Özgür Satranç Forum

Orjinalini görmek için tıklayınız: Antalya Korkuteli Hikayeleri
Şu anda (Arşiv) modunu görüntülemektesiniz. Orjinal Sürümü Görüntüle internal link
İki yıl kadar önce Antalya Chess Express e-dergisini çıkarma
nedenlerimden birisi, Satranç Life dergisinde bazı yazılarımın
uzun olmasından dolayı yayınlanmaması ise, daha önde gelen
başat neden 2012 satranç olimpiyatları idi. Antalya Chess
Express e-dergisinde yayınlanmak üzere birçok eski dostumdan
yazı sözü aldımsa da, bunların çok azı sözlerini yerine getirdiler.
Bunlardan birisi de Korkuteli İlçesi Satranç Sorumlumuz Adil
Yüksel'dir. Adil, hemen her sayı için bana bir ya da iki öykü
göndererek Antalya Chess Express'e en fazla katkısı olanlardan
biri oldu. Sağolasın Adil.

Bu hikayeleri Şubattaki Antalya Kitap Fuarından önce bir kitapçık
haline getirmek istedik, ancak parasal nedenlerden bu düşüncemiz
sonraki yıllara kaldı.

Ben de copyright'ı Antalya Chess Express e-dergisinde olan bu
öykülerden bir seçkiyi burda yayınlamak istiyorum. Her hafta
sonu bir öykü paylaşacağım.

Umarız ki, beğenilerinizi kazanır.

Antalya Korkuteli Hikayeleri (yazın, edebiyat)

Yazan: Adil Yüksel
Düzenleme/Yayın: Harun Taner
Erken Öten Horozlar

Çocukluğum Anadolu?nun şirin bir köyünde geçti. O tarihlerdeki bir gözlemimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bizim köyümüzde yaşadığımız o olaylar, tüm yurtta ve belki de dünyada aynen yaşanırdı. O yıllarda hayvancılık meşhurdu. Bunlardan birisi de tavukçuluktu. Hemen hemen her evde tavuk beslenirdi. Tavuklar ilkbaharda kuluçkaya yatar, yumurtadan bir miktar civciv çıkardı. Civcivler biraz büyüyünce horoz ve tavuk olanlar belirlenmeye başlar. Horozların ibikleri çıkar, tavuklara nazaran birazcık iri olurlar ve sık sık dövüşürler.

Artık yaz mevsiminin sonu yaklaşmıştır. İnsanlar yaz çalışmaları ve yaz işleriyle bir hayli yıpranırlar. Besin ihtiyaçları artar. Canları et çeker. Fakat et yoktur. O yıllarda, kırsal yerlerde et bulmak zor olurdu. Hazır tavuk ve et satılmazdı. Pazara giden gelen az olurdu. Pazardan et alınsa dahi yaz sıcağında, hayvan sırtında köye gelinceye kadar bozulurdu. Küçükbaş hayvanı olanlar onları kesemezlerdi. İşten zamanları olmazdı. Kesilse bile et kısa sürede tüketilmeliydi. Bazen kuyulara sarkıtılır veya bacaya asılırdı. Bu zenginlerin ve ağaların işiydi.

Garibanlar eti değil yiyecek ekmeği dahi zor bulurlardı. Yine de: Garibanların tek yaptıkları şey birbirleriyle dövüşerek gelişen, horoz olacak palazları (civcivin büyüğü) gözetmek ve:

- Horozlar ötse de kessek demekti.

Sizler o zamanlarda gelişmeden gelin edilen kızlara bakmayın. Horozlar ötmeden kesilmez. Eti yenmez. Fakat horozların, hepsi aynı anda ötmez. Gelişmesi hızlı olan erken öter. Erken öten horozun da akıbeti belli. Başı kesilir. Sonra da zaman zaman diğer ötenler kesilir. Artık hepsi ötmektedir. En sona en güzel ve en irisi kalır. O damızlık olur. Damızlıklar kesilmez. Tavukları takip eder. Onları korur kollar. Toplu şekilde tutar. Eğer o da kesilirse tavuklar darmadağın olur. Her biri başka guruplara katılır. Ancak akşam kümese tünemeye gelir.

Bu örnekten giderek atalarımız demişler ki "Erken öten horozun başı kesilir." Bence bu söz bazen doğru bazen yanlış kullanılabiliyor.
(Konuşma ? Sus) anlamında kullanılmamalı. Bu anlam da yanlıştır. Geç öten horoz kesilmiyor mu? Öttükçe sıra ona da geliyor. Peki, öten horoza gelen sıra; kuzu gibi, kuzu kuzu duran kuzuya gelmiyor mu? Ona da geliyor. Onun da kafası kesiliyor. Hatta bazen onu da geçip nallı kuzulara (at ? eşek) da geliyormuş. Et yemek isteyenler kesiyorlar.

Son yıllarda bir söz var. Susma sustukça sıra size gelecek. Bu söz horozlar için "ötme öttükçe sıra size gelecek" denilebilir mi?

Bir babaya akşam kalem lazım oldu. Okula giden çocuğundan kalem istedi. Çocuk çok güzel ve değerli bir kalem verdi. Baba çocuğuna bu kalemi almamıştı; bu kalemi alacak kadar para da vermemişti. Baba kaleme baktı, baktı ve çocuğuna:

- Oğlum bu kalemi nereden buldun? Dedi. Çocuğun cevabı:

- Baba, üzümünü ye bağını sorma!

oldu.

Bu söz doğru mudur? Bu ve buna benzer bazı sözlerimiz doğru değildir. Bu sözlere "yanlış yapan ataların yanlış sözleri" demeli kanısındayım. Bazı sözler yanlış kalıplaşmıştır. Doğru olmayan sözleri mümkün olduğu kadar kullanmayalım. Doğruluktan ayrılmayalım.

Adil Yüksel 21/04/2012 Van

İlk Yayın: (C) Antalya Chess Express 15, Mayıs 2012
Düzenleme/Yayına Hazırlama/Redaksiyon: Harun Taner
Bizim Şoför II

BU ADAMA BU YAPILIR MI?

Bizimki kendi çapında iyi bir şofördür. Çünkü bir taksi aldı. Taksi kullanmayı öğrendi. Kimseye ihtiyacı olmadan arabayı kullanıyor. Her istediği yere gidip gelebiliyor.

Bir gün taksiyi sattı. Amacı bir miktar daha para koyup daha yeni bir araba almaktı. Nitekim de öyle yaptı. Bir gün bir araba gördü. Sıkı bir pazarlığa tutuştu. Araya dostlarında girmesiyle pazarlık tatlıya bağlandı. El sıkışıldı. Arabayı aldı. Parayı verdi. Allah kaza bela vermesin. Güle güle kullansın.

O da ne ? O gün veya ertesi gün arabayı park ettiği yerden bir türlü çıkaramıyor. Arka arkaya gitmesi lazım ama arabayı bir türlü geri vitese takamıyor. Tüm uğraşmaları boştur ve bir sonuç vermemiştir. Oh be nihayet bir şoför dostu gelmektedir. O yardım edecektir. Bizimki şoför arkadaşına seslenir. Arabayı, bir türlü yerinden hareket ettiremediğini söyler.

-Arabayı yeni mi aldın?
-Evet?
-Kimden aldın?
-Sucu Yusuf?tan.
-Ah sucu Yusuf ah. Demek ki aynı numarayı sana da yaptı.
-Ne yaptı?
-Sorma; o hep bunu yapar.

O yıllarda bir miktar parası olanlar, arabadan da anlıyorsa araba alır. Hem kullanır hem de müşteriyi bulunca satardı. İkinci el arabalar ise çok revaçtaydı ve çok iyi müşteri bulunurdu. Araba alıp satanlara üç beş kuruş bir şeylerde kalıyordu. Sucu Yusuf da araba alıp satanlardandı. Ara sıra araba alır satardı. En son arabayı da bizimkine satmıştı.

-Ne yaptı?
-Demek sana da yaptı Ha?
-Ne yaptı?
-Sorma. Ulan Yusuf bu adama bu iş yapılır mı?

Şoför olanlar çok iyi bilirler. Arabaların bilhassa geri vitesleri farklı farklıdır. Pek çok yeni şoför, farklı marka araya bindiği zaman ilk anda bir zorlanma yaşar. Geri vitese arabayı takamaz. Sonradan eli alışır. Bu hiç problem yapılacak konu değildir. Ama bizimki henüz bu konuları bilmiyordur. Bir türlü geri vitesi bulamaz.

-Bak ben sana anlatayım. Sucu Yusuf alıp sattığı arabaların bazılarının, geri vitesini söker. Arabayı öyle satar. Geri vitessiz araba olur mu? Olmaz. Sucu Yusuf da bunu, çok iyi biliyor. Ayrı bir para da onun için alır(!). Olmayacak bir iş ama bizimki çoktaan inanmıştır.
-Ne bir para da geri vites için mi vereceğiz. Ben yandım. Bende beş kuruş kalmadı.
-Ulan Yusuf bu adama bu iş yapılır mı? Demek sana da yaptı ha.
-Ağabey geri vites kaç para yapar. Çok mu pahalıdır?
-Hiç korkma. Ben varım. Biz ne güne duruyoruz. Ben ucuza hallettiririm.
-Ağabey sen bilirsin. Elini ayağını öpeyim.
-Bana bak. Ben onu kıpırdatmam. Senin işini de bir yemek parasına hallederim. Onu bir lokantaya götürürüz. Bir yemekle işi hallederim. Ben daha ölmedim!
-Sağ ol ağabey. Bir yemek önemli değil. Hemen bu işi ayarlayalım. -Anahtarı ver bakayım. Bizimki anahtarı verir. Şoför dostu arabanın vitesini boşa alır. Arabayı geriye iterler. İstenilen mesafe alındıktan sonra araba çalıştırılır. Yola devam edeler. Direksiyonda usta ve dost şoför vardır.
-Araba çok güzelmiş ama, ah Yusuf bu numarayı yapmasaydı. Usta şoförün arabayla görülecek birazcık işleri vardır. Hem onları görürler hem de Sucu Yusuf? u ararlar. O yıllarda cep telefonu olmadığı gibi sabit telefon da çok azdı. Sora sora sucu Yusuf?un yerini öğrenirler. Ararlar bulurlar. Sucu Yusuf inşaatta su tesisatı yapmaktadır. Vakit ise öğle vaktidir. Çünkü usta şoför bu zamana denk getirmiştir. Aşağıdan seslenir.

-Yusuf Yusuf çabuk buraya gel.
-Ne var ağabey hayrola.
-Çok konuşma çabuk gel.

Sucu Yusuf aşağıya iner. Daha hoş geldiniz demeden Usta Şoför Yusuf?a atılır.
-Ulan Yusuf ! Bu adama, benim adamıma bu iş yapılır mı? Bu benim adamım ya. Bu arada kaşgöz işaretiyle şifre verilmiştir. Sucu Yusuf mesajı çoktan almıştır.
-Ağabey ben ne bileyin senin adamın olduğunu. Bana söylemedi ki. Eğer söylese ben sana karşı bir şey yapar mıyım? Seni üzer miyim? Der. Der ama hala bir türlü suçunun ne olduğunu(!) anlayamaz. Sucu çok olduğu için Usta Şoför, Sucu Yusuf?a çekişir ve sonra ağzındaki baklayı çıkarır.
-Bak sen bu arabanın da geri vitesini sökmüşsün. Bu adama satmışsın. Bu adamdan para almayacaksın. Çünkü ben varım. Bu işi ise bir yemekle halledeceğiz. Hiç ağzını açma sesini de çıkarma.
-Ağabey bilirsin seni kırmam. Sen ne dersen kabul. Sucu Yusuf sesini çıkaracak halde değildir. Çünkü dostunun ağırlığı çok fazladır(!)
-Ağabey akşama halledelim. Şimdi çıraklar da var. Bizimki hemen atılır. -Önemli değil onlarda gelsinler. Der. Fakat sevincini Sucu Yusuf?a belirtmez. Çünkü işi ucuza kapattı. Hep beraber giderler. Bir lokantada yemeği yerler. Yusuf anahtarı ister. Arabayı alır. Çırakları inşaata bırakır. Arabayla görülecek işlerini görür. Geri vitesi taktırır(!). Lokantaya döner. Araba yapılmıştır. Ama usta, geri vitesi ters takmıştır. (!) Eski arabanın geri vitesi gibi değildir. Usta dost ikna eder. Ona inanılır. Geri vitesin yeri öğretilir. Bizimki direksiyona geçer. Yeni geri vitesli (!) araba kolayca geri gitmektedir. Çok da iyidir. Herkes memnundur. Bizimki arkadaşını ve Sucu Yusuf?u istediği yere bırakır. Arabayı güle güle kullansın.

Adil Yüksel

İlk Yayın: (C) Antalya Chess Express 32, Temmuz 2012, s. 1711-1712
Düzenleme/Yayına Hazırlama/Redaksiyon: Harun Taner
İPEK BÖCEĞİ VE İPEK

Dünyada binlerce tür canlı vardır. Her birinin ayrı ayrı özelliği ve beslenme şekli vardır.
Pek azının yiyeceği, onların ayağına gelir. Bunların biri örümcek, biri de ipek böceğidir. Başka, yiyeceği ayağına gelen böcek veya hayvan hatırlamıyorum.
Örümcek önce ipek gibi bir salgı salar. Ağını örer. Sonra da bu ağa yakalanan böcek ve sinekleri yiyerek beslenir.
İpek böceği ise, önce hazır beslenir. Yiyeceği ayağına gelir. Öldükten sonra da ipek verir.
Nasıl mı? İşte sevimli ve değerli böceğin hikayesi.
İpek böceği yalnızca dut yaprağı yer. Başka bir şey yemez. O sebepten ipek böcekçiliği yapacak olanlar yapraklar uyanmadan belirli bir süre önce, geçen yıllardan saklanan ipek böceği yumurtasından bir miktarını, önce bir bez parçasına, sonra da yün veya pamuk içine sararak, devamlı normal sıcaklıkta kalacak bir yerde saklarlar.
Bu yer sobanın veya soba borusunun yanı, yada bir ninenin elbiselerinin arası olabilir. Orada duran yumurtaların on-on bir gün kadar sonra, çıkısı açılır. Bir tabak içerisine konur. Böceklerin çıkma zamanı gelmiştir. Çıkması beklenir. Yavaş yavaş küçücük böcekler çıkmaya başlar. Bir iki gün içinde yumurtadan böcek çıkma işi tamamlanır.
Artık onların beslenme zamanı başlar. Dut yaprakları da kendilerini göstermişler ve küçücüklerdir. Yapraklar toplanır. Böceklere ikram edilir. Böcekler ikramı geri çevirmezler. Yapraklarla beraber böcekler de büyür. Büyüme devam ettikçe böceklerin yaşadıkları yerler dar gelir. Bunlar ayrı ayrı kaplara alınır. Çok küçük ve nazik olan böceklere el ile dokunulmaz.
Taşıma ve seyreltme işi yapraklarla beraber olur. Yeni yaprak verince yaprağa hücum eden böcekler, yapraklarla beraber, başka kaplara alınır. Bu iş için evde bulunan çeşitli elekler, küçük kasalar vb eşyalar kullanılır. Eşyaların alt kısmına temiz ve kuru bezler konur. Böcekler taşınır. Bu ara eski kapları da güzelce temizlenir. Kullanılan bez ise temiz bezle değiştirilir.
Böceklerin beslenme işlemi otuz- otuz beş gün devam eder. Üç haftalık olunca, yaprak verince, sessiz bir ortamda dinlediğinizde şıpır şıpır, o kadar güzel bir ses çıkarırlar ki sormayın.
Belirli bir süre sonra bazı günler yaprakları yemezler, bir gün önce yedikleriyle idare ederler. Artık belirli bir devrenin sonu gelmektedir. Böceklerin beslenme dönemi sona erecek başkalaşım meydana gelecektir.
Bu zamanda temiz odalara, temiz bazı kuru otlar ve çalılar bırakılır. Böcekler, küçük çocuk parmağı büyüklüğüne ulaşmışlardır. Otlara ve çalılara dağılırlar. Orada kendilerine bir yer seçerler. Koza yaparlar. İpek böceği kozası, kabuklu, tarladan kazılmış fıstığa çok benzer. Ancak rengi bembeyazdır.
Kendileri de koza içerisinde kalır. Kozalardan dolayı, çalılar, bembeyaz olur.
Birkaç gün sonra kozalar toplanır. İçlerinden büyükleri, güzellerinin bir kısmı tohumluk olarak ayrılır. Bunlar temiz bir bez üzerinde ayrıca bırakılır. Bu kozalarda birkaç gün ipek böceği , başkalaşım geçirir, kelebekler olarak çıkar. Kelebekler tüm diğer kelebeklerde olduğu gibi başkalaşım sonucu meydana gelir. Beslenmezler.
Kelebekler de birkaç gün içinde kozaların üzerine incir çekirdeği büyüklüğünde, beyaz renkte, yumurta bırakırlar. Ömürlerini ve görevlerini tamamlarlar.
İpek böceğinin yumurtası terzi yüksüğü ile ölçülür. Bir aile bir, bir buçuk veya en çok iki yüzük dolusu yumurta ile işe başlardı. Bir yüzüklük böcek için kozalama zamanı ortalama on - on beş metrekare temiz ve boş ada gerekir. Çok olursa, yaprak bulma, toplama, oda ayarlama da ayrı bir konu olurdu.
Diğerli ve çok olan kozaların özel bakımı ve koruması olurdu. Kozalardaki böceklerden kelebek çıkarsa o kozalar işe yaramaz. Kozalardaki böceklerin imha edilmesi gerekir.
Bu iş için ya kozalar gündüz devamlı güneşte bırakılacak. İçindeki böcekler ölecek. Ya da buhar kazanı içerinde sıcaktan böceklerin hayatına son verilecek.
Sıra kozadan ipeği almakta.
Bu işte ayrı bir özen, itina ve ustalık ister. Belirli kişileri ve ustaları vardı. İçindeki böcekleri ölen kozalar, içlerinde kaynar su olan büyük leğenlere atılır. Birazcık kaynatılır. Kaynatılan suda örümcek ağını andıran şekilde ipekler meydana çıkar. İpekler, usta tarafından, bir ucundan usulca tutulur ve saç teli kalınlığında incecik ip şeklinde, bir bez veya sini üzerine sağılır. Ara ara siniler değiştirilir. İpek kuruyunca yumak yapılır sonra da oya veya diğer önemli işlerde kullanılır.
Bir efsaneye göre, ipek böceği tohumu Hindistan?dan baston ile, bir bastonun yarıklarına doldurulmuş olarak, kaçak getirilmiş. Yolda eşkıyalar yol kesmiş. Yolcuları soymuşlar. Baston sahibi ?Bari bastonumu verin ona dayanayım? diyerek bastonu ve ipek böceği tohumunu kurtarmış.
Güzel, zevkli, eğlenceli ve kazançlı olan ipek ve ipek böcekçiliği yavaş yavaş tarih oldu.

Adil Yüksel, Emekli Öğretmen, Korkuteli İlçesi Satranç Temsilcisi

İlk Yayın: (C) Antalya Chess Express 50, Aralık 2012, s. 2401-2402
Düzenleme/Yayına Hazırlama/Redaksiyon: Harun Taner
Geçen ay 10 arkadaş Toros Dağlarının tepelerinde dolaştık.
Trekking yaptık ve yaban domuzu peşinde koştuk. Sağolsunlar
arkadaşlar bana da bir tüfek getirmişler. Birkaç atış yaptıysam da
çalı ve dallardan başka birşey vuramadım. Silah kullanmakla aram
hiç iyi olmamıştır. O kadar gezdik, ancak bir domuz vurabildik.
Soğuktan her tarafım buz kesti. Bir hafta yorgan döşek yattım.
Ancak kendime gelebildim.

Molalardan birinde Adil'i aradım. Telefonu cevap vermedi. Sanırım
medeniyetten uzakta yayla sefasını sürdürüyor.
Gözünü seveyim hâkim bey

Ormandan odun taşırken, ormancılar tarafından mahkemeye verilen bir sanığın mahkemesi vardır. Duruşma yapılır. Hâkim sanığa döner ve:
?Elimdeki delillere ve kanunlara göre senin satılman gerek. Kanunlar nakil vasıtası satılır diyor.
?Gözünü seveyim hâkim bey. Bari zengin bir yere sat da: Sırtımla odun getirmekten kurtulayım.

Ben de şaştım hâkim bey

Ormandan odun taşırken yakalanıp mahkemeye sevk edilen sanığı, hâkim, hafifletici sebepleri göze alarak tahliye edecektir. Ama tahliyeden önce bir daha oduna gitmemesini tembihler.
Bir müddet sonra aynı kişi yine yakalanır. Yine hâkim karşısındadır. Getirdiği odunlar, kuru ağaçlardan kesilme kışlık ev ihtiyacıdır. Hâkim tekrar gitme diyerek birkaç defa daha tahliye eder. En sonra:
-Bak sizi kaç defa serbest bıraktım. Bu son. Bir daha karşıma çıkarsan bu defa içeri atarım. Der ve yine serbest bırakır. Birkaç gün sonra aynı kişi aynı suçtan yine hâkim karşısındadır. Hâkim.
-Ben size ne dedim. Yine niye gittin?
-Vallahi hâkim bey; ben de şaştım. Buraya geliyorum siz gitme diyorsunuz. Eve varıyorum yengen git diyor.

Doğdu da ölüverdi


Bir kızı gelin edeceklerdir. Yaşı küçüktür. Nikâh yapılamıyor. Yaşını büyültmek için mahkemeye verirler. Baba kızın yaşının küçük yazıldığını iddia etmektedir. Hâkim babayı dinler, kıza bakar. Kızı çok küçük görür. Tanığın birisine sorar. Sanık damat adayının yakınıdır.
-Bu çocuk ne zaman doğdu.
Sanık on sekiz on dokuz yıl öncesinden bir tarih verir. Hatta haftanın hangi günü olduğunu dahi bilir ve gününü de söyler.(!)
O kadar emin söz üzerine hâkim tanığa tekrar sorar:
-Nasıl bu kadar emin bilip söylüyorsun?
-Aynı gün benim de çocuğum oldu, hâkim bey.
-Nüfus dairesinden senin çocuğunun kaydını isteyelim. Aslı var mı bakalım.
-Hâkim bey, beninki doğdu da ölüverdi. Kayıtlı değil.

Sen olsan ne yaparsın?

Çobanın birisi katışıkların (hayvan sahiplerinin) hayvanlarının birkaçını satmış. Parayı cebe indirmiş. Hayvan sahiplerine ise hayvanlarınızı canavar (kurt) yedi demiştir. Durumdan şüphelenen hayvan sahipleri çobanı mahkemeye verirler.
Haklı tarafları da vardır. Çünkü kurt sadece, sürüdeki katışıkların koyunlarını seçmiş. Sade onları yemiştir(!)
Kurt koyunları yediği zaman veya koyunlar ölünce, çoban o koyunların kulaklarını hayvan sahibine gösterir. Üstelik hiç birisinin kulakları da yoktur. Hâkim çobana söz hakkı verir. Çoban savunmasını yapar. Masum olduğunu savunur. Hâkim çobana sorar:
-Oğlum senin köpeğin yok mu? Kurtlara niçin saldırmadı?
-Hâkim bey, kurt geldikten sürüye saldırdıktan sonra, sen köpek olsan ne yaparsın? (Not: aslı sen köpek olsan ne b.. yersindir.)

Atı çalan


Bir at çalınmıştır. Çalan kesin olarak belli değildir. Birkaç şüpheli mahkemeye çağırılır. Hepside savunmasını yapar. Hiç birisi atı çalmamıştır. Suçlu onların içinde değildir(!)
Hâkim:
-Madem siz değilsiniz. Başka şüphelilerin üzerinde duralım. Çıkabilirsiniz. Der.
Sanıklar hep beraber dışarı çıkmaktadır. O ara hâkim:
-Atı çalan! Diye seslenir.
O ara bir tanesi durur ve hâkime bakar.
Acaba neden?

Adil Yüksel

İlk Yayın: (C) Antalya Chess Express 69, Mayıs 2013, s. 3031-3032
Düzenleme/Yayına Hazırlama/Redaksiyon: Harun Taner
Tadımlık toplam 8 öykü Adil'in kıvrak ve akıcı biçemini göstermekte
sanırım yeterli olmuştur.

Teşekkürler Adil.