15-07-2015, 13:02
Sorunlara sebep olan etmenleri ortaya koymadan çözüm aramak, içi boş itfaiye arabasının yangın söndürmeye gitmesi gibidir.
Bana;
Kültürel, siyasal, hukuk, sanat, sosyal alanda kendi özgür iradesiyle seçim yaparak geleceğini kurma amacına yönelik mücadeleye atılan ve başarılı olan kaç kadın sayabilirsiniz?
SABANCI'LARDAN, KOÇ'LARDAN bahsetmiyorum.
En başta ekonomik haklara sahip olmada, bu haklarını kullanmada toprak ve sermaye gibi kaynaklara sahip olmada eşitsizliklere uğrayan kadınlarımız değil midir?
Bazı geleneksel yaklaşımlar sonucu kız çocuklarımızın eğitimi bile yasaklanırken siz onlara nasıl spor yaptırabilirsiniz?
Son derece kötü koşullarda yetersiz ücret karşılığı çalıştırılan kadınlarımızın sayısı hakkında fikriniz var mıdır?
Kadın anadır.
“Kadının yeri evidir anlayışı” nedeniyle ülkede çalışma gücü de erkek egemenliğine girmiştir. Kadın evinde annelik ve ev düzeninden sorumlulukla görevlendirilmiş bir kadere mahkum edilmiştir.
Toplumda hizmet sektöründe ancak son 45-50 yıldır kadın hatırlanmış ve toplumsal çalışma alanına alınmıştır. O da nüfus artışı sebebiyle kendisine iş gücünde duyulan ihtiyaçtan dolayı...
Ancak anne rolündeki kadın bunu nasıl başaracak?
Sadece annelik mi?
Evin içinde karar organında olmadığı halde tüm iş yükü kendi sırtındayken...
Bir kısım toplumsal anlayışımız gereği töre ve namus gibi gerekçelerle okuyamayan kız çocukları çok küçük yaşlarda evlendirilmektedir.
Eğitimleri engellenerek toplumsal mesleki yaşam dışı kalarak şiddete uğrama ihtimali de artmaktadır.
Çözümlerin en başında toplumsal statüsünü yükseltmek ve kendisine değer verici bakış açısı gerekir. Erkek egemen toplumlarda bu kadın erkek eşitliğine uzanan yolda ne derece başarı sağlanabilir ki?
Belki o zaman toprakla uğraşma zorunda kalan tarladaki Ayşe Bacı'nın içinde gizli bir yetenek olarak kalmış ve ortaya çıkma fırsatı hiç bulamamış Ayşe ARMAN'LAR,
Tek başına 20 ineği otlatmaya giden Kezban'ın içinden bir Kezban HATEMİ çıkabilirdi.
Ya da geleceğin POLGAR'LARINI diğerlerinin içinde de bulabilirdik.
...
Satranca dönersek,
ZAMANIMIZA DOĞRU...
Ben özellikle yaşadığım ve tanıklık yaptığım kuşağı anlatmak istiyorum.
Doğuda görev yaptığım yıllarda Erzurum, Kars, Ağrı gibi illerde köylerde "kişık-kişıh" adıyla oynanan satrançta köy kadınlarının da eskiden beri oynadıklarını biliyordum.
Son zamanlarda görsel medyada haberlerinde aralarında satranç oynayan kadın günlerini-toplantılarını hatırlıyorum.
Bunun temelinin, 1920 li ve 1930 lu yıllardan özellikle Rusya ve Türk cumhuriyetlerinden göç ile gelen ve yerleşen vatandaşlarımızın bu günlere yansıması olarak biliyoruz.
Balkanlar ve Romanya üzerinden gelen bir başka göç dalgası da bir kısmı daha eski olmakla birlikte, özellikle seksenli yılların ortalarından itibaren ülkemizde İstanbul, Bursa, Edirne, Tekirdağ, Gebze- Kocaeli gibi illerimize yerleşmişti.
Bu vatandaşlarımızın sonraki kuşakları oluşturacak çocuk ve torunları da hazır satranç potansiyeline sahipti.
KOCAELİ HEREKE' DE çalıştığım yıllarda bir çok kız öğrencim Gebze'den geliyordu. İçlerinde Bulgaristan gibi ülkelerin gerek eğitim sistemlerinde ve gerekse geleneksel kültürün etkisiyle satranç oynamasını bilen bir çok göçmen ailelere mensup kız öğrencilerim de vardı.
Bu öğrencilerim Türkiye kökenli kız öğrencilere göre sayısal olarak, hem daha çok sayıda satranç biliyorlardı, hem de daha üstün satranç bilgisine sahiptiler.
Yetmişli yıllarda İzmir'de bayan satranççı olarak yalnız J. ARBİL'İ bilirdik.
İstanbul'da sn. Turhan YIMAZ'IN kız kardeşleri Gülümser ve Gülsevil YILMAZ ( o yıllardaki soyadlarını kullandım) satranç dünyasında bayan sporcu olarak tanındılar.
Uluslararası alanda ilk olarak Nilüfer ÇINAR ÇORLULU WIM unvanına ulaşarak yolun başında ilk sayfayı açtı.
Seksenli yılların hemen başlarında düzenlenen TÜRKİYE İLK ve ORTA DERECELİ OKULLARARASI SATRANÇ BİRİNCİLİĞİNDE de bayan sporcuların oranı neredeyse
% 8-10 civarında kalıyordu. Aynı zamanda düzenlenen Üniversiteler Arası Satranç Birinciliği'ne katılan bayan sporcu sayısı da bu oranı geçmiyordu.
Seksenli yılların ortalarına doğru S.H. DALKIRAN, SGM yi açtığında çok güçlü eğitim alan kız sporcularımız oldu.
Aynı yıllarda İzmir'de etkisi daha sonraki yıllarda ortaya çıkacak olan bir gelişmeye sn. Enis BİLYAP imza attı.
Çocuk satrancının bana göre en teknik ve en sportif kökenli ilk kız sporcuları yetişmeye başladı.
Onu can dostum merhum Abdullah İLHAN izledi. Böyle özverili bir insan Betül'ü keşfetti.
Aynı yıllarda başka bir özveri sembolü isim İslam Hoca Ankara'da Kübralar, Özlemler ile çalışmaya başladı. Ankara'da TED lokalinde ülkemiz satrancının sembol ismi
Ali İPEK, Teoman ULUCAN ile çok değerli çalışmalara imza attı.
(Bu arada ismini sayamadığım nice sporcu, antrenör ve satranç insanının isimleriyle burada anılması için sizlere de davetim var. Her birisini derin minnet ve saygıyla anıyorum)
Doksanlı yıllarda ülke satrancımızın duayen ve sembol isimlerinden Kahraman OLGAÇ Federasyon başkanı oldu.
Başkanlığı 2000 yılında genç aday Ali Nihat YAZICI'YA devretti.
Yeni milenyumda yeni planlamalara geçildi. O zamanki adıyla yaş grupları yarışmaları düzenlendi. Küçük hanım sporcularımız artık erkekler ile aynı salonları ilk kez geniş kitlelerce paylaşmaya başladılar. Üstün eğitim alanlar arasındaki çarpışmalar nefesleri kesti.
Her birinde de hem antrenör hem de yönetici sıfatıyla vardım ve tanıklık yaptım.
İlk kez o yaşlara kamplar düzenlendi. Kamplarda eğitmen olarak yer aldım. Benim görevim teknik satranç antrenmanlarında değildi. Eğitim Kurulu olarak kamp planlamasında ve programın yürütülmesinde görevim vardı. Bunu belirtmek isterim.
Kız sporcuların ilk kez ayrı kategorileri oluştu. Dünya ve Avrupa şampiyonalarına ilk kez katılmaya başladık.
Zamanla dereceler ve daha sonrada unvanlar kazanıldı.
(Devam edecek...)
Bana;
Kültürel, siyasal, hukuk, sanat, sosyal alanda kendi özgür iradesiyle seçim yaparak geleceğini kurma amacına yönelik mücadeleye atılan ve başarılı olan kaç kadın sayabilirsiniz?
SABANCI'LARDAN, KOÇ'LARDAN bahsetmiyorum.
En başta ekonomik haklara sahip olmada, bu haklarını kullanmada toprak ve sermaye gibi kaynaklara sahip olmada eşitsizliklere uğrayan kadınlarımız değil midir?
Bazı geleneksel yaklaşımlar sonucu kız çocuklarımızın eğitimi bile yasaklanırken siz onlara nasıl spor yaptırabilirsiniz?
Son derece kötü koşullarda yetersiz ücret karşılığı çalıştırılan kadınlarımızın sayısı hakkında fikriniz var mıdır?
Kadın anadır.
“Kadının yeri evidir anlayışı” nedeniyle ülkede çalışma gücü de erkek egemenliğine girmiştir. Kadın evinde annelik ve ev düzeninden sorumlulukla görevlendirilmiş bir kadere mahkum edilmiştir.
Toplumda hizmet sektöründe ancak son 45-50 yıldır kadın hatırlanmış ve toplumsal çalışma alanına alınmıştır. O da nüfus artışı sebebiyle kendisine iş gücünde duyulan ihtiyaçtan dolayı...
Ancak anne rolündeki kadın bunu nasıl başaracak?
Sadece annelik mi?
Evin içinde karar organında olmadığı halde tüm iş yükü kendi sırtındayken...
Bir kısım toplumsal anlayışımız gereği töre ve namus gibi gerekçelerle okuyamayan kız çocukları çok küçük yaşlarda evlendirilmektedir.
Eğitimleri engellenerek toplumsal mesleki yaşam dışı kalarak şiddete uğrama ihtimali de artmaktadır.
Çözümlerin en başında toplumsal statüsünü yükseltmek ve kendisine değer verici bakış açısı gerekir. Erkek egemen toplumlarda bu kadın erkek eşitliğine uzanan yolda ne derece başarı sağlanabilir ki?
Belki o zaman toprakla uğraşma zorunda kalan tarladaki Ayşe Bacı'nın içinde gizli bir yetenek olarak kalmış ve ortaya çıkma fırsatı hiç bulamamış Ayşe ARMAN'LAR,
Tek başına 20 ineği otlatmaya giden Kezban'ın içinden bir Kezban HATEMİ çıkabilirdi.
Ya da geleceğin POLGAR'LARINI diğerlerinin içinde de bulabilirdik.
...
Satranca dönersek,
ZAMANIMIZA DOĞRU...
Ben özellikle yaşadığım ve tanıklık yaptığım kuşağı anlatmak istiyorum.
Doğuda görev yaptığım yıllarda Erzurum, Kars, Ağrı gibi illerde köylerde "kişık-kişıh" adıyla oynanan satrançta köy kadınlarının da eskiden beri oynadıklarını biliyordum.
Son zamanlarda görsel medyada haberlerinde aralarında satranç oynayan kadın günlerini-toplantılarını hatırlıyorum.
Bunun temelinin, 1920 li ve 1930 lu yıllardan özellikle Rusya ve Türk cumhuriyetlerinden göç ile gelen ve yerleşen vatandaşlarımızın bu günlere yansıması olarak biliyoruz.
Balkanlar ve Romanya üzerinden gelen bir başka göç dalgası da bir kısmı daha eski olmakla birlikte, özellikle seksenli yılların ortalarından itibaren ülkemizde İstanbul, Bursa, Edirne, Tekirdağ, Gebze- Kocaeli gibi illerimize yerleşmişti.
Bu vatandaşlarımızın sonraki kuşakları oluşturacak çocuk ve torunları da hazır satranç potansiyeline sahipti.
KOCAELİ HEREKE' DE çalıştığım yıllarda bir çok kız öğrencim Gebze'den geliyordu. İçlerinde Bulgaristan gibi ülkelerin gerek eğitim sistemlerinde ve gerekse geleneksel kültürün etkisiyle satranç oynamasını bilen bir çok göçmen ailelere mensup kız öğrencilerim de vardı.
Bu öğrencilerim Türkiye kökenli kız öğrencilere göre sayısal olarak, hem daha çok sayıda satranç biliyorlardı, hem de daha üstün satranç bilgisine sahiptiler.
Yetmişli yıllarda İzmir'de bayan satranççı olarak yalnız J. ARBİL'İ bilirdik.
İstanbul'da sn. Turhan YIMAZ'IN kız kardeşleri Gülümser ve Gülsevil YILMAZ ( o yıllardaki soyadlarını kullandım) satranç dünyasında bayan sporcu olarak tanındılar.
Uluslararası alanda ilk olarak Nilüfer ÇINAR ÇORLULU WIM unvanına ulaşarak yolun başında ilk sayfayı açtı.
Seksenli yılların hemen başlarında düzenlenen TÜRKİYE İLK ve ORTA DERECELİ OKULLARARASI SATRANÇ BİRİNCİLİĞİNDE de bayan sporcuların oranı neredeyse
% 8-10 civarında kalıyordu. Aynı zamanda düzenlenen Üniversiteler Arası Satranç Birinciliği'ne katılan bayan sporcu sayısı da bu oranı geçmiyordu.
Seksenli yılların ortalarına doğru S.H. DALKIRAN, SGM yi açtığında çok güçlü eğitim alan kız sporcularımız oldu.
Aynı yıllarda İzmir'de etkisi daha sonraki yıllarda ortaya çıkacak olan bir gelişmeye sn. Enis BİLYAP imza attı.
Çocuk satrancının bana göre en teknik ve en sportif kökenli ilk kız sporcuları yetişmeye başladı.
Onu can dostum merhum Abdullah İLHAN izledi. Böyle özverili bir insan Betül'ü keşfetti.
Aynı yıllarda başka bir özveri sembolü isim İslam Hoca Ankara'da Kübralar, Özlemler ile çalışmaya başladı. Ankara'da TED lokalinde ülkemiz satrancının sembol ismi
Ali İPEK, Teoman ULUCAN ile çok değerli çalışmalara imza attı.
(Bu arada ismini sayamadığım nice sporcu, antrenör ve satranç insanının isimleriyle burada anılması için sizlere de davetim var. Her birisini derin minnet ve saygıyla anıyorum)
Doksanlı yıllarda ülke satrancımızın duayen ve sembol isimlerinden Kahraman OLGAÇ Federasyon başkanı oldu.
Başkanlığı 2000 yılında genç aday Ali Nihat YAZICI'YA devretti.
Yeni milenyumda yeni planlamalara geçildi. O zamanki adıyla yaş grupları yarışmaları düzenlendi. Küçük hanım sporcularımız artık erkekler ile aynı salonları ilk kez geniş kitlelerce paylaşmaya başladılar. Üstün eğitim alanlar arasındaki çarpışmalar nefesleri kesti.
Her birinde de hem antrenör hem de yönetici sıfatıyla vardım ve tanıklık yaptım.
İlk kez o yaşlara kamplar düzenlendi. Kamplarda eğitmen olarak yer aldım. Benim görevim teknik satranç antrenmanlarında değildi. Eğitim Kurulu olarak kamp planlamasında ve programın yürütülmesinde görevim vardı. Bunu belirtmek isterim.
Kız sporcuların ilk kez ayrı kategorileri oluştu. Dünya ve Avrupa şampiyonalarına ilk kez katılmaya başladık.
Zamanla dereceler ve daha sonrada unvanlar kazanıldı.
(Devam edecek...)
- MATRANÇ -