05-07-2014, 19:53
(Son Düzenleme: 05-07-2014, 20:07, Düzenleyen: İskenderAltındiş.)
Öncelikle, yanlış anladığım bir eleştiri ile başlayayım. Feti Bey "tarih kitaplarından öğrendiğimize göre, erler eskiden kaçarcasına geri dönermiş" derken, satrançtaki Erlerin eskiden geri dönebildiğini yazan bir kitaba rastlamış sandım. Oysaki gerçek savaşlardan ve Türklerin Hilâl taktiğinden sözederek, "Erler geri dönmez demişsin, ama Türk erleri geri dönüyordu" demek istemiş. Başkasının bu konudaki uyarısından sonra bir daha okuyunca farkettim. Aynı yorum, bir başkası tarafından da yapılmıştı ve ben yanıtı daha sonraya bırakmıştım. Hazır konu açılmışken, o yanıtı birazdan yazacağım. Ama yanlış anlamamdan dolayı, önceki yorumumda vardığım iki sonucu düzeltmem gerekiyor:
Eski satrançta varolduğunu sandığım o taktiğin, satrancı Türklerin yarattığına ilişkin önemli bir gösterge olduğunu ve satrancın bir savaş oyunu olduğunu çok açık biçimde gösterdiğini yazmıştım. Eski satrançta Erler o şekilde hareket etmediğine göre, gösterge olmaktan çıkıyor.
"Erler geri dönmez demişsin, ama Hilâl taktiği gösteriyor ki Türk erleri geri dönüyordu" yorumuna gelince. Öncelikle, ben "Erler geri gitmez" derken, elbette "gerçek savaş meydanında askerler hiç geri gitmez" demedim. Türk askeri için de öyle bir şey söylemedim. Açıkçası, bu şekilde algılanmasına çok şaşırdım. Böyle algılanmasını o kadar beklemiyormuşum ki Feti Bey'in yazdığını çok başka biçimde anlamışım.
Ama yine de Türkler'de erlerin geri dönmemesi biçiminde geleneksel bir askerlik felsefesinin var olduğu da açık bir gerçek. Örneğin Hazar Türkleri'nde Hakan, savaşta geri dönen erler için ölüm emri verirmiş. Aynı durum, savaş yasası olarak başka Türklerde de görülür. Benzer durum, yine bir Türk olan Tarık bin Ziyad'ın, İspanya'ya çıktıktan sonra arkada bıraktıkları gemileri yaktırmasında da görülür. Artık dönüş yoktur.
Benim bildiğim, Hilâl taktiği, atlılarla yapılırdı. Erlerle yapıldığını hiç duymadım. Belki de yapılmıştır da ben okumamışımdır. Gerçi Hilâl taktiği erlerle yapılsın yapılmasın, sonuçta savaşlarda erlerin geri çekildiği tabi ki olur. Elbette Türk askerinin geri çekildiği de olmuştur. Bu yanlış birşey midir: Duruma göre bazen doğru bazen yanlıştır. Bunların ayrıntılarına girip konuyu gereksiz yere uzatmaksızın, "Ordunun özü olduğu için erler geri dönmez" derken ve bunu satrançtaki Er'in geri dönmemesinin nedeni olarak açıklarken, ne demek istediğimi daha açık yazayım:
Feti Bey, Filidor'un sözünü anımsatınca, Filidor'u biraz soruşturayım istedim ve sözün tamamını gördüm. Buraya yeniden aktarayım:
"En büyük isteğim, henüz düşünülmeyen, daha doğrusu şimdiye kadar anlaşılmayan bir yeniliği ortaya koymaktır: Piyonlarla oynamaktan sözetmek istiyorum. Piyonlar partinin ruhudur. Savunmayı ve taarruzu yapacak olan yalnız Piyonlar olduğu gibi, oyunun sonunu da yine Piyonların durumu belirler".
Aslında ben "Erler ordunun temelidir, özüdür" derken ne demek istediysem, meğer Filidor aynısını satrançtaki Erler için söylemiş: "Piyonlar partinin (satrancın) ruhudur". "Özü" veya "temeli" dememiş de "ruhu" demiş. Bunda şaşılacak birşey yok. Çünkü,
1) Bir eksik dışında tam da Filidor'un saydıklarıyla aynı nedenlerden dolayı, ordunun temeli erlerdir,
2) Satranç, bir savaş oyunudur.
Yazım içerisinde şöyle yazmıştım:
"Bütün ordu öğeleri geri dönebilir, ama ordunun temeli olan erler bir kez yürüdü mü, bir daha geri dönüş yoktur. Erlerin adımları, artık geri dönüşü olmayan adımlardır. Bu yüzden de en dikkatli atılması gereken adımlardır".
Bu yazdıklarım, savaştaki erler geri gitmez demek değil. Tabi ki emir verildiğinde atlılar ve diğerleri gibi erler de geri dönebilir. Ancak, erlerle diğerleri arasında birkaç ciddi fark vardır ki bunlar, erleri ordunun temeli yapar:
1) Tıpkı Filidor'un satrançtaki Erler için söylediği gibi, bir orduda asıl savunmayı, hatta asıl saldırıyı erler yapar.
2) Yine Filidor'un satrançtaki Erler için söylediği gibi, savaş meydanındaki sonucu, yaya erlerin durumu belirler. Sen istediğin kadar atlılarla saldır. Ele geçirdiğin yerlere erler çadır kurmadıktan sonra, orayı bölgen yapamamışsındır. İstediğin kadar hava bombardımanı yap. Yaya askerler ilerlemedikçe savaşı kazanamazsın.
3) Bir ordunun en yavaş öğeleri erlerdir. Tıpkı bir tepkime zincirinin hızını en yavaş halkanın belirlemesi gibi, Ordunun yürüyüşünü de Erler belirler. Aslında bu madde, ilk iki maddenin nedenlerinden biridir.
İşte bu üç nedenden dolayı, en dikkat edilmesi gereken hareket, erlerin hareketidir. Ordunun diğer öğelerinin başarısızlığı veya yanlışlığı telâfi edilebilir. Bunların dönüp toparlanarak yeniden saldırması daha kolaydır. Ama erlerin hareketindeki yanlışlık veya başarısızlığın telâfisi çok zordur. Çünkü yavaş dönerler, zor toparlanırlar, ordunun gerçek saldırısı veya savunması başarısız olmuştur ve toparlansalar bile erlerin çekilmesi demek, ordunun çekilmesi demektir. İşte, satrancı yaratanlar, askerlikteki bu gerçeği, satranca bir felsefe olarak, incelikle ve son derece zarif bir biçimde yedirmiş:
"Erler, ordunun özüdür. En dikkatli kararlarını erlerin hareketi için ver. Erleri bir kez oynadın mı, doğru hareketse meyvelerini toplarsın, yanlış hareketse sonucuna katlanırsın. Erler üzerinde vereceğin kararlar, dönüşü olmayan kararlardır". İşte bu gerçek, akılda tutulsun diye, oyuna hayranlık uyandırıcı bir kural koymuşlar: "Diğer tüm taşlar geri gidebilirken, erler geri gidemez". Bunun adı dehalıktan başka bir şey değildir. Ve böyle bir dehalığı sergileyebilmek için,
1) Savaşı
2) Felsefeyi
kavramış, özümsemiş ve ustalaşmış olmak gerekir. Ve ekledim: "Tarih incelendiğinde çok açıkça görülür ki, dünyada bu tanıma uyan gelmiş geçmiş tek ulus Türklerdir. Bir ikincisi yoktur."
Türklerin savaş ustalığı konusunda rakipsizliğine, herhalde dünyada kimse itiraz etmez. Türklerin savaş ustalığındaki bu rakipsizliği, satrancın bir savaş oyunu olmasına rağmen, bu özelliğinin bilinçli olarak çarpıtılmasının gerçek nedenidir aynı zamanda. Bu konuya başka bir gün tekrar döneceğim.
Türklerin savaş ustalığı konusundaki rakipsizliğine belki dünyada kimse itiraz etmez, ama aynı Türklerin felsefe konusundaki rakipsizliğine ise yalnızca Tarih'in bazı gerçeklerini bilenler itiraz etmez. Bu başlıkta, Türklerin felsefedeki rakipsizliğine uzun uzun değinecek değilim. Bunu özellikle yapmayacağım. Ama işin gerçeği, bu. Türk tarihini dikkatli ve istekli biçimde araştıran herhangi bir kişi, bunu fazla zaman kaybetmeden görecektir.
İlginç bir ayrıntı için, Filidor'un sözlerine geri döneyim. Sözü yeniden dikkatinize sunuyorum: "En büyük isteğim, henüz düşünülmeyen, daha doğrusu şimdiye kadar anlaşılmayan bir yeniliği ortaya koymaktır: Piyonlarla oynamaktan sözetmek istiyorum. Piyonlar partinin ruhudur. Savunmayı ve taarruzu yapacak olan yalnız Piyonlar olduğu gibi, oyunun sonunu da yine Piyonların durumu belirler".
Dikkat edin: "Henüz düşünülmeyen, daha doğrusu şimdiye kadar anlaşılmayan bir yenilik" demiş. Buradaki "anlaşılmayan" sözü, çok ilginç. Demek ki Filidor'un piyon için saydıkları, daha önce düşünülmüş ama anlaşılmamış. Kim düşünmüş olabilir?
Akla iki olası yanıt geliyor: Ya Avrupa'da birileri düşündü, ya da Doğu'da. Avrupa'da olabilir mi? Askerlik felsefesi açısından olanaksız ama biz yine de yalnızca satrancın tarihi açısından irdeleyelim. Filidor, bu sözleri, Satranç Oyununun Analizi adlı kitabında yazmış. Aynı kitapta 16. ve 17. yüzyılın "rasgele ve ilkel" oyun yapısını sertçe eleştirmiş. Demek ki Avrupa'da Filidor'dan önceki oyun yapısında Piyonun önemli bir yeri yok.
Öyleyse, "Avrupalılarca anlaşılamamış olan bu (Avrupa için) yenilik", Avrupalıların Doğu'dan getirtip çevirdikleri ve inceledikleri kitaplarda yazılıydı. Tam da yeri gelmişken, Filidor'un yukarıdaki sözlerini okuduğum kitaptan şu ilginç bölümü de aktarayım:
"Burada 18. yüzyılın ilk yarısında ve Filidor'un zamanındaki güçlü satranççılardan biri olan Halepli Philipp Stamma'yi anmak yerinde olur. Birçok alanda ayrıntılı bilgilere sahip olan Stamma, ilkönce Paris'e gitmiş, sonra Londra'da yerleşmiş ve orada birçok yıl Yakın Doğu dilleri çevirmeni olarak çalışmıştır. Zamanın en güçlü oyuncularından biri olmasından başka, Stamma bizim için birkaç nedenden ilgi çekicidir. İlkönce şunu söyleyelim ki onun satranca büyük bir hizmeti, bugün de hafifçe değiştirilmiş biçimde uluslararası olarak (ve bu kitapta da) kullanılan kısa (cebirsel) notasyonu bulmasıdır. Bundan başka, 1737 yılında Paris'te yayınlanmış Satranç Oyunu Sırları adlı eserinde Stamma, eski Arap "mansuba"larındaki fikirlerden yaralanarak yeni tipten, çok öğretici problemler meydana getirmiştir (bir nevi satranç etütleri). Zamanında çok ilgi çeken bu kitaptan iki örnek aşağıda verilmiştir: (...) Zugzwang'ın (yani hamle yapmak zorunluğunun) fikrini açıklayan bu etüt..."
Biraz önce, erlerin neden bir ordunun temeli olduğu konusunda üç madde yazmıştım. İlk ikisine Filidor da aynen değinmiş. Üçüncü maddeyi ise eksik bırakmış. Bunu görememiş olması çok doğal. Geriye dönüşlerdeki hız etkenini göremezdi, çünkü satrançta Erler zaten geri gitmez. İlerlerkenki hız etkenini görmek ise, Avrupalıların ayarını bozduğu satranca göre eski satrançta çok daha kolay olsa gerek. Benim anladığım, Filidor, Doğu'daki satrançta gördüğü "Er temelli oyun felsefesini", elinden geldiğince Avrupa'daki satranca uygulamaya çalışmış.
**********
Oktay Bey,
Bu başlık altında, "yazınızın şurasında şöyle yazdınız" gibi belirtmelerde bulunmak, yakışık almaz. Kimseden herhangi bir özür beklemiyorum. Geriye de bakmıyorum. Bu konuda en doğru değerlendirmeyi siz kendiniz zaten yaparsınız.
Güneş Dil Kuramı denilen konuya uzun uzun girmeyeceğim. Yalnızca şu kadarını yazayım: Bunu ilk ortaya atan kişiler Türkler değil, iki Avrupalı bilimcidir. Bunlar Atatürk'e bu konudaki yazılarını göndermişlerdir. Türk tarihinin gerçeklerini daha gencecik yaşında bile zaten oldukça iyi bilen Atatürk, bu konudaki araştırmaları genişletmiştir. Kaldı ki bu bir kuram değil, gerçeğin ta kendisidir. Bütün bunca yıl boyunca bir kez bile yalanlanamamıştır. Hiçbir yerde bulamazsınız. Ve daha en başından beri kanıtlıydı. Günümüzdeyse neredeyse her yeni gün yeni bir kanıt bulunuyor. Bunların bazıları da, ezelden beri bir Türk yurdu olan ve bir olasılıkla Türklerin anayurdu olan Anadolu'dan çıkıyor. Bunları araştıranlar da öyle uyduruk üniversitelerin Türkoloji bölümleri değil, dünyanın en önemli üniversitelerinin en önemli profesörleridir. Devletlerinin desteği de tümüyle arkalarındadır. Öyle de büyük önem vererek araştırırlar ki Anadolu'da, Sibirya'da ve diğer Türk topraklarındaki kazılara, Türk araştırmacıları mümkün olduğunca sokmazlar. Bunların içinde Avrupalılar, Ruslar ve Çinliler de vardır, ama özellikle Amerikalılar ve Yahudiler sokmaz. Neden sokmadıklarının yanıtını, herkes düşününce rahatlıkla bulabilir.
Satranç tarihine ilişkin bir özet aktarmışsınız. Bunu yazmanız iyi oldu; benim yazmama gerek kalmadı. Bu bize biraz zaman kazandıracak. Gerçekten de satranç tarihi, dediğiniz gibi anlatılır. Ama bu, satrancın "resmi" tarihidir. Hani "resmi tarih" diye küçümsemekli bir deyim vardır ya, tam da öyle bir resmi tarihtir. Bu konuda ben zamanında zaten birşeyler yazmıştım. Tasarılarımda bir değişiklik olmazsa, bir sonraki değil, ondan sonraki yorumumda yeniden yazacağım ve yenilerini ekleyeceğim.
Şöyle demişsiniz: "Laf arasında tavladan Türk savaş oyunlarından biri diye bahsetmişsiniz ki, hatalı bir bilgidir. Tavlanın mucidi 700'lü yıllarda Persler olup Türklerin bu oyunla tanışması için bir 700 yıl daha geçmesi gerekmiştir"
1) Tavlanın tarihi Milattan önceye dayanır ve Lidlerin (Lidyalılar) bulduğu bir oyundur. Farslar (Persler) bunu sahiplenmiştir. Hep yaptıkları gibi. Bu bilgilere, Lidya konusunu incelemiş akademisyenlerden ulaşılabilir.
2) Lidler, Sardlar (Sardunya Adası'na adını veren, Batı Anadolu'dan oralara göçeden Türkler), Firikler gibi Anadolu uygarlıkları hep Türk'tür. Bu konuyu da birçok yerli yabancı akademisyenden okuyabilirsiniz.
Es-Suli, dünyanın ilk büyük satranç ustası olarak kabul edilir. Bu yüzden de kendisine bugünkü deyimle, "satrancın ilk büyükustası" denir. Es-Suli adı, Suat Atalığa yazdıklarımda geçti. Ben orada "es-Suli Türktü, dolayısıyla satrancı Türkler buldu" demedim. Suat Atalık, Türk satranç tarihini, adeta Türkiye Cumhuriyeti sonrasına bağlamış. Ben de bu forumda da paylaşılmış olan bir bağlantı ekleyip, dünyanın satrançtaki ilk büyükustası olarak kabul edilen kişinin bir Türk olduğunu belirttim. Bu elbette satrancı Türklerin yarattığını göstermez. Ama hiç kuşkusuz, Türklerin satranç tarihinde çok önemli bir yerinin olduğunu gösterir.
Türklerde satranç, Osmanlılarla başlamadı. Osmanlılardan çok önce de, her Türk coğrafyasında satranç oynanırdı. Ve Türkler satrancın birçok farklı çeşidini türetip oynamıştır. Timur Satrancı bunlardan en bilineni. Dünyadaki hiçbir ulus, Türkler kadar farklı satranç türevleri oynamamıştır. Türklerin satranca büyük önem verdiğini gösteren bu çeşitlilik, aslında Türklerin "üretici alışkanlığının" doğal bir sonucudur. Sürekli yenilik getirip, yeni biçimler türetmişlerdir. Tıpkı Tavladaki çeşitlilik gibi. Tıpkı Türklerin yarattığı Üçtaş, Dokuztaş, Onikitaş, Mangala, Dama, Satranç ilişkisi gibi.
Kalanlara ileride yazacağım yazılarda değinmiş olacağım.
**********
Özgür Bey,
Benim elimde "satrancı Türkler yarattı" diyen ve kimsenin itiraz edemeyeceği bir belge elbette yok. Olsaydı zaten çoktan paylaşmıştım. Ancak, öyle bir belge,
1) Örneğin Hintliler için de yok ve asla olmayacak.
2) Türkleri için var ve bu kesinlikle birilerinin ellerinde. Size anlamsız gelebilir, ama ben bundan adım soyadım kadar eminim. Ve o belge bir gün ortaya çıkacak.
Elimde öyle bir belge yok, ama elbette beni böylesine emin yapan bazı göstergeler var. Bunları ileride yazacağım. Ama daha önce, bilim konusunda birşeyler yazmam gerek. Sonuçta bilim, yalnızca belgelere dayanarak yapılmaz.
**********
Bu arada bu yazışmalara hız ve zaman kazandırmak için, ben de sizlere bir soru sorayım: Ne tür bir belge veya gösterge istiyorsunuz? Yani ben size ne tür bir şey sunarsam, satrancı Türklerin yarattığına kanaat getirirsiniz? Örneğin Oktay Bey, "gerek zaman çizgisi, gerek coğrafi konum, gerekse terimlerin etimolojik incelemesi" demiş. Bunlardan başka bir isteğiniz var mıdır?
Eski satrançta varolduğunu sandığım o taktiğin, satrancı Türklerin yarattığına ilişkin önemli bir gösterge olduğunu ve satrancın bir savaş oyunu olduğunu çok açık biçimde gösterdiğini yazmıştım. Eski satrançta Erler o şekilde hareket etmediğine göre, gösterge olmaktan çıkıyor.
"Erler geri dönmez demişsin, ama Hilâl taktiği gösteriyor ki Türk erleri geri dönüyordu" yorumuna gelince. Öncelikle, ben "Erler geri gitmez" derken, elbette "gerçek savaş meydanında askerler hiç geri gitmez" demedim. Türk askeri için de öyle bir şey söylemedim. Açıkçası, bu şekilde algılanmasına çok şaşırdım. Böyle algılanmasını o kadar beklemiyormuşum ki Feti Bey'in yazdığını çok başka biçimde anlamışım.
Ama yine de Türkler'de erlerin geri dönmemesi biçiminde geleneksel bir askerlik felsefesinin var olduğu da açık bir gerçek. Örneğin Hazar Türkleri'nde Hakan, savaşta geri dönen erler için ölüm emri verirmiş. Aynı durum, savaş yasası olarak başka Türklerde de görülür. Benzer durum, yine bir Türk olan Tarık bin Ziyad'ın, İspanya'ya çıktıktan sonra arkada bıraktıkları gemileri yaktırmasında da görülür. Artık dönüş yoktur.
Benim bildiğim, Hilâl taktiği, atlılarla yapılırdı. Erlerle yapıldığını hiç duymadım. Belki de yapılmıştır da ben okumamışımdır. Gerçi Hilâl taktiği erlerle yapılsın yapılmasın, sonuçta savaşlarda erlerin geri çekildiği tabi ki olur. Elbette Türk askerinin geri çekildiği de olmuştur. Bu yanlış birşey midir: Duruma göre bazen doğru bazen yanlıştır. Bunların ayrıntılarına girip konuyu gereksiz yere uzatmaksızın, "Ordunun özü olduğu için erler geri dönmez" derken ve bunu satrançtaki Er'in geri dönmemesinin nedeni olarak açıklarken, ne demek istediğimi daha açık yazayım:
Feti Bey, Filidor'un sözünü anımsatınca, Filidor'u biraz soruşturayım istedim ve sözün tamamını gördüm. Buraya yeniden aktarayım:
"En büyük isteğim, henüz düşünülmeyen, daha doğrusu şimdiye kadar anlaşılmayan bir yeniliği ortaya koymaktır: Piyonlarla oynamaktan sözetmek istiyorum. Piyonlar partinin ruhudur. Savunmayı ve taarruzu yapacak olan yalnız Piyonlar olduğu gibi, oyunun sonunu da yine Piyonların durumu belirler".
Aslında ben "Erler ordunun temelidir, özüdür" derken ne demek istediysem, meğer Filidor aynısını satrançtaki Erler için söylemiş: "Piyonlar partinin (satrancın) ruhudur". "Özü" veya "temeli" dememiş de "ruhu" demiş. Bunda şaşılacak birşey yok. Çünkü,
1) Bir eksik dışında tam da Filidor'un saydıklarıyla aynı nedenlerden dolayı, ordunun temeli erlerdir,
2) Satranç, bir savaş oyunudur.
Yazım içerisinde şöyle yazmıştım:
"Bütün ordu öğeleri geri dönebilir, ama ordunun temeli olan erler bir kez yürüdü mü, bir daha geri dönüş yoktur. Erlerin adımları, artık geri dönüşü olmayan adımlardır. Bu yüzden de en dikkatli atılması gereken adımlardır".
Bu yazdıklarım, savaştaki erler geri gitmez demek değil. Tabi ki emir verildiğinde atlılar ve diğerleri gibi erler de geri dönebilir. Ancak, erlerle diğerleri arasında birkaç ciddi fark vardır ki bunlar, erleri ordunun temeli yapar:
1) Tıpkı Filidor'un satrançtaki Erler için söylediği gibi, bir orduda asıl savunmayı, hatta asıl saldırıyı erler yapar.
2) Yine Filidor'un satrançtaki Erler için söylediği gibi, savaş meydanındaki sonucu, yaya erlerin durumu belirler. Sen istediğin kadar atlılarla saldır. Ele geçirdiğin yerlere erler çadır kurmadıktan sonra, orayı bölgen yapamamışsındır. İstediğin kadar hava bombardımanı yap. Yaya askerler ilerlemedikçe savaşı kazanamazsın.
3) Bir ordunun en yavaş öğeleri erlerdir. Tıpkı bir tepkime zincirinin hızını en yavaş halkanın belirlemesi gibi, Ordunun yürüyüşünü de Erler belirler. Aslında bu madde, ilk iki maddenin nedenlerinden biridir.
İşte bu üç nedenden dolayı, en dikkat edilmesi gereken hareket, erlerin hareketidir. Ordunun diğer öğelerinin başarısızlığı veya yanlışlığı telâfi edilebilir. Bunların dönüp toparlanarak yeniden saldırması daha kolaydır. Ama erlerin hareketindeki yanlışlık veya başarısızlığın telâfisi çok zordur. Çünkü yavaş dönerler, zor toparlanırlar, ordunun gerçek saldırısı veya savunması başarısız olmuştur ve toparlansalar bile erlerin çekilmesi demek, ordunun çekilmesi demektir. İşte, satrancı yaratanlar, askerlikteki bu gerçeği, satranca bir felsefe olarak, incelikle ve son derece zarif bir biçimde yedirmiş:
"Erler, ordunun özüdür. En dikkatli kararlarını erlerin hareketi için ver. Erleri bir kez oynadın mı, doğru hareketse meyvelerini toplarsın, yanlış hareketse sonucuna katlanırsın. Erler üzerinde vereceğin kararlar, dönüşü olmayan kararlardır". İşte bu gerçek, akılda tutulsun diye, oyuna hayranlık uyandırıcı bir kural koymuşlar: "Diğer tüm taşlar geri gidebilirken, erler geri gidemez". Bunun adı dehalıktan başka bir şey değildir. Ve böyle bir dehalığı sergileyebilmek için,
1) Savaşı
2) Felsefeyi
kavramış, özümsemiş ve ustalaşmış olmak gerekir. Ve ekledim: "Tarih incelendiğinde çok açıkça görülür ki, dünyada bu tanıma uyan gelmiş geçmiş tek ulus Türklerdir. Bir ikincisi yoktur."
Türklerin savaş ustalığı konusunda rakipsizliğine, herhalde dünyada kimse itiraz etmez. Türklerin savaş ustalığındaki bu rakipsizliği, satrancın bir savaş oyunu olmasına rağmen, bu özelliğinin bilinçli olarak çarpıtılmasının gerçek nedenidir aynı zamanda. Bu konuya başka bir gün tekrar döneceğim.
Türklerin savaş ustalığı konusundaki rakipsizliğine belki dünyada kimse itiraz etmez, ama aynı Türklerin felsefe konusundaki rakipsizliğine ise yalnızca Tarih'in bazı gerçeklerini bilenler itiraz etmez. Bu başlıkta, Türklerin felsefedeki rakipsizliğine uzun uzun değinecek değilim. Bunu özellikle yapmayacağım. Ama işin gerçeği, bu. Türk tarihini dikkatli ve istekli biçimde araştıran herhangi bir kişi, bunu fazla zaman kaybetmeden görecektir.
İlginç bir ayrıntı için, Filidor'un sözlerine geri döneyim. Sözü yeniden dikkatinize sunuyorum: "En büyük isteğim, henüz düşünülmeyen, daha doğrusu şimdiye kadar anlaşılmayan bir yeniliği ortaya koymaktır: Piyonlarla oynamaktan sözetmek istiyorum. Piyonlar partinin ruhudur. Savunmayı ve taarruzu yapacak olan yalnız Piyonlar olduğu gibi, oyunun sonunu da yine Piyonların durumu belirler".
Dikkat edin: "Henüz düşünülmeyen, daha doğrusu şimdiye kadar anlaşılmayan bir yenilik" demiş. Buradaki "anlaşılmayan" sözü, çok ilginç. Demek ki Filidor'un piyon için saydıkları, daha önce düşünülmüş ama anlaşılmamış. Kim düşünmüş olabilir?
Akla iki olası yanıt geliyor: Ya Avrupa'da birileri düşündü, ya da Doğu'da. Avrupa'da olabilir mi? Askerlik felsefesi açısından olanaksız ama biz yine de yalnızca satrancın tarihi açısından irdeleyelim. Filidor, bu sözleri, Satranç Oyununun Analizi adlı kitabında yazmış. Aynı kitapta 16. ve 17. yüzyılın "rasgele ve ilkel" oyun yapısını sertçe eleştirmiş. Demek ki Avrupa'da Filidor'dan önceki oyun yapısında Piyonun önemli bir yeri yok.
Öyleyse, "Avrupalılarca anlaşılamamış olan bu (Avrupa için) yenilik", Avrupalıların Doğu'dan getirtip çevirdikleri ve inceledikleri kitaplarda yazılıydı. Tam da yeri gelmişken, Filidor'un yukarıdaki sözlerini okuduğum kitaptan şu ilginç bölümü de aktarayım:
"Burada 18. yüzyılın ilk yarısında ve Filidor'un zamanındaki güçlü satranççılardan biri olan Halepli Philipp Stamma'yi anmak yerinde olur. Birçok alanda ayrıntılı bilgilere sahip olan Stamma, ilkönce Paris'e gitmiş, sonra Londra'da yerleşmiş ve orada birçok yıl Yakın Doğu dilleri çevirmeni olarak çalışmıştır. Zamanın en güçlü oyuncularından biri olmasından başka, Stamma bizim için birkaç nedenden ilgi çekicidir. İlkönce şunu söyleyelim ki onun satranca büyük bir hizmeti, bugün de hafifçe değiştirilmiş biçimde uluslararası olarak (ve bu kitapta da) kullanılan kısa (cebirsel) notasyonu bulmasıdır. Bundan başka, 1737 yılında Paris'te yayınlanmış Satranç Oyunu Sırları adlı eserinde Stamma, eski Arap "mansuba"larındaki fikirlerden yaralanarak yeni tipten, çok öğretici problemler meydana getirmiştir (bir nevi satranç etütleri). Zamanında çok ilgi çeken bu kitaptan iki örnek aşağıda verilmiştir: (...) Zugzwang'ın (yani hamle yapmak zorunluğunun) fikrini açıklayan bu etüt..."
Biraz önce, erlerin neden bir ordunun temeli olduğu konusunda üç madde yazmıştım. İlk ikisine Filidor da aynen değinmiş. Üçüncü maddeyi ise eksik bırakmış. Bunu görememiş olması çok doğal. Geriye dönüşlerdeki hız etkenini göremezdi, çünkü satrançta Erler zaten geri gitmez. İlerlerkenki hız etkenini görmek ise, Avrupalıların ayarını bozduğu satranca göre eski satrançta çok daha kolay olsa gerek. Benim anladığım, Filidor, Doğu'daki satrançta gördüğü "Er temelli oyun felsefesini", elinden geldiğince Avrupa'daki satranca uygulamaya çalışmış.
**********
Oktay Bey,
Bu başlık altında, "yazınızın şurasında şöyle yazdınız" gibi belirtmelerde bulunmak, yakışık almaz. Kimseden herhangi bir özür beklemiyorum. Geriye de bakmıyorum. Bu konuda en doğru değerlendirmeyi siz kendiniz zaten yaparsınız.
Güneş Dil Kuramı denilen konuya uzun uzun girmeyeceğim. Yalnızca şu kadarını yazayım: Bunu ilk ortaya atan kişiler Türkler değil, iki Avrupalı bilimcidir. Bunlar Atatürk'e bu konudaki yazılarını göndermişlerdir. Türk tarihinin gerçeklerini daha gencecik yaşında bile zaten oldukça iyi bilen Atatürk, bu konudaki araştırmaları genişletmiştir. Kaldı ki bu bir kuram değil, gerçeğin ta kendisidir. Bütün bunca yıl boyunca bir kez bile yalanlanamamıştır. Hiçbir yerde bulamazsınız. Ve daha en başından beri kanıtlıydı. Günümüzdeyse neredeyse her yeni gün yeni bir kanıt bulunuyor. Bunların bazıları da, ezelden beri bir Türk yurdu olan ve bir olasılıkla Türklerin anayurdu olan Anadolu'dan çıkıyor. Bunları araştıranlar da öyle uyduruk üniversitelerin Türkoloji bölümleri değil, dünyanın en önemli üniversitelerinin en önemli profesörleridir. Devletlerinin desteği de tümüyle arkalarındadır. Öyle de büyük önem vererek araştırırlar ki Anadolu'da, Sibirya'da ve diğer Türk topraklarındaki kazılara, Türk araştırmacıları mümkün olduğunca sokmazlar. Bunların içinde Avrupalılar, Ruslar ve Çinliler de vardır, ama özellikle Amerikalılar ve Yahudiler sokmaz. Neden sokmadıklarının yanıtını, herkes düşününce rahatlıkla bulabilir.
Satranç tarihine ilişkin bir özet aktarmışsınız. Bunu yazmanız iyi oldu; benim yazmama gerek kalmadı. Bu bize biraz zaman kazandıracak. Gerçekten de satranç tarihi, dediğiniz gibi anlatılır. Ama bu, satrancın "resmi" tarihidir. Hani "resmi tarih" diye küçümsemekli bir deyim vardır ya, tam da öyle bir resmi tarihtir. Bu konuda ben zamanında zaten birşeyler yazmıştım. Tasarılarımda bir değişiklik olmazsa, bir sonraki değil, ondan sonraki yorumumda yeniden yazacağım ve yenilerini ekleyeceğim.
Şöyle demişsiniz: "Laf arasında tavladan Türk savaş oyunlarından biri diye bahsetmişsiniz ki, hatalı bir bilgidir. Tavlanın mucidi 700'lü yıllarda Persler olup Türklerin bu oyunla tanışması için bir 700 yıl daha geçmesi gerekmiştir"
1) Tavlanın tarihi Milattan önceye dayanır ve Lidlerin (Lidyalılar) bulduğu bir oyundur. Farslar (Persler) bunu sahiplenmiştir. Hep yaptıkları gibi. Bu bilgilere, Lidya konusunu incelemiş akademisyenlerden ulaşılabilir.
2) Lidler, Sardlar (Sardunya Adası'na adını veren, Batı Anadolu'dan oralara göçeden Türkler), Firikler gibi Anadolu uygarlıkları hep Türk'tür. Bu konuyu da birçok yerli yabancı akademisyenden okuyabilirsiniz.
Es-Suli, dünyanın ilk büyük satranç ustası olarak kabul edilir. Bu yüzden de kendisine bugünkü deyimle, "satrancın ilk büyükustası" denir. Es-Suli adı, Suat Atalığa yazdıklarımda geçti. Ben orada "es-Suli Türktü, dolayısıyla satrancı Türkler buldu" demedim. Suat Atalık, Türk satranç tarihini, adeta Türkiye Cumhuriyeti sonrasına bağlamış. Ben de bu forumda da paylaşılmış olan bir bağlantı ekleyip, dünyanın satrançtaki ilk büyükustası olarak kabul edilen kişinin bir Türk olduğunu belirttim. Bu elbette satrancı Türklerin yarattığını göstermez. Ama hiç kuşkusuz, Türklerin satranç tarihinde çok önemli bir yerinin olduğunu gösterir.
Türklerde satranç, Osmanlılarla başlamadı. Osmanlılardan çok önce de, her Türk coğrafyasında satranç oynanırdı. Ve Türkler satrancın birçok farklı çeşidini türetip oynamıştır. Timur Satrancı bunlardan en bilineni. Dünyadaki hiçbir ulus, Türkler kadar farklı satranç türevleri oynamamıştır. Türklerin satranca büyük önem verdiğini gösteren bu çeşitlilik, aslında Türklerin "üretici alışkanlığının" doğal bir sonucudur. Sürekli yenilik getirip, yeni biçimler türetmişlerdir. Tıpkı Tavladaki çeşitlilik gibi. Tıpkı Türklerin yarattığı Üçtaş, Dokuztaş, Onikitaş, Mangala, Dama, Satranç ilişkisi gibi.
Kalanlara ileride yazacağım yazılarda değinmiş olacağım.
**********
Özgür Bey,
Benim elimde "satrancı Türkler yarattı" diyen ve kimsenin itiraz edemeyeceği bir belge elbette yok. Olsaydı zaten çoktan paylaşmıştım. Ancak, öyle bir belge,
1) Örneğin Hintliler için de yok ve asla olmayacak.
2) Türkleri için var ve bu kesinlikle birilerinin ellerinde. Size anlamsız gelebilir, ama ben bundan adım soyadım kadar eminim. Ve o belge bir gün ortaya çıkacak.
Elimde öyle bir belge yok, ama elbette beni böylesine emin yapan bazı göstergeler var. Bunları ileride yazacağım. Ama daha önce, bilim konusunda birşeyler yazmam gerek. Sonuçta bilim, yalnızca belgelere dayanarak yapılmaz.
**********
Bu arada bu yazışmalara hız ve zaman kazandırmak için, ben de sizlere bir soru sorayım: Ne tür bir belge veya gösterge istiyorsunuz? Yani ben size ne tür bir şey sunarsam, satrancı Türklerin yarattığına kanaat getirirsiniz? Örneğin Oktay Bey, "gerek zaman çizgisi, gerek coğrafi konum, gerekse terimlerin etimolojik incelemesi" demiş. Bunlardan başka bir isteğiniz var mıdır?