Satranç'ın Atası Olan Türk Zekâ Oyunu; Mangala
#2
Sayın Arslan Küçükyıldız'dan bir başka yolla elde ettiğimiz bilgiye göre, satrancın Kırgız Türkleri'nde 32 taşla oynanan ilkel bir şekli vardır. Oyundaki taşların adları: Han (Şah Yerine) , Baatır (Vezir Yerine), Uruk Aksakalı (Kale Yerine), Töö (Deve / Fil Yerine), At (At), Mergençi, Piyada (Çoban, Piyade / Coker, Piyon Yerine)


http://9eylulsatranc.biz/index.php?optio...Itemid=104


Mangala’nın Türk Zekâ Oyunları ve Satranç’la Ortak Özellikleri

Türklere ait Mangala oyununun, ortak noktalarına bakıldığında, diğer Türk Zekâ Oyunları ve Satranç ile akrabalığı olduğu görülmektedir. Bu da bizi, gelişmiş bir zekâ oyunu olan Satranç’ın bir Türk oyunu olabileceği düşüncesine ulaştırmaktadır. “Bu da nerden çıktı?” denilebilir. Bu yüzden konuyu biraz açmak istiyoruz.

Milletimiz yeni bir keşif yaptığında eskisini hemen bir kenara atmıyor. Onu da hatırasına hürmeten yaşatıyor. Milletimizin bu hasleti, gerek Mangala, gerekse diğer oyunlarımızda görülmektedir. Oyunların hem geliştirilmiş hallerinin, hem de kendilerinin var olmaya devam etmesi kültürel zenginliğimizin tabii bir sonucudur. Bir oyun türünde bu kadar alt çeşidin bulunmasının sebebi ise ayrıca araştırılmalıdır, diye düşünüyoruz. Bugünkü bilgilerimize göre, incelediğimiz yüzden fazla Mangala oyunundan hangisinin diğerinden daha önce oynanmaya başladığını bilemiyoruz. Hâlbuki 3 Taş, 9 Taş, 12 Taş oyunlarında bu gelişmeyi kabaca takip edebiliriz.

Mangala oyununun dünyanın ilk zekâ oyunu kabul edilen Satranç’tan önce oynandığı, Kazakistan’daki Almatı Dastarbası Dokuz Kumalak Kayası buluntusu ile sabittir. Diğer Türk Zekâ Oyunlarından önce mi oynanmıştır, bunu da bilemiyoruz. Mangala oyununun bugün oynandığı ülkeler, bölgeler, oyunun çeşitleri, yayılma alanları, oyunun Kös, Dama ve Satranç oyunuyla birlikte aynı kültür çevresinde geliştiğini ve dünyaya dağıldığını düşündürtmektedir. Mangala’nın Kös, Dama, Küşte veya Kuşta, Satıra ve Satranç’la ortak yönlerine bakıldığında görülen ilk husus, bu oyunların birbirinin devamı olduğudur. Bu oyunlar, birbirinin geliştirilmiş halidir. Oyunlar, ana aileleri ve alt çeşitleriyle diğer oyunlardan etkilenmiş, gelişim ve değişim dönemlerinde onlardan aldıklarını hazmetmişlerdir. Bu bakımdan Satrançtan bahsederken, bir tek oyunun gelişmiş halinden değil, birkaç oyunun özelliklerinden yararlanarak gelişmiş bir oyundan bahsedebiliyoruz. Kanaatimizce Aşık veya diğer taş oyunlarının, zamanla çağdaşı diğer Türk Oyunlarından da özellikler alarak Kös, Dama, Mangala, Satıra (Satrancın benzeri bu oyunda oyuncular sosyal tabakayı temsil etmektedir) ve daha sonra da hakanların ve yüksek tabakanın oynadığı bir oyun olan Satranç haline dönüşmüştür. Satranç ile Mangala’nın şaşırtıcı derecede benzerlikleri görülür. Bu benzerlik, bugüne kadar Satranç’la daha başka bir oyun arasında, mesela Eski Mısırda oynanan ve Satranç’ın atası olarak nitelenen Senet oyunu arasında kurulamamıştır.[1] Mangala’daki şu özellikler satrançta da vardır:


1. Zekâ oyunudur.
2. Taktik, gelecek oyunları uzağı görme, rakibi takip etme, oyununu bozma, şaşırtma gibi unsurları içeren bir savaş oyunudur.
3. Evlerde ve ortak sosyal mekânlarda oynanır.
4. Oynayanlarda zekâ gelişimi sağlar.
5. Avuca saklanan taşı bilen oyuna başlar.
6. Oyuna ilk başlayan, oyun kurucu olarak daha iyi bir konum elde eder.
7. Taşlar renklidir.
8. Düşünmeye izin verilir.
9. Oyuna karışmaya izin verilmez.
10. Oyunda şansın yeri yoktur.
11. Eline aldığı taşı geri bırakamaz.
12. Özel güçleri olan taşlar vardır; Dede’nin olduğu kuyuya kimse dokunamaz.
13. Sıradan güçteki taşlar, bazı durumlarda özel taş haline gelir.
14. Birden fazla taşı özel konumdaki taş olabilir.
15. Oyunda farklı yönlere oynamak mümkündür. Ülkemizde sağdan sola veya soldan sağa oynanan çeşitleri olduğu gibi her iki yöne oynanabilen çeşitleri vardır.
16. Birçok türünde sağ ve sol köşedeki haneler, kuyular kale olarak görülür.
17. Oyunun geneli ve oyuncular askeri sistemi temsil eder (Ordu-Millet düşüncesi). Milletimiz, bir sıra karşılıklı dizilmiş kuyulara kale, hane veya ev, kuyulara konulan taşlara da asker, çocuk vb. gözüyle bakmıştır. Arap âlemindeki Mankala-Min Kale veya Bin Kale- adlandırmasının bu anlayıştan kaynaklandığı tahmin edilebilir.
18. Kuyulara kale denildiği gibi taşlara asker de denilir.
19. Oyunun felsefesi Türk Devlet ve Aile sistemiyle ilgilidir.
20. Kuyulardaki taşların belli bir sayıya gelince ele geçirilmesi söz konusu olduğu için bu hedefe yönelik (Satrançta Şah ve Vezir için hamle yapılması gibi) hamle yapılır.
21. Rakibin ikaz edilmesi söz konusudur.
22. Hane oyununda Piç Taş ve Kemik gibi özel taşlar vardır ve Piç Taş’ı (satrançtaki şah gibi) alan oyunu kazanır.
23. Eşitlik durumuna Pat oldu denir.
24. İkiden çok kişiyle oynanan türlerinde ortaya çıkan tablo Satranç tahtasına benzer.



Satrançla ilgili bilgilerimizi hatırlayalım: Kaynaklarda 4000 yıl öncesinden Mısır piramitlerinde oyunla ilgili bilgiler bulunduğu, Çin’de, Mezopotamya ve Anadolu’da oynandığı, M.S. 3-4.yy.da Hindistan’da oyuna Çaturanga denildiği, ilk yazılı belgelerin orada olduğu, sonra İran’a, Araplara, Endülüslülere, İspanya üzerinden Avrupa’ya yayıldığı kayıtlıdır. Mısır piramitlerindeki oyun Senet Oyunu’dur ve satrançla iki kişi oynanması, tahtası ve taş şekilleri dışında bir benzerliği yoktur.[2] (Resim 11) Araştırmamıza rağmen Hint belgelerini henüz göremedik.

Kilise, 1061 yılında Satrancı İslâm kültürünün bir parçası olarak ilan etmiş ve oynayanları aforoz etmiştir. Hülasa Türk kamuoyu bu oyunu Hint kökenli bir oyun olarak bilmektedir. Oyunda Fil’in bulunması, nedense bizi farklı bir köken var mı diye düşünmekten ruhi olarak alıkoymuştur. Hâlbuki oyuna Fil’in girmesi 1200 yıllarına rastlamaktadır. İngilizlerin Hindistan’daki sömürge yönetimi döneminde Atlı Polo ve benzer oyunlar gibi bu oyunu da sevip ülkelerine taşıdıklarını belki duymuşuzdur ama Şah-Mat, Küşte veya Kuşta, olarak da bilinen Satranç’ın kökenini milletimizde aramak aklımıza gelmemiştir. Oyunun Türkler tarafından Altay’da şekillendirildiği, geliştirildiği, Altay’daki adının Satıra olduğu ülkemizde pek bilinmez. Türkler tarafından Hindistan’a götürüldüğü, Türkler araştırmayınca oyunun kökeninin kamuoyunun dikkatinden çıkarıldığını ve başkalarına mal edildiğini bilmeyiz. Hâlbuki Batı’da icat edilen ilk Satranç makinesinin adı “The Turk”dür. Hakkında yüzlerce makale, kitap ve film vardır. Bu mekanik makinenin yapılmış resimleri elimizde bulunmaktadır. Osmanlı kıyafeti giymiş bir satranç oyuncusu bir masa şeklindeki makinenin bir tarafında haşmetle oturmaktadır. (Resim 12) The Türk’le Elizabeth ve Napoleon da satranç oynamıştır.[3] Sadece bu fotoğraf bile oyunun kökeni hakkında bize yeterince bilgi vermektedir. Aklımızda bulunması gereken nokta şudur: Oyunun kökeni konusunda henüz bir netlik yoktur.

Atalarımızın, birbirine benzeyen oyun ve malzemelerinden sıkıldığını, zamanla bunları geliştirerek, her taşın şeklini farklılaştırdıklarını, önceleri bir yönde taşları oynarken daha sonra farklı yönlerde oynamaya başladıklarını, taş sayısını azaltıp çoğaltarak yüzlerce deneme yaptıklarını, sonra onlarca taşla oynadıkları oyunu daha az ve farklı güçteki taşlarla oynamaya başladıklarını, bazı taşları daha önemli hale getirip, olağanüstü güçler yüklediklerini, oyunu zorlaştırdıklarını, en önemli taş alındığında oyunu bitirecek şekle dönüştürdüklerini, düşünüyoruz. Mangala’yı daha zevkli hale getirmek için zorlaştırma (Kuyu, taş sayılarının artması, yön değişiklikleri) çalışmaları bir noktada tıkanınca yeni arayışlar başlamıştır. Bu arayışlar belli durumlar için özel taşların ilavesiyle, bunların çoğaltılması ve oyun tahtasının yarısının özel taş olmasıyla sonuçlanmış ve Altay’da oynanan ilkel Satranç (Satıra) doğmuştur (Resim 12). Satıra’da Hakan, Batır, Asker ve yedek oyun taşları bulunmaktadır. Kanaatimizce Mangala kuyularında biriken çok sayıdaki taşı, daha sade bir şekilde ifade etmek ve durmadan taş dağıtarak vakit kaybetmemek için satrancı bulmuşlar, kültürümüzdeki birçok öğeyi, meselâ kemiği de önce Mangala, sonra Satranç tahtasında yaşatmışlardır. Doğal olarak bu süreç, bilim adamlarımızın, tarihçilerin, arkeologların, halkbilimcilerin, edebiyatçıların himmetine muhtaçtır ve araştırılmalıdır.




Savaş Oyunu Olarak Mangala

Tarihin eski dönemlerine baktığımızda hayatta kalabilmek için sürekli savaş hali yaşandığını görüyoruz. Sosyolojik olarak milletler, insan var oldukça, gerek insanla tabiat arasında, gerekse insanla insan arasındaki mücadele ve savaş da, belki yöntemlerini değiştirerek var olmaya devam edecektir. Bahçesine komşu tavuğu girdi diye kavga eden, komşu köyün hayvanları otlaklarına girdi diye kavga eden çok insan biliriz. Çok yakın döneme kadar insanlık sürekli savaş halindeydi. Milletler, devletler savaşıyordu. Hatta aynı milletin boyları birbiriyle savaşıyordu. Halen de bu durum devam etmektedir.

İnsanlar yaşayabilmek için savaşı öğrenmek, tabii olarak çocuklarına da savaş esaslı oyunları öğretmek zorundaydı. İster bedenleri, ister zekâları isterse her ikisini savaşa hazırlama amacıyla olsun, çocuklar erken yaşta mücadele etmeyi öğrenmek, büyükler de bunu teşvik etmek, oyunları geliştirmek, daha karmaşık hale getirerek çocuklarını geleceğe hazırlamak mecburiyetindeydi. Tarihin kaydettiği en savaşçı milletlerden biri olan Türklerin oyunlarına bakıldığında da savaş, mücadele, taktik öne çıkmaktadır. Türkiye ve Türk Dünyasında Mangala oyunlarında kullanılan adlarda, oyunun savaş oyunu olduğunu gösteren kanıtlar vardır. (Hane, kale, asker, utmak, yıkmak, gömmek…) Çocuklarımızın, bedenlerinin yanında zekâlarının da zorlu geleceğe, mücadeleye hazırlanması amacıyla, birçok savaş esaslı zekâ oyununa sahip olduğumuz görülmektedir. Bu oyunların bazıları, günümüzde bilinen en gelişmiş zekâ oyunlarının atalarıdır.

Türk Zekâ Oyunlarının (3 Taş, Dokuz Taş veya Dokurcun, 12 Taş oyunları ile Mangala, Dama Satranç vb.) çok önemli bir ortaklığı ve benzerliği vardır. Üç Taş oyununun gelişmişi olan Dokuz Taş oyununda 3 taşı kalan oyuncunun üç taşı da uçabilme özelliği kazanıp oyun tahtasının istediği yerine konabilmektedir. İşte bu kural Türklerin buldukları dâhice bir kuraldır. Bu kural, Mangala Oyununda kuyulardaki taşlar belli bir sayıya ulaştırıldığında (3, 4, 5), kuyunun içine farklı renkteki bir taşı, kemiği veya Tuzdık’ı koyabilme kuralına benzemektedir. Bu taşın konduğu kuyu kapanır veya kuyuya düşen her taşı alabilme imkânı doğar. (Satrançtaki vezir gibi bir güç yüklenir.) Kurt-Koyun Oyununda koyunlar karşı kıyıya ulaştığında her yöne hareket edebilme kabiliyeti kazanır. Kurt-Koyun oyununun gelişmişi olduğunu düşündüğümüz Dama oyununda son çizgiye ulaşan taşınız farklı bir özellik kazanır (Önünde taş yoksa uçabilir.) Tıpkı Satrançta olduğu gibi: Satrançta piyonunuzu son çizgiye ulaştırdığınızda istediğiniz oyuncuya dönüşür. Mevcut bir oyuncunun veya savaşçının, oyunun veya savaşın durumuna göre birdenbire farklı bir güç, ruhi bir destek kazanması savaşın çehresini değiştirmesi anlamına gelmektedir. Bu taktik savaş sanatını iyi bilen Türkler tarafından sık sık kullanılmış olmalıdır. Yakından bakıldığında Türklerin Üç Taş, Dokuz Taş, On İki Taş, Mangala, Tavla, Dama, Kurt-Koyun ve Satranç gibi oyunları şüphe yok ki birer savaş oyunudur. Mangala ile Satranç karşılaştırıldığında çok önemli bir tablo ortaya çıkmaktadır:

Satranç bir savaş oyunu olarak tamamen bilgiye dayanan, zihin çalıştırmayı gerektiren şansa hiç yer olmayan bir savaş oyunudur. Satrançta oyuncular rakipleriyle, kendi taşları, oyuncuları, askerlerinin gücüyle savaşmak zorundadır. Rakip oyuncunun taşlarını kullanabilme özelliği oyuncuların zekâ seviyesine bağlıdır. Bu durum klasik savaşları hatırlatmaktadır. Savaşan her güç kendi askerlerine güvenmek ve savaşı buna göre devam ettirmek zorundadır. Mangala oyununda ise satrançtan daha eski bir oyun olmasına rağmen, çağdaş savaş taktiklerine benzer bir durum söz konusudur: Mangala oyuncusu sade kendi taşlarıyla oynamaz. Rakibinin taşları, askerleri ile de oyununa, savaşa devam eder. Çünkü taşların değeri ve gücü, oyun ilerledikçe rakibin hamlelerine göre sürekli değişmektedir. İşte bu durum ve oyunun buna göre oynanması, günümüz savaşlarına benzemektedir. Bazen yerinde kullanılan bir rakip taşı, askeri, savaşı kendi lehine çevirmeye yeter. Kendi askerleri dışında askerlerinin arasına girmiş rakip askerleri, düşmanın içine sokulan askerleri kullanarak savaşmak, günümüz savaşlarının önde gelen taktiğidir. Emperyalizmin girdiği her yerde, o ülkedeki insanları kullanması hepinizin malumudur. 1940’lı yıllarda Almanlar, Sovyetlerden ele geçirdikleri Türk asıllı askerleri, Sovyetlere karşı savaştırmayı denediler. Bu taktik, günümüzde Irak’ta, Afganistan’da ve dünyanın birçok yerindeki örtülü ve açık savaşlarda Batılılar tarafından kullanılmakta, düşmanın gücü, kendi gücü olarak değerlendirilmektedir. Meselâ, ABD ve İngiltere, Irak’ta resmen Mangala Taktiği kullanmakta, yerel güçleri kendi gücü olarak yönlendirmektedir. Bu taktiğin günümüze çok uygun düşmesi, şüphesiz ki tarihin eski dönemlerinde göçebe kavimleri tek bayrak altında toplayabilme dirayeti gösteren bir milletin, zengin tecrübesiyle ilgilidir. Bu tecrübenin göstergelerinin, kültürün her alanına yayıldığını düşünüyoruz.




___________________________________________________________
[1] Bu oyunda sayma çubuklarının belirlediği sayıya göre ilerleyerek taşları tahtanın dışına çıkarma söz konusudur: http://www.ezberim.com/dunya-tarihi/1812...n-bilinen/

[2] http://www.ezberim.com/dunya-tarihi/1812...n-bilinen/

http://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrk_(...mat%C4%B1)
Ara
Cevapla


Bu Konudaki Yorumlar
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: İskender Altındiş - 20-02-2011, 22:25
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: İskender Altındiş - 19-03-2011, 04:51
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: İskender Altındiş - 30-04-2011, 11:01
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: İskender Altındiş - 18-05-2011, 23:11



Konuyu Okuyanlar: 1 Ziyaretçi