21-10-2012, 18:59
Feti Bey,
Her şeyden önce yaklaşımınızın, delege iradesinin özgür olmadığının yeni bir kanıtı daha olduğunu söylemeliyim. Ya da delegenin olayları kendi beyni ile değerlendiremeyeceğini "öngören" bir yaklaşım. Bu konuda haksız da değilsiniz dersem yine kendimle çelişmiş olur muyum bilemem ama "nesnel" (objektif) durum ile çelişmiş olacağımı sanmıyorum.
Ben gördüğüm tablodan karamsarlık çıkarmış olabilirim. Bu benim değerlendirmem. Bu değerlendirmeye göre, kazanmasını istediğim; kazanmasının Türk satrancı adına daha verimli sonuçlar üreteceğini öngördüğüm Cengiz Keleş'in kaybedeceğini öngörmem, içinde bulunduğumuz koşullarda sonucun böyle çıkacağını öngörmem, çok haksız değildi. Karamsar olabilirim, kabul, ama bu mevcut yönetim lehine "beyin yıkama" olarak değerlendirilmemeliydi. Buna içerlediğimi söylemeliyim. Hiç sorgulamadan ilk tepkilerimi de içimden geldiği gibi verdiğim için de beni hoş görün.
Belki sizin oynadığınız rolü de oynamak ve delegenin sizin gibi bir karşı çıkışını arzu etmiş olamaz mıyım?
Aslında tepkinize sevindiğimi de söylemeliyim ama bir de beni adını anmak istemediğim insanlara suç ortağı etmeseydiniz daha iyi olacaktı...
Ben niye karamsarım?
Belki bu soruyu yanıtlamalıyım...
Kaç seçime tanık oldum ve bunlardan birisinde bana söylenen en ilginç anekdot şudur:
- Hocam, gönlüm sizden yana, sizin kazanmanızı istiyorum, ama bu adamlar bize şu kadar malzeme, şu kadar "makarna", şu kadar oyuncu veriyor, siz ne vereceksiniz hocam?
Yukarıdaki cümleyi kuran delegeden ne beklersin? Oysa kendisine demokratik bir yönetimi vaad edenleri desteklemiş olsa, federasyonun olanaklarının adaletlice paylaşımı sağlanmış olsa, kendisine birilerinin verdiği "makarna-bulgur" miktarından çok daha fazlasına kavuşacağını bilemeyen bu delegasyon karşısında, karamsar olmayıp da, nasıl umutlu olabilirim ki?
Yani şairin dediği gibi be Fethi bey; "Kirvem hallarımı aynen böyle yaz/ rivayet sanılır belki/ Gül memeler değil/ dom dom kurşunu/ paramparça ağzımdaki"...
Bir diğer konu; elinde bu yönetimi çoktan değiştirecek güce sahip olan insanların, elindeki bu gücü kullanmıyor oluşudur. Ben 2008 seçimlerinden sonra bir miktar gezdim, tozdum. Çaba sarf ettim. Bu durum aynen gerçektir, bunu gördüm.
Bir diğer konu; muhalefet içerisinde yer alan kimi unsurların muhalefet etme nedeninin, kendisine düşen "payın azlığı" oluşudur. Bunu da gördüm ki bunların bir kısmı şu an yönetimin yanında yer almaktadır. Yani senin benim gibi temiz bir yönetim istediğinden değil, "ben niye daha çok kirlenmiyorum?" derdinde adam!
Bir diğer konu; seçim süreçlerinde bizimle birlikte hareket edeceğini söyleyerek, seçim günü kapalı kapılar ardında saf değiştirenler... Mali Genel Kurula gelmesi gereken delege arkadaşların gelmeyişi, gelenlerin içerisinde sözünü tutmayanlar...
Bir diğer konu ise, daha önceki eleştiri konularımdan biri olan; Fide kongrelerinde gereksiz harcamalar(?) konusunda "Hükümet kontenjanından" gelen delegelerin, yönetim yanında yer almış olması idi. Bu noktada daha önce ulusal çıkarlar söz konusu olduğundan ve maddi olarak güçsüz kaldığımdan konunun üstüne tam anlamıyla gidemedim. Ancak o günlerden anımsarsanız, saklanamaz ve aklanamaz harcamaları itiraf etmek zorunda kaldılar ve bunu yönetim kurulu faaliyet raporuna yazdılar, bu harcamaların bakanlığın bilgisi dahilinde olduğunu beyan ettiler. Bu benim çabalarımla gerçekleşen bir itiraftı ve o noktadan da yönetim ibra edilmemiştir. Ancak bu noktada bakanların üzerine gidilemeyeceği için(?) "hükümetin desteği" bu yönetimin aklanması yönünde oldu...
Ancak şimdi durum değişiyor. Göstermelik dahi olsa, Kenan Evren'in bile sorgulanmaya-yargılanmaya başladığı bir ülkede, bu süreci de sorgulayacak insanlar çıkacaktır. Ben Kenan Evren davasında müdahil olan bir insanım. 32 yıldır bırakmadıysam bundan sonra da bırakmayacağım...
Bu olaya da bir kaç seçim dönemi açısından bakmıyorum. Bir ülke meselesi olarak bakıyorum ve ülkemi ilgilendiren her konuda müdahil olduğumu bir kez daha buradan bildiriyorum ki, bu işin hesabı burada bitmez!
Burada şunu da anmalıyım ki; Mali Genel Kurul'dan sonra Hukuk Savaşımını bırakmayan tek kişi Kuvay Sanlı oldu ve Kuvay Sanlı bu savaşımında yalnız kaldı. Peki bu sorun yalnızca Kuvay'ın sorunu muydu? Neredeydi bu seçimi kazanacak delegeler?
Bir kişi parmak kaldırsa ya?
Varsa özür dilemeliyim. Ancak benim Kuvay ile görüşmelerimde, Hukuk cephesinde kendisinden başka kimsenin olmadığı görülüyordu...
İşte bu nedenlerle o karamsar satırları yazdığımda gerçekten karamsardım. Ancak dün aldığım bazı haberlere göre "büyüklerin" bu yönetime desteğinin kesildiğini de duydum. Şimdi her şeyi delegenin belirleyeceği bir sürece giriyoruz ve delegeye hiç kimsenin "makarna-bulgur ve aşçı-garson" sözü verebileceğini sanmıyorum. Veriyorsa yalan söylüyor demektir.
Kaldı ki delegenin bunlardan bağımsız bir iradesi olması gerektiğini söylüyorum. Ama bir oyu için kişisel ya da kulüpsel çıkarları yönünde, bir bütün olarak ülke çıkarlarını hiçe sayanların, bağımsız bir iradeye sahip olduklarını kim söyleyebilir?
İşte karamsarlığımın nedenleri bunlardı. Hiç kimse kibarlık oyunu oynamasın. Çıksın ortaya, insanca, özgürce konuşsun! Yok mu yani bir tane vicdan azabı çeken? Yediği içtiği onun olsun, vicdanı huzursuz bir kişi yok mu? Ben mi sayayım adını sanını?... Herkes kendi arasında konuşurken, yüz yüze iken her şeyi söylüyor da, burada niye konuşulmuyor?
Neyse...
Muzaffer bey,
Siz de kusura bakmayın. Sizi tanımıyorum ama ben gördüğünüz gibi dümdüz bir insanım. Beynimin içindeki kıvrımlara güvensem de, adımlarımda kıvrım yoktur. Umarım bir dahaki karşılaşmamızda önce bir peşrev çekersiniz de, sizinle nasıl güreşeceğimize bir karar veririz... Kalbinizi kırdıysam özür dilerim...
Hoşca kalın...
Her şeyden önce yaklaşımınızın, delege iradesinin özgür olmadığının yeni bir kanıtı daha olduğunu söylemeliyim. Ya da delegenin olayları kendi beyni ile değerlendiremeyeceğini "öngören" bir yaklaşım. Bu konuda haksız da değilsiniz dersem yine kendimle çelişmiş olur muyum bilemem ama "nesnel" (objektif) durum ile çelişmiş olacağımı sanmıyorum.
Ben gördüğüm tablodan karamsarlık çıkarmış olabilirim. Bu benim değerlendirmem. Bu değerlendirmeye göre, kazanmasını istediğim; kazanmasının Türk satrancı adına daha verimli sonuçlar üreteceğini öngördüğüm Cengiz Keleş'in kaybedeceğini öngörmem, içinde bulunduğumuz koşullarda sonucun böyle çıkacağını öngörmem, çok haksız değildi. Karamsar olabilirim, kabul, ama bu mevcut yönetim lehine "beyin yıkama" olarak değerlendirilmemeliydi. Buna içerlediğimi söylemeliyim. Hiç sorgulamadan ilk tepkilerimi de içimden geldiği gibi verdiğim için de beni hoş görün.
Belki sizin oynadığınız rolü de oynamak ve delegenin sizin gibi bir karşı çıkışını arzu etmiş olamaz mıyım?
Aslında tepkinize sevindiğimi de söylemeliyim ama bir de beni adını anmak istemediğim insanlara suç ortağı etmeseydiniz daha iyi olacaktı...
Ben niye karamsarım?
Belki bu soruyu yanıtlamalıyım...
Kaç seçime tanık oldum ve bunlardan birisinde bana söylenen en ilginç anekdot şudur:
- Hocam, gönlüm sizden yana, sizin kazanmanızı istiyorum, ama bu adamlar bize şu kadar malzeme, şu kadar "makarna", şu kadar oyuncu veriyor, siz ne vereceksiniz hocam?
Yukarıdaki cümleyi kuran delegeden ne beklersin? Oysa kendisine demokratik bir yönetimi vaad edenleri desteklemiş olsa, federasyonun olanaklarının adaletlice paylaşımı sağlanmış olsa, kendisine birilerinin verdiği "makarna-bulgur" miktarından çok daha fazlasına kavuşacağını bilemeyen bu delegasyon karşısında, karamsar olmayıp da, nasıl umutlu olabilirim ki?
Yani şairin dediği gibi be Fethi bey; "Kirvem hallarımı aynen böyle yaz/ rivayet sanılır belki/ Gül memeler değil/ dom dom kurşunu/ paramparça ağzımdaki"...
Bir diğer konu; elinde bu yönetimi çoktan değiştirecek güce sahip olan insanların, elindeki bu gücü kullanmıyor oluşudur. Ben 2008 seçimlerinden sonra bir miktar gezdim, tozdum. Çaba sarf ettim. Bu durum aynen gerçektir, bunu gördüm.
Bir diğer konu; muhalefet içerisinde yer alan kimi unsurların muhalefet etme nedeninin, kendisine düşen "payın azlığı" oluşudur. Bunu da gördüm ki bunların bir kısmı şu an yönetimin yanında yer almaktadır. Yani senin benim gibi temiz bir yönetim istediğinden değil, "ben niye daha çok kirlenmiyorum?" derdinde adam!
Bir diğer konu; seçim süreçlerinde bizimle birlikte hareket edeceğini söyleyerek, seçim günü kapalı kapılar ardında saf değiştirenler... Mali Genel Kurula gelmesi gereken delege arkadaşların gelmeyişi, gelenlerin içerisinde sözünü tutmayanlar...
Bir diğer konu ise, daha önceki eleştiri konularımdan biri olan; Fide kongrelerinde gereksiz harcamalar(?) konusunda "Hükümet kontenjanından" gelen delegelerin, yönetim yanında yer almış olması idi. Bu noktada daha önce ulusal çıkarlar söz konusu olduğundan ve maddi olarak güçsüz kaldığımdan konunun üstüne tam anlamıyla gidemedim. Ancak o günlerden anımsarsanız, saklanamaz ve aklanamaz harcamaları itiraf etmek zorunda kaldılar ve bunu yönetim kurulu faaliyet raporuna yazdılar, bu harcamaların bakanlığın bilgisi dahilinde olduğunu beyan ettiler. Bu benim çabalarımla gerçekleşen bir itiraftı ve o noktadan da yönetim ibra edilmemiştir. Ancak bu noktada bakanların üzerine gidilemeyeceği için(?) "hükümetin desteği" bu yönetimin aklanması yönünde oldu...
Ancak şimdi durum değişiyor. Göstermelik dahi olsa, Kenan Evren'in bile sorgulanmaya-yargılanmaya başladığı bir ülkede, bu süreci de sorgulayacak insanlar çıkacaktır. Ben Kenan Evren davasında müdahil olan bir insanım. 32 yıldır bırakmadıysam bundan sonra da bırakmayacağım...
Bu olaya da bir kaç seçim dönemi açısından bakmıyorum. Bir ülke meselesi olarak bakıyorum ve ülkemi ilgilendiren her konuda müdahil olduğumu bir kez daha buradan bildiriyorum ki, bu işin hesabı burada bitmez!
Burada şunu da anmalıyım ki; Mali Genel Kurul'dan sonra Hukuk Savaşımını bırakmayan tek kişi Kuvay Sanlı oldu ve Kuvay Sanlı bu savaşımında yalnız kaldı. Peki bu sorun yalnızca Kuvay'ın sorunu muydu? Neredeydi bu seçimi kazanacak delegeler?
Bir kişi parmak kaldırsa ya?
Varsa özür dilemeliyim. Ancak benim Kuvay ile görüşmelerimde, Hukuk cephesinde kendisinden başka kimsenin olmadığı görülüyordu...
İşte bu nedenlerle o karamsar satırları yazdığımda gerçekten karamsardım. Ancak dün aldığım bazı haberlere göre "büyüklerin" bu yönetime desteğinin kesildiğini de duydum. Şimdi her şeyi delegenin belirleyeceği bir sürece giriyoruz ve delegeye hiç kimsenin "makarna-bulgur ve aşçı-garson" sözü verebileceğini sanmıyorum. Veriyorsa yalan söylüyor demektir.
Kaldı ki delegenin bunlardan bağımsız bir iradesi olması gerektiğini söylüyorum. Ama bir oyu için kişisel ya da kulüpsel çıkarları yönünde, bir bütün olarak ülke çıkarlarını hiçe sayanların, bağımsız bir iradeye sahip olduklarını kim söyleyebilir?
İşte karamsarlığımın nedenleri bunlardı. Hiç kimse kibarlık oyunu oynamasın. Çıksın ortaya, insanca, özgürce konuşsun! Yok mu yani bir tane vicdan azabı çeken? Yediği içtiği onun olsun, vicdanı huzursuz bir kişi yok mu? Ben mi sayayım adını sanını?... Herkes kendi arasında konuşurken, yüz yüze iken her şeyi söylüyor da, burada niye konuşulmuyor?
Neyse...
Muzaffer bey,
Siz de kusura bakmayın. Sizi tanımıyorum ama ben gördüğünüz gibi dümdüz bir insanım. Beynimin içindeki kıvrımlara güvensem de, adımlarımda kıvrım yoktur. Umarım bir dahaki karşılaşmamızda önce bir peşrev çekersiniz de, sizinle nasıl güreşeceğimize bir karar veririz... Kalbinizi kırdıysam özür dilerim...
Hoşca kalın...