Özgür Satranç Forum
Felsefe Dizini (B) - Baskı Önizleme

+- Özgür Satranç Forum (http://forum.satranc.biz)
+-- Forum: Satranç Genel (http://forum.satranc.biz/forumdisplay.php?fid=3)
+--- Forum: Hayata Dair (http://forum.satranc.biz/forumdisplay.php?fid=15)
+--- Konu Başlığı: Felsefe Dizini (B) (/showthread.php?tid=2280)



Felsefe Dizini (B) - Abidin Ünal - 23-03-2011

BABEUF'CÜLÜK,
18. yüzyıl'da, Fransa'da, tek bir merkez tarafından yönetilen bir «Eşitler Cumhuriyeti» —tek bir ulusal komün— kurmak amacıyle girişilen devrimci bir hareket, Adını, önderi ve teorisyenl olan Gracchus Ba-beuf'den (1760-97) alır. 1796'da Babeuf ve arkadaşları (Buonarotti, Marechal, Antonelle, Darthe, Germain, Debon, Lepelletier ve diğerleri), hareketin en yüksek noktasını teşkil eden «Eşitler Gizli İttifakı-nı kurmuşlardı. Gizli ittifak öğrenilmiş, katılanların çoğu tutuklanarak yargılanmıştır. Babeuf ve Darthe'nin, 1797'de giyotinle kafaları kesilmiştir. Babeuf'cülük, sömürülen plebler ile burjuvazi arasında, Devrim'-in hazırlık evresinde ortaya çıkan ve Devrim sırasında devam eden ittifakın parçalanışını işaret ediyordu.

Plebler ile burjuvazi arasındaki ittifakın sallantılı olduğu açıktı; çünkü, bir burjuva devrimi, nüfusun en çok sömürülen kesimine temelde hiçbir şey sağ-lıyamazdı. Bu durum, özellikle Ther-midor gerici hareketinde açık ve seçik olarak ortaya çıkmıştı.

Babeuf'cülük, ön-proletarya ile genel plebiyen kitle arasındaki ilk ayrılığın politik ve ideolojik yansımasıydı. Babeuf'cülük, 18. yüzyıl Fransız materyalizminin, Melli-er'in popüler devrim fikirlerinin, Mo-relly'nin -rasyonalist» komünizminin ve Fransız Devrimi'ndeki en radikal eğilimlerin örgütsel ve ideolojik tecrübelerinin ideolojik mirasçılarıydılar. Babeuf cülük, sosyalist düşüncenin gelişmesinde ileriye doğru bir adımdı; çünkü, Fransa'nın sosyo-ekonomik gelişmesinin yeni bir evresinde, kapitalist ilişkilerin pekiştirildiği bir evrede ortaya çıkmıştı. Babeuf cüler, sosyalizmi teori alanından devrimci hareketin pratiğine geçirme işine girişen ilk kişilerdi. Babeuf cüler, geleceğin «Eşitler Cumhuriyeti»nin genel statüsünün yanısıra, yoksulların hayat şartlarını düzeltmek, karşı-devrim güçlerinin direncini kırmak için alınacak geniş bir tedbirler sistemi de meydana getirmişlerdi. Babeuf cüler, devrimin gerçekleştirilmesinden sonra emekçi halk dik-tatörlüğü'nün getirilmesi görüşünü ortaya atarak toplumun devrimci dönüşümünün ana evrelerini belirlemeğe çalışmışlar; ve tarihin zenginler ile yoksullar, patriciler ile plebler, efendiler ile köleler, toklar ile açlar arasında 6ir mücadele olduğunu ileri sürmüşlerdir. Tarihsel realizm'in özelliklerine sahip bulunan Babeuf cülük, taktiklerinde gizli tertipçilikten öteye geçememiştir. Bundan ötürü, sosyalizmin bir ütopya olmaktan çıkarak bir bilim haline gelmesinde Babeuf ve arkadaşlarının örgütsel ve ideolojik katkıları olmakla birlikte, Babeuf'cülük utop-yacılık olarak kabul edilir.

BACHOFEN, JOHANN JACOB (1815 -87), isviçreli hukuk ve din tarihçisi; Dos Mutterrecht adlı eseri (1861) aile tarihinin, özellikle de anaerkillik'in incelenmesinde öncü bir çalışmadır; fakat, Bachofen'in idealist dünya görüşü, aile ve evlilik ilişkilerinin ve bunların gelişmesinin gerçek yapısını keşfetmesine engel olmuştur. Dinsel fikirlerin evrimini, tarihin itici gücü olarak görmüştür. Felsefesi, Engels tarafından geniş bir şekilde irdelenmiştir (bak. «Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni»).

BACON, FEANCIS (1561-1626), İngiliz filozof, yeni materyalizm'in ve deneysel bilim'in kurucusu. I. James zamanın en yüksek mevkii olan Baş Şan-sölyelik'e yükselmiştir. 1620'de, ünlü eseri olan Novum Organum'u yayımlamıştır (eserin adı, Aristoteles'in Orga-non'unabir atıftır). Bacon, bu eserinde, bilimin görevleri ve tümevarımın temelleri üzerine yeni bir görüş getirmiştir. Bilgi'nin amacının, insanın tabiat üzerindeki egemenliğini artırmak olduğunu söyleyen Bacon, bu amaca, şeylerin hakiki nedenlerini ortaya çıkaran bilmeyle erişilebileceğini gösteriyordu. Bacon, bundan ötürü, iskolas-tiğe karşı çıkmıştır. Bilgi, başta, örümceğin kendi ağını örmesi gibi, bilgin'in de kendi icadı olan kavramlardan yola çıkarak kendi önerme sistemini kurması anlamına gelen «dogmatizm»den, yada, olguların birbirleriyle bağlantısızca, sadece ardarda sıralanması anlamına gelen «ampirizm»den zarar görmekteydi. Bundan dolayı, Bacon, daha önceki bilgilerin hepsine yönelen bir şüphecilik çağrısında bulunmuştur. Hakiki bilgi'nin mümkün olduğunu kabul eden Bacon, bilgi edinme metodunda bir reform yapılmasının gerekli olduğu düşüncesini ileri sürüyordu. Bu yolda atılacak ilk adım zihnimize musallat olan ön-yargı ve ön-fikirlerden (idol'lerden) kurtulmaktı. Bu illüzyonların bazıları, bütün insan soyunun zihinsel karakteristiğini teşkil eden alışkanlıklara, diğerleri ise tek bu araştırıcının yada araştırıcıların kendi zihinlerinin karakteristiğini teşkil eden alışkanlıklara ilişkindi. Yeni bilgi metodlannın uygulanması, bu kötü zihin alışkanlıklarından kurtulmakla mümkün olabilirdi. Bu -bilgi e-dinme, Bacon'a göre, tecrübe olgularının rasyonel işlenişi olmalıydı. Bu yeni bilgi edinme metodlannın çıkarsama öncüleri (media axiomata), metodik genelleştirme yada tümevarım yoluyle elde edilen kavramlara dayanan önermeler olacaktı. Tümevarım analitik tecrübe kavrayışına dayanmıştır. Engels'e göre, Bacon'un tek-yönlü gelişmesi, Bacon'a ve daha sonra da Locke'a, 15. ve 16. yüzyıllarda şekillenen metafizik yaklaşımı tabiat bilimlerinden felsefeye kaydırmak imkânını vermiştir. Bacon, tümvanm teorisinde, «negatif örnekler» denilen şeylerin, yani genelleştirme ile çelişen ve onun yeniden gözden geçirilmesini gerektiren hallerin önemini ilk olarak işaret eden kimse olmuştur. Onun felsefenin gelişmesine katkısı şöyle belirlenebilir. Birinci olarak, materyalist geleneği restore etti ve bu görüş açısından gelen geçmişin felsefi doktrinlerini itibarlarına kavuşturdu; ilk Çağ materyalizmini övdü ve idealizmin hatalarını ortaya koydu, ikinci olarak, materyalist tabiat anlayışını geliştirmiş ve onu şu fikre dayandırmıştır: madde parçacıkların birleşimidir ve tabiat çeşitli özelliklere sahip cisimlerin bileşimidir. Hareketi maddenin temel bir niteliği ola-. rak gören Bacon'a göre, hareket sadece mekanik hareketten ibaret değildi (19 tip hareket tanımlıyordu). Ba-con'un görüşleri, ingiltere'deki, ilk sermaye birikimi çağında, bilgiye duyulan ihtiyacı yansıtıyordu. Fakat, Bacon kararlı bir materyalist değildi. Bacon'-un öğretisi, Marx'ın işaret ettiği gibi «teolojik tutarsızlıklar»la doluydu. Yeni Atlantis'te ifadesini bulan siyasi görüşleri, yönetici sınıf ile ezilen sınıf antitezi yerinde dururken, bilim ve gelişmiş bir teknolojik temel üzerinde ekonomik bakımdan serpilip gelişen ideal bir toplum utopyasıdır.
BACON, ROGER (1214-92), İngiliz Orta Çağlar düşünürü; modern deneysel bilimin habercisi; zanaatkarların ideologu, Feodal törelerle feodal ideoloji ve politikayı teşhir etmiştir. Dinden sapmış görüşler beslediği ileri sürüle-' rek, 1277'de Oxford Üniversitesindeki öğretim görevine son verilmiş. Kilise otoriteleri tarafından bir manastıra kapatılmıştır. Dünya görüşü materyalistti, fakat materyalizmi kararlı olarak devam etmemiştir. Bacon, isko-lastik dogmatizm'! ve otoriteye bağımlılığı reddeder ve tabiatın deneysel incelenmesine ve bilime, yeni bir tarzda, doğmalardan bağımsız olarak yaklaşılmasını savunur. Bilgi'nin amacı, insanın tabiat üzerindeki egemenliğini artırmaktır, diyen Bacon, matematik! bir bilgi edinme aracı olarak görür. Eserlerinde, astroloji, simya ve batıl inançlarla ilgili izlere rastlanırsa da. teknik ve bilimsel mahiyette bazı cesur tahminler yapmıştır.

BADEN OKULU, Yeni-Kant'çı en etkili okullardan biri. Bu okulun adı, profesör Wilden Bald ve Rick'ert'in Baden Okulu teorisi öğretimi yaptıkları Heidelberg ve Freiburg Üniversitelerinin Baden eyaletinde bulunmasından gelir. Esas olarak, tabiî bilimsel metodun karşısına tarihsel metod'un konmasıdır; tarih, burada kültürel değerlerin bireysel gelişme olgularının bilimidir; tabii bilim ise, tekrarlanan, genel tabii fenomenlerin kanunlarının incelenmesidir. Her iki halde de, kavramlar realitenin yansılan değildir. Bunlar, realitenin, a priori ilkelere bağımlı düşünceye çevrilmesidir sadece; tabiî bilim genel'in bilgisidir, tarihsel bireysel'in bilgisidir. Kant'ın yolundan giden Baden Okulu, varlık ile zorun-luluk'u karşı karşıya getirir. Tarihin kanunlarının inkân> yani okulun tipik-liği, ileri sürdüğü değer teorisine sıkıca bağlıdır.
Bu teoriler, H. Münster-berg (1863-1916) ve E. Lask (1875-1915) tarafından geliştirilmiştir, J. Cohn (1869-1947) ve B. Christiansen tarafın-, dan estetik'e, Weber tarafından da sosyoloji'ye uygulanmıştır. Aşın süb-jektivizm ve iradecilik anlayışıyle geliştirilen Baden okulunun modern sosyoloji fikirleri marksizm'e karşıdır. Batı Almanya'daki bu sosyoloji okulunun başında W. Theimer ve G. Ritter vardır.
BAĞDAŞMAZLIK, bir mantık işlemi: bu işlemde, bir içermenin önermeleri olan ön^bileşen ve ard-bileşen yerine, bunlann olumsuz halleri konur (tersine çevirme-obversion>, önermelerin yerleri de değiştirilir (yerdeğiştirme-conversion). Şöyle ki, «eğer X 4'le bö-lünebiliyorsa, o halde 2'yle bölünebilir» önermesinin Bağdaşmazlık'1, «eğer X 2'yle bölünemiyorsa, o halde 4'le de bölünemez» önermesidir. Bağdaşmazlık, birinci önermenin doğruluk ya da yanlışlık değerini korur.
BAKUNİN, MİHAİL ALEXANDROVİÇ,
(1814-76), Rus küçük burjuva devrimci; aristokrat doğuşlu; anarşizmin ideologu; felsefe'de eklektik'tir. Bakunjn, 1836'dan 1840'a kadar Moskova'da yaşadı. Burada Fichte ve Hegel'i inceledi; Hegel felsefesini Gimnazichesklye rechi Gegelya (Predisloviye perevod-chika)'da muhafazakâr bir anlayışla yorumladı. Bakunin, 1840'da Rusyadan göç edip sol-Hegefcilere katıldı. Prag ve Dresden'de 1848-1850 Devrimi'nde
yer aldı. Rusya'ya döndü, 1851'de tutuklandı, 1857'de Sibirya'ya sürüldü, 1861'de sürgünden kaçtı. 1860-70 yıllarını Batı Avrupa'da geçirdi; burada Herzen ve Ogaryov'la işbirliği yaptı. Anarşist hareketin örgütlenmesinde aktif bir rol alarak, 1872'de atıldığı Birinci Enternasyonal'de marksizm'e karşı savaştı. Dört yıl sonra Bern'de öldü. Bakunin'in teorisi altmış yılının bitiminde son biçimini almıştır (Cosu-darstvennost i anarkhiya, 1873).

Baku-nin'nin temel görüşüne göre, bir Tanrı icadı olan devlet, insanı ezen başlıca araçtır. Din «kolektif deliliktir», ezilen kitlelerin bilincinin çirkin ürünüdür, Kilise ise, çatısı altında ezilen kitlelerin günlük dertlerini unutmayı aradıkları «kutsal bir taverna» dır. Bilimsel metodu toplum teorisine uygulamanın önemini kavnyamamış, sınıf mücadelesi ve proletarya diktatörlüğü marksist öğretisine karşı çıkmıştır. Bakunin'in anarşist fikirleri, devrimci Rus Narodnikleri arasında ve ekonomik bakımdan yoksul diğer ülkelerde (italya, ispanya, v.s.), 1870 yıllarında yaygınlık kazanmıştır. Bakunin'in anarşist fikirleri Marx. En-gels ve Lenin tarafından eleştirilmiştir.
BARIŞ İÇİNDE BİRARADA YASAMA,
yeni bir dünya savaşından sakınmak için, bazı sosyalist devletlerce yürütülen dış politikanın bir ilkesi. Farklı sosyal sistemli devletlerin birarada yaşaması görüşü, ilk olarak, kapitalizmin eşitsiz ekonomik ve politik gelişme karnımın^ dayanarak Lenin tarafından ortaya konmuştur. Buna göre, sosyalizme geçiş, bütün ülkelerde aynı zamanda olmamaktadır; bu geçiş, sosyalizmin bir yada birkaç ülkede gerçekleşmesiyle başlayıp sonunda bütün dünyada sosyalizmin gerçekleşmesine varan bütün bir tarih dönemini kapsamaktır, işte, sosyalist devletlerle kapitalist devletlerin barış içinde birarada yaşamaları gereği burada görülür. Banş içinde Birarada Yasama, uluslararası anlaşmazlıklarda, bu anlaşmaları görüşme yoluyle çözüme kavuşturma; uluslararası karşılıklı güven; başka ülkelerin içişlerine karışmama; bütün ülkelerin hükümranlık haklarına tam saygı; karşılıklı menfaat ve tam eşitlik temeline dayanan ekonomik ve kültürel işbirliğinin ilerletilmesi aracı olarak, savaştan vazgeçilmesi gereğini ifade eder. Sosyalist devletlerle kapitalist devletlerin birarada yaşaması, revizyonistlerin düşündüğü gibi, sınıf mücadelesinin gevşemesi yada burjuva ideolojisiyle uz-laşılması anlamına gelmez. Banş içinde Birarada Yaşama, sınıf mücadelesinin barışçı yollardan yürütülen spesifik bir biçimidir. Bu durumda, sosyalizm ile kapitalizm arasındaki esas mücadele alanı ekonomik yarıştır; ve sosyalizm, üstünlüklerinden ötürü, bu yarışta zafer kazanacaktır. Başka ülkelere karşı savaşa girişilmemesi, çok daha mükemmel bir sosyal düzen örneği verilmesi, üretim güçlerinin gelişmesine yardımcı olmaktadır. Bu mücadele biçimi, dünyada yer alan muazzam değişmeler sonucunda hayata girmiştir. Çatışmaların çözümünde bir yol olarak geçmişte de arzu edil-miyecek bir şey olan savaş, bugün artık, bütün bir insanlık için dehşetli bir yıkım demek olan dünya çapında bir çatışmanın tehlikeleriyle doludur. Bugün bu, sosyalizmin düşmanları tarafından da görülmektedir. Uluslararası alanda kuvvet dengesi büyük değişikliklere uğramıştır. (Kapitalist ülkelerde sosyalizm ile işçi sınıfının ve demokratik akımların gücü artmıştır). Emperyalistler bu değişiklikleri görmezlikten gelemezler. Bütün bunlar, uluslararası çatışmaların barışçı yollarla çözüme kavuşturulması imkân ve gereğini yaratmaktadır. Banş içinde Birarada Yaşama, ulusal kurtuluş hareketinin bir kenara atılması anlamına gelmez; tam tersine, bu, ulusal kurtuluş hareketi için en uygun şartların yaratılması demektir. Bundan başka, Barış İçinde Birarada Yaşama uğrunda yapılan mücadele emperyalizme (askeri tehlikenin kaynağına) karşı yürütülen bir mücadele olduğundan, kitlelerin kendi hayatî menfaatlerini daha iyi anlamalarına yol açar.

BATI AVRUPA'DA ORTA ÇAĞ FELSEFESBABEUF'CÜLÜK, 18. yüzyıl'da, Fransa'da, tek bir merkez tarafından yönetilen bir «Eşitler Cumhuriyeti» —tek bir ulusal komün— kurmak amacıyle girişilen devrimci bir hareket, Adını, önderi ve teorisyenl olan Gracchus Ba-beuf'den (1760-97) alır. 1796'da Babeuf ve arkadaşları (Buonarotti, Marechal, Antonelle, Darthe, Germain, Debon, Lepelletier ve diğerleri), hareketin en yüksek noktasını teşkil eden «Eşitler Gizli İttifakı-nı kurmuşlardı. Gizli ittifak öğrenilmiş, katılanların çoğu tutuklanarak yargılanmıştır. Babeuf ve Darthe'nin, 1797'de giyotinle kafaları kesilmiştir. Babeuf'cülük, sömürülen plebler ile burjuvazi arasında, Devrim'-in hazırlık evresinde ortaya çıkan ve Devrim sırasında devam eden ittifakın parçalanışını işaret ediyordu. Plebler ile burjuvazi arasındaki ittifakın sallantılı olduğu açıktı; çünkü, bir burjuva devrimi, nüfusun en çok sömürülen kesimine temelde hiçbir şey sağ-lıyamazdı. Bu durum, özellikle Ther-midor gerici hareketinde açık ve seçik olarak ortaya çıkmıştı.

Babeuf'cülük, ön-proletarya ile genel plebiyen kitle arasındaki ilk ayrılığın politik ve ideolojik yansımasıydı. Babeuf'cülük, 18. yüzyıl Fransız materyalizminin, Melli-er'in popüler devrim fikirlerinin, Mo-relly'nin -rasyonalist» komünizminin ve Fransız Devrimi'ndeki en radikal eğilimlerin örgütsel ve ideolojik tecrübelerinin ideolojik mirasçılarıydılar. Babeuf cülük, sosyalist düşüncenin gelişmesinde ileriye doğru bir adımdı; çünkü, Fransa'nın sosyo-ekonomik gelişmesinin yeni bir evresinde, kapitalist ilişkilerin pekiştirildiği bir evrede ortaya çıkmıştı. Babeuf cüler, sosyalizmi teori alanından devrimci hareketin pratiğine geçirme işine girişen ilk kişilerdi. Babeuf cüler, geleceğin «Eşitler Cumhuriyeti»nin genel statüsünün yanısıra, yoksulların hayat şartlarını düzeltmek, karşı-devrim güçlerinin direncini kırmak için alınacak geniş bir tedbirler sistemi de meydana getirmişlerdi. Babeuf cüler, devrimin gerçekleştirilmesinden sonra emekçi halk dik-tatörlüğü'nün getirilmesi görüşünü ortaya atarak toplumun devrimci dönüşümünün ana evrelerini belirlemeğe çalışmışlar; ve tarihin zenginler ile yoksullar, patriciler ile plebler, efendiler ile köleler, toklar ile açlar arasında 6ir mücadele olduğunu ileri sürmüşlerdir. Tarihsel realizm'in özelliklerine sahip bulunan Babeuf cülük, taktiklerinde gizli tertipçilikten öteye geçememiştir. Bundan ötürü, sosyalizmin bir ütopya olmaktan çıkarak bir bilim haline gelmesinde Babeuf ve arkadaşlarının örgütsel ve ideolojik katkıları olmakla birlikte, Babeuf'cülük utop-yacılık olarak kabul edilir.
BACHOFEN, JOHANN JACOB (1815 -87), isviçreli hukuk ve din tarihçisi; Dos Mutterrecht adlı eseri (1861) aile tarihinin, özellikle de anaerkillik'in incelenmesinde öncü bir çalışmadır; fakat, Bachofen'in idealist dünya görüşü, aile ve evlilik ilişkilerinin ve bunların gelişmesinin gerçek yapısını keşfetmesine engel olmuştur. Dinsel fikirlerin evrimini, tarihin itici gücü olarak görmüştür. Felsefesi, Engels tarafından geniş bir şekilde irdelenmiştir (bak. «Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni»).
BACON, FEANCIS (1561-1626), İngiliz filozof, yeni materyalizm'in ve deneysel bilim'in kurucusu. I. James zamanın en yüksek mevkii olan Baş Şan-sölyelik'e yükselmiştir. 1620'de, ünlü eseri olan Novum Organum'u yayımlamıştır (eserin adı, Aristoteles'in Orga-non'unabir atıftır). Bacon, bu eserinde, bilimin görevleri ve tümevarımın temelleri üzerine yeni bir görüş getirmiştir. Bilgi'nin amacının, insanın tabiat üzerindeki egemenliğini artırmak olduğunu söyleyen Bacon, bu amaca, şeylerin hakiki nedenlerini ortaya çıkaran bilmeyle erişilebileceğini gösteriyordu. Bacon, bundan ötürü, iskolas-tiğe karşı çıkmıştır. Bilgi, başta, örümceğin kendi ağını örmesi gibi, bilgin'in de kendi icadı olan kavramlardan yola çıkarak kendi önerme sistemini kurması anlamına gelen «dogmatizm»den, yada, olguların birbirleriyle bağlantısızca, sadece ardarda sıralanması anlamına gelen «ampirizm»den zarar görmekteydi. Bundan dolayı, Bacon, daha önceki bilgilerin hepsine yönelen bir şüphecilik çağrısında bulunmuştur. Hakiki bilgi'nin mümkün olduğunu kabul eden Bacon, bilgi edinme metodunda bir reform yapılmasının gerekli olduğu düşüncesini ileri sürüyordu. Bu yolda atılacak ilk adım zihnimize musallat olan ön-yargı ve ön-fikirlerden (idol'lerden) kurtulmaktı. Bu illüzyonların bazıları, bütün insan soyunun zihinsel karakteristiğini teşkil eden alışkanlıklara, diğerleri ise tek bu araştırıcının yada araştırıcıların kendi zihinlerinin karakteristiğini teşkil eden alışkanlıklara ilişkindi. Yeni bilgi metodlannın uygulanması, bu kötü zihin alışkanlıklarından kurtulmakla mümkün olabilirdi. Bu -bilgi e-dinme, Bacon'a göre, tecrübe olgularının rasyonel işlenişi olmalıydı. Bu yeni bilgi edinme metodlannın çıkarsama öncüleri (media axiomata), metodik genelleştirme yada tümevarım yoluyle elde edilen kavramlara dayanan önermeler olacaktı. Tümevarım analitik tecrübe kavrayışına dayanmıştır. Engels'e göre, Bacon'un tek-yönlü gelişmesi, Bacon'a ve daha sonra da Locke'a, 15. ve 16. yüzyıllarda şekillenen metafizik yaklaşımı tabiat bilimlerinden felsefeye kaydırmak imkânını vermiştir. Bacon, tümvanm teorisinde, «negatif örnekler» denilen şeylerin, yani genelleştirme ile çelişen ve onun yeniden gözden geçirilmesini gerektiren hallerin önemini ilk olarak işaret eden kimse olmuştur. Onun felsefenin gelişmesine katkısı şöyle belirlenebilir. Birinci olarak, materyalist geleneği restore etti ve bu görüş açısından gelen geçmişin felsefi doktrinlerini itibarlarına kavuşturdu; ilk Çağ materyalizmini övdü ve idealizmin hatalarını ortaya koydu, ikinci olarak, materyalist tabiat anlayışını geliştirmiş ve onu şu fikre dayandırmıştır: madde parçacıkların birleşimidir ve tabiat çeşitli özelliklere sahip cisimlerin bileşimidir. Hareketi maddenin temel bir niteliği olarak gören Bacon'a göre, hareket sadece mekanik hareketten ibaret değildi (19 tip hareket tanımlıyordu). Ba-con'un görüşleri, ingiltere'deki, ilk sermaye birikimi çağında, bilgiye duyulan ihtiyacı yansıtıyordu. Fakat, Bacon kararlı bir materyalist değildi. Bacon'-un öğretisi, Marx'ın işaret ettiği gibi «teolojik tutarsızlıklar»la doluydu. Yeni Atlantis'te ifadesini bulan siyasi görüşleri, yönetici sınıf ile ezilen sınıf antitezi yerinde dururken, bilim ve gelişmiş bir teknolojik temel üzerinde ekonomik bakımdan serpilip gelişen ideal bir toplum utopyasıdır.
BACON, ROGER (1214-92), İngiliz Orta Çağlar düşünürü; modern deneysel bilimin habercisi; zanaatkarların ideologu, Feodal törelerle feodal ideoloji ve politikayı teşhir etmiştir. Dinden sapmış görüşler beslediği ileri sürüle-' rek, 1277'de Oxford Üniversitesindeki öğretim görevine son verilmiş. Kilise otoriteleri tarafından bir manastıra kapatılmıştır. Dünya görüşü materyalistti, fakat materyalizmi kararlı olarak devam etmemiştir. Bacon, isko-lastik dogmatizm'! ve otoriteye bağımlılığı reddeder ve tabiatın deneysel incelenmesine ve bilime, yeni bir tarzda, doğmalardan bağımsız olarak yaklaşılmasını savunur. Bilgi'nin amacı, insanın tabiat üzerindeki egemenliğini artırmaktır, diyen Bacon, matematik! bir bilgi edinme aracı olarak görür. Eserlerinde, astroloji, simya ve batıl inançlarla ilgili izlere rastlanırsa da. teknik ve bilimsel mahiyette bazı cesur tahminler yapmıştır.
BADEN OKULU, Yeni-Kant'çı en etkili okullardan biri. Bu okulun adı, profesör Wilden Bald ve Rick'ert'in Baden Okulu teorisi öğretimi yaptıkları Heidelberg ve Freiburg Üniversitelerinin Baden eyaletinde bulunmasından gelir. Esas olarak, tabiî bilimsel metodun karşısına tarihsel metod'un konmasıdır; tarih, burada kültürel değerlerin bireysel gelişme olgularının bilimidir; tabii bilim ise, tekrarlanan, genel tabii fenomenlerin kanunlarının incelenmesidir. Her iki halde de, kavramlar realitenin yansılan değildir. Bunlar, realitenin, a priori ilkelere bağımlı düşünceye çevrilmesidir sadece; tabiî bilim genel'in bilgisidir, tarihsel bireysel'in bilgisidir. Kant'ın yolundan giden Baden Okulu, varlık ile zorun-luluk'u karşı karşıya getirir. Tarihin kanunlarının inkân> yani okulun tipik-liği, ileri sürdüğü değer teorisine sıkıca bağlıdır. Bu teoriler, H. Münster-berg (1863-1916) ve E. Lask (1875-1915) tarafından geliştirilmiştir, J. Cohn (1869-1947) ve B. Christiansen tarafın-, dan estetik'e, Weber tarafından da sosyoloji'ye uygulanmıştır. Aşın süb-jektivizm ve iradecilik anlayışıyle geliştirilen Baden okulunun modern sosyoloji fikirleri marksizm'e karşıdır. Batı Almanya'daki bu sosyoloji okulunun başında W. Theimer ve G. Ritter vardır.
BAĞDAŞMAZLIK, bir mantık işlemi: bu işlemde, bir içermenin önermeleri olan ön^bileşen ve ard-bileşen yerine, bunlann olumsuz halleri konur (tersine çevirme-obversion>, önermelerin yerleri de değiştirilir (yerdeğiştirme-conversion). Şöyle ki, «eğer X 4'le bö-lünebiliyorsa, o halde 2'yle bölünebilir» önermesinin Bağdaşmazlık'1, «eğer X 2'yle bölünemiyorsa, o halde 4'le de bölünemez» önermesidir. Bağdaşmazlık, birinci önermenin doğruluk ya da yanlışlık değerini korur.
BAKUNİN, MİHAİL ALEXANDROVİÇ,
(1814-76), Rus küçük burjuva devrimci; aristokrat doğuşlu; anarşizmin ideologu; felsefe'de eklektik'tir. Bakunjn, 1836'dan 1840'a kadar Moskova'da yaşadı. Burada Fichte ve Hegel'i inceledi; Hegel felsefesini Gimnazichesklye rechi Gegelya (Predisloviye perevod-chika)'da muhafazakâr bir anlayışla yorumladı. Bakunin, 1840'da Rusyadan göç edip sol-Hegefcilere katıldı. Prag ve Dresden'de 1848-1850 Devrimi'nde yer aldı. Rusya'ya döndü, 1851'de tutuklandı, 1857'de Sibirya'ya sürüldü, 1861'de sürgünden kaçtı. 1860-70 yıllarını Batı Avrupa'da geçirdi; burada Herzen ve Ogaryov'la işbirliği yaptı. Anarşist hareketin örgütlenmesinde aktif bir rol alarak, 1872'de atıldığı Birinci Enternasyonal'de marksizm'e karşı savaştı. Dört yıl sonra Bern'de öldü. Bakunin'in teorisi altmış yılının bitiminde son biçimini almıştır (Cosu-darstvennost i anarkhiya, 1873). Baku-nin'nin temel görüşüne göre, bir Tanrı icadı olan devlet, insanı ezen başlıca araçtır. Din «kolektif deliliktir», ezilen kitlelerin bilincinin çirkin ürünüdür, Kilise ise, çatısı altında ezilen kitlelerin günlük dertlerini unutmayı aradıkları «kutsal bir taverna» dır. Bilimsel metodu toplum teorisine uygulamanın önemini kavnyamamış, sınıf mücadelesi ve proletarya diktatörlüğü marksist öğretisine karşı çıkmıştır. Bakunin'in anarşist fikirleri, devrimci Rus Narodnikleri arasında ve ekonomik bakımdan yoksul diğer ülkelerde (italya, ispanya, v.s.), 1870 yıllarında yaygınlık kazanmıştır. Bakunin'in anarşist fikirleri Marx. En-gels ve Lenin tarafından eleştirilmiştir.
BARIŞ İÇİNDE BİRARADA YASAMA,
yeni bir dünya savaşından sakınmak için, bazı sosyalist devletlerce yürütülen dış politikanın bir ilkesi. Farklı sosyal sistemli devletlerin birarada yaşaması görüşü, ilk olarak, kapitalizmin eşitsiz ekonomik ve politik gelişme karnımın^ dayanarak Lenin tarafından ortaya konmuştur. Buna göre, sosyalizme geçiş, bütün ülkelerde aynı zamanda olmamaktadır; bu geçiş, sosyalizmin bir yada birkaç ülkede gerçekleşmesiyle başlayıp sonunda bütün dünyada sosyalizmin gerçekleşmesine varan bütün bir tarih dönemini kapsamaktır, işte, sosyalist devletlerle kapitalist devletlerin barış içinde birarada yaşamaları gereği burada görülür. Banş içinde Birarada Yasama, uluslararası anlaşmazlıklarda, bu anlaşmaları görüşme yoluyle çözüme kavuşturma; uluslararası karşılıklı güven; başka ülkelerin içişlerine karışmama; bütün ülkelerin hükümranlık haklarına tam saygı; karşılıklı menfaat ve tam eşitlik temeline dayanan ekonomik ve kültürel işbirliğinin ilerletilmesi aracı olarak, savaştan vazgeçilmesi gereğini ifade eder. Sosyalist devletlerle kapitalist devletlerin birarada yaşaması, revizyonistlerin düşündüğü gibi, sınıf mücadelesinin gevşemesi yada burjuva ideolojisiyle uz-laşılması anlamına gelmez. Banş içinde Birarada Yaşama, sınıf mücadelesinin barışçı yollardan yürütülen spesifik bir biçimidir. Bu durumda, sosyalizm ile kapitalizm arasındaki esas mücadele alanı ekonomik yarıştır; ve sosyalizm, üstünlüklerinden ötürü, bu yarışta zafer kazanacaktır. Başka ülkelere karşı savaşa girişilmemesi, çok daha mükemmel bir sosyal düzen örneği verilmesi, üretim güçlerinin gelişmesine yardımcı olmaktadır. Bu mücadele biçimi, dünyada yer alan muazzam değişmeler sonucunda hayata girmiştir. Çatışmaların çözümünde bir yol olarak geçmişte de arzu edil-miyecek bir şey olan savaş, bugün artık, bütün bir insanlık için dehşetli bir yıkım demek olan dünya çapında bir çatışmanın tehlikeleriyle doludur. Bugün bu, sosyalizmin düşmanları tarafından da görülmektedir. Uluslararası alanda kuvvet dengesi büyük değişikliklere uğramıştır. (Kapitalist ülkelerde sosyalizm ile işçi sınıfının ve demokratik akımların gücü artmıştır). Emperyalistler bu değişiklikleri görmezlikten gelemezler. Bütün bunlar, uluslararası çatışmaların barışçı yollarla çözüme kavuşturulması imkân ve gereğini yaratmaktadır. Banş içinde Birarada Yaşama, ulusal kurtuluş hareketinin bir kenara atılması anlamına gelmez; tam tersine, bu, ulusal kurtuluş hareketi için en uygun şartların yaratılması demektir. Bundan başka, Barış İçinde Birarada Yaşama uğrunda yapılan mücadele emperyalizme (askeri tehlikenin kaynağına) karşı yürütülen bir mücadele olduğundan, kitlelerin kendi hayatî menfaatlerini daha iyi anlamalarına yol açar.
BATI AVRUPA'DA ORTA ÇAĞ FELSEFESİ, Roma İmparatorluğunun (5. yüzyıl'da) çöküşü ile kapitalist toplum biçimlerinin ortaya çıkışı (14-15. yüzyıllar) sırasında gelişen Batı Avrupa feodal toplum felsefesi. Antik köleci toplum'un çöküşünü felsefede de bir düşüş izlemişti. Antik Çağ fel-sefesi'nin bıraktığı miras ortadan silinmişti; bu miras 12. yüzyıl'ın ikinci yansına kadar da bilginler için meçhul kalmıştı. Avrupa'da egemen ideoloji din'di- Yakın Doğu'da, Arabistan'da ve Arapça konuşan öteki ülkelerde islâmlık ve de Hıristiyanlığın iki çeşidi (Roma Katolikliği ile Yunan Or-todoksuluğu). Okul ve eğitim; tabiat, dünya ve insan hakkındaki bütün peşin fikirlerin temelini teşkil eden dogmalara sahip bulunan Kilisenin pençesine düşmüştü. Meslek ve din okullarının gelişmesi ve 12. yüzyıl'ın ortasında ilk üniversitelerin kurulması (italya'da, ingiltere'de, Bohemya'da ve Fransa'da), dinsel dogmalar'm, hattâ din'in haklı gösterilmesinde ilahiyatı, felsefî açıklamalara girişmeye şevketti. Böylece, birkaç yüzyıl, felsefe «ilahiyatın işi» olarak kaldı. Felsefe, dinsizlere karşı Hıristiyanlığın şampiyonluğunu yapan apolojistler'in elinde, daha sonra da «Kilise Babalan.nın yazılarında bu rolü oynadı. Bunların içinde en önde geleni, Yeni-Platon'-culuk'u Hıristiyan doktrinleri sistemine sokan Augustinus idi (354-430). Sahte-Dionysius, Areopajit (5. yüzyıl) gibi Doğulu Yeni-Platon'cular, Hıristiyan ilahiyatın ihtiyaçlarına uydurulmuş, Yeni-Platon'cu etkinin diğer bir Batı'lı kaynağı idiler.

Johannes Scotus Erigena, Orta Çağ felsefesi'nin formüle edilmesinde başta geliyordu. Ne var ki Orta Çağ filozofları, dinsel dogmaları belirleyip açarken, tekil ile genel'in ilişkisine dair karmaşık problemlerde takılıp kalacaklardı. Bu filozoflar, problemleri kendi tarzlarında çözüyorlardı; iskolâstik, başta realizm ve nominalizm doktrinleri (bak. Gerçekçilik, Orta Çağ) olmak üzere antogo-nist bir takım görüşleri geliştirmişti. 12. yüzyıl'da Pierre Abelard bu iki düşünce okulu'nun da aşırıcılığına karşı çıktı. 12. - yüzyıl'ın ortasında başlıya-rak, Aristoteles'in başlıca eserleri Latince'ye çevrildi. Kilise bunları ilk önceleri düşmanca karşıladı; ama kısa bir zaman sonra, Aristoteles'e! doktrinler, Hıristiyanlık'ın felsefî temelleri olarak tanındı. Iskolâstikler, Aristoteles'in yorumcuları, savunucuları durumuna geldiler. Bunlar, Aristoteles'in fikirlerini kendi dinsel ve felsefi kavramlarına uyarlayarak, Aristoteles'e! doktrin'in eskimiş yanlarım (yani. Aristoteles'e! fizik'in ilkelerini; yer-merkezci sistemi) dogmalaştırarak, bilimde yeni'nin araştırılmasını reddettiler. 13. yüzyıl'da iskolâstik'in en başta gelen önderleri, Büyük Albert, Aquino'-lu Thomas ve John Duns Scotus'du. 19. yüzyıl'ın ikinci yansında Aquino'lu Thomas öğretisi'ni kendi resmî doktrini (bak. Yeni-Thomas'cılık) olarak ilân eden Kilise, kendisini azizleştir-mişti. 13. yüzyıl'ın en önde gelen üç iskolâstiğinin bir çağdaşı da, feodal toplum'un sosyal temeline karşı çıkan Roger Bacon'dı. 13. yüzyıl Orta Çağ şehirlerinde, sanat ve zanaatta, ticarette ve ticaret yollarında, Haçlı seferlerinden ötürü Doğu ile genişliyen ilişkilerde meydana gelen gelişmeler, felsefe'yi, özellikle de nominalizm'! ileriye doğru azçok harekete geçirmişti; nominalizm'in en önde gelen temsilcileri Occam'lı William ile Paris Occam'cılık okulu'nun izleyicileriydi, ideolojik mücadele, iskolâstik'in içinde başlamakla kalmıyordu; mistisizm, Roma İmparatorluğunun (5. yüzyıl'da) çöküşü ile kapitalist toplum biçimlerinin ortaya çıkışı (14-15. yüzyıllar) sırasında gelişen Batı Avrupa feodal toplum felsefesi. Antik köleci toplum'un çöküşünü felsefede de bir düşüş izlemişti. Antik Çağ fel-sefesi'nin bıraktığı miras ortadan silinmişti; bu miras 12. yüzyıl'ın ikinci yansına kadar da bilginler için meçhul kalmıştı. Avrupa'da egemen ideoloji din'di- Yakın Doğu'da, Arabistan'da ve Arapça konuşan öteki ülkelerde islâmlık ve de Hıristiyanlığın iki çeşidi (Roma Katolikliği ile Yunan Or-todoksuluğu). Okul ve eğitim; tabiat, dünya ve insan hakkındaki bütün peşin fikirlerin temelini teşkil eden dogmalara sahip bulunan Kilisenin pençesine düşmüştü. Meslek ve din okullarının gelişmesi ve 12. yüzyıl'ın ortasında ilk üniversitelerin kurulması (italya'da, ingiltere'de, Bohemya'da ve Fransa'da), dinsel dogmalar'm, hattâ din'in haklı gösterilmesinde ilahiyatı, felsefî açıklamalara girişmeye şevketti. Böylece, birkaç yüzyıl, felsefe «ilahiyatın işi» olarak kaldı. Felsefe, dinsizlere karşı Hıristiyanlığın şampiyonluğunu yapan apolojistler'in elinde, daha sonra da «Kilise Babalan.nın yazılarında bu rolü oynadı. Bunların içinde en önde geleni, Yeni-Platon'-culuk'u Hıristiyan doktrinleri sistemine sokan Augustinus idi (354-430). Sahte-Dionysius, Areopajit (5. yüzyıl) gibi Doğulu Yeni-Platon'cular, Hıristiyan ilahiyatın ihtiyaçlarına uydurulmuş, Yeni-Platon'cu etkinin diğer bir Batı'lı kaynağı idiler. Johannes Scotus Erigena, Orta Çağ felsefesi'nin formüle edilmesinde başta geliyordu. Ne var ki Orta Çağ filozofları, dinsel dogmaları belirleyip açarken, tekil ile genel'in ilişkisine dair karmaşık problemlerde takılıp kalacaklardı. Bu filozoflar, problemleri kendi tarzlarında çözüyorlardı; iskolâstik, başta realizm ve nominalizm doktrinleri (bak. Gerçekçilik, Orta Çağ) olmak üzere antogo-nist bir takım görüşleri geliştirmişti. 12. yüzyıl'da Pierre Abelard bu iki düşünce okulu'nun da aşırıcılığına karşı çıktı. 12. - yüzyıl'ın ortasında başlıya-rak, Aristoteles'in başlıca eserleri Latince'ye çevrildi. Kilise bunları ilk önceleri düşmanca karşıladı; ama kısa bir zaman sonra, Aristoteles'e! doktrinler, Hıristiyanlık'ın felsefî temelleri olarak tanındı. Iskolâstikler, Aristoteles'in yorumcuları, savunucuları durumuna geldiler. Bunlar, Aristoteles'in fikirlerini kendi dinsel ve felsefi kavramlarına uyarlayarak, Aristoteles'e! doktrin'in eskimiş yanlarım (yani. Aristoteles'e! fizik'in ilkelerini; yer-merkezci sistemi) dogmalaştırarak, bilimde yeni'nin araştırılmasını reddettiler. 13. yüzyıl'da iskolâstik'in en başta gelen önderleri, Büyük Albert, Aquino'-lu Thomas ve John Duns Scotus'du. 19. yüzyıl'ın ikinci yansında Aquino'lu Thomas öğretisi'ni kendi resmî doktrini (bak. Yeni-Thomas'cılık) olarak ilân eden Kilise, kendisini azizleştirmişti. 13. yüzyıl'ın en önde gelen üç iskolâstiğinin bir çağdaşı da, feodal toplum'un sosyal temeline karşı çıkan Roger Bacon'dı. 13. yüzyıl Orta Çağ şehirlerinde, sanat ve zanaatta, ticarette ve ticaret yollarında, Haçlı seferlerinden ötürü Doğu ile genişliyen ilişkilerde meydana gelen gelişmeler, felsefe'yi, özellikle de nominalizm'! ileriye doğru azçok harekete geçirmişti; nominalizm'in en önde gelen temsilcileri Occam'lı William ile Paris Occam'cılık okulu'nun izleyicileriydi, ideolojik mücadele, iskolâstik'in içinde başlamakla kalmıyordu; mistisizm de dışardan, ona karşı- çıkıyordu; mistisizm. Kilise otoritesi'ne ve Kilise dokt-rinleri'ne insanın duyumlan'nın ve sübjektif bilincinin aşağısında yer veriyordu. Mistisizm feodal toplumun manevi hayatında resmi dine çok kere bir karşı koyma tarzı olmuş; Tann'ya inanan insanın kişisel davranışı, feodal ideoloji ve feodal toplum sisteminin eleştirisi halini, hatta bunlara karşı mücadele halini almıştı. Fakat mistiklerin Bonaventura ve Clairvaux tarzında reaksiyoner bir kanadı da vardı. 13. yüzyıl'da iskolastiğe karşı, Ibni Rüşt'ün insan ruhunun ölümlüğüne ve bütün insanlarda ortaklaşa bir aklın varlığına ilişkin öğretileriyle beslenen güçlü bir akım ortaya çıktı, Bu kavramlar, anti - iskolastik bir savaşçı olan, ve 1282'de öldürülen Bra-bantlı Siger tarafından Paris Üniversi-tesi'nde cesaretle geliştirildi. 12. yüzyıl' m ilk başlannda, dinden sapışlara, klerikalizme ve yeni felsefî görüşlere karşı savaşmak üzere Dominikenve Fransis-ken tarikatları kurulmuştu. Bu iki tarikata mensup bilginler, 12. yüzyıl'da. Aristoteles'in öğretilerini, Katolik ideolojiye uygun hale getirmek amacıyle ıslah ederek, Papa IX. Gregory'nin tasarısını yürürlüğe koydular. 13. yüzyıl'da, Orta Çağ felsefesi'nde, öncesine oranla bir yükseliş görülmekle birlikte, bin yılı aşan gelişmenin sonuçlan, gerek felsefe, gerekse bilim bakımından zayıftı- çünkü, en büyük düşünürler bile, hakikatten çok dini haklı gösterme yol ve çareleri ile ilgileniyorlardı; Orta Çağ toplumunun papaz rejimi, bu dar kafalı çerçevenin ötesine .geçecek kadar cesur kimselerin hareket -ve düşüncelerine zincir vurmuştu. Ancak yeni kapitalist üretim tarzı ve bilimin teorik ve pratik yeni değerlendirmeleri ortaya çıktığı zamandır ki, Batı Avrupa'nın önde gelen şahsiyetlerinin düşüncesi Orta Çağ felsefesi'nin bağlarından kurtulabilmiştir.

[color=red](DEVAM EDECEK)[/color]


- Abidin Ünal - 25-05-2011

BATICILAR, 1840'lardaki bir Rus sosyal düşünce eğilimi'nin önericileri. Feodal geri kalmışlığın tasfiyesi, Rusya'nın da «Batı>nın yanısıra, yani burjuva yoldan gelişmesi için çağnda bulunmuşlardır. 1840'larm ortalarında, Batıcılar'in Moskova grupunda A Herzen, T. Granovski, N. Ogaryov, V. Bot-kin, K. Kavelin. N. Ketcher ve Y. Korsh bulunuyordu. V. Belinski bunlarla yakın ilişki kurmuştu. I. Turgenev, P. Anenkov ve I. Panayev de Batıcılar'ın görüşlerini benimsemişlerdi. Batıcılar, otokratik feodal sistemi mahkûm ediyorlardı ve objektif bakımdan bir burjuva muhteva taşıyan bir görüşü, Rus ya'nın Avrupalılaştınlması görüşünü savunuyorlardı; fakat kendi aralarında ayrılıklar da vardı. Birlikte girişilen hareket estetik, felsefi ve daha sonra da sosyo-politik sorunlardaki polemiklerle gölgelendiyse de, ilkin, tartışmalar Batıcı grupların dışına taşın adı. Fakat, 1840'larm sonlarına doğru, iki temel eğilim kristalize oldu. Belinski, Herzen ve Ogaryov materyalist devrimci demokratlar ve sosyalistler olarak ortaya çıktılar; Kavelin. Botkin Korsh ve diğerleri ise dini ve idealizmi savunuşlanyle siyasî sorunlarda burjuva-toprak sahibi liberalizm çizgisini yansıtır oldular. Günümüzde bazı tarihçiler, Rus sosyal düşünce tarihini tahrif etmekte, bu terimin muhtevasını bozarak Cadet'ler (Anayasa-cı-Demokratlar) ile Menşevikler'i Belinski ve Herzen'i izliyen Batıcılar olarak, Bolşevikleri ise Slavcılar'ın ideo lojik mirasçıları olarak göstermeğe çalışmaktadırlar.

BATIL İNANÇ, asılsız inanış anlamına gelen bir terim. Burjuva ve teolojik metinlerde, Batıl inanç genel ve hakikî inancın karşıtı olarak kullanılır ve ilkel büyü (sihir) ile birleştirilir. Bir dine mensup olan bir kimse, başka dinlerin dogmalarına ve ritüellerine Batıl inanç olarak bakma eğilimi gösterir. Marksist ateizm, dinsel inanç ile (BATUBİN 52 BEBEL, AUGUST) Batıl înanç arasında bir fark kabul etmez.

BATURİN, PAFNUTİ SEBGEYEVİÇ
(1740-1803), Rus Aydınlanma'cı, deist; Issledovaniya hnigi o zabluzhdeniyakh i istine, 1790, ve Kratkoye povestvova-niye o aravlyanakh, 1787, adlı kitapların yazan. Sözü geçen ilk kitabı, Sa-int-Martin'in Deş erreurs et de la ve-rite ou deş hommes rappeles au prin-cipe üniversel de la science adlı kitabındaki görüşleri tahlil eden felsefi bir polemiktir. Baturin'in kitabı, Saint-Martin'in adı geçen kitabını kendilerine ideolojik bir silâh yapan masonların dinsel mistisizmini eleştirir. Batu-rin, o zamanki tabiat bilimlerine dayanarak, tabiî fenomenin materyalist bir açıklamasını yapmış; kozmogoni'de güneş merkezcilik'i, madde ve hareketin sakımı kanununu savunmuş, bundan başka, gözlem ve tecrübe verilerine önde yer vererek, materyalist bilgi teorisini desteklemiştir. Mistiklerin cisimsel-olmıyan cevher öğretisini reddetmiştir. Baturin'in materyalizmi karakter itibariyle metafizik, biçim itibariyle deist'tir. Baturin tabiat bilimlerinin gelişmesinin ve tabiat bilimi eğitiminin şampiyonluğunu yapmış, «adaletli» kanunlar'dan ve hüma-nizmadan yana olmuştur.

BAUMGARTEN, ALEXANDER QOT-TLIEB (1714-62), Alman filozof; Le-ibniz ve Wollfun tilmizi, Meditatio-nes philosophicae de non-nullis ad po-ema pertinentibus (1735) adlı kitabında, akılla varılan bilgiyi ele alan man-tık'a karşı, güzel'i ve güzel'in artistik biçimleri içinde tasvirini ele alan duyumsal bilgiyi belirtmek için*«estetik» terimini ileri sürer. Baumgarten'in tamamlanmamış olan Aesthetica adlı kitabı (Cilt I, 1750; Cilt 2, 1758) duyumlar yoluyle elde edilen bilgi problemlerini ele alır. Baumgarten, bir bilim olarak estetik'in kurucusu sayılmazsa da, ileri sürdüğü kavram, bu alanda o zaman revaçta olan düşünce tarafından desteklenerek geniş ölçüde uygulanmıştır.

BAYLE, PIERRE (1647-1706), gazeteci, şüphecilik filozofu; Fransız Aydın-lanmacılığınm temsilcilerinden. Sedan Akademisi ve Rotterdam Üniversitesi'-nde felsefe profesörlüğü yapmıştır. Katoliklik ile polemiğe girmiş, sonunda dinin aleyhine dönmüş ve dinsel hoşgörünün savunuculuğunu yapmıştır. Hiçbir zaman bir ateist olmamakla birlikte, din karşısında kayıtsızdı; din karşısındaki bu kayıtsız karakterini Voltaire isabetle tasvir ederek, Bayle'-nin inançsız bir kişi olmıyabileceğini, fakat başkalarım inançsızlaştırdığını belirtir. Bayie, mitolojinin bir çeşidi olarak Hıristiyan doktrininin eleştirici bir incelemesini vermiştir. Bay-le'nin kanıtlan, kökünü Descartes'çı şüphe ilkesinden alan, ve Marx'a göre, bütün metafizik ve teolojik inançları küçümsiyen bir şüphecilik'e dayanır. Bayie, eük problemlerin din tarafından denetlenmesi gerektiğini beyan eder. Bütünüyle ateistlerden oluşan bir toplumun mümkün olduğunu savunmuştur. Yazılan, özellikle de Dic-tionnaire historique etcritique et critique adlı eseri 18. yüzyıl Fransız materyalizmine kılavuzluk etmiştir.
BEBEL, AUGUST (1840-1913), Alman Sosyal Demokrat Partisi'nin kurucularından marksizmin önde gelen propagandacı ve teorisyenlerinden; tarihsel materyalizmin bir temsilcisi. Kadının toplum içindeki yeri problemine ilişkin incelemesi özel bir değer taşır. Die Frau und der Sozialismus (Kadın ve Sosyalizm) (1879) adlı eserinde, üretim tarzının değişmesiyle aile ilişkilerinin de değişikliğe uğradığını, kadının sosyal eşitsizliğinin özel mülkiyetin egemenliğinden ileri geldiğini göstermiştir, özel mülkiyetin doğuşu «kadının küçümsenmesine, hattâ hor görülmesine yol açmıştır». Kadınlığın kurtuluşu, sömürünün ve sosyal baskının ortadan kalkması genel probleminin bir BEHAVİTORİZM 53 BELİNSKt yanıdır. Bebel bir ateist militan olarak, dinsel öğretileri tahlil etmiş, ve dinin çok kısa vâdede bir mutluluk vaadet-tiğini, «bir egemenlik aracı» olarak yönetici sınıflara yanyan bir illüzyon yarattığım göstermiştir. Bebel, burjuva ideolojisine aktif bir şekilde karşı çıkmış bir şahsiyettir; Malthus'culuk'u, felsefi idealizmi ve revizyonizmi teşhir etmiştir. Bernstein'in görüşlerinin proletaryaya esasta düşman olduğunu ilk kavrayanlardan biridir. Bazı taktik hatalarına ve önerilerinde düştüğü yanlışlıklara rağmen teorik ve pratik çalışmaları işçilerin sosyal baskıya karşı yürüttükleri mücadeleye büyük hizmetlerde bulunmuştur.

BEHAVİYORİZM, felsefi bakımdan pragmatizme dayanan modern bir psikoloji akımı. Behaviyorizm, E.L. Thorn-dike (1874-1949) tarafından hayvanların davranışları konusunda yapılan araştırmaların sağladığı malzemeye dayanılarak, Şikago Üniversitesi'nden J. B. VVatson (1878-1958) tarafından 1913'de başlatıldı. Watson'un teorisini K.S. Lashley (1890-1958) ve A.P. Weiss (1879-1931) da paylaşıyorlardı. Psiko-loji'deki mekanist akımı devam ettiren Behaviyorizm, psikolojik fenomeni organizmanın reaksiyonlarına indirger; davranış ve bilinci özdeşleştirir; uyarma ve refleks arasındaki ilişkiyi bilincin tek temeli olarak görür. Behaviyo-rizm'e göre, bilgi, organizmaların (insan dahil) şartlı reaksiyonlarını ifade eder. VVatson'un teorisi, 1930'larda, en geniş anlamıyla «şartlandırma» olarak bilinen yeni-behaviyorizm teorileri tarafından geride bırakıldı. Yeni beha-viyorizm'in temsilcileri Clark Hull (1884-1952), Edward Tolman (d. 1886) ve Edwin Guthrie (1886 - 1959) idi. Bu teoriler, Pavlov'cu öğretinin etkisi altında gelişmişti. Gerek terminolojilerini gerekse davranış biçimlerinin sınıflandırılmasını Pavlov'dan alan ye-ni-behaviyoristler, Pavlov doktrininin materyalist temellerinin yerine operasyonalizmi ve mantıksal-pozitivizmi koyarlar. Şartlı refleksleri ele alışlarında, beyin korteksi'nin davranış'ta ki rolünü dikkate almazlar. Çağdaş Behaviyorizm, «aradeğişkenler» (maharet, uyan ve potansiyel tutukluk, eksiklik, v.s.) adını verdiği şeyi işin içine sokarak uyanm-reaksiyon formülünde değişiklik yapmıştır. Fakat, bu, Behaviyorizm'in mekanist ve idealist mahiyetini değiştirmez.

BELINSKİ, VİSSARYON GRİGORYEVİÇ (1811-48), Rus devrimci demokrat, edebiyat eleştirmem, Rus gerçekçi es-tetik'in kurucusu. Belinski'nin ortaya çıkışı, Rus kurtuluş hareketinde asalet'in yerini raznocintei'nin (orta sınıfın ye meslek tabakalarının) alışını işaret eder. Belinski, Sveaborg'da bir doktor aileden dünyaya geldi; 1829'-dan 1832'ye kadar Moskova Üniversi-tesi'nde edebiyat öğrenimi yaptı. 1833'-de, önemli ilk yazısı «'Edebî arzular», Teleskop dergisinin edebiyat ekinde yayımlandı. 1838'den 1839'a kadar Mos-hovsky Nablyudatel dergisini yönetti; 1839'un sonlarında St. Petersburg'a geçerek Otechestvenniye dergisinin edebiyat eleştirisi bölümünü deruhte etti. 1846'da, Sovremennih'm baş eleştirmeni oldu, ama 1847'de sağlık nedeniyle yurt dışına çıkmak zorunda kaldı. Ertesi yıl, S. Petersburg'da veremden öldü. Yaptığı çalışmalar, ideolojik bakımdan, otokrasi ve toprak köleliğine karşı Rus sosyal düşünürlerinin yeni mücadele yollan araştırmaya, henüz yeni yeni bir sosyal gelişme teorisi kurmaya ba§ladıklan döneme rastlar. Belinski'nin ideolojik evriminin a.sm karmaşıklığı ve keskinliği işte buradan gelir. Belinski 1840'larda, köylülüğün mizacını yansıtan devrimci demokratik bir görüşe varmış; sosyalizm, ateizm ve materyalizmle derinden ilgilenmeye başlamıştı. Buysa, onun, davranışının, 19. yüzyıl felsefi ve sosyo-politik doktrinleri (bak. Fichte; Schelling; Hegel; Feuerbach; Sol-Hegel'ciler; Sosyalizm.

BELİNSKİ
Ütopyaci; Marx) tarafından formüle edilmesine yol açtı. Belinski felsefî bir eser yazmamıştır, ama bütün denemeleri, felsefi problemleri ele alır. 1837 ile 1839 yıllan arasında Hegel'in hararetli bir destekleyicisi olarak, onun «was wirklich ist, das ist ver nünftig» «gerçek olan rasyonel olan'-dır») sözünü siyasî bir muhafazakârlık, Rus otokrasisiyle uzlaşıcı bir anlayış içinde yorumlamıştır, inkâr fikrini, köhne ve akla aykırı olan her şeye karşı mücadele ilkesini ileri sürdüğü zaman sona eren bu dönemde bile, Belinski'nin bütün düşüncesi, insan ve toplum hayatını yöneten kanunları anlamaya yönelmişti. Belinski, 40'larda materyalizmde karar kıldı. Madde ile düşüncenin birliği problemine eğilen Belinski «spiritüel», «fizik-sel'in faaliyetinden başka bir şey değildir» diye belirtir. Bundan başka, insanla çevre arasındaki karşılıklı etki sürecinde bilincin önemli rolünü de işaret eder. Hegel'ci sistemin tutuculuğunu reddeden Belinski, diyalektikte, bilimsel araştırma ve devrimci aksiyon metodunun temellerini ve hakiki bir «tarih felsefesi» nin tohumlarını Tsulur. Objektif hukuk, ki kendisi onu, tüm insansal faaliyeti baştan sona etkiliyen ve büyük adamların aksiyonlarında ifadesini bulan bir şey olarak tanımlamaktadır, Belinski'nin düşüncesinde merkezî bir yer tutar. Aynı zamanda bu objektif hukuk Belinski'nin Rus tarihinin problemlerine (Peter Fin rolü v.s.) yaklaşımının ve dünya tarihinin metodla-nyle ilişkisinin temelidir. Objektif hukuk realite ve ideal arasındaki korelasyonu açıklayışının esasını teşkil eder. Belinski «varlıklıyla yoksulun, Çar'la uyruklarının var olmıyacağı, kardeş insanların var olacağı» adaletli bir toplum sosyalist anlayışını benimsemiş olmakla birlikte, Batı Avrupa'lı bazı sosyalistlerin reformcu tasarılarını şüpheyle karşılamıştı. Yeni toplumun «zamanla, şiddetli karışıklıklar olmadan, kan dökülmeden» pek kurulacağa benzemediği fikrindeydi. Fakat kendisi de, sosyalizmin kaçınılmazlığına ilişkin bilimsel bir anlayışa varmış değildir. Gelecekteki ahlâkın temeli olacak ilk Hıristiyanlık fikirlerinin kendisine çekici gelmesi bundan ötürüdür. Burjuva sisteminin feodalizme oranla ilerici mahiyetini kabul etmiştir; Rusya'nın karşı karşıya bulunduğu âcil görevlerin ataerkil, efendi-serf yaşayış biçimlerinin (en başta da bizzat serfli-ğin) yıkılması ve bir takım burjuva demokratik reformların kanunlaştırılması olduğunu söylemiştir. Bunu hareket noktası yaparak «halkın duygularının resmi yansıması» biçimindeki fikirlere karşı amansız bir savaş açmış, Rusya'nın ataerkil geçmişinin Slavcı-idealizasyonunu alaya almıştır. Belinski'nin devrimci demokrasisi, 19. yüzyıl Rus demokratik basınının sansürden geçmemiş, en iyi yazılarından biri olan «Gogol'e Mektup»da (Haziran, 1847) en devrimci ifadesini bulmuştur. Belinski bu mektubunda, toprak köleliğinin derhal ortadan kaldırılması için çağrıda bulunmuş, aynca monarşisi, dinsel ideolojiye hücum etmiş, otokrasiyi, Ortodoks Kilisesi'ni eleştirmiştir. Tarihsellik anlayışı, onun estetik yargılarının bir karakteristiğidir. Tarihselliği, realitenin tipik özelliklerim imaj yoluyla yansıtması bakımından, sanatın özü ve spesifik yanı olarak gören Belinski, reaksiyoner romantizme ve didaktik fiksiyona çok şiddetli hücumlarda bulunmuş, Puşkin'in eserlerinin temelini kuran gerçekçilik ilkeleri ile Gogol'ün önderlik ettiği «tabiî okul»u savunmuştur. Halka yakınlık kavramı ve sanatta gerçekçilik arasında bağlılığı vurgulamıştır; edebiyatın eğitimden, geçmiş «zümre» ile halk kitleleri arasında köprü kurulması bakımından taşıdığı sosyal öneme ve hakikî bir sanatçının temel bir niteliği olarak «çağdaşlık ve sempati» ye ve ilerlemeye dair önemli düşünceler ileri sürmüştür. Estetik'in gelişmesinde, Belinski'nin (55 BENTHAM BELİRLENMECİLİK VE...) artistik görüşlerinin büyük hizmetleri olmuştur.
BELİRLENMECİLİK VE BELİRLENMEZCİLİK, bak. Determinizm ve Endeterminizm.
BELLERS, JOHN (1654-1725), İngiliz küçük burjuva ütopyacı, ekonomist, filantropist. Çalışmaları değer-emek teorisinin habercisi olmuştur. Merkan-tilistlerden farklı olarak, emeğin verimliliğinin artması ve mevcut üretim tarzının değişmesi gereğini önemle vurgulamıştır. Proposals f ör Raising a Col-lege of Industry of Ali Useful Trades and Husbandry (1695) adlı eserinde, üretim araçlarının kollektif mülkiyeti ve «çalışmayan yemez» ilkesi uyarınca, emeğin rasyonel organizasyonu temeline dayanan bir plân hazırlamıştır. Sosyal güvenliği ve mesleki eğitimi savunmuştur.

BEN (felsefe'de), süje'nin aktif ve düzenleyici ana faktör olduğunu ileri süren idealist sistemlerin merkezi nosyonu. Bu sistemlerde, Ben, zihinsel yeteneklerin mutlak bağımsız taşıyıcısı olarak görülür. Ben nosyonu, Descartes'-ten bu yana, felsefî sistemlerin konst-rüksiyonunda «köken» problemine sıkıca bağlıdır. Descartes'a göre rasyonalist düşüncenin sezgisel ilkesi olan Ben, düşünen cevherdir. Her türlü cevheri reddeden Hume ise, Ben'i bir algı toplamına indirger. Kant, özalgı'nın, kesin buy-ruk'ün taşıyıcısının transandantal birliği olarak gördüğü saf Ben'i, tekil ampirik Ben'in karşısına koyar. Fichte Ben'i şöyle mütalaa ediyordu: bizzat kendisini ve her varlığı kendi Ben-olmı-yan'ı olarak ortaya koyan mutlak yaratıcı ilke. Bir objektif idealist olan Hegel, Ben'i başlangıç noktası olarak alan bütün bu girişimleri reddederek, Ben'i, objektif kendinin - bilinci'nin mutlak bir bütünlüğü olarak açıklamaya çalışmıştır. Ben'in mutlaklaştmlma-sı, sübjektif idealist en son akımlarda
(yani, bak. ampiriokritisizm; yeni-po-zitivizm; varoluşçuluk) ifadesini bulur. Sübjektif idealist «Ben» görüşlerinin en aşın biçimi solipsizm'dir. Fre-ud (bak. Freud'culuk) insanı biyolojik-leştirir ve onu «Ben»e ve -Üst-Ben»e ayırır. Marksizm, Ben'in irrasyonalist açıklamalarının karşısına materyalist insan kavramını koyar. Insansal Ben'in özünü yalnızca sosyal ilişkilerde gören marksizm, şunu ispat eder ki, insan sosyal ilişkilerin, bütün maddî ve manevî kültürün tek yaratıcısıdır, ve bundan dolayı da, bir bütün olarak tabiatın gelişmesini taçlandıran varlıktır.

BENCİLLİK, başkalarının yada toplu mun menfaatlerini değil, kendi kişisel menfaatlerini merkez olarak kabul eden bir davranış tarzı. Bencillik, bireyciliğe derinden bağlıdır. Daha başka filozofların yanısıra, Alman filozof Striner, Bencillik'! bilimsel olarak meşrulaştırma denemesine girişmiştir. Sosyalist toplumda, Bencillik, büyük bir kusur ve kapitalizmin bir kalıntısı olarak görülür.

BENTHAM, JEREMY (1748-1832) İngiliz ahlâkçı ve hukuk yazan. Etik teorisinde, ahlâkı, aksiyonun yararlılığıyla (bak. Faydacılık) özdeşleştiren Bent-ham, insan davranışlannın bütün motiflerini zevke yada ıstıraba indirger. Bentham'a göre, herhangi bir aksiyonun sonunda meydana gelen zevk yada ıstırap ölçüsü matematiksel olarak hesaplanabilir. Bentham tarafından, ahlâkın böyle metafizik ve mekanik bir tarzda ele alınışı (hedonik kalkülüs-haz hesabı) kendisini kapitalist toplumu savunmaya götürür. Bentham'a göre, bir bireyin özel menfaatlerinin tatmini (bencillik ilkesi), «en geniş çoğunluğun en büyük mutluluğu»nu (özgecilik ilkesi) sağlıyan bir yoldur. Bentham, tabiî hukuk teorisini eleştirir. Bentham. Tanrı kavramı ve yeryüzündeki yöneticiler arasında bir benzetme yaparak tabiî dini ve Tanrı kavramını (BERDAYEV 56 BENZEYİŞ) reddetmekle birlikte «içe doğan din» görüşünü savunmuştur. Bentham epis-temoloji'de bir nominalistti. Başlıca eseri Deontology ör the Science of Mo-rality'âir (1834).

[color=red]Devam Edecek>>[/color]


BENZEYİŞ - Abidin Ünal - 11-07-2011

öz'ün dış görünümleri, yada, daha tam olarak, şeylerin duyum yoluyla doğrudan algılanan bazı özellikleri. Beliriş'te sübjektif faktör, onun şeylerin özünün sadık olmıyan, çarpık ifadesini vermesi olgusunda yatar (suya daldırılan bir çubuğun kınkmış, gibi görünmesi, v.s.) Fakat, Benzeyiş'i tamamen sübjektif olarak almak yanlıştır-, çünkü, daima şu yada bu biçimde bir görünümü olduğu objektif realiteye bağlıdır. Realiteyi yansıtan sübjektif faktörün kendisi de, çoğu kere objektif faktör tarafından belirlenir. Bilgi'-nin görevi, Benzeyişi realiteye indir-gelmek, realitenin Benzeyiş'te nasıl tezahür ettiğini açıklamaktır (bak. Öz ve Görünüş).
BENZEMEZ,
eşit olmıyan, benzer-ol-mıyan, ayrı, farklı. Benzemez terimi, 19. ve 20. yüzyıl mantıkı'nda kavramlarla ilişkili olarak kullanılır. Genel özelliklere sahip bulunmıyan ve böyle olduğu için de pek fazla genelleştirile-miyen obje kavramları için farklı ve karşılaştırılamaz terimler verilir (örneğin, kare ve ideoloji, metal ve parlak lık). Leibniz'de olduğu gibi, bazen ayırma ifadeleri («ısı renkle aynı şey değildir»; «her insan hayvandır, ama insan ile hayvan aynı değildir») Benzemez olarak tasvir edilir. Herbert gibi bazı psikologlar Benzemez terimini duyum organlarının farklı duyumlarını, örneğin tatlı ile sıcağı ifade etmek için kullanırlar.

BENZER PARÇALAR, bak Homoeo-meri.
BEEDAYEV, NİKOLAY ALEKSAND-BOVİÇ (1874-1948),
Rus burjuva mistik filozof, varoluşçu, «yeni-Hıristiyan-lık» akımının kurucusu, Vekhizm'in ideologu. Berdayev, ilkönce, «legal marksizm»in bir temsilcisi iken, daha sonraları, 1905'de marksizmin «eleştri-sel değerlendirmesi» onu devrime doğrudan (direct) muhalefete götürmüş, yeni-Kant'çı hevesleri yüzünden Tann-arayıcılık'a ve mistisizme sürüklenmiştir. Berdayev işçilerin kurtuluşu uğruna yürütülen sınıf mücadelesinin yerine, insanın din yoluyla, «içsel», «manevî» kurtuluşunu koyar (Filosofi-. ya Svobody, 1911; Smysl Tvorchestva, 1916, v.s.). 1917 Ekim devriminden sonra yurtdışına çıkan Berdayev, kararsız entelektüelleri mistizmin kucağına düşürecek bir teori kotarmaya koyuldu. Kapitalizmi «insansal - olmıyan bir sistem» olarak, ilk Hıristiyanlık'1 da bir «sömürme silahı» olarak ilân eden bu teori «komünizm gerçeği»ni üretimin sosyalleştirilmesi sınırlarını geçmemek kaydıyle kabul ediyordu. Berdayev, marksizmin kişisel faaliyet ve özgürlük problemini çözemiyeceğini, çünkü, sosyalizmin bireye sınıf kavramının a-şağısında bir yer verdiğini ileri sürüyordu. Berdayev'e göre, bu problem, Hıristiyan varoluşçuluk yada personalizm tarafından çözülmüştür. Ona göre, biricik realite süj'enin «varoluş»udur; süje'nin yaratıcılığı ruhsal derinlik» ten gelen «mutlak özgürlüğe dayanıyordu; öte yandan, bu yaratıcılığın özü güya «ilâh - insanlık'm diyalektiği» dir; Tann'nın insanda, insanın da Tann'da kendisini göstermesinin sırrı da buradaydı. Berdayev bu «tanrısal insansal yaratıcılık»ın gerçekleştiği yer olarak, yeryüzünde bütün yaratıcı faaliyetin kendisini gösterdiği «yeni Orta Çağlar»ı, yani «dördüncü boyut» içindeki «sonraki-hayat»ı gösterir (Ya i mir obyektov, 1934; Opyt eskha-tologicheskoi metafiziki, Tvorchestvo i obyehtiyatsiya, 1947, v.s.) Berdayev'in felsefesinin reaksiyoner mahiyeti, daha ziyade, Filosofiya neravenstva (1947) adlı başlıca eserinde ortaya çıkar;

BERGSON 57 BERKELEY




1923'de yayımlanan bu eserde, eşitsizliğin hayırlı ve doğru bir şey olduğu, savaşın da insanlığın yaratıcı faaliyetinin temelini teşkil ettiği ileri sürülmekteydi.
BERGSON, HENRI (1859-1941)

Fransız idealist filozof; sezgicilik'in temsilcisi. 1900'de College de France'da profesör olmuş, 1914'de Akademi üyeliğine seçilmiştir. Bergson idealizminin merkezi kavramı, her şeyin temeli ve kökeni olan «saf», yani maddî-olmıyan «süre»dir (duration). Madde, zaman ve hareket kendilerinde «süre»yi (duration) algıladığımız çeşitli formlardır. Süre (duration) bilgisi, «bilme fiili»nin realiteyi yaratan fiille çakıştığı mistik «algı» yada «bilme» olarak anlaşılan sezgiyle elde edilebilir. Bergson diyalektiğin karşısına biyolojik idealizm'den (bak. Vitalizm) alınmış kavramların genelleştirilmesine dayanan kendi doktrinini, «yaratıcı evrim» doktrinini koyar. Toplum üzerine görüşlerinde, Bergson, bir sınıfın başka bir sınıf tarafından ezilmesini «tabiî» bir hal olarak, savaşı da kaçınılmaz bir «tabiat kanunu» olarak meşrulaştırmıştır. Felsefesi, irras-yonalizm'in canlı bir ifadesidir. Başlıca eserleri: Essai sur leş donnĞes im-mediates de la consience (1889), M,atie-re et memoire (1896); L'evolution creat-ric (1907), La pensee et le mouvant (1934), v.s.
BERKELEY, GEORGE (1685-1753), İngiliz filozof, sübjektif idealist, 1734'de Cloyne (irlanda) Psikoposu olmuştur. Başlıca eseri A Treatise Concerning the Principles of Human Knotvledge (Beşeri Bilginin İlkeleri Üzerine Bir Deneme)'dir (1710). Berkeley, insanın kendi idelerinden (duyumlar) başka hiçbir şeyi doğrudan algıhyamıyacağı öncülünden hareket ederek, şeylerin ancak algıladıkları için var oldukları (esse est percipi) sonucuna varır. Berkeley'e göre, ideler pasiftir. Bu ide-

ler cisimsel- olmıyan bir cevher, bir bilinç tarafından, aktif olan ve aynı zamanda ideleri meydana getiren bir bilinç tarafından algılanırlar. Solipsizm'e düşmemek için çabalıyan Berkeley, bunun için «spiritüel cevherler»in çokluğunu ve «kozmik zihin» in, Tann'nın varlığını kabul eder. ideler Tann'nın
zihninde potansiyel olarak, insan zihninde ise fiili olarak bulunurlar. Daha spnralan, Berkeley. Yeni-Platon'cu-luk'a yaklaşan bir tavır alır. Ateizmi ve materyalizmi çürütmeye çalışır, iç çelişmelerle yıprandığını ve bilgi'nin araştırılmasında bir işe yaramadığını ileri sürdüğü madde kavramına hücum eder. Onun madde hakkındaki eleştirisinin temelini teşkil eden şey, idealist nominalizm'dir. Berkeley, Locke'un birincil ve ikincil özellikler teorisi'ni (ayrıca, bak. Locke) reddederek, bütün özelliklerin sübjektifliğini ilâh etmiştir. Bilimin dünyayı kavrama imkânını reddeden Berkeley, bilimcilerin görevi «şeyleri» cisimsel nedenlerle açıklamak değildir, onların görevi tabiatın yaratıcısının dilini anlamaya çalışmaktır, diyordu. Bunlara dayanarak Newton'un mutlak mekân teorisini reddediyor; yerçekimi teorisine, maddi cisimlerin hareketini tabiî nedenlerle açıkhyan doktrin olarak hücum ediyordu; çünkü, Berkeley'in kendi teorisine göre, sadece spiritüel cevherler aktif olabilirdi. Kendisi, Leibniz ve Newton'un sönsızca -küçük- hesabı'nı (infinitesimal calculus) da kabul etmiyordu; çünkü «gerçek mekân»ın sonsuz bölünebilirliğini kabul etmek, kendi felsefesinin temel postülasıyla çelişmeye düşmek olurdu. Berkely'in felsefesini diriltmek için 19. yüzyıl'dan bu yana çaba gösteren idealist birçok
okul onun fikirlerini aktarmıştır: im-manantizm; ampiriokritisizm, pragmatizm, v.s. Lenin, Berkeley felsefesini ve onun 20. yüzyıl'daki izleyicilerini Materyalizm ve Ampiriokritisizm de eleştirmiştir.

BEYİN BERN AL 58


BERN AL, JOHN DESMOND (1901- ), îngiliz fizikçi, tanınmış sima. Kıra-liyet Akademisi (1937'den beri) ve SSCB. Bilim Akademisi (1958'den beri) dahil, birçok ülkelerdeki akademilerin üyesi. Lenin Enternasyonal Barış ödü-lü'nü almıştır (1953). Bernal fizik, kimya, kristalografi alanlarındaki çalışmalarının yanısıra çeşitli eserler de yazmıştır (The Social Function of Science, 1939; Science and Society, 1953; Science in the History of Society, 1954). Bernal bu eserlerinde bilimin felsefî değerini ve insan tarihindeki rolünü, sömürü temeline dayanan bir toplumda bilimin gelişmesindeki çelişkileri ve sosyalist toplumda bilimin ilerleyişini ortaya koyar, bilimin bir bütün olarak elde ettiği basanların genel bir özetini verir. Bernal'in bilim alanındaki tahlilleri diyalektik materyalizme dayanır. World Without War (1958) adlı eserinde, bilimsel buluşların insanlığın yararına barışçı bir tarzda kullanılması taşanlarını ele alır.
BERNSTEİN, EDUARD (1850-1932) Alman Sosyal-demokrat, işçi sınıfı hareketinde reformculuğun başlatıcısı ve sistematik bir teori olarak revizyo-nizm'in kurucusu Sosyalizmin Problemleri ve Sosyal-demokrasi'nin Görevleri başlıklı bir dizi yazıda (1897-1898), marksizmin felsefe, ekonomi politik ve bilimsel sosyalizm teorisi'nin temel postülalannı revizyona uğratmıştır. «Kant'a dönüş» sloganını ortaya atan Bernstein, marksist diyalektik ile He-gel'ci diyalektiği aynı şey olarak görmüş; felsefenin temel problemine tutarlı bir materyalist çözüm getirilemi-yeceğini ileri sürmüş; sosyalizmi sadece ahlâki ve etik bir ideal olarak görmüştür. Bernstein proletarya diktatörlüğünü reddeder; sınıf mücadelesinin ortadan kaldınlması teorisini savunur, kapitalizm çerçevesi içinde işçi sınıfı yaranna ufak reformlardan başka bir hedef kabul etmez. Bernstein'in «sonuç... hiçtir, hareket her şeydir» sö-

zü buradan gelir. Plehanov, Bernstein'in revizyonist fikirlerini çürütmek için büyük emek sarfetmiştir. Lenin, Bernstein revizyonizminin Rusya'daki izleyicilerini: ekonomistleri, menşevik-leri, Enternasyonal'deki revizyonistleri teşhir etmiştir.
BEYİN, sinir sisteminin merkezî kısmı. Hayvanlar ve insanların pisişik hayatı ile dimağın en üst kısımlan arasında doğrudan bir bağlılık vardır, insan beyninin geniş yanm küreleri, konuşma ve soyut-sesli düşünce organlarıdır. Beyin, ekli (addiditional) intibak reaksiyonlarının, karmaşık değişim ortamında varlığını sürdürme şartlannı arayışın kaçınılmaz olduğu hayvansal yaşayış döneminde oluşmuştur. Merkezi sinir sistemi ve bu sistemin en üst kısımlan (Beyin) kontrol organıdır, yani, çeşitli organların faaliyetini koordine eden ve psişik yansımalar yo-luyle organizmanın ilişkilerini düzenleyen sistemdir. Felsefe ve bilimler tarihi boyunca, insan psyche'sinin, bilinçlili-ğin mahiyeti probleminde materyalist akımlarla idealist akımlar arasında bir mücadele sürüp gitmiştir. Fakat, merkezî sinir sisteminin, özellikle Beyin'in yapısı ve işleyişi konusundaki biyolojik araştırmalann ilerlemesi, bu problemin çözümünde materyalizmin zaferiyle sonuçlanmıştır. Materyalizmin bu zaferinde, hayvanlarla insanların psişik faaliyetinin reflektör, yani determinatif yapısını ispat eden Seçenev ile Pav-lov'un büyük rolü olmuştur. Hayvanlarla insanlar arasında ortak birinci sinyal sisteminden ayn olarak insanda soyut-sesli-düşünce'ye (yani konuşma' ya) bağlı bir ikinci sinyal sistemi meydana gelmiştir (bak. Sinyal Sistemleri). Beyin'de algı (görme ve duyma) ve konuşma özel merkezleri vardır. Hayvanlara kıyasla,' insanın bütün sosyal mahiyeti, söz (konuşma) aracılığıyla karşılıklı ilişkide bulunmayı ve sesli-düşünce'yi sağlıyan yeni morfolojik yapılann oluşmasında ifadesini


- Abidin Ünal - 11-07-2011

bulur. Varlığın spesifik formu ve insanlığın geçmiş tecrübelerinin özümlenmesi (assimilation) beyindeki mekanizmaların mükemmelleşmesine eşlik eder. Hayvanlarda türün tecrübesi, içgüdü biçiminde soydan soya aktarıldığı halde, insanlarda tarihen meydana gelen faaliyet biçimleri bireyin gelişmesi sürecinde özümlenir. Bundan ötürü, müzik ve konuşma için kulağa, yada soyut-sesli düşünce yeteneği, v.s.'ye sahip olma gibi insansal yetenekler beynin morfolojik yapılarının fonksiyonları değil, nispeten istikrarlı nöro-dinamik yapılan n fonksiyonlarıdır, insanın psişik faaliyetinin ilerlemesi, hayvanlar dünyası tarihinde olduğu gibi, Beyin'in morfolojik evriminden değil, fonksiyonel yeteneklerinin şaşmayan evriminden doğmuştur. Bu ilerleme, insansal tecrübe formlarının birikmesinin, aktarılmasının • ve geliştirilmesinin insanın yaratıcılık imkânını artıran ve zihinsel faaliyetine yardımcı olan otomatik mekanizmaların yaratılmasına varan bir gelişmesine bağlıdır. Beyin faaliyetlerinin, yüksek sinir faaliyetinin klasik psikoloji metoduyla ve elektrofizyolojiyle incelenmesi, sibernetiğin geniş kullanımı sayesinde, modeller metoduyla mükemmelleştirilmiştir. (bak. Sibernetik; Analog Simulasyon). Beyin faaliyetinin taklit edilmesi (simulation) iki ana doğrultuda gelişir: 1) Beyin faaliyetinin ayn veçhelerinin taklid edilmesi, ve 2) fiziksel faaliyetin nihaî ürünlerinin biçimsel yapısının taklidi.
BİÇİMCİLİK, bak. Formalizm.
BİLGİ, değişmelere uğrıyan objektif dünyanın kanunlara bağlı objektif ilişkilerinin dil biçimi içinde ve düşünco halinde röprodiksiyonu; insanların sosyal emeğinin ve düşüncesinin bir ürünü, îhsanın pratik faaliyetinin sosyal yapısı ortaya konmadan Bilgi'nin özü anlaşılmaz, insanın sosyal gücü.

Bilgi'de yoğunlaşmış ve kristalleşmiş-tir. Bunun böyle olması, felsefe tarihinde objektif idealist sistemler (Platon, Hegel) tarafından Bilgi hakkında ileri, sürülen görüşlere, yani insanın sosyal faaliyetinin ürünleri olan Bilgi'nin bağımsızlığı ve kendi kendine belirlendiği yolundaki görüşlere temellik eder. Marksizm-öncesi materyalist epistemo-loji'de. Bilgi, bunun tam tersine, bireysel bilme çabasının, bireysel tecrübenin bir ürünü olarak anlaşılıyordu. Sansüalis ilkeye dayanan böyle bir görüş, insanın bilme sürecine, toplum tarafından daha önce işlene işlene meydana getirilmiş «hazır» kavram ve kategorilere sahip olarak başladığı olgusunu açıklıyamaz. Bilgi'nin doğrudan görevi, bu kavram ve kategoriler arasında pratik aksiyon için bir temel olarak başkalarına aktarılabilecek o-lanlan muhafaza ederek, dağınık kavram ve kategorileri evrensel bir biçime sokmaktır. Bu açıdan ele alındığında. Bilgi, şeylerin ampirik, değişken özelliklerini ifade eden vülger nosyonlarin, kanı'nın karşıtıdır.
BİLGİ TEORİSİ, bak. Epistemoloji; Bilme; Yansıma Teorisi,
BİLİM, toplumun pratik tecrübesi sırasında doğruluğu ispatlanan ve sürekli olarak dakikleşen bilgi'nin tarihsel gelişme sistemini temsil eden bir sosyal bilinç formu. Bilimsel bilgi'nin gücü, onun genel karakterinde, evrenselliğinde, zorunluluğunda ve objektif hakika-tindedir. Sanatın dünyayı artistik imaj larla yansıtmasına karşı, bilim, dünya yi mantıksal-dûşünce biçiminde, kavramlar biçiminde ortaya koyar. Realitenin çarptırılmış, fantastik bir tablosunu çizen dinin tam tersine, Bilim elde ettiği sonuçları olgulara dayandırır. Gücünü genellemelerden alan Bilim, arızî katolik olan'ın arkasında objektif kanunları —ki bu kanunlann bilgisi olmazsa bilinçli ve amaçlı pratik faaliyet mümkün değildir— bulur ve

BİLİMLERİN... 60 BİLİMLERİN...
araçtınr. Üretimin gerekleri, toplumun gelişmesinin ihtiyaçtan Bilim'in ilerletici basit nedensel-sonuçsal ilişkilerin ve temel bağıntılarının keşfinden varlığın ve düşüncenin daha derin ve asli kanunlarının formülasyonuna geçişten ibarettir. Bilimsel bilginin diyalektiği, yeni buluşlar ve yeni teoriler, daha önceki vargıları ilga etmedikleri gibi, bunların objektif hakikatini de inkâr etmezler; eski teorilerin uygulanma sınırlarım çizerler ve bilimsel bilginin genel sistemi içindeki yerlerini belirlerler. Bilim, onu objektif dünyanın gelişmesini yöneten en geniş kanunların bilgisiyle, bilgi teorisi ve bir arıştırma metoduyla silahlandıran bir felsefi dünya görüşüne sıkıca bağlıdır, idealizm ise, Bilim'i agnostisizm'in karanlıklarına sokar ve onu dine bagımlılaştınr. Bugün realiteye doğru bir biçimde yaklaşarak, geniş ve verimli genellemelere imkan veren biricik felsefe diyalektik materyalizmdir. Toplumun üretici faaliyetlerinin ihtiyaçlarından ortaya çıkan ve toplumun sürekli kamçılayıcı etkisine konu olan Bilim, buna karşılık, toplumun gelişme seyrini güçlü bir biçimde etkiler Bugünkü üretim, rolü gittikçe büyüyen Bilim olmaksızın düşünülemez. Komünizmin kurulmasının maddi ve teknik sürecinde, üretime daha da sokulan Bilim, toplumun doğrudan bir üretici gücü haline gelmiştir.
BİLİMLERİN SINIFLANDIRILMASI,
bilimler arasındaki karşılıklı bağlılık; farklı bilimler tarafından incelenen objelerin özelliklerini ve onlar arasındaki bağlılığı yansıtan ilkelerle belirlenen bilgi sistemi içinde bilimlerin yeri. Epistemolojik bakımdan, Bilimlerin sınıflandırılmasının dayandığı ilkeler bilimlerin inceleme konularına göre objektif, yada insanların ihtiyaçtan temel alınarak sübjektiftir. Engels Tabiatın Diyalektiği adlı eserinde, bilimlerin sınıflandınlmasının diyalektik materyalist ilkelerini ortaya koymuş, sınıflandırma konusunda daha önce girişilmiş olan denemelerin (bak. Saint-Simon; Comte; Hegel ve diğerleri) tekyanlılığma son veren bir sınıflandırmayı geliştirmiştir. Engels bilimler arasındaki karşılıklı bağlılıkları ve geçişmeleri, bu bilimler tarafından inceleme konusu olarak ele alınan maddenin hareket biçimleri arasındaki karşılıklı bağlılık ve iç içe geçişlerin bir yansıması olarak görür. Engels tabiat bilimleri için şu sıralamayı öne sürer: mekanik— fizik— kimya— biyoloji. Bundan başka, Engels tarafından işlenip meydana getirilen Antro-pojenesis'in emek teorisi, tabiat 'tan insan'a geçişi ve buna uygun olarak da tabiat bilimlerinden sosyal .bilimlere ve düşünce bilimlerine geçişi açıklıkla gösterir. Engels dikkatini en çok, farklı bilimler .arasındaki geçişmelere (ki bu geçişmeler, hareket biçimleri arasındaki geçişmelere tekabül eder) çevirmiştir; bunu yaparken Engels, daha üst bir hareket biçiminin özünün, onun daha alt hareket biçimleriyle olan bağlantısının bilinmesi suretiyle ortaya çıktığını ifade eden ilkeye dayanır. Hareketin yüksek biçimleri, tarihen, daha aşağı biçimlerden ortaya çıkmış olup bu alt biçimleri içerir. Bilimlerin gelişmesi öyle bir yol izlemiştir ki, bu gelişme içinde, daha önceleri bileşik olmıyan bilimlerle daha genel bilimler arasında ara bilimlerin ortaya çıkması ve bilimlerin farklılaşması, bilimlerin gittikçe bütünleşmesini ve tek bir bütün içinde bileşmesini sağlamıştır. Teknik bilimler (tarım ve tıp dahil), tabiat bilimleri ve sosyal bilimler arasında; matematik, tabiat bilimleri ve felsefe arasında yer alır; matematiksel mantık ise bu ikisinin sınırlan arasında yer tutar. Psikoloji üç bilgi alanına bağlıdır (zoopsikoloji ve yüksek sinir faaliyeti yoluyle tabiat bi-limleri'ne; lengüistik, pedagoji, sosyal psikoloji, v.s. yoluyla toplum bilimleri'-ne; mantık ve bilgi teorisi yoluyla düşünce bilimleri'ne bağlıdır). Sibernetik

BİLİNÇ 61 BİLİMSEL ÖNGÖRÜ
özel bir yer tutar: teknik ve matematik bilimlerin bir bölümüne dahil olduğu gibi. tabiat bilimleri'ne (biyoloji ve fizyoloji), sosyal bilimler'e (lengüistik, hukuk, ekonomi), mantık'a, özellikle de matematik'e girer. Bilimde meydana gelen çağdaş gelişmeler, En-gels tarafından çizilen orijinal şemada, Bilimlerin Sınıflandırılması şemasında esaslı değişmelere yol açmıştır: tamamıyle yeni bir mikro-dünya bilimi (yardımcı atom fiziği, nükleer, ku-antum mekaniği) ortaya çıkmış; ara-bilimler (biyokimya, biyofizik, jeokimya, v.s.) meydana gelmiştir; eski bilimler bölünmüştür (örneğin, makro-dün-ya'yı inceliyen bilimler ve mikro-dün-ya'yı inceliyen bilimler). Sonuç olarak denilebilir ki, bilimler artık tek bir çizgi üzerinde sınıflandınlamaz; bilimlerin sınıflandınlması'nın pek çok kollara ayrılmış olarak yapılması gerekir. Bilimleri, her biri spesifik bir maddi yapıya (substratum'a) sahip bulunan hareket biçimlerini inceliyen daha genel ve soyut bilimlerle özel bilimlere ayırma gereği ortaya çıkmıştır.
BİLİMSEL ÖNGÖRÜ, teorik ve deneysel verilerin genelleştirilmesi ve gelişmeyi yöneten objektif kanunların dikkate alınması suretiyle, henüz deneyden yada gözlemden geçirilmemiş tabiî ve sosyal fenomenlerin önceden tahmin edilmesi. Bilimsel öngörü iki türlüdür: 1) Bilinmeyen yada henüz deneysel gözlemden geçirilmemiş fenomenler hakkında olabilir (örneğin, o zamana kadar bilinmeyen karşıt-par-çacıklar, yeni kimya elemanları, maden yatakları, v.s. hakkındaki ön tahminler); 2) Gelecekte, belirli şartlar altında ortaya çıkması kaçınılmaz o lan fenomenler hakkında olabilir (örneğin, kapitalizmin çöküşünün ve sosyalizmin kaçınılmazlığının Marx ve Engels tarafından önceden tahmin e-dilmesi; sosyalizmin tek bir ülkede gerçekleşmesinin mümkün olduğuna dair Lenin'in vargısı). Bilimsel öngörü, tabiat ve toplumun bilinen kanunlarının, bilinmeyen yada henüz ortaya çıkmamış fenomenler alanına teşmil edilmesi temeline dayanır. Bilimsel öngörü, kaçınılmaz olarak, ipotetik unsurları (varsayım unsurlarını), özellikle de somut ve geleceğe ait olaylarla bu olayların tarihleri hakkındaki tahminleri içerir. Bunlar, gelişme seyrinde, daha önce mevcut olmayan nitelikçe yeni nedensel bağıntıların ve imkânların ortaya çıkışıyla belirlenir. Toplum söz konusu ise, bunlar özel bir karmaşıklığı ele almak zorundadırlar, çünkü toplum, bireysel karakterlere ve farklı düşünceye sahip bireylerden meydana geldiği için, beklenmedik durumların ortaya çıkması mümkündür. Bilimsel öngörü'nün kesin kıstası pratik'tir. Realitenin objektif kanunlarının inkârı (agnostisizm, şüphecilik), sosyal gelişme hakkındaki idealist teorilerin- kaçınılmaz sonucu olarak, Bilimsel öngörü'nün inkârına varır. Bilimsel .öngörü'nün kabulü materyalist tarih anlayışına dayanır.
BİLİNÇ, objektif realitenin sadece insanda bulunan, en yüksek yansıma biçimi. Bilinç, insanin objektif dünya yi ve kendi kişisel varlığını anlamasına aktif olarak katılan zihinsel süreçlerin toplamıdır. Bilinç'in kökeni emektir, insanlığın sosyo-üretim faaliyetidir. Bilinç, kendisi kadar eski olan dilin ortaya çıkışıyla bağıntılıdır. Bilinç'in gelişmesi ve soyut-mantıksal düşüncenin oluşması üzerinde dilin çok büyük etkisi olmuştur. Ancak emek süreci içinde, karşılıklı sosyal ilişkiler i-çindedir ki, insanlar objelerin özelliklerini farkederler ve bunları ortaya koyarlar; çevreye olan ilişkilerini kavrarlar; kendilerini ondan ayırırlar ve tabiat kuvvetlerini kendilerine hizmet ettirmek üzere, tabiat üzerinde amaçlı bir aksiyon gösterirler. Bundan dolayı. Bilinç, sosyal gelişmenin bir ürünüdür, toplumun dışında varolamaz.

62 BİLİNÇ BİLİNÇDIŞ

Dil terimleri içinde, soyut-mantıksal terimler içinde işliyen düşünce, obje ve fenomenlerin dış tezahürlerini, duyumsal tezahürlerini yansıtmakla kalmayıp, aynı zamanda bunların anlamlarının, fonksiyonlarının, özlerinin de anlaşılmasını mümkün kılar, insanın sosyo-tarihsel faaliyetiyle dilin bir ürünü olan anlama ve bilgi olmadan Bilinç de olamaz. Bir objenin duyumsal imajı, duyum yada kavram, sosyal faaliyet yoluyla elde edilen bilginin sistemi içinde belirli bir anlam taşıdığı için Bilinç'in bir parçasıdır. Dil'de muhafaza edilen bilgi, duyum ve anlam, insanın duygularını, iradesini, dikkatini ve diğer zihinsel fiillerini tek bir Bilinç'te birleştirerek yönlendirir ve farklılaştırır. Tarihen biriken bilgi, politik ve hukukî fikirler, sanat ürünleri, ahlâk, din, sosyal psikoloji, bütün bunlar bir tüm olarak toplumun bilincini meydana getirirler (bak. Sosyal Varlık ve Sosyal Bilinç). Fakat Bilinç soyut-mantıksal düşünce ile özdeş sayılmamalıdır. Genel olarak insansal hayatın olmadığı yerde, zihinsel faaliyet, duygular ve irade diye bir şey yoktur. Eğer insan birbiri ardınca mantıksal işlemler yapmakla kalıp, kendi kavramları ve faaliyeti ile realitenin algıları arasındaki sürekli ilişkiyi hissetmemiş, anlamamış ve denememiş olsaydı, ne realiteyi ne de kendisini anlayıp kav-nyabilirdi. Yani insanın ne Bilinç'i, ne de kendinin-bilinci diye bir şey olmazdı, öte yandan, Bilinç kavramı ve psyc-he de özdeş görülmemelidir; belirti bir andaki bütün ruhsal süreçlerin Bilinç'te yer aldığını sanmak yanlış olur. Bir takım zihinsel heyecanlar, belirli bir zaman için Bilinç «basamağının dışında kalabilirler (bak. Bilinçaltı). Bilinç tarih boyunca edinilmiş tecrübeleri, bilgileri ve daha önceleri işlenmiş düşünme metodlannı özümle-yip yeni amaçlara ve görevlere yönelerek, insanın bütün pratik faaliyetini yönetir ve realiteyi düşünsel biçimde algılar. Biliç'i şekillendiren şey faaliyettir;

Bilinç de bu faaliyeti düzenleyerek etkiler, insanlar kendi yaratıcı tasarlarını kavrayarak tabiatı ve toplumu, dolayı-sıyle kendilerini dönüşüme uğratırlar. Bu anlamda, Lenin şunu göstermiştir ki, «insanın bilinci, objektif dünyayı yansıtmakla kalmaz, onu yaratır da» (Toplu eserleri, cilt 38, s. 212). Bilinç problemi ve Bilinç'le madde arasındaki ilişki problemi, bilim felsefelerinin ideolojik mücadelesi boyunca en keskin ve temel problemi teşkil etmiştir. Materyalist tarih anlayışı, Marx'a bu problemi ilk olarak bilimsel bir biçimde çözmek ve böylece de hakiki bir bilimsel felsefe yaratmak imkânını vermiştir.
BİLİNÇALTI, bilinçli faaliyet karakteri taşımadıkları halde, bilinçli süreçleri etkileyen aktif zihinsel süreçlerin karakteristiği. Burada, insanın, belli bir anda, üzerinde doğrudan doğruya düşünmediği, sadece önceden bildiği ve düşüncelerinin konusuyla ilintili olan şey, buna eşlik eden düşünceyi etkileyebilir. Bir halin, bir durumun ve otomatik hareketlerin farkedilebilir etkisi (her ne kadar, dolaylı ve bilinçdışıysa da), bütün bilinçli faaliyetlerde Bilinç^ altı algı olarak vardır. Dil'in konteksi içinde, ifade edilmemiş, fakat cümlenin esas yapısında yatan bir fikir, bilinçte belirli bir rol oynar. Bilinçaltı'nda es-rarh yada bilinmesi imkânsız hiç bir şey yoktur. Bilinçaltı fenomenleri bilinçli faaliyetin yan ürünleridir; bunlar belirli bir anda, insanın dikkatini üzerine çevirip kontsantre ettiği objelerin kavranmasında doğrudan hiç bir rolü olmayan ruhsal süreçleri içerirler. Bilinç ve Bilinçaltı'nın idealist tarzda nasıl çarpıtıldığı konusunda Bilinçdışı ve Freud'culuk maddelerine bakınız.
BİLİNÇDIŞI,* Otomatik olarak, refleksle, nedeni bilince henüz erişmemiş iken yapılan (korunma reaksiyonları v.s. gibi), yada bilinç tabii yada suni bir biçimde ortadan kalktığı hallerde (uyku hipniz, sarhoşluk, uyur

BİLME BİLİNMEZCİ

gezerlik, v.s. halleri) vukua gelen hareketlerin niteliği.** idealist teorilerde, pisişik faaliyetin özel bölgesi anlamında kullanılan bir terim. Bu teorilere göre, içgüdüler tarafından belirlenen ve bilincin nüfuz edemediği ebedi ve değişmez istekler psişik faaliyetin bu bölgesinde toplanırlar. Bilinçaltı hakkındaki idealist doktrin, psyche'yi üç tabakaya (bilinçaltı, bilinçdışı, bilinç) ayıran Freud'-culuk'ta tam gelişmesini bulur. Freud'-culuk'a göre, bilinçaltı psyche'nin derin temelidir; bireylerin hatta ulusların bilinçli hayatını belirler. Bilinçdışı haz ve ölüm arzulan (saldırganlık içgüdüsü), bütün heyecanların ;ve heyecan yaşantılarının çekirdeğini meydana getirir. Bilinçaltı, bilinç ve Bilinç-dışı'nın sınırlan arasında yer alan özel bir bölgedir. Bu bölgeyi Bilinçdışı istekler kaplar ve bunlar bilinç tarafından sıkı bir sansür altına alınır. Bilinç, psyche'nin gerçek dünyayla bağlantı noktasında ortaya çıkan sathî bir tezahürdür ve Bilinçdışı esrarlı güçlere bağlıdır. Schopenhauer'in ve diğer idealistlerin teorilerinde Bilinçdışı, bilinçli faaliyetin bilinmesi imkânsız esrarlı temeli olarak ortaya çıkar.
BİLİNEMEZCİLİK, bak. Agnostisizm.
BİLME, realitenin insan düşüncesinde yansıması ve yeniden yaratılması süreci; bu süreç sosyal gelişme kanunlarıyla şartlandırılmıştır ve pratiğe sıkıca bağlıdır. Bilme'nin hedefi, objektif hakikate erişmektir. Bilme sürecinde insan, realitenin fenomenleri hakkında bilgi ve kavramlar elde eder; bizi kuşatan dünyayı kavrar. Bu bilgi, dünyayı dönüşüme uğratma, tabiatı insan ihtiyaçlarına tabî kılma amacıyle pratikte kullanılır. Bilme ve tabiatla toplumun pratikte dönüşüme uğraması, tek bir tarihsel sürecin, birbirini karşılıklı olarak şartlandıran ve karşılıklı bağımlılık halinde bulunan iki veç-hesidir. Bilme, toplumun pratik faaliyetinde zorunlu bir faktördür; çünkü, bu faaliyet, insanlar tarafından obje ve şeylerin özellik ve fonksiyonlarının bilinmesi temeline dayanılarak yürütülür, öte yandan, pratik, toplumun üretim faaliyeti içinde bizzat bilme sürecinin zorunlu bir faktörü olarak rol oynar. Maddî dünya hakkındaki bilginin kökenine ve oluşmasına hükmeden objektif kanunların keşfedilmesi ve bilgi teorisine pratiğin sokulmasıyladır ki, bilgi teorisi gerçek bilim haline gelmiştir. Tabiat üzerinde yapılan aktif pratik etki, tabii cevherin egemenlik altına alınması ve şeylerin şu yada bu özelliklerinden üretim amacıyla yararlanılması Bilme'nin kaynağı'dır. Objenin dış görünüşü değil objenin fonksiyonları, objektif cevheri pratikte ö-zümlenerek, insansal bilginin, kavram ve teorilerin malı olur. Bilme, değişik formlarda yer alan, kendi gelişme evre ve dereceleri olan, insanın çeşitli güç ve yeteneklerini içine alan karmaşık diyalektik bir süreçtir. Tecrübeye ve pratiğe dayanan Bilme'nin başlangıcı, kendisini çevreleyen şeyler hakkında insanın duyusal algısıdır. Bunun içindir ki, Bilme sürecinde, «canlı algı»nın, insanın objektif dünya ile olan duyusal ilişkisinin rolü büyüktür. Duyumlar olmadan realite hakkında bilgi edinmek imkânsızdır. «Canlı algı-, örneğin duyumlar, algılar, kavramlar, olguların araştırılması, fenomenlerin gözlenmesi gibi formlar içinde yer alır. Duyumlar insan ile objelerin dış nitelikleri arasında bir bağlantı kurar. Sıcak, soğuk, renk, koku, sertlik, yumuşaklık, v.s.'nin ayırt edilmesiyle insan objektif dünyadaki ilişkileri keşfeder; şeyleri birbirinden ayırt eder, ve bizi çevreleyen realite hakkında çeşitli enformasyonlar edinir. Objelere ait imajların algılanması ve bu imajların muhayyilede birikmesi, insanın bu objelerle rahatça iş görmesini ve objelerin dış görünüşleriyl'» fonksiyonlan arasındaki ilişkiyi kavramasını sağlar. Fakat, Bilme'nin du-

BİLME 64 BİLME'NİN OBJESt
yumsal biçimi, ne kadar önemli olursa olsun, objelerin mahiyetine nüfuz edilmesine, realitenin kanunlarının keşfedilmesine tek başına imkân vermez. Bununla birlikte, bu, bilme'nin görevidir. «Canlı aigı» ve deney veri leri, kavramlar, hükümler, çıkarsama formları halinde ortaya çıkan daha üst derecedeki insansal bilgi kabiliyeti, yani soyut-mantıksal düşünce tarafından düzenlenir ve genelleştirilir. Kavramlar da insanda sosyo-üretici faaliyetin bir sonucu olarak ortaya çıkarlar. Objelerin nitelikleri ve fonksiyonları, bu objelerin, insanlar arasındaki sinyal dil faaliyeti sırasında teessüs eden objektif pratik değerleri, kelimelerin anlamlarını ve ifadelerini teşkil eder; öyle ki( insan düşüncesi, objelerin belirli kavramlarını, niteliklerini ve tezahürlerini bu kelimeler aracılığıyla ortaya koyar. Düşüncenin mantıksal işleyişi, Çeşitli formlar halinde kendisini gösterir: tümendengelim ve tümevarım, analiz ve sentez, varsayımlar ve teoriler kurma, v.s. Belirli tecrübe verilerinden hareketle şeylerin mahiyeti hakkında genelleştirilmiş fikirler meydana getiren muhayyile, yaratıcı fantezi ve sezgide, Bilme'nin oluşmasında büyük rol oynar. Bununla birlikte düşünce ancak sübjektif fikirler yaratır; ve burada, bu sübjektif fikirlerin realiteye tekabül edip etmedikleri sorusu ortaya çıkar. Bu problem, teorik tartışmalar ve iddialarla değil, fakat her şeyden önce, sosyo-tarihsel pratikle çözülebilir. Sübjektif fikir, Bilme'ni ayrı bir döngüsünü (cycle) tamamlıyarak, pratik sosyal faaliyete direkt yada endirekt temellik etmesi halinde objektif hakikat haline gelir ve tabii yada sosyal güçlerin insan tarafından egemenlik altına alınmasını sağlar, (bak. Hakikatin Kıstası). Çünkü, bilginin, teori ve fikirlerin realiteye uygunluğu sosyo-üretici pratik tarafından doğrulandığı takdirdedir ki, bu bilgilerin, fikir ve teorilerin doğruluğundan söz edilebilir. Şöyle yazar Lenin: «canlı algı'dan soyut düşünceye, buradan da pratiğe —hakikati bilmenin, objektif realiteyi bilmenin diyalektik yolu işte budur» (Lenin, Toplu eserleri, cilt 38, s. 117). Bilimsel hakikat, tekil olarak, özel olarak aktarılan bir tecrübeyle değil, en sonunda, sosyal pratikle doğrulanır. Bilgiyi belirleyen şey, bir bütün olarak sosyo-üretici pra-tik'tir; kendi tarihsel gelişme çizgisi içinde bütün sosyal varlıktır. Hakikat bir süreçtir. Bizzat pratiğin kendisi de, objektif hakikati hatadan ayırmaya ya-nyan bir kesinlik taşıdığı ölçüde gelişen bir süreçtir. Bu süreç, tarihin belirli bir evresinde, üretim potansiyeli ve ve üretimin teknik düzeyi tarafından sınırlanmıştır. Bu, aynı zamanda, pratiğin de izafi olduğu anlamına gelir. Bu izafiliğin bir sonucu olarak, pratiğin sürekli gelişme halinde bulunması, hakikatin bir dogma, değişmez mutlak hakikat haline gelmesini imkânsız kılar (bak. Mutlak Hakikat ve izafî Hakikat).
BİLME'NİN OBJESt, objelerin belirli şartlar içinde, belirli bir amaçla araştırılan veçheleri, özellikleri ve ilişkileri; bunlar, tecrübe içinde tespit edilir ve insansal pratik faaliyet sürecine girerler. Bilgi'nin gelişme düzenine göre, mahiyeti bir dereceye kadar bilinen fenomenler de araştırmanın objesi olabilirler. Bilgi, böylece, yani objenin daha aslî ve daha genel kanunlarına nüfuz edilmesiyle elde edilir; böylece objenin özü daha tam bir şekilde ortaya konmuş bilgi'nin birinci kademesinden ikinci kademesine geçilmiş olur. Bundan başka, obje hakkında edinilen bilgilerin gelişmesiyle objelerin yeni yeni veçheleri keşfedilmiş, ve bu veçheler, Bilme'nin objesi haline gelmiş olurlar. Aynı bir objeyi ele alan ayrı bilimlerde, bilmenin farklı objeleri vardır (örneğin anatomi organizmanın yapısını, fizyoloji onun organlarının fonk-


- Abidin Ünal - 11-07-2011

BİREY...
BİYOJENETlK KANUN

siyonlannı, tıp da bozukluklarını ele alır). Bilme'nin objesi, bilme'nin kendi objesine ilişkin olması anlamında objektiftir, onun muhtevaları insandan ve insan türünden bağımsız olarak varolurlar. Bilme'nin Objesi'nin seçilmesi bazı hallerde isteğe bağlı, sübjektif görünse de, son tahlilde, sosyal pratiğin gelişme düzeyi ve gerekleri tarafından belirlenir. Bilme'nin objesi, duyumlarda dolaysız verili olabilir yada olmayabilir, ikinci halde, Bilme'nin Objesi, o objenin tezahürlerine dayanılarak araştırılır. Objenin bütünlüğünün ve kendi kendine gelişmesinin bilgisine soyuttan somuta geçen düşünce ile varılır. Bilme sürecinin kendisi de Bilme'nin Objesi olabilir.
BİREY, bak. Fert.
BİR ULUSUN SOSYO-POLİTİK VE İDEOLOJİK BİRLİĞİ, sosyalizmin kurulmasının sonucu olarak ortaya çıkan ekonomik, politik, ideolojik ve moral menfaat ve ilkeler birliği. Ekonomik bakımdan, Bir Ulusun Sosyo-Politik ve ideolojik Birliği'nin temeli, üretim araçları ve âletlerinin sosyalist mülkiyeti ve sosyalist üretim ilişkileridir. Politik bakımdan, bu birliğin temeli, sosyalist devlet, sosyalist demokrasi sistemidir. Ulusal sorunun çözümü ulusun sosyo-politik ve ideolojik birliğinin zorunlu bir parçasıdır (bak. Halkların Dostluğu), ideoloji bakımından, bu birliğin temeli, marksizm-leninizm'dir, bütün halkların ideolojisi durumuna yükselen ideolo j isidir, işçi'sınıfı ideolo-jisidir. Bir ulusun Sosyo-politik Birliği'nin canlı örneği, bir proletarya iktidarı olarak Var olan devletin bütün halkın devleti haline gelmesidir, örice-leri işçi sınıfının partisi olan partinin de bütün halka öncülük etmesidir.
BİRİNCİL NİTELİKLER VE İKİNCİL NİTELİKLER, şeylerin niteliklerini (özellikler) objektivitilerine göre ayırmaya yanyan terimler. Bu ayınm, daha önce, Demokritos, Galileo, Descartes, Hobbes tarafından yapılmış olmakla birlikte, sözü geçen terimler Locke tarafından ortaya atılmıştır. Locke, birincil yada objektif özelliklerden şunları anlar: hareket, nüfuz edilmez-lik, kalıcılık (solidity), temel parçacıkların yapışıklığı (cohesion), biçim (shape), hacim, v.s. ikincil yada sübjektif nitelikler (renk, koku, tad, ses) ise Lock'a göre «objelerin kendilerinde var olmayıp» birincil niteliklere bağlıdırlar. Bu bakış açısı, Locke materyalizminin mekanist mahiyetiyle açıklanır. Böylece, mekaniğin imkânlanyle açıklanamıyan bütün özellikler, Locke tarafından ikincil, yani sadece sü-je'nin yapısı ve durumuyla belirlenebilen özellikler olarak ifade edilirler. Sübjektif özelliklerin ayırdedilmesi özelliklerin objektif varlığı ile bu özelliklerin objeye uygunluk derecesinin ve bilinçte yansıma biçiminin konfüz-yonuna dayanır ve objelerin özelliklerini yansıtmada düşüncenin özel rolünün yanlış anlaşılmasından ileri gelir. Metafizik materyalizmin tutarsızlığını eie alan sübjektif idealistler, D. Berkeley, D. Hume ve diğerleri, birincil özelliklerini sübjektif özellikler alarak sınıflandırırlar. Diyalektik materyalizm, şeylerin özellikleri arasında objektif ve sübjektif ayırımuu reddeder.
BİYOJENETIK KANUN, her organizmanın, kendi gelişme sürecinde (onto-jenesis), soyunun geçmişteki evrim sürecinin (filojenesis) belirli çizgilerini ve özelliklerini tekrarlaması halini ifade eden bir biyolojik kanun. Bu olgu, daha önce Alman tabiat filozofu Öken, Rus biyologu K. Rulye ve diğerleri tarafından işaret edilmiş olmakla birlikte, terimi 1886'da Haeckel ortaya atmıştır. Fakat ontojenesis ile filojenesis arasındaki ilişkiyi esas olarak a-raştıran Darvvin olmuştur. Biyojenetik Kanun'un metodolojik önemi, «evrim teorisi'ne en sağlam temeli kazandırmış olması»dır (Engels). Biyojenetik

BİYOLOJİ 66 BİYOSFER

.Kanun, basit'ten karmaşık'a doğru gelişmenin tabiî bilimler tarafından bir doğrulanışıdır. Bu kanunu bireysel zihinsel gelişmeye uygulama girişimleri (Baldwin, Stanley, Hail, Freud ve diğerleri), sosyal fenomenin biyolojik kanunlardan yola çıkan sathi mekanik yorumlanışıdır.
BİYOLOJİ, hayatın incelenmesi. Biyoloji, maddenin hareketinin özel bir biçimi olarak hayatı, canlı tabiatın gelişme kanunlarını ve canlı organizmanın çoğalma biçimlerini, bu organizmaların yapılarını, fonksiyonlarını, evrimlerini, çevreyle karşılıklı ilişkilerini ele alır. Biyoloji, zooloji, botanik, fizyoloji, embriyoloji, paleontoloji, mikrobiyoloji, jenetik gibi bilim kollanın da içine alır. Uyumlu bir bilgi sistemi oluşturan Biyoloji eski Yunanlılarca biliniyordu, fakat bilimsel bir temele ancak modern zamanlarda oturmuştur. Soyu tükenmiş canlı organizmaları ilk olarak hemen hemen tam bir biçimde sistemleştirenler John Ray (17. yüzyıl) ve Limaeus'dur. 17 ve 18. yüzyıllarda ve 19. yüzyü'ın ilk yansında Biyoloji, esasta tasvirci bir bilimdi. Engels türlerin sürekliliği görüşünün, organizmaların amaçlılığının tabiat-üstü nedenlerden ileri geldiği düşüncesinin teorik bir temel teşkil ettiği bu dönemi metafizik dönem diye adlandırır. Biyolojik fenomenin maddi nedenlerinden habersizlik ve bu fenomenin spesifik-liğini kavrama gücünden yoksunluk, biyoloji alanında, idealist ve metafizik görüşlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır (bak. Vltalizm; Preformasyo-nizm; Mekanizm, v.s.). Canlı yaratıkların hücre yapısının keşfedilmesi, Biyo-loji'nin bir bilim olarak kurulmasında âdeta bir devrim meydana getirmiştir. Bu teori, evrimin temel faktörlerini ve itici güçlerini, canlı organizmaların çevreye adapte olmaları hakkındaki materyalist görüşü ortaya atarak, teoloji'nin biyolojik teorilerdeki eski egemenliğini temelden sarsmıştır.

19. yüzyıl'ın sonlan ve 20. yüzyıl'ın baş-lannda, biyolojik bilimlerde önemli basanlar elde edildi. Fakat Biyoloji, temel hayatî süreçlerin (beslenme, üreme, metabolizma, irsi karakteristiklerin intikali, v.s.) kanunlanyle uğraşan fizyoloji, jenetik, sitoloji, biyokimya, biyofizik gibi dalların ortaya çıkışıyla daha hızlı bir ilerleyişe kavuştu. Biyo-loji'nin bugünkü ana problemi, süreç lerin tabiatının keşfi, organik dünya nın gelişmesinin biyolojik kanunlannın araştırılması, canlı varlıkların fizik ve kimyasının incelenmesi, hayatî süreçleri ve özellikle de metabolizma'yı, irsi-yet'i ve organizmaların mütasyonu'nu kontrol altına almanın çeşitli yollan-nın ortaya konmasıdır. Fizik, kimya ve matematiğin araştırma metodlan çeşitli alanlarda esaslı sonuçlar elde etmiş; genlerin yapılan ve fonksiyonları tahlil edilmiş, irsi karakteristiklerin intikali mekaniğinin genel bir tablosu elde edilmiş, en temel proteinler sente-tikleştirilmiş, proteinlerin biyosentez mekaniğinin tahlili yapılmış, canlı hücrelerin kimyasal süreçleri keşfedilmiş, Biyoloji'de Darvvin'in evrim teorisi daha dakikleştirilerek türlerin çeşitliliğinin nedenlerine dair Darwin'ci görüş, mütasyonların mahiyetinin mole-küler düzeyde açıklanması biçimine sokulmuştur. Çağdaş Biyoloji açısından, çevrenin meydana getirdiği mütasyon-lar, temel itici güç tabii seleksiyon olmak üzere, organik evrimde kendini gösteren ana faktörlerdir. Biyoloji'deki ilerlemeler nükleer enerjiden yararlanmaya eşit bir önem taşır, ekonomik ge> lişmeye esaslı bir katkıda bulunur. Bitki fizyolojisi (bak. Timiryazev), hayvan fizyolojisi (bak. I. Pavlov), ve tür üretme (bak. Miçurin) alanındaki dikkate değer basanlara dayanan materyalist okula bağlı materyalist tanm teorisine ve tanm pratiğine katkılarda bulunmuşlardır.
BİYOSFER, yeryüzünün, içinde hayatın varolduğu ve dolayısıyle, özel bir

BLANQUI BOGDANOV 67
jeolojik ve fiziko-şimik yapıya sahip bulunan bir bölümü. Biyosfer kavramı Eduard Suess tarafından ortaya atılmış ve Vernadski tarafından geliştirilmiştir. Vernadski, Yeryüzü'ndeki hayatın kökenini ve Biyosfer'in formasyonunu münferit embriyonların münferiden, izole noktalar halinde ortaya çıkışı olarak değil, fakat elverişli şartlara sahip bulunan gezegenin her parçasını ihata eden ve hayatın «monolite>sini meydana getiren güçlü ve tek bir süreç olarak tasavvur etmiştir, insan toplumunun ortaya çıkışı ve bilim ve teknolojinin gelişmesiyle, Biyosfer, noos-fer'e doğru gelişmiştir.
BLANO.UI, LOUIS-AUGUSTE (1805 -81), Fransız ütopyacı komünist. 1830 ve 1848 devrimlerinde yer almış, iki defa ölüme mahkûm edilmiş, hayatının yansını hapisanede geçirmiştir. Blanqui'-nin dünya görüşü, mekanik materyalizm, ateizm, 18. yüzyıl rasyonalizmi, ütopyacı sosyalizm ve özellikle de Ba-beuf 'çülüğün etkisi altında oluşmuştur. Genel felsefi görüş bakımından bir materyalist olan Blanqui, tarihsel gelişmeyi ve aydınlanma'nın yayılmasını idealist bir tarzda açıklamıştır. Blanqui' nin görüşüne göre, tarih vahşet devrinin mutlak bireyciliğinden, -uygarlığı taçlandıracak» olan «geleceğin toplu-mu»na, sosyalizme kadar giden bir ilerleme idi. Blanqui tarihte sosyal güçler arasında geçen mücadelenin de bilincindeydi ve kapitalist toplumun çelişkilerini sert bir biçimde eleştiriyordu. Blanqui'nin gizli ittifakçı taktikleri yanlışlarla doluydu, ve bu taktikler kendisini destekleyenlerin başarısızlığa uğramasına yol açıyordu. Blanqui devrimin, ancak, devrimci bir partinin önderliğindeki emekçi kitleler tarafından yürütülebileceği hususunu kavrayamamıştı. Blanqui'cilik başka ülkelerdeki, özellikle de Rusya'daki devrimci hareketleri (bak. Narodnizm) etkilemiştir. Blanqui'nin devrimci hizmetleri marksizm'in kurucuları tarafından değerlendirilmiş, fakat taktikleri eleştirilmiştir. Başlıca eseri Critique sociale'dir (1885).
BOCHENSKİ, JOSEPH (1902'de Polonya'da doğdu), Yeni-Thomas'cı ve Dominiken; 1945'de isviçre'de, Freiburg Üniversitesi'nde felsefe profesörü oldu. Bir tarihçi ve mantık teorisyeni o-larak Bochenski, marksizmi ve Sovyet felsefesini saptırmayı iş edinmiştir.
BOETHIUS, ANICIUS MANLIUS SEVERINUS (480-524), Romalı filozof, Yeni-Platon'culuk'un resmî temsilcisi olmakla birlikte, eklektisizmiyle dikkati çeken felsefesi, kesin bilimlere doğru bir eğilim gösterir; bu felsefe ahlâkî yanlarıyla stoacılık'a yakındır. Boethius, Aristoteles'in mantık konusundaki eserlerini ve Porphyrios'un Kategorilere Giriş ve Kategoriler Ü-zerine YorumJor'ını çevirmiş ve şer-hetmiştir. Boethius, Eukleides'i de çevirmiş, Nikomakhus'un Introductio A-rithmetıka'sının bir yorumunu yapmıştır. Eski Yunan musiki teorisini dikkatle işleyen bir kitap da yazmıştır. Stoa'cı De Consolatione Philosophiae kendisinin başlıca eseri sayılır. Aris-toteles'den yaptığı bazı çevirilerşe bugün sahte şeyler olarak görülmektedir.
BOGDANOV (Malinovski'nin takma a-dı), ALEKSANDER ALEKSANDROVİÇ(1873-1928) Rus filozof, ekonomist, gazeteci; Sosyal-demokrat. Tıp öğrenimi yaptı; 1903'de Bolşeviklere katıldı. 1905-07 Rus Devrimi yenilgisini izleyen irtica hareketi yıllarında Parti'nin illegal mücadele tarzından yararlanmasına karşı koyan otzovistler'in liderlerinden biri oldu. Kapri adasında anti-parti bir okulun organizasyonuna yardım etti. 1909'da Bolşevik Partisinden atıldı. 1926'da Kan Dolaşımı Ens-titüsü'nün direktörü oldu, kendi üzerinde deneme yaparken öldü, 1908'de, Bogdanov'un felsefî görüşlerinin niteliğini ortaya koyan Lenin, onun felse-

BOKU NIELS BONAVENTURE

fi «yalpalamalarımın dört evresini işaret eder. Başlangıçta Bogdanov, «ta-bii-tarihsel» bir materyalistti (Osnovni-ye elementry istoricheskogo vzglyada na prirodu, 1899)., Yüzyılın bitiminden hemen sonra, enerjizm olarak bilinen bir doktrini ele aldı (Poznaniye sisto-richeskoi tochki zreniya, 1901). Daha sonra Mach'ın felsefesini destekledi. En sonunda da, Mach'cılık'ın çelişkilerinin üstesinden gelme ve bir çeşit «objektif idealizm» yaratma çabaları onu amprio-monizm'e sürükledi (Ampirio-Monizm, 1904-08). Bundan sonra ise, bütün dünyayı tecrübenin organizasyonu'nun çeşitli formlarından meydana gelmiş olarak gördüğü için, bütün bilimleri birleştirmek, bütün organizasyon biçim ve tiplerini tasvir amacını güden evrensel bir organizasyohel bilim, yani kendisinin «tektoloji» adını verdiği şeyi formüle etmeye girişti. «Tekto-loji»nin idealist temelleri, tarih-dışı, soyut yaklaşım tarzı, realitenin tahlilini tamamen yararsız bir hale getiriyordu. Bogdanov, marksist diyalektiğin karşısına denge teorisini çıkarır. Bogdanov'un görüşleri, Lenin'in Materyalizm ve Ampiriokritisizm'iyle Pleha-nov'un eserlerinde eleştirilmiştir. Başlıca eserleri şunlardır: Krathy kurs e-konomicheskoi nauki, 1897; Filosofiya zhivogo opyta, 1913; Vseobshchaya or-ganizationnaya nauka (tektologiya), 1913-17; O proletarskoi kültüre, 1904 24, 1924, vs.
BOHR NIELS (1885-1962), Danimarkalı fizikçi, kuantum teorisinin müelliflerinden biri; Nobel ödülü'nü almıştır. 1929'da, SSCB Bilim Akademisi üyeliğine seçilmiştir. Kopenhag Üniversite-si'ni bitirdikten sonra Manchester'de Rutherford Laboratuarında çalışmıştır. Bohr'un hidrojen atomu modeli ve mütekabiliyet ilkesi formülasyonu 1918 den başlar. Fiziğin spesifik problemlerine epistemolojik bir muhteva vermeğe çalışmıştır. Kuantum mekaniğini yorumlamak için çeşitli alanlara uygula-

nabilir olarak gördüğü pozitivist tamamlayıcılık ilkesini öne sürmüştür. Daha sonraki yıllarda, yeni-pozitivizm'i aşarak kuantum mekaniğinin ve bilgi teorisinin birçok problemlerinin materyalist bir yorumuna yöneldi. Dakik araştırma aletleri olarak ölçme âletlerinin gittikçe büyüyen rolünü ve mik-ro-süreçleri'ni sadakatle tasvir aracı o-larak matematik formalizmi önemle belirten Bohr şunu kaydeder: «kavramsal çerçevede bir genişleme, objektif tasvir açısının büyümesine yanyan... dakik araçların meydana gelmesini mümkün kılar» (Atomic Physics and Human Knowledge, 1958. s. 70). Bohr'un dakik araştırmalarının objektif muhtevası, tabiatın, diyalektik tarzda gelişmesi fikrini ve materyalist diyalektik metodu bilinçli bir biçimde kavramanın bir bilgin için ne derece büyük bir önem taşıdığını gösterir.
BOLTZMANN, LUDWIG (1844-1906), Avusturya'lı fizikçi, Viyana Bilimler A-kademisi üyesi. Çalışmalarında ele aldığı başlıca konular radyasyon teorisi, gazların kinetik teorisi, termodinamik'-in ikinci kanununun istatistiksel yorumudur. Boltzmann'ın ünlü H teoremi (1872) moleküler-kinetik teorisi'ni temel alarak, geriye-dönmez-süreçler temel kanunu'nu, entropinin artışı ka-nunu'nu açıklar. Boltzmann Evren'in «Isısal sona erişi» idealist kavramına (bak. Isısal Sona Eriş) karşı, «dalgalanma» varsayımını geliştirmiştir; buna göre, farklı âlemlerin eşitsiz bir gelişme göstermesine yol açan devasa dalgalanmalardan ötürü, Evren'in genel dengesi belirli bazı kesimlerde sürekli ve kaçınılmaz olarak bozulmaktadır.
BONAVENTURE, GIOVANNI di FI-DANZA (1221-74), iskolastik filozof, Fransisken tarikatın başı. Bonaventure kendi zamanının ilerici fikirlerine karşı çıkmış ve Roger Bacon'ı mahkûm etmiştir. Bonaventure iskolastisizmi'nde egemen eğilimler, Augustinus'un Yeni-

BOOLE BÖHME. JACOB 69

Platon'culuk fikirleri ve mistisizmdir. Bonaventure Tann'nın varlığının on-tolojik ispatını (bak. ispat, v.s.) kabul etmiş ve insanın Tann'yla kaynaştığı tabia-tüstü vecd ve temaşa halini bilgı'-nin en yüce mertebesi olarak düşünmüştür. Bonaventure üniversaller üzerine tartışmada realizmden yana olmuştur (bak. Gerçekçilik, Orta Çağ), 1482 de aziz mertebesine yükseltilmiş, 1587 de ise Kilise Doktoru olarak ilân edilmiştir.
BOOLE, GEORGE (1815-64), İngiliz mantıkçı ve matamatikçi. 1849'dan hayatının sonuna kadar Queen's College'-de matematik profesörlüğü yapmıştır. Sonraları mantık cebiri diye bilinen metamatiksel mantık sisteminin tarihteki ilk kurucusudur. Cebir ve mantık arasında bir analoji kurma fikri, onun mantık alanındaki araştırmalarının yor nünü belirlemiştir; bu araştırmalar o-nun başlıca eserleri olan şu iki kitabın içeriğini teşkil eder. Mathematical Analysis of Logic (1847), An Investiga-tion of the Laws of Thought (1854). Boole olasılık teorisi ve matematiksel analiz üzerine araştırmalar yapmış, Aristoteles ve Spinoza felsefeleriyle ilgilenmiştir. Mantık cebiri konusundaki fikirleri Peirce, Schröder ve Poretski'-nin eserlerinde geliştirilmiştir.
BORN, MAX (1882- ) Alman teorik fizikçi. 1921'de Göttingen Üniversitesi'nde profesörlük yaptı; Nazi yönetimi sırasında ingiltere'ye göç etti. Bugün Batı Almanya Cumhuriyeti'nde yaşamaktadır. SSCB Bilimler Akademisi dahil (1934'ten itibaren), birçok akademilerin üyesidir. Atom ve kristaller teorisi hakkında önemli birçok eserlerin yazandır; daha çok da kuantum mekaniğine yaptığı önemli katkılarla tanınmıştır (1925-26). Temel parçacıkların hareketinin bir dalga sürecine bağımlı dalga denklemleri olarak ortaya konması halinde, Born, dalga denkleminin, parçacıkların belirli bir andaki muhtemel pozisyonunu belirlediğini öne sürer, idealist filozoflar temel parçacıkların hareket kanunu hakkındaki görüşü, mikro-dünya'da yeralan süreçlerin endeter-minizminin kuantum mekaniği tarafından sağlanmış bir «ispat» ı olarak kabul ederler. Born'un kendisi bu idealist teoriye bağlılık göstermişse de, daha sonra temel parçacıkların hareketini belirleyen istatistik kanunları birleştiren daha genel bir determinizm anlayışına yaklaşmıştır. Born yeni-pozi-tivizm'i eleştirmiştir.
BOTEV, HRİSTO (1849-76), Bulgar şair ve materyalist filozof. Dünya görüşü aynı zamanda hem devrimci demokrasiyi, hem de ütopyacı sosyalizmi kucaklar. Bulgaristan'da fikirlerini savunduğu Herzen ve Cernişevski'nin büyük etkisi altındaydı. Bulgar köylü devriminin önderi ve ateşli bir yurtsever olan Botev, Türk feodallerinden ve yerli sömürücülerden kurtulundu-ğu zaman ülkesinde sosyalizmin kurulabileceğini düşünüyordu. Köylü komü-nü'nün özünde «sosyalist ilkeler»in bulunduğu görüşündeydi; Marx'm Ka-pitoJ'inin birinci cildinin ve Batı'dâki işçi sınıfı hareketinin etkisi altında kalan Botev, hayatının sonlarına doğru, sosyalizmi kuracak olan sosyal gücün proletarya olduğu sonucuna varmış, fakat, genellikle yoksulları proletarya olarak görmek hatasına düşmüştür. Felsefe bakımından materyalist olan ve görüşlerinde bazı diyalektik unsurlar geliştiren Botev, aynı zamanda bir ateist idi. Fakat, öte yandan, onun Sosyal fenomen anlayışı idealist bir anlayıştı: halk kitlelerinin kurtuluş mücadelesini aklın mükemmelliğinin bir sonucu olarak görüyordu. Estetik alanında Çerniçevski'yi izlemişti; devrimci harekette önemli bir rol oynıyan şiirinde realizm ve devrimci romatizm organik bir biçimde kaynaşmıştır.


- Abidin Ünal - 11-07-2011

70 BRAY, JOHN FBANCIS BROGLIE, LOUIS VICTOR DE

panteist filozof, eserleri teolojinin birçok unsurlarını barındırır. Kendi kendini yetiştirmiş bir düşünür olan Böh-me, bir bütün olarak, yaratıkların ve dünyanın çelişkili tabiat hakkında, Hıristiyanlık, astroloji ve simya'dan esinlenmiş şiirli bir sembol ve imaj dili içinde diyalektik bazı sezişler ortaya koymakla birlikte, kararlı ve üniform bir sistem yaratamamıştır. Eserlerinde, bir yandan da, derin felsefi gözlemlere rastlanır. Böhme'ye göre, Tanrı ve tabiat birdir; tabiatın dışında hiçbir şey yoktur. Her şey çelişkilerle doludur, iyi ve kötü Tann'da bile vardır. Başlıca eseri olan Aurora öder die Mor-genröte in Aufgange (1612) dinden sapmış olarak mahkûm edilmiştir. Fikirleri kendisinden sonraki Alman felsefesinin (Hamann, Hegel, Schelling, ve diğerleri) gelişmesini etkilemiştir.
BRAY, JOHN FRANCIS (1809-95), İngiliz ütopyacı sosyalist, ekonomist, işçi sınıfı hareketinin aktif bir siması. Kendi kendini yetiştirmiş bir emekçi olan Bray'ın görüşüne göre, insanlığın gelişmesinin itici gücü, insanın maddî ihtiyaçlarıdır; emekçi halkın acılarının kaynağı ise, mübadele sistemi'dir. Bray, bundan başka, değerin emek tarafından yaratıldığını kabul ediyordu. Üretim araçları ve emek sos-yalleştirilmeliydi. Geleceğin sosyalist toplumunun Ovven'ninkine yakın bir portresini çizmiştir. Bray'a göre, bu topluma giden yol bölge merkezleri ve ulusal merkezler tarafından koordine edilen çeşitli sanayi kollarından, sanayi işçileri kooperatiflerinden, bir çeşit emek-para sisteminden, market ve bankalardan geçer. Onun bu önerileri Proudhon'u ve Proudhon okulunu etkilemiştir. Şartist hareketin 'aktif bir siması olan Bray, toplumun bağrında ki sınıf çelişkilerinin ve de sosyalizmin aiıcak işçi sınıfı hareketiyle kurulabileceği olgusunun da tamamıyle farkındaydı, fakat buna giden yolun reformlardan geçtiği fikrindeydi. Labour's

Wrongs and Labour's Remedy (1839) ve A Voyage from Utopia (1841) adlı eserlerinde ingiltere ve Birleşik Devletler örneklerini ele alarak kapitalizmin sarsıcı bir eleştirisini yapar.
BRENTANO, FRANZ (1858-1917), Avusturya'11 idealist filozof, VVürzburg ve Viyana'da felsefe okutmuştur. Kant kritisizminin muarızlanndandır. Ortaya koyduğu metafizik felsefî sistem, teizm'in anlayışının ve Katolik isko-lastisizmin etkisi altında kalmıştır. Onun başta gelen ilgi alanı psikoloji idi. Ampirik psikolojiyi temel alarak zihinsel fenomenin «kasıtlılığı» idealist doktrinini yaratmıştır. Bu doktrine göre, objeler, ancak, süje'nin maksadında, duygularında vardır. Brentano'nun görüşleri Husseri ve diğer burjuva filozofları etkilemiştir. Brentano, Avusturya felsefesindeki idealist değer teorisinin kurucularından biri olarak ka bul edilir. Başlıca eserleri şunlardır: Pj/sychologie vom empirischen Stand-punkt (1874), Vom Ursprımg sittlicher Erkenntnis (1889), ve Die vier Phasen der Philosophie (1895).
BRIDGMAN, PERCY VttLLIAMS (1882 1961), Amerika'lı fizikçi ve filozof. Mezun olduğu Harvard Üniversitesi'ne 1954'de matematik ve tabiat felsefesi profesörü oldu. Yüksek basınçlar fiziği alanındaki çalışmalarından ötürü No-bel Ödülü'nü almıştır (1946), Bridg-man felsefede operasyonalizm olarak bilinen sübjektif idealist akımın kurucusu ve önderiydi. Felsefî görüşleri şu eserlerde açıklanmıştır: The Logic of Modern Physics (1927), The Nature of Physical Theory (1936), v.s.
BROGLIE, LOUIS VICTOR de (1892-) Fransız fizikçi, Paris Üniversitesi profesörü; SSCB Bilimler Akademisi yabancı üyesi. Modern mikro-objelerin hareketi teorisi'nin (bak. Kuantum Mekaniği) kurucularından. Bütün mikroskopik maddî objelerin hem

71 BRUNO, GIORDANO BUCKLE, HENRY THOMAS

madde hem de dalga özelliklerine malik olduklarım belirten çok önemli tabiat kanununu ortaya koyan teorik derin çalışmaları, kuantum mekaniğinin temelini teşkil eder. Bu matematik kanunu. Broglie denklemi biçiminde ifade edilir, şöyle ki, bu denklem, mikro-objelerin parçacık karakteristikleri (E -enerji, P impuls) ile h'nin etki kuantumu olduğu dalga karakteristikleri (parçacık ?, dalga uzunluğu X) arasındaki ilişkiyi gösterir:
h E = hy, =. —. Burada h, etki kuantumunu ifade eder. Broglie'ye göre, her mikro-parçacık yukarıdaki denklemle belirtilen özel dalga karakteristiklerine maliktir. Broglie dalgalan, esasta, kuantum mekaniğinin tanımlamayı, temel amaç edindiği psi-fonksiyonlardır. Broglie modern fiziğin çeşitli dallarına esaslı bir katkıda bulunmuştur. Rö-lativist kuantum mekaniğini, elektronlar teorisini, atom çekirdeğinin yapısı problemlerini, elektromanyetik dalgaların dalga-ilötkenler'inde dağılımı te-orisi'ni, v.s.'yi incelemiştir. Broglie po-zitivizm'e karşıdır ve mikrofenomen'-in yorumlanmasında materyalist bir tutumu sürdürür.
BRUNO, GIORDANO (1548-1600), İtalyan filozof; iskolastiğe ve Roma Katolik Kilisesi'ne karşı, panteizmin bir biçimi olarak anladığı materyalist dünya görüşünün ateşli savunucusu. Sekiz yıl hapiste kaldıktan sonra Roma'daki Engizisyon tarafından ateşte yakılmıştır. Başlıca eserleri felsefî diyaloglarıdır: De la causa, principio et una ve De l'infinito universo et mondi. Bru-no'nun dünya görüşü, eski klasik felsefenin (yeni-Platon'culuk ve Pytago-ras'cılık, daha sonra da Empedokles, A-naksagoras, Epikuros, Lucretius gibi materyalistler), Rönesans çağı italyan materyalist serbest düşünürlerin, kendi zamanındaki bilimin, özellikle de Kopernikus'un güneşmerkezci teorisinin etkisi altında şekillenmiştir. Sonsuz bir tanrısallığı tabiatla özdeşleşti-ren Bruno, bizzat tabiatın sonsuzluğu fikrini, kendisinden etkilendiği Ni-kolaus Cusanus'tan da daha kararlı bir biçimde sürdürdü. Bruno, Kopernikus'un keşfinden yararlanarak, bu felsefî ilkelerin muhtevasına somut bir biçim vermeğe çalışmış, böylelikle de Kopernikus'un teorisinin başlıca kusurlarını bertaraf etmiştir. Kopernikus' un teorisinin başlıca kusurları şunlardır: Evren'in sonluluğu hakkındaki geleneksel kavram; bir sabit yıldızlar kapalı küresi hakkındaki fikir; ve Güneş' in de Evren'in mutlak merkezini teşkil eden bir sabite olduğu fikri. Bruno Evren'de sonsuz sayıda dünyaların bulunduğu ve bunlardan bazılarının meskûn olmasının muhtemel olduğu sonucuna varmıştır. Toprak, su, hava, ateş ve esir'dön meydana geldiğini tasavvur ettiği dünya ve gök cisimlerinin homojenliğini öne sürerek is-kolastiğin tabiat hakkındaki felsefi düalizmini çürütüyordu. Bruno Yeni-Platon'culuk'un etkisi altında kalarak, her şeye nüfuz eden ve her şeyin ilk hareket ilkesi olan bir manevî cev-her'in, hayatın ilkesi olarak anladığı evrensel ruh'un varlığını kabul ediyordu. Bruno, bu hususta çok sayıda eski materyalist gibi, hilozoizm yanlısı olmuş, maddenin kendiliğinden hareket eden aktif bir cevher olduğu fikrini, insanın ve insan bilincinin tek bir bütün olan tabiatın bir .parçasından ibaret bulunduğu fikrim yürütmüştür. Bruno, aynı zamanda, diyalektik mahiyetteki şu önermeleri de geliştirmiştir: birlik; karşılıklı bağımlılık; tabiattaki evrensel hareket; karşıt kutupların hem sonsuz büyük'te, hem de sonsuz-küçük' te düşümdeşliği (çakışırlığı).
BUCKLE, HENRY THOMAS (1821-62), ingiliz tarihçi, pozitivist sosyolog, His-tory of Civilisation in England (1857-61) adlı eserin yazan. Teolojik tarih anlayışını eleştirerek tarihsel sürecin
BUDA'CILIK BUDA'CILIK 72 kanunlarını bulmaya ve örnek olarak seçtiği ülkelerde bu kanunların nasıl işlendiğini göstermeye çalışmıştır. Comte'u izliyerek entelektüel ilerlemeyi tarihsel gelişmenin ana faktörü kabul etmiş ve manevî ilerlemenin varlığını inkâr etmiştir. Coğrafi determiniz' in'(bak. Coğrafî Çevre; Coğrafî Determinizm) bir temsilcisi olarak, çeşitli halkların tarihsel gelişme özelliklerini tabiî faktörlerin (tabiî çevre, toprak, iklim, besin tipleri) etkisine atfetmiştir.
BUDA'CILIK, benliği körleterek ve nir-vana denilen en yüce aydınlanma noktasına erişerek ıstıraptan kurtulmayı vaaz eden bir dünya dini (bak. Hıristiyanlık; İslâmlık). Buda'cılık, l.Ö. 6. yüzyıl'da, Hindistan'da ortaya çıkmıştır. Günümüzde Japonya, Cin Nepal, Burma ve başka ülkelerde Buda'cılık'a mensup olanların sayısı 500 milyondur. Buda (Aydınlanmış Kişi) adıyla bilinen ve Buda'cılık'ın kurucusu olan Sidarta, ilkel komün sistemi'nin çöktüğü ve sınıflı toplumların ortaya çıktığı sıralarda, Brahman dinine ve bu dinin kutsal kast ayrılıklarına, tanrılara tapınma ve kurban kesme gibi çapraşık ritüellere karşı halkın duyduğu hoşnutsuzluğu dile getiriyordu. Buda ıstıraplardan kuruluşu, sosyal değişimde yada tabiat kuvvetlerine karşı mücadelede değil de, insanın hayattan eletek çekmesi, kendisini nirvana'-ya adamasıyla ulaşılan ahlâk mükemmelliğinde arar. Buda bir Yaratıcı Tan-rı'nın varlığını ve Veda dinini reddetmekle birlikte, bu dini görüşlerin ileri sürdükleri hayat ve ölüm döngüsü (sansara) öğretisiyle günah (karma) öğretisini kabul eder; fakat Buda, yeniden hayata kavuşmanın, bedenleşme-nin, kastlar sistemine kurban adamaya değil, insanın iyi yada kötü davranışlarına bağlı olduğunu söyler. Buda'nın kurtuluşa erişme fikri, ilk başlarda (l.Ö. 3. yüzyıl'dan 1. yüzyıl'a kadar), dünyanın ve insan kişiliğinin sürekli olarak yer değiştiren madde ve bilinç unsurları akımından (darmas) oluştuğunu ileri süren felsefi doktrine dayanıyordu. Buna göre, kurtuluşa erişmenin yolu, dormas'ın ajitasyonunun dizginlenmesi ve baskı altına alın-masıydı. l.S. ilk yüzyıllarda ise, Buda dini, tamamıyle farklı bir karaktere büründü. Buda dininin bu yeni biçiminde, din ulularının anısına gösterilen sade ve basit saygının yerini, Buda'nın tannlaştınlması aldı; insanın kurtuluşa erişmesi de bu tanrılığın tekeline verildi; kurtuluş yolu, bundan böyle, kutsal metinlerin, sutralar'm ezbere tekrar edilmesiydi.. Buysa, bizzat Bu-da'dan gelen Hinayana geleneğinden farklı, Mahayana denilen yeni bir din halini aldı. Bundan başka, Buda felsefesinin kendisi de değişti. Maddî ve psişik darmas'ı gerçek bir şey olarak gören Hinayana filozoflarından farklı olarak, Mahayana filozofları gerek darmas'ın gerekse tüm dünyanın gerçek bir şey olmadığı görüşünü ileri sürerler. Dormas'ın gerçek bir şey olmadığı yada Sımyata (hiçlik) olduğu yolundaki bu görüş Nagarjuna (l.S. 2. yüzyıl) tarafından bir mantık temeline oturtulmak istendi. Nagarjuna'nın eserleri, bütün Mahayana sutralar'ı içinde, mantıklılık ve istikrarlılık bakımından dikkati çeker. Nagarjuna'nın rasyona-lizm'i, Dinaga ve Darmakirti'nin temsil ettikleri Buda'cı mantığın hareket noktasını teşkil eder. Kavramsal düşüncenin gerçek-dışılığı ve sezgiyle elde edilen bilgi'nin mutlâklığı yolunda Nagarjuna tarafından ortaya konan öğretiler, daha sonraları Tantrik Buda'cılık (Madyamaka, Vijnamavada) ve Zen Buda'cılık gibi idealist okullara temellik etmiştir. Cağımızda da Buda'-cılık'ı savunanlar, onun «akılcı> ve «tanrıtanımazcı» karakterini öne sürerler. Bu yeni sıfatlar, Buda'cı dinin modernleştirilmiş bir biçimini ortaya çıkarma çabalarından başka bir şey değildir. Dünya Buda'cılar Birliği üyesi olari Buda'cılar, silâhsızlanmayı ve
BULGAKOV BUTLEROV 73 barış içinde birarada yaşamayı savunurlar.
BULGAKOV, SERGEY NİKOLAYEVİÇ
(1871-1944), Rus ekonomist ve idealist filozof, Vekhizm'in ideologu. 1922'de Rusya dışına göç etti. Paris Üniversi-tesi'nde teoloji profesörlüğü yapmıştır. «Legal marksizm»in bir destekleyicisi olarak, Narodnizm'i eleştirmekle işe başlamış (O rynkakh pri kapitalistic-heskom proizvodstve), 1897'den sonra kapitalizmin ateşli bir savunucusu olmuştur. Marx'ı kant'ın «miheng»ine vurma yolundaki revizyonist girişimi kendisini tarihsel materyalizm ve marksist ilerleme teorisiyle çatışmaya sürüklemiştir. (Osnovniye problemy teorii progressa, 1902). Bir filozof olarak izlediği çizgi, bir dinsel mistisizm felsefesine dönüşle uç noktasına var-mış; ve saf dinin vardığı saçmalıklardan kaçınmak için sonunda imana ba-ğımlılaştırdığı bilim, felsefe ve dini bu mistisizm felsefesinde «sentezleştirme» denemelerine girişmiştir. Bulgakov «mutlak» (Tanrı) ve «kozmos»un ya-nısıra, gerek Tann'yı gerekse tabiatı içine alan bir «üçüncü varlık»!, «sofia» kavramını ortaya çıkarmıştır. Bütünüyle bilim-dışı olan «sistem»ini şu eserlerinde açıklamıştır: Svet nevec-herny, 1917; Tikhiye dumy, 1918, O bo-gochelovechestve, 1933.
BÜLUTSULUK VARSAYIMI, kozmogonik bir varsayım. Bu varsayıma göre, güneş sistemi (yada genellikle gökyüzü cisimleri) seyrekleşmiş bir bulutsudan doğmuştur. Bu terim Laplace tarafından ifade edilmiş olan varsayıma uygulanmıştır. Laplace'ın görüşüne göre, gezegenler bir akkor gaz bulutsudan doğmuştur. Gezegenlerin bir toz bulutsudan doğduğu görüşünde olan Kant'ın varsayımında olduğu gibi, modern varsayımlara da uygulanmıştır. Bulut-suluk Varsayımı'nın temelini teşkil eden fikir, kozmik cisimlerin ortaya çıkışının başka kozmik cevher biçimlerinden (gaz, toz) geldiği fikri, günümüzde de önemini korumaktadır.
BUTAVADA (elemantalizm), eski Hint materyalizminde bir akım. Yaklaşık olarak 1. S. 1. yüzyıl'da ortaya çıkmıştır. Bazı kaynaklarda Lokayata'nın bir çeşidi olarak görülür. Bu tavada'y a göre, objeler arasındaki bütün niteliksel farklılıklar, onlan oluşturan maddi elemanların değişik bileşimlerinin bir sonucudur. Bilinç maddi elemanların özel bir bileşiminin ürünüdür; bu bileşim bir kere meydana geldi mi, artık, ona benzer bileşimler üretebilir, fakat bu diğer bileşimler, hiçbir zaman bilinci meydana getirmezler. Lokayata'nın savunucuları gibi, Butavada'nm izleyicileri de epistemolojide sansüalist, etik'te ise hedonist (hazcı) idiler.
BUTLEROV, ALEKSANDIR MİHAY-LOVİÇ (1828-86), Rus kimyacı. Butle rov'un eserleri, kimyasal bileşkenlerin tabiatını ve maddenin kimyasal yapısını ele alan bütün modern bilimlerin temelini teşkil eder. Kimyasal yapı teorisi (1861) şu temel fikre dayanır: moleküllerin kimyasal tabiatını belirliyen şey, atomların tabiatı, niceliği ve molekülleri meydana getiren atomlar arasında ilişki tipleri, ve bu atomlarla diğer atomlar arasındaki etki ve ilişki düzenidir. Atomların uyumlu bir denge içinde hareket ettiklerini belirten But-lerov, moleküle ölü ve statik bir şey olarak değil, fakat parçacıkları sürekli bir hareket içinde bulunan bir çeşit dinamik sistem olarak bakar. Butle-rov, kimyasal reaksiyonları da, maddenin hareketinin bir tezahürü olarak kabul eder. Bu teori, o zaman, idealist ve agnostik kimya akımlarına karşı mücadelede önemli bir rol oynamıştır. Butlerov göstermişti ki, moleküllerin iç yapısı bilinebilir, dolayısıyle de, insan tarafından aktif bir şekilde ele alınabilir ve değişikliğe uğratılabilir. But-lerov'un kimyasal yapı teorisi, atomun karmaşık yapısının keşfedilmesi ve bir

BÜYÜKLÜK 74 BÜTÜNSELLİK
molekülün atomları arasındaki kimyasal kuantum ilişkisinin açıklanmasıyle daha da geliştirilmiştir. Butlerov kimyanın temel problemlerini ele alış tarzında spontane materyalizm'e sadakat göstermiş, fakat felsefi problemleri ele alışında idealist görüşler dile getirmiştir.
BÜTÜNSELLİK, diyalektiğin temel ilke ve kategorilerinden biri. Bu ilkeye göre, bütün varlıklar birbirleriyle ilişki halindedirler ve birbirlerini karşılıklı olarak etkilerler, dolayısıyle de, bir şeyi incelerken, o şeyin başka şeylerle ilişkisini göz önünde tutmak gerekir. Diyalektik bütünsellik ilkesi, başka idealist bütünsellik ilkelerinin hepsinden farklı olduğu gibi, onu mutlak zihnin bütünselliği olarak kabul eden Hegel'-in anlayışını da aşar, çünkü onu diyalektik materyalizmin diğer kategorile-riyle birlikte ele alır (ayrıca bak. Parça ve Bütün; Üçlem).
BÜYÜ, ilkel din biçimlerinden biri; insanlar, hayvanlar ve muhayyel ruhları etkilemek amacına yönelmiş bir sıra ritüel. Büyü'nün temeli, insanla çevresi arasında tabiatüstü bir ilişki bulunduğu inancıdır. Felâket, hastalık, kötülük, v.s.'ye karşı büyüler vardır. Orta Çağlar'm ikinci yansına kadar devam eden Büyü'ye inanma (bak. Simya), günümüzde okültizm akımında yeniden ortaya çıkmıştır. Hıristiyanlık, İslamlık gibi dünya dinlerinde Büyü unsurları görülür (Duacıların ölüyü meshetmeleri, dba, adak, v.s.)
BÜYÜK ALBEBT (doğumu: 1193-1207, ölümü: 1280), Alman filozof, tabiat ' çı, ilahiyatçı. Büyük Albert'le tilmizi Aquino'lu Thomas, Aristoteles felsefesinin îbni Rüşt'çülük anlayışıyla yorumlanmasına ve ilerici iskolastik okullara karşı çıkmışlardır. Büyük Al-bert, Aristoteles'in fikirlerini tek bir felsefî teolojik sistem meydana getirme yolunda kullanmıştır. Saf felsefî
eserleri (Summa Theologiae, v.s.) dışında, Büyük Albert, tabiat tarihi üzerine birçok eser yazmıştır. Bu eserlerde, incil'deki mitlerle fantastik efsânelerin yanısıra, tabiat üzerine dolaysız gözlemler de vardır.
BÜYÜK SAYILAR KANUNU, genel bir ilke, ki bu ilke uyarınca, çok sayıda arızî faktörlerin birleşik etkisi, bu çeşit faktörlerin çok geniş bir bölümü itibariyle, tesadüfe hemen hemen bağımlı olmıyan sonuçlar meydana getirir. Bazı hallerde, bu kanun niceliksel olarak değerlendirilebilir (bak. Olasılık Teorisi). Bu durumların ve onlardan çıkarılacak değerlendirmelerin sınırlı fakat ilk kesin formülleşti-rilmesi Bernoulli tarafından yapılmıştır (1713). Büyük Sayılar teoremi, Büyük Sayılar kanunu terimini ilk kullanan Poisson tarafından genelleştirilmiştir (1837). Bu teoreme 1867'de Çe-bişev tarafından en geniş biçimi verilmiş ve ispatlanmıştır. Büyük Sayılar Kanunu'na ilişkin teoremlerin en geniş pratik kullanılışı istatistik'te ve istatistiksel fizik alanlarındadır.
BÜYÜKLÜK, matematik'te fiziksel niteliklerin sayısal anlamlarının bir soyutlanması olarak ortaya konan bir temel kavram. Büyük kavramı objelerle realitenin süreçleri arasındaki niceliksel ilişkilerin kesin tanımı için kullanılmıştır. Bundan ötürü, ona, sayı, süreklilik, v.s. kavramları gibi nicelik kategorisinin yakın bir tanımı olarak bakılabilir. Sadece sayıyla karakterize edilen ölçek Büyuklük'leri (meselâ, uzunluk, yüzey, hacim, v.s.) ile vektör Büyüklükler'1 (yön, güç, hız, v.s.'yi kapsıyan büyüklükler) arasında bir ayırım yapılmıştır. Büyüklük, değişken Büyüklükler ve değişmez Büyüklükler diye de ayrılmıştır. Değişken kavramını matematiğe getiren Descartes'tır; bu kavram modern matematiğin ve modern bilimin gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır.