23-03-2016, 22:58
BİLMİYOR MUSUN, GÖRMÜYOR MUSUN, DUYMADIN MI, HABERİN YOK MU, GÖRMEZDEN GELİYORSUN...
Hepsini çok iyi biliyorum.
Tepkimin ve yazmamın sebebi bu zaten.
Sömürü düzeni anaokullarındaki bebelere gözünü dikti.
Şimdi o yaş grubuna hitap ederek velileri kandırıp bir güzel söğüşleyecekler.
Pembe yalanlar, boş vaatler, iki müzik, iki pohpoh (çocuğunuz deha falan), eh, fiyat bu.
Yersen.
Tek tek cevap vermeye tenezzül bile etmiyorum. Ciddiye alınmayacak derecede komik, satranç sözcüğü yerine tavşan sözcüğünü yazsan anlamda bir gram değişiklik olmayacak uydurma etkinlikler. Geçiniz.
GELELİM ŞU SPOR MESELESİNE:
Biliyorum, hazmetmesi oldukça zor bir gerçek, satrancın spor olmadığı. Konuyu küresel çapta ve ülke çapında olmak üzere iki şekilde ele alıyorum:
1) Soğuk Savaş döneminin Sovyet tarafı, spor yalanını ilk söyleyen kurumlara sahip olsa gerek. Nedeni mi? Propaganda.
O yıllarda futbol ve basketbol gibi kitlesel takım sporlarında Batı ülkeleri öndeydi. Bireysel sporlarda ise durum genelde eşitti.
Halk nezdinde sportif başarıların ne denli önemli bir prestij göstergesi olduğu, çok eskiden beri bilinen bir gerçek. Yeni bir bilgi değil.
O halde ne yapmalı? Sporda istenen başarı sağlanamıyorsa ulusal çapta başarı sağlanmış bir oyunu spor yapmak! Fikir güzeldi ve başarıyla uygulandı. Hatta sporu aştı, Spassky - Fischer maçında medeniyetlerin kapışmasına döndü. ABD, Fischer'e kadar satrancın ne denli önemli bir propaganda aracı olduğunun farkına varamadı. Gerçek ve uzun vadeli yatırımları ancak 72'den sonra yaptı. O zamanlardan sonra yılların kulüp-cafe oyunu bir anda spor oluverdi! Güzel bir sıçrama! Neymiş, beyin sporu! Tabi ya, beyin de kastı zaten!
2) Peki ülkemizdeki spor yaygarasının nedeni nedir? Temeli bir çelişkidir aslında. Bir yandan "ben özerkim" diye hava atıp öte yandan devletin şemsiyesi altından çıkacak cesareti gösterememe çelişkisi...
T.C. Anayasası der ki: "IX Gençlik ve Spor MADDE 59. – Devlet, her yaştaki Türk vatandaşlarının beden ve ruh sağlığını geliştirecek tedbirleri alır, sporun kitlelere yayılmasını teşvik eder."
Ülkemizde satrancı spor kapsamına sokmaya çalışanların tek derdi bu maddenin koruma kapsamına girmektir. 5 saat boyunca tahtada taş oynatıp, notasyon için kalem tutup saate parmağının ucuyla basmak gibi hareketlerin spor diye yutturulma çabası buradan kaynaklanmaktadır.
Kandırmacanın bir boyutu daha var: LİSANS SAYISI!
Gerçek anlamdaki sporla haşır neşir olmuş herkes bilir ki lisans bir yeterlik göstergesidir. Sadece yeterlik değil, iddialı olmayı ifade eder. Örneğin, yeni bir basketbol takımının oluşumunu ele alalım. Seçmelere yaklaşık 200 aday başvurur. Bunlardan kabaca 170 tanesi ilk etapta elenir. 30 kişilik bir basketbolcu grubu yaklaşık iki ay süren yoğun tempolu yüklemeler ve birtakım elemeler sonunda 12 kişiye indirilir. Takım bunlardan oluşur ve kulüp sadece bunlara lisans çıkartır. 300 istekli, 30 kalifiye arasından en iyi 12 lisans sahibi olmaya hak kazanır! Futbolda da durum aynıdır. Dolayısıyla futbolda ve basketbolda lisanslı sporcu sayısı önemli bir göstergedir. O sayının en az on katı kadar aday ciddi anlamda takımlara girmeye çalışmış, ön hazırlık yapmış ancak yeterlik gösterememiştir. Şimdi de satrançtaki lisans olayını gözünüzün önüne getirin. Önüne gelenin zorla lisans sahibi edildiği, lisansın gelir ve övünme kapısı olduğu yapay, balon, şişirme bir dünya. Bu lisans prosedürü yüzünden niyeti olduğu halde turnuvaya katılmayan insanlarla tanıştım geçmişte...
Satranç iyi ki bir spor değil! Bu sayede satrancı görme engelliler de, işitme engelliler de, yaşamını tekerlekli sandalyede binbir güçlükle sürdürmeye çalışan insanlar da, paralimpik kardeşlerimiz de, benim gibi ameliyattan yeni çıkanlar da oynayabilmektedir. 8 yaşındaki çocukla 80 yaşındaki dedesi keyifle oynayabiliyorlarsa bu satrancın spor olmasından değil, olmamasından kaynaklanan bir güzelliktir.
İnsan emek sarf ettiği şeyi objektif değerlendiremez, duygusal değerlendirme ağır basar. Bu söylediklerimin birçok satranççıya kabul edilmez fikirler olarak gelebilecek olmasının nedeni budur.
Konuyla ilgili olarak internet üzerinde geniş çaplı bir araştırma yaptım. Bu araştırmaya İngilizce siteler dahildir. Olayı en tarafsız ve en kapsamlı şekilde ele alan kaynak, Türkçe yazılmış bir makale. Zaman ayırıp özümseyerek okursanız bazı gerçekleri anlayacaksınız:
http://www.temizspor.com/makaleler/71-sa...ir-spor-mu
Satrancı sadece satranç olduğu için seven, ondan çıkar sağlamayı gözetmeyen herkese sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Hepsini çok iyi biliyorum.
Tepkimin ve yazmamın sebebi bu zaten.
Sömürü düzeni anaokullarındaki bebelere gözünü dikti.
Şimdi o yaş grubuna hitap ederek velileri kandırıp bir güzel söğüşleyecekler.
Pembe yalanlar, boş vaatler, iki müzik, iki pohpoh (çocuğunuz deha falan), eh, fiyat bu.
Yersen.
Tek tek cevap vermeye tenezzül bile etmiyorum. Ciddiye alınmayacak derecede komik, satranç sözcüğü yerine tavşan sözcüğünü yazsan anlamda bir gram değişiklik olmayacak uydurma etkinlikler. Geçiniz.
GELELİM ŞU SPOR MESELESİNE:
Biliyorum, hazmetmesi oldukça zor bir gerçek, satrancın spor olmadığı. Konuyu küresel çapta ve ülke çapında olmak üzere iki şekilde ele alıyorum:
1) Soğuk Savaş döneminin Sovyet tarafı, spor yalanını ilk söyleyen kurumlara sahip olsa gerek. Nedeni mi? Propaganda.
O yıllarda futbol ve basketbol gibi kitlesel takım sporlarında Batı ülkeleri öndeydi. Bireysel sporlarda ise durum genelde eşitti.
Halk nezdinde sportif başarıların ne denli önemli bir prestij göstergesi olduğu, çok eskiden beri bilinen bir gerçek. Yeni bir bilgi değil.
O halde ne yapmalı? Sporda istenen başarı sağlanamıyorsa ulusal çapta başarı sağlanmış bir oyunu spor yapmak! Fikir güzeldi ve başarıyla uygulandı. Hatta sporu aştı, Spassky - Fischer maçında medeniyetlerin kapışmasına döndü. ABD, Fischer'e kadar satrancın ne denli önemli bir propaganda aracı olduğunun farkına varamadı. Gerçek ve uzun vadeli yatırımları ancak 72'den sonra yaptı. O zamanlardan sonra yılların kulüp-cafe oyunu bir anda spor oluverdi! Güzel bir sıçrama! Neymiş, beyin sporu! Tabi ya, beyin de kastı zaten!
2) Peki ülkemizdeki spor yaygarasının nedeni nedir? Temeli bir çelişkidir aslında. Bir yandan "ben özerkim" diye hava atıp öte yandan devletin şemsiyesi altından çıkacak cesareti gösterememe çelişkisi...
T.C. Anayasası der ki: "IX Gençlik ve Spor MADDE 59. – Devlet, her yaştaki Türk vatandaşlarının beden ve ruh sağlığını geliştirecek tedbirleri alır, sporun kitlelere yayılmasını teşvik eder."
Ülkemizde satrancı spor kapsamına sokmaya çalışanların tek derdi bu maddenin koruma kapsamına girmektir. 5 saat boyunca tahtada taş oynatıp, notasyon için kalem tutup saate parmağının ucuyla basmak gibi hareketlerin spor diye yutturulma çabası buradan kaynaklanmaktadır.
Kandırmacanın bir boyutu daha var: LİSANS SAYISI!
Gerçek anlamdaki sporla haşır neşir olmuş herkes bilir ki lisans bir yeterlik göstergesidir. Sadece yeterlik değil, iddialı olmayı ifade eder. Örneğin, yeni bir basketbol takımının oluşumunu ele alalım. Seçmelere yaklaşık 200 aday başvurur. Bunlardan kabaca 170 tanesi ilk etapta elenir. 30 kişilik bir basketbolcu grubu yaklaşık iki ay süren yoğun tempolu yüklemeler ve birtakım elemeler sonunda 12 kişiye indirilir. Takım bunlardan oluşur ve kulüp sadece bunlara lisans çıkartır. 300 istekli, 30 kalifiye arasından en iyi 12 lisans sahibi olmaya hak kazanır! Futbolda da durum aynıdır. Dolayısıyla futbolda ve basketbolda lisanslı sporcu sayısı önemli bir göstergedir. O sayının en az on katı kadar aday ciddi anlamda takımlara girmeye çalışmış, ön hazırlık yapmış ancak yeterlik gösterememiştir. Şimdi de satrançtaki lisans olayını gözünüzün önüne getirin. Önüne gelenin zorla lisans sahibi edildiği, lisansın gelir ve övünme kapısı olduğu yapay, balon, şişirme bir dünya. Bu lisans prosedürü yüzünden niyeti olduğu halde turnuvaya katılmayan insanlarla tanıştım geçmişte...
Satranç iyi ki bir spor değil! Bu sayede satrancı görme engelliler de, işitme engelliler de, yaşamını tekerlekli sandalyede binbir güçlükle sürdürmeye çalışan insanlar da, paralimpik kardeşlerimiz de, benim gibi ameliyattan yeni çıkanlar da oynayabilmektedir. 8 yaşındaki çocukla 80 yaşındaki dedesi keyifle oynayabiliyorlarsa bu satrancın spor olmasından değil, olmamasından kaynaklanan bir güzelliktir.
İnsan emek sarf ettiği şeyi objektif değerlendiremez, duygusal değerlendirme ağır basar. Bu söylediklerimin birçok satranççıya kabul edilmez fikirler olarak gelebilecek olmasının nedeni budur.
Konuyla ilgili olarak internet üzerinde geniş çaplı bir araştırma yaptım. Bu araştırmaya İngilizce siteler dahildir. Olayı en tarafsız ve en kapsamlı şekilde ele alan kaynak, Türkçe yazılmış bir makale. Zaman ayırıp özümseyerek okursanız bazı gerçekleri anlayacaksınız:
http://www.temizspor.com/makaleler/71-sa...ir-spor-mu
Satrancı sadece satranç olduğu için seven, ondan çıkar sağlamayı gözetmeyen herkese sevgi ve saygılarımı sunuyorum.