Antrenör atamalarında oynanan oyunlar!
#10
Sevgili Fırat'ın antrenörler açısından dile getirdiği sorunlar önemlidir. Mevcut yönetim daha önceki seçim propagandalarında antrenörlere ilişkin bir çok söz vermişti ve işbaşına geldikten sonra bunların hiç birini tutmadı. Bu sözlerden birisi de örneğin "süt hakkı" denilen, bir çocuğun ilk antrenörünün, çocuğun daha sonraki başarılarından pay almasıydı. Bu yollu bir çalışma hiç olmadı. Örneğin bu yıl geçmişte ilk antrenörü olduğum üç ayrı çocuk, Türkiye çapında ikincilik, üçüncülük dereceleri paylaştı. Bunlardan dolayı dönüp de beni arayan, hiç olmazsa kuru bir teşekkür eden, velilerin dışında hiç kimse olmadı. "Seni kim yetiştirdi" diye bir soru sorulup da bana dönüldüğü hiç olmadı. Oysa bizim gençliğimizde bile bölgede "spor ajanları" olurdu ve doğru kaynaklardan beslenmek adına bu araştırmaları yapardı. Demekki 40 yıl önceden daha gerilerdeyiz... Antrenörlere dönük bu değininin satrancın diğer alanlarıyla da ilişkisini kurmak gerekir...

Ateş Ülker Nickli Kullanıcıdan Alıntı:Yerlilerin fiyatını düşürmek için yabancı getirilmesi uygulamasına birçok alanda tanık oluyoruz.Benim mesleğimde de benzeri bir uygulama başlayacaktır.Tabii bu benzetmelerde Satranç ile Hayvancılığı veya diğer meslekleri karşılaştırmak pek doğru değildir.Satranç alanında hiç değilse gelen yabancıların kalitesi iyidir.O zaman bize düşen iş yerlilerin kalitesini yükseltmek olacaktır.

"Tabii bu benzetmelerde Satranç ile Hayvancılığı veya diğer meslekleri karşılaştırmak pek doğru değildir.Satranç alanında hiç değilse gelen yabancıların kalitesi iyidir."

"pek doğru değildir"?

Ne kadar doğrudur peki? Ya da ne kadar doğru değildir?

Eğer aldığınız nefes ile Amazonlar'daki bir yangın arasında bir ilişki kuramıyorsanız, senin bünyene giren bir mikrop ile ben kendi bedenim arasında bir bağ kuramıyorsam, analitik düşüncenin "her şey birbirine bağlıdır" ilkesini kavrayamıyoruz demektir. Bu durumda dünyayı daima eksik yorumluyor olacağız demektir. Olayları birbirinden yalıtarak ele aldığınızda, onların içerdiği çelişkilerin yönünü ve sonuçlarını kestirmekte daima yanılır ya da geç kalırsınız. Geç kalan zamanında gidene göre de daima geriliyor demektir. Hızlı gidene ise asla yetişmeniz olası değildir...

Cephede kazanılan zaferlerden sonra, 1923 İzmir İktisat Kongresinde boy gösteren "yabancı sermayeye muhtaçlık" ve baştan beri yabancı sermaye ile işbirliği yapan çevrelerin spekülasyonları ile bu ülkede önce Köy Enstitüleri kapatıldı.

Birileri o zamanda "pek doğru değildir" dedi...

Sonra "Marshal Yardımları" geldi...

"Borç alan buyruk da alır" dedi birileri, birileri yine "pek doğru değildir" dedi.

"Sizin üretmenize gerek yok, siz ham maddeyi bize verin biz sizin yerinize üretiriz" dedi borç verenler...

"Bu bizim için ölüm" dedi birileri, birileri yine "pek doğru değildir" dedi.

Türk Sanayisinin cenaze namazı kılındı Washington'da, ellerini önüne ilikleyip saf durdu işbirlikçiler...

"Haşhaşı ekmeyeceksin"
dedi Amerika, "Ekerim" dedi birileri, birileri yine "pek doğru değildir" dedi.

Sonra pamuk, sonra tütün, sonra pancar, "bunlara kota uygula" dedi birileri, "kotunu da otanı da, seni başımızda tutanı da" dedi birileri, birileri "pek doğru değildir" dedi.

Biz çocukluğumuzda kaynatır yerdik "kuş gribi" dedikleri hastalığı!!... Tonlarca kümes hayvanlarını diri diri toprağa gömdürdüler bu ülkede. Keçilerimizi "ormana zarar veriyor" dediler. Keçiler koyuna dönünce bu kez de yakmaya başladılar ormanlarımızı. Sonra sularımızı hapsetmeye başladılar. Sonra çocuklarımızı. Tohumlarımızı çaldılar.

Birileri "Bu doğru değil" dedi, birileri "pek doğru değildir" dedi, birileri "Doğru" dedi.

"Bana dokunmayan siyaset bin yaşasın"
dendi yıllarca...

Böylelikle bu ülkenin önce sanayisini vurdular. Sonra eğitimini vurdular. Sonra tarımı sonra hayvancılığı. Sonra ne kadar Kamu İktisadi Teşekkülü varsa onları vurdular. Bu ülkeyi geleceğe taşıyacak ne varsa vurdular. Yani bu ülkede ÜRETİMİ VURDULAR!

"Yerli Malı" haftalarımızda artık kola ve hamburger tüketiliyor.



Üretimi olmayan bir ülkenin İhracatı olmaz. İhracatı olmayan bir ülkenin ithalatı karşılıksızdır! Ancak ülkenizi satarsanız o başka! Satarken yandaşlarınıza yan katarsanız, biraz da cebe atarsanız o başka...

Şimdi yaşadığımız nedir?
Ülkede olmayanı dışardan satın almak!
Ekonomik alanda dışa olan muhtaçlığımız nasıl ki bizi dışardan almaya zorluyorsa, kültürel alanda, siyasi alanda, sportif alanda bizde olmayanları da dışardan almak zorunda kalıyoruz.

Dışardan gelenler tabiki bizim kavruk sanayicimizin ürettiğinden daha iyi gözükecek ve tabi ki dışardan gelen "satranç ürünleri" Ateş Ülker'in gözüne nispeten daha iyi görünecek. 30 yaşında bir doktor olsaydı Ateş Ülker, dışarıdan doktor getirme projesine bu denli iyimser bakamayacaktı.

Bu ülke işgal altındadır ve bu işgal artık kendine ait bir kültür de yaratmıştır. Çünkü kültür bir üst yapı kurumudur ve üst yapıyı daima alt yapıdaki üretim ilişkileri belirler. Bu işbirlikçi kültürün şekillendirdiği kafalar ile olayların ayırdına varmak asla olası değildir.

Minicik çocuklarımızın lisanslarından elde edilen gelirlerin hangi egoların sevdalarına meze olduğunu sorgulamadan varılacak bir yer yok!

"Satranç alanında hiç değilse gelen yabancıların kalitesi iyidir." diyerek Kendimizi avutmayalım. "Satranç alanında gelen yabancıların" geldiği ülkelerde "eğitim, sağlık, güvenlik" ücretsizdir. Oralarda "sosyal devlet" olmanın hükümleri geçerlidir ve sosyal devletin var olduğu bir ülkede yurttaş olmanın bilinci hakimdir toplumsal alanda. Sizin ülkenizde ise yaşama hakkınız bile size satılmaktadır. Doğmamış çocuğun geleceği ipotek altındadır. Her Türk çocuğunun 8-10 bin dolar borçla doğduğu bu ülkede yurttaşlık bilinciniz yoktur. Yurttaşlık Dersleri sınıfta kalmıştır... Birey olma bilinciniz yoktur. Bizim ülkede ergenlik sınırı 60 yaştır dersek yalan olmaz, ama o ülkelerde ana karnındaki cenin birey olmanın tüm haklarından yararlanmaktadır. O ülkelerde "rahip-hatip" okulları dayatılmaz 10 yaşındaki çocuğa. İsa'nın hayatı, Meryem'in kocası ve bir dizi teoloji zırvalıkları değil, felsefenin aydınlığı karşılar çocukları o yaşlarda o ülkelerde...

Bu ülkede doğan bir çocuğun Gürcistan'da doğan bir çocukla eşit koşullara sahip olduğunu söyleyemezsiniz. Ermenistan karşılaştırmasını Erşan GÖKERMAN koymuş oraya. Dikkatli okuyun. Tek açıdan değil, tüm yönleriyle okuyun. Tersten okuyun. Düzden okuyun. Aradan okuyun, yandan okuyun.

Haa baştan beri soruyorsunuz belki: Gelen yabancılar, bilgi getiriyor, teknik getiriyor, bunlara verilen para yabana gitmiş sayılmaz ki?
Ben diyorum ki, onların getirdiği bilgiyi tekniği alabilecek kafa yetiştirmiyorsunuz siz! Bizim koşullarımızda yetişen çocuklar Pavlov'un şartlı refleksini anlatan köpekler gibidir. Çünkü bizim ülkemizde "ağaç yaşken eğilir", oysa o ülkelerde ağaç yaşken doğrulur!

"Küresellşeme" ideologlarının "tam bağımsızlık" kavramına karşı dayattığı "Bağımlılık" teorileri doğrultusunda yabancı sermaye ülkemizde rahatça dolaşmaktadır. Küreselleşmenin getirdiği "özgürlükler ve girişimler" sermaye çevrelerine ait özgürlükler ve girişimlerdir. Türkiye'de dolaşan yabancı sermaye ile Türkiye dışında dolaşan Türk sermayesi aynı haklara sahip değildir. Çünkü aynı güce de sahip değillerdir! Biz yabancı sermayenin boyunduruğu altında ülkemizi ileriye götürecek tüm girişimlerden mahrum edilmiş vaziyette TÜKETİCİ bir toplum haline geldik. Bu koşullarda alt yapı ve yatırım yapma olanağımız yoktur.

"Tam Bağımsızlık" artık ölmüş bir düşünce değildir. Ülkelerin birbirlerine olan muhtaçlığı çerçevesinde işbirliği yapmaları, bağımsızlık fikriyatını öldürmez, aksine güçlendirir. Çünkü bir ülkenin bir başka ülke ile yardımlaşabilmesinin koşulu, kendi öz gücü ile ayakları üstünde durabiliyor olmasından geçer. Nasıl ki iki insan arkadaş olabilmek için üç aşağı beş yukarı denk olması gerekiyorsa, ülkeler de böyledir. Bu yüzden tüm sorunlarımızın çözümü, öncelikle her alanda tam bağımsız davranabilmekten geçer. Evrensel ölçülerde söz sahibi olabilmeniz için, yerel ölçekli işlerinizde kendinize yetebiliyor olmanız gerekir. Uluslararası arenaya çıkarken, bu arenada ben de varım diyebilmeniz için, gerçekten kendi sınırlarınız içinde bağımsız olarak VAR olabilmeniz gerekir. Nar Taneleri gibi tıpkı... Hem kendi başına hem de bir arada!...

Türk Satrancı öncelikle kendi ülkesinde var olmak zorundaydı.
Kendi çöplüğünde ötemeyen horozun başka çöplüklerde yaşama hakkının bile olmayacağı aşikardı ve bu nedenle Türk satrancının son yılları kayıp yılardır. Federasyonun gelirleri doğru bir perspektif ile, doğru yerlerde harcanmamıştır. Peki doğru bir perpektifi ile doğru davranışı nasıl mı yakalayacağız?

Önce kendimiz ol'acağız! Herkes bulunduğu yerden kendisini ve çevresini, bulunduğu yerin yerel dinamiklerini, kendinin ve o yerin gereksinimleri doğrultusunda bir araya getirecek. Bunların bireşiminden ülkesel planda yapılması gerekenleri ortaya koyacağız. Yani işe kendi beynimizden başlayacağız!

"Satranç alanında hiç değilse gelen yabancıların kalitesi iyidir." diyorsunuz...

Bu koşullarda milli takımın başına Gari Kasparov'u getirseniz bile kar etmez! Çünkü onu verdiklerini alacak beyinleri yetiştirecek maddi ortamdan yoksun durumdasınız. Sizin maddi koşullarınız (tesisleriniz, antrenörleriniz, örgütlenmeniz ve yönetim anlayışınız) kendi koşullarınızda ejderha olsa da, uluslararası ölçekte ancak şapşal yetiştirir!

"Gari Kasparov'u getirseniz bile kar etmez" dedim, ama bu getiriş ve götürüşlerden kesinlikle kar edenler olur, o da asla bu ülkenin çocukları olmayacaktır!

"Getirdiklerinizi götürün" ve "Hesap sorulacak güne merhaba" diyerek ayrılayım...
Cevapla


Bu Konudaki Yorumlar
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: firatsalepci - 16-09-2012, 23:16
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Ateş Ülker - 17-09-2012, 01:36
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: avni katipoğlu - 17-09-2012, 02:53
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Hüseyin AKTAŞ - 17-09-2012, 07:42
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Günay Özgür - 17-09-2012, 09:52
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Ateş Ülker - 17-09-2012, 12:31
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: firatsalepci - 17-09-2012, 23:45
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: firatsalepci - 17-09-2012, 23:51
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Hüseyin AKTAŞ - 18-09-2012, 10:42
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Ateş Ülker - 18-09-2012, 11:25
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Hüseyin AKTAŞ - 18-09-2012, 11:36
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Günay Özgür - 18-09-2012, 13:08
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Hakan Aktaş - 21-09-2012, 12:33
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Oktay ERTAN - 22-09-2012, 23:49
Spor ve Satranç üzerine - Yazar: avni katipoğlu - 23-09-2012, 00:06
Antrenör Atamaları... - Yazar: avni katipoğlu - 23-09-2012, 00:20
Antrenörlerimiz. - Yazar: avni katipoğlu - 23-09-2012, 00:29
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Oktay ERTAN - 23-09-2012, 14:14
Antrenör - Yazar: avni katipoğlu - 24-09-2012, 09:44
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: denizci - 24-09-2012, 17:50
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Oktay ERTAN - 25-09-2012, 16:12



Konuyu Okuyanlar: 8 Ziyaretçi