05-10-2012, 13:00
Bir süredir düşünüyorum:
Önümüzdeki süreçte "TSF Yönetim Kurulu Seçimleri" var. Yönetim Kurulu Seçimleri derken, tamlamanın içinde saklı duran ironiye takılmadan edemiyorum; "...kurulu seçimler'..."...
Bir çok yönden takılıyorum;
kurulu; kurulu-yaşlı,
kurulu; saat zembereği gibi,
kurulu; ok ile yay,
kurulu;"ağzına verilmiş" tabanca gibi,
kurulu; önceden düzenlenmiş... Burada duralım...
Bizim gibi ülkelerde ne yazıkki son yılların, hatta yüzyılın deseniz de olur, seçimler artık, her ne kadar demokrasiyi anıştırsa, çağrıştırsa da, onu ifade etmiyor. Her şey "önceden kurulu" hale gelmiş durumda. Kimin seçilmesi gerekiyorsa o seçiliyor çünkü. Hakkı değil, gücü elinde bulunduranların dediği oluyor. Hatta bu konuda "seçim ekonomisi" diyebileceğimiz, gereksinmeye göre yeteri kadar seçmenin parayla manipüle edildiği bir "teamül" de gelişmiş durumda.
Her ne kadar "hak=güç" / "güç=hak" olsa da, İnsan denen varlık, gücünün üzerinde tesis ettiği hukuk (hukuk; haklar) ile kendisini ve gücünü yönetmeyi, çağlar boyu en doğru yol olarak görmüş ve toplumsal yapılanmalarda, toplumsal yaşayışta, hukuka dayalı düzenlemeler yapma yoluna gitmiştir. Alabildiğine sert ve ilkel bulabileceğimiz Hammurabi Yasaları bile bir hukuk oluşturma ve kaosu düzenleme çabasının ürünüdür.
İnsanın tarihi esasen emeğin tarihidir ve bu emek serüveni içerisinde hukuk teoriye, güç pratiğe denk düşer; eski deyimle "tekabül eder"... En temelde pratik ya da güç olsa da, insan geleceğe doğru olan yürüyüşünde, yaşadığı pratikten elde ettiği soyutlamalar doğrultusunda planlar yapar, stratejiler geliştirir, teori oluşturur. Dolayısıyla "Teori ve Pratik" birbiri ile birleşme ayrışma süreçlerinde hem çatışma, hem denge, hem de barışma durumlarını içerir. Teori ve pratik adeta "birdirbir" oynayan iki çocuk gibidir. Oyun esnasında alt üst olsalar da durup dinlenme sırasında teori baş köşeye kurulur oturur. Bu yüzden insanın başı gövdesinin üstünde yer alır...
İşte yine bu yüzden toplumsal yaşamı düzenlerken hukuka başvururuz. Toplumsal yaşamdaki alan çeşitliliği kadar da hukukta alanlar ortaya çıkar. Kamu hukuku, aile hukuku, medeni hukuk, ceza hukuku, hukuk!
İnsan pratikten teoriye doğru insanlaşırken, teoriden pratiğe doğru daima insanlığına yabancılaşma eğilimlerine açık bir süreç izler. Bu yüzden kimi insan sözüyle insan olur, kimi kalbiyle, kimi midesiyle, kimi elleriyle, kimi ayaklarıyla... Sözüyle insan olanların adımları da, edimleri de sözü gibi olur. Ayaklarıyla insan olanlar ise "ayaklar" onu nereye götürürse oraya gider. Sözüyle insan olanlar gideceği yeri bilir ve ona ulaşmak için ayak direrler. Bu yüzden zeybek yemininde "Yiğit kime denir?" sorusu "Sözünde durana!" diye yanıtlanır...
Yüzyılımıza damgasını vuran demokrasi savaşımları içerisinde tüm insanlık olarak hala ayaklarımız ile beynimiz arasında debelenmekteyiz! Vicdan denen sözcüğü kendi beynine ve toplumsal hukuka göre değil de başkalarının beynine ve hukukuna göre oluşturan insanların katıldığı seçimler bu yüzden "kurulu seçimlerdir"!...
Hakka değil de güce tapanların çoğunluk olduğu bir toplumda ne kadar demokrasi olduğunu söylerseniz söyleyin, bu asla gerçek bir demokrasi değil, "kurulu bir demokrasidir". Ne var ki bu sorunların çözülmesi ve aşılması da yine demokratik yollardan olması gerekmektedir!
İşte bu koşullarda satranç dünyasında, önümüzdeki günlerde seçimler var!
Bu konuda yeni bir başlık açmamın nedeni, (demokratik hakkımı kullanıyorum ya!) daha önceki başlıkların isimler üzerinden açılmış olmasıdır. Konu üzerinden bir başlık açmayı ve görüşlerimi konu üzerinden paylaşmayı tercih etim. Amacım forumda başlık kirliliği yaratmak değil yoksa. Bu başlık içerisinde de belki isimler tartışacağız ama daha çok işin kurumsal ve örgütsel taraflarının tartışılması dileğimdir.
Cengiz Keleş adaylığını bu sayfalardan açıkladı.
Gülkız Tulay'ın adaylığı da TSF WEB sayfalarından ilan-ı malum...
Şimdi "demokratik teamüller" içerisinde her iki arkadaşa da "başarılar" dilemezsek, centilmenliğimize gölge düşer herhalde?! Ya da birine dileyip diğerine dilemezsek, böylesi bir davranışta dilemediğimiz tarafın taraftarları, dilemediğimiz şekilde dilediğince konuşmaya başlayacaktır aleyhimizde. Bu yüzden öncelikle her iki arkadaşa da başarılar diliyorum...
Her ikisine de başarılar dileğinin aslında bir tür iki yüzlülük olduğu da düşünülebilir. Çünkü her ikisi de başkan olmayacağına göre böyle bir dilekte bulunan şahıs ancak tarafsız olursa bu olasıdır. Birinden biri lehine taraf olduğunuz zaman nasıl her ikisine de birden başarılar dilenir?
Dilenir. Çünkü aynı gemideyiz ama ayrı takımlarız. "Bu gemiyi ben daha iyi yüzdürürüm" iddiası ise sav, o zaman her iki arkadaşa da başarılar dilenir! Bu, geleceğin tüm teorik kestirmelere ve öngörülere rağmen, pratik tarafından alacağı çelmelerin hesaplanmasının imkansızlığının doğurduğu ihtimaller yüzündendir!...
Neden "BAŞ(KAN)LIK..." şeklinde bir başlık?
Bu başlık hem "başlık", hem "baş" hem de "başkanlık" sözcüğünü içermektedir. Doğru başlık "TSF GENEL KURUL SEÇİMLERİ" olabilirdi. Ancak ben daha konuyu açarken "başkanlık" konusuna vurgu yapmayı yeğledim...
Kuşkusuz satranç topluluğunun, her iki arkadaşı "kişilerle uğraşmaktan uzak olarak" eleştirmesi, irdelemesi gerekiyor. Ne yazık ki bunu yaparken onların kişilikleri de tartışılmak zorunda kalınıyor. Çünkü söz var söyleyenle büyüyor, söyleyen var söylediği sözle büyüyor. Başkanlıkla ilgili bir kararda kişilik önemlidir ve bu makama aday olan kişi de bu değerlerinin tartışılmasına razı olmuş demektir...
Bu uzun "girizgaha" burada bir ara vererek, geçmişi, şimdiyi ve geleceği değerlendirmeyi sonraya bırakarak, her iki arkadaşa da başarılar diliyorum!...
Önümüzdeki süreçte "TSF Yönetim Kurulu Seçimleri" var. Yönetim Kurulu Seçimleri derken, tamlamanın içinde saklı duran ironiye takılmadan edemiyorum; "...kurulu seçimler'..."...
Bir çok yönden takılıyorum;
kurulu; kurulu-yaşlı,
kurulu; saat zembereği gibi,
kurulu; ok ile yay,
kurulu;"ağzına verilmiş" tabanca gibi,
kurulu; önceden düzenlenmiş... Burada duralım...
Bizim gibi ülkelerde ne yazıkki son yılların, hatta yüzyılın deseniz de olur, seçimler artık, her ne kadar demokrasiyi anıştırsa, çağrıştırsa da, onu ifade etmiyor. Her şey "önceden kurulu" hale gelmiş durumda. Kimin seçilmesi gerekiyorsa o seçiliyor çünkü. Hakkı değil, gücü elinde bulunduranların dediği oluyor. Hatta bu konuda "seçim ekonomisi" diyebileceğimiz, gereksinmeye göre yeteri kadar seçmenin parayla manipüle edildiği bir "teamül" de gelişmiş durumda.
Her ne kadar "hak=güç" / "güç=hak" olsa da, İnsan denen varlık, gücünün üzerinde tesis ettiği hukuk (hukuk; haklar) ile kendisini ve gücünü yönetmeyi, çağlar boyu en doğru yol olarak görmüş ve toplumsal yapılanmalarda, toplumsal yaşayışta, hukuka dayalı düzenlemeler yapma yoluna gitmiştir. Alabildiğine sert ve ilkel bulabileceğimiz Hammurabi Yasaları bile bir hukuk oluşturma ve kaosu düzenleme çabasının ürünüdür.
İnsanın tarihi esasen emeğin tarihidir ve bu emek serüveni içerisinde hukuk teoriye, güç pratiğe denk düşer; eski deyimle "tekabül eder"... En temelde pratik ya da güç olsa da, insan geleceğe doğru olan yürüyüşünde, yaşadığı pratikten elde ettiği soyutlamalar doğrultusunda planlar yapar, stratejiler geliştirir, teori oluşturur. Dolayısıyla "Teori ve Pratik" birbiri ile birleşme ayrışma süreçlerinde hem çatışma, hem denge, hem de barışma durumlarını içerir. Teori ve pratik adeta "birdirbir" oynayan iki çocuk gibidir. Oyun esnasında alt üst olsalar da durup dinlenme sırasında teori baş köşeye kurulur oturur. Bu yüzden insanın başı gövdesinin üstünde yer alır...
İşte yine bu yüzden toplumsal yaşamı düzenlerken hukuka başvururuz. Toplumsal yaşamdaki alan çeşitliliği kadar da hukukta alanlar ortaya çıkar. Kamu hukuku, aile hukuku, medeni hukuk, ceza hukuku, hukuk!
İnsan pratikten teoriye doğru insanlaşırken, teoriden pratiğe doğru daima insanlığına yabancılaşma eğilimlerine açık bir süreç izler. Bu yüzden kimi insan sözüyle insan olur, kimi kalbiyle, kimi midesiyle, kimi elleriyle, kimi ayaklarıyla... Sözüyle insan olanların adımları da, edimleri de sözü gibi olur. Ayaklarıyla insan olanlar ise "ayaklar" onu nereye götürürse oraya gider. Sözüyle insan olanlar gideceği yeri bilir ve ona ulaşmak için ayak direrler. Bu yüzden zeybek yemininde "Yiğit kime denir?" sorusu "Sözünde durana!" diye yanıtlanır...
Yüzyılımıza damgasını vuran demokrasi savaşımları içerisinde tüm insanlık olarak hala ayaklarımız ile beynimiz arasında debelenmekteyiz! Vicdan denen sözcüğü kendi beynine ve toplumsal hukuka göre değil de başkalarının beynine ve hukukuna göre oluşturan insanların katıldığı seçimler bu yüzden "kurulu seçimlerdir"!...
Hakka değil de güce tapanların çoğunluk olduğu bir toplumda ne kadar demokrasi olduğunu söylerseniz söyleyin, bu asla gerçek bir demokrasi değil, "kurulu bir demokrasidir". Ne var ki bu sorunların çözülmesi ve aşılması da yine demokratik yollardan olması gerekmektedir!
İşte bu koşullarda satranç dünyasında, önümüzdeki günlerde seçimler var!
Bu konuda yeni bir başlık açmamın nedeni, (demokratik hakkımı kullanıyorum ya!) daha önceki başlıkların isimler üzerinden açılmış olmasıdır. Konu üzerinden bir başlık açmayı ve görüşlerimi konu üzerinden paylaşmayı tercih etim. Amacım forumda başlık kirliliği yaratmak değil yoksa. Bu başlık içerisinde de belki isimler tartışacağız ama daha çok işin kurumsal ve örgütsel taraflarının tartışılması dileğimdir.
Cengiz Keleş adaylığını bu sayfalardan açıkladı.
Gülkız Tulay'ın adaylığı da TSF WEB sayfalarından ilan-ı malum...
Şimdi "demokratik teamüller" içerisinde her iki arkadaşa da "başarılar" dilemezsek, centilmenliğimize gölge düşer herhalde?! Ya da birine dileyip diğerine dilemezsek, böylesi bir davranışta dilemediğimiz tarafın taraftarları, dilemediğimiz şekilde dilediğince konuşmaya başlayacaktır aleyhimizde. Bu yüzden öncelikle her iki arkadaşa da başarılar diliyorum...
Her ikisine de başarılar dileğinin aslında bir tür iki yüzlülük olduğu da düşünülebilir. Çünkü her ikisi de başkan olmayacağına göre böyle bir dilekte bulunan şahıs ancak tarafsız olursa bu olasıdır. Birinden biri lehine taraf olduğunuz zaman nasıl her ikisine de birden başarılar dilenir?
Dilenir. Çünkü aynı gemideyiz ama ayrı takımlarız. "Bu gemiyi ben daha iyi yüzdürürüm" iddiası ise sav, o zaman her iki arkadaşa da başarılar dilenir! Bu, geleceğin tüm teorik kestirmelere ve öngörülere rağmen, pratik tarafından alacağı çelmelerin hesaplanmasının imkansızlığının doğurduğu ihtimaller yüzündendir!...
Neden "BAŞ(KAN)LIK..." şeklinde bir başlık?
Bu başlık hem "başlık", hem "baş" hem de "başkanlık" sözcüğünü içermektedir. Doğru başlık "TSF GENEL KURUL SEÇİMLERİ" olabilirdi. Ancak ben daha konuyu açarken "başkanlık" konusuna vurgu yapmayı yeğledim...
Kuşkusuz satranç topluluğunun, her iki arkadaşı "kişilerle uğraşmaktan uzak olarak" eleştirmesi, irdelemesi gerekiyor. Ne yazık ki bunu yaparken onların kişilikleri de tartışılmak zorunda kalınıyor. Çünkü söz var söyleyenle büyüyor, söyleyen var söylediği sözle büyüyor. Başkanlıkla ilgili bir kararda kişilik önemlidir ve bu makama aday olan kişi de bu değerlerinin tartışılmasına razı olmuş demektir...
Bu uzun "girizgaha" burada bir ara vererek, geçmişi, şimdiyi ve geleceği değerlendirmeyi sonraya bırakarak, her iki arkadaşa da başarılar diliyorum!...