13-09-2012, 15:31
Satrançta; sporcuları "el"e, yöneticileri, hakemleri, antrenörleri ve sponsorları da "elin parmaklarına" benzetebiliriz.
Aslolan sporcudur. Türkiye'de ise, istisnai durumları bunun dışında bırakarak söylüyorum, durum şöyledir:
Antrenör: Amatör sporlarda daha fazla ilerleyemeyeceğini gören, biraz gün görmüş, kendi çapında birkaç derece yapmış sporcular, antrenörlük belgesi alırlar. Pek çok amatör sporda, sporcular neredeyse hiç para kazanamazken; antrenörler seviyelerine göre, en azından güçlükle geçinecek kadar, kendilerini paralayarak da olsa iyi kötü bir gelir elde edebilirler.. Pek çok satranççımız, oyun düzeylerini çok daha geliştirebilecekken, maalesef hayatın gerçeklerine boyun eğerek bu yolu seçmişlerdir..
Hakem: Bir sporu yapamayan, o sporda hakem olur. Çok sevdiğim hakem hocalarımız yok mudur? Fazlasıyla vardır. Ama istisnaları bunun dışında bıraktığımı söylemiştim, bir kez daha tekrarlamış olayım. Bu ülkede hakem olmak; maalesef iyi bir sporcu olamamakla mümkündür!
Sponsor: Kendilerine hak ettikleri teveccüh, basın vb. kuruluşlar tarafından gösterilmez. Şampiyon olan bir sporcunun, sponsorunun anılması "reklam olur" korkusuyla televizyonlarda zikredilmez.
Sponsorlar da genelde sporculara saygı ve hayranlık duydukları için değil, açıkçası şefkat duydukları, hatta kimse kusura bakmasın daha ileri gidiyorum, sporculara içten içe acıdıkları için para verirler. Zaten sporcular da, bu gelir yokluğunda başarıya ulaşmak için öyle veya böyle kendilerine destek olan bu kişi ve kurumlara haddinden fazla bir teşekkür yarışına girerler.. Halbuki bu ülkede pek çok insan, bizim satranç takımımızdaki milli sporcularımızdan varlıklı olabilir; ama bizi temsil eden şey onların parası değil, sporcularımızın satranç oynama kabiliyetleridir! Olimpiyatlarda en çok para harcayan sponsorların değil, en başarılı sporcuların milli marşları okunur! Koyunun olmadığı yerde keçiye ne dendiğini hepimiz biliyoruz. Sponsorların çoğunun da (bazıları yine yanlış anlayacak, hepsi demiyorum) ülkemizdeki hali budur..
Yönetici: Eğer birisi iyi bir sporcu veya iyi bir antrenör olamıyorsa genelde ya hakemliğe ya da yöneticiliğe sarar. Bu yüzden soyunma odasına inen, "filanca oyuncuyu oynatsana" diye antrenöre emirler yağdıran başkanları neredeyse her spor dalında görebiliriz. Vaktiyle o sporla biraz ilgilenmiş, başarılı olamayınca da bir şekilde parasının gücüyle yönetici olmuştur. Bu insanlar, paralarından aldıkları güçle, gençliklerinde bir süre ilgilendikleri sporu, bu spora hayatını adayan insanlardan iyi bildiklerine inanırlar. Sporcu olarak öne çıkmayı başaramadıkları için de, pek çoğu bu ezikliklerini 60-70 yaşından sonra gidermeye gayret ederler.
Nasıl ki Başkan Yazıcı gibi sırf "yönetmek arzusu"na karşı koyamayarak, sonunda ülkenin GM'lerini milli kadroya almayıp, 7 yaşındaki çocukları Dünya 151.'si yapmak gibi hevesleri olan yöneticilerimiz varsa; yöneticiliği, gerçekten hizmet etmek için, insanlara bu yönde daha faydalı olacağına inandığı için yapanlar da vardır. Zaten bu şartlarda nadiren de olsa başarılı sporcular yetiştirebiliyorsak, böyle yöneticilerin fedakarlıklarının sayesindedir.
Ali Nihat Yazıcı gibi yöneticiler, Yunanistan'da düzenlenen, 20-30 kişinin katıldığı bir turnuvanın sonucuna göre "bu yıl şu kadar Dünya şampiyonu çıkardık, seneye bu kadar Dünya şampiyonu çıkaracağız" gibi sözlerle sponsor avlamaya çalışırlar. Çünkü sponsor onlar için av, sporcu da yemdir! İyi bir yönetici ise kendi muhayyilesinde Dünya Şampiyonları yaratıp, afedersiniz, adeta "sponsorları kazıklamaya çalışmak" yerine, gerçekten Dünya Şampiyonu çıkartabilmenin yollarını arar.
Sonra da olimpiyat gibi ciddi organizasyonlarda başarı bir türlü gelmeyince, Ali Nihat Yazıcı gibi yöneticiler ortalarda görünmezken, iyi bir yönetici çıkıp sorumluluğu üstlenir ve kamuoyuna gerekli açıklamaları yapar. Başkanlık; bazıları için, sözde başarılarla insanları uyutmaya çalışarak ve üstelik bunu başardığına inanarak keyifle puro tüttürmek olabilir; ama iyi bir yönetici, ancak ve ancak kriz anlarında ortaya çıkıp vazifesini yapmasıyla diğerlerinden ayrılır!
Erşan Ağabey'in paylaştığı fotoğrafta, bayrağı Milli Sporcumuz Neslihan Darnel'in taşıyor olması, bence bizim için ancak teselli olabilir. İşlerine gelen her şeyi mümkün kılan yöneticilerimiz, henüz bunun bir çaresini düşünemedikleri için şanslıyız! Mümkün olacağını bilseler, o bayrağı Neslihan Hanım'a bırakmazlardı!
Sonuç olarak; sporcuyu "el" olarak kabul edersek, baş parmak antrenör, işaret parmağı sponsor, yüzük parmağı yönetici, serçe parmağı da hakemlerdir. Bir elin, parmaklarına ne kadar ihtiyacı olduğunu söylememe gerek yok herhalde..
Saygılarımla..
Aslolan sporcudur. Türkiye'de ise, istisnai durumları bunun dışında bırakarak söylüyorum, durum şöyledir:
Antrenör: Amatör sporlarda daha fazla ilerleyemeyeceğini gören, biraz gün görmüş, kendi çapında birkaç derece yapmış sporcular, antrenörlük belgesi alırlar. Pek çok amatör sporda, sporcular neredeyse hiç para kazanamazken; antrenörler seviyelerine göre, en azından güçlükle geçinecek kadar, kendilerini paralayarak da olsa iyi kötü bir gelir elde edebilirler.. Pek çok satranççımız, oyun düzeylerini çok daha geliştirebilecekken, maalesef hayatın gerçeklerine boyun eğerek bu yolu seçmişlerdir..
Hakem: Bir sporu yapamayan, o sporda hakem olur. Çok sevdiğim hakem hocalarımız yok mudur? Fazlasıyla vardır. Ama istisnaları bunun dışında bıraktığımı söylemiştim, bir kez daha tekrarlamış olayım. Bu ülkede hakem olmak; maalesef iyi bir sporcu olamamakla mümkündür!
Sponsor: Kendilerine hak ettikleri teveccüh, basın vb. kuruluşlar tarafından gösterilmez. Şampiyon olan bir sporcunun, sponsorunun anılması "reklam olur" korkusuyla televizyonlarda zikredilmez.
Sponsorlar da genelde sporculara saygı ve hayranlık duydukları için değil, açıkçası şefkat duydukları, hatta kimse kusura bakmasın daha ileri gidiyorum, sporculara içten içe acıdıkları için para verirler. Zaten sporcular da, bu gelir yokluğunda başarıya ulaşmak için öyle veya böyle kendilerine destek olan bu kişi ve kurumlara haddinden fazla bir teşekkür yarışına girerler.. Halbuki bu ülkede pek çok insan, bizim satranç takımımızdaki milli sporcularımızdan varlıklı olabilir; ama bizi temsil eden şey onların parası değil, sporcularımızın satranç oynama kabiliyetleridir! Olimpiyatlarda en çok para harcayan sponsorların değil, en başarılı sporcuların milli marşları okunur! Koyunun olmadığı yerde keçiye ne dendiğini hepimiz biliyoruz. Sponsorların çoğunun da (bazıları yine yanlış anlayacak, hepsi demiyorum) ülkemizdeki hali budur..
Yönetici: Eğer birisi iyi bir sporcu veya iyi bir antrenör olamıyorsa genelde ya hakemliğe ya da yöneticiliğe sarar. Bu yüzden soyunma odasına inen, "filanca oyuncuyu oynatsana" diye antrenöre emirler yağdıran başkanları neredeyse her spor dalında görebiliriz. Vaktiyle o sporla biraz ilgilenmiş, başarılı olamayınca da bir şekilde parasının gücüyle yönetici olmuştur. Bu insanlar, paralarından aldıkları güçle, gençliklerinde bir süre ilgilendikleri sporu, bu spora hayatını adayan insanlardan iyi bildiklerine inanırlar. Sporcu olarak öne çıkmayı başaramadıkları için de, pek çoğu bu ezikliklerini 60-70 yaşından sonra gidermeye gayret ederler.
Nasıl ki Başkan Yazıcı gibi sırf "yönetmek arzusu"na karşı koyamayarak, sonunda ülkenin GM'lerini milli kadroya almayıp, 7 yaşındaki çocukları Dünya 151.'si yapmak gibi hevesleri olan yöneticilerimiz varsa; yöneticiliği, gerçekten hizmet etmek için, insanlara bu yönde daha faydalı olacağına inandığı için yapanlar da vardır. Zaten bu şartlarda nadiren de olsa başarılı sporcular yetiştirebiliyorsak, böyle yöneticilerin fedakarlıklarının sayesindedir.
Ali Nihat Yazıcı gibi yöneticiler, Yunanistan'da düzenlenen, 20-30 kişinin katıldığı bir turnuvanın sonucuna göre "bu yıl şu kadar Dünya şampiyonu çıkardık, seneye bu kadar Dünya şampiyonu çıkaracağız" gibi sözlerle sponsor avlamaya çalışırlar. Çünkü sponsor onlar için av, sporcu da yemdir! İyi bir yönetici ise kendi muhayyilesinde Dünya Şampiyonları yaratıp, afedersiniz, adeta "sponsorları kazıklamaya çalışmak" yerine, gerçekten Dünya Şampiyonu çıkartabilmenin yollarını arar.
Sonra da olimpiyat gibi ciddi organizasyonlarda başarı bir türlü gelmeyince, Ali Nihat Yazıcı gibi yöneticiler ortalarda görünmezken, iyi bir yönetici çıkıp sorumluluğu üstlenir ve kamuoyuna gerekli açıklamaları yapar. Başkanlık; bazıları için, sözde başarılarla insanları uyutmaya çalışarak ve üstelik bunu başardığına inanarak keyifle puro tüttürmek olabilir; ama iyi bir yönetici, ancak ve ancak kriz anlarında ortaya çıkıp vazifesini yapmasıyla diğerlerinden ayrılır!
Erşan Ağabey'in paylaştığı fotoğrafta, bayrağı Milli Sporcumuz Neslihan Darnel'in taşıyor olması, bence bizim için ancak teselli olabilir. İşlerine gelen her şeyi mümkün kılan yöneticilerimiz, henüz bunun bir çaresini düşünemedikleri için şanslıyız! Mümkün olacağını bilseler, o bayrağı Neslihan Hanım'a bırakmazlardı!
Sonuç olarak; sporcuyu "el" olarak kabul edersek, baş parmak antrenör, işaret parmağı sponsor, yüzük parmağı yönetici, serçe parmağı da hakemlerdir. Bir elin, parmaklarına ne kadar ihtiyacı olduğunu söylememe gerek yok herhalde..
Saygılarımla..