Mozart Alekhine'e Cevabımdır
#1
İstanbul Satranç Derneği'nin düzenleyeceği yaş grupları turnuvası postunun altına gelen yorum:

Dernek aidatlarını da 12 yaş altı çocuklardan talep edin.
Bir yıldır doğrudürüst bir mekanı olmayan İSD’nin, üyeleri yerine çocuklar için turnuva düzenlemesini anlayamıyorum.
İmza: Mozart Alekhine mahlas.

Yanıtım (Can ince):

Takma isimle yazıyorsunuz; dernek üyesi olup olmadığınızı bilmemize imkan yok. Eğer üyeyseniz, yakın zamanda yapacağımız olağanüstü genel kurula teşrif edersiniz, orada sorularınızı sorarsınız, biz de nasıl herkes çocuk turnuvası yaparken inatla yetişkin turnuvası yapmaya çalıştığımızı ve aynı inatla yapmaya da devam edeceğimizi anlatırız. Sıra çocuk turnuvasındaysa çocuk turnuvası yaparız.
Yaşça benden büyük olmalısınız, yaşlandıkça zamanın daha da hızlı aktığını söylerler; Nisan'dan Aralık'a koca sene su gibi akıp geçmiş görünüyor; yaşınıza hürmeten ifadelerimi sınırlı tutmaya çalışıyorum.
Bu sefer artık "alkollüydüm", "şaraplıydım" diye de gelmeyin lütfen; o biletinizi geçen sefer kullandınız.
Önüne gelenin bir takma isim arkasına sığınıp oturduğu yerden ağzında kocaman çevire çevire yapılan işlere "aidatları çocuklardan toplayın" türünden aymazlıklar içinde bulunma cüreti göstermesinden -başkasını bilmem ama- ben çok sıkıldım.

Mozart Alekhine:
önce takma isim meselesine geleyim.
Hasan Tahsin’in gerçek ismi Osman Nevres, Yaşar Kemal’in, Kemal Sadık Göğçeli, Aziz Nesin’in ise Mehmet Nusret olmuştur.
Mustafa Kemal, Trablusgarp’da Şerif Bey olmuş ve Cumhurbaşkanı olduktan sonra ise Asım Us adıyla gazetelerde yazı yazmıştır.
Önemli olan ismin gerçek olup olmadığı değil, o isimle yazılanların doğru olup olmadığı dır.
Alkol- Şarap biletine ise yorum yapma gereğini duymuyorum; boş hamle.
Bir spor derneği- kulübü ise öncelikle kendi üyelerine hizmet etmekle yükümlüdür…
Gerçeklere tahammül edemiyorsanız canınız çok sıkılır.

-----------------------------

Buraya kadar olan görüşme İSD FB grubundaydı. Bu efendiye vereceğim yanıt değil bir FB yorumunu, post sınırlarını bile aştığı için bu yanıtımı bu foruma taşımayı uygun buldum.
Bilvesile, satranç kamuoyuna İstanbul Satranç Derneği'nin çalışmaları hakkında bilgi verme konusunda da bir olanak sağladığı gibi,
çok ileriki satranç tarihi araştırmalarına devam etmek isteyenler için de bulunmaz mücevher olacağını umarım. 

Kendisine kişisel cevabımdır, derneğin resmi açıklaması değildir ve söylediğim her şey birebir dernek politikasını yansıtmak durumunda değildir:

Öncelikle bu fırsatı bana verdiğiniz için teşekkür ederim. Derneği ayağa kaldırmak için çalışmaya gereğinden fazla konsantre olmuşuz ve yaptığımız her kritik işte, attığımız her adımda üyelerimizi de bilgilendirdiğimizi ve değerli fikirlerine başvurduğumuzu düşünüyoruz ancak, belli ki bu değerli fikir sahiplerinden biri değilsiniz. Aksi durumda derneğin her an hangi durumda olduğundan mutlaka haberiniz olurdu. Aslında dediğiniz gibi, normal şartlarda fikrin önemi vardır, söyleyen çok önemli değildir. Öte taraftan, takma isim altında yazdığınızda, normalde size karşı hakaret davası açtıracak şeyleri söyleyip söylememek sadece sizin vicdanınıza teslim edilmiş oluyor; ikimizin ortak vicdanına değil. Şimdi aşağıda yazacaklarımdan sonra kızıp bana sövecek olsanız -"söversiniz" de demiyorum. öyle olsanız- sizi tutan sizden başka bir şey yok. Oysa aynı şartlar benim için geçerli değil. Size sövmeyi bir tarafa bırakın, "kızınca çok pis küfür ediyor" deseler bile benim için iyi değil. Yani tartışma şartlarımız teknik olarak eşit değil.
Birbirimizi gerçek hayatta tanıyor olup olmamamız da benim için çok önemli değil; hergün bir sürü efendi insanın yanında bir sürü dengesizle de muhatap olunuyor. "bu da onlardan biriymiş" der, geçerim en fazla. Ancak, sizin beni çok iyi tanımadığınız benim tarafımdan çok net anlaşılıyor çünkü "gerçeklerden kaçamazsınız!" türünden mesnetsiz sallayanları nasıl insan içine çıkamayacak duruma getirdiğimi beni tanıyanlar çok net bilirler. Siz de bilmiyorsanız, bir bilene sorabilirsiniz...ama af edersiniz! Neden böyle bir şey yapasınız ve "rezil ederler mi?" diye düşünesiniz ki? Belki biraz daha devam etmeye kalkarsınız, nasıl olsa risk yok, en dibe gömülünce de alt tarafı gömülen Mozart Alekhine gider, nur topu gibi bir Bach Capablanca doğar, değil mi!

Herkes bir Mojo Jojo olamaz. Taklitle bir yere varılamaz. Lütfen kendiniz olun, orijinal olun. Alkolü de sağlığınız için kararında tutun. Bunu şaka ya da taşlama olarak değil, siroz olup karaciğerini değiştirmek zorunda kalmış biri olarak söylüyorum.

"Gerçek" dediğiniz şey bir süreçtir ve dinamiktir, sürekli güncellenir. Ben de süreçlerle ilgilenirim, sloganla uğraşmam ve analizimi yaparım. Örneğin: Takvimler Nisan sonu 2023'ü gösterdiğinde derneğin artık bir lokali olmadığı o gün için gerçeğin ta kendiydi. Aynı takvim ilerledikçe Nisan'dan Kasım'a dernek eşyaının bir depoda tutulduğunu ve 2023 Aralık ayı sonunda derneğin yeni lokalinin hizmet vermeye başladığını da gösterecek. Bu da dibine kadar gerçek (nisan-kasım arasının "bir yıl" olmadığı da gerçek ama haydi onu belagatteki kemalinize ve mübalağa sanatı kullanmış olmanıza verelim) ama bu süreç tabii Nisan 2023'ten başlamıyor. Türkiye'deki satranç kulüplerinin önünde sonunda bu noktaya geleceğini ben 2000'li yılların başında, ADSL bağlantıların evlere girmeye başladığı zaman fark etmiştim ve o zamanın ilgili kişilerini de bu konuda uyarmıştım. O zamanlar hem Kadıköy'de Şahmat vardı, emin değilim ama sanıyorum SGM de duruyordu, hem de Avrupa tarafında İSD vardı. Her yer cıvıl cıvıldı. Haftasonu turnuvaları dolup taşıyordu. Elbette öyle bir ortamda kimse beni dinlemedi bile çünkü insanlar gelecekteki kararlarını dünyanın o kararların sonuçları gelmeye başladığı zaman nasıl bir yere dönmüş olacağını düşünerek değil, dünyanın statik kalacağını ama tek değişen parametrenin kendileri olacağını düşünerek aldıklarından, üniversite sınavlarında bile mesela ben %1'lik dilimle bir bölüme girdim; o bölümle ilgili işi yapmaya devam etmeye çalışanların büyük çoğu bugün açlık sınırında yaşıyor. Baksan hepsi zehir gibi insanlardı ama bu şekilde taca çıkarılmış oldular.
Memleketteki kulüp satrancı için de tamamen aynı -ve dediğim gibi- oldu. Süreç içinde kulüpler yavaş yavaş boşaldı, üyeler gelmez oldu ve yokuş aşağı gidiş hızlandı. 2023 Nisan'da olmasa 2024 Temmuz'unda olurdu ya da belki daha önce de gerçekleşebilirdi. Tam olarak hangi gün olduğundan ziyade, göz göre göre neden buraya kadar sürüklendiği ve bunca zeki geçinen insandan nasıl olup da hiç birinin gidişatı görmediğini anlamaya çalışmak daha düzgün bir analiz etabı olabilir. Nitekim ben de bunları anlayabilmek için düzenli mesai ayırıyorum; 1920'lerden başlayarak derneğin ortaya çıktığı koşulları, çevresel etmenler değiştikçe derneğin oluşan yeni durumlara adapte olabilmek için nasıl evrildiğini ve bugünlere kadar gelindiğini sistematik olarak incelemeye çalışıyorum.
Diğer yandan, ben Ankara kökenli bir satranççıyım ama İSD benim de gençliğimin geçtiği ve bugünkü benin şekillendiği yerlerden biri.  Ankara-İstanbul çekişmelerinin genel tarihsel dinamiklerini iyi-kötü bilirim ama İstanbul içindeki çekişme ve kutuplaşmalar güncel ilgi alanımda değil. Hiçbirinde "taraf" olmuş bir geçmişim yok. Bana göre Mozambik'te kim bilir hangi sulak arazi için kavga eden iki kabilenin dertleri ne kadar önemliyse, burada (İstanbul'da) "kim kime ne kazık atmış?", "kimin kimle kuyruk acısı var?" benim açımdan bu dertler de o kadar önemlidir ve tarihi değeri dışında bir değeri yoktur. Elbette onların da bir çoğunu bilirim de, kaydeder geçerim, üstünden sağlam bir vakit geçip, hepimiz dünya mesaisini tamamlamadan yayınlamayı da düşünmem ya da yayınlanmasını istemem, doğru da bulmam. Yoksa kimin ne halt olduğunun herkesin bildiği kadarını ben de biliyorum.

Bu şartlar dahilinde ve Nisan 2024'e kadar gelen süreci şimdilik dışarıda tutarak:
Derneği biz yönetim olarak devraldığımız gün, gökte Manitu ve Zeus birleşip bize kıyak yapmaya karar verseler ve hemen o gün 2023 İstanbul'unda bir dernek lokali olarak tutulabilecek, tüm apartmandan rıza imzaları hazır alınmış, kirası, emlakçısı ve depozitosu da semavi bir takım numaralarla ödenmiş yeni bir yer gösterseler, bizim kapılarımızı açabilmemiz için yine de masa, sandalye, satranç takımları ve satranç saatleri tedarik etmemiz gerekirdi ve elimizde bırakın böyle bir bütçeyi, gecikme faizleriyle beraber oldukça ciddi, asgari ücretlinin epey bir aylık maaşı tutarında bir borçla devraldık.

"Çocuklardan aidat toplansın!" latifesini buyurarak işaret ettiğiniz üyelerin kendileri gelmeyince aidatları da gelmez olmuş. Ne yapacaksın? İnsan aklı böyle çalışıyor. Karşılığında ne aldığına bakıyor. Kullanmadığı bir hizmet için neden para ödesin adam? Kafa bu.
Biz bu şartlar altında derneğe aylarca yer aradık. Konuşmaların %90'ı "dernek lokali" ifadesi duyulduğu andan itibaren derin bir sessizliğe bürünüyordu. Bir yandan belediyeleri, diğer yandan STK'ları, başka bir taraftan tanıdıkları, ana akım olarak da emlakçıları aylar boyunca didik didik ettik.
Af edersiniz, yine söylemeyi unutmuşum: Biz daha bir lokalin "kıçındaki don" sayılabilecek masa ve sandalyemiz bile yokken, o kadar da borç içindeyken, öyle emlakçıların kapısını bu devirde çalabilecek kadar en baştan neyimize güveniyorduk?
Yanıt veriyorum: Ruh hastası olmamıza. Başka hiçbir açıklaması yok ama bu olmayan açıklamayı birazdan açacağım. Derneğin tabelası bile kalmamış, üstelik bir dernek için azımsanamayacak bir miktar da içerideyiz. Böyle bir durumda mantıklı ve aklıbaşında biri bu işlere durup dururken talip olmaz. Bunları eski yönetimleri suçlamak için de söylemiyorum: Onlar da dahil neticede bir dernek yerinden edilmişse, topu eski yönetimlere atmak işin en ucuz ve kolay yolu. Bizden önceki yönetimlerin elbette belli oranda sorumluluk sahibi olarak kabahatleri vardır ama bana göre sorumluluğun asıl büyüğü, o yönetimleri yapayalnız cascavlak ortada bırakanlarla, dernek yokuş aşağı giderken şapkayı önlerine koyup düşünüp, strateji geliştirip harekete geçmeyenler arasında paylaşılıyor.

Neyse ki, İSD gerçekten büyük bir camia. Günlük bir liradan az olan bir aidatı ödemeyen kimseler olduğu gibi, yalnızca derneğin ayakta kalması için ellerinden gelenin üstünde fedakarlıklar yapanlar da var elbette. Onlara içten minnettarız. Onlar sayesinde borçları ödedik ve üstüne kalan parayla da lokal mekanı kiraladık.... Hahaha. Böyle olmadı tabii. Daha "dernek" olduğumuzu söylemeden aldığımız fiyatların bize stopaj dahil en düşüğünün aylık maliyeti 23.000 TL civarına geliyordu. Ortada her ay 23.000 getirecek bir gelir olmadığı gibi, ucuz ya da pahalı, kimse derneğe yer kiralamak istemiyordu. İş hanlarına baktık, akla gelebilecek her yere baktık. Ne para yetiyor, ne de zaten işin oluru var... Bu süre zarfında her gün üyenin biri arıyor "hani lokal?" diye soruyor. Aynı yerlerin aylık kiraları bugün 30.000'e dayanmış durumda.

Üyenin bunu sormaya dibine kadar hakkı var. Biz de soran herkese neler yaptığımızı anlatıyoruz. Bakın, şimdi de anlatıyoruz. Sayman çalışıyor, denetleme kurulu çalışıyor, her şey kayıtlı, belgeli, işimiz de kafamız da bu açıdan artık pırıl pırıl. "Artık" dedim, demek zorunda kaldım zira bu pırıliteyi elde edene kadar da çok ciddi bir yol aldık. Şu kadarını söyleyebilirim: Kim üyemiz, kim değil, neredeyse o bile belli değildi. Defterde kayıtlı olan ve ulaşabildiğimiz herkese ulaşmaya çalıştık. Defterde ulaşmak için adından başka bir iz olmayanları bile sosyal medyadan bulmaya çalıştık; neticede pek çoğunu da bulduk ama bulamadıklarımız da oldu. Aslında derneklerle ilgili kanun ve mevzuata göre hatalı üye işlemi yapılırsa ve üye gelip bu durumu derneğe şikayet eder, haklı olduğu da tespit edilirse "pardon!" deyip adamı tekrar yazmak mümkünmüş. Yani biz yine de listeyi bir tur tarayabilirdik, "epeydir ortada görünmeyenleri ve hemen ulaşılamayanları kafamıza göre ihraç etmek, aralarından yuvaya dönmek isteyen çıkarsa da basitçe geri kabul etmek" gibi gayet legal ve meşru bir kısayolumuz da vardı çünkü iletişim bilgilerini doğru ve eksiksiz deklare etmek üyenin sorumluluğunda. "Telefon numarası kullanılmamaktadır" diyorsa direkt sıradakine geçebilirdik. Bunu biliyorduk. Yapmadık. Aylarca uğraştık, az bir miktar kişiyi de bilvesile satranç ortamına reentegre etmiş olduk ama daha çok rahmetlilere, kayıt olduğunu bile hatırlamayanlara ve "ben artık derneğe gelmiyorum. çıkarın beni!"cilere denk geldik. Biz kimi bulabileceğimizi biliyorduk ama öyle hop diye de atamıyorsun. Önce ihtar çekeceksin. Üç ay yasal süresi var. Ancak o süre dolduktan sonra hayaletlerden kurtulup yoluna devam edebilirsin. Tüm bu işler ancak bugünlerde bitebildi ve 161 kişinin dernekten ihracına dair kararı yeni imzaladık. (Acaba aralarında sizin de adınız var mıdır, kim bilir?) Basit bir "üyelere unique ID verme" işi için bile önce üye listesinin kesinleşmesi gerekiyordu. Şu ana kadar üye id'lerini geçici olarak unique random sayılar halinde kullanıyorduk; hepsini yeni ve sıralı haliyle kullanabileceğiz. Nerede mi kullanabileceğiz? Derneğin modern ve aktif bir web sitesi var. Eski site artık teknolojik olarak dinozordu; değişmesi gerekiyordu ki üstüne diğer veri yapılarımızı bağlayabilelim. Neyse, teknik hadiseyle sizi fazla sıkmadan, neticede bunlar parmak şıklatınca olan işler değil.

Çok uzattım. Spesifik sorularınıza dair gerçeklerle de şöyle genişinden bir yüzleşelim de rahat edelim.
Turnuvaları tarihleriyle birlikte söyleyeyim diye chess-results'a girdim ama orada bulunması gereken bir turnuvamızın (İSD 80. Yıl Turnuvası) görünmediğini fark edince söylemek gerektiğini fark ettim: Çünkü meğer derneğin daha önceki turnuvalardan hakem ücreti borcu da varmış. Çok şükür onları da temizledik, top onlarda. 80. Yıl turnuvamız da umuyoruz kısa sürede dahil edilir.
belimizi ancak doğrultabildikten sonra, Ağustos'tan beri toplam beş turnuva yapmışız. Bu "beş"e bir de UHS'ye dahil edilmeyen (teknik olarak bazı kategorilerde dahil edilmesi teoride bile mümkün olamayan. Konuyla ilgili analizimizi TSF Teknik Kurul'a dernek olarak yolladık. Okurlar-okumazlar, yaparlar-yapmazlar, bilmem.) 15' turnuvası dahil. Ortalama ayda bir turnuva. Yakın geçmişe kadar derneğin bir lokali vardı ve o senelerde bile böyle şeyler yoktu. Tabii bu yaptığımız turnuvaların hepsi çocuk turnuvasıydı çünkü biz bu derneğin kurucu amaçlarını falan bilmiyoruz, sizden öğreniyoruz, değil mi? Benim de elbette akıl sorduğum, fikirlerine değer verdiğim dernek büyüklerim var, hepimizin vardır sanırım ve yine sanırım siz onlardan biri değilsiniz. Demek ki -en azından bu konuyu- sizden öğrenmeme gerek yokmuş. Hayır, altlarında sizin de layklarınız olduğu için zaten bildiğinizi varsaydığım bu etkinliklerden hiç biri -ama hiç biri- yaş grupları etkinliği değildi. Aksine, 7-77 yaş aralığının oynayabileceği bana -ve muhtemelen pek çoğumuza- göre en güzel formattı. Şu anda yönetimdeki herkes hem eski dünyayı hatırlayabilecek kadar yaşlı, hem de kültürel yönleriyle ve antrenör kimlikleriyle yeni dünyada geleneğin devamını sağlayabilecek bir pozisyondalar. Kafamız bu ancak bu ekibin tümü de aynı zamanda derneğin en genç 10 üye listesine girer sanırım çünkü ortada birikimin aktarılabileceği, kulübe gelip giden gençler yok. Genç insan kaynağı açısından çok net tırt durumdayız. (Bu bize özgü değil, tüm memlekette böyle. Bunu da yıllardır bas bas bağırıyorum. İstanbul satrancına her yıl yaş olarak alttan 250 kişi giriyor, üstten 250 kişi de çıkıyor. Toplam aktif oyuncu sayısı da 800-1100 arası yıldan yıla inip çıkıyor. Bilmemkaç milyonluk kent için hangi işi yapıyor olursan ol utanç verici bir sayı aralığı. Mesela rahmetli Bob Dylan'ın sesinin güzel olduğunu düşünenlerden bir camia oluşturmak gibi bir deliliğe düşmüş olsak bile çok daha fazla adam toplarız.)

Bu yaptığımız açık ve rating bazlı kategori turnuvalarındaki oyuncu kompozisyonları da hepsinde yaklaşık şöyleydi: 30 kişilik bir kesitten 1-2 kişi dernek üyesi, 2-3 kadın oyuncu, 1-2 18 yaş altı kadın oyuncu, genelde 7-8 kişi 18 yaş ve üstü, geri kalanların hepsi 18 yaş altı).
Bu turnuvalardan daha da fazla yapacağız çünkü bizim kültürel misyonumuz bu: "Biz nasıl üst kuşaklarla birebir etkileşim içinde olarak kültürü nasıl absorbe ettik ve üstüne azıcık da biz eklediysek, bizden sonra gelenler de bizimkinin üstüne ekleyecekler ve böyle sürüp gidecek" diye umuyoruz ama şu anda oldukça boş bir umut sahibiyiz. Bu umudu gerçeklenebilir bir şeye dönüştürebilmek için, ana akım olarak klasik açık format turnuvalar yapıyoruz ama öte taraftan bu turnuvalar hem doğrudan zarar yazıyor, hem de "açık turnuva isteriz" diyenlerin pek azını gerçekten sahalarda görebiliyoruz. Nitekim aynı şeyin lokal için de geçerli olacağını biliyorum: Dün "nerede lokal?" diyenlerin pek çoğunun da lokale devam etmeyeceklerini biliyoruz ve kimseye de kızmıyoruz çünkü dünya artık öyle bir dünya değil. Adam Internet'te senden bin kat kuvvetli rakiplerle oynuyorsa onu da kınamanın yeri yok. Yok ama işte bunlar gerçekler. "Açık turnuva isteriz!" diyorlar, yapıyoruz, kayıtların yarısı boş kalıyor. Biz bunları şimdiden bile bile o lokali de açıyoruz, o turnuvaları da yapıyoruz, dernek tarihini de derliyoruz, bir sürü başka ıvır-zıvır işle de uğraşıyoruz şu anda da şahit olduğunuz üzere.

Bu turnuvaları yaparken yine dikkat ettiyseniz, klasik format dediğim gibi belli bir periyodla sabit olmak üzere, diğer turnuva türlerini de deniyor ve belli kriterlere dayalı çeşitli ölçümlemeler yapıyoruz. Başka formatları da deneyeceğiz, başka etkinlikler de yapacağız. Bunları planlarken, bu yaptığımız ölçümler sonucunda hangi turnuvayı ya da etkinliği ne zamana koyacağımıza dair şimdiden öğrenmiş olduğumuz şeyler var, hala veri topladığımız şeyler var.

Çocuk turnuvaları özeline gelince: Bu da yukarıda biraz değindiğim başka bir çıplak gerçek: 18 yaşın üstünde çok az insan satranç oynamaya devam ediyor ve onların da çok çok daha azı turnuvalara katılıyor. Tüm bunlar yalnız bizim turnuvalarımızda değil, benzer şartlarda turnuva yapan her yerden edinilecek verilerle doğrulanabilecek ve halihazırda doğrulanan şeyler.
Satranç insan kaynağı piramidinin yaşça ve seviyece en altındakiler de en üstündekiler de bizim için çok kıymetli. Nitekim bu fakr-ü zaruret döneminde dahi, 100 üyemiz içinden yaşı kemalinde, bunca yıldır derneğe gelip giderken hır çıkarmamış ya da az hır çıkarmış herhalde 25 kadar üyemiz "onursal üye" ve bunların büyük çoğunluğunu biz kendilerine de danışarak "onursal üye" yaptık. Bu ağabey ve ablalarımız aidat ödemeyecekler. Yeter ki gelsinler, başımızdan eksik olmasınlar. Bunu samimi söylüyorum. Ama gelmeyecekler. Bunu da biliyoruz, kimseyi de yargılamıyoruz. Olduğu gibi kabul etmemiz ve şartları ona göre ayarlayabilmemiz gerekiyor.

İSD artık yakın geçmişten alıştığınız, insanların zaman içinde unuttuğu, yalnız bıraktığı ve kaderine terk ettiği İSD değil ve olmayacak. Bunun için yapacaklarımız yalnızca çocuk turnuvalarıyla, büyüklerimizi onursal üye yapmakla, open turnuva yapmakla sınırlı kalmayacak. Baby chess turnuvası da yapacağız, puanlı satranç da yapacağız, başka simültaneler de olacak, diğer satranç türevlerini de talep doğrultusunda düzenleyeceğiz, üniversitelerle ilgili projemiz de devam ediyor, lokal çalışmaya başladıktan sonra artık vaktimizi bunlara ayırabileceğiz. Sırtımızda üyelerin desteği, önümüzde de belli bir stratejik yol haritamız var ve o haritayı takip ediyoruz.
 
Hangi vaktimizi ayırıyoruz pekiyi? İşte açıklanamaz olan açılıyor: Hemen hepimiz zaten mesaimizin yarısını dernek işlerine harcıyoruz. Yaptığımız iş zaten fahri; bir menfaat ummuyoruz ama hiç görev almamış ve bu dernek mesaisi zamanını da zat-ı alinizin buyurduğu gibi çocuk/öğrenci işlerine ayırıyor olsak en azından biraz nefes almış olurduk. Tamam, satranççı dediğin adam ırgatlığa alışlıktır, tüm ameleliği yapar, koli taşır, beleş hakemlik yapar, gider arkadaşın turnuvasında oynar, eşya taşır, takım dizer. O adamın adının önünde FM, IM falan yazıyor olabilir; fark etmez. Satranç camiasından satranççılar dışında herkes yolunu bulmuştur ama o ırgatlığa devam eder. Yine de kimi bunu emeklilikte yapar, kiminin zaten maddi durumu iyidir, kimi de bizim gibi bir yandan çalışıp çorba kaynatmak ve bunu yaparken de kimseye gebe kalmamak durumundadır; işte biz o Kimmy'lerden üçüncüsü oluyoruz. Kimmy-i salis. Örneğin benim birileriyle akçeli bir işim olsa, bir çıkarım olsa, bir tezgahım dümenim olsa -şu anda okuduğunuz böyle bir yazıdan söz etmiyorum- her şeyi -hem de yazılı olarak, hem de gerçek hayatta kimsem o kimlikle- yazacak mabadı nereden bulacağım? "Şunlar başınıza gelecek" diye yazılı olarak bir yıl önceden söylüyorum, kimsenin sesi çıkmıyor, sonra ancak yumurta kapıya sıkı dayandığında, yine gerektiği gibi değil işlerine geldiği gibi çözüm üretiyorlar. Yani arada düşünmüyor değilim; belki de aksini yapanlar haklıdır. Bu yaşa geldik ama birkaç ay önce, camiaya on seneden az vakitten mukaddem dühul etmiş ve dahli "başlangıç düzeyi satranç dersi vermek" ile sınırlı kalmış bir muallimeden aktararak: "Satrançtan ne para kazanılır ki, değil mi hocam, bir ev bile zor alınıyor." Bunu bana hitaben söyledi. Ayaküstü çok kötü haşlayacaktım da bir nefes aldım ve sustum çünkü haklıydı. Bir tarafta 2000-2100 aralığı ELO ortalamasına sahip bir ekip lokalsiz kalmış bir derneğin kolilerini depoya taşıyan hamallar olmuşken, diğer yanda satrançtan bir evciği bile birkaç yılda zar-zor almış, durumuna çok üzüldüğümüz birileri var. Geliri yarıya düşen biz salak değiliz, kredi kartından çekip derneğe bağış ateşleyen salak değil, kişisel ilişkilerle ve yine camiamız içinden sağlanan sağlanan sponsorlar, bağışçılar salak değiller, öyle mi? Kime sorsak salozun önde gideniyiz ve ne yazık ki bu tür salozlukların tedavisi de yok. Böyle yaşayıp böyle de gideceğiz.

Bizi "saloz" bulanların tek anlayamadıkları şey bizim önceliklerimizin farklı olması: Biz satrancı çok seviyoruz. Oynamayı tabii seviyoruz ama yalnızca oynamayı değil, üstüne düşünmeyi, konuşmayı, tartışmayı da seviyoruz, bu tartışmalardan öğrendiklerimizi de seviyoruz. Satranççıları -kimse herkesi sevemez, çoğunu- seviyoruz, onların arasında kendimizi iyi ve olmamız gerektiği gibi hissedebiliyoruz. Toplum genelinde satranççı oranı çok düşük olduğu göz önüne alındığında, bu durum bizi (satranççıları) ilk evrede içine kapanmaya itmiş. Pek çok satranççının, diğer satranççılar hariç sosyal hayatı çok sınırlı. Bu da bana göre normal çünkü birbirimizi ancak biz anlayabiliyoruz. Diğer taraftan hepimiz birbirimizden farklı sosyal geçmişlerden geldiğimiz gibi, hepimizin karakterleri de farklı. İçe kapanma durumu mecburen farklılıkların toleransını ve netice olarak kozmopolitliği ve çok sesliliği doğuruyor, yaşı küçük olan büyükten ezberleyerek değil, onla tartışarak öğreniyor. Bizim kuşağa kadar böyle oldu en azından. Bu toleranslı ortam aynı zamanda toplum dışına itilmişler için de mıknatıs gibi çalışıyor. Neticede ortaya akıllısıyla delisiyle çok karışık ama bir taraftan da pek çok standardı toplum ortalamasının çok üstünde olan bir topluluk çıkıyor.
Yalnız, bu insanlar dış dünyayı neredeyse tümden ve bilinçli olarak unuttuklarından -ya da o dünyadan gelenlere kapalı olmak istediklerinden- bazan ufak-tefek hesaplar yüzünden, bazan düpedüz şişik egolar, pek çok kereler de görünüşte karşılıklı prensip meseleleri yüzünden -ama aslında destrudoyu akıtacak etraflarında başka kimse olmadığından ve satranç doğası itibarıyla zaten rekabet ve sidik yarışı içerdiğinden- mecburen kendilerini birbirlerini yer halde buluyorlar. En beyefendi insanların bile böyle kavgaları var tarihimizde ve bana göre böyle olması da normal.                   

Elbette tamamen kendi adıma konuşuyorum ama benle benzer durumdaki herkes için de muhtemelen söyleyeceklerim geçerli:
İSD Yönetiminde yer almak, ilk günden beri söylediğim gibi benim için erişebileceğim en büyük manevi onur ve bu hususa dair sorumluluklarımı ıskalamam söz konusu olamaz. Aklınıza gelebilecek en büyük makamlar bile bana aynı manevi tatmini veremez. Ben kendi küçük satranç kasabamız için elimden geleni layıkıyla yapabileyim, bana çok bile. Görev bana düştü, teklif geldiği anda başıma neler geleceğini çok iyi bilmeme rağmen anında kabul ettim. "Buradan başkan olayım, şöyle yürüyeyim, böyle yürüyeyim" diye bir amacım da yok. Muhtemelen en zor dönemlerinin başında ama benim elimden gelenlerle derneğin ihtiyaçlarının çok denk düştüğü bir döneme denk geldi ve böylece çok verimli hizmet edebilme fırsat ve sorumluluğuna sahibim ve bunların farkındayım.
Elimden gelen hizmeti verdikten sonra iç huzuruyla kenara çekilip demetimi atmaya devam edeceğim ama o demet attığım yerin çok canlı süper bir satranç ortamı olduğunu her yeniden fark ettiğimde bir kez daha içime hafif bir mutluluk hissi yayılacak. Benim tüm bu işlerden kazancım da bu olacak, öper başıma koyarım.

Bunları söyledikten sonra:

Eleştirileriniz olur, tabii ki yapacaksınız. Ancak ilk yorum "notasyon kağıdını göster", ikincisi de "gerçeklerden kaçamazsınız" olunca bendeki algının çok daha farklı oluştuğunu eminim gayet iyi anlıyorsunuzdur. Bu durumda, beni sevin-sevmeyin, dernekle bir karın ağrınız olsun-olmasın, her şeyden önce delikanlı gibi ezmeye çalıştığınız emeğimizden özür dilemeniz gerektiği açıktır. Düşman bile olsa akıllıysa özrünü diler, hatasını kabul eder, düşmanlığa öyle devam eder. Salozsa ısrar eder, zaten kamuoyu tarafından gömülür; bizim bir şey yapmamıza gerek kalmaz.

Ya siz Bay Alekhin (hangisi soyadınız, çıkaramadım. Yoksa  "Bay Mozart" mı demeliydim? İkisi de soyadı çünkü ya, hangi hitap şeklini tercih edersiniz?), siz kimin nesisiniz?

1. Derneğe kuyruk acısı olan biri misiniz? Bizim eski hikayelere dair görülecek bir hesabımız yok, parçası da değiliz, olmak da istemeyiz. Bu durumdaysanız ve eski hikayelerin davasını yapmadan dernek camiasında olmak ve derneğin ileri gitmesinde katkıda bulunmak isterseniz gelir gerçek adınızla üye olursunuz. Üye olmadığınızı var sayıyorum çünkü tüm üyelerimiz beni ya da kendi istedikleri YK üyesini istedikleri zaman istedikleri şeyi sormak için arayacaklarını biliyorlar ve arıyorlar da. Hiçbirinin böyle bir şey için mahlasa ihtiyaç duyacağını sanmıyorum ama yine de dernek üyesiyseniz, bu yaptığınız zaten hem gereksiz, hem korkulacak bir şey olmadığı halde korkakça, hem de düpedüz ayıp. Ne derdiniz varsa herkes gibi siz de gelirsiniz, konuşuruz.

...ya da...

2. Bir takım eskiden kalma dinozor kliklerinden birinde, kendine benzerler mikrokozmosunda yaşayan ve klan halinde edilen bir hareketin bir parçası olan biri misiniz? Bu durumdaysanız sizin için samimi olarak üzülüyorum. Belli bir yaştan sonra düzelmesi de zor.

...ve yahut...

3. Bana kişisel bir gıcığınız olması varyantı geçerliyse bu da size kapak olsun çünkü bu varyantta da aklınız sıra bana yüklenecekken, bakın, işi resmen "İcraatın İçinden" programına çevirdim ve siz karşıdan öööyle bakıyor durumuna düşmüş oluyorsunuz.

Kısacası Bay Alekhine Mozart,

Eski kavgalar ve kırgınlıklar nedeniyle ya da bana kişisel gıcık nedeniyle olsun; bana ve benden başka zamanını, emeğini, yeri geldiğinde kredi kartından avans çekip yolladığı parasını harcayan herkese yapılmış her türlü saygısızlık yalnızca derneğe ve bana artı puan yazar. Gerçekten art niyetli biriyseniz, buradan ders çıkarın da bir daha bu hallere düşmeyin. Ders almayan düşmanlar için zaten çok üzülüyorum. Yüzüme söylemeye cesareti olmadığı şeyleri takma isimlerle kusma isteği içinde olanlara zaman zaman kustuklarını yutturmak zorunda kaldığım zamanlar oluyor tabii de, beni asıl üzen, böyle kibar kibar konuşuyorum ya; yeni kuşaklar beni "tontiş kibar bir ihtiyar amca" olarak tanıyacaklar. Art niyetli biri değilseniz lütfen bunları üzerinize almayın ama art niyetliyseniz lütfen bu olayı biraz daha büyütün. Konumunuzu biraz daha açın. Minicik bir zayıflığınıza 3500 sözcükten fazlasıyla daldım, biraz daha açarsanız bu yanıtlarımı düzenleyip kitap yaparız; işte o zaman konferanslara falan da gitmeye başlarım da sayenizde cebimiz azıcık para görür. Ben bir yıl boyunca hastanede her gün ölümü beklemiş biriyim. Hiç bitmeyen acıyı ve sürekli yok olmanın eşiğinde olmayı çok iyi biliyorum. Başkalarının acısını artık dibine kadar anlıyorum. Bu yüzden kalp kırmak istemiyorum ama hem İsa değilim hem de okuyarak ve yaşayarak edindiğim toplam birikim içinde, bu tür kendi defansından açık vererek yapılan ucuz ataklara gerekli tepkileri artık omurilikten verir durumdayım. Kimle aynı piste çıktığınıza lütfen dikkat edin. Böyle goller yemek çok elementer. Dernek çalışmalarını anlatmak istemiyor olsam paketlemek için kendime 500 sözcük sınırı ya da "her satırı kafiyeli olsun" gibi ek atraksiyonlar icat ederdim ki en azından uğraştığıma değsin, işe fazladan bir zorluk gelsin, yazarken biraz eğleneyim.

Samimi olarak derneği görmek istediğiniz yerin uzağında gören bir satranç ve İSD sevdalısıysanız buyurursunuz, "ben Mozart Alekhine" de deseniz kapımız açıktır, gerçek adınızla gelseniz de, her ikisi birden olsa da. Bizler gerçekten hiç kolay olmayan bir yükü omuzlamış ve kaldırmış durumdayız ancak hikayenin bu bölümü aslında yeni başlıyor. Siz de gelin, macerada yerinizi alın.
Ara
Cevapla
#2
Sevgili Can, herkes bana sorıyor:  "- Vekaletini Can'a mı verdin"  diye? Onlara ne dememi istersin?
- MATRANÇ -
Ara
Cevapla
#3
Kısacası... diye başlarken bile 310 lkelimeyle bitirmişsin.
- MATRANÇ -
Ara
Cevapla
#4
(29-01-2024, 22:48)M.Aşkın TAŞAN Nickli Kullanıcıdan Alıntı: Kısacası... diye başlarken bile 310 lkelimeyle bitirmişsin.

Abiciğim, çok yazmayacağım, "FIDE El Kitabı" da pek ele avuca sığacak ebatta değil ama işte adı "el kitabı". Benim "kısacası..." da aynı hesap. 

Diğer yandan, uzun yazmanın -en iyi senin bileceğin- çok enteresan avantajları var. Mesela ve evvela: Yazı diyelim 1000 kişinin önüne düşüyor, o 1000 kişinin belli bir bölümü baştan uzun görünce okumuyor, geri kalanlar da bir yere kadar okuyor, okuduğu yere kadar olan kısım kafasına yatarsa zaten oraya bir de beğeni kondurup kendi işine devam ediyor, beğenmiyorsa bir şey demeyerek işine devam ediyor ve bu kitlenin üyesi bireyler de ilk bir-iki yazıda nispeten dikkatli okuyor ve -içerik değil- yazarın olaylara bakış açısının kendi bakış açısıyla kesişip kesişmediğine dair fikirlerini oluşturuyorlar. Bu aşamadan sonra aynı yazardan gelecek olan içerik doğrudan önyargı filtresinden geçip "beğen!" ya da "geç!" algısı olarak dönüyor ve neticede o yazıların pek çoğunu, konuyla en ilgili kesimlerden kişiler bile okumuyor. 

Bu durum elbette yazar açısından çok büyük avantaj. Ben bunu ilk kez lisede keşfetmiştim. Sevdiğimiz ama eski ekol, kulak çekmeci, tokat atmacı falan bir din bilgisi hocamız vardı. Şimdi rahmetli, huzur içinde uyusun. Bu hocanın yazılılarında biz bir de fark ettik ki, soru yanıtları uzun olursa, hoca işi hiç uzatmıyor, o sorudan tam puanı basıp geçiyor. Biz de sınıfça uzun yazmaya başlayıp işi garantiye almıştık çünkü 32 kişinin yazdığı, her biri altı-yedi dosya kağıdı dolduran destanları teker teker okumak demek, birkaç geceden vazgeçmek de demekti. Hepimizin din bilgisi notu 100'dü bu nedenle. Pekiyi, o kadar kağıdı ne yazarak dolduruyorduk? Benim bir keresinde aklıma bir şey gelmemiş, o günlerde Europe Echecs Dergisi'nde okuduğum Şah-Hint Açılışı'nın tarihsel gelişimini, hipermodern anlayışın gelişimi çerçevesinde, aklımda kaldığı şekliyle anlatmıştım. Tabii, tam puan almıştım.
 
Ancak, bu kadar kolay şekilde taraftar -ve ötesinde olumlu dış bakışlar- toplamayı becerebilen bir yöntem yazarı da hazıra alıştırıyor, bir süre sonra "nasıl olsa kimse okumuyor, dur şunu da anlatayım" moduna sokuyor. Ondan sonra da işin tadı kaçmaya başlıyor, nitekim talep de yavaş ama kararlı bir şekilde düşmeye başlıyor.

Buraya kadar sanırım "destan yazarları" olarak ortak bir geçmişi paylaşıyoruz. Benim yaptığım yeniliği anlatmadan önce, senin kullandığın genel anlatım tekniğine bir bakmak isterim:
Sen, o andaki gündemin neyse onu dümdüz anlatıyorsun. Espri yok sayılacak kadar nadir, oradan-buradan, meşhur insanlardan alıntı yok, kuru kuru, "bilmemne mevzuatında şu yazıyormuş da bilmemkim bunu o mevzuata göre doğru mu yapmış, yanlış mı yapmış? Sen neden şu ya da bu kişinin yaptıklarını bir yere kadar desteklemişsin de sonra neden desteklememişsin?"

Bütün bunlar var ya, sana isteyeceğin her şey üstüne garanti ederim ki kimsenin umurunda değil, inan değil!
Ben bu analizi senin ve rahmetli Ateş Ağabey'in pek çok yazısını dibine kadar okuduktan -ve benden başka kimsenin, yanıt yazanların dahil- okumamış olduğunu her seferinde bir kez daha şaşırarak gördükten sonra zaten fazla düşünerek yapmadım, analiz kendiliğinden ortaya çıktı. Bunu da bir yol kabul etmek zorunda kaldıktan sonra yenilik de kendiliğinden geldi:

Zaten yazdıklarımızı kimsenin okumadığını biliyoruz (yukarıda inceledik). Bu durumda ya yazmaya hiç kasmayacağız ya da okuyucu sayısını kat be kat artırmak (mesela ikiden ondörde çıkarmak!) için bazı atraksiyonlara gireceğiz. 

Yoksa biz de isteriz: Dümdüz yazalım, herkes de her detayı bizim vakit ayırıp düşünüp analiz ettiğimiz kadar analiz etsin, kendi fikrini geliştirsin ve o bakış açısını ortaya koyarak tartışmayı zenginleştirsin. 

Halbuki gerçek hep bambaşka olur: Sen oturur tüm gece uykuyu pas geçip araştırırsın, kafanda döndürürsün, analizini yaparsın, sonra yazarsın ve en azından ciddi yanıtlar beklerken ya yanıt bile gelmez ya da gelen yanıt, senin çoktan düşünüp kendi kendine tartışmanda refüte edip ıskartaya çıkardığın en elementer yerlerden birinden gelmiştir. Ya da yazı içeriğiyle hiç ilgisi yoktur ama sana genel bir gıcığı vardır, orada yazından da bir cümle bulup çıkarır, üstüne aşırı yorum yükler ve oradan bastırıp puan almaya çalışır.
(Bu son bastırıp puan almacı güreşçi ekolün en güzel antidotu da yine ikibin kilometre uzunluğunda yanıt yazmak. Bu yöntem kesinlikle işe yarar çünkü normal insanlar, yalnızca fikirlerin yüzünden sana bir yere kadar gıcık olabilirler, garezleri de makul bir düzeyde kalmak durumundadır çünkü basitçe işleri-güçleri vardır, bir de senle uğraşamazlar.)

Gerçekler de bu meyanda olunca, okuyucuya istediğini vermek hususunda taviz vermek, metni bir şekilde renklendirmek gerekiyor. Bu da iki şekilde yapılabilir: 1. İşi soytarılığa vurarak 2. Metni hakikaten zenginleştirerek. 

Benim senin sistemine yeniliğim "metni zenginleştirmek" şeklinde biçimlendi. Gerçek hayat örnekleri veriyorum, anıları anlatıyorum falan ama, asıl olarak bu işi metinleri mutlaka satranç konularını başka bir disiplinle ilgili şeylerle birlikte öyküleştirerek "başarıyorum" ve bunu yapınca okuyucu sayısı iki haneli sayılara kadar çıkabiliyor. 

"On okuyucu!" Benim için çok süper. Yoksa yanlış anlaşılma olmasın, burada "nasıl kitleleri peşinden sürükleyen bir yazar olunur?" sorusuna falan yanıt aramıyoruz. Sen de on -ya da düşünsene, belki de 13 hatta 14! neden olmasın? Hayal gücünü sınırlama- okuyucun olmasını istiyorsan bu söylediklerimi kafanda döndürürsen belki senin bakış açında da belirli değişiklikler olabilir.  

Bak yakınlarda satrançla -dernekle- ilgili başka bir konuda bir tane daha yazdım. Söylediklerimin tipik örneği. İçeriği açısından çok kolayca sıkıcı bir metin olabilecekken bana göre en azından biraz daha "du bakali ne olacak?" hissini uyandırıyor:

"La Mauvaise Réputation"
Ara
Cevapla




Konuyu Okuyanlar: 3 Ziyaretçi