana nitelikleri sübjektivizm, kitlelerin tarihsel rolünün küçümsenmesi, ve sosyal devrimin siyasi oyunlara indirgenmesi olan,bir sol eğilimin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Lenin'in «Bir co-cukluk hastalığı-Sol Komünizm» adlı eserinin, bu sol sapma görüşlerin teşhir edilmesinde kesin önemi vardır, 1924-29'larda, kapitalizmin nispî bir istikrar kazanması, bununsa burjuva ve suğ-kanat ideolojisinin yoğunlaşmasına yol açması, sağ-kanat oportünizminin ve onun ideolojik temeli olan mekanik felsefenin ABD, Alman, italyan ve daha başka ülkeler işçi sınıfı partilerine sızmasına yol açmıştır. Bunun üzerine, Üçüncü Enternasyo-nal'e katılan marksistler, felsefi problemlerde görülen sağ ve sol sapmalara karşı mücadelede birleşmişlerdir. 1920' lerde, felsefî problemler, G. Dimitrov, A. Gramsci, P. Togliatti, M. Thorez, E. Thalman, W. Poster ve daha başkalarınca işleniyordu. Bu şahsiyetler, mark-sist teori ile proletaryanın devrimci pratiğinin birliği öğretisinin safında yer alarak, sübjektivist ideolojinin ve mekanist felsefenin teorik iflâsını ve pratikteki zararlarım göstermişlerdir. Sosyalist hareketin gelişmesi ve genel ekonomik buhranın (1929-33) ortaya çıkması sonucunda kapitalizmin genel buhranının giderek şiddetlenmesi, bazı kapitalist ülkelerde faşizmin kurulmasına yol açmıştı, ideoloji alanında,, bu olaylar irrasyonalizmin, mistisizmin ve benzeri düşüncelerin propagandasının yoğunlaşmasında yansımaktaydı. Faşizme karşı mücadelede birleşik bir halk cephesinin kurulması için Komünist Partileri tarafından uygulanan taktikler, ilerici aydınların marksistlerin çevresinde hızla toplanmasına katkıda bulunduğu gibi, belli sayıda aydınların da diyalektik materyalizm felsefesi safında yer almasını sağlamıştı. Marksist filozofların sezgicilik'e karşı (G. Politzer Fransal),, yeni-Hegelcilik'e karşı (A. Gramsci, italya), yeni-Plâton' culuk'a karşı (H. Selsam, ABD), prag-matizm'e karşı (W. Foster, ABD.), Behmkianizm'e karşı (T. Pavlov, Bulgaristan) ve 1930'ların diğer idealist eğilimlerine karşı çalışmaları, diyalektik materyalizmin itibarını artırmış, bilimlerin metodolojik temeli olarak oynadığı rolü ve faşist ideolojiye karşı güçlü bir silâh oluşunu ispat lamıştır. 2. Dünya Savaşından sonra marksist felsefede, modern toplumun ekonomik, sosyal ve sosyo-politik bütün alanlarında meydana gelen derin değişmelerin bir sonucu olarak yeni bir evre başlamıştır. Alman faşizminin ve Japon militarizminin yenilgiye uğratıl-masmdan sonra, Avrupa ve Asya'da sosyalist birkaç ülke ortaya çıkmıştır. Avrupa Halk Demokrasilerindeki Komünist ve işçi Partileri, sosyalist kuruluşun ve bu kuruluş içinde beliren ulusal özelliklerin genel diyalektik kanunları gibi çok önemli teorik ve pratik sorunları işlemişlerdir. Bu ülkelerde sosyalizmin kurulması sırasında bir kültür devrimi yer almış ve marksist-leninist felsefenin buna büyük katkısı olmuş; bu arada, emekçi halkın felsefi eğitimi ile kapitalist kalıntıların ve batıl dinsel inançların bilinçlerden silinmesi gibi ödevler yüklenilmiştir. Halk Demokrasilerindeki yeni marksist filozoflar, eskilerinin yanısıra çalışmalarını sürdürmektedirler. Bütün bu şahsiyetler, bilimsel felsefenin halka yayılmasına çalışmakta, sosyal gelişme ve sosyalizmin kurulması problemlerini (Bulgaristan'da P. Pavlov, Alman Demokratik Cumhuriyeti'nde H. Scheler, Polonya'da A. Schaff ve diğerleri) ; tabiat bilimlerindeki felsefi sorunları (Macaristan'da L. Janossy, Bulgaristan'da Polikarov ve diğerleri); etik problemleri (Romanya'da C. Gulian, ADC'de A. Abusch ve diğerleri); felsefe tarihi sorunlarını (ADC'de H. Ley ve R. Gropp); çağdaş idealizmin eleştiril-' meşini (ADC'de G. Mende Çekoslovakya'da J. Bodnar, Bulgaristan'da Iribaya-kov, ve diğerleri); mantığı (Macaristan' da B. Fogarasi, ADC'de G. Klaus ve diğerleri) diyalektik açıdan ele almaktadırlar. Kapitalist ülkelerde, 2. Dünya Savaşından bu yana, marksist felsefi düşünce, kapitalizmin yeni buhranının şartlan içinde demokrasi ve sosyalizm için mücadele yollarının araştırılmasını amaç edinmiştir. Bu ülkelerdeki komünist partilerinin ileri gelenlerinin konuşma ve yazılan, yeni tarihsel şartlar altında her ülkenin ulusal özelliklerinin bir tahlilini, barış, demokrasi ve sosyalizm için mücadelenin- somut yol-lannın araştınlması gerekliliğini belirtmektedirler. Kapitalist ülkelerdeki marksist düşünürler, anti-komünizmi ve idealizmin en son ve en incelmiş metodlannı teşhir ederek, ileri ci felsefi gelenekleri aktif bir biçimde savunmaktadırlar. Goldmann, Kana-pa (Fransa), A. Cornu (F. Almanya), A. Sereni ve Longo (italya) H. Sel-sam (ABD) ve daha başka düşünürlerin çalışmaları, sosyalizmin yeni bir kültür ve en iyi felsefi geleneklere dayalı yeni bir hümanizma getirdiğini göstermektedir. Conforth (ingiltere), Besse, H. Deniş (Fransa) ve daha başkalarının eserleri de idealizmin en son eğilimlerinin (yeni pozitivizm, varoluşçuluk, Yeni-Tho-masçılık) özünü açığa vurmakta, bun-lann ilerici kültüre ve hümanizme düşmanlıklarını göstermektedir. Kapitalist ülkelerin ileri gelen aydınları, marksizmi desteklemekte ve diyalektik materyalist düşüncenin safında yer almaktadırlar (ingiltere'de Bernal, Fransa'da Langevin, Vigier: ABD'de J. B. Furst, B. Dunham ve diğerleri). Başlıcalıkla da birçok ülkedeki mark-sistler revizyonizmi, dogmatizmi eleştirmekte ve bunlann sosyalist harekete vereceği zararları ortaya koymaktadırlar.

AYDINLANMA: AYDINLANMA, sosyo-politik bir eğilim; bu eğilimin temsilcileri, o zamanki toplumun kusurlannı düzeltmeye, iyilik, adalet, ve bilimsel bilgi anlayışını yayarak, toplumun ahlâkını, politikasını ve yaşayış tarzını değiştirmeye çalışmışlardır. Aydınlanma'nın temelinde yatan fikir, bilinçliğinin toplumun gelişmesinde kesin rol oynadığı, insanların bilgisizliğinin ve kendi tabiatlarım 'anlamak gücünden yoksun oluşlarının sosyal kötülüklerin nedeni olduğu tarzındaki idealist fikirdir. Aydın-lanma'cılar ekonomik gelişme şartlarının belirleyici rolünü keşfedemediklerinden, toplumun objektif kanunlarını ortaya koyamamışlardır. Aydınlan-ma'cılar, vaazlannda bütün sosyal sınıf ve tabakalara, en başta da hâkim sınıflara sesleniyorlardı. Aydınlanma, burjuva devrimlerinin hazırlanış döneminde yaygınlık kazanmıştır. Aydınlan-macılar arasında Voltaire, Rousseau, Montesquieu, Herder, Lessing, Sebiller, Goethe, Desnitski, Kozelski ve daha bir çokları vardır. Aydınlanma'cılann faaliyetleri, klerikal ve feodal ideolojinin etkisinin kırılmasına büyük ölçüde yardım etmiştir. Aydınlanma'cılar, yalnız Kiliseye karşı değil, dinsel dogma-tizm'e ve iskolâstik düşünce metoduna karşı da kararlı bir biçimde savaşmışlardır. Aydmlanma'cilar, 18. yüzyıl'ın sosyolojik görünüşünün oluşmasında etkili olmuşlardır. Aydınlanma'cılann fikirleri, ütopyacı sosyalistleri, Rus Nârodniklerini etkilemiştir. Aydınlanma, zamanımızda güçlü bir düşünce eğilimi olmamakla birlikte, Aydınlanma fikirleri marksist-olmıyan enteli-gensiya içinde hâlâ geçerlidir.

AYER, ALFRED: AYER, ALFRED (1910— ), yeni-pozitivist, Oxford Üniversitesi metafizik profesörü (1959'dan itibaren). Viyana grupu tarafından ileri sürülen fikirlerin propagandasını içine alan Langıta-ğe, Truth and Logic (1936) adlı eseriyle ün kazanmıştır. Daha sonraki eserlerinde (The Foımdations of Empirical Knowledge, 1940; Thin-king and Meaning, 1947; The Problem of Knowledge, 1956, v.s.), mantıksal-pozitivizm'in Ortodoks şeklinin etkisinden uzaklaşıp lengüistik felsefenin etkisi altına girmiştir. Ayer, bu eserlerinde, felsefî problemleri (bilgi'nin otantikliği; maddi objeler ile «duyumsal veriler» arasındaki ilişki problemleri, v.s.), bu problemlere ait kavramları tahlil ederek, pozitivist bir tutumla inceler ve bunlan «mantıksal bakımdan aydınlık» terminolojiye sokar.

AYNICİNSLİLİK VE AYRICİNSLİLİK: AYNICİNSLİLİK VE AYRICİNSLİLİK, Kant tarafından postulalaştınlan aynı-cinslilik ilkesine göre, özel kavram-lann ortak yanlan olması zorunludur, bu ortak nitelikler ohlan bir ortak jenerik kavram içinde sınıflandınr. öte yandan, ayncinslilik ilkesi, aynı jenerik kavram içinde sıruflandınlan özel kavramlann farklılığıdır. Ayncinslilik' in modern yorumu, ayncinsli ilkelerin aynı bir teorinin çerçevesi smıflandınl-masına meneder. Bu ilkenin çiğnenmesi eklektisizm'e yol açar.

AYRIKLIK: AYRIKLIK, cümleler arasında mantık bağlacı; iki cümleyi «yada» bağlacı ile birleştirerek bileşik bir cümle meydana getiren mantık işlemi. Sembolik olarak (A yada B diye okunan) A VB biçiminde gösterilir. Klasik matematiksel mantık, iki tip Aynklık arasında bir ayrım yapar; bu tipler içleyici (bağla3 yıcı) Aynklık ile dışlayıcı (ayıncı) Aynklık tipleridir, Bir içleyici Aynklık, en az bir yükleminin doğru olması halinde doğru olan ye bütün bileşken yüklemlerinin yanlış olması halinde yanlış olan karmaşık bir cümle, hüküm yada önermedir, içleyici Aynklık günlük dilde, «yada» bağlacının ayıncı-olmı-yan anlamında kullanılır. Dışlayıcı Aynklık ise, dilimlerinden biri doğru ise doğru olan bir bileşik cümle, hüküm yada önermedir. Bu da, günlük dilde «yada» bağlacının ayıncı anlamında kullanılır.

[color=darkred]A dizininin sonu>>[/color]
B dizinini çok yakında yayınlayacağım...