15-04-2008, 14:24
[color=red]Kasparov yetenek hakkında konuşuyor!!![/color]
Dünyanın en iyi on satranç oyuncusu arasında olan biriyle, ilk yirmiye veya ilk yüze girmeyi asla başaramayan diğer birçokları arasındaki fark nedir? Her oyuncunun başarı ve yenilgisi için kendi nedenleri vardır ama bunlar arasında en çok tartışılanı hiç şüphesiz ki yetenektir.
Yeteneğin o kadar çok özelliği ve tanımı var ki kimin yetenekli olup kimin olmadığına zorlanmamıza şaşmamamız gerek. Dehalar bunları kolaylaştırır ama Mozart gibi beş yaşındayken senfoni besteleyen veya Pascal gibi daha on iki yaşındayken evinin duvarlarına kendi geometri teorilerini karalayan birinin yeteneğine şaşmaktan ve hayran olmaktan başka pek bir şey yapamayız.
Müzik ve matematiğin yanı sıra, satranç da küçük yaşta ortaya çıkabilen üstün yetenek ve özgünlük gerektiren birkaç alandan biridir. Jose Capablanca, sadece babasının oynayışını izleyerek daha dört yaşındayken oyunu öğrenmişti ve çok geçmeden deneyimli oyuncularla boy ölçüşebilecek hale gelmişti. Polonya doğumlu Samuel “Sammy” Reshevsky, yedi yaşındayken denizci giysisiyle odaya girer, tüm Avrupa’dan gelen bir oda dolusu oyuncuyu çoğul masa gösterisinde yenerdi. Reshevsky mucizevi yeteneğinin kaynağıyla ilgilenen her türlü psikolog tarafından incelenmişti. Adı karmaşıklık ve zorlukla anılan bir oyunda küçük yaştaki çocuklar nasıl başarılı olabilirdi?
Hepimiz bu tür hikayeler duymuşuzdur ve genellikle, bu insanların özel yetenekte doğduğunu kabul etme eğilimindeyizdir. Yine de, sıra dışı yeteneklerin bile gelişmesi için fırsat gerekir. Babası müzik öğretmeni olmak yerine ressam olsaydı, acaba bugün Mozart’ı tanıyabilir miydik?
Kendi gelişimim de büyük ölçüde harici unsurlara bağlıydı. Ben o zamanlar, Sovyetler Birliği’nin bir parçası olan Azerbaycan’da, Bakü’de büyüdüm. Ortak bir dil konuşan ve belli bir şekilde Rus/Sovyet kültürünün etkisi altında olan, farklı etnik gruplarının kaynaştığı bir yerdi. Kendi köklerim de oldukça ilginç; bazılarının patlayıcı bir bileşim olarak saydığı şekilde, Ermeni bir anne – Klara Kasparova - ve Yahudi bir babadan – Kim Weinstein – doğdum. Evimizdeki atmosfer, annemin katı pragmatizmiyle babamın yaratıcılığının bir bileşimiydi. Klanın geri kalanı arasında babamın kardeşi Leonid ve kuzeni Marat da vardı. Çevreleri, sadece Sovyet hükümetinin kaba propagandasını değil, aynı zamanda resmi görüşü de sorgulayan profesörler ve entelektüellerle doluydu. Onlara göre, geleneksel mantık daha baştan şüpheliydi; diğer bir deyişle, herşey sorgulamaya açıktı.
Özgürlük Radyosu ve Amerika’nın Sesi gibi kanalları dinliyorduk ve annemin devletle ilgili eleştirilere pek sıcak bakmayan babası Shagen Dede ile uzun uzun tartışmalara giriştiğimizi hatırlıyorum. Bütün hayatını Komünizm için çalışarak geçirmişti ve bu yüzden, 1970’lerdeki gıda sıkıntısı onun için büyük hayal kırıklığı olmuştu. Bu kutuplar arasında, bir sürü kitap okuyarak ve bir sürü soru sorarak büyüdüm. Babam öldüğünde, annemin ailesiyle birlikte yaşamaya başladım. Satrançta açıkça görülen bir başarıyı kazanmaya başladığımda, annemin soyadını almak çok mantıklı göründü. Kendisi de Yahudi kökenden gelen öğretmenim Botvinnik, Sovyetler Birliği’nde Weinstein soyadını kullanmamanın bana pek de zararı olmayacağını düşünüyordu.
Satranca karşı doğal bir yeteneğimin olduğunu ilk keşfeden babam olmuştu. Yedi yaşındayken beni satranç okuluna gönderme kararını verdiğinde, lösemiyle boğuşuyordu. Annem gelişimimi hevesli bir şekilde destekledi. Bugünlerde bana sık sık daha ziyade coşkumu kontrol etmeye çalıştığımı hatırlatıyor. İkinci sınıftaki öğretmenimden aldığı bir telefondan söz ediyor; dediğine göre, öğretmen sınıfta kendisine meydan okuduğum için bana kızmış. Öğretmenim bana bunu yapmamam gerektiğini söylemişti, çünkü herkesin, sınıftaki en akıllı kişi olduğuma inanacağını düşünüyordu. Bu ifadesine “İyi de, bu doğru değil mi?” diye cevap vermiştim. Açıkçası eski öğretmenlerimi kıskandığımı söyleyemem.
Herhangi bir alandaki her genç yıldız, başarısının büyük ölçüde kendisini ve yeteneğini destekleyen bir ebeveyne borçludur. Diğer açıdan, bana kalırsa satrançtan başka hiçbirşeyde böylesine başarı kazanamazdım. Oyun bana o kadar doğal gelmişti ki gerektirdiği şeyler kişisel yeteneklerime eldiven gibi oturmuştu. Ezberleme ve hesaplama yeteneklerim, saldırgan ruhumla birleşerek satranç için ideal bir bileşim yaratmıştı.
Dünyanın en iyi on satranç oyuncusu arasında olan biriyle, ilk yirmiye veya ilk yüze girmeyi asla başaramayan diğer birçokları arasındaki fark nedir? Her oyuncunun başarı ve yenilgisi için kendi nedenleri vardır ama bunlar arasında en çok tartışılanı hiç şüphesiz ki yetenektir.
Yeteneğin o kadar çok özelliği ve tanımı var ki kimin yetenekli olup kimin olmadığına zorlanmamıza şaşmamamız gerek. Dehalar bunları kolaylaştırır ama Mozart gibi beş yaşındayken senfoni besteleyen veya Pascal gibi daha on iki yaşındayken evinin duvarlarına kendi geometri teorilerini karalayan birinin yeteneğine şaşmaktan ve hayran olmaktan başka pek bir şey yapamayız.
Müzik ve matematiğin yanı sıra, satranç da küçük yaşta ortaya çıkabilen üstün yetenek ve özgünlük gerektiren birkaç alandan biridir. Jose Capablanca, sadece babasının oynayışını izleyerek daha dört yaşındayken oyunu öğrenmişti ve çok geçmeden deneyimli oyuncularla boy ölçüşebilecek hale gelmişti. Polonya doğumlu Samuel “Sammy” Reshevsky, yedi yaşındayken denizci giysisiyle odaya girer, tüm Avrupa’dan gelen bir oda dolusu oyuncuyu çoğul masa gösterisinde yenerdi. Reshevsky mucizevi yeteneğinin kaynağıyla ilgilenen her türlü psikolog tarafından incelenmişti. Adı karmaşıklık ve zorlukla anılan bir oyunda küçük yaştaki çocuklar nasıl başarılı olabilirdi?
Hepimiz bu tür hikayeler duymuşuzdur ve genellikle, bu insanların özel yetenekte doğduğunu kabul etme eğilimindeyizdir. Yine de, sıra dışı yeteneklerin bile gelişmesi için fırsat gerekir. Babası müzik öğretmeni olmak yerine ressam olsaydı, acaba bugün Mozart’ı tanıyabilir miydik?
Kendi gelişimim de büyük ölçüde harici unsurlara bağlıydı. Ben o zamanlar, Sovyetler Birliği’nin bir parçası olan Azerbaycan’da, Bakü’de büyüdüm. Ortak bir dil konuşan ve belli bir şekilde Rus/Sovyet kültürünün etkisi altında olan, farklı etnik gruplarının kaynaştığı bir yerdi. Kendi köklerim de oldukça ilginç; bazılarının patlayıcı bir bileşim olarak saydığı şekilde, Ermeni bir anne – Klara Kasparova - ve Yahudi bir babadan – Kim Weinstein – doğdum. Evimizdeki atmosfer, annemin katı pragmatizmiyle babamın yaratıcılığının bir bileşimiydi. Klanın geri kalanı arasında babamın kardeşi Leonid ve kuzeni Marat da vardı. Çevreleri, sadece Sovyet hükümetinin kaba propagandasını değil, aynı zamanda resmi görüşü de sorgulayan profesörler ve entelektüellerle doluydu. Onlara göre, geleneksel mantık daha baştan şüpheliydi; diğer bir deyişle, herşey sorgulamaya açıktı.
Özgürlük Radyosu ve Amerika’nın Sesi gibi kanalları dinliyorduk ve annemin devletle ilgili eleştirilere pek sıcak bakmayan babası Shagen Dede ile uzun uzun tartışmalara giriştiğimizi hatırlıyorum. Bütün hayatını Komünizm için çalışarak geçirmişti ve bu yüzden, 1970’lerdeki gıda sıkıntısı onun için büyük hayal kırıklığı olmuştu. Bu kutuplar arasında, bir sürü kitap okuyarak ve bir sürü soru sorarak büyüdüm. Babam öldüğünde, annemin ailesiyle birlikte yaşamaya başladım. Satrançta açıkça görülen bir başarıyı kazanmaya başladığımda, annemin soyadını almak çok mantıklı göründü. Kendisi de Yahudi kökenden gelen öğretmenim Botvinnik, Sovyetler Birliği’nde Weinstein soyadını kullanmamanın bana pek de zararı olmayacağını düşünüyordu.
Satranca karşı doğal bir yeteneğimin olduğunu ilk keşfeden babam olmuştu. Yedi yaşındayken beni satranç okuluna gönderme kararını verdiğinde, lösemiyle boğuşuyordu. Annem gelişimimi hevesli bir şekilde destekledi. Bugünlerde bana sık sık daha ziyade coşkumu kontrol etmeye çalıştığımı hatırlatıyor. İkinci sınıftaki öğretmenimden aldığı bir telefondan söz ediyor; dediğine göre, öğretmen sınıfta kendisine meydan okuduğum için bana kızmış. Öğretmenim bana bunu yapmamam gerektiğini söylemişti, çünkü herkesin, sınıftaki en akıllı kişi olduğuma inanacağını düşünüyordu. Bu ifadesine “İyi de, bu doğru değil mi?” diye cevap vermiştim. Açıkçası eski öğretmenlerimi kıskandığımı söyleyemem.
Herhangi bir alandaki her genç yıldız, başarısının büyük ölçüde kendisini ve yeteneğini destekleyen bir ebeveyne borçludur. Diğer açıdan, bana kalırsa satrançtan başka hiçbirşeyde böylesine başarı kazanamazdım. Oyun bana o kadar doğal gelmişti ki gerektirdiği şeyler kişisel yeteneklerime eldiven gibi oturmuştu. Ezberleme ve hesaplama yeteneklerim, saldırgan ruhumla birleşerek satranç için ideal bir bileşim yaratmıştı.