Tünay Süer:Uluslararası İlk Satranç Ustası-Amcam NEVZAT SÜER
#1
Tünay Süer: Uluslararası İlk Satranç Ustası - Amcam NEVZAT SÜER

Nevzat_suer_2.jpg

Bugün Milliyet’in ana sayfa başlıklarından bir tanesi de satranca ayrılmıştı. İster istemez çocukluk yıllarıma gidiverdim birden. Tüm hüzünlere boynu bükülmüşlüğüme rağmen keşke yeniden o yılları yaşayabilsem diyorum.





Henüz altı yaşlarımdaydım sanırım. Bizim evden Kadıköy’ün Çilek Sokağı’na keman, piyano ve saksafon sesleri yayılırdı. Keman ve piyanoyu amcam, saksafon ve klarneti de babacım çalardı. Bazı evde prova yaparlardı birkaç müzisyen daha katılırdı. Sormayın, ne alem olurdu, sanki ciddi bir konser dinlerdiniz. Bazen de evden çıt çıkmazdı. İşte o saatlerde evde satranç oynanırdı. Kadıköy Çilek sokakta 67 no lu ahşap evin alt katında, bir odada oynayan bu satranççılardan ne kadar şampiyonlar çıktı sonradan.

1962 Nevzat SÜER


1963 Nevzat SÜER


1964 Nevzat SÜER


1965 Nevzat SÜER


1966 Siracettin BİLYAP (kendileri eniştem olurlardı.)


1967 İsmet İBRAHİMOĞLU


1969 Nevzat SÜER (Akdoğan ERÖZBEK)


1970 İsmet İBRAHİMOĞLU (Nevzat SÜER)


Mübin Boysan amca da vardı. Şu anda isimlerini hatırlayamadığım değerli arkadaşları amcam ile hep bu evde birlikte olurlardı. Yaşları 20 ler de olanlar bu değerleri bilemezler ancak, satranç ile ilgileri varsa öğrenebilirler. Yaşları 35 in üzerinde olanlar ise hatırlarlar sanırım.

İşte o yılları özlemle hatırlıyor ve kaybettiğim büyüklerimi özlüyorum. Amcam hakkında biraz bilgi vermek istiyordum ki, internette ilk önce Vikipedi, özgür ansiklopedi ye girdim.

Nevzat Süer (d. 1926 - ö. 23 Mart 1987) Türkiye’de modern satrancın gelişmesinde önemli katkıları olan Türkiye’nin ilk Uluslararası Satranç Ustası (IM). 3 kez Türkiye Şampiyonu olan ve defalarca Milli Takımda ülkemizi temsil eden Süer, Cumhuriyet gazetesindeki köşeleriyle ve yıllarca zorluklara rağmen çıkardığı Süer Satranç Dergisi ile tüm Türk satranç severlere yol göstermiştir. Diye yazmış.




Gerçekten de amcam çok kısıtlı bütçesi ile Süer Satranç Dergisi’ni o zamanlar Beyoğlu Tarlabaşı’nda kirada oturduğumuz iki göz odanın tekinde, sabahlara kadar yazmakla, çalışmakla hazırlardı. Daha sonraları Yedikule’de bir eve taşınmıştık, oradaki dar uzun oda ve koridor matbaadan gelmiş dergilerle dolardı. Mutfak koridorun sonundaydı. Mutfağa geçebilmek oldukça zor oluyordu. Amcamın odasını ise hiç sormayın. Bir yatak, iki üç sandalye kocaman bir yazıhane masası bir daktilo ve onlarca kitaplar, notalar kağıtlar ve de odanın bir bölümünü kaplayan Fidel Castro’nun kendisine hediye ettiği kocaman mermer bir satranç masası. vardı. Bahçeye bakan küçük tek bir pencere vardı. Amcacığım bu odada yatar kalkardı. Pek yatamazdı ya çünkü sabahlara kadar çalışırdı. Günde 4 paket Yeniharman sigarasını tüketirdi. O sıralarda Cumhuriyet Gazetesinde ki köşesini de hazırlıyordu. Amcam ile sizsiz konuşamaz-dık.Kapısını çalmadan odasına giremezdik. O çok muhteşem bir insandı. Şimdi romanımda da yer verdiğim komik bir olay geldi aklıma. Henüz karşı tarafa taşınmamış Kadıköy’deki evdeydik. Babaannem gezmeye gitmişti. Evde amcam taşlıkta sanırım Kahraman amcaydı, onunla oyun oynuyordu. Ben ve halamın oğlu Sümer ağabeyim (Hürriyet Gazetesi Spor Muhabiri. Emekli) ile birlikte yan odadaydık. Ağabeyim nasılsa taşlığa bakan odanın kapı çatlağından onları seyrediyormuş. Beni usulca yanına çağırarak bu delikten bak ne göreceksin dedi. (Ben o sıralar sanırım 11 yaşındaydım ağabeyimde ortaokuldaydı.)Delikten baktığımda satranç tahtasındaki at’ın kafası sallanıyordu. Her halde masada bir dengesizlik vardı veya diğer taşları sert vuruyorlardı. Bu çok komiğime gitmişti. Başladım gülmeye, susturabilene aşk olsun. Amcam kapıyı açıp sessiz olmamızı söyledi. Çocukluk bu işte, amcam oyuna dönünce ağabeyimle tekrar o delikten bakıp gülmeye başlamıştık. Amcam bu kez bize biraz sert davranıp tek ayak üzerinde durma cezası vererek oyununa dönmüş, ağabeyimle ben de, yarım saate yakın sanki o bizi görüyormuşçasına bu cezayı uygulamıştık. Bir daha da sesimiz çıkmamıştı. Bizim evde herkes bu oyunu öğrenmişti ve bir biriyle maç yaparlardı. Sonraki yıllarda ben de buna dahil olmuştum.


Neyse anılar anlatmakla bitmez. Vikipedi den çıkıp diğer satranç ile ilgili sitelere gireyim dedim. Bir de baktım ki İsviçre’de yaşayan anne ayrı baba bir kardeşim benden önce davranmış. O yılları anlatan bir yazı yazmış. Bana sürpriz olan yazısı çok hoşuma gitti ve ben de onu olduğu gibi size aktaracağım şimdi. Belki biraz ilaveler yapabilirim.



Yüksel Süer Amcası Nevzat Süer’i Anlatıyor

Uzun süren uğraşlardan sonra nihayet ben de compüter almayi başardım.Ve daha öğrenme safhasında iken, programcı bir arkadaşa Google sayfasına “Süer” ve “Satranç” kelimeleri koyalım bakalım bir şeyler görebilecek miyiz diye rica ettim. Ve birden gözlerimizin önüne 8-10 tane adres serildi... Tabii ki sevincim sonsuz.... kelimelerle ifade edemem....

Rahmetli Peder ile Valide hanım 1958 yılında, birbirlerinden ayrıldıktan sonra amcamın yanında, o­nun kültür ve felsefesine entegre olarak yetiştim.

O yıllar... Etrafımız Rum aileler ile dolu idi... İstanbul, İtalya veya Fransa gibi idi diyebilirim...
Balkonlardan akordeon ve gitar sesleri sokaklara yayılırdı....
Radyolardan Arjantin tangoları, İtalyan, İspanyol, Küba ve Meksika melodilerini gecelerin sonsuz ve bitmez saatlerine kadar hem Rum komşuların ve hem kendi radyomuzdan dinlerdik!....
Tarlabaşı semtinde oturuyorduk... Etrafımız Rum bakkallar ile doluydu...

Chevrolet, Plymouth, Dodge, Ford Thunderbird bu arabalara hem taksi ve hem dolmuş diye binerdik...
Pırıl pırıl idiler.... Sanki Küba'da idik...
Gece kulüplerindeki 6 kişilik 7 kişilik orkestraların çalmış olduğu Latin melodiler ise.... Halâ kulağımdadır...
Amcam; Nevzat Süer 1960'lı yıllarda, piyanist olarak aranan ve bulunmakta güçlük çekilen yüksek kaliteli piyanistler arasında idi...
Bunun nedeni ise kendisi Cole Porter, George Gerschwin, Hoagy Carmichael, Mitchel Parish, Nat King Cole, Victor Young, Stan Getz, Miles Davis, John Coltrane, Georg Schearing, Harold Arlen ve daha nice aranjörlerle müzisyenlerin yapıtlarını hem kendisi dinler seslendirir ve bize de dinletirdi. Evde ise Klarnet, akordion, piano, akustik gitar, Küba’dan getirmiş olduğu, marakaslar flüt ile beyaz ve yesil mermerden yapılmış satranç masası vardı... ki bu masanın üstünde Fidel Castro`un imzası bile vardı... Kendisi de Castro ile oynayıp 19. hamlede kaybettiğini anlatmıştı...

İspanyol ve Fransızca dergilerle mecmualar... Agatha Christie, Dostoyevski, Gogol, Turgenyev, Puşkin onların ve diğer yazarların eserleri ile notalar ve notalar... Askeri teğmen elbisesi, şapkası, ... kuşak ve paltosuna kadar orijinal sandıkta dururdu... sanki onları yarın giymeye hazır gibi.... Sandık korsan sandığı gibi orijinal rengini korurdu bozulmadan... Yabancı plaklar.. ansiklopediler.. evin içersinde yürüyemez halde idik... Büyük boyda dünya haritaları, psikoloji, hukuk, edebiyat kitapları... Mareşal Fevzi Çakmak’ın, Çankaya köşkü ile ilgili hatıralarım diye bir kitabını okumak mutluluğuna erişmiştim ki.. Bu kitap üç kilo ağırlığında idi... okurken insanı düşündüren sayfalar vardı...
Kendisi bizlere Fiyodor Dostoyevski için.. “insan ruhunu en mükemmel şekilde tahlil eden bir yazar derdi...”
“Suç ve Ceza” adli kitabında, bunun en açık bir şekilde izahları vardı ki... Bunu yazılara dökmek imkansızdır!...
Soljenitsin'ìn “Gulag Takım Adalarını” okuyun diye bizim dikkatimizi çekerdi... Şu anda hem yazıyor ve hem de bir denizaltı gibi derinlere inmeye çalışıyorum. E. Hemingway'ìn romanını o­nun sayesinde okuyabilmeye çalıştım. Kay West ve Florida ile ilgili dokümanları....
Kendisi; romantik ve horizontal bir ruha sahip idi... Ne zaman sinemalara enteresan bir film gelse, hemen giyinin gidiyoruz derdi.. Richard Burton, Liz Taylor, H. Bogart, Robert Taylor, Ava Gardner gibi yıldızları, ve daha nice yabancı filmleri kaliteli konuları ile seyretme fırsatını o­nun sayesinde bulduk diyebilirim...

Zevkli bir ruha sahip idi... Ailece sinemadan çıktıktan sonra Beyoğlu’nda Banca Commerciale Italiana'nin karşısında olan İtalyan Degustasyon adlı restorana giderdik.. Orada seyredilmiş olan filmin konusu saatlerce tartışılırdı... Ailece sisli Bomonti Birahanesine giderdik orada politik felsefeler yapılırdı... münakaşa bile olurdu...
Bir orkestra şefi ya da General, ya da felsefeci gibi ruh tahlilleri yapardı...
Birkaç defa o yıllarda İtalyan yolcu gemisinde, piyanist olarak yurt dışına gitti.
Artık o yıllardaki melodileri ve yapılan dansları atmosferi bir düşünün... Hey gidi yıllar hey...


Çok romantik bir tarzda Diners müzik repertuarı vardı... Aynı derecede keman çalardı... Hem de klasik eserleri notaları ile beraber babam ile birlikte yarış edercesine kim nerede takılacak duracak dercesine... ne şaşırtıcı!... Esasında, keman da çok zor bir enstrümandır....
Babam ise... tekrar o yıllarda günün birinde İstanbul’a İtalyan bir sirk gelmiş!.. fakat sirk orkestrasının klarnetçisi birden rahatsızlanmış!.. O zamanların (meşhur müzisyenler kahvesine İtalyanlar gelmiş bize son derece profesyonel derecede hızlı nota çalabilen bir Türk klarnetçi lazım demişler! Sadece ya bir gün ya da üç günlüğüne...


Rahmetli geliyorum demiş... Akşam sirk programına başlamış orkestra 15 kişilik bir orkestra imiş galiba.... Ve birden!.... Babam bir bakmış ki... Önündeki nota ters olarak duruyor!..... Hemen anlamış!... İtalyanların mahsus yaptıklarını!... Rahmetli hiç falso vermeden ters olarak konulan partiyi ters olarak çalmış! Sirk programını bitirmiş. İtalyan müzisyenlerden kimseden çıt çıkmıyor!... Herkesin suratı asık... O zaman anlamışlar karşılarında... Profesyonel ve askeri bandodan olan bir müzisyenin olduğunu....
Bu olay hep bütün müzisyenler camiasında anlatılırdı.... Daha ne gülecek olaylar var ki, bir ay yazmakla bitmez...
Akşam olmuş... Elektriği açmadan...Satranç masası önünde.. Bir elinde şarap kadehi ve durmadan analiz üstüne analiz yapardı... Petrosyan ve Fischer`in partilerini okur o­nların oyunlarını gecenin geç saatlerine kadar oynardı...


1965'li yillarda, İstanbul Tepebaşında olan Satranç Kulübüne her gün daimi giderdi. Oradaki fikir teatileri, açıklamalar... Ve unutulmaz şahsiyetler... Mübin Boysan ve oğlu Ferit Boysan, Coşkun Bey, Berç Bey, Musa Tebi Bey, bayan üyeler.... Yüksek okul mezunu ve kariyer sahibi bayan oyuncular ne şaşırtıcı...
Kulüp Hotel Pera Palas’ın hemen yanında idi... Tüm ailede, satrancı yalnız kendisi profesyonel oynardı. Ailede o­ndan başka kimse başarılı olamadı.


Orduyu ya asteğmen ya da teğmen rütbesinde terk etmişti.

Dedem Nuri Süer ise... Ata`nın zamanında süvari binbaşı olarak görevde imiş... resimlere bakarak hey gidi dede derim. Babam Talat Süer ise Yavuz zırhlısında ( eski adi Goben ) yani Alman zırhlısı olan yedi katlı savaş gemisinde, bando bölüğünde ordu mensubu imiş!...
İki kardeş de... çok sert asker ve asil ruhlu insanlar imişler. Aileye bakınca asker bir aile olduğu belli oluyor...
Kelimeler yazmakla yetmiyor!.. Bitmiyor!...
Duygularımı ifade etmek istedim o kadar... Hissiyat...
Bu iki insana da müteşekkirim... o­nların sayesinde, dünya müziğini ve felsefesini tanımaya çalışabildim...
Ve bugün bile dinlediğim en romantik jazz melodilerinde o­nlar aklıma gelir....

Süer Y.

Yüksel’in sözlerine ilave etmiyorum artık. Sadece Satrancın Türkiye’mizde yayılmasında emeği olan amcacığımla gurur duyuyorum ve keşke yaşasaydı da, bu günleri görebilseydi diyorum. (Edebiyat Fakültesi mezunuydu ama kendisini satranca adamıştı.)Artık Rusya’ya Çin’e yetişmek üzere 11 yaş altı Türk Satranç Takımı bile var. Amcam ve onun gibi emeği geçen rahmetlileri saygıyla anıyorum, nurlar içerisinde mutlu yatsınlar inşallah. Hayatta olan diğer arkadaşlarına sağlıklar diliyorum.


Sevgiyle kalınız….


Tünay Süer
Kaynak: http://www.sfenks.net/modules.php?name=N...le&sid=870
Ara
Cevapla
#2
Satranç ile tanıştığımız yıllarda Nevzat Süer'in Cumhuriyet gazetesindeki Satranç Köşesinden çok yararlanan biri olarak ben de kendisini saygıyla anıyorum. O, satrancın ülkemizdeki "promete"lerinden biridir!...
Cevapla
#3
Süer satranç dergisini de unutmamak lazım.
Nevzat Süer i rahmetle anıyoruz.

Onun GM Diaz del Correl li yendiği maç çok ilgimi çekmişti..
Ara
Cevapla




Konuyu Okuyanlar: 4 Ziyaretçi