04-07-2014, 01:50
İskender Bey,
Uzun cevabınızın her satırını dikaktle okudum.
Kendi payıma düşen kısımları ise iki defa okudum.
Azizim,
Bilimsel uzmanlığım Çeviribilim alanında olmakla birlikte uzmanlık alanım dışındaki konulara da bilimsel bakış açısıyla yaklaşabilen bir yapıya sahibim.
Yazımın herhangi bir yerinde öfkeli bir dil kullanımına rastlayamadım. Öfke içerdiğini düşündüğünüz bölümü alıntı yaparak gösterirseniz memnun olur, özür dilemesini bilirim.
İlk cevabımda mizahi bir dil kullandım, bundaki niyetim sizinle alay etmek değildi.
İfade etmeye çalıştığım şey, kendimizi diğerlerinden üstün görmeye meyilli bakış açımızdı.
Türk Dil Kurumu'nun ve Türk Tarih Kurumu'nun bu yanlış bakış açısında büyük pay sahibi oldukları kesindir.
Güneş Dil Teorisi saçmalığına Özgür Akman değindi, bir de ben hatırlatayım: Özetle Dünyadaki tüm dillerin bir şekilde Türkçeden türediğini iddia edenler oldu.
"Yedi düvele hükmeden" biz, "En cesur" biz, "Türk gibi güçlü" biz, "Çalışkan ve zeki millet" biz, "Sporcusu zeki, çevik, ahlaklı" olan yine biz. "Stratejik ve jeopolitik önemimiz" de işin tuzu biberi olsun.
Biz bunları okul kitaplarında gencecik beyinlere zorla ezberletirken adamlar İsviçre'de Cern Deneyi'ni gerçekleştirdiler, atomları hızlandırılar, çarpıştırdılar ve ışığı maddeye dönüştürdüler.
Bu düşünce farkının şaka kaldırabilecek bir yanı yok.
Çağı geriden takip ediyoruz ve zahmet edip ayak uydurmak yerine kestirme yollardan günümüzü doldurmaya çalışıyoruz.
Satranca dönelim.
İlk mesajımdan farklı olarak size katılmadığım yerleri tek tek sıralayacağım.
Ama önce bir hafızamızı tazeleyeylim, özetin özeti şeklinde satranç tarihine bir göz atalım:
500'lü Yılların Sonu: Satranca dair ilk bulgular Hindistan'da hüküm süren Gupta Hanedanı zamanına dayanıyor.
Satranç sözcüğü, Sanskritçe bir sözcük olan "çaturanga"dan geliyor.
Çatur: dört, anga: uzuv anlamlarına gelmekte ve oyun, askerliğin dört unsuru olan piyedeleri, süvari sınıfını, filleri ve komuta kademesini simgelemektedir.
600'lü Yılların Başı: Oyun Hindulardan Sasanilere-Perslere (bugünkü İran) geçmiş. Oyunun adı bügünkü bildiğimiz haliyle, "SATRANÇ" olmuş.
Bugün sadece bizim değil, neredeyse tüm dünyanın bildiği "Şah Mat" sözcüğü Farsçadır ve "Kral Öldü" anlamına gelir.
600'lü Yılların Ortası:: Sasaniler 654 yılında Müslüman Arapların işgaline uğrar ve satranç önce Arap Yarımadasına, oradan da ilerleyen yüzyıllarda Kuzey Afrika'ya yayılır. Endülüs Emevilerinin dilinde satranç sözcüğü bir değişim yaşıyor, "şaterez" olarak söyleniyordu.
1000'li Yılların Başı: Endülüs Emevileri yoluyla Avrupa coğrafyasında belli bir süre yaşamış olan Arap kültürü, satrancı bu kıtaya taşımıştır. Endülüs Emevileri günümüzün İspanya sınırlarında bulunduklarından dolayı satrançla tanışan ilk Avrupa milleti İspanyollardır. İspanyolca satranç anlamına gelen "ajedrez", önceki paragrafta bahsedilen "şaterez"den gelmedir. Satrançla ilk tanışan diğer Avrupa milletlerinden Portekizliler "xadrez", Yunanlılar "zatrikion", İtalyanlar "schacci" olarak adlandırmışlardır. Daha sonra tanışan Fransızlar "eschecs", Almanlar "schach", İngilizler "chess", Slav milletleri ise "şah" ya da "şahmat" olarak adlandırmışlardır. Rusların satrançla bu yoldan değil de, direk ortadoğudan tanıştıklarına dair birtakım görüşler mevcutur.
Not: Gerek "Timurlenk Satrancı", gerekse Çin oyunu "xiangqi", çok daha sonraları, bildiğimiz satrançtan esinlenerek üretilmiş oyunlardır. Her ikisinde de temel mantık aynı olmakla birlikte taşlara farklı görevler yüklenmesi ve hareket alanının farklılaşması söz konusudur.
Satranç Tarihinin bundan sonraki akışı inceleme alanımız dışında kaldığından dolayı tarih anlatımımı burada kesiyor, yorumlarıma geçiyorum.
1. Bu akış içerisinde Türklerin herhangi bir rolü olduğunu iddia etmek mümkün değildir.
Gerek zaman çizgisi, gerek coğrafi konum, gerekse terimlerin etimolojik incelemesi, satrancın ortaya çıkışıyla ve yayılmasıyla Türklerin hiçbir alakasının olmadığını açıkça ortaya koymaktadır.
Esasında bu kadarı bile bence konuyu sonlandırmaya yetiyor, ama yine de sarf edilen emeğe ayak uydurabilmek için devam edeceğim.
[font=Verdana][size=xx-small](İlla ki bir yerden konuya dahil olmaya çalışacak veya böyle bir zorlama yapacaksak 5. yüzyılı tavsiye ederim. Mesela, Türkleri ziyaret eden ve askerlerin bir oyun oynadığını gören Hintli prens oyundan çok etkilenir. Ülkesine dönünce oyunu "çaturanga" diye tanıtır falan, güzel bir zorlama kapısı olabilir. Ama dikkat edelim, öncesinde bizimkiler de başka bir yerden görmüş olmasın, kaptırmayalım oyunu. Hikayenin başını bir şekilde tıkamak gerek, örneğin askerler rüyasında o oyunu görmüşler, iyi gider. Mizah yapmıyorum, yol gösteriyorum.)[/size][/font]
2. "Terfi kavramı Türklerin oyunlarında var, satrançta da var, demek ki satrancı Türkler bulmuş." demek "Biber acıdır, hayat da acıdır, o zaman hayat biberdir." demek gibi birşey. Böyle bir düz mantık delil olarak kullanılabilir mi? Mangalayı bilmiyorum yorum yapmıyorum ama damadaki terfiyle satrançtaki terfinin birbiriyle ancak şeklen benzerliği var.
Damada terfi etmeden oyunu kazanmak mümkün olmadığından dolayı her partinin her aşamasına sirayet etmiş olan önemli bir unsurdur. Terfi etmeniz avantaj sayılmakla birlikte oyunu kazanacağınız anlamına gelmez.
Satrançtaki terfi ise damaya göre çok daha nadir yaşanır ve tahtada özel bir durum yoksa direk olarak kazanan oyuncuyu belirler. Terfi eden taraf damadakinden farklı olarak neredeyse son sözü söylemiş sayılır.
3. Laf arasında tavladan Türk savaş oyunlarından biri diye bahsetmişsiniz ki, hatalı bir bilgidir. Tavlanın mucidi 700'lü yıllarda Persler olup Türklerin bu oyunla tanışması için bir 700 yıl daha geçmesi gerekmiştir.
3. İskender Bey, satrançta "Büyükustalık" kavramı ilk kez 1907 yılı Ostend turnuvasında kullanılmış, 1914 yılındaki St. Petersburg Turnuvasında ise Rus Çarı Nikolay'ın ödüllendirmesiyle resmen ortaya çıkmıştır. Satranç tarihinin İlk GM'leri Lasker, Capablanca, Alekhine, Tarrasch ve Marshall olmuşlardır.
"946'da yaşamını yitiren es-Suli satrancın ilk büyükustası kabul edilmektedir." diyorsunuz ki, bir kez daha açıkça bilgi hatasına düşüyorsunuz. Es-Suli usta kabul edilebilir, ne var ki büyükustalık ünvanı ilk resmi Dünya Şampiyonu olan Steinitz'e bile nasip olmamıştır. Buradan çıkarmaya çalıştığınız "es-Suli Türktü, dolayısıyla satrancı Türkler buldu." iddiası da son derece yanlıştır, çünkü 10. yüzyılda yaşamış olan bir kişi, 6. yüzyılda yaygınlaşmaya başlayan bir oyunun kurucu temsilcisi olamaz. Carlsen Dünya Şampiyonu oldu diye satrancı bulduklarını iddia eden Norveçlilerle rastlayamazsınız, benzer bağlamda.
4. "biz Türkler için neyin nereden geldiği önemli" bağlamında bir cümleniz vardı, buna bir anlam veremedim. Ben de Türküm, soyum Karamanoğulları Beyliği'ne dayanıyor (Osmanlı'yı pek sevmememin sebebi genetik olabilir, düşününce) ve ben satrancın bilmem kaç yılında kimler tarafından bulunduğunu çok önemsemiyorum. Olan tarihçeyi biliyorum. Yazılı kaynakların en eskilerinde ulaşılabilen notasyonlu oyunlar benim için heyecan verici, ayrıca günümüz satrancında neler olup bittiğini öğrenmek de çok keyifli. Bunun dışında bir tarihe saplanmak, mevcut somut verilerin tamamına karşı çıkarak kıymeti kendinden menkul alternatif bir tarih yazmaya çalışmak bana cazip gelmiyor. Sizinle görüşlerimizin ayrıldığı nokta tam burası. Size göre satrancın Türkler tarafından bulunmuş olması değerini artıracak, bana göre ise artırmayacak. Zaten çok sevdiğim, değer verdiğim bir oyun.
5. İskender Bey, alternatif tarih iddianızın en zayıf halkasını birinci maddede ortaya koydum. Bu maddede ise iddialarınızın en zayıf ikinci halkasını sergileyeceğim.
Çok basit bir soru yetiyor aslında:"Satrancı Türkler bulduysa aradan geçen 1400 yılda halk arasında neden hiç yaygınlaşmadı?"
İlk ortaya çıkış zamanlarında zaten oyunla alakamız yok, ta Osmanlı zamanında başlıyor satrançla tanışmamız. Bu geçen sürede ne yaptık? Kenarda durup "Bulduğumuz oyunu cümle alem sevsin, sonra biz onlardan alırız." gibi bir mantık mı yürüttük, nedir?
6. Esasında tanıştığımız şeyin bildiğimiz anlamda satranç olup olmadığı konusu da oldukça şüpheli. Zira Osmanlı zamanında çok tercih edilen, yabancı ressamların tablolarına bile konu olan oyun bildiğimiz satranç değil, Satranc-ı Urefa, yani Ariflerin Satrancıdır.
Fatih Sultan Mehmet'in uğruna kitap yazdırdığı, Yavuz Sultan Selim'in Şah İsmail'le oynadığı oyunun Satranc-ı Urefa olma ihtimali var, gözden kaçırmamakta yarar var.
Yazışmak üzere,
Sevgi ve saygılarımla.
Uzun cevabınızın her satırını dikaktle okudum.
Kendi payıma düşen kısımları ise iki defa okudum.
Azizim,
Bilimsel uzmanlığım Çeviribilim alanında olmakla birlikte uzmanlık alanım dışındaki konulara da bilimsel bakış açısıyla yaklaşabilen bir yapıya sahibim.
Yazımın herhangi bir yerinde öfkeli bir dil kullanımına rastlayamadım. Öfke içerdiğini düşündüğünüz bölümü alıntı yaparak gösterirseniz memnun olur, özür dilemesini bilirim.
İlk cevabımda mizahi bir dil kullandım, bundaki niyetim sizinle alay etmek değildi.
İfade etmeye çalıştığım şey, kendimizi diğerlerinden üstün görmeye meyilli bakış açımızdı.
Türk Dil Kurumu'nun ve Türk Tarih Kurumu'nun bu yanlış bakış açısında büyük pay sahibi oldukları kesindir.
Güneş Dil Teorisi saçmalığına Özgür Akman değindi, bir de ben hatırlatayım: Özetle Dünyadaki tüm dillerin bir şekilde Türkçeden türediğini iddia edenler oldu.
"Yedi düvele hükmeden" biz, "En cesur" biz, "Türk gibi güçlü" biz, "Çalışkan ve zeki millet" biz, "Sporcusu zeki, çevik, ahlaklı" olan yine biz. "Stratejik ve jeopolitik önemimiz" de işin tuzu biberi olsun.
Biz bunları okul kitaplarında gencecik beyinlere zorla ezberletirken adamlar İsviçre'de Cern Deneyi'ni gerçekleştirdiler, atomları hızlandırılar, çarpıştırdılar ve ışığı maddeye dönüştürdüler.
Bu düşünce farkının şaka kaldırabilecek bir yanı yok.
Çağı geriden takip ediyoruz ve zahmet edip ayak uydurmak yerine kestirme yollardan günümüzü doldurmaya çalışıyoruz.
Satranca dönelim.
İlk mesajımdan farklı olarak size katılmadığım yerleri tek tek sıralayacağım.
Ama önce bir hafızamızı tazeleyeylim, özetin özeti şeklinde satranç tarihine bir göz atalım:
500'lü Yılların Sonu: Satranca dair ilk bulgular Hindistan'da hüküm süren Gupta Hanedanı zamanına dayanıyor.
Satranç sözcüğü, Sanskritçe bir sözcük olan "çaturanga"dan geliyor.
Çatur: dört, anga: uzuv anlamlarına gelmekte ve oyun, askerliğin dört unsuru olan piyedeleri, süvari sınıfını, filleri ve komuta kademesini simgelemektedir.
600'lü Yılların Başı: Oyun Hindulardan Sasanilere-Perslere (bugünkü İran) geçmiş. Oyunun adı bügünkü bildiğimiz haliyle, "SATRANÇ" olmuş.
Bugün sadece bizim değil, neredeyse tüm dünyanın bildiği "Şah Mat" sözcüğü Farsçadır ve "Kral Öldü" anlamına gelir.
600'lü Yılların Ortası:: Sasaniler 654 yılında Müslüman Arapların işgaline uğrar ve satranç önce Arap Yarımadasına, oradan da ilerleyen yüzyıllarda Kuzey Afrika'ya yayılır. Endülüs Emevilerinin dilinde satranç sözcüğü bir değişim yaşıyor, "şaterez" olarak söyleniyordu.
1000'li Yılların Başı: Endülüs Emevileri yoluyla Avrupa coğrafyasında belli bir süre yaşamış olan Arap kültürü, satrancı bu kıtaya taşımıştır. Endülüs Emevileri günümüzün İspanya sınırlarında bulunduklarından dolayı satrançla tanışan ilk Avrupa milleti İspanyollardır. İspanyolca satranç anlamına gelen "ajedrez", önceki paragrafta bahsedilen "şaterez"den gelmedir. Satrançla ilk tanışan diğer Avrupa milletlerinden Portekizliler "xadrez", Yunanlılar "zatrikion", İtalyanlar "schacci" olarak adlandırmışlardır. Daha sonra tanışan Fransızlar "eschecs", Almanlar "schach", İngilizler "chess", Slav milletleri ise "şah" ya da "şahmat" olarak adlandırmışlardır. Rusların satrançla bu yoldan değil de, direk ortadoğudan tanıştıklarına dair birtakım görüşler mevcutur.
Not: Gerek "Timurlenk Satrancı", gerekse Çin oyunu "xiangqi", çok daha sonraları, bildiğimiz satrançtan esinlenerek üretilmiş oyunlardır. Her ikisinde de temel mantık aynı olmakla birlikte taşlara farklı görevler yüklenmesi ve hareket alanının farklılaşması söz konusudur.
Satranç Tarihinin bundan sonraki akışı inceleme alanımız dışında kaldığından dolayı tarih anlatımımı burada kesiyor, yorumlarıma geçiyorum.
1. Bu akış içerisinde Türklerin herhangi bir rolü olduğunu iddia etmek mümkün değildir.
Gerek zaman çizgisi, gerek coğrafi konum, gerekse terimlerin etimolojik incelemesi, satrancın ortaya çıkışıyla ve yayılmasıyla Türklerin hiçbir alakasının olmadığını açıkça ortaya koymaktadır.
Esasında bu kadarı bile bence konuyu sonlandırmaya yetiyor, ama yine de sarf edilen emeğe ayak uydurabilmek için devam edeceğim.
[font=Verdana][size=xx-small](İlla ki bir yerden konuya dahil olmaya çalışacak veya böyle bir zorlama yapacaksak 5. yüzyılı tavsiye ederim. Mesela, Türkleri ziyaret eden ve askerlerin bir oyun oynadığını gören Hintli prens oyundan çok etkilenir. Ülkesine dönünce oyunu "çaturanga" diye tanıtır falan, güzel bir zorlama kapısı olabilir. Ama dikkat edelim, öncesinde bizimkiler de başka bir yerden görmüş olmasın, kaptırmayalım oyunu. Hikayenin başını bir şekilde tıkamak gerek, örneğin askerler rüyasında o oyunu görmüşler, iyi gider. Mizah yapmıyorum, yol gösteriyorum.)[/size][/font]
2. "Terfi kavramı Türklerin oyunlarında var, satrançta da var, demek ki satrancı Türkler bulmuş." demek "Biber acıdır, hayat da acıdır, o zaman hayat biberdir." demek gibi birşey. Böyle bir düz mantık delil olarak kullanılabilir mi? Mangalayı bilmiyorum yorum yapmıyorum ama damadaki terfiyle satrançtaki terfinin birbiriyle ancak şeklen benzerliği var.
Damada terfi etmeden oyunu kazanmak mümkün olmadığından dolayı her partinin her aşamasına sirayet etmiş olan önemli bir unsurdur. Terfi etmeniz avantaj sayılmakla birlikte oyunu kazanacağınız anlamına gelmez.
Satrançtaki terfi ise damaya göre çok daha nadir yaşanır ve tahtada özel bir durum yoksa direk olarak kazanan oyuncuyu belirler. Terfi eden taraf damadakinden farklı olarak neredeyse son sözü söylemiş sayılır.
3. Laf arasında tavladan Türk savaş oyunlarından biri diye bahsetmişsiniz ki, hatalı bir bilgidir. Tavlanın mucidi 700'lü yıllarda Persler olup Türklerin bu oyunla tanışması için bir 700 yıl daha geçmesi gerekmiştir.
3. İskender Bey, satrançta "Büyükustalık" kavramı ilk kez 1907 yılı Ostend turnuvasında kullanılmış, 1914 yılındaki St. Petersburg Turnuvasında ise Rus Çarı Nikolay'ın ödüllendirmesiyle resmen ortaya çıkmıştır. Satranç tarihinin İlk GM'leri Lasker, Capablanca, Alekhine, Tarrasch ve Marshall olmuşlardır.
"946'da yaşamını yitiren es-Suli satrancın ilk büyükustası kabul edilmektedir." diyorsunuz ki, bir kez daha açıkça bilgi hatasına düşüyorsunuz. Es-Suli usta kabul edilebilir, ne var ki büyükustalık ünvanı ilk resmi Dünya Şampiyonu olan Steinitz'e bile nasip olmamıştır. Buradan çıkarmaya çalıştığınız "es-Suli Türktü, dolayısıyla satrancı Türkler buldu." iddiası da son derece yanlıştır, çünkü 10. yüzyılda yaşamış olan bir kişi, 6. yüzyılda yaygınlaşmaya başlayan bir oyunun kurucu temsilcisi olamaz. Carlsen Dünya Şampiyonu oldu diye satrancı bulduklarını iddia eden Norveçlilerle rastlayamazsınız, benzer bağlamda.
4. "biz Türkler için neyin nereden geldiği önemli" bağlamında bir cümleniz vardı, buna bir anlam veremedim. Ben de Türküm, soyum Karamanoğulları Beyliği'ne dayanıyor (Osmanlı'yı pek sevmememin sebebi genetik olabilir, düşününce) ve ben satrancın bilmem kaç yılında kimler tarafından bulunduğunu çok önemsemiyorum. Olan tarihçeyi biliyorum. Yazılı kaynakların en eskilerinde ulaşılabilen notasyonlu oyunlar benim için heyecan verici, ayrıca günümüz satrancında neler olup bittiğini öğrenmek de çok keyifli. Bunun dışında bir tarihe saplanmak, mevcut somut verilerin tamamına karşı çıkarak kıymeti kendinden menkul alternatif bir tarih yazmaya çalışmak bana cazip gelmiyor. Sizinle görüşlerimizin ayrıldığı nokta tam burası. Size göre satrancın Türkler tarafından bulunmuş olması değerini artıracak, bana göre ise artırmayacak. Zaten çok sevdiğim, değer verdiğim bir oyun.
5. İskender Bey, alternatif tarih iddianızın en zayıf halkasını birinci maddede ortaya koydum. Bu maddede ise iddialarınızın en zayıf ikinci halkasını sergileyeceğim.
Çok basit bir soru yetiyor aslında:"Satrancı Türkler bulduysa aradan geçen 1400 yılda halk arasında neden hiç yaygınlaşmadı?"
İlk ortaya çıkış zamanlarında zaten oyunla alakamız yok, ta Osmanlı zamanında başlıyor satrançla tanışmamız. Bu geçen sürede ne yaptık? Kenarda durup "Bulduğumuz oyunu cümle alem sevsin, sonra biz onlardan alırız." gibi bir mantık mı yürüttük, nedir?
6. Esasında tanıştığımız şeyin bildiğimiz anlamda satranç olup olmadığı konusu da oldukça şüpheli. Zira Osmanlı zamanında çok tercih edilen, yabancı ressamların tablolarına bile konu olan oyun bildiğimiz satranç değil, Satranc-ı Urefa, yani Ariflerin Satrancıdır.
Fatih Sultan Mehmet'in uğruna kitap yazdırdığı, Yavuz Sultan Selim'in Şah İsmail'le oynadığı oyunun Satranc-ı Urefa olma ihtimali var, gözden kaçırmamakta yarar var.
Yazışmak üzere,
Sevgi ve saygılarımla.