Antalya'da hakem var, sporcu var, yer yok turnuva için!!
#1
Kaç zamandır Dilek Sabancı Spor Kompleksi bize turnuvalar için ev sahipliği yapıyor.İçerisi de yaklaşık 323 Kelvin derece olduğu için herkes çok yıpranıyor.

Peki bunun çözümü ne?Bir akıl veren, bir yol gösteren çıksın da kurtulalım bu göçebe hayattan.Sporcuya yazık, hakeme yazık, haliyle de turnuvaya yazık...

Klima olmadan Antalya'da gün içindeki herhangi bir saatte satranç oynamak çok büyük bir dayanıklılık gerektiriyor.Bu turnuvaya hazırlanırken camları kapalı ve güneşin altında öylece bekleyen bir arabada 2 saat satranç oynadım.Yetmedi ve gündüz 11-15 arası sokağa çıkıp tek bir gölgeden faydalanmadan yerimde zıpladım.

Ben artık bu turnuvaya fiziksel olarak hazırım.İki güne kadar ne yer değişir, ne de klima takılır.Şampiyon benim şampiyon!!
Ara
Cevapla
#2
Bakıyorum da hiç kimse bu mesaja yanıt yazmamış. Toplam da 56 kişi okumuş. Hiç kimse yazmayınca, okumayınca, sanırım İbrahim Ethem Ay da anlamış ki; hiç kimse ilgilenmediği için Antalya satrancının kendine ait bir turnuva alanı yok.

Evet çaba sarfetmeden hiç bir ideal gerçekleşmez.
ASEM'in tüzüğünün birinci maddesinde, "arsasıyla binasıyla yalnızca satranca hizmet eden bir eğitim merkezinin kurulması" hedefi vardır. Derneğin nihai amacı budur. Ancak şu ana değin ASEM'e üye olan satranççıların sayısı Antalyalı Satranççıların %1'i bile değildir. Neden bir turnuva alanımızın olamadığının yanıtı burada yatmaktadır.

"Örgütsüz halk köle halktır", demiş bilgelerden biri. Kazanılmış her zafer mutlak bir örgütlenmeden geçer. Oynadığınız satranç tahtasında bir zafer kazanmak istiyorsanız bile, taşlarınızı "işbirliği ve uyum içinde" koordine etmek, yani örgütlemek zorundasınız. Yalnız taş duvar olmaz!!

Kendini, kendi gereksinimi doğrultusunda örgütleyemeyen topluluklar, daima başkalarına muhtaçtırlar ve başkalarının verdikleriyle yetinmek zorundadırlar. Verilmeyenler için de ancak böyle mesaj yazar dururuz...

Herşeye rağmen bir yol var satranççıların turnuva alanı için:
Bu gün Antalya'daki en önemli örgütlenmelerden biri "PAZARCILAR ODASIDIR"... Kendileri halkın midesiyle ilgili bir alanda olduklarından olsa gerek, çok hızlı örgütlenme olanağı bulmuşlardır. Antalya'nın her semtinde belediyelerden bir yer almaktalar ve bu yerlere haftada bir gün kullanılan kapalı pazarlar inşaa etmektedirler.

Midemize olduğu kadar beynimize önem verseydik, biz de belediyelerden bir yer alma olanağına sahip olurduk. Burada yine de ASEM için Muratpaşa Belediyesine teşekkür edelim, çünkü ASEM Derneğinin yerini ücretsiz olarak 2005'ten beri bizlere kullanma olanağı sağlamış ve sağlamaktadır. ASEM'in ilk beyinleri bu kadarını başardı. Ama Satrancın diğer beyinleri henüz derneğe katılmadığı için daha fazlasını henüz yapamadı.

Şimdi yapılacak bir iş var: Pazarcılar odası başkanlığına gidilecek. Sayın İsmail ÖZ'e durum anlatılacak. (İsmail bey benim Turgut Reis caddesindeki Foto Reis dönemimden müşterimdir ve tanırım, bu konuya sıcak bakacağına inanıyorum.) Pazarcılar odası Murat Paşa Lisesinin Yanındaki "iptal edilen salı pazarının" yanına yeni bir kapalı pazar inşaatına başladı. Şu an henüz inşaat alanı grayderle temizlendi. Projede küçük bir değişiklikle ya da projeye ekle, inşaa edilecek yeni pazarın üstüne bizim için bir turnuva alanı oluşturulabilir. Bu neredeyse sıfır maliyetle başarılabilecek bir iştir.

Bayrak kimde şimdi?!...
Cevapla
#3
Yazıyı yazdıktan sonra biraz "volta" attım. Volta atarken düşündüm de, "semt pazar yerlerinin üst katlarını satranç faaliyetleri ile ilgili düzenlemek fikri" tüm Türkiye için düşünülebilir. Bu iş İŞ BANKASI ile yapılan SPONSORLUK ANLAŞMASI değin önemlidir. Yılda yalnızca 52 gün kullanılan semt pazar yerleri yılın diğer günlerinde bomboş yatıyor. Hemen hepsi de birkaç dönümlük yerler. Tam da "atın önünde et, itin önünde ot" pozisyonu!... Düzeltecek bir kahraman gerek. Bence Federasyon düzeyinde bu işe el atılmalı! Bu turnuva alanı sorunu yalnızca Antalya'nın sorunu olmasa gerek...

Bence "Bayrak" Sayın Ali Nihat Yazıcı'da olmalı!...
Öyle ya pazarcılar odasına benim gitmem farklı, Sayın Yazıcı'nın ya da Federasyondan bir heyetin gitmesi farklı olur.
Cevapla
#4
Çok mu saçma bir öneriydi benimkisi?! Safça mıydı? Düşüncesizce miydi? Bir kentin 8-10 mahallesinde yılda yalnızca 52 gün faal olan ve yılın geri günlerinde BOMBOŞ YATAN beşer onar dönümlük alanlardan bahsediyorum! Bu pazar alanları bir katlı oluyor genelde ve çatının üzeri bomboş duruyor. Bu alanları okula dönüştürmekten bahsediyorum! Genelde cumartesi-pazar oluyor turnuvalar ve bu pazarlar çarşamba perşembe pazarları.

Ötesine gidelim: Belediyeler bu pazar yerlerini verirken, üst katlarını kültürel faaliyetler için düzenlemeyi şart koşşsun. Bu yerlerde mahalli dernekler kendine yer bulsun. Drama, tiyatro, halk oyunları, konserler (öyle ya 52 gün "domates biber patlıcan" dinleyen insanlar yılda birkaç gün de türkü dinlesinler) ve akla gelebilecek her türlü kültürel çalışma. İl kültür müdürleri ne iş yapar? Kültür bakanlığı ne iş yapar? Federasyonlar ne iş yapar?

Bir anda Türkiye'nin üstünde binlerce okul! Neresi kötü bunun?

Önderlik farketmek, davranmak, sevk ve idare etmekle ölçülür!

Türkiye satrancının en önündekiler bu işe el atmakla sorumludurlar!
Aha da buraya yazdım
Cevapla
#5
Bana gelen bir maili olduğu gibi aktarıyorum:


"eşek hikayesi
Günlerden bir gün, köylerden birinde, adamın birinin eşeği, kuyunun birine düşmüş.
Niye düşer, nasıl düşer sormayın. Eşek bu. Düşmüş işte.
Belki kör bir kuyuydu, ağzı tahtayla kapatılmıştı belki, üzerine de toprak dökülmüştü.
Zamanla tahta çürüdü, zayıfladı, toprakta biten otları yemek isteyen eşeğin ağırlığını çekemedi ve güm.
Hayvancık saatlerce acı içinde kıvrandı, bağırdı kendi dilinde. Ayıptır söylemesi, anırdı yani.
Sesini duyan sahibi gelip baktı ki vaziyet kötü.
Zavallı eşeği kuyunun dibinde melül mahzun bakınıyor. Üstelik yaralanmış.
Karşılaştığı bu durumda kendini eşeği kadar zavallı hisseden adamcağız köylüleri yardıma çağırdı.
Ne yapsak, ne etsek, nasıl çıkarsak soruları havada kaldı.
Sonunda karar verildi ki kurtarmak için çalışmaya değmez.
Tek çare, kuyuyu toprakla örtmek.
Ellerine aldıkları küreklerle etraftan kuyunun içine toprak attılar.
Zavallı hayvan, üzerine gelen toprakları, her seferinde silkinerek dibe döktü.
Ayaklarının altına aldığı toprak sayesinde her an biraz daha yükseldi.
Ve sonunda yukarıya kadar çıkmış oldu. Köylüler ağzı açık bakakaldı.
Hayat, bazen bizim de üzerimize abanır. Ne bazeni, çoğu zaman.
Toz toprakla örtmeye çalışanlar çok olur.
Bunlarla baş etmenin tek yolu, yakınıp sızlanmak değil, düşünüp silkinmek ve kurtulmak,
aydınlığa adım atmaktır.
Kör kuyuda olsak bile...
Sevgiyle...."
Cevapla




Konuyu Okuyanlar: 3 Ziyaretçi