25-04-2012, 23:16
Son yıllarda, dünya genelinde, spor dünyasını tehdit eden en önemli gündem maddelerinin başında 'ırkçılık, şike ve doping geliyor.
Irkçılık, yaşanan büyük acıların ardından insanlığın en hassas olduğu konulardan biri. Özellikle son zamanlarda futbolda gündeme gelen ırkçılık korkusu nedeniyle, dünya spor federasyonları çok acil önlemler almakta ve cezai yaptırımlara başvurmakta. Bunun en son örneği Liverpool forması giyen Luis Suares'in ırkçı hareketleri nedeniyle 8 maç ceza almasıdır. Geçtiğimiz haftalarda Fenerbahçe futbolcusu Emre Belezoğlu'da böyle bir suçlamayla karşı karşıya kaldığı için tartışmalara konu olmuş ve sadece hakaret dolayısıyla 2 hafta ceza almıştır.
Şike ise, ortaya çıkarılması oldukça güç olmakla birlikte sporun zevkine yok eden en büyük tehlikelerden biri. Özellikle satranç sporunda maç sonucunun önceden belirlenmesi, ödül, norm ve şampiyonlukların elde edilebilmesi için yapılan 'ayarlamaların' oldukça fazla olduğu herkesin bildiği bir gerçek. 3 Temmuzdan beri gündemde olan şike soruşturması ülkemizde de en önemli tartışma konularından biri.
Doping, hem başkalarının emeğini haksız yöntemlerle çalma hem de sporcu sağlığına yarattığı tehlikeler nedeniyle spor dünyasının çok hassas olduğu bir konu. Atletizim, bisiklet, halter gibi sporlar bu canavarla mücadelede önemli zorluklar yaşıyor. Satrançta doping yerine dışarıdan ve bilgisayarlardan yardım almayı koyabiliriz.
Tüm bu büyük spor suçlarında bile, sporcunun spor yapma hakkının bütünüyle elinden alınmaması esas kabul ediliyor. Dünyanın gözü önünde, genç sporcuların idolü olan büyük isimler bu nedenlerle cezalar alıyor ancak amaç sporcunun spor hayatını bitirmek değil tekrarını engellemek oluyor.
Belki de dünya tarihinin en büyük bisiklet sporcularından biri olan Alberto Contador doping cezası kesinleştikten 6 ay sonra spor yapmaya dönebilecek. Yakın geçmişte Efes Pilsen sporcusu Kerem Gönlüm bir yıllık doping cezasının bitiminden hemen sonra Türkiye formasıyla Dünya Şampiyonasında yer aldı. Futbol, basketbol gibi sporlarda saha içinde yaşanan ve günlük hayatta mahkemelere taşınabilecek şiddette olaylar 1-2 maçlık cezalarla geçiştiriliyor.
Sporda ceza, intikam ya da yok etme duygularıyla değil, o sporu izleyenler ve yapanlar için özendirici olmayacak bir şekilde caydırıcı amaçla verilir. Tüm dünyanın gözü önünde olan, reklam filmlerinde oynayan ve neredeyse birer medya ikonu olan büyük sporcular bile zaman zaman bu sıkıntıları yaşayabiliyorlar. Onların yöneticileri spor hayatlarını bitirmek gayretiyle yola çıkmıyorlar. Bir çok defa hak ettikleri cezalar bile verilemiyor. Konu futbol ve büyük takımlar olduğunda ise, ortada dönen büyük paralar ve medya gücü sizi dokunulmaz yapabiliyor.
Satranç sporunda en büyük tehlike yukarıda da belirtiğim gibi şikedir.Ayrıntılarına en azından bu yazıda girmeye gerek yok ancak görünen o ki tüm bunların dışında ülkemize özel yeni ve büyük bir tehlike etrafımızı sarmış durumda ve bizleri tehdit ediyor:
[color=red]Taahhütname !![/color]
2608 Elo puanına sahip ilk Türk GM Suat Atalık, geçtiğimiz günlerde Türkiye Satranç Federasyonu disiplin kurulu tarafından 15 ay ! cezaya çarptırıldı. Bu cezadan hemen önce genel kuruldaki konuşması nedeniyle 6 ay ceza alan Atalık'ın bu yeni cezasının nedeni, doping, ırkçılık, hakaret, kavga, adam yaralama veya öldürme değil,yurtdışında turnuvaya giderken istenen taahhütnameyi imzalamaması.
Bahsi geçen taahhütname, yurtdışında Türkiye ve Türklük aleyhinde söylemlerde bulunmama,toplantı ve organizasyonlara katılmama, olası maddi zararları kendi karşılayacağına vb. dair unsurlar içeriyor.
Hatırlanacağı gibi Atalık aynı nedenle 2008 seçimlerinden hemen önce bir ceza daha almıştı. 2008-2011 arasında ise Atalık yurtdışında yine turnuvalara katılmaya devam etmiş hakkında herhangi bir işlem ise yapılmamıştı.
Bu uygulamanın yaygınlığı konusunda bir fikir sahibi değilim. Çünkü yakın çevremde böyle bir turnuvaya giderken Atalık çifti dışında böyle bir taahhütmname imzalayan birini duymadım. Eğer forum yazarları arasında böyle bir tecrübesi olan varsa ve yazarsa sevinirim.
Tüm yukarıda saydığımız büyük spor suçlarında bile görülmeyecek türden 15 aylık bir cezanın, yurtdışında uygulama örneği olmayan ve varlık nedenini bile tam anlayamadığımız bir konuda uygulanmasını açıklamakta güçlük çekiyorum. Örneğin futbolda bir ülkede kırmızı kart görerek 3-4 maç ceza alan bir sporcu, başka bir ülkeye transfer olması halinde cezasını gittiği bir ülkede aynen çekmekte. Atalık ise Türkiye dışında dünyada nerede isterse turnuvalara katılabilir çünkü böyle bir suç ya da ceza tanımı başka bir ülkede yok.
Sporu yönetenlerin, o sporu yapanlarla kan davası yapması kabul edilemez. Zaten uzun yıllardır söylenilen aynı kişi ve kişilerin uzun yıllar görevlerinde kalmasının en büyük sakıncası da budur.Bu, başarı-başarısızlık, kıskançlık, bileğini bükme- bükememe boyutlarının dışında insanın doğasıyla ilgili bir durumdur. Bir yöneticinin veya kurul üyesinin artık önyargılarıyla hareket eder hale gelmeden değişik görevlere geçmesi, geçemiyorsa da o kişi veya kurumlarla ilgili kararları kendisi dışında alabilecek sağlam yapılar kurması gerekir.
15 ay gibi bir cezanın bu fiilin hakkı olan yaptırım olduğunu iddia etmek de komik olur. Amaç her fırsatını bulduğunuzda aynı kişiye ceza vermekse, kağıt üzerinde haklı olabileceğiniz kadar vicdanlarda da haksız duruma düşersiniz.Üstelik bu cezanın, Suat Atalık'ın TSF aleyhine açtığı davanın kesinleşmesinin ve yüklü miktarlardaki tazminatını almasının hemen ardından gelmesi de kötü bir görüntü yaratmaktadır.
Türk sporunu yönetenler, doping yapan sporcularına sahip çıkıp korurken, siyasetçiler ve spor adamları, savcılar tarafından bir çok maçta şike yaptığı öne sürülen sporcu ve yöneticileri kurtarmak için formul ararken, basına ve tirübünlere küfürler savurup, hareketler yapan, kulak ısıran,yumruk atan, televizyon ekranlarında küfürler eden, tekmeler savuran sporcular 2-3 maç cezalarla işin içinden sıyrılırken, sahaya elinde ne varsa fırlatan,çakı,bıçak, şişe atan seyirciler en fazla 6 ay stadyumlara gitmeme cezası alırken, ülke tarihinin açık ara en başarılı satranç sporcusuna bu nedenle 15 ay ceza verilmesini TSF disiplin kurulu üyeleri nasıl içine sindiriyor onu da çok merak ediyorum?
TSF Disiplin talimatnamesinde yer alan cezalar bir an önce gözden geçirilerek, zamanın değişimlerine ve gereksinimlere göre yeniden oluşturulmalıdır. Amaç yok etmek yerine caydırıcılık olmalı ve olmayacak sebeplerle insanların yılları ile oynanmamalıdır.
Sayın disiplin kurulu üyeleri de belki ilk toplantılarında, şike, ırkçılık, doping gibi tüm dünyanın kabul ettiği suçlar veya genç bir oyuncuyu kendi istediği kişi lehinde oy vermezse, okuduğu okuldan aldığı bursu kesmekle tehdit etmek gibi eylemlerle, taahhütname imzalamama fiilini karşılaştırarak, hangisinin daha ciddi olduğuna karar verirler.
Irkçılık, yaşanan büyük acıların ardından insanlığın en hassas olduğu konulardan biri. Özellikle son zamanlarda futbolda gündeme gelen ırkçılık korkusu nedeniyle, dünya spor federasyonları çok acil önlemler almakta ve cezai yaptırımlara başvurmakta. Bunun en son örneği Liverpool forması giyen Luis Suares'in ırkçı hareketleri nedeniyle 8 maç ceza almasıdır. Geçtiğimiz haftalarda Fenerbahçe futbolcusu Emre Belezoğlu'da böyle bir suçlamayla karşı karşıya kaldığı için tartışmalara konu olmuş ve sadece hakaret dolayısıyla 2 hafta ceza almıştır.
Şike ise, ortaya çıkarılması oldukça güç olmakla birlikte sporun zevkine yok eden en büyük tehlikelerden biri. Özellikle satranç sporunda maç sonucunun önceden belirlenmesi, ödül, norm ve şampiyonlukların elde edilebilmesi için yapılan 'ayarlamaların' oldukça fazla olduğu herkesin bildiği bir gerçek. 3 Temmuzdan beri gündemde olan şike soruşturması ülkemizde de en önemli tartışma konularından biri.
Doping, hem başkalarının emeğini haksız yöntemlerle çalma hem de sporcu sağlığına yarattığı tehlikeler nedeniyle spor dünyasının çok hassas olduğu bir konu. Atletizim, bisiklet, halter gibi sporlar bu canavarla mücadelede önemli zorluklar yaşıyor. Satrançta doping yerine dışarıdan ve bilgisayarlardan yardım almayı koyabiliriz.
Tüm bu büyük spor suçlarında bile, sporcunun spor yapma hakkının bütünüyle elinden alınmaması esas kabul ediliyor. Dünyanın gözü önünde, genç sporcuların idolü olan büyük isimler bu nedenlerle cezalar alıyor ancak amaç sporcunun spor hayatını bitirmek değil tekrarını engellemek oluyor.
Belki de dünya tarihinin en büyük bisiklet sporcularından biri olan Alberto Contador doping cezası kesinleştikten 6 ay sonra spor yapmaya dönebilecek. Yakın geçmişte Efes Pilsen sporcusu Kerem Gönlüm bir yıllık doping cezasının bitiminden hemen sonra Türkiye formasıyla Dünya Şampiyonasında yer aldı. Futbol, basketbol gibi sporlarda saha içinde yaşanan ve günlük hayatta mahkemelere taşınabilecek şiddette olaylar 1-2 maçlık cezalarla geçiştiriliyor.
Sporda ceza, intikam ya da yok etme duygularıyla değil, o sporu izleyenler ve yapanlar için özendirici olmayacak bir şekilde caydırıcı amaçla verilir. Tüm dünyanın gözü önünde olan, reklam filmlerinde oynayan ve neredeyse birer medya ikonu olan büyük sporcular bile zaman zaman bu sıkıntıları yaşayabiliyorlar. Onların yöneticileri spor hayatlarını bitirmek gayretiyle yola çıkmıyorlar. Bir çok defa hak ettikleri cezalar bile verilemiyor. Konu futbol ve büyük takımlar olduğunda ise, ortada dönen büyük paralar ve medya gücü sizi dokunulmaz yapabiliyor.
Satranç sporunda en büyük tehlike yukarıda da belirtiğim gibi şikedir.Ayrıntılarına en azından bu yazıda girmeye gerek yok ancak görünen o ki tüm bunların dışında ülkemize özel yeni ve büyük bir tehlike etrafımızı sarmış durumda ve bizleri tehdit ediyor:
[color=red]Taahhütname !![/color]
2608 Elo puanına sahip ilk Türk GM Suat Atalık, geçtiğimiz günlerde Türkiye Satranç Federasyonu disiplin kurulu tarafından 15 ay ! cezaya çarptırıldı. Bu cezadan hemen önce genel kuruldaki konuşması nedeniyle 6 ay ceza alan Atalık'ın bu yeni cezasının nedeni, doping, ırkçılık, hakaret, kavga, adam yaralama veya öldürme değil,yurtdışında turnuvaya giderken istenen taahhütnameyi imzalamaması.
Bahsi geçen taahhütname, yurtdışında Türkiye ve Türklük aleyhinde söylemlerde bulunmama,toplantı ve organizasyonlara katılmama, olası maddi zararları kendi karşılayacağına vb. dair unsurlar içeriyor.
Hatırlanacağı gibi Atalık aynı nedenle 2008 seçimlerinden hemen önce bir ceza daha almıştı. 2008-2011 arasında ise Atalık yurtdışında yine turnuvalara katılmaya devam etmiş hakkında herhangi bir işlem ise yapılmamıştı.
Bu uygulamanın yaygınlığı konusunda bir fikir sahibi değilim. Çünkü yakın çevremde böyle bir turnuvaya giderken Atalık çifti dışında böyle bir taahhütmname imzalayan birini duymadım. Eğer forum yazarları arasında böyle bir tecrübesi olan varsa ve yazarsa sevinirim.
Tüm yukarıda saydığımız büyük spor suçlarında bile görülmeyecek türden 15 aylık bir cezanın, yurtdışında uygulama örneği olmayan ve varlık nedenini bile tam anlayamadığımız bir konuda uygulanmasını açıklamakta güçlük çekiyorum. Örneğin futbolda bir ülkede kırmızı kart görerek 3-4 maç ceza alan bir sporcu, başka bir ülkeye transfer olması halinde cezasını gittiği bir ülkede aynen çekmekte. Atalık ise Türkiye dışında dünyada nerede isterse turnuvalara katılabilir çünkü böyle bir suç ya da ceza tanımı başka bir ülkede yok.
Sporu yönetenlerin, o sporu yapanlarla kan davası yapması kabul edilemez. Zaten uzun yıllardır söylenilen aynı kişi ve kişilerin uzun yıllar görevlerinde kalmasının en büyük sakıncası da budur.Bu, başarı-başarısızlık, kıskançlık, bileğini bükme- bükememe boyutlarının dışında insanın doğasıyla ilgili bir durumdur. Bir yöneticinin veya kurul üyesinin artık önyargılarıyla hareket eder hale gelmeden değişik görevlere geçmesi, geçemiyorsa da o kişi veya kurumlarla ilgili kararları kendisi dışında alabilecek sağlam yapılar kurması gerekir.
15 ay gibi bir cezanın bu fiilin hakkı olan yaptırım olduğunu iddia etmek de komik olur. Amaç her fırsatını bulduğunuzda aynı kişiye ceza vermekse, kağıt üzerinde haklı olabileceğiniz kadar vicdanlarda da haksız duruma düşersiniz.Üstelik bu cezanın, Suat Atalık'ın TSF aleyhine açtığı davanın kesinleşmesinin ve yüklü miktarlardaki tazminatını almasının hemen ardından gelmesi de kötü bir görüntü yaratmaktadır.
Türk sporunu yönetenler, doping yapan sporcularına sahip çıkıp korurken, siyasetçiler ve spor adamları, savcılar tarafından bir çok maçta şike yaptığı öne sürülen sporcu ve yöneticileri kurtarmak için formul ararken, basına ve tirübünlere küfürler savurup, hareketler yapan, kulak ısıran,yumruk atan, televizyon ekranlarında küfürler eden, tekmeler savuran sporcular 2-3 maç cezalarla işin içinden sıyrılırken, sahaya elinde ne varsa fırlatan,çakı,bıçak, şişe atan seyirciler en fazla 6 ay stadyumlara gitmeme cezası alırken, ülke tarihinin açık ara en başarılı satranç sporcusuna bu nedenle 15 ay ceza verilmesini TSF disiplin kurulu üyeleri nasıl içine sindiriyor onu da çok merak ediyorum?
TSF Disiplin talimatnamesinde yer alan cezalar bir an önce gözden geçirilerek, zamanın değişimlerine ve gereksinimlere göre yeniden oluşturulmalıdır. Amaç yok etmek yerine caydırıcılık olmalı ve olmayacak sebeplerle insanların yılları ile oynanmamalıdır.
Sayın disiplin kurulu üyeleri de belki ilk toplantılarında, şike, ırkçılık, doping gibi tüm dünyanın kabul ettiği suçlar veya genç bir oyuncuyu kendi istediği kişi lehinde oy vermezse, okuduğu okuldan aldığı bursu kesmekle tehdit etmek gibi eylemlerle, taahhütname imzalamama fiilini karşılaştırarak, hangisinin daha ciddi olduğuna karar verirler.