10-06-2014, 18:42
Bu başlıkta yazan kimsenin satranca hizmet veren, hakem, organizatör, yönetici vs için küçük gören ya da üstten bakan bir tavır içerisinde olduğunu sanmıyorum. Tartışmanın çıkış noktasını biraz kaçırmaya başladık. Asıl sorun 'kimin satranç emekçisi olduğu' değil, satranççıların, haksızlığa uğradıkları zaman haklarını talep etmeleri ya da bunun hesabını sormaya kalkmaları durumunda, 'canım biz de o kadar emek harcıyoruz, bunları görmeden neden hep eleştiriyorsunuz?' yaklaşımı olsa gerek.
Aynı şekilde aslında yan kollardan satranca katkıda bulunanların haklarını savunanlar da, satranççının bu işin merkezinde olduğunda hemfikir.
Burada önce 'satranççı' kimdir? sorusunun cevabını bulmak gerekiyor. Bundan 20 yıl önce bu soruya yanıt bulmak şüphesiz daha kolaydı. Aradan geçen zamanda satranç tabana ve okullara yayıldı. Elo ve Ukd sistemlerinin alt limitleri oldukça geriye çekildi. Lisans alma ve turnuvalara katılabilme yaşı 5-6 ya indi. Bunun sonucunda aslında kağıt üzerinde 'satranççı' kabul edilecek sayı yüzbinlerle ifade edilmeye başlandı.
Elbette bu sadece ülkemizin yaşadığı bir değişim de değil ancak yine de sporcu olmakla spor yapmak arasındaki farkı iyi ortaya koymak gerekiyor.
Uzun yıllardır okullarda satranç eğitmeni olarak çalışıyorum. Özel olarak satrançla ilgilenmeyen ama okuldaki çalışmalarda dikkat çeken öğrenciler 2.-3. sınıfta turnuvalara katılmaya başlıyorlar. Bu öğrenciler genellikle ilk katıldıkları turnuvada 1000-1200 arası bir rating puanına ulaşıyorlar. Bu seviyede yapılan eylemin sportif faaliyet değil de spor olduğuna ve dolayısıyla bu çocukların 'satranç sporcusu' olduğuna TSF değil Anayasa Mahkemesi bile bana ceza verse katılmam olanaksız.
Elbette kalbinin yerini doğru gösteren bir çocuğun kalp cerrahı, dört işlemi yapabilen bir diğerinin mühendis kabul edilemeyeceği gibi, taşların hareketini yapabilen bir çocuk 'satranç sporcusu' kabul edilemez.
Temelinde bir sporu yapmanın en önemli şartı düzenli antrenman ve gerçekten güç gerektiren yarışmalara katılmaktır. Bunlardan biri bile eksik olsa 'sporcu' tanımı tam karşılığını bulmaz. Satrançla ilgili değerlendirme kıstaslarımızdan biri de ELO puanı olabilir. 20 yıl öncesine kadar alt baremin 2200, 15 yıl öncesine kadar 2000 olduğu bir sporda 1000-1200 elolardan bahsetmek gerçekçi gelmiyor. ELO'ya alınma kriterini yerine getirmeyen turnuvaların UKD hesaplamalarına alınması ise ayrı bir tartışma konusu. Temelde benim düşüncem bir müsabaka, FIDE kriterlerine göre değerlendirmeye alınmayacak zaman temposunda oynanıyorsa, o turnuvanın UKD hesaplamalarına dahil edilmesi bir çok yanlışa neden oluyor. Ben kendimi de şu aşamada aktif bir satranç sporcusu olarak görmüyorum. Uzun süredir turnuva oynamamış olmam, düzenli antrenman yapmıyor olmam bu tespit için yeterli.
Satranççı tanımını bu kadar geniş tuttuğumuz için çizgileri de net bir biçimde belirleyemiyoruz. Aslında Gökhan Demir'in bence yanlış anlaşılan örneğinde de bu duruma dikkat çekiliyor. Yeryüzünde hiç bir insanın emeği bir diğerinden daha değerli değildir. Bir şirket genel müdür olmadan aylarca işini yapabilir belki ama şirketin temizlik işlerini yürüten ekip olmasa 3 gün içinde o iş yeri çalışılmaz hale gelebilir. Ne var ki bir işi yapmaya uygun 1-2 kişi bulunurken bir diğeri için yüzlerce alternatifiniz olabilir.Neticesinde Gökhan'ın yazdığı ve bir çok durum değerlendirmesi içeren 3 yazıdan geriye 'Camiiye ayakkabıyla girdiler' tarzı bir tepki kaldı.
Burada kimin iş gücü daha değerli, kim daha vazgeçilmez sorusuna yanıt aramak yerine sorunlar ve çözümlerine yoğunlaşmak daha önemli.
Sabri Koçak'ın 'Bir hakem iki günde hakem oluyor para kazanıyor, oyuncu yıllarını veriyor bir şey almıyor karşılaştırması elmalarla ile armutları toplamaktır' sözlerine katılıyorum. Bu iki işin karşılaştırılmasına hiç gerek yok ama bu nedenle, bir satranç turnuvasında yaşanan sorunlar karşısında, 'ne kadar emek harcandığıyla' ilgili savunmaya geçilmesine de aynı şekilde ihtiyaç duyulmamalı.
Aşkın Bey, samimiyetle ifade ediyorum ve bunu sizi yargılamak adına söylemiyorum ama son bir yılda bu forumda yapılan tartışmaların ana ekseni, bir grup kişinin TSF uygulamaları ile ilgili getirdiği eleştiriler karşısında, sizin, bir bölümüne hak vermekle birlikte iyi niyet ve emek temelli savunmalarınız üzerinden gelişti. Belki siz bunun farkında değilsiniz ama bu yaklaşım ben ve benim gibi düşünen kişiler için büyük bir hayal kırıklığı. Hayat bana tersini defalarca kanıtlamış olsa da, önceden olumsuz bir izlenimim olmayan kimsenin iyi niyetini ve emeğini peşinen sorgulamadım ancak herkesin kendi işiyle ilgili sorumluluğu sonuna kadar alması gerektiğine inandım.
Aslında bir satranç sporcusu, uğradığı ya da uğradığını zannettiği haksızlıklar karşısında iyi niyet ve emek temelli bahaneler yerine çözüm istiyor. Kişilerin sürekli olarak kendi emeğinden ve iyi niyetinden bahsetmesi de sonunda bıktırıcı bir etki yaratabiliyor.
Ülkemiz açısından bu durumun satranç özelinde olmadığının da hakkını vermek gerekir. 2014 yılında bir maden kazasında 301 kişiyi kaybettik ama tek bir siyasi veya işletme görevlisi bu sorumluluğun bir kısmını bile üzerine almak istemedi. Bunun sonucunda bakanın gömleği, işletmenin kusursuzluğu, bürokratların uyumaması gibi savunmalar toplum üzerinde patlamaya yol açıyor.
Üstünkörü hazırlanmış tüzükler, uygun şartlarda yapılmayan turnuvalar, niceliğin niteliğin önünde tutulması gibi uygulamalar ister istemez satranç açısından da benzer bir durum yaratıyor.
İşini iyi yapan bir hakem, TSF görevlisi, il temsilcisi yönetici vs.. sonuna kadar takdiri ve şükranlarımızı hak etmektedir. Bu kişilerin görevlerini daha rahat ve iyi şartlarda yapmasının imkanları sonuna kadar zorlanmalıdır. ama elbette TSF'nin temel görevi yurt çapında satranç sporunun yapılası için uygun şartları sağlamak ve bu sporu yapanlara en iyi hizmeti vermektir.
Bu sayfalarda bir turnuva önerisi geldiğinde ilk aklımıza gelecek şey turnuvaya kaç hakem verileceği, bu hakemlerin şartlarının ne olacağı, gözlemcinin nerede kalacağı vs. olmamalıdır.
Kimimiz için üst düzey satranççıların daha çok sorunu olabilir, kimimiz içinse orta düzeyin. Sonunda satranç oyuncularının keyfinin yerinde olmadığı, ülkemizde yapılan turnuva sayısının ve yapılanların da şartlarının yeterli olmadığı ortada. Açıkçası mevcut yönetimin de bu sorunlara derman olabilecek bir donanıma ve hatta bu sorunlar karşısında duyarlı olduğuna da inanmıyorum.
Gerek konuşma ve köşe yazılarında, gerek bu sayfalarda ve ikili sohbetlerde çok kısa süre içinde büyük işler yapılacağı, bimnemkaçıncı ayın 15'inde, 25'inde büyük bombalar patlayacağı söylendi durdu. Sonuç; ortada turnuva yok, ödül yok, satranç oynamaya uygun şartlar yok ama benim hesaplamalarımla nereden baksanız 200-250 bin lira masraf yapılarak 100 kişilik kafileyle gidilen yurtdışı göz boyama çocuk turnuvaları var. O yüzden turnuvalara nasıl, kaynak, sponsor bulunur vs diye tartışmak bile bana zul geliyor..
Aynı şekilde aslında yan kollardan satranca katkıda bulunanların haklarını savunanlar da, satranççının bu işin merkezinde olduğunda hemfikir.
Burada önce 'satranççı' kimdir? sorusunun cevabını bulmak gerekiyor. Bundan 20 yıl önce bu soruya yanıt bulmak şüphesiz daha kolaydı. Aradan geçen zamanda satranç tabana ve okullara yayıldı. Elo ve Ukd sistemlerinin alt limitleri oldukça geriye çekildi. Lisans alma ve turnuvalara katılabilme yaşı 5-6 ya indi. Bunun sonucunda aslında kağıt üzerinde 'satranççı' kabul edilecek sayı yüzbinlerle ifade edilmeye başlandı.
Elbette bu sadece ülkemizin yaşadığı bir değişim de değil ancak yine de sporcu olmakla spor yapmak arasındaki farkı iyi ortaya koymak gerekiyor.
Uzun yıllardır okullarda satranç eğitmeni olarak çalışıyorum. Özel olarak satrançla ilgilenmeyen ama okuldaki çalışmalarda dikkat çeken öğrenciler 2.-3. sınıfta turnuvalara katılmaya başlıyorlar. Bu öğrenciler genellikle ilk katıldıkları turnuvada 1000-1200 arası bir rating puanına ulaşıyorlar. Bu seviyede yapılan eylemin sportif faaliyet değil de spor olduğuna ve dolayısıyla bu çocukların 'satranç sporcusu' olduğuna TSF değil Anayasa Mahkemesi bile bana ceza verse katılmam olanaksız.
Elbette kalbinin yerini doğru gösteren bir çocuğun kalp cerrahı, dört işlemi yapabilen bir diğerinin mühendis kabul edilemeyeceği gibi, taşların hareketini yapabilen bir çocuk 'satranç sporcusu' kabul edilemez.
Temelinde bir sporu yapmanın en önemli şartı düzenli antrenman ve gerçekten güç gerektiren yarışmalara katılmaktır. Bunlardan biri bile eksik olsa 'sporcu' tanımı tam karşılığını bulmaz. Satrançla ilgili değerlendirme kıstaslarımızdan biri de ELO puanı olabilir. 20 yıl öncesine kadar alt baremin 2200, 15 yıl öncesine kadar 2000 olduğu bir sporda 1000-1200 elolardan bahsetmek gerçekçi gelmiyor. ELO'ya alınma kriterini yerine getirmeyen turnuvaların UKD hesaplamalarına alınması ise ayrı bir tartışma konusu. Temelde benim düşüncem bir müsabaka, FIDE kriterlerine göre değerlendirmeye alınmayacak zaman temposunda oynanıyorsa, o turnuvanın UKD hesaplamalarına dahil edilmesi bir çok yanlışa neden oluyor. Ben kendimi de şu aşamada aktif bir satranç sporcusu olarak görmüyorum. Uzun süredir turnuva oynamamış olmam, düzenli antrenman yapmıyor olmam bu tespit için yeterli.
Satranççı tanımını bu kadar geniş tuttuğumuz için çizgileri de net bir biçimde belirleyemiyoruz. Aslında Gökhan Demir'in bence yanlış anlaşılan örneğinde de bu duruma dikkat çekiliyor. Yeryüzünde hiç bir insanın emeği bir diğerinden daha değerli değildir. Bir şirket genel müdür olmadan aylarca işini yapabilir belki ama şirketin temizlik işlerini yürüten ekip olmasa 3 gün içinde o iş yeri çalışılmaz hale gelebilir. Ne var ki bir işi yapmaya uygun 1-2 kişi bulunurken bir diğeri için yüzlerce alternatifiniz olabilir.Neticesinde Gökhan'ın yazdığı ve bir çok durum değerlendirmesi içeren 3 yazıdan geriye 'Camiiye ayakkabıyla girdiler' tarzı bir tepki kaldı.
Burada kimin iş gücü daha değerli, kim daha vazgeçilmez sorusuna yanıt aramak yerine sorunlar ve çözümlerine yoğunlaşmak daha önemli.
Sabri Koçak'ın 'Bir hakem iki günde hakem oluyor para kazanıyor, oyuncu yıllarını veriyor bir şey almıyor karşılaştırması elmalarla ile armutları toplamaktır' sözlerine katılıyorum. Bu iki işin karşılaştırılmasına hiç gerek yok ama bu nedenle, bir satranç turnuvasında yaşanan sorunlar karşısında, 'ne kadar emek harcandığıyla' ilgili savunmaya geçilmesine de aynı şekilde ihtiyaç duyulmamalı.
Aşkın Bey, samimiyetle ifade ediyorum ve bunu sizi yargılamak adına söylemiyorum ama son bir yılda bu forumda yapılan tartışmaların ana ekseni, bir grup kişinin TSF uygulamaları ile ilgili getirdiği eleştiriler karşısında, sizin, bir bölümüne hak vermekle birlikte iyi niyet ve emek temelli savunmalarınız üzerinden gelişti. Belki siz bunun farkında değilsiniz ama bu yaklaşım ben ve benim gibi düşünen kişiler için büyük bir hayal kırıklığı. Hayat bana tersini defalarca kanıtlamış olsa da, önceden olumsuz bir izlenimim olmayan kimsenin iyi niyetini ve emeğini peşinen sorgulamadım ancak herkesin kendi işiyle ilgili sorumluluğu sonuna kadar alması gerektiğine inandım.
Aslında bir satranç sporcusu, uğradığı ya da uğradığını zannettiği haksızlıklar karşısında iyi niyet ve emek temelli bahaneler yerine çözüm istiyor. Kişilerin sürekli olarak kendi emeğinden ve iyi niyetinden bahsetmesi de sonunda bıktırıcı bir etki yaratabiliyor.
Ülkemiz açısından bu durumun satranç özelinde olmadığının da hakkını vermek gerekir. 2014 yılında bir maden kazasında 301 kişiyi kaybettik ama tek bir siyasi veya işletme görevlisi bu sorumluluğun bir kısmını bile üzerine almak istemedi. Bunun sonucunda bakanın gömleği, işletmenin kusursuzluğu, bürokratların uyumaması gibi savunmalar toplum üzerinde patlamaya yol açıyor.
Üstünkörü hazırlanmış tüzükler, uygun şartlarda yapılmayan turnuvalar, niceliğin niteliğin önünde tutulması gibi uygulamalar ister istemez satranç açısından da benzer bir durum yaratıyor.
İşini iyi yapan bir hakem, TSF görevlisi, il temsilcisi yönetici vs.. sonuna kadar takdiri ve şükranlarımızı hak etmektedir. Bu kişilerin görevlerini daha rahat ve iyi şartlarda yapmasının imkanları sonuna kadar zorlanmalıdır. ama elbette TSF'nin temel görevi yurt çapında satranç sporunun yapılası için uygun şartları sağlamak ve bu sporu yapanlara en iyi hizmeti vermektir.
Bu sayfalarda bir turnuva önerisi geldiğinde ilk aklımıza gelecek şey turnuvaya kaç hakem verileceği, bu hakemlerin şartlarının ne olacağı, gözlemcinin nerede kalacağı vs. olmamalıdır.
Kimimiz için üst düzey satranççıların daha çok sorunu olabilir, kimimiz içinse orta düzeyin. Sonunda satranç oyuncularının keyfinin yerinde olmadığı, ülkemizde yapılan turnuva sayısının ve yapılanların da şartlarının yeterli olmadığı ortada. Açıkçası mevcut yönetimin de bu sorunlara derman olabilecek bir donanıma ve hatta bu sorunlar karşısında duyarlı olduğuna da inanmıyorum.
Gerek konuşma ve köşe yazılarında, gerek bu sayfalarda ve ikili sohbetlerde çok kısa süre içinde büyük işler yapılacağı, bimnemkaçıncı ayın 15'inde, 25'inde büyük bombalar patlayacağı söylendi durdu. Sonuç; ortada turnuva yok, ödül yok, satranç oynamaya uygun şartlar yok ama benim hesaplamalarımla nereden baksanız 200-250 bin lira masraf yapılarak 100 kişilik kafileyle gidilen yurtdışı göz boyama çocuk turnuvaları var. O yüzden turnuvalara nasıl, kaynak, sponsor bulunur vs diye tartışmak bile bana zul geliyor..