03-08-2012, 21:00
İstanbul'da 1997'den beri turnuva satrancı oynayan (2001-2008 arasında oynamaya ara vermiştim) ve 2003 yılından beri antrenörlük yapan (2008'den sonra 2. kademe olarak) bir satranç gönüllüsüyüm.
Ateş Ağabeyin söyledikleriyle Mojo'nun tespitleri birleşiyor ve ortaya bir soru çıkıyor: Neden olimpiyat gönüllüsü çıksın?
Gençler kategorisiyle 5 yıldır çalışıyorum. Sıfırdan satranca başlatarak başarıya taşıdığım örnek bir grup var, onlarla ilgili gözlemlerimi paylaşarak soruyu yanıtlamaya çalışacağım.
Devir değişti, nesil çok değişti. Yeni satranççı profili ne verirseniz o kadarını alan, kendisi birşeyler araştırmak ve öğrenmek merakından maalesef yoksun bir kitledir.
Turnuvalara ite-kaka götürürseniz katılan, her çalışmada yoklama alıp gelmeyenlerden hesap sormadığınız takdirde katılım sağlamayan bir nesil vardır.
Ederi 1000 TL'den fazla olan satranç kitaplığımı hafta hafta hediye ederek ders anlatımlarıma bir artı yaratmaya çalıştım. Bunun karşılığında bir tanesi bile bu kitaplardan herhangi birini çalışıp taş üstüne taş koymayı başarmış değildir. Başarı, birebir anlatılanlarla sınırlıdır.
İsim verip kimseyi rencide etmek istemem ama kategoride ilin en iyileri, başarılarını kendi yeteneklerinden çok rakiplerinin tembelliği sayesinde kazanıyorlar. O en iyiler bile turnuvalara satranç sevgilerinden dolayı değil, maddi ödüllerin cazibelerine kapılarak turnuvalara geliyorlar.
Maddi ödül verilmeyen turnuvalarda 1600-1700 aralığındaki liselilerin dereceye girebildiği sıkça görülür. Ben lise öğrencisiyken 1900'ün altında bir oyuncunun gençler turnuvasında değil ilk üçe, ilk ona girmesi bile büyük sürprizdi. Umut Atakişi, Mert Erdoğdu, Görkem Sivri ve Murat Demiralp gibi arkadaşlar benim nesildendir, sorarsanız bunu teyit edeceklerdir. O zamanlar aman aman maddi ödüller yoktu, bir kupa ya da madalya, en şerefli ödüldü.
Antrenörsüz (hayalden bile öteydi), öğrenci harçlığımızın büyük kısmıyla tüm Türkçe satranç kitaplarını almaya çalıştığımız ve o kitapları defalarca okuyarak gözümüz gibi sakındığımız devirler çok geride kaldı.
Şimdiki nesil çıkarcı, bananeci ve bahaneci. Şimdiki neslin 1600-1700'lük oyuncuları bile burnu havada, yeni bilgiye kapalı, tabiri caizse genç ihtiyarlar. Analiz yapıp hatalarını görmek yerine blitz oynayıp anlık zaferlerle avunuyor, yenilgileri bir ders olarak algılamıyorlar.
Şimdi bunlardan satranç adına bir gönüllülük beklemek, en kibar kelimeyi kullanıyorum, saflıktır. Adam çıkarına bakar, parasına bakar. Short'tan bir hamle öğrenerek, Anand'la kısa bir sohbet fırsatı yakalayarak ya da Carlsen'le bir hatıra fotoğrafı çektirerek tatmin olacak tipler değiller.
100 bile çok iyi bir sayıdır. Bu kitlenin hatırı sayılır bir bölümü üniversite öğrencilerinden, bir önemli kısmı da benim gibi 30 yaş üstü kesimden oluşacaktır, tahminimce.
Ateş Ağabeyin söyledikleriyle Mojo'nun tespitleri birleşiyor ve ortaya bir soru çıkıyor: Neden olimpiyat gönüllüsü çıksın?
Gençler kategorisiyle 5 yıldır çalışıyorum. Sıfırdan satranca başlatarak başarıya taşıdığım örnek bir grup var, onlarla ilgili gözlemlerimi paylaşarak soruyu yanıtlamaya çalışacağım.
Devir değişti, nesil çok değişti. Yeni satranççı profili ne verirseniz o kadarını alan, kendisi birşeyler araştırmak ve öğrenmek merakından maalesef yoksun bir kitledir.
Turnuvalara ite-kaka götürürseniz katılan, her çalışmada yoklama alıp gelmeyenlerden hesap sormadığınız takdirde katılım sağlamayan bir nesil vardır.
Ederi 1000 TL'den fazla olan satranç kitaplığımı hafta hafta hediye ederek ders anlatımlarıma bir artı yaratmaya çalıştım. Bunun karşılığında bir tanesi bile bu kitaplardan herhangi birini çalışıp taş üstüne taş koymayı başarmış değildir. Başarı, birebir anlatılanlarla sınırlıdır.
İsim verip kimseyi rencide etmek istemem ama kategoride ilin en iyileri, başarılarını kendi yeteneklerinden çok rakiplerinin tembelliği sayesinde kazanıyorlar. O en iyiler bile turnuvalara satranç sevgilerinden dolayı değil, maddi ödüllerin cazibelerine kapılarak turnuvalara geliyorlar.
Maddi ödül verilmeyen turnuvalarda 1600-1700 aralığındaki liselilerin dereceye girebildiği sıkça görülür. Ben lise öğrencisiyken 1900'ün altında bir oyuncunun gençler turnuvasında değil ilk üçe, ilk ona girmesi bile büyük sürprizdi. Umut Atakişi, Mert Erdoğdu, Görkem Sivri ve Murat Demiralp gibi arkadaşlar benim nesildendir, sorarsanız bunu teyit edeceklerdir. O zamanlar aman aman maddi ödüller yoktu, bir kupa ya da madalya, en şerefli ödüldü.
Antrenörsüz (hayalden bile öteydi), öğrenci harçlığımızın büyük kısmıyla tüm Türkçe satranç kitaplarını almaya çalıştığımız ve o kitapları defalarca okuyarak gözümüz gibi sakındığımız devirler çok geride kaldı.
Şimdiki nesil çıkarcı, bananeci ve bahaneci. Şimdiki neslin 1600-1700'lük oyuncuları bile burnu havada, yeni bilgiye kapalı, tabiri caizse genç ihtiyarlar. Analiz yapıp hatalarını görmek yerine blitz oynayıp anlık zaferlerle avunuyor, yenilgileri bir ders olarak algılamıyorlar.
Şimdi bunlardan satranç adına bir gönüllülük beklemek, en kibar kelimeyi kullanıyorum, saflıktır. Adam çıkarına bakar, parasına bakar. Short'tan bir hamle öğrenerek, Anand'la kısa bir sohbet fırsatı yakalayarak ya da Carlsen'le bir hatıra fotoğrafı çektirerek tatmin olacak tipler değiller.
100 bile çok iyi bir sayıdır. Bu kitlenin hatırı sayılır bir bölümü üniversite öğrencilerinden, bir önemli kısmı da benim gibi 30 yaş üstü kesimden oluşacaktır, tahminimce.