25-12-2012, 14:21
Sn. Halil ÖZMEN,
Foruma şu ana kadar okumuş olduğum en önemli konuyu taşımışsınız. Tabi bunu ben bir eğitimci gözüyle bakarak söylüyorum.
Size gerçekten teşekkür ederim.
Konuyla ilgili birçok ilgili kişi, görüş, gözlem, tespit ve önerilerini aktaracaktır. Ben tamamen doğru olan gözlem ve tespitlerinize çeşitli açılardan (kimi zaman bir veli, antrenör, kursiyer, eğitici, antrenör eğiticisi, öğretmen, yönetici vb…) bakarak ve bizzat içinde olan biri olarak yaklaşmak isterim. Bu saydıklarımın her birinde belli bir süreç yaşadım.
Söyleyeceklerim konunun önemiyle orantılı olarak, gözlem, tespit, sebep sonuç ilişkilerini içerdiğinden biraz uzun gibidir. Onun için, SIKILMADAN OKUYACAĞINIZI UMARIM.
Çünkü çok önemli bir kitleyi taşımışsınız gündeme!
Önce tespitlerinizi kısaca maddeler halinde sunmak isterim;
1-Küçüklerin gelişmeden kazanma istek ve girişimleri,
2-Okullardaki öğretmenlerin düzeyi, onların, çocuklara belli bir çaba sarf etmeden maç kazanmaya yönlendirmesi,
3-Satranççı olmayan öğretmenlerin çoğunluğu ve satrancın geleceği,
4-“Okullarda satranç öğreten öğretmenleri” yetiştiren TSF eğiticilerinin yeterli eğitimi öğretmenlere verememiş olması.
5- Ve bir dileğiniz, bu durumun düzeltilmesi.
***
İnanın her bir madde aslında bir konferans hatta belki de bir şura konusu.
Evet, ortaya koyduğunuz tablo aynen böyle gözükebilir. Bu durum da en çok yarışmalara yansır, insanlar hemen bir yargılama sürecine girerler doğal olarak. Belli kararlar alırlar.
Ama ülkemizin eğitim sistemine baktığınız zaman bazı gerçeklerin, ideal uygulamalara geçit vermediğini görürsünüz. Buna rağmen bazı, kararlı ve ısrarlı eğitim alanlarında derslerin verilmeye çalışıldığı bir gerçektir. O kadar çok ders değişimi var ki. Daha birisi olgunlaşmaya başlamadan bir kalemde ortadan kaldırılıp, yerine bambaşka bir ders konuveriyor. Hem de alt yapısız, araçsız gereçsiz, öğretmeni yetiştirilmemiş, bambaşka bir ders.
Ne ilgisi var diyebilirsiniz.
Ama biz öğretmenler okullarda bunu yaşadık kimi zaman.Yani satrançta böyle oldu. Yeni dersleri, öğretmeni olmadığı için yakın branşlara vermeye kalktılar. Ben de zamanında trafik eğitimi, sağlık, vatandaşlık gibi derslerde asli branşımın dışında bir zaman harcayıp girmek zorunda kaldım.
Yaşadığımız başka bir sorun ise kendinizi satranç eğitimi vermeye hazır hissettiğiniz zamanlarda da okul yönetiminin karşı çıkması olabiliyor. Haftalık ders programlarında satrancı seçebilecek yönetmelik maddesini görmezliğe gelebiliyorlar ve siz bu konuda tek başınıza kararlı bir duruş sergilemeniz gerekiyor. Çoğu zaman zafer okul yönetiminin oluyor. Çünkü, satranç sınıfı açacak donanıma sahip olmuyorlar. Çözüm yine öğretmene kalıyor.
Ders dışı çalışmaları ise yine yönetmelik ve zihniyet engellerine takılabiliyor..
Bakın şöyle…
Okullarda ders dışı çalışmaların tamamı okulun aylık ders saati toplamının %10’unu geçemiyor.Bu düzenleme yönetmelik gereği. Bu oran günümüzde daha da azaldı sanırım. Yani bir beden eğitimi öğretmeninin yapacağı okul takımları çalışmaları, bir müzik öğretmeninin gitar kursu, bir Türkçe öğretmeninin tiyatro kol çalışması, yada herhangi bir branş öğretmeninin izcilik çalışmaları, okul idaresini kısıtlıyor ve bir seçim yapmak zorunda bırakıyor. Çoğu kez satranç tercih edilebiliyor, ama, hatırı sayılır bir veli gelip, okul yönetimine baskı uygulayıp, satranç yerine halk oyunlarını seçilmesinin önünü açıyor. Tabi yanlış olan halk oyunlarının seçilmesi değil elbette. Ama satranç niye kaldırılıyor.
Sebep, yukarıdaki ders oranları. Öğretmen bu sefer sınır aşıldığından ders dışı çalışmayı yapamıyor, ücret alamıyor. Devlet ödemiyor.
Ders programlarında satranç dersine yer veren okullarımız, tüm okullarımızın ancak % 10-15 ‘i kadardır. Bu rakamı SATRANÇ DERSİ OLARAK SÖYLEDİM, SATRANÇ DERS DIŞI ÇALIŞMASI OLARAK DEĞİL… Aslında çok da söylemiş olabilirim. Önceki dönemlerden yaptığımız anket sonuçlarından hatırlıyorum.
Buraya kadar özetlediğim konular okullardaki idari yapı ve okullarımızın satranç dersine bakış açısıyla ilgili. Teftişlerde bile müfettişlerin birçoğunun, satranç dersinin varlığından rahatsız olduklarına bizzat şahit oldum. Bu insanları ikna etmek hiç kolay olmuyor. Dogmatik düşünceye sahip insanlarla tartışamazsınız. En baştan zaten kayıp başlıyorsunuz. Çoğuna karşı zafer kazansanız bile hiçbir zaman kalıcı olmuyor.
AMA ELBETTE SAĞ DUYULU İNSANLARIMIZI BU TESPİTİMDEN AYRI TUTUYORUM !
Gelelim çözüm önerilerine. *** ***
1- Küçüklerin hemen kazanma istekleri son derece doğal ve kendi mantığı içinde de doğru. Çünkü “kazanıyor” ve “ kazananların nasıl mutlu “olduğuna tanık oluyor. Onların dünyasında kahraman olabilmek çok önemli. Öylesine ki kendi kahraman olmasa bile bir başka” kahraman rol modeli” ona yetiyor. Onu örnek alıyor. Ama pek az çocuğumuz kaybı kabullenebilme olgusuna sahip. Bunu uzun sabırlı süreç sonunda kazanacaktır.
Ama sizin bahsettiğiniz, oyunda daha nitelikli düşünebilmeleri ve bu konuda doğru eğitimi alabilmeleri. Bundan 30 yıl önceki bir 8 yaşındaki çocuk ile, zamanımızın 8 yaşındaki çocukları arasındaki farklılıklar da ayrı bir konu. Sanal eğitilip sanal yetişen, mutluluğu sanal dünyada arayan çocuklarımız var. Ne yazık ki ailede vermeye çalıştığımız eğitimin, yakın çevrede birtakım etkileşimler sonucu olumsuz noktalara sürüklenme sürecine çoğumuz tanık olmuşuzdur. Bazen ciddi-ciddi düşünürüm , 8 yaşındaki oğlumun eğitim sürecini.. Aslında o yaşlarda olabilmek, o davranışları gözlemleyebilmek, onların iç seslerini duyabilmek… Bu konularda eğitimli olmak ya da, nitelikli arayış içinde olabilmek…Çocukken kendi işimi kendim yaptığım zaman ya da ortaya sadece kendimin oynayabileceği bir oyuncak yapabilişken aldığım mutluluğu hatırlar hiç unutamam.
Çağımızın çocuğu kendi işini kendi yapmasını bilmiyor. Çünkü bir “tık”lamayla her şeyi halledebileceği olgusuna sahip. Farkında olmadan öyle yetişmelerine tanık oluyor anne ve baba. Önlemleri de yok. Bilgisayarların büyülü dünyasından çocuklarını çekip alamıyorlar. En doğru çözüm olan, sınırlı ve programlı bilgisayar kullanımı için ise tren çoktan kaçmış oluyor.
Okulunda satranç eğitimi verebilmek, eğer satranç haftalık bir dersse eğer, tamamen kendine özgün bir konu olur. Bu durumda sınıf ya da ders öğretmeninin -mutlaka ve mutlaka- satranç eğitimini eğitim fakültesindeki öğrencilik yılarında almış olması en doğru çözümdür.
Çünkü satranç bilenleri eğitmeyecekler, bilakis satrancı hiç bilmeyen 5,6,7 yaş grubu öğrencilere önce satrancı tanıtıp, sevdirecekler (eğer yöneticilerini ikna edebilirlerse) , daha sonra da kendi altyapılarını bir şekilde oluşturup haftada bir ders saati satranç dersi verecekler. Bunun nasıl bir süreç olduğunu yaşamadan anlayabilmek çok eksik olur. Diyelim, başarılı oldular. Asıl süreç de burada başlayacak. 36 HAFTA BOYUNCA OKULLARINDA, SINIFIN KAPASİTELERİ AÇISINDAN ÇOK FARKLILIKLAR İÇEREN, FARKLI KATEGORİLERDEKİ ÖĞRENCİ GRUPLARINA YÖNELİK EĞİTİM VERECEKLER. Aralarında belki de “kaynaştırma eğitimi” ne almak zorunda oldukları öğrencileri olacak. Öğretmenlerimiz zaten bu eğitimleri sınıflarında veriyorlar. Ama satranç eğitimi çok farklıdır. Bazı öğrenciler hiç almak istemeyecekler bile. Sınıftaki en gerideki öğrenciye göre öğretmen belki programı yürütebilecek. Bütün bunları aşabilmek mümkün olabilir.
ANCAK BU KONUDA DEVLETİN DÜZENLEME YAPMASI GEREKİR.
Biz de bireyler ve toplum olarak alt yapının oluşmasında görev almalıyız. Alt yapının hazırlanmasında ve üst yapının oluşmasında. Toplum olarak, birey olarak talepte bulunmadan önce görevlerimizin bilincinde olmak çok önemli.
Bunları şahsınız için söylemiyorum elbette.
BU KONU T.S.F. EĞİTİM KURURLUNUN YENİ DÖNEMDE EN ÖNCELİKLİ GÖREVİDİR.
Bunu size buradan açıklayabilirim !
***
2 ve 3.- Bu gözlemlerinizi ortak maddede paylaşmak isterim.
Okullarımızda öğretmenlerin satranç düzeyi yetersiz olabilir. Bunun da birçok sebebi var. En belli başlı ve popüler olanı TSF kursları, yani 1.Kademe Antrenör Kursları.
Bu konu çok tartışma konusu oldu zamanla. Yetersizliklerden söz edildi. Öğretmenin yetersizliği, eğiticinin yetersizliği vb. Aslında yetersizlik onlarda değil ki. Bence en önemli etmen, kişilerden çok kişilerin yaptığı düzenlemelerde. . 30 saatlik kurslarla ne bekleyebilirsiniz ki. Satranç yardımcı antrenörlüğü 30 saatlik kursla edinilebilir belki ama, belli bir alt yapının üzerine yapılandırabilirsiniz antrenörlüğü. Satranç 1.Kademe Antrenörlük Kurslarına gelen hiç satranç bilmeyen aday ile belli bir alt yapısı olan aday arasındaki fark olayı ortaya koyar. MEB Hizmet İçi Eğitimlerinde bu süre alan bilgisinin özelliğine göre 80,100,120,150 saatleri bulabiliyor. Ve kurs daha geniş bir sürece nitelikli ve verimli bir biçimde programlanıyor.
Buradaki temel hata bilenlerle bilmeyenleri aynı ortamda eşit kabul edip aynı ölçütlerde kıyaslamaya ve sınava tâbi tutmaktır.Çözüm ise yine aynıdır kanımca.Öğretmenlerin öğrencilik yıllarında bu eğitimi almış olmaları…Kurslara katılan diğer kamu görevlileri ise satranç kulüplerinde yada bireysel çabalarıyla -SATRANCI TEMEL OLARAK ÖĞRENDİKTEN SONRA- antrenörlük eğitimi almalarıdır.
Doğru çözümü ben böyle görüyorum.
Bu durumun düzeltilmesi konusu mevcut yönetimin ve TSF Eğitim Kurulu’nun öncelikli görevlerinden olacaktır.
Sevgi ve saygılarımla…
Foruma şu ana kadar okumuş olduğum en önemli konuyu taşımışsınız. Tabi bunu ben bir eğitimci gözüyle bakarak söylüyorum.
Size gerçekten teşekkür ederim.
Konuyla ilgili birçok ilgili kişi, görüş, gözlem, tespit ve önerilerini aktaracaktır. Ben tamamen doğru olan gözlem ve tespitlerinize çeşitli açılardan (kimi zaman bir veli, antrenör, kursiyer, eğitici, antrenör eğiticisi, öğretmen, yönetici vb…) bakarak ve bizzat içinde olan biri olarak yaklaşmak isterim. Bu saydıklarımın her birinde belli bir süreç yaşadım.
Söyleyeceklerim konunun önemiyle orantılı olarak, gözlem, tespit, sebep sonuç ilişkilerini içerdiğinden biraz uzun gibidir. Onun için, SIKILMADAN OKUYACAĞINIZI UMARIM.
Çünkü çok önemli bir kitleyi taşımışsınız gündeme!
Önce tespitlerinizi kısaca maddeler halinde sunmak isterim;
1-Küçüklerin gelişmeden kazanma istek ve girişimleri,
2-Okullardaki öğretmenlerin düzeyi, onların, çocuklara belli bir çaba sarf etmeden maç kazanmaya yönlendirmesi,
3-Satranççı olmayan öğretmenlerin çoğunluğu ve satrancın geleceği,
4-“Okullarda satranç öğreten öğretmenleri” yetiştiren TSF eğiticilerinin yeterli eğitimi öğretmenlere verememiş olması.
5- Ve bir dileğiniz, bu durumun düzeltilmesi.
***
İnanın her bir madde aslında bir konferans hatta belki de bir şura konusu.
Evet, ortaya koyduğunuz tablo aynen böyle gözükebilir. Bu durum da en çok yarışmalara yansır, insanlar hemen bir yargılama sürecine girerler doğal olarak. Belli kararlar alırlar.
Ama ülkemizin eğitim sistemine baktığınız zaman bazı gerçeklerin, ideal uygulamalara geçit vermediğini görürsünüz. Buna rağmen bazı, kararlı ve ısrarlı eğitim alanlarında derslerin verilmeye çalışıldığı bir gerçektir. O kadar çok ders değişimi var ki. Daha birisi olgunlaşmaya başlamadan bir kalemde ortadan kaldırılıp, yerine bambaşka bir ders konuveriyor. Hem de alt yapısız, araçsız gereçsiz, öğretmeni yetiştirilmemiş, bambaşka bir ders.
Ne ilgisi var diyebilirsiniz.
Ama biz öğretmenler okullarda bunu yaşadık kimi zaman.Yani satrançta böyle oldu. Yeni dersleri, öğretmeni olmadığı için yakın branşlara vermeye kalktılar. Ben de zamanında trafik eğitimi, sağlık, vatandaşlık gibi derslerde asli branşımın dışında bir zaman harcayıp girmek zorunda kaldım.
Yaşadığımız başka bir sorun ise kendinizi satranç eğitimi vermeye hazır hissettiğiniz zamanlarda da okul yönetiminin karşı çıkması olabiliyor. Haftalık ders programlarında satrancı seçebilecek yönetmelik maddesini görmezliğe gelebiliyorlar ve siz bu konuda tek başınıza kararlı bir duruş sergilemeniz gerekiyor. Çoğu zaman zafer okul yönetiminin oluyor. Çünkü, satranç sınıfı açacak donanıma sahip olmuyorlar. Çözüm yine öğretmene kalıyor.
Ders dışı çalışmaları ise yine yönetmelik ve zihniyet engellerine takılabiliyor..
Bakın şöyle…
Okullarda ders dışı çalışmaların tamamı okulun aylık ders saati toplamının %10’unu geçemiyor.Bu düzenleme yönetmelik gereği. Bu oran günümüzde daha da azaldı sanırım. Yani bir beden eğitimi öğretmeninin yapacağı okul takımları çalışmaları, bir müzik öğretmeninin gitar kursu, bir Türkçe öğretmeninin tiyatro kol çalışması, yada herhangi bir branş öğretmeninin izcilik çalışmaları, okul idaresini kısıtlıyor ve bir seçim yapmak zorunda bırakıyor. Çoğu kez satranç tercih edilebiliyor, ama, hatırı sayılır bir veli gelip, okul yönetimine baskı uygulayıp, satranç yerine halk oyunlarını seçilmesinin önünü açıyor. Tabi yanlış olan halk oyunlarının seçilmesi değil elbette. Ama satranç niye kaldırılıyor.
Sebep, yukarıdaki ders oranları. Öğretmen bu sefer sınır aşıldığından ders dışı çalışmayı yapamıyor, ücret alamıyor. Devlet ödemiyor.
Ders programlarında satranç dersine yer veren okullarımız, tüm okullarımızın ancak % 10-15 ‘i kadardır. Bu rakamı SATRANÇ DERSİ OLARAK SÖYLEDİM, SATRANÇ DERS DIŞI ÇALIŞMASI OLARAK DEĞİL… Aslında çok da söylemiş olabilirim. Önceki dönemlerden yaptığımız anket sonuçlarından hatırlıyorum.
Buraya kadar özetlediğim konular okullardaki idari yapı ve okullarımızın satranç dersine bakış açısıyla ilgili. Teftişlerde bile müfettişlerin birçoğunun, satranç dersinin varlığından rahatsız olduklarına bizzat şahit oldum. Bu insanları ikna etmek hiç kolay olmuyor. Dogmatik düşünceye sahip insanlarla tartışamazsınız. En baştan zaten kayıp başlıyorsunuz. Çoğuna karşı zafer kazansanız bile hiçbir zaman kalıcı olmuyor.
AMA ELBETTE SAĞ DUYULU İNSANLARIMIZI BU TESPİTİMDEN AYRI TUTUYORUM !
Gelelim çözüm önerilerine. *** ***
1- Küçüklerin hemen kazanma istekleri son derece doğal ve kendi mantığı içinde de doğru. Çünkü “kazanıyor” ve “ kazananların nasıl mutlu “olduğuna tanık oluyor. Onların dünyasında kahraman olabilmek çok önemli. Öylesine ki kendi kahraman olmasa bile bir başka” kahraman rol modeli” ona yetiyor. Onu örnek alıyor. Ama pek az çocuğumuz kaybı kabullenebilme olgusuna sahip. Bunu uzun sabırlı süreç sonunda kazanacaktır.
Ama sizin bahsettiğiniz, oyunda daha nitelikli düşünebilmeleri ve bu konuda doğru eğitimi alabilmeleri. Bundan 30 yıl önceki bir 8 yaşındaki çocuk ile, zamanımızın 8 yaşındaki çocukları arasındaki farklılıklar da ayrı bir konu. Sanal eğitilip sanal yetişen, mutluluğu sanal dünyada arayan çocuklarımız var. Ne yazık ki ailede vermeye çalıştığımız eğitimin, yakın çevrede birtakım etkileşimler sonucu olumsuz noktalara sürüklenme sürecine çoğumuz tanık olmuşuzdur. Bazen ciddi-ciddi düşünürüm , 8 yaşındaki oğlumun eğitim sürecini.. Aslında o yaşlarda olabilmek, o davranışları gözlemleyebilmek, onların iç seslerini duyabilmek… Bu konularda eğitimli olmak ya da, nitelikli arayış içinde olabilmek…Çocukken kendi işimi kendim yaptığım zaman ya da ortaya sadece kendimin oynayabileceği bir oyuncak yapabilişken aldığım mutluluğu hatırlar hiç unutamam.
Çağımızın çocuğu kendi işini kendi yapmasını bilmiyor. Çünkü bir “tık”lamayla her şeyi halledebileceği olgusuna sahip. Farkında olmadan öyle yetişmelerine tanık oluyor anne ve baba. Önlemleri de yok. Bilgisayarların büyülü dünyasından çocuklarını çekip alamıyorlar. En doğru çözüm olan, sınırlı ve programlı bilgisayar kullanımı için ise tren çoktan kaçmış oluyor.
Okulunda satranç eğitimi verebilmek, eğer satranç haftalık bir dersse eğer, tamamen kendine özgün bir konu olur. Bu durumda sınıf ya da ders öğretmeninin -mutlaka ve mutlaka- satranç eğitimini eğitim fakültesindeki öğrencilik yılarında almış olması en doğru çözümdür.
Çünkü satranç bilenleri eğitmeyecekler, bilakis satrancı hiç bilmeyen 5,6,7 yaş grubu öğrencilere önce satrancı tanıtıp, sevdirecekler (eğer yöneticilerini ikna edebilirlerse) , daha sonra da kendi altyapılarını bir şekilde oluşturup haftada bir ders saati satranç dersi verecekler. Bunun nasıl bir süreç olduğunu yaşamadan anlayabilmek çok eksik olur. Diyelim, başarılı oldular. Asıl süreç de burada başlayacak. 36 HAFTA BOYUNCA OKULLARINDA, SINIFIN KAPASİTELERİ AÇISINDAN ÇOK FARKLILIKLAR İÇEREN, FARKLI KATEGORİLERDEKİ ÖĞRENCİ GRUPLARINA YÖNELİK EĞİTİM VERECEKLER. Aralarında belki de “kaynaştırma eğitimi” ne almak zorunda oldukları öğrencileri olacak. Öğretmenlerimiz zaten bu eğitimleri sınıflarında veriyorlar. Ama satranç eğitimi çok farklıdır. Bazı öğrenciler hiç almak istemeyecekler bile. Sınıftaki en gerideki öğrenciye göre öğretmen belki programı yürütebilecek. Bütün bunları aşabilmek mümkün olabilir.
ANCAK BU KONUDA DEVLETİN DÜZENLEME YAPMASI GEREKİR.
Biz de bireyler ve toplum olarak alt yapının oluşmasında görev almalıyız. Alt yapının hazırlanmasında ve üst yapının oluşmasında. Toplum olarak, birey olarak talepte bulunmadan önce görevlerimizin bilincinde olmak çok önemli.
Bunları şahsınız için söylemiyorum elbette.
BU KONU T.S.F. EĞİTİM KURURLUNUN YENİ DÖNEMDE EN ÖNCELİKLİ GÖREVİDİR.
Bunu size buradan açıklayabilirim !
***
2 ve 3.- Bu gözlemlerinizi ortak maddede paylaşmak isterim.
Okullarımızda öğretmenlerin satranç düzeyi yetersiz olabilir. Bunun da birçok sebebi var. En belli başlı ve popüler olanı TSF kursları, yani 1.Kademe Antrenör Kursları.
Bu konu çok tartışma konusu oldu zamanla. Yetersizliklerden söz edildi. Öğretmenin yetersizliği, eğiticinin yetersizliği vb. Aslında yetersizlik onlarda değil ki. Bence en önemli etmen, kişilerden çok kişilerin yaptığı düzenlemelerde. . 30 saatlik kurslarla ne bekleyebilirsiniz ki. Satranç yardımcı antrenörlüğü 30 saatlik kursla edinilebilir belki ama, belli bir alt yapının üzerine yapılandırabilirsiniz antrenörlüğü. Satranç 1.Kademe Antrenörlük Kurslarına gelen hiç satranç bilmeyen aday ile belli bir alt yapısı olan aday arasındaki fark olayı ortaya koyar. MEB Hizmet İçi Eğitimlerinde bu süre alan bilgisinin özelliğine göre 80,100,120,150 saatleri bulabiliyor. Ve kurs daha geniş bir sürece nitelikli ve verimli bir biçimde programlanıyor.
Buradaki temel hata bilenlerle bilmeyenleri aynı ortamda eşit kabul edip aynı ölçütlerde kıyaslamaya ve sınava tâbi tutmaktır.Çözüm ise yine aynıdır kanımca.Öğretmenlerin öğrencilik yıllarında bu eğitimi almış olmaları…Kurslara katılan diğer kamu görevlileri ise satranç kulüplerinde yada bireysel çabalarıyla -SATRANCI TEMEL OLARAK ÖĞRENDİKTEN SONRA- antrenörlük eğitimi almalarıdır.
Doğru çözümü ben böyle görüyorum.
Bu durumun düzeltilmesi konusu mevcut yönetimin ve TSF Eğitim Kurulu’nun öncelikli görevlerinden olacaktır.
Sevgi ve saygılarımla…
- MATRANÇ -