Türkiye'de Sistem Eksikliğı
#1
Herkese merhaba,

Türkiye'de satrancın gelişimi ile ilgili şahsi düşüncelerimi paylaşmak için yeni bir başlık ile yazılarıma fırsat buldukça devam edeceğim.

Türkiye'de satrancın gelişimini engelleyen/yavaşlatan en büyük sorunun sistem eksikliği olduğunu düşünüyorum. Geçmişten günümüze gözlemlediğim, halen devam eden bir sistemsizlik mevcut.

Milli takım kamplarıve alt yapı kampları olarak düzenlenen kampların hiçbir planlama olmadan sadece yapılmak için yapıldığı ve verim alınamadığını düşünüyorum. Ayda sadece 5 gün yapılan kamplarla 2700 kuvvetinde oyuncu çıkarmak, dünya şampiyonları çıkarmak inandırıcılığı olmayan bir söylemdir ki mevcut durum ve gidişat bunu göstermektedir.

AYGEG organizasyonları ile yapılan kamplara katılmış ve halen katılan öğrencilerimin bana bulundukları bildirimler sonucu bu kampların tamamen plansız olduğu izlenimini vermiştir. Öncelikle ben de zamanında AYGEG antrenörü olarak çalışmış birisiydim. Görev sürem boyunca birçok telefon aramalarım ve maillerim sonucu halen ne görev yapacağım ve ne zaman, nerede, kimlerle çalışacağım uzun bir süre boyunca bildirilmemiş olup, verilen maaşın bana ne için verildiğini sormama rağmen bir cevap alamamam bu görevi bırakmama.neden olmuştur. AYGEG antrenörü olarak hiç kimseyi töhmet altında bırakmak adına yazmıyorun bunları. AYGEG antrenörleri neye göre seçiliyor herhangi bir bilginiz var mı? Gruplar neye göre antrenörlere dağıtılıyor bir bilginiz var mı? Hiçbir olayı ikinci bir ağızdan duyduğumla inanmayı ve anlatmayı tercih etmem. Her zaman şahit olduğum olayları yazmayı, anlatmayı tercih ederim. Yapılan bu kamplar ( belli bir süre sporcu olarak katıldıktan sonra kamplarda verimin alınmadığını düşünerek görüşlerimi bildirip kamplara katılmayacağımı söylemiştim) mutlaka satrancımıza etki ediyordur. Hedeflenen bir başarı için yeterli midir? Daha önemlisi bir hedefimiz var mıdır?

Öncelikle milli takım ve alt yapı ile ilgili en önemli gördüğüm konuları yazdım. Sizlerden gelecek yorum ve eleştiriler benim için önemlidir. Benim göremediğim bir bakış açısı gösterebilirsiniz. Benim görüşlerime katılmayarak fikirlerinizi belirtebilirsiniz. Ben birkaç gün sonra bu kampların nasıl daha yararlı olabileceği ile ilgili birkaç fikrimi yazmayı düşünüyorum. Ayrıca milli takım kampları (alt yapı, bayanlar dahil) ile ilgili bir sistem belirlemiştim. Bu düşündüğüm sistemi belli bir süre sonra yazmayı planlıyorum. Öncelikle kendimce doğru olmadığını düşündüğüm, satrancın gelişimini yavaşlatan veya engelleyen sistemsizlikleri yazmayı ve buarla ilgili tartışmayı düşünüyorum. Kendi blogumda ilerleyen zamanlarda belirlediğim planlarımı ve projelerimi paylaşmayı düşünüyorum.

Sevgilerimle
Kıvanç Haznedaroğlu
Ara
Cevapla
#2
"Sistem" olarak ele alınacak olan yetiştirme, destekleme ve başarı kazanma odaklı çalışma yöntemlerinde bu konuda başarılı olmuş, en azından benzer sistemlerden daha fazla başarı yüzdesi yakalamış olan uygulamaları incelemek de yerinde olacaktır.
Bugün son yıllarda hızlı bir gelişme gösteren Hindistan ve Çin'deki uygulamalara, sistemlere bakıp onları incelemeliyiz. Nüfusu "milyar" ile telâfuz edilen bu ülkelerden bir Honeri Kumpy, bir Anand çıkabiliyorsa, Çin'den bir Yifan keşfedilip yetişmesine olanak sağlandıysa bunlara yol açan sistem veya uygulamalar mutlaka vardır. Üstelik aşırı nüfus gibi keşfetmeyi engelleyici bir faktöre rağmen eğer dikey gelişim yapan oyuncular çıkıyorsa bu ülkeleri incelemek, bakmak gerekir. Üstelik ben en tepedeki oyuncuları saydım, zira daha alt seviyelerde de dikey gelişim çok büyük olasılıkla vardır.
Her şeyden önce ülkemizdeki ağır bürokratik yapı ve kaynağa yönelik olmayan rutin, hedefsiz çalışmalar tekerimizin önündeki taştır.
Ben önce bulmak, sonra yetiştirmek diyorum. Zira bir elmasın ilk haline bakın, ancak yontulup işlemlerden sonra gerçek ışıltısına kavuşur. Yetenek, çalışma ve azim olmazsa gelişememeye mahkumdur.
Bunu için illerden başlamak üzere okullar ve kulüpler ile sıkı bir işbirliğine girilmelidir. Çünkü en büyük kaynak buralardadır.
Kaynak arandı, yetenekler bulundu ama bunları işleyecek yapı yok ise işimiz zordur. Bir üst kat mutlaka olmalı, yok ise kurulmalıdır.
Bunun için ülkemizde bir "satranç atağı" başlatmak gereklidir.
Ama tüm bunların bir temenniden öte gidemeyeceğini de biliyorum maalesef ..
[font=Trebuchet MS]ZESDER Balıkesir Zekâ ve Zihin Sporları Kulübü[/font]
Cevapla
#3
Kanımca antrenörün "ben ne yapacağım?"şeklinde soru sormasına gerek yoktur.Ne yapacağını kendisi bilir.Antrenör sadece "Ben kimlerle çalışacağım?Gösterin!"şeklinde sormalıdır.Sorunların çözümleri vardır.Hem de çok kolaydır.Ama Başkan kabul eder mi?Başkan bugüne kadar uygulanmış olan sistemden ve yöntemlerden vazgeçer mi?Başkanın yanındakiler O'nu yenilik ve değişiklik yapmak konusunda cesaretlendirir mi?Öncelikle işlenecek hedef kitleyi genişletmek gerekir.Naci bey yukarda ne dedi?Nüfusu milyar ile ifade edilen ülkelerden bazı yetenekler çıkmıştır.Biz milyarı bırakın 50-60 gibi sayıları bile yakalayamıyoruz.Bir de üstüne marifetmiş gibi fotoğraf çektiriyoruz.Yabancı antrenör 5 kişiyi almış kamp çalışması yapıyor.Bu fotoğrafı müjdeli haber gibi kamuoyuna açıklıyoruz.Kimse de çıkıp "bu fotoğrafta neden 5 çocuk var?"diye soramıyor.İnsanlarımız bunu soramıyorsa bizim onlar için sistem aramamıza gerek yoktur.1999 da yapılan bir kamp çalışmasında o günkü antrenörümüz "ben kampa en fazla 15 sporcu kabul ederim"demişti.Oysa çocuğunun bu kampa katılmasını isteyen en az 60 veli vardı.O velilerin o gün sesleri duyuluyordu.Çünkü ben Başkan yardımcısı idim.2000 yılından sonra hiç sesleri duyulmamıştır!1999 daki kampa birtakım tartışmalardan sonra 30 sporcu alınmıştır.
Sistem değişikliği nasıl olur?5 kişilik kamp da yapılır.30 kişilik kamp da yapılır.Yeter ki iyiniyetle olaya sarılalım!Benim geçmişde önerdiğim ama asla kabul edilmeyen yöntemler de vardır.30 sporcuyu ikiye böleriz.Yarısı Kıvanç Haznedaroğlu ile çalışır.Yarısı yabancı antrenör ile çalışır.2 yıl sonra iki grubun aldığı sonuçları kıyaslarız.Bu söylediğimi uygulayacak kadar cesur bir yönetim başımıza gelmiş midir veya gelecek midir?Gelmeyecektir.Çünkü bırakmazlar.Kurduğumuz sistem öncelikle yabancıların lehine çalışmaktadır!
Ateş Ülker
Ara
Cevapla
#4
Herkese merhaba,

Satranç Federasyonu eski başkanı Sayın Ali Nihat Yazıcı, kendi kurduğu satranç sitesinde, benim yazdığım sistemsizlik yazısına her zamanki gibi benim ismimi vermeye cesaret edemeden yazısının arkasına saklanarak laf dokundurmuş. Kendileri " Orada burada sistemsizlik olduğunu yazan kardeşimiz belli ki kendine yer edinmek istiyor. Bizim zamanımızda sistemsizlik yoktu. Herşey raporlarıyla bize geliyordu. Belli bir zaman sonra bu kardeşimiz Gülkız hanıma methiyeler düzmeye başlar. Bakın görün" diye buyurmuş. Ne kadar tanıdık geliyor. İnsanları kendin gibi zannet, yaptıklarınla başkalarını suçla, hatta insanları ayrıştırmaya çalış. Çok tanıdık değil mi?

Madem beni kendisi gibi zannediyor. Ben ne kadar şeffaf olduğumu sizlere göstereyim. Hiçbir zaman sözümü esirgemedim ve esirgemem. Bu yönetimi eleştirirken geçmişi de değerlendirerek eleştirilerimi yapıyorum. Bundan sonra Ali Nihat Yazıcı ve ekibinin döneminden başlayarak olayları değerlendireceğim ve yapılan yanlışları, yaşanan olayları anlatacağım. Amaç Türk satrancını iyi yerlere taşımak ise, ben üzerime düşen görevi yapacağım. En azından Ali Nihat Yazıcı ile yakından uzaktan ilgim olmadığını kendisinin kanıtlaması, sizlerin debu yòndeki fikirlerinizi tekrar gözden geçirmeniz adına olumlu bir adım olur.

Buradan hem kendisine hem şuan bulunan yönetime, hem de satranç camiasına söylemek istediğim birşey var. "Satranç emekçilerinin olmadığı hiçbir yönetimde kurulda yer almayacağım. Şimdiye kadar ismimi görmediniz, eğer kafalar değişmezse şimdiden sonra da görmeyeceksiniz. Kendi döneminde Milli Takım oyuncularına 300 euro harcırah verip yöneticilerine de 1000 euro harcırah veren yöneticileri de elimden geldiğince engellemeye çalışacağım. ( Bu olayı isteyene özel mesaj ile ve olaya şahit olan, olayı benimle yaşayan kişiler ile ispatlamaya hazırım.)

Benim amacım satranca hizmet etmeyen, satrancı kullanan insanları, yöneticileri bu elit spordan uzaklaştırmaktır. Elimden geldiğince, dilim döndüğünce bunun mücadelesini vereceğim.

Kıvanç Haznedaroğlu
Ara
Cevapla
#5
Pazar günü İstanbul Yıldırım 1.liği'nde tur arasında bir arkadaşımla oturmuş sohbet ediyorduk. Kıvanç'ın bahsettiği sitenin kurucularından birisi yanımıza geldi ve başladı antrenörlük yapacak okul bulmakla ilgili sıkıntıları anlatmaya. Sonra bu yönetim para için herkese antrenörlük belgesi dağıtıyor gibi birşey demez mi! "Haklısın ama benim de rahatsız olduğum bu durumdan bu kadar rahatsızsan bu uygulamayı başlatıp yıllarca devam ettirenlerin yanında ne işin var?" diye sormadım, soramadım.

Mevcut yönetimi bana yanlış gelen birşey gördüğümde yaptığım gibi ben eleştireceğim, başkaları eleştirecek, yanlış bir uygulama olduğunu düşünen herkes eleştirecek. Art niyet olmadıktan sonra bu çok doğal bir durum. Ama 2012 öncesi aynı uygulamaları yapan ve bu uygulamalara destek olanlar bir zahmet eleştirmemeli. Özellikle 10 senede sadece 3 tane 2000 rating üzerinde kalıcı olabilen kadın sporcu çıkarabilenler kadın satranççı yok diye hiç eleştiride bulunmamalı bence...
Ara
Cevapla
#6
Herkese antrenörlük belgesi dağıtılmış olması sorun değildir.O antrenörler zaman içinde kendilerini geliştirmek zorunda kalacaktır.Onlar kendilerini geliştiremiyorsa sistem iyilerini arayıp bulmaya başlayacaktır.Tabii bu konuda öncelikli sorun yardımcı antrenörlük yapabilecek durumda olan ama iş bulamayan arkadaşlarımızın durumudur.
Elo 2000 üzerinde neden kadın satranççı yok?Çünkü alttakileri yarışmalara katılmaları için teşvik etmiyoruz.Onların teşvik edilmemesinin nedeni de 1991 den beri devam eden Havuz yöntemidir.Esasen burada yazı yazanlar hep aynı sorunları dile getiriyor.Benim farkım sadece "Havuz" kavramını tartışmaktan ibarettir.Belki havuzun içinde bulunan sporcularımızın da kendilerine özgü sorunları var.Ben onları da dinlemek isterim.Onların sorunsuz olduğunu öne sürmüyorum.Onların sorunları varsa onlar için de çözüm arayalım!Ama kronik sorun bence havuzun dışına hiç bakım yapılmamasıdır.
İstanbul ili Satranç için uyuyan bir Devdir.17309 lisanslı sporcusu var.Geçmişe bir bakınız!Federasyon bu ilde kaç yarışma düzenlemiştir?Son açık turnuvaya A ve B grupları için 350 sporcu kaydoldu.Tüm ildeki satranççıların % 2 si demektir.Böyle bir katılım başarı kabul edilebilir.Her zaman % 2 katılım mümkün olmuyor.İstanbuldaki bu kalabalığın varlığından daha çok yararlanmak gerekir.Ama İstanbul ihmal edilmektedir!
Ateş Ülker
Ara
Cevapla
#7
%2 Çok güzel. Nereden aklıma geldi bilmiyorum ama şempanze ile aramızdaki DNA ortaklığından ayrılan kısım.

Sistem eksik filan değildir, yağmacı kapitalist sistemin boyunduruğu altında olan; insan hakları, ifade özgürlüğü, hukuk güvencesinin olmadığı ülkelerde tüm spor ve sanat olayları para odaklıdır. Para...

Satranççılardan beklenen bu durumda lisans vize ücretlerini ödemeleri, turnuvalara katılıp para vermeleri, ölü sezonda 3 misli fiyatla otelde konaklamak ve elbette ne kadar çok yrd. antrenör veya antrenör belgesi o kadar çok vize parası....

İster ulusal takım havuzu, ister kadın-erkek ayrı yüzme havuzu olsun hep aynı soruna geliriz.

Oysa sistem insan odaklı olmalı. İnsannnnn.

Bütün sorunun temeli bu.

Mehmet Nusret.
Ara
Cevapla
#8
(07-09-2015, 23:36)sahmatiste Nickli Kullanıcıdan Alıntı: Herkese merhaba,

Satranç Federasyonu eski başkanı Sayın Ali Nihat Yazıcı, kendi kurduğu satranç sitesinde, benim yazdığım sistemsizlik yazısına her zamanki gibi benim ismimi vermeye cesaret edemeden yazısının arkasına saklanarak laf dokundurmuş. Kendileri " Orada burada sistemsizlik olduğunu yazan kardeşimiz belli ki kendine yer edinmek istiyor. Bizim zamanımızda sistemsizlik yoktu. Herşey raporlarıyla bize geliyordu. Belli bir zaman sonra bu kardeşimiz Gülkız hanıma methiyeler düzmeye başlar. Bakın görün" diye buyurmuş. Ne kadar tanıdık geliyor. İnsanları kendin gibi zannet, yaptıklarınla başkalarını suçla, hatta insanları ayrıştırmaya çalış. Çok tanıdık değil mi?

[color=#0000CD]Sevgili Kıvanç,
Tespitlerin ne yazık ki çok doğru. Hakkındaki haksız yakıştırmalar konusunda yalnız olmadığını belirtmek isterim.

Geçmişte bir çok satranç emekçisini sn. YAZICI artık ne hikmetse tanımıyor ve tanımazdan geliyor. Kendisine ilk dönemlerindeki saygısını kaybeden bir çok satranç emekçisi tanımaya başladım, artarak da çoğaldı zamanla. Hakkımda da düşünmeden ve özel bir konu hakkındaki düşüncelerimi okumadan yargıda bulunmuş, sağ olsun![/color]





Madem beni kendisi gibi zannediyor. Ben ne kadar şeffaf olduğumu sizlere göstereyim. Hiçbir zaman sözümü esirgemedim ve esirgemem. Bu yönetimi eleştirirken geçmişi de değerlendirerek eleştirilerimi yapıyorum. Bundan sonra Ali Nihat Yazıcı ve ekibinin döneminden başlayarak olayları değerlendireceğim ve yapılan yanlışları, yaşanan olayları anlatacağım. Amaç Türk satrancını iyi yerlere taşımak ise, ben üzerime düşen görevi yapacağım. En azından Ali Nihat Yazıcı ile yakından uzaktan ilgim olmadığını kendisinin kanıtlaması, sizlerin debu yòndeki fikirlerinizi tekrar gözden geçirmeniz adına olumlu bir adım olur.
Buradan hem kendisine hem şuan bulunan yönetime, hem de satranç camiasına söylemek istediğim birşey var. "Satranç emekçilerinin olmadığı hiçbir yönetimde kurulda yer almayacağım. Şimdiye kadar ismimi görmediniz, eğer kafalar değişmezse şimdiden sonra da görmeyeceksiniz.

[color=#0000CD]Burada sana şöyle bir önerim olacak;
Sen olmazsan sistemini kuramazsın! İçinde olarak değiştirmelisin!
Hazır bir ekibin gelmesini bekleme. Hazır bir ekiple içine gir çemberin. Değiştirebileceğin çok şey olduğunu zamanla göreceksin.
Kafaları, zihniyeti içinde olanlar değiştirir.[/color]



Kendi döneminde Milli Takım oyuncularına 300 euro harcırah verip yöneticilerine de 1000 euro harcırah veren yöneticileri de elimden geldiğince engellemeye çalışacağım. ( Bu olayı isteyene özel mesaj ile ve olaya şahit olan, olayı benimle yaşayan kişiler ile ispatlamaya hazırım.)

[color=#0000CD]Bu tespit çok önemli Kıvanç! Sahi böyle bir şeyi ortaya koyarak ispatlayabilir misin? Bir çok taş yerine oturacaktır. Buharlaşan bir çok kaynağın önemli bir bölümü fikir teşkil edecektir. Bir çok insanın fikri değişebilir.[/color]

Benim amacım satranca hizmet etmeyen, satrancı kullanan insanları, yöneticileri bu elit spordan uzaklaştırmaktır. Elimden geldiğince, dilim döndüğünce bunun mücadelesini vereceğim.

Kıvanç Haznedaroğlu

[color=#0000CD]Düşünceleriimi açıklıkla paylaştım. Haksızlık yapmadan, kimseye çamur ya da iftira atmadan, geçmiş dönemi ben de kendi alanımla ilgili olarak gerektiğinde belgeleriyle ortaya koyabilirim. Kamuyu bilgilendirmek adına bunu kararlılıkla yapmaya da hazırım.

SELAM VE SAYGILARIMLA...
[/color]
- MATRANÇ -
Ara
Cevapla
#9
(05-09-2015, 22:11)sahmatiste Nickli Kullanıcıdan Alıntı: ...
Türkiye'de satrancın gelişimini engelleyen/yavaşlatan en büyük sorunun sistem eksikliği olduğunu düşünüyorum. Geçmişten günümüze gözlemlediğim, halen devam eden bir sistemsizlik mevcut.
...
[color=#0000CD]
Sevgili Kıvanç “sistemsizlik mevcut” dedi.
Acaba adı bu mu olmalıydı?
Ben sorunun başka bir boyutundan bakmak, düşüncelerimi (kimsenin görüşüne karşı çıkmak anlamında değil) açıkça belirtmek istiyorum. Soruna doğru tanı koymak doğru çözüm bulmak adına önemlidir.
Belki “SİSTEMDEKİ SORUNLAR” diyebilirdik.

Belli bir sistem var aslında.
Şöyle ki;
TSF da diğer tüm federasyonların oluşumu gibi birbirine bağlı birimlerden ve alanına değişik bölümlerden olmuş bir federasyondur.
Genel bir planlama ile belirli bir sonuca ulaşmak için belli amaca yönelmiş bir bütün değil midir? İçindeki kişiler bir bütünü oluşturuyorsa, bu bütünün bir amacı varsa, bu amaca yönelik birlik halinde çalışma bir sistem değil midir?

Yani başka bir yönetim bu işleyişi değiştirirse yerine başka bir işleyiş sistemi getirirse o zaman sistem değişmiş olur.
Bence sistemdeki sorun ve eksiklikler çok başka…

Acaba bağımsız bir sistem mi oluşmalı?
Sanmıyorum.
Çünkü bir üst MAKRO SİSTEME bağlısınız! Bu üst sistem size bir statü belirlemiştir.
Dışına çıkamıyorsunuz. Çok önemli temel değişiklikleri yapamıyorsunuz. Mesela benim en başından beri dikkatini çektiğim ‘ delege yapısını ’ değiştiremiyor, olması gerektiği gibi düzenleyemiyorsunuz. Gerekçelerini etkinlik kendi alanınızdan alan hukuksal düzenlemeleri yapamıyorsunuz. İlgili kişilerin atamasını yapamıyor, illerdeki bir takım yerel ilişkileri aşamıyorsunuz.
Üst sistemin belirlediği ve değişik bir uygulama sistemine hiçbir zaman hiçbir izin vermediği bir sisteme tabi oluyorsunuz.

Bu makro sistem, “olması gerektiğini düşündüğün sistem senin değil, benim belirlediğim sistemdir” diyor.

Ancak sistemin işleyişi, görev tanımlarının yapılması, görev alanlarına göre uygun görevlilerin atanması, görev paylaşımı ve çalışma koşullarının oluşumu ve düzenlemesi gibi çok önemli konular tartışılabilir.

Yoksa mevcut sitem de;
Hedeflere doğru birbirleriyle etkileşimde olan elemanlar grubu olarak çalışmalar yapılmaktadır.
Aynı zamanda sadece kendi içinde de değil, dış çevre ile ilişkisi olan bu ilişkilerin düzenlendiği geliştirildiği bir süreç de mevcuttur.
Düzenli, planlı, programlı ilerleyişi vardır.
Bu plana göre önceden saptanan programları, hareketlendirecek düzeneği, personel yapılanması da mevcuttur.
Görev bölümü yapılmış, görev alanları da belirlenmiştir.
Standart uygulamalara dayalı prosedürleri de vardır.
Belirli bir işleyişi de mevcuttur, önceki dönemlerden örnek alınarak uygulanan mevzuat modelleri de belirlidir.
MAKRO, MEZO, MİKRO şeklindeki alt ve üst birimlerden oluşmuş sistemleri de vardır.
İç ve dış çevresi vardır, etkileşim içindedir. Bu döngü içinde; girdileri, işleyişi, çıktıları, dengesi, denetimi ve geri bildirimi vardır.
Sistem, kendi içinde alt birimlerinin davranış veya örgütlenmesini de belirleyebilmektedir.

Ancak;
İşleyişinde sistemin işleyiş sürecinden ve kişilerden kaynaklanan aksaklık ve uyumsuzluklar olabilir.
Bu uyumsuzluklar zamanla da krizlere de dönüşmüş olabilir.
Hatalı uygulamalar da elbette olmuş ve sonuçları da yaşanmıştır.
Sadece kendi içinde de değil, dış çevre ile ilişkilerde de beklenenin dışında olumsuzluklar da yaşanmış olabilir.
Hatta görev alanlarında kişilerin çalışma- çalışamama gibi durumlarından da aksama ve tıkanmalar da mevcuttur.
Bir adım daha ilerisi (kendi konumumdan örnek ile), kurum içi görev alanı ile asli mesleği uyuşmayan çalışanların konumundan kaynaklı tempo düşüklüğü olmaktadır.
Bunlar sistemin aksayan yönüdür.
...

Aynı ortamda ofis-büro çalışması esastır. Bunun düzenlemesi yapılmalıdır. Bu düzenlenmedikçe (maddi manevi) çalışmalar insanların yaşamlarında 2. ,3. plana inmektedir.

Geriye kalan iletişim kanalları ile belki çok iş yapılabilir ama gene de ekstra zaman, enerji ve özel yaşamdan çalmaya dayanmaktadır.
MAKRO, MEZO, MİKRO şeklindeki alt ve üst birimlerden oluşmuş sistemleri de vardır.
İç ve dış çevresi vardır. İç ve dış çevre ile etkileşim içindedir. Bu döngü içinde; girdileri, işleyişi, çıktıları, dengesi, denetimi ve geri bildirimi vardır.
Sistem, kendi içinde alt birimlerinin davranış veya örgütlenmesini de belirleyebilmektedir.

...

Bunları genel bir çerçeve çizmek için yazdım.

Buradan geçmiş ile ya da yapılması gereken ile kıyaslamalar da yapılarak tartışmaya başka bir boyut da getirilebilir.

Saygı ve selamlarımla…

[/color]
- MATRANÇ -
Ara
Cevapla
#10
(08-09-2015, 15:49)M.Aşkın TAŞAN Nickli Kullanıcıdan Alıntı: Çünkü bir üst MAKRO SİSTEME bağlısınız! Bu üst sistem size bir statü belirlemiştir.
Dışına çıkamıyorsunuz. Çok önemli temel değişiklikleri yapamıyorsunuz. Mesela benim en başından beri dikkatini çektiğim ‘ delege yapısını ’ değiştiremiyor, olması gerektiği gibi düzenleyemiyorsunuz. Gerekçelerini etkinlik kendi alanınızdan alan hukuksal düzenlemeleri yapamıyorsunuz. İlgili kişilerin atamasını yapamıyor, illerdeki bir takım yerel ilişkileri aşamıyorsunuz.
Üst sistemin belirlediği ve değişik bir uygulama sistemine hiçbir zaman hiçbir izin vermediği bir sisteme tabi oluyorsunuz.

Bu makro sistem, “olması gerektiğini düşündüğün sistem senin değil, benim belirlediğim sistemdir” diyor.

O Zaman "Özerlik" kavramı hangi konu veya alanlarda geçerlidir? Bu kadar bağımlı olduktan sonra özerk olma kavramı nerede kalmaktadır? Sportif alanlardan çok idari alanlarda bağımsız veya bir çok işi kendi belirler durumda olmadıktan sonra federasyonlarımıza verilen özerlik statüsü ne işe yarar ?
[font=Trebuchet MS]ZESDER Balıkesir Zekâ ve Zihin Sporları Kulübü[/font]
Cevapla
#11
http://www.journals.istanbul.edu.tr/iuhf...1023019518
Ara
Cevapla
#12
(08-09-2015, 16:35)Naci Erdem Nickli Kullanıcıdan Alıntı:
(08-09-2015, 15:49)M.Aşkın TAŞAN Nickli Kullanıcıdan Alıntı: Çünkü bir üst MAKRO SİSTEME bağlısınız! Bu üst sistem size bir statü belirlemiştir.
Dışına çıkamıyorsunuz. Çok önemli temel değişiklikleri yapamıyorsunuz. Mesela benim en başından beri dikkatini çektiğim ‘ delege yapısını ’ değiştiremiyor, olması gerektiği gibi düzenleyemiyorsunuz. Gerekçelerini etkinlik kendi alanınızdan alan hukuksal düzenlemeleri yapamıyorsunuz. İlgili kişilerin atamasını yapamıyor, illerdeki bir takım yerel ilişkileri aşamıyorsunuz.
Üst sistemin belirlediği ve değişik bir uygulama sistemine hiçbir zaman hiçbir izin vermediği bir sisteme tabi oluyorsunuz.

Bu makro sistem, “olması gerektiğini düşündüğün sistem senin değil, benim belirlediğim sistemdir” diyor.

O Zaman "Özerlik" kavramı hangi konu veya alanlarda geçerlidir? Bu kadar bağımlı olduktan sonra özerk olma kavramı nerede kalmaktadır? Sportif alanlardan çok idari alanlarda bağımsız veya bir çok işi kendi belirler durumda olmadıktan sonra federasyonlarımıza verilen özerlik statüsü ne işe yarar ?

Güzel soru Naci Bey.
Özerklik her alanda değil, sistem buna izin vermiyor.
Kendisini garantiye alan, onun dışında federasyonları arayış içine sokan
özerklik, sistemin devletten ilgili federasyona ayrılan payın daha da azaltılması anlamında sınırlı olarak verilmiş bir aldatmacadır.
Özerk olan diğer federasyonlar ile kıyaslanamayacak sınırlı ölçülerde olanaklara sahipsiniz.
Bir futbol federasyonu (TFF) da özerktir. Ama gelir kalemlerine bakınca uçurum ortaya çıkar.
Ama oradaki yanlışlar ile kıyaslanırsa ortaya bambaşka bir tablo da çıkar.

Selam ve saygılarımla...
- MATRANÇ -
Ara
Cevapla
#13
(08-09-2015, 18:00)Miyazaki Nickli Kullanıcıdan Alıntı: http://www.journals.istanbul.edu.tr/iuhf...1023019518


Bakınız gösterilen kaynaktan aynen (olduğu gibi) alıntılar yaptım.
Sistemi birlikte inceleyelim.


...
3289 sayılı Kanun’un ek 9.maddesinin 3.fıkrasına göre: “...Genel Müdürlük, genel kurul toplantılarında gözlemci bulundurur. Gözlemci, genel kurul çalışmalarının bu Kanun ile ana statüye
22uygun olarak yapılıp yapılmadığını denetleyerek, raporunu Bakana sunulmak üzere on beş gün içerisinde Genel Müdürlüğe verir. Genel Müdürlük, raporun verildiği, ilgililer ise genel kurulun yapıldığı tarihten itibaren otuz gün içerisinde asliye hukuk mahkemesinde genel kurulun iptalini isteyebilir...”
Bu hükümde belirtilen Spor Genel Müdürlüğünün spor federasyonlarının genel kurulunda gözlemci bulundurması, gözlemcinin genel kurul çalışmalarını denetlemesi ve nihayet Spor Genel Müdürlüğünün genel kurulun iptali için yargıya başvurabilmesi, spor federasyonları üzerindeki idarî vesayet yetkisi olarak kabul edilebilir.
Yine aynı fıkrada yer alan: “...Olağan üstü genel kurul,
...Sportif Değerlendirme ve Geliştirme Kurulu raporlarında yeterli düzeyde görülmeyen veya yapılan denetim sonucu görev başında kalmasında sakınca görülen federasyon başkanı ve yönetim kurulu üyeleri hakkında karar almak üzere Bakanın (Gençlik ve Spor Bakanı) istemi üzerine, olağanüstü toplanır” hükmü, Gençlik ve Spor Bakanlığının spor federasyonlarının başkan ve yönetim kurulları üzerindeki (personele ilişkin) idarî vesayet yetkisini belirtmektedir.
1982 Anayasası, ‘bağımsızlık’ kavramını yargı organları için kullanmıştır.
Anayasa’nın 123.maddesine göre, spor federasyonlarının yürütme organı karşısında bağımsız olmaları mümkün gözükmemektedir. Anayasa’nın 123.maddesinin 1.fıkrasına göre; “İdare kuruluş ve görevleriyle bir bütündür...”. İdarenin bütünlüğünü sağlamak için bütün idarelerin idarî vesayet yoluyla merkezden yönetimin idarî denetimine bağlı olmaları gerekmektedir.

“…spor federasyonlarının ‘bağımsızlığını’ düzenleyen ve 3289 sayılı Kanun’da değişiklik yapan 6215 sayılı Kanun hükümleri Anayasa’ya aykırıdır. Ancak belirtmek gerekir ki, spor federasyonlarının gerçekte bağımlı olmasına (Anayasa gereği) sebep olan düzenlemeler de yine aynı Kanun’da yer almaktadır. Dolayısıyla spor federasyonlarının bağımsızlığının Kanun’da içi boş bir ifadeden öteye gitmediği de tespit edilebilir.
Anayasa Mahkemesi, Karar Tarihi:02.07.2009, Esas:2006/118, Karar:2009/107, Resmî Gazete Tarih ve Sayısı:19.03.2010/27526.;
“Danıştay 10.Dairesi’nin Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı bir başvuru kararında, spor federasyonlarının genel idare içinde yer alan Spor Genel Müdürlüğüne verilen kimi görevlerin daha verimli biçimde yürütülmesi amacıyla kamu hukuku alanında etkinlik göstermek üzere, hizmet yerinden yönetim ilkesine göre kurulan, hizmetle sınırlı olmak üzere kamusal yetki kullanan ve idarenin bütünlüğü ilkesi uyarınca merkezî idarenin vesayet denetimine bağlı birer kamu kurumu oldukları görüşüne yer verilmiştir”.
Bkz. Özelçi, agm, s.72’deki dipnottan.
“…Spor federasyonlarının tamamının “bağımsız” olarak nitelendirilmesi günümüzde kamu hizmeti anlayışındaki değişmelerin spor alanına bir yansıması olarak belirtilebilir. Kanun koyucunun yönetimleri kendisi tarafından belirlenen ve faaliyetleri için gerekli olan kaynakları kendisi bulan spor federasyonları oluşturmak istediği görülmektedir. Ancak bu durum birçok spor dalının özellikle ülkemiz gibi gelişmekte olan ve ekonomik durumu üst seviyede olmayan ülkelerde yok olmasına veya gerilemesine sebebiyet verebilir. Çünkü çoğu spor dalının ve dolayısıyla spor federasyonunun Spor Genel Müdürlüğünün vermiş olduğu hibenin dışında herhangi bir gelir kaynağının olmadığı bir gerçektir. Ayrıca belirtmek gerekir ki, bu konu sporun kamu hizmeti olma özelliğine uymayan bir durum da yaratmaktadır.”
“ …Bir kurumun bağımsızlığında önemli özelliklerden birisi de malî özerkliğe ne derece sahip olduğudur. Malî özerklik, kuruluşların ayrı malvarlığına sahip olabilmeleri ve kanunların öngördüğü esaslar çerçevesinde kendi organlarının kararlarına dayanarak kaynak yaratabilme ve harcama yapabilmeleridir.”

“Yapılan son değişikliklerle bağımsız spor federasyonları üzerinde Spor Genel Müdürlüğünün yetkileri azalmakla birlikte tamamen ortadan kalkmamıştır. Federasyon başkanlarının seçimle göreve gelmesi bağımsızlık anlayışına uygundur. Ancak federasyon başkanlarını seçen genel kurulların kimlerden oluşacağının yeniden yapılandırılması gerekir.
Genel kurul üyelerini tek tek saymak yerine, genel kurulu oluşturacak üyelere ilişkin genel kurallar koymak ile yetinilmelidir. Merkezî idare ve Spor Genel Müdürlüğüne verilen genel kurul üye sayısı azaltılmalı, spor kulüplerinin temsilci sayısı arttırılmalıdır.
Bağımsız spor federasyonlarının malî özerkliğini sağlamaya yönelik gelir getirici faaliyetlerinin (sponsorluk sözleşmeleri gibi) arttırılması gerektiği bir gerçektir. Merkezî idare tarafından federasyonların malî açıdan desteklenmesi ülkemiz koşullarında bir zorunluluktur ancak bu durum bağımsızlık anlayışına ters düşmektedir. Bağımsız spor federasyonlarının gelir getirici faaliyetlerinin yokluğu veya azlığı nedeniyle bir spor faaliyetinin gerçekleştirilmemesi düşünülemeyeceğinden, spor faaliyetlerini yerine getiren spor federasyonları Spor Genel Müdürlüğü tarafından malî olarak desteklenmektedir.
Çünkü spor bir kamu hizmetidir. Anayasa ve kanunlar, spor hizmetlerinin gerçekleştirilmesi konusunda Devlete yükümlülükler getirmiştir. Bu durumda federasyonların malî özerkliğini tam anlamıyla sağlanabilmesi için yeterli malî imkânlara ulaşmasını beklemek gerekmektedir. Kuşkusuz bunun gerçekleşmesi ülkenin ekonomik ve refah seviyesinin yükselmesi, toplumda spor kültürünün yaygınlaşması, kişilerde sağlık bilincinin gelişmesi, eğitim seviyesinin artması gibi birçok etkene bağlıdır.

Her ne kadar 3289 sayılı Kanun spor federasyonlarının bağımsız olduklarını ifade etse de, çalışmada belirtilen düzenlemeler, tam ve gerçek anlamda bir bağımsızlığın mevcut olmadığını göstermektedir. Spor federasyonlarının bağımsızlığının Kanun’da içi boş bir ifadeden öteye gitmediği tespit edilebilir.
Bağımsız olduğu belirtilen spor federasyonlarının gerçekte “bağımlı” olduklarını söylemek yanlış olmayacaktır. Anayasa’nın123.maddesinde ifadesini bulan idarenin bütünlüğü ilkesi de bunu gerekli kılmaktadır.

...



Tüm bunları değerlendirdiğimizde daha gerçekçi bulgulara ulaşabiliriz.
Özerkliğin bile sınırlandırılarak, asla gerektiği gibi özgürce düzenlemelere izin verecek şekilde (ancak yasal denetimler kontrolünde!) olmadığı kolayca anlaşılmaktadır.
Selam ve saygılarımla...
- MATRANÇ -
Ara
Cevapla
#14
Sistem kendisini seçtiriyor.
Bizim uygun gördüğümüzü değil.
Hatta alan bilgisi olan akademisyen, üst derece antrenör, uluslalarası hakem, unvanlı oyuncuyu dışlayıp kendi bürokratlarını ve söz sahibi olabilecek elemanlarına yer vermektedir.

Son statüler bunu sağlamaktadır.
Bunların geniş kıyaslamasını geçmişte haftalarca yaptım, yayınladım.
Bu konudaki görüş ve önerilerimi de sıraladım.
Çok az kişinin okuduğunu ama bir kişinin çok iyi okuduğunu biliyorum.

Bu konuda çok temel yasal değişiklikler olmadıkça;
En geçerli taleplerin,
En ideal ekiplerin,
En ideal planlamaların yapılabileceği konularında çok ciddi şüphelerim var.

SELAM VE SAYGILARIMLA...
- MATRANÇ -
Ara
Cevapla
#15
(05-09-2015, 22:11)sahmatiste Nickli Kullanıcıdan Alıntı: Herkese merhaba,

Türkiye'de satrancın gelişimi ile ilgili şahsi düşüncelerimi paylaşmak için yeni bir başlık ile yazılarıma fırsat buldukça devam edeceğim.

Türkiye'de satrancın gelişimini engelleyen/yavaşlatan en büyük sorunun sistem eksikliği olduğunu düşünüyorum. Geçmişten günümüze gözlemlediğim, halen devam eden bir sistemsizlik mevcut.

Milli takım kamplarıve alt yapı kampları olarak düzenlenen kampların hiçbir planlama olmadan sadece yapılmak için yapıldığı ve verim alınamadığını düşünüyorum. Ayda sadece 5 gün yapılan kamplarla 2700 kuvvetinde oyuncu çıkarmak, dünya şampiyonları çıkarmak inandırıcılığı olmayan bir söylemdir ki mevcut durum ve gidişat bunu göstermektedir.

AYGEG organizasyonları ile yapılan kamplara katılmış ve halen katılan öğrencilerimin bana bulundukları bildirimler sonucu bu kampların tamamen plansız olduğu izlenimini vermiştir. Öncelikle ben de zamanında AYGEG antrenörü olarak çalışmış birisiydim. Görev sürem boyunca birçok telefon aramalarım ve maillerim sonucu halen ne görev yapacağım ve ne zaman, nerede, kimlerle çalışacağım uzun bir süre boyunca bildirilmemiş olup, verilen maaşın bana ne için verildiğini sormama rağmen bir cevap alamamam bu görevi bırakmama.neden olmuştur. AYGEG antrenörü olarak hiç kimseyi töhmet altında bırakmak adına yazmıyorun bunları. AYGEG antrenörleri neye göre seçiliyor herhangi bir bilginiz var mı? Gruplar neye göre antrenörlere dağıtılıyor bir bilginiz var mı? Hiçbir olayı ikinci bir ağızdan duyduğumla inanmayı ve anlatmayı tercih etmem. Her zaman şahit olduğum olayları yazmayı, anlatmayı tercih ederim. Yapılan bu kamplar ( belli bir süre sporcu olarak katıldıktan sonra kamplarda verimin alınmadığını düşünerek görüşlerimi bildirip kamplara katılmayacağımı söylemiştim) mutlaka satrancımıza etki ediyordur. Hedeflenen bir başarı için yeterli midir? Daha önemlisi bir hedefimiz var mıdır?

Öncelikle milli takım ve alt yapı ile ilgili en önemli gördüğüm konuları yazdım. Sizlerden gelecek yorum ve eleştiriler benim için önemlidir. Benim göremediğim bir bakış açısı gösterebilirsiniz. Benim görüşlerime katılmayarak fikirlerinizi belirtebilirsiniz. Ben birkaç gün sonra bu kampların nasıl daha yararlı olabileceği ile ilgili birkaç fikrimi yazmayı düşünüyorum. Ayrıca milli takım kampları (alt yapı, bayanlar dahil) ile ilgili bir sistem belirlemiştim. Bu düşündüğüm sistemi belli bir süre sonra yazmayı planlıyorum. Öncelikle kendimce doğru olmadığını düşündüğüm, satrancın gelişimini yavaşlatan veya engelleyen sistemsizlikleri yazmayı ve buarla ilgili tartışmayı düşünüyorum. Kendi blogumda ilerleyen zamanlarda belirlediğim planlarımı ve projelerimi paylaşmayı düşünüyorum.

Sevgilerimle
Kıvanç Haznedaroğlu

AYGEG'in kuruluşundan itibaren görev almış birisi olarak; yıldan yıla artarak devam eden sorunları dile getirmekten ve bu sorunları düzeltmeye çalışmaktan yorulmuş birisi olarak; sonunda satrancın gerçek sorunlarıyla uğraşmayan kişilerin arasında kalmaktan bıkkınlık gelinceye kadar,bu zamana kadar verdiğim mücadelede pes edip, mevcut yönetimin görevde kalmam için yaptığı tüm olumlu , olumsuz teklifleri reddederek TSF den ayrıldım.

Bu bağlamda yazdıklarını çok iyi anlıyorum.



Aşkın Taşan:
"Sistem kendisini seçtiriyor.
Bizim uygun gördüğümüzü değil.
Hatta alan bilgisi olan akademisyen, üst derece antrenör, uluslalarası hakem, unvanlı oyuncuyu dışlayıp kendi bürokratlarını ve söz sahibi olabilecek elemanlarına yer vermektedir.

Son statüler bunu sağlamaktadır.
Bunların geniş kıyaslamasını geçmişte haftalarca yaptım, yayınladım.
Bu konudaki görüş ve önerilerimi de sıraladım.
Çok az kişinin okuduğunu ama bir kişinin çok iyi okuduğunu biliyorum.

Bu konuda çok temel yasal değişiklikler olmadıkça;
En geçerli taleplerin,
En ideal ekiplerin,
En ideal planlamaların yapılabileceği konularında çok ciddi şüphelerim var."

Kıvanç ile üniversiteden aynı bölüm mezunuyuz. Yani her anlamda meslektaş durumundayız.
Benim dönemimden mezun arkadaşlarla halen (1990 dan beri) yılda bir kez buluşmaya çalışıyoruz.
Bu buluşmaların birinde tünel yapımı konusunda uzmanlaşmış arkadaşıma "Bu bolu tünelini neden bitiremiyorlar" diye sormuştum.
Cevap şöyleydi: "Bitirmek istemiyorlar. Niyetleri yok. Niyetleri olursa kısa sürede tünelin ucundaki ışığı görürler"

Hangi olumsuzluklar olursa olsun, olumlu niyet (Türkçedeki anlamıyla) varsa, olumlu işler yapılır.
Ara
Cevapla
#16
Ruslar neden satrançta daha iyidir?
Bir sistemleri var mıdır?
Sistemleri yoksa tamamen tesadüf mü?
Bir sistemleri varsa nedir? Bize uyar mı?

Bu konuda küçük birkaç bilgiyi ve temenniyi paylaşmak istiyorum.

Rusya’da satranç iyi durumdadır, hatta geçmişte daha da iyiydi; çünkü Sovyetler zamanında satranç çok ciddi sübvanse edilmiştir. Satranç aslında Rusya’da çok eskiden beri sevilen bir spordur. Çar 4.İvan’ın 1584 ‘te satranç oynarken öldüğü anlatılır.
Satranç Rusya topraklarına Fars ticaret yolları üzerinden ve Hint ticaret yolları ile güneyden 7.yüzyılda gelmiştir. Rusya büyük bir topraktır ve yüzyıllar içinde satrançta kendine özel bazı kurallar geliştirmiştir. Mesela 18.yüzyılda vezir yatay ve çaprazlar dışında aynı zamanda taşların üzerinden atlayabiliyor ve atlarda olduğu gibi L şeklinde de hareket edebiliyordu, yani çok çok daha güçlü bir taştı. Rusya ancak 19.yüzyılın ortalarında bugünkü kurallarıyla satranç oynamaya başlamıştır.

Dikkat edin Rusya'da bugünkü satrancın temelleri 1920'lerde atılmış.

1917’de Bolşevikler devrim ile gücü ellerine aldıktan sonra satranç sistemli bir şekilde ulusal hobi haline getirilmiştir. Devrimden hemen sonra Vladimir Lenin’in ve Sovyet ordusunun başkomutanı Nikolay Krylenko devlet destekli satrancın temellerini atmıştır. Nikolay Satranç okullarını kurdu, çok büyük turnuvalar düzenledi ve satrancı Sovyetler Birliği’nin uluslararası hâkimiyetini belgelemek için bir araç olarak kullandı. Devlet destekli ilk turnuva 1921 yılında Moskova’da düzenlendi. Altı yıl sonra, 1927’de, satranç dâhisi Alexander Alekhine Dünya şampiyonasını kazanan ilk Rus oldu. Bu sırada her ne kadar Rusya’da yaşamıyor olsa da temelini aldığı Rus ekolünün en önemli dâhilerindendir. 1934 Yılında 500,000’den fazla amatör vatandaş devletin açtığı satranç programlarına kaydoldu. 1920’lerde Başlatılan ulusal satranç kampanyasının meyvelerinden olan Mikhail Botvinnik 1948 yılında Dünya Şampiyonu unvanını aldı ve Sovyetler ’in satranç alanındaki kırılmaz dominant konumunu bir adım daha ileri taşıdı. Bu kırılmaz dominant konum Sovyetler Birliği‘nin dağılmasına kadar geçen sürede sadece dört yıllığına Amerikalı Bobby Fisher tarafından kırılmıştır.

Olayın biraz da siyasi boyutu var.

Satranç, Sovyetler Birliği için doğal bir uyum içindedir. Bir kere, Sovyetler ‘in birçok düşünürü ve lideri hep tutkuyla satrancı seven ve oynayan kişilerdir. Örneğin Lenin ciddi bir oyuncudur. Rus yazar Maxim Gorky, Lenin’in kaybettiği zaman çok aşırı sinirli olduğunu yazar. Leon Trotsky’nin Viyana ve Paris’te oynadığı ve kayıtlı olan oyunları vardır. Stalin iyi bir satranç oyuncusu değildir ama satrançla yakından ilgilidir. Stalin’in yardımcıları onu yüceltmek için 1926’da oynandığını iddia ettikleri sahte bir oyunu yayınlamışlardır. Halk arasında bir satranç virtüözü olarak ilan edilse de aslında öyle olmadığını söyleyerek bunu reddetmektedir. Halka duyurulan o 1926’daki oyunda Stalin’in yendiği iddia edilen Nikolay Krylenko daha sonradan Stalin’in gizli servis şefliğini de yapmıştır. (Aralarında her ne geçmişse Stalin daha sonradan Nikolay Krylenko’yu idam ettirmiştir)

Rusyada satrancın gelişimi düşünürler tarafından da desteklenmiş.

Satrancın Rus İmparatorluğu’nun ideolojisine de filozofik açıdan uyuşmakta olduğu söylenir. Nikolay Krylenko “Bu diyalektik oyun, Marxist düşüncenin modlarını yansıtmaktadır” diyor. “Diyalektik” Hegel ve sonra Marx tarafından sunulan (back-and-forth) “geri ve ileri” tezini açıklar. Satrançta da “hamle ve karşı hamle” lerle gelişen oyun tam da bu felsefi yaklaşıma uygun düşmüş olarak propagandalarda sıkça kullandılar. Oyunu oynarken emperyalist sembollerle (Şah, Vezir filan) oynanıyor olmasını boş verirler, kimse o kısmını konuşmaz. Bu diyalektik felsefe açısından bizim konumumuzla çok örtüşmese de bir oyunun nasıl ulusal bir eğlence aracı ve aynı zamanda felsefi bir kabullenişin aracı haline getirildiğini görmek açısından önemli bir bilgidir.

Ruslar satrancı uluslararası bir mücadele olarak da gördüler.

Sovyetler için satranç, hele de uluslararası arenada yapılan maçlarda “dünyaya karşı verilen bir savaş” gibidir. Bir anı: Arnold Denker, Amerikalı bir oyuncu, 1946’da oynanan bir maçta Botvinnik ile karşılaşır. Arnold konumda öndedir, çok ciddi bir rakibe karşı öne geçmiştir. Ancak oyun ertelenme safhasındadır. Maç ertesi gün devam edecektir. Akşam Arnold bir ara Botvinnik’ in bir masada oturmuş yavaş yavaş yemek yediğini görür. Arnold yemek yiyemeyecek kadar heyecanlıdır ve gidip odasına devam yollarını çalışmaya başlar. Ertesi gün Botvinnik’in hamlesiyle şok olur; Botvinnik beraberliği sağlayacak olağanüstü bir hamle bulmuştur. Arnold maçtan sonra şöyle sorar “Bu nasıl olur? Ben akşam yemeği bile yemeyip gidip çalıştım.” Şu cevabı alır: “Bak görüyor musun şu adamları, hepsi de onun için düşünüyorlar, sanki takım olarak maç yapıyorlar.”. Ruslar satrançta kollektif düşünme diye bir kavramı da geliştirdiler. Tarihte Sovyet yarışmacılara bilerek kaybetmeleri sıkça söylenmiştir. Çünkü ara sıra daha güçlü oyuncuların yolunu temizlemek için bazılarının fedakarlık yapması gerektiğini hesaplamışlardır. Bu kollektif düşünme konusu 1962’de Amerikalı genç Bobby Fisher’e karşı ciddi şekilde uygulanmıştır. Boris Spassky’nin bir sonraki en iyi hamlesini bulabilmek için neredeyse düzinelerce satranç ustasından oluşan takımlar kafa kafaya verip düşünmüşler ve konumları en ince ayrıntısına kadar tartışmışlardır. Buna karşı Bobby Fisher’in cesur bir davranışla sadece bir yardımcı ile maça gelmesi anlamsız ve acemice bulunmuş, birçok kollektif üyesinin dikkatini çekmiştir.

Bu anlamda vurgulamak istediğim şey şudur ki; Sovyetler satranç olayını uluslararası bir iddia ve var olma ya da yok olma mevzusu haline getirmişlerdir. Spassky’nin Fisher’e yenildikten sonra başına gelenleri okursanız bunun gerçekliği çok daha iyi anlaşılacaktır.

Ruslar satrancı devrime ait fikirlerinin vücut bulmuş şekli kabul ederler. Bu bir yetenek oyunudur ve Sovyetler Birliği entelektüel yetenekleri ile kendisini tüm dünyaya karşı gururlandırmaktadır.

Satranç üstelik ucuzdur ve herkes oynayabilir.

Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Rusya satrancı yavaş yavaş güç kaybetmeye başlamıştır diyebiliriz. Eskiden ilk yüzde daha fazla büyük ustaları vardı. Eskiden dünya şampiyonluğu onlardaydı.
Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Rusya toprakları küçüldü. Eski USSR topraklarından çıkan ülkelerde satranç hala güçlüdür. Ancak dünya şampiyonluğunun buraları terk ettiğini unutmamalıyız.

Peki başarının sırrı neydi?

Zaten yüzyıllardır satranç oynayan bir toplum olduğu için Rus topraklarında satrancın yükselişi zor olmamıştır, biraz devlet sübvansiyonu sayesinde başarı gelmiştir. Geniş pencereden bakalım. Anadolu da yüzyıllardır satranç oynanan topraklardır. Tek ihtiyacımız bunu hatırlamak ve uygun şekilde desteklemektir. Onlar bunu soğuk savaşlarının aracı olarak kullanmak istediler ve başardılar. Bizim soğuk savaşımız tüm kötü dünya ile iyilik adına. Bunu biz de yapabiliriz. Doğru kişilere anlatalım yeterli olacaktır. Miyazaki'nin dediği gibi niyetiniz iyi olsun yeter.

Not1: "Sistem var aslında" Elbette var. Sistem yok denmesinden kastedilen şey sistemin hiç olmadığı değildir. Olan sistemin işe yaramadığıdır. Hayatın kendisi büyük bir sistem. Sistemler hep değişir. Hem de baştan aşağı değişir. Yeter ki isteyin.

Not2: "Antrenör olsun çamurdan olsun", olmaz. Antrenörün kendini geliştireceğini ummak bugünkü milli eğitimde mevcut öğretmen kalitemizin kendiliğinden iyileşeceğini ummak kadar anlamsızdır.

Not3: "Antrenör ne öğreteceğine kendi karar verir sen öğrenci gönder gerisine karışma". Bu da olmaz. Müfredatınız yoksa sisteminiz de yok demektir. Ruslar okullarda o an akıllarına ne gelirse onu mu çalışıyordu sizce? Biraz öğret, bir sınav, işlem tamam, antrenöre belgeyi ver gönder, o anlatacak bir şey bulur diye sistem kurulmaz.

Saygılarımla...

(biri hariç)

EN İYİ 10 OYUNCUNUN ELO ORTALAMASINA GÖRE ÜLKELER GRAFİĞİ:
tumblr_mv1zeazPIz1s6c1p2o1_1280.jpg
Cevapla
#17
Bu sefer Çin örneği üzerinde bir özet paylaşmak istiyorum;

Çin bayan takımının 2010 2012 ve 2014 yıllarında olimpiyatlarda gümüş madalya alması, Çin erkek takımının 2014 yılında altın madalya alması ve 2014 yılı sonu itibariyle ülkelerin en güçlü ilk on oyuncusunun ELO ortalamasına göre yapılan dünya sıralamasında ikinciliğe yerleşmesi Çin'in dünya satrancında major bir güç haline geldiğinin göstergesidir.

Çin'in ilerlemesinin en büyük sebebi devlet desteğidir. Devlet eliyle çok büyük sayıda ve sert geçen turnuvalar düzenlenmiştir ve halen düzenli olarak düzenlenmektedir. Bu yazıyı yazdığım gün itibariyle top 100 ELO listesinde dokuz Çinli oyuncu vardır, ki bunlardan biri bayanlar dünya 1.si Hou Yifan'dır. Daha dikkat çekici bir veri olarak ilk 50'de sekiz Çinli oyuncu vardır.Çin'de satrancın ilerlemesi son otuz yıl içinde olmuş ve bu başarılı ilerleme istikrarlı bir şekilde tırmanmaya devam etmektedir. Çin'de go ve xiangqi'den sonra en çok oynanan oyundur ve hızla bu oyunlara yetişmektedir. Tahminlere göre Çin'de üç milyon insan satranç oynamaktadır ve bunlardan yaklaşık 300.000'i federasyonda kayıtlı kişilerdir.

Peki bu başarı nasıl gelişti? Ne oldu da ilerlemenin önü açıldı?

1974 Yılında Kuala Lumpur'da bir seminer düzenlendi. Bu seminer öyle kuru pasta yiyelim çay kahve içelim harcırahımızı alıp otelin havuzuna girelim cinsinden bir seminer değildi. Bu seminere Malezya Satranç Derneği adına dernek başkanı ve ünlü bir iş adamı olan Dato Tan Chin Nam katıldı, ilerde Singapur Satranç Derneği'nin başkanı olacak olan Lim Kok Ann katıldı, Japon Satranç Derneği'nin o zamanki başkanı olan Yasuji Matsumoto katıldı. En önemli kişi elbette Filipinler Satranç Federasyonu Başkanı ve aynı zamanda o yıl FIDE'nin Asya'dan Sorumlu Başkan Yardımcılığı'na getirilen Florencio Campomanes katıldı. Seminer'in öncüsü Florencio idi. Asya'dan sorumlu FIDE başkan yardımcısı olunca bir şeyler yapmak için elini taşın altına koymak istemiş ve geniş bir destek görmüştü. Burada benim dikkatimi çeken şey Çin elçiliğinden iki kişinin semineri sadece izlemiş olması durumudur.

Bu önemli seminerin temel hedefi "Asya'da satrancın seviyesi nasıl yükselir?" sorusunun cevabını aramak olmuştur. Seminerde elde edilen sonuçlara göre bu işi devlet desteği olmadan yapmak mümkün görünmemektedir. Bir önceki yazımda üstünkörü değinmeye çalıştığım Rusya hikayesi elbette bu seminerde de ele alınmış olmalı.

Şu sonuç şaşırtıcı değil; "her bakımdan devlet desteği ve yönlendirmesi olmadan satrancın ilerlemesini ummak iyimserlikten öte bir şey değildir. Devlet desteği şarttır.

Satrançta dünyanın zirvesine yerleşmiş bir ulusun elde edeceği psikolojik gurur Çin'li katılımcıların dikkatini cezbetmiş olmalı. Çin zaten her konuda dünyanın bir numarası olmak için varını yoğunu ortaya koyan bir politika izlemektedir.Seminer sonunda uygulanması önerilen "PLAN" için en uygun potansiyelin Çin'de olduğu kanaati ortaya çıkmış ve Çin'li katılımcılar bunu bir devlet politikası olarak ele alma sözü vermişlerdir.

PLAN! Seminerden bir plan elde edilmiş. Buna Asya satranç çevrelerinde "Büyük Dragon Projesi" adını vermişler.

Projenin arkasındaki en büyük fikir babası ve emekçisi olarak iş adamı Dato Tan Chin Nam görünmektedir. Bu adam Çin'in 1975 ya da 1976'da FIDE'ye girmesini sağlayan kişidir. Büyük Dragon Planı Çin tarafında önce bir parça atıl kalmış anlaşılan. Bir müddet sonra önemi devlet katmanına anlatılabilmiş olmalı ki devlet olaya el atmış. Devlet bu planı yüzyılın sonu itibariyle satrançta dünyanın zirvesinde olmak olarak algılamış ve bugün itibariyle büyük ölçüde başarılmış durumda görünüyor.

Bu Büyük Dragon Projesi ya da Planı neydi? Bununla ilgili yazılı ayrıntıya sahip olamadım maalesef.

Peki, Çin ne yaptı da bu planı başarıyla uygulayabildi?

Çin Satranç Derneği 1962'de kurulmuş. Büyük Dragon Projesi Çin devleti tarafından benimsenip de uygulamaya konunca başat rolü oynamış. Çin Satranç Federasyonu görevini üstlenmiş 1986'da özerk ilan edilmiş. Sekiz tane komisyonu var; hukuk, basın, teknik eğitim, gençlik çalışmaları, ödül ve gelişim, ölçme ve değerlendirme, bayan çalışmaları, dış ilişkiler komisyonları. İsimler ilginç geldi bana. Bizdekiler şöyle "yönetim, disiplin, denetim, merkez hakem, teknik, eğitim, basın medya iletişim, temsilcilikler koordinasyon, hukuk, sağlık, yayın, sporcular, kulüpler koordinasyon, yazışmalı satranç, onur"

Kürek yarışı geldi aklıma yine.

Çin Satranç Derneği'nin tüm harcamaları ulusal spor komitesi denilen bir yer tarafından sağlanıyor. Bu ulusal spor komitesi hiç bir şeyi sorgulamıyor. Sadece sonuçlarını değerlendirip ona göre aksiyon alıyor.

Sonuç denilince tek bir kriterleri var, kaç kişi lisans almış, kaç okulda kaç aksiyon düzenlenmiş umurlarında değil. Sadece ve sadece uluslararası başarı konusunda ne elde edilmiş ona bakıyorlar. Başarısız yöneticiler için anında gereği yapılıyor. Tüm spor dalları için aynı şekilde hareket ediyorlar.

Çinliler satrancın atasının kendilerine ait olduğuna inanıyor. (Ne ilginç, biz de -en azından bazılarımız- öyle olduğuna inanıyoruz!?) Avrupa kurallarıyla oynanan modern satranç Çin'e 1900'lü yılların başında gelmiş. Buraları ilk ziyaret eden usta kişi Alekhine olmuş. 1933'te Alekhine bir simültane gösteri yapmış. Bu simültane maçta Çinli rakipleri iki beraberlik koparmışlar.

Beraberliği koparanlardan biri Xie Xiashun diye bir adam. Bu adam Çin satrancı (xiangqi) şampiyonuymuş. Alekhine sağlam kayaya çarpmış. Zira Xie 100 yaşını geçmişken bile Çin'de oynanan satrancın her üç formu için de en güçlü oyuncu kabul ediliyormuş. 101 Yaşında ölmüş.

Her neyse, olayımıza dönelim. Çin'de modern satranç bizden daha eski değil aslında. 1956'ya kadar bir yarışma dalı olarak görülmemiş bile. 1962'de bir dernek kurmuşlar. Her yıl ulusal birincilikler tertip etmişler ama bir avuç insan katılıyormuş bunlara. İlgi çok azmış yani. Çinliler go ve xiangqi oynamayı seviyor anlaşılan.

1958 Yılında Rusya Ulusal birinciliği'nden sonra Boris Baranov, Mamadzhan Mukhitdinov ve Alexander Grushevsky Çin'i ziyaret etmiş ve buradaki satranççılarla maşlar yapmışlar. Hepsini de kazanmışlar elbette. Bu Çinlilerde bir hırsa neden olmuş olabilir.

Gelişim nasıl yaşanmış? Bunu anlamak için daha yakın tarihe bakmak lazım. Rusya'dakine benzer bir gelişme burada da var. Ulusal bir "kendini ispatlama" egosu.

1960'lı yıllarda Şangay gibi satranç şehri denilen yerlerde sadece birkaç tane okulda satranç sınıfları oluşturulmuş. ChildrenPalace denilen yerlerde ve amatör spor okullarında çocuklar için satranç dersleri başlatılmış. O kadar.

Çin 1966-1976 yılları arasında ciddi bir devrim dönemi (Çin Kültür Devrimi) yaşamış. Yukarıda bahsettiğim seminer bu döneme denk gelmesi biraz Çin'in şansı gibi duruyor.

Çinlilerin ilk uluslararası satranç turnuvası deneyimi 1966 yılında Rus Takımı'na karşı bir takım müsabakası şeklinde olmuş (daha eski tarihli bir yarışma bulamadım). Kaybetmişler yine. 1963 Yılında Çin Satranç Derneği bir rövanş teklif etmişler Ruslara. Bu maç için yirmiden fazla "çok iyi" olduğunu düşündükleri oyuncu arasında uzun soluklu bir döner turnuva düzenleyip takımı belirlemişler. Takımlar farklı tarihlerde üç tur maç yapmışlar, Çinliler sadece tek bir maçı kazanabilmiş. Yenilen pehlivan güreşe doymaz hesabı 1964 yılında Çin yine maç istemiş. Bu sefer Moskova'da oynamışlar. Daha fazla beraberlik koparmışlar sadece. Çinliler çok hırslı olmalı ki 1965'te bir kez daha kapışmak istemişler. Bu sefer aldıkları ve berabere kaldıkları maçlar olsa sonuçta puan farkıyla yine kaybetmişler.

Bunu niye uzun uzun yazdım. Çünkü şunu fark ettim. Çinli oyuncularda ve satranç derneklerinde "garip" bir "hırs" var.

Bunu çok daha yakın tarihli turnuvalarda da görebiliyoruz. Rusya'daki 1920'li yıllarda başlayan duruma benzer bir hırs mevcut. Kendilerini ve uluslarının gücünü ispatlamaya yönelik bir hırs. Başarıyı da bu getiriyor sanırım.

Malezyalı iş adamı Dato Tan Chin Nam'ın 1974 tarihli "Büyük Dragon Projesi" Çinde hayat buldu. Bu şeye benziyor biraz, İngiltere'de planlanan "İşçi Devrimi"nin Rusya'da hayat bulması gibi.

Öyle ya da böyle Çin "uluslararası başarılıyım, dünya birincisiyim" ego'sunu bir kez daha ispatlama fırsatı bulmuşken dünyada başka kimsenin ilgisini çekmeyen satranç formlarını bir kenara bırakıp bizim bildiğimiz modern satranca yatırım yapmaya başladı. Uluslararası etkinliklere katılmaya başladı. Katıldıkları ilk olimpiyatları 1978 Arjantin Olimpiyatlarıdır.

Başarılı değiller doğal olaraki ama bu bir başlangıç.Plan kapsamında Çin'de uluslararası turnuvalar düzenlemek de var. İlki 1980'de düzenlenmiş. Sonra düzenli bir şekilde bu devam ettirilmiş. QiYuan (Satranç Akademisi diyelim şimdilik) bünyesinde yatılı okullar oluşturulmuş.

Rusya'ya ne kadar benziyor değil mi?

İki kişilik odalarda öğrenciler yatılı olarak okutulmuş. Özel müfredatlarla fiziksel ve zihinsel aktivitelerle sürekli çalıştırılmış. Bu sıralarda Çin hükümeti olayın işe yaramadığına hükmetmiş, daha fazla eğilmek anlamsız, dünya birincisi olamıyoruz diye Satranç Akademisi'nin fonunu azaltmış. Her yıl %30 kesinti yapılacağı kararı alınmış. "Kendi fonunuzu bulun ya da kapanın" denilmiş.

Tam da bu karamsar tablo esnasında Çin Satranç Derneği Singapurlu iş adamı Lee Seng Tee'den yaklaşık karşılığı 1.500.000$ olan bir bağış almış. Adamın iki koşulu olmuş; %10'unu QiYuan bünyesinde (QiYuan tahta üzerinde ve kağıtla oynanan oyunlarla ilgili bir resmi organizasyon! İlginç değil mi?) bir kütüphane kurulmasını istemiş, kalanının bir banka hesabında değerlendirilmesini ve gelirinin sadece ve sadece okulun mecburi harcamalarına ve uluslararası yarışmalara gidecek başarılı Çinli oyuncuların masrafları için harcanmasını istemiş (1993).

1997 Yılında QiYuan Akademisi dünya çaplı bir bilgisayar firmasından yıllık olarak bağış almayı başarmış ve parasal sıkıntıları tamamen ortadan kalkmış. (Bizim iş bankasından yıllık ne kadar bağış ya da destek aldığımızdan emin olmadığım için rakamları karşılaştırmak istemedim. Bu doğru olmazdı. Ama şu kadarını söylemeliyim ki bizim aldığınız göreceli olarak daha fazla gibi duruyor.)

Yakın zamanda plan kapsamında yapılan bazı şeyleri (bulabildiğim kadarıyla) şöyle sıralayabilirim;

Prime-Time'da büyük ulusal kanallarda bir saatten uzun süren satranç ustalarının konuştuğu programlar düzenleniyor. Tüm topluma satrancın uluslararası planda Çin'e yapacağı katkı bir şekilde aşılanıyor.

Eğitmenin eğitimi konusunda çok hassaslar. Bizdeki gibi kolay satranç eğitmeni olunamıyor. Çin'de yaklaşık bin (1000) tane satranç eğitmeni var, bunlarda sadece 300 tanesi en üst seviye eğitmen. Bugün itibariyle bu sayı kaç onu bulamadım. Ama şundan emin oldum ki "usta öğretici" olmak zor bir şey.

Her fırsatta devlet eliyle her yerde satranç turnuvaları düzenleniyor. Şehir birincilikleri, ulusal olayların yıldönümleri, bayramlar vb. ciddi sayıda turnuvalar düzenleniyor. Bu turnuvalar ciddi maliyet tutsa da özellikle yerel yönetimler bu konuda cimri değil. Xiangqi oynayan insanların sayısı 1998 yılında ilk kez bir turnuvada modern satranç oynayanlardan daha az olarak kaydedilmiş. Popülarite giderek artmış yani. Turnuvalara bir örnek; 2000'de 6.5 Milyon nüfuslu sanayi kenti Shenyang'da düzenlenen Asya Spor Festivali kapsamında sadece satranç oynayan 1500'den fazla kişi var. Festival iki hafta sürmüş tüm spor dalları için toplam harcanan para 25 milyon$.

QiYuan bünyesindeki kütüphaneye her yıl önemli sayıda uluslararası kitabın Çince çevirisi ekleniyor. Bu kitapların kopyaları tüm ülkedeki satranç merkezleriyle paylaşılıyor. Karpov'un bir kitabı 20.000'den fazla kopya dağıtılmış.

Ara ara Anand, Seirawan, Polgar, Short, Bareev gibi satrancın popüler isimleri davet ediliyor ve simültaneler vermeleri, konuşma yapmaları filan isteniyır. TV'lerde yayınlanıp halkın dikkatinin bu konuya çekilmesi sağlanıyor.

Sadece insanların değil bilgisayarların satranç dünyasında da söz sahibi olmak isteyen Çin Uluslararası Satranç Bilgisayarları Şampiyonalarına da ev sahipliği yapıyor. Mesela 16.Dünya Satranç Bilgisayarları Şampiyonası, 13.Bilgisayar Olimpiyatları, ve 2008 tarihli Bilgisayar Oyunları Konferansı gibi etkinlikleri isteyerek ve gayret göstererek kendi ülkelerinde yapılmasını sağlamışlar.

1.Dünya Akıl Sporları etkinliğine Pekin'de ev sahipliği yapmışlar. Etkinlikler o kadar çok ki yazmaktan sıkıldım. National Mind Sports, World Team Championships, Asian Indoor Games, Asian Games, Shangai-Bilbao Grand Slam Masters Finals vb.vb.

Peki altyapısal olarak bizden ne farkları var?

Resmi maçlarda ilk kez 1978 yılında Buenos Aires 23.Olimpiyatlarında bir GM yenebilmişler.
İlk GM 1990 yılında kazanılmış (GM Ye Rongguang).
Bakın bu çok enteresan; 2600 ELO psikolojik sınırını ilk kez 2000 yılında geçebilmişler.
2700 ELO sınırını 2007 yılında geçebilmişler (GM Wang Yue).
Şu anki rekorları GM Ding Liren ile 2751 ELO ve bu seviyeye Nisan 2015'te ulaşabilmişler.

Adamlar bu kadar kısa sürede dünyanın zirvesine çıkabiliyorlarsa bu yapılabilir bir şeydir.
Mesele bir sisteminizin olması gereğidir.
Bu konunun devam etmesinin Türkiye Satrancı açısından önemli olduğu düşüncesiyle bu tür bilgilerin herkes tarafından paylaşılması kanaatindeyim. Turnuvada su şişesini masada bırakan oyunculardan ya da başka konulardan daha önemli olduğunu düşünüyorum.

Bir tespit: Mesele'nin piramitle bir bağlantısı da var. Onu ayrıca paylaşmak istiyorum izninizle.

Saygılarımla
(biri hariç)
Cevapla
#18
(12-09-2015, 12:47)abdulkadirbener Nickli Kullanıcıdan Alıntı: Bu sefer Çin örneği üzerinde bir özet paylaşmak istiyorum;
Çin'in ilerlemesinin en büyük sebebi devlet desteğidir. Devlet eliyle çok büyük sayıda ve sert geçen turnuvalar düzenlenmiştir ve halen düzenli olarak düzenlenmektedir.

[color=#0000CD]Güzel bir çalışma olmuş, yapanın eline sağlık.

Gerçekten de aydınlatıcı!
Ama farkında olmadan atlanan gerçekler de yok mu?


FEDERASYONLAR YÖNETMELİĞİ

Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü Spor Federasyonların Teşkilat Çalışma, Görev
Yetki ve Sorumluluk Yönetmeliği
BİRİNCİ BÖLÜM
Genel Hükümler
Amaç
Madde 1- Bu Yönetmeliğin amacı; Genel Müdürlük spor federasyonlarının faaliyetlerinin ana esaslarını, kurullarının teşkilini ve çalışmalarını, görev , yetki ve sorumluluklarını belirlemektir.
Kapsam
Madde 2- Bu Yönetmelik, Genel Müdürlük spor federasyonlarını kapsar.
Dayanak
Madde 3- Bu Yönetmelik, 3289 sayılı Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 19 uncu maddesi uyarınca hazırlanmıştır ."


Şimdi bunu nasıl es geçersiniz?
Kurul değil ama belli komisyonları kurarsınız. Ayrıca devletin değil kaynak artırmak, kaynak kesintisi yaptığını da yaşamamışsanız yanlış kıyaslama yaparsınız.
...
Benim hayalimdir doğuda ve güney doğuda yatılı bölge okulları. Satranç ağırlıklı spor liseleri ve akademileri...

Bunları bu foruma girmeden önceleri de yazdım söyledim.

Bilinmez değil, biliniyor ama görmezden gelinmekte...

Şimdi de 3 yıldır yazıyorum. Ama devletin bunu yapmayacağını da biliyorum.

Ayrıca daha önceleri de yazdığım başka bir konu daha vardı. Eğitim sistemimiz içindeki Köy Enstitüleri.
Ailesinde o kuşakta yaşamış yakınları olanlar bilirler. Köy çocuklarından kalkınma başlatmak isteyen bu eğitim sisteminin nasıl yerle bir edildiğini...

Sivas' Yıldızeli' de Pamukpınar, Malatya'da Akçadağ, Manisa'da Savaştepe, Ankara'da Hasanoğlan, Trabzon'da Beşikdüzü...

Buralarda köy çocuklarının el yapımı dama, mangala,satranç takımlarını gördünüz mü?
Bunlarda bu gün gömüldü artık aynı o "yok eden" zihniyetle! Altmışlı yıllarda eğitim sistemine yapılan darbe ile yok edildi o kalkınma hareketi.
Çocukların sorgulayıcı bir şekilde hayata hazırlanmalarını hedefleyen o eğitim sisteminden bahsetmemek çok büyük bir haksızlık olur.
Belki sportif bir başarı amaçlı olarak konmamıştı o etkinlikler. Tıpkı diğerleri gibi; kayak, piyano, mandolin, mangala...
Belki potansiyel belli bir aşamaya gelince spor federsyonu da kurulabilirdi altmışlı, yetmişli yıllarda...


Ülkemizde son 50 yıldır sadece satrançta da değil, tüm eğitim alanlarındaki genel yozlaşmayı da anlatmak gerekmez mi?

Botvinnik'in dediği gibi, "bir ülkede eğitim ve kültürel yozlaşmadan satranç da etkilenir"

Araştırmaya karşı çıkmıyorum. Yapanın eline sağlık!

Ancak benim dikkat çektiğim noktalar farklı olan ve değinilmeyen gerçeklerdir. Bunun kasıtlı olarak yapıldığını sanmıyorum.

Ama bir şeyin değerine kıyaslama yaparak ulaşacaksanız eğer (ki kıyaslama en gerçek değeri verir)bunu yaparken terazinizin kefelerini iyi ayarlayın ve her iki kefeye de gerçek değerleri koyun.

Saygı ve selamlarımla.
(Ayırım yapmadan!)

[/color]
- MATRANÇ -
Ara
Cevapla
#19
Siz ne konuşuyorsunuz anlamadım.

Yazacaklarım henüz bitmedi.
Türkiye ile ilgili bir şey yazıp paylaşmadım.
Kanunlardan yönetmeliklerden tüzüklerden ve hatta genelgelerden haberimiz var herhalde.
Bunların hepsi de değişir. Allah kelamı değil sonuçta.
Zamanı gelince bir ehil çıkar hepsinin de değiştirilmesini sağlar.

Yazdıklarımla ilgili bir eleştiriniz ya da katkınız varsa onu sağlayın.

Bu konunun tabu olduğunun ve bu konuda en küçük bir yorum bile yapmanın ağır şekilde cezalandırılmasından korkan satranççıların çoğunlukta olduğunun farkındayım. Dolayısıyla da geçtiğimiz haftalarda yaptığım yorumun hala arkasındayım. "Türkiye Satrancı" herhangi bir GM'nin idealist ve yenilikçi, gelişimi sağlayacak, sistem kurmaya yönelik vizyonunu henüz hak etmiyor. Layık değil buna. Cesur insanlar yok çünkü. Ben göremiyorum. Ama benim herhangi bir endişem yok. O nedenle burada "Türkiye Satrancı" neden Çin Satrancı'nın yaptığını yapamıyor bunu açık açık yazmaktan herhangi bir korkum da yok.

Ben diyorum ki; daha otuz sene öncesine kadar bir milyarlık Çin bırakın bir GM'ye sahip olmayı, herhangi bir GM'yi hiç yenememiş bile, ama adamlar şu anda dünya sıralamasında 2.liği kaptılar; siz diyorsunuz ki bilmem kaçıncı maddede böyle diyor yok filan maddede böyle yazıyor.

Bırakın bunları.
Vizyonunuzu konuşun, engellerinizi değil.
Engellerin hepsi de kalkar, siz mani olmayın yeter.

Tüm yazıları yine okudum ve yazmaya çalıştıklarımın yanlış anlaşıldığını fark ettim.
Biraz sanat havayı yumuşatsın; şiir okuyalım büyük şairden; (tamamen konu dışıdır, yanlış anlamalar olmasın...)


Evler tünek olmuş, ötüyor bir sürü baykuş...
Sesler de: "Vatan tehlikedeymiş... Batıyormuş!"
Lâkin, hani, milyonları örten şu yığından,
Tek kol da yapışsam demiyor bir tarafından!
Sâhipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır. (1913, M.A.Ersoy)
Cevapla
#20
Bakın bizzat yazdıklarınızdan alıntıladım.

Benim söylediklerimi gerçekten de anlamamışsınız her halde.

(12-09-2015, 12:47)abdulkadirbener Nickli Kullanıcıdan Alıntı: Çin'in ilerlemesinin en büyük sebebi devlet desteğidir.
...

Şu sonuç şaşırtıcı değil; "her bakımdan devlet desteği ve yönlendirmesi olmadan satrancın ilerlemesini ummak iyimserlikten öte bir şey değildir. Devlet desteği şarttır.
...

Büyük Dragon Planı Çin tarafında önce bir parça atıl kalmış anlaşılan. Bir müddet sonra önemi devlet katmanına anlatılabilmiş olmalı ki devlet olaya el atmış.Devlet bu planı yüzyılın sonu itibariyle satrançta dünyanın zirvesinde olmak olarak algılamış ve bugün itibariyle büyük ölçüde başarılmış durumda görünüyor.
...



Çin Satranç Derneği 1962'de kurulmuş. Büyük Dragon Projesi Çin devleti tarafından benimsenip de uygulamaya konunca başat rolü oynamış. Çin Satranç Federasyonu görevini üstlenmiş 1986'da özerk ilan edilmiş. Sekiz tane komisyonu var; hukuk, basın, teknik eğitim, gençlik çalışmaları, ödül ve gelişim, ölçme ve değerlendirme, bayan çalışmaları, dış ilişkiler komisyonları. İsimler ilginç geldi bana. Bizdekiler şöyle "yönetim, disiplin, denetim, merkez hakem, teknik, eğitim, basın medya iletişim, temsilcilikler koordinasyon, hukuk, sağlık, yayın, sporcular, kulüpler koordinasyon, yazışmalı satranç, onur"
...
Çin Satranç Derneği'nin tüm harcamaları ulusal spor komitesi denilen bir yer tarafından sağlanıyor.
...


Malezyalı iş adamı Dato Tan Chin Nam'ın 1974 tarihli "Büyük Dragon Projesi" Çinde hayat buldu. Bu şeye benziyor biraz, İngiltere'de planlanan "İşçi Devrimi"nin Rusya'da hayat bulması gibi.
...
QiYuan (Satranç Akademisi diyelim şimdilik) bünyesinde yatılı okullar oluşturulmuş.
...

Rusya'ya ne kadar benziyor değil mi?

İki kişilik odalarda öğrenciler yatılı olarak okutulmuş. Özel müfredatlarla fiziksel ve zihinsel aktivitelerle sürekli çalıştırılmış.
...

1997 Yılında QiYuan Akademisi dünya çaplı bir bilgisayar firmasından yıllık olarak bağış almayı başarmış ve parasal sıkıntıları tamamen ortadan kalkmış.
...
1.Dünya Akıl Sporları etkinliğine Pekin'de ev sahipliği yapmışlar. Etkinlikler o kadar çok ki yazmaktan sıkıldım. National Mind Sports, World Team Championships, Asian Indoor Games, Asian Games, Shangai-Bilbao Grand Slam Masters Finals vb.vb.
...

Çin'de devlet başlangıcından beri ulusal bir amaca yönelik olarak destek anlamında tam destek olmuş.
Alt yapısını bile okullarda kurmuş.

Bu bizde oldu mu hiç yakın tarihimizde?

Siz bir kıyaslama yaptınız. Eğitim siteminden ve devlet ile özel sektöre desteğinden bahsettiniz. Bu kıyaslamalar yeterince adil değil.

Size devlet tarafından yapılan ve dayatılan, dışına çıkamayacağımız bir mevzuta yönetmeliği gösterdim.
...

Çin de bahsettiğiniz gelişmeler yaşanırken, bizde de 1960 lı yıllarda Havana'ya giden olimpiyat ekibimizden bile devletin son anda haberi oldu. Ne parasal bir destek ne de manevi başka bir destek...
Devlet yardımı bile rica ve minnetle yapıldı.
...

Benim anlatımımdan da kaynaklanıyor olabilir, anlamadıklarınızı sıralayayım;

Çin'in atılım yaptığı aynı yıllarda Türkiye de bir proje, eğitim sistemi bu gün bile hala toparlayamadığımız bir şekilde çökertiliyordu.


Ben bundan bahsettim.
Devletin hiçbir zaman ne okullarına ne de derneklerine destek olmadığını söyledim.

Hatta ve hatta son zamanlarda da satrancı okullardan kaldıracak irade geliştirdiğini söyledim.

Çünkü ülkemizde düşünen ve sorgulayan insan tipi istemedikleri sonucuna varabileceğinizi bekledim.

1950 li yıllardan beri en öncelikli hedefi kalkınmayı ve aydınlanmayı köy çocuklarından başlatmak amaçlı kurulan KÖY ENSTİTÜLERİNİ örnekledim.
Kapatılışını ve sebeplerini ve ülke aydınlanmasına olan olumsuz yansımalarından bahsettim, anlattım.

Çünkü meclisteki köy ağası millet vekillerinin bu aydınlanmanın işlerine gelmeyeceğini, bindikleri dalı kesmek anlamına geldiğinin farkına vardıklarını anımsattım.

Botvinnik'in kültür yozlaşmasının satrancı da nasıl etkileyeceğini anlatan sözüne yer verdim.

[color=#0000CD]Siz bir araştırma yapmışsınız, güzel.

Ben de anlattıklarıma tanıklık yapmış bir insan olarak terazinin diğer kefesini gösterdim.
[/color]

Bana bu ülkede satrancın da içinde olduğu tüm spor dalları için bir devlet politikası ya da projesi varsa onu gösterin.

Okulların müfredatına konan bir spor dalı olsun.

Spor için, nerede ne zaman yatılı okul yapmış devlet bu ülkede?
Kendi spor liselerini bile sonradan kapatan anlayış ne kadar çağdaş?
Beden eğitimi derslerinin ilk okullardan kaldırılma düşüncesi ve uygulamasından haberiniz yok her halde...

BESYO lardan artık öğretmen yerine idareci olacak öğrenciler yetiştirilmekte.
Mezunlarını ise sokaklarda görürüsünüz.

Bunun aksini gösterin.
Güreşi ben örnekledim.
Siz de başka örnekler sunun da aynı ülkede yaşadığımızı bileyim.
...

Ben araştırmanızı önemsedim ve aydınlanıyorum.
Sizin söylediğiniz her bir şeyi de ülkemle kıyaslıyorum.


Yazdıklarımda anlaşılmayacak bir şey yok beyefendi.
Anlaşılmak istenmeyecek çok şey var ama!
...
- MATRANÇ -
Ara
Cevapla




Konuyu Okuyanlar: 6 Ziyaretçi