04-02-2011, 02:13
Kitaro, “ülkenin gelinen noktasında ben bir sorun göremiyorum” demişsiniz. Siz hiçbirşeyi göremezsiniz, çünkü halkın yüzüne baktığınız yok. Bu da demektir ki aslında halkla da ülkeyle de ilgilendiğiniz yok. Sizin hiçbirşeyi anlayacak durumda olmadığınızı ben zaten daha önceden anladığım ve boşuna zaman yitirmek heveslisi olmadığım için konuyu pek fazla uzatmak istemiyordum. Ancak, bilgisizliğinize, ilgisizliğinize ve düşünmezliğinize borçlu olduğunuz sınırtanımazlığınız, canımı sıktı.
“Devletin içindeki Ergenekon türü terör yapılanmalarına son veriliyor” demiştiniz. Siz bunun böyle olduğunu sanırsınız, çünkü inanmak istediğiniz kişiler size böyle söylüyor ve siz bunun yalan olup olmadığını irdeleyebilecek biri değilsiniz. Size söylenen bir şeyin doğru olup olmadığını ortaya çıkarmak için herhangi bir yol bildiğiniz de yok. Eğer kendinize itiraf edecek kadar içtenseniz, bunu siz de kabul edersiniz.
“Türkiye uluslararası arenada bölgesinde lider güç oluyor” demiştiniz. Demek ki sizin İsrail’le, Amerika’yla ve Avrupa ülkeleriyle ne anlaşmaların imzalandığından haberiniz yok, merak ettiğiniz de yok. Ben yalnızca içlerinden en basit bir türüne değinip çok basit bir soru sorayım. Türkiye bugün sularını, ırmaklarını yabancılara satıyor, daha da satacak. Belki anımsarsınız, geçen aylarda bir İspanyol şirketi suyu kesip de köylülere su bırakmayınca, köylülerimiz isyan etmişti. Hani başbakanımızın “Biz bu ülkeye hizmet ediyoruz, birileri tekere çomak sokmaya çalışıyor” dediği köylüler. Hiç kuşku yok ki siz o zaman da o “birileri”nden kastedilenin muhalefet olduğunu sandınız. Ama muhalefetteki hiçbir parti bu konuda tek bir ses çıkarmadı. Hiçbiri o köylülere gidip de sorunlarını dinlemedi. Dolayısıyla, başbakanın suçlanmaları üzerinden savmak için söylediği o söz, muhalefete değil, doğrudan doğruya orada yaşayan köylülere söylenmiş bir sözdü. Neyse efendim, “Türkiye bugün sularını, ırmaklarını yabancılara satıyor, daha da satacak” dedik. Yabancılar elde ettikleri bu hakları hiç insafsızca kullanma özgürlüğündeymiş gibi davranıyor. Zaten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, isyan eden köylülerin ve halkın sesini kesip, yabancılara o özgürlüğü tanıyor. İşin ilginçliğine bakın ki başbakanımız ilk kez seçildiği tarihten yalnızca “iki ay” sonra en işlevli bir Yahudi derneğinden “üstün hizmet madalyası” aldı. Bu dernek, üstün hizmet madalyasını yalnızca on yılda bir verir ve yüzüncü yılı dolayısıyla verdiği onuncu “üstün hizmet madalyası”, bir Yahudi’ye verilmemiş olan ilk ve tek madalyadır. Daha sonraki yıllarda Hıristiyanlar da üstün hizmet madalyası verdi, Araplar da üstün hizmet madalyası verdi. Bu başbakan, Türkiye’nin İran’a yaptırım uygulanmaması konusunda oy kullanmasından hemen sonra, Karadeniz’deki bir konuşmasında “biz bu oyu, Sayın Obama’nın bize gönderdiği mektup doğrultusunda kullandık” demiş olan bir başbakandır. Şimdi sorum şu: İşte başbakanımızın halkına yaklaşımı ve yabancılardan aldığı madalyalar, işte yabancılarla yapılan anlaşmaların en basit bir örneği, işte yabancıların davranışları... Şimdi bir düşünün bakalım: Bu bölgede güçlenen ülke, gerçekten de Türkiye mi?
“Ekonomi gayet iyi yönetiliyor, Krizden Yunanistan batarken Türkiyenin başarısı ortada” demiştiniz. Bugün Türk köylüsünün topraklarının yüzde sekseni bankalar tarafından ipotek altında. Bugün köylü borcunu ödeyebilmek için böbreklerini satıyor. Evet, gerçek bu! Sağlık sigortalarının en az %60’ı yabancıların elinde, borsanın da %60’ından fazlası yabancıların elinde, bankalar yabancılarda. Esnafın hali içler acısı. Karşı komşumuz Yunanistan deniz ticaretinde dünyada bir numara iken, Boğazlar’a sahip Türkiye en sonlarda. 9 yılda tek bir tane fabrika açılmadı, sayısız kadarı kapandı. Ülkenin en kârlı ve en stratejik kurumları, üçer aylık kârları kadar paraya satılıyor. Ve bunu yaparken Hükümet’in en yetkili kimseleri, “benim değil mi, babamın malı gibi satarım” diyebiliyor; inanılır gibi değil dimi? Ve bir kovboy çıkmış, ekonomimiz gayet iyi yönetiliyor diyor. Helâl sana!
Kültür başkenti seçilen İstanbul, görmediği kadar etkinlik görmüş. Marmaray projesi kapsamında yapılan çalışmalar sırasında birçok tarihi eser bulundu. Bu tarihi eserler arasında 6000 - 8000 yıllık vazolar bulundu ve bu vazoların üzerinde Türkçe yazılar var. Bu da demek oluyor ki
1) İstanbul’u Yunanlılar değil, Türkler kurdu.
2) Türkler M.S. 1071’den çok daha önceden beri Anadolu’da yaşamaktadır.
Hazır bir de İstanbul kültür başkentiyken, başbakanımız, yaptığı konuşmada bunu bütün dünyaya duyursaydı ya... Ama öyle birşey söylemedi. Neden acaba? İstanbul’un tarihi M.Ö. 6000’lere çekildi, ama Türkler’in adı hâlâ yok.
Giyim biçimi nedeniyle kamu kurumlarına, devlet dairelerine, üniversitelere alınmayan kimselerden dert yanmışsınız. Aşağıda, etek boyu nedeniyle “Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü’nde” işine son verilen bir piskoloğun haberi var: http://www.milliyet.com.tr/etek-boyu-tar...?ref=yahoo
Kahraman edalarıyla “ben şunun karşısındayım, bu haksızlığın karşısındayım” gibi içiboş gazeller okumuşsunuz, bir daha okumayın! Siz bugün, “senelerce ‘biz Atatürkçüyüz’ bizim gibi giyineceksiniz yoksa size üniversite yok , kamu kurumlarında çalışma yok, devlet dairesine girmek bile yok diyen dikta rejiminin tam karşısındayım” saçmalıkları dilinizden düşürmezsiniz, ama yarın öbür gün “türban takmayan, kıravat takan kişiler kamu kurumlarına giremez” dendiği zaman gıkınızı çıkarmayacaksınız. Bunu bu kadar kesin olarak söylüyorum, çünkü sizin o Atatürkçü dediğiniz kişiler başörtüsü konusunda sizinle konuşur, size söz hakkı tanır. Sizin bu gazel okumalarınız da bundandır. Ama yarın diğerleri gücü tümüyle eline geçirirse,işte onlar size o “karşı çıkmak” iznini ve özgürlüğünü tanımayacak. Tartışmak iznini bile vermeyecek.
Biz kimseye şunu şunu giy demiyoruz, “adam gibi, insan gibi giyin” diyoruz. “Çağdaş bir insana ne giymek yakışırsa, sen de onu giy” diyoruz. Evinin içinde istersen donsuz gez. Ama dışarda düzgün giyineceksin.
Kılıçdaroğlu’na gelince. Kendisi, yukarıda sözünü ettiğim köylülerin yanına gitmedi, sesini çıkarmadı. Bunun dışında yalnızca şu kadarını söyleyeyim: Referandum sonrası Avrupa’da temaslarda bulunmuştu ne hikmetse... Orada görüştüğü kişilerin, bu görüşmeye ilişkin düşüncelerini soran bir gazete, o Avrupalılar’dan aldığı şu yanıtları yazmıştı: “Kılıçdaroğlu bundan sonra demokrasi ve laiklik konusunda çok daha esnek davranacağını söyledi. Ama CHP’nin güçlü tabanı buna engel olabilir”. Avrupa’daki görüşmelerden Türkiye’ye döndükten hemen sonra da, başbakana yanıt verme telaşında şunları söylemişti: “...Hem bundan sonra bizim siyasetimiz değişti.” Ve taban da değişti.
Birşey daha söyleyeyim. Anlamak istemeyen kimselere ne anlatsan boş; zamana, emeğe yazık. Şu ana kadar yazılanları baştan sona bir daha okursanız, yaşamınızda ilk kez duyduğunuz çok şey göreceksiniz. Siz bu kadarını durup düşünmedikten sonra, size daha ne gibi bir gösterge sunulmasını bekliyorsunuz? Kim, size ne desin? Bazı kişiler sözden anlar, bazıları başka yollardan. Bazı kişiler düşünür de gerçekleri anlar, bazı kişilerse gerçekleri yaşayarak anlar. Bazı kişiler topluluk nereye giderse oraya gider, veya güç nereyi işaret ederse oraya. Siz, gücü elinde bulunduran kişiler ne diyorsa, onu hemen kabul ediveriyorsunuz. Bir gün roller değiştiği zaman, ki değişecek, işte siz bazı gerçekleri o zaman anlayacaksınız. O zaman başka türlü konuşacaksınız. O güne kadar ne dense boş. Ben enerjimi, sözden anlayan kişilere ayırmayı yeğliyorum. Neyse ki sözden anlamayan bir kişiye karşı sözden anlayan on kişi var.
Ha, birşey anlatabilmek amacıyla olmasa da, gerekli gördüğüm yerde bundan sonra da birkaç söz yetiştiririm, onu da söyleyeyim.
“Devletin içindeki Ergenekon türü terör yapılanmalarına son veriliyor” demiştiniz. Siz bunun böyle olduğunu sanırsınız, çünkü inanmak istediğiniz kişiler size böyle söylüyor ve siz bunun yalan olup olmadığını irdeleyebilecek biri değilsiniz. Size söylenen bir şeyin doğru olup olmadığını ortaya çıkarmak için herhangi bir yol bildiğiniz de yok. Eğer kendinize itiraf edecek kadar içtenseniz, bunu siz de kabul edersiniz.
“Türkiye uluslararası arenada bölgesinde lider güç oluyor” demiştiniz. Demek ki sizin İsrail’le, Amerika’yla ve Avrupa ülkeleriyle ne anlaşmaların imzalandığından haberiniz yok, merak ettiğiniz de yok. Ben yalnızca içlerinden en basit bir türüne değinip çok basit bir soru sorayım. Türkiye bugün sularını, ırmaklarını yabancılara satıyor, daha da satacak. Belki anımsarsınız, geçen aylarda bir İspanyol şirketi suyu kesip de köylülere su bırakmayınca, köylülerimiz isyan etmişti. Hani başbakanımızın “Biz bu ülkeye hizmet ediyoruz, birileri tekere çomak sokmaya çalışıyor” dediği köylüler. Hiç kuşku yok ki siz o zaman da o “birileri”nden kastedilenin muhalefet olduğunu sandınız. Ama muhalefetteki hiçbir parti bu konuda tek bir ses çıkarmadı. Hiçbiri o köylülere gidip de sorunlarını dinlemedi. Dolayısıyla, başbakanın suçlanmaları üzerinden savmak için söylediği o söz, muhalefete değil, doğrudan doğruya orada yaşayan köylülere söylenmiş bir sözdü. Neyse efendim, “Türkiye bugün sularını, ırmaklarını yabancılara satıyor, daha da satacak” dedik. Yabancılar elde ettikleri bu hakları hiç insafsızca kullanma özgürlüğündeymiş gibi davranıyor. Zaten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, isyan eden köylülerin ve halkın sesini kesip, yabancılara o özgürlüğü tanıyor. İşin ilginçliğine bakın ki başbakanımız ilk kez seçildiği tarihten yalnızca “iki ay” sonra en işlevli bir Yahudi derneğinden “üstün hizmet madalyası” aldı. Bu dernek, üstün hizmet madalyasını yalnızca on yılda bir verir ve yüzüncü yılı dolayısıyla verdiği onuncu “üstün hizmet madalyası”, bir Yahudi’ye verilmemiş olan ilk ve tek madalyadır. Daha sonraki yıllarda Hıristiyanlar da üstün hizmet madalyası verdi, Araplar da üstün hizmet madalyası verdi. Bu başbakan, Türkiye’nin İran’a yaptırım uygulanmaması konusunda oy kullanmasından hemen sonra, Karadeniz’deki bir konuşmasında “biz bu oyu, Sayın Obama’nın bize gönderdiği mektup doğrultusunda kullandık” demiş olan bir başbakandır. Şimdi sorum şu: İşte başbakanımızın halkına yaklaşımı ve yabancılardan aldığı madalyalar, işte yabancılarla yapılan anlaşmaların en basit bir örneği, işte yabancıların davranışları... Şimdi bir düşünün bakalım: Bu bölgede güçlenen ülke, gerçekten de Türkiye mi?
“Ekonomi gayet iyi yönetiliyor, Krizden Yunanistan batarken Türkiyenin başarısı ortada” demiştiniz. Bugün Türk köylüsünün topraklarının yüzde sekseni bankalar tarafından ipotek altında. Bugün köylü borcunu ödeyebilmek için böbreklerini satıyor. Evet, gerçek bu! Sağlık sigortalarının en az %60’ı yabancıların elinde, borsanın da %60’ından fazlası yabancıların elinde, bankalar yabancılarda. Esnafın hali içler acısı. Karşı komşumuz Yunanistan deniz ticaretinde dünyada bir numara iken, Boğazlar’a sahip Türkiye en sonlarda. 9 yılda tek bir tane fabrika açılmadı, sayısız kadarı kapandı. Ülkenin en kârlı ve en stratejik kurumları, üçer aylık kârları kadar paraya satılıyor. Ve bunu yaparken Hükümet’in en yetkili kimseleri, “benim değil mi, babamın malı gibi satarım” diyebiliyor; inanılır gibi değil dimi? Ve bir kovboy çıkmış, ekonomimiz gayet iyi yönetiliyor diyor. Helâl sana!
Kültür başkenti seçilen İstanbul, görmediği kadar etkinlik görmüş. Marmaray projesi kapsamında yapılan çalışmalar sırasında birçok tarihi eser bulundu. Bu tarihi eserler arasında 6000 - 8000 yıllık vazolar bulundu ve bu vazoların üzerinde Türkçe yazılar var. Bu da demek oluyor ki
1) İstanbul’u Yunanlılar değil, Türkler kurdu.
2) Türkler M.S. 1071’den çok daha önceden beri Anadolu’da yaşamaktadır.
Hazır bir de İstanbul kültür başkentiyken, başbakanımız, yaptığı konuşmada bunu bütün dünyaya duyursaydı ya... Ama öyle birşey söylemedi. Neden acaba? İstanbul’un tarihi M.Ö. 6000’lere çekildi, ama Türkler’in adı hâlâ yok.
Giyim biçimi nedeniyle kamu kurumlarına, devlet dairelerine, üniversitelere alınmayan kimselerden dert yanmışsınız. Aşağıda, etek boyu nedeniyle “Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü’nde” işine son verilen bir piskoloğun haberi var: http://www.milliyet.com.tr/etek-boyu-tar...?ref=yahoo
Kahraman edalarıyla “ben şunun karşısındayım, bu haksızlığın karşısındayım” gibi içiboş gazeller okumuşsunuz, bir daha okumayın! Siz bugün, “senelerce ‘biz Atatürkçüyüz’ bizim gibi giyineceksiniz yoksa size üniversite yok , kamu kurumlarında çalışma yok, devlet dairesine girmek bile yok diyen dikta rejiminin tam karşısındayım” saçmalıkları dilinizden düşürmezsiniz, ama yarın öbür gün “türban takmayan, kıravat takan kişiler kamu kurumlarına giremez” dendiği zaman gıkınızı çıkarmayacaksınız. Bunu bu kadar kesin olarak söylüyorum, çünkü sizin o Atatürkçü dediğiniz kişiler başörtüsü konusunda sizinle konuşur, size söz hakkı tanır. Sizin bu gazel okumalarınız da bundandır. Ama yarın diğerleri gücü tümüyle eline geçirirse,işte onlar size o “karşı çıkmak” iznini ve özgürlüğünü tanımayacak. Tartışmak iznini bile vermeyecek.
Biz kimseye şunu şunu giy demiyoruz, “adam gibi, insan gibi giyin” diyoruz. “Çağdaş bir insana ne giymek yakışırsa, sen de onu giy” diyoruz. Evinin içinde istersen donsuz gez. Ama dışarda düzgün giyineceksin.
Kılıçdaroğlu’na gelince. Kendisi, yukarıda sözünü ettiğim köylülerin yanına gitmedi, sesini çıkarmadı. Bunun dışında yalnızca şu kadarını söyleyeyim: Referandum sonrası Avrupa’da temaslarda bulunmuştu ne hikmetse... Orada görüştüğü kişilerin, bu görüşmeye ilişkin düşüncelerini soran bir gazete, o Avrupalılar’dan aldığı şu yanıtları yazmıştı: “Kılıçdaroğlu bundan sonra demokrasi ve laiklik konusunda çok daha esnek davranacağını söyledi. Ama CHP’nin güçlü tabanı buna engel olabilir”. Avrupa’daki görüşmelerden Türkiye’ye döndükten hemen sonra da, başbakana yanıt verme telaşında şunları söylemişti: “...Hem bundan sonra bizim siyasetimiz değişti.” Ve taban da değişti.
Birşey daha söyleyeyim. Anlamak istemeyen kimselere ne anlatsan boş; zamana, emeğe yazık. Şu ana kadar yazılanları baştan sona bir daha okursanız, yaşamınızda ilk kez duyduğunuz çok şey göreceksiniz. Siz bu kadarını durup düşünmedikten sonra, size daha ne gibi bir gösterge sunulmasını bekliyorsunuz? Kim, size ne desin? Bazı kişiler sözden anlar, bazıları başka yollardan. Bazı kişiler düşünür de gerçekleri anlar, bazı kişilerse gerçekleri yaşayarak anlar. Bazı kişiler topluluk nereye giderse oraya gider, veya güç nereyi işaret ederse oraya. Siz, gücü elinde bulunduran kişiler ne diyorsa, onu hemen kabul ediveriyorsunuz. Bir gün roller değiştiği zaman, ki değişecek, işte siz bazı gerçekleri o zaman anlayacaksınız. O zaman başka türlü konuşacaksınız. O güne kadar ne dense boş. Ben enerjimi, sözden anlayan kişilere ayırmayı yeğliyorum. Neyse ki sözden anlamayan bir kişiye karşı sözden anlayan on kişi var.
Ha, birşey anlatabilmek amacıyla olmasa da, gerekli gördüğüm yerde bundan sonra da birkaç söz yetiştiririm, onu da söyleyeyim.