22-12-2010, 12:03
Yerinde bir hatırlatmada bulunmuşsunuz sayın Aydın, tebrik ederim.
Özellikle aradan geçen neredeyse 5 yıllık dönemde temel kavramların hala değişmemiş olması üzücüdür.
1. Petrol Meselesi: Yetenek petrol değildir, sadece işlenmesi için ekol (okul) gerekir. Rusya, Bulgaristan ve Ermenistan'da olan ve bizde olmayan ekoldür. Yoksa dünyanın tüm coğrafyalarında zeka-yetenek gibi unsurlar eşit oranda görülmektedir. Madenler aynı, bunları işleyecek ustalar ise çok farklıdır. Bizdeki durum ise özel: Varmış gibi yok! Genç oyuncusuna oyunsonu mantığını öğretmeden önce açılış ezberletmeye çalışan ekole başka isim bulamadım.
2. Bırakma Meselesi: Esasında bu mesele oldukça kapsamlı, ama iki temele indirilebilir.
İlki, "Varmış gibi yok!" ekolüyle yetişen kimi genç oyuncularımız kendi kategorilerinde zaman zaman büyük başarılara imza atmışlardır / atmaktadırlar. Bu gayet doğaldır, çünkü satranç bakışı kazanmadan da başarı elde etmek mümkündür. Ne var ki zaman, en acımasız hakemdir ve "satranç çalışmış", bakış açısı kazanmış oyuncuyla "varyant ezberlemiş", at gözlüğü takmış oyuncuyu kolayca ayırt eder. İlk grupta yer alan bir oyuncu, ikinci gruptakine belli bir yaşa kadar kaybedebilir, ama bir noktadan sonra ona kolayca üstünlük kurar, bu böyledir. Eski başarıları elde edemediğini gören ezber oyuncusu bir süre sonra oyuna küser ve oyundan kopar.
İkincisi ise, satranç oyunculuğunun 2600 seviyesine kadar profesyonel bir uğraş olmamasıdır. Durum sadece bizde değil, maalesef diğer ülkelerde de böyledir. 2400 üstü oyuncular antrenörlükten en azından geçimlerini sağlayabilecek kadar kazanmaktadırlar. Ne var ki oyunculukta durum bu değildir. Maddi imkansızlıklar nice yeteneğin yeterli eğitimi almasını engellediği gibi kimi yetenekli ve eğitimli oyuncuların tahta başına oturmalarını engellemiştir. Çünkü hepimizin bildiği üzere satranç gibi entellektüel bir spor, ancak oyuncunun kafası rahatken ve maddi konularda problemi yokken en iyi performansını sergileyebileceği bir alandır.
Hep fotoğraf mı çekeceğiz? Biraz da olması gerekeni konuşalım. Benim bu sorunların çözümüne yönelik iki somut önerim var:
Birincisi, Süper Lig'de, Kulüpler Şampiyonasında ve İl/Yöre maçlarında 18 yaş altı masalarda yabancı oyuncuların yasaklanması. İlk etapta kimilerine avantaj sağlayıcı görünse de bu hareket uzun vadede kaliteyi büyük ölçüde atıracaktır. Yani öncelikle o oyuncuya kulüplerin tamamı tarafından ihtiyaç duyulacak.
İkincisi ise milli takım havuzlarının daha geniş tutulması ve bu havuzdaki oyuncuların daha fazla antrenörden yararlandırılmasıdır. Böylece bir ustanın farkedemediği bir cevher, başka bir ustanın elinde hayat bulabilir. Satranç her ne kadar nesnel temellere dayalı bir spor olsa da bireysel öğrenme farklarının ve moral/motivasyonun son derece hassas ve kişisel konular olduklarını aklımızdan çıkarmamalıyız.
Bence bu konu üzerinde birkaç uygulamayla ciddi bir aşama kaydedebilir, gelişme sağlayabiliriz.
Özellikle aradan geçen neredeyse 5 yıllık dönemde temel kavramların hala değişmemiş olması üzücüdür.
1. Petrol Meselesi: Yetenek petrol değildir, sadece işlenmesi için ekol (okul) gerekir. Rusya, Bulgaristan ve Ermenistan'da olan ve bizde olmayan ekoldür. Yoksa dünyanın tüm coğrafyalarında zeka-yetenek gibi unsurlar eşit oranda görülmektedir. Madenler aynı, bunları işleyecek ustalar ise çok farklıdır. Bizdeki durum ise özel: Varmış gibi yok! Genç oyuncusuna oyunsonu mantığını öğretmeden önce açılış ezberletmeye çalışan ekole başka isim bulamadım.
2. Bırakma Meselesi: Esasında bu mesele oldukça kapsamlı, ama iki temele indirilebilir.
İlki, "Varmış gibi yok!" ekolüyle yetişen kimi genç oyuncularımız kendi kategorilerinde zaman zaman büyük başarılara imza atmışlardır / atmaktadırlar. Bu gayet doğaldır, çünkü satranç bakışı kazanmadan da başarı elde etmek mümkündür. Ne var ki zaman, en acımasız hakemdir ve "satranç çalışmış", bakış açısı kazanmış oyuncuyla "varyant ezberlemiş", at gözlüğü takmış oyuncuyu kolayca ayırt eder. İlk grupta yer alan bir oyuncu, ikinci gruptakine belli bir yaşa kadar kaybedebilir, ama bir noktadan sonra ona kolayca üstünlük kurar, bu böyledir. Eski başarıları elde edemediğini gören ezber oyuncusu bir süre sonra oyuna küser ve oyundan kopar.
İkincisi ise, satranç oyunculuğunun 2600 seviyesine kadar profesyonel bir uğraş olmamasıdır. Durum sadece bizde değil, maalesef diğer ülkelerde de böyledir. 2400 üstü oyuncular antrenörlükten en azından geçimlerini sağlayabilecek kadar kazanmaktadırlar. Ne var ki oyunculukta durum bu değildir. Maddi imkansızlıklar nice yeteneğin yeterli eğitimi almasını engellediği gibi kimi yetenekli ve eğitimli oyuncuların tahta başına oturmalarını engellemiştir. Çünkü hepimizin bildiği üzere satranç gibi entellektüel bir spor, ancak oyuncunun kafası rahatken ve maddi konularda problemi yokken en iyi performansını sergileyebileceği bir alandır.
Hep fotoğraf mı çekeceğiz? Biraz da olması gerekeni konuşalım. Benim bu sorunların çözümüne yönelik iki somut önerim var:
Birincisi, Süper Lig'de, Kulüpler Şampiyonasında ve İl/Yöre maçlarında 18 yaş altı masalarda yabancı oyuncuların yasaklanması. İlk etapta kimilerine avantaj sağlayıcı görünse de bu hareket uzun vadede kaliteyi büyük ölçüde atıracaktır. Yani öncelikle o oyuncuya kulüplerin tamamı tarafından ihtiyaç duyulacak.
İkincisi ise milli takım havuzlarının daha geniş tutulması ve bu havuzdaki oyuncuların daha fazla antrenörden yararlandırılmasıdır. Böylece bir ustanın farkedemediği bir cevher, başka bir ustanın elinde hayat bulabilir. Satranç her ne kadar nesnel temellere dayalı bir spor olsa da bireysel öğrenme farklarının ve moral/motivasyonun son derece hassas ve kişisel konular olduklarını aklımızdan çıkarmamalıyız.
Bence bu konu üzerinde birkaç uygulamayla ciddi bir aşama kaydedebilir, gelişme sağlayabiliriz.