02-12-2008, 01:25
Nasrettin Hoca eşeğin sırtına çırayı sarmış,üstüne de bir ateş, sonra eşeğe demiş; “Aklın varsa göle git!”
Geçenlerde Hoca ile eşeğini 100.Yıl caddesinde gördüm! Hoca yine çırayı sarmış,ateşi atmış,bu yük Kepez’e gidecek, ama aklın varsa sen denize gidersin, diyor,eşekle aralarında ateşli bir tartışma geçiyordu. Konuşmalarına kulak verdim:
Hoca: Senin görevin yükü taşımak!
Eşek: Ama ateşten bir yük bu beni yakacak!
Hoca: Yüklendiysen taşıyacaksın!
Eşek: Canım yanıyor ama yanıp kül olacağım!
Hoca: Aklın varsa Konyaaltı’na gidersin, ama görevin bu yükü Kepez’e götürmek!
Eşek: Aslında benim böyle bir görevim yok. Ben bu dünyaya yük taşımaya gelmedim.
Hoca: Niye geldin?
Eşek: Geldim, türlü türlü otlar yiyeceğim, çayırlarda bayırlarda gezeceğim, kara gözlü sıpalarım olacak, sıpalarımın sıpası olacak, ben yaşamaya geldim! Sizin yükünüzden bana ne? Siz kendi taşımanız gereken yükü bana taşıtıyorsunuz, bir de bu yükü taşıdığım için bana eşek diyorsunuz. Bu sizin bana taktığınız size ait olan bir sözcük. Aslında eşek olan sizsiniz. Evrensel dayanışma adına insanlık olsun diye size yardım ediyoruz, sizse bizi eşek diye aşağılıyorsunuz.
Hoca: Hayır aşağılamıyoruz ama bu yükü taşıman gerekiyor.
Eşek: Ama bu ateş yakıyor beni!
Hoca: Senin görevin bu!
Eşek: Reddediyorum!
Hoca: Hayır Prometeus’tan beri, sen ateşi halka dağıtmak, ateşinle halkı aydınlatmak zorundasın.
Eşek: Yaa öyle mi ?!
Hoca: Öyle !
Eşek: Ben neymişim be!
Hoca: Evet!
Eşek: Başka çıra var mı?
Hoca: Taşıyacak olan, yanacak olan sen olduktan sonra daha çok çıra var bu memlekette!
Eşek: Ne yapalım Hoca, var mı bir başka yolu?
Hoca: Yok, tek yol bu!
Eşek: Tek yol?
Hoca: Tek yol!
Eşek: Hoca eskiden ne güzel tek yollar vardı. Şimdi yollar da gidişli-dönüşlü, çift şeritli, çok şeritli hale gelmiş.Yollar tek iken, daha mutluydu yolculuklar. Yolun değeri bilinirdi. Daracık yollarda insanlar birbirlerine selam verir, yol verirdi. İki-dört söyleşirdi. Şimdi kimse kimseye yol vermiyor. Söyleşilerin yerini küfürleşmeler almış. Sonra bu trafikte eşeklerin yeri de kalmamış. Yollar yol olarak çoğaldıkça, yolsuzluklar daha da artmış. İnsanların yürüyeceği yol kalmamış. Nasıl oluyor bu?
Hoca: Yok, azaltacaksın yolları, TEK YOL yapacaksın! Herkesi yola sokacaksın! Yolsuzluk yapanlar böylece yola gelirler. Herkes rahatça yürür memlekette, insanlar da, eşekler de!...
Onları dinledikten sonra sordum kendime; eşek eşek olduğu için mi yük taşır, yük taşıdığı için mi eşektir?Yük taşıdığı için eşekse, yük taşıyanlar eşek midir? Yoksa yük taşımayanlar mı eşektir? Yük taşımayarak “eşeklik” yapanların yükünü taşıyan insanlar ne oluyor?!...
Bedensel ve zihinsel yorgunluk başladı mıydı, işe güce varmaz olur eliniz. Her şey anlamsızlaşır. Hiçbir şeyin değeri yok gibidir.Bir boşluğa düşersiniz. Boşluğun dibini bulmadan da, yeni bir işe tutunup tırmanmanız, yeni bir göreve başlamanız yada mevcut işinizi sürdürmeniz olası değildir.
ANT-GÖR’lü yıllarda, yaz gelince derneği bekleyecek kimse kalmazdı. Ya herkes yaylasına gitmiştir yada Konyaaltı plajlarına serilip kalmışlardır. Yazla birlikte sosyal – siyasal aktivasyonlar da “denize düşerdi.” Antalya’nın böyle bir yanı vardır.Pazarcı bile yaz gelince “ucuza verecem, denize gidecem” diye bağırır. Ucuz verince çabuk satacak zaman arttırıp denize girecek.Sıcak, insanı bezdiriyor. Yorgunluk, tembellik, bıkkınlık çalıyor kapıları. Bu sıcaklarda tatilden başka yapacak bir şey yok gibidir.Tatil yapamayanlar ise kışa da yorgun girerler. Çare tatildir. “Tatil yapmayan çalışmıyor demektir.” Sözünü duyunca çok düşünmüştüm. Bizler o zaman da tatil yapamadık, şimdi de yapamıyoruz. Yorgunluk, tembellik yasak. “Kanımızın son damlasına, tüfeğimizin son mermisine kadar” çalışmak zorundayız. Zorunda olunca da, zor oluyor! Kahramanların yorulması yasaktır diye avutuyoruz kendimizi… Sıcak insanın beyin kimyasını bozuyor. Aylık bir dergiye yazı yazmak günlük bir gazeteye yazmaktan daha zor. Ayda bir kez çıktığınız okuyucunun karşısına, günlük gazetenin sıradanlığıyla çıkamazsınız. Yılda on iki “atış” hakkınız var. Gez, göz, arpacık titizlikle kontrol edilerek, on ikiden vurmak zorundasınız. Bu sıcaklarda böylesine bir atışı yapmak da bir hayli zor. Ama Antalya Forum bize öyle bir sorumluluk yükledi ki, Hoca’nın eşeğine döndük.
Antalya Forum, Antalya’nın siyaset kürsüsü olma yolunda her ay, bir ay daha büyüyor! Onun büyümesiyle birlikte yazar kadrosunun omuzlarındaki yük de artıyor. Bu yük ateşle yaklaşılmayacak bir yüktür.Ama ateşle birlikte taşınma zorunluluğu vardır. “Tehlikeli madde” taşıyan araç sürücülerinin titizliği ile taşınmalıdır. Ağır vasıta ehliyeti olmayanlar bu yükü taşıyamaz. Birileri her an bu yüke ateşle yaklaşabilir. Alevler içinde kalsak da bu yük taşınacak!
Prometeus ateşi tanrılardan çalarak halka dağıtmıştı. Tanrılar tanrısı Zeus onu cezalandırdı. Prometeus Kafkas dağlarına zincirlendi. 30 BİN YIL boyunca Zeus’un kartalı Prometeus’un göğsünü deşerek ciğerini yedi. Prometeus geceleri kendini yeniledi, gündüzleri ise kartal O’nu yemeye devam etti. Prometeus yaptığı kahramanlığın bedelini böyle ödedi. Ama bu sayede tanrıların tekelinde olan ateş insanların malı oldu.
Yaktığınız her kibritte, çaktığınız her çakmakta, ateşte pişirdiğiniz bir yemeğin her lokmasında, soğuk kış gecelerinde ısınarak uyuduğunuz uykunun her nefesinde Prometeus’un kahramanlığına borçlusunuz.
Forum yazarlarının her biri, bir Prometeus olmalıdır. Yaz- kış, yağmur-çamur, gece- gündüz demeden, durmadan, dinlenmeden, yorulmadan, usanmadan, bu kürsüde her yazar, bir meşale olarak yanmaya devam edecektir.
Mevlana’dan bir dörtlükle noktalayalım: “ Dostunu seven kişi/pervane gibi özler ateşi/ sevip de yanmaktan kaçanların/masal anlatmaktır bütün işi”
Hüseyin AKTAŞ 16/07/2006
Geçenlerde Hoca ile eşeğini 100.Yıl caddesinde gördüm! Hoca yine çırayı sarmış,ateşi atmış,bu yük Kepez’e gidecek, ama aklın varsa sen denize gidersin, diyor,eşekle aralarında ateşli bir tartışma geçiyordu. Konuşmalarına kulak verdim:
Hoca: Senin görevin yükü taşımak!
Eşek: Ama ateşten bir yük bu beni yakacak!
Hoca: Yüklendiysen taşıyacaksın!
Eşek: Canım yanıyor ama yanıp kül olacağım!
Hoca: Aklın varsa Konyaaltı’na gidersin, ama görevin bu yükü Kepez’e götürmek!
Eşek: Aslında benim böyle bir görevim yok. Ben bu dünyaya yük taşımaya gelmedim.
Hoca: Niye geldin?
Eşek: Geldim, türlü türlü otlar yiyeceğim, çayırlarda bayırlarda gezeceğim, kara gözlü sıpalarım olacak, sıpalarımın sıpası olacak, ben yaşamaya geldim! Sizin yükünüzden bana ne? Siz kendi taşımanız gereken yükü bana taşıtıyorsunuz, bir de bu yükü taşıdığım için bana eşek diyorsunuz. Bu sizin bana taktığınız size ait olan bir sözcük. Aslında eşek olan sizsiniz. Evrensel dayanışma adına insanlık olsun diye size yardım ediyoruz, sizse bizi eşek diye aşağılıyorsunuz.
Hoca: Hayır aşağılamıyoruz ama bu yükü taşıman gerekiyor.
Eşek: Ama bu ateş yakıyor beni!
Hoca: Senin görevin bu!
Eşek: Reddediyorum!
Hoca: Hayır Prometeus’tan beri, sen ateşi halka dağıtmak, ateşinle halkı aydınlatmak zorundasın.
Eşek: Yaa öyle mi ?!
Hoca: Öyle !
Eşek: Ben neymişim be!
Hoca: Evet!
Eşek: Başka çıra var mı?
Hoca: Taşıyacak olan, yanacak olan sen olduktan sonra daha çok çıra var bu memlekette!
Eşek: Ne yapalım Hoca, var mı bir başka yolu?
Hoca: Yok, tek yol bu!
Eşek: Tek yol?
Hoca: Tek yol!
Eşek: Hoca eskiden ne güzel tek yollar vardı. Şimdi yollar da gidişli-dönüşlü, çift şeritli, çok şeritli hale gelmiş.Yollar tek iken, daha mutluydu yolculuklar. Yolun değeri bilinirdi. Daracık yollarda insanlar birbirlerine selam verir, yol verirdi. İki-dört söyleşirdi. Şimdi kimse kimseye yol vermiyor. Söyleşilerin yerini küfürleşmeler almış. Sonra bu trafikte eşeklerin yeri de kalmamış. Yollar yol olarak çoğaldıkça, yolsuzluklar daha da artmış. İnsanların yürüyeceği yol kalmamış. Nasıl oluyor bu?
Hoca: Yok, azaltacaksın yolları, TEK YOL yapacaksın! Herkesi yola sokacaksın! Yolsuzluk yapanlar böylece yola gelirler. Herkes rahatça yürür memlekette, insanlar da, eşekler de!...
Onları dinledikten sonra sordum kendime; eşek eşek olduğu için mi yük taşır, yük taşıdığı için mi eşektir?Yük taşıdığı için eşekse, yük taşıyanlar eşek midir? Yoksa yük taşımayanlar mı eşektir? Yük taşımayarak “eşeklik” yapanların yükünü taşıyan insanlar ne oluyor?!...
Bedensel ve zihinsel yorgunluk başladı mıydı, işe güce varmaz olur eliniz. Her şey anlamsızlaşır. Hiçbir şeyin değeri yok gibidir.Bir boşluğa düşersiniz. Boşluğun dibini bulmadan da, yeni bir işe tutunup tırmanmanız, yeni bir göreve başlamanız yada mevcut işinizi sürdürmeniz olası değildir.
ANT-GÖR’lü yıllarda, yaz gelince derneği bekleyecek kimse kalmazdı. Ya herkes yaylasına gitmiştir yada Konyaaltı plajlarına serilip kalmışlardır. Yazla birlikte sosyal – siyasal aktivasyonlar da “denize düşerdi.” Antalya’nın böyle bir yanı vardır.Pazarcı bile yaz gelince “ucuza verecem, denize gidecem” diye bağırır. Ucuz verince çabuk satacak zaman arttırıp denize girecek.Sıcak, insanı bezdiriyor. Yorgunluk, tembellik, bıkkınlık çalıyor kapıları. Bu sıcaklarda tatilden başka yapacak bir şey yok gibidir.Tatil yapamayanlar ise kışa da yorgun girerler. Çare tatildir. “Tatil yapmayan çalışmıyor demektir.” Sözünü duyunca çok düşünmüştüm. Bizler o zaman da tatil yapamadık, şimdi de yapamıyoruz. Yorgunluk, tembellik yasak. “Kanımızın son damlasına, tüfeğimizin son mermisine kadar” çalışmak zorundayız. Zorunda olunca da, zor oluyor! Kahramanların yorulması yasaktır diye avutuyoruz kendimizi… Sıcak insanın beyin kimyasını bozuyor. Aylık bir dergiye yazı yazmak günlük bir gazeteye yazmaktan daha zor. Ayda bir kez çıktığınız okuyucunun karşısına, günlük gazetenin sıradanlığıyla çıkamazsınız. Yılda on iki “atış” hakkınız var. Gez, göz, arpacık titizlikle kontrol edilerek, on ikiden vurmak zorundasınız. Bu sıcaklarda böylesine bir atışı yapmak da bir hayli zor. Ama Antalya Forum bize öyle bir sorumluluk yükledi ki, Hoca’nın eşeğine döndük.
Antalya Forum, Antalya’nın siyaset kürsüsü olma yolunda her ay, bir ay daha büyüyor! Onun büyümesiyle birlikte yazar kadrosunun omuzlarındaki yük de artıyor. Bu yük ateşle yaklaşılmayacak bir yüktür.Ama ateşle birlikte taşınma zorunluluğu vardır. “Tehlikeli madde” taşıyan araç sürücülerinin titizliği ile taşınmalıdır. Ağır vasıta ehliyeti olmayanlar bu yükü taşıyamaz. Birileri her an bu yüke ateşle yaklaşabilir. Alevler içinde kalsak da bu yük taşınacak!
Prometeus ateşi tanrılardan çalarak halka dağıtmıştı. Tanrılar tanrısı Zeus onu cezalandırdı. Prometeus Kafkas dağlarına zincirlendi. 30 BİN YIL boyunca Zeus’un kartalı Prometeus’un göğsünü deşerek ciğerini yedi. Prometeus geceleri kendini yeniledi, gündüzleri ise kartal O’nu yemeye devam etti. Prometeus yaptığı kahramanlığın bedelini böyle ödedi. Ama bu sayede tanrıların tekelinde olan ateş insanların malı oldu.
Yaktığınız her kibritte, çaktığınız her çakmakta, ateşte pişirdiğiniz bir yemeğin her lokmasında, soğuk kış gecelerinde ısınarak uyuduğunuz uykunun her nefesinde Prometeus’un kahramanlığına borçlusunuz.
Forum yazarlarının her biri, bir Prometeus olmalıdır. Yaz- kış, yağmur-çamur, gece- gündüz demeden, durmadan, dinlenmeden, yorulmadan, usanmadan, bu kürsüde her yazar, bir meşale olarak yanmaya devam edecektir.
Mevlana’dan bir dörtlükle noktalayalım: “ Dostunu seven kişi/pervane gibi özler ateşi/ sevip de yanmaktan kaçanların/masal anlatmaktır bütün işi”
Hüseyin AKTAŞ 16/07/2006