Kör Satranççı
#1
KÖR SATRANÇÇI
Satranç turnuvasının üçüncü günü turnuvanın yapıldığı AVM’de maçların başlama saatini bekliyorduk. Turnuva sporcusu olan oğlum Alperen masasına oturmuş ve rakibi ile sohbet ediyordu. Bu arada ben ise ortamı inceliyor, özellikle rakibi gelmeyen sporcu masalarına bakıyordum.
Bu arada bir numaralı masa dikkatimi çekti. Çünkü o masada maç yapması gereken görme engelli sporcu maç başlamasına çok az süre kalmasına rağmen henüz gelmemişti. Zaten ilk dört masa ilk günden beri gözlemlediğim masalardı. Çünkü ilk dört masada görme engelli sporcular maç yapıyordu. Turnuvanın ilk gününden beri bu dört sporcu maçlara katılmıştı. Görme engelli olmaları ve satranç sporunun görselliği de çok fazla barındıran bir spor olması sebebiyle onların satranç oynamadaki azimleri ve becerileri beni çok etkilemişti.
Bu arada maçlar başladı ve ben de bir köşede salonu izlemeye çekildim. Maçlarda bekleme süresi 30 dakika idi. Yani ilk 30 dakika içinde gelen sporcular maçını yapabiliyordu. Eğer 30 dakikayı geçirirse mağlup sayılıyordu. Ayrıca geç kalan ya da maça gelmeyen sporcu turnuvaya devam edecekse bunu baş hakeme bildirmek zorundaydı. Aksi durumda turnuvadan da eleniyordu. Turnuvanın açık turnuva olması sebebiyle yaş, cinsiyet ya da engel durumları dikkate alınmıyordu. Görme engelli bir satranççıyla engelsiz bir satranççı eşleşebiliyor; ya da sekiz yaşındaki bir sporcu atmış yaşındaki bir sporcuyla maç yapabiliyordu.
Maçların başlamasından sonra yaklaşık 40 dakika geçmişti ve birinci masada maç yapması gereken görme engelli sporcu biraz da telaşla turnuva salonundan içeri girdi. Ama bekleme süresi dolduğu için rakibi masadan kalkmış ve hakeme maçı kazandığını tescil ettirmişti. Onun geldiğini gören hakemlerden biri yanına gitti ve aralarında bir şeyler konuştular. En son turnuva hakemi onu sırtını sıvazladı ve görme engelli sporcu turnuva salonunun kapısına doğru yöneldi. Bu arada ben de bir çay içmek amacıyla salondan çıkıp yiyecek içecek bölümüne gitmek için hareketlenmiştim. Kapıya yaklaştığımda görme engelli sporcunun orada buluna bir vatandaşa çay içmek için ne tarafa gitmesi gerektiğini sorduğunu duydum. Sorduğu kişi de onu soluna doğru yönlendirerek “Bu tarafa doğru git.” diyordu. Ben bunu duyunca bir anda onun yanına gidip “Merhaba kardeşim, ben de çay içmeye gideceğim. Oğlum şu an maç yapıyor. İstersen beraber gidelim.” dedim.
İsminin Kenan olduğunu sonradan öğrendiğim görme engelli sporcu bu teklifime gülümseyerek olumlu cevap verdi ve çay içmek üzere sol koluma girmiş vaziyette benimle beraber yürümeye başladı. Biraz yürüdükten sonra çay içebileceğimiz bir yere vardık ve Kenan’ı bir masaya oturtarak çayı nasıl sevdiğini sordum:
“Normal olsun abi, iki tane de şeker olursa iyi olur.” diye cevap verdi. Bu arada çay parası vermek için davranınca ona “Bu sefer ben ısmarlayayım. Bir daha gelirsek sen ısmarlarsın.” diye elini yavaşça geri ittim. Biraz sonra çayları almış ve masaya gelmiştim. Çaylarımızı içerken önce tanıştık ve sonra da Kenan’la sohbet etmeye başladık. Beylikdüzü’ne yakın bir konumda olan AVM’ye Gaziosmanpaşa’dan geldiğini duyunca oldukça şaşırdım. Çünkü oldukça uzak bir mesafeden bahsediyordu. Gelirken metrobüs ile seyahat ettiğini ama bu akşam yanlışlıkla erken indiği ve yolların da çok daha kalabalık olmasından dolayı geç kaldığını söyledi. Ben de ona turnuvaya devam edip etmeyeceğini sordum. O da bana devam edeceğini söyledi. Baş hakeme bunu bildirmesi gerektiğini hatırlatınca da gelir gelmez bunu yaptığını söyledi. Böylece onun turnuva salonunda hakemle ne konuştuğunu da anlamış oldu.
Çay içerken hem sohbet ediyor hem de ben onu inceliyordum. Daha önce görme engelli bir kişi ile hiç bu kadar yakın iletişim kurmamıştım. Özellikle elleri dikkatimi çekti. Elleri adeta gözleri gibiydi. Çay bardağını yoklayarak buluyor, şekeri aynı şekilde çaya atıyor ve ellerini görebilen insanlardan çok daha dikkatle ve beceri ile kullanıyordu. Eminim benim bardağı devirme ihtimalim onun bardağı devirme ihtimalinden çok daha fazlaydı. Bu arada telefonu çaldı. Sanki görüyormuşçasına telefonu açtı ve konuşmaya başladı. Konuşması bitince bana diğer görme engelli sporcu arkadaşlarından birinin onu aradığını belirtti. Onun da maçı bitmişti ve çay içmek için yanına gelecekti. “Acaba bizi bulabilir mi?” diye sorunca ben ona “Bulamazsa ben gider yanımıza getiririm.” dedim. Sonrasında ise merak ettiğim soruyu sordum. Hiç mi göremiyordu yoksa az da olsa görebilme yeteneği var mıydı? Çünkü onunla beraber dört kişilik görme engelli olan grupta bir arkadaşlarının biraz gördüğünü biliyordum. Çünkü o maçlarını normal satranç tahtasında yapıyordu. Diğer üçü ise maçlarını görme engellilere özel satranç tahtasında yapıyorlardı. Bu tahta tamamen el ile algılama yeteneğine göre yapılmış özel bir tahtaydı ve sporcu parmaklarıyla sürekli taşları yoklayarak mevcut konumları algılayarak ona göre oyun oynuyordu. Kenan soruma cevap verirken doğuştan görme engelli olduğunu ve hiç göremediğini söyledi. O, bunu söylerken benim kafamın içinde binlerce soru uçuşmaya başlamıştı bile. Bir insan hiç göremeden nasıl yaşıyordu? Nasıl satranç oynuyordu? İstanbul’un karmaşası ve kalabalığı içinde onlarca kilometre yolu tek başına nasıl kaybolmadan gidip gelebiliyordu? Ama bu sorularımı sormaya cesaret edemedim. Çünkü duyacağım muhtemel cevapların beni çok etkileyeceğini biliyordum. Bu konuşmalar sırasında aklımdan şu geçti. Sonraki turların eşleşmeleri sırasında acaba Kenan ile oğlum Alperen eşleşir miydi? Bu durum olasılık dahilindeydi ve benim aklıma gelenler genelde başıma da gelirdi!
O gün maçımız bitip de eve gittiğimizde gece yarısına doğru Satranç Federasyonunun internet sayfasında ertesi günün eşleşmelerini açtım. Oğlumun isminin karşısında yazan isim hiç de yabancı değildi: Alperen Pamukçu – Kenan Ayrancı
Aynen düşündüğüm gibi olmuştu ve o akşam Kenan ile çay içerken aklımdan geçirdiğim eşleşme tüm gerçekliğiyle karşımdaydı. Ertesi sabah Alperen’e eşleşmeyi söylediğimde ilk söylediği şu oldu: “Hiç görmüyor mu baba?” Ben de ona: “Hayır, hiç görmüyor.” dedim. Onun bana sorduğu ikinci soruyu cevaplamam ise biraz zor oldu: “Neden hiç görmüyor, neden gözleri kör doğmuş?” Ona bunun Allah’ın takdiri olduğunu ve bazı insanların bizler gibi sağlıklı doğamadıklarını anlattım. Ve sağlıklı olduğumuz için Allah’a şükretmemiz gerektiği gibi engellilere de her zaman yardım etmek zorunda olduğumuzu söyledim. Aradan bir saat geçtiğinde yaklaşan maçımızı oynamak için evden çıktık ve AVM’ye doğru yola koyulduk. Yaklaşık 10 dakika sonra turnuva salonundaydık ve gözlerimiz Kenan’ı aradı. Ama Kenan henüz gözükmüyordu. Zaten maç saatine de yaklaşık 45 dakika vardı. Bu sırada ben bir arkadaşımı gördüm ve onunla sohbet ederken Alperen de yaşıtı ve arkadaşı olan oğluyla hazırlık maçı yapmaya başladı.
Maçların başlamasına 10 dakika kadar varken Kenan salonun girişinde gözüktü. Hemen yanına gittim ve ona hoş geldin dedim. Sesimden beni tanıdı ve cevap verdi. Sonra masasına oturturken ona “Bugünkü rakibin kim biliyor musun?” dedim. Bana bilmediğini söyleyince ona “ Bugünkü rakibin oğlum Alperen.” dedim. Öyle deyince bana “Seninle tanıştım, demek ki oğlunla da tanışacağım. Bundan çok memnun olurum.” dedi. Bu sırada Alperen de yanımıza geldi ve onları tanıştırdım. Masaya oturdular ve Kenan’ın özel satranç tahtasını çıkartarak taşlarını dizmesine yardım ettik. Bu sıra turnuva hakemi yanımıza gelerek maçı nasıl yapacaklarını, nelere dikkat edilmesi gerektiğini bize anlattı. Diğer oyunlardan çok farkı yoktu aslında. Sadece Alperen normal satranç tahtasında her iki oyuncunun hamlelerini de oynayacaktı. Kenan da kendi özel takımında hamleleri dizecekti. Böylece elleri ile oyunu sürekli okuma şansı olacaktı. Bir de notasyon denen ve sporcuların oynadıkları hamleleri yazdıkları kağıtları sadece Alperen yazacaktı. Kenan ise ses kayıt cihazına söyleyerek hamleleri kaydedecekti. Artık maçın başlamasına çok az kalmıştı ve Alperen ayağa kalkarak kulağıma şunu fısıldadı: “Babacım, yenileyim mi?” Normal şartlarda Alperen Kenan’ı çok rahatça yenebilecek seviyede satranç biliyordu ve oyunu kazanması büyük ihtimaldi. Bu sorusuna şu cevabı verdim: “Bilerek ona yenilirsen bu onu mutlu etmediği gibi aksine üzer. Sen normal oyununu oyna ve ona acıyarak değil, yaptığı işin zorluğunu düşünüp saygıyla bak.” dedim.
Maç bitmiş ve Alperen kazanmıştı. Artık eve gitme zamanımız gelmişti. Kenan’ın eşyalarını toplamasına yardım ettik ve metrobüse kadar beraber gitmeyi teklif ettik. Zaten otobüs durağına kadar aynı yoldan gidecektik. O da bize iyi olur dedi ve durağa kadar beraber gidip onu metrobüse bindirdik. Ayrı yönlere gittiğimiz için daha sonra biz de bizim tarafa giden metrobüse binerek eve doğru yol almaya başladık. Bu sırada Alperen bana şunu söyledi: “Babacım, iki defa yanlış hamle yaptım. Ona bir şans vermek istedim. Sence kötü mü yaptım?” Ben de ona “ İyi yapmışsın. Güçlü olanların zayıf olanlara şans vermesi çok erdemli bir davranıştır.” dedim.
Ertesi gün 3 Aralık idi ve o gün Dünya Engelliler Günü olarak kabul edilmişti. Akşamdan aklıma bir fikir geldi. Kenan’a bir hediye almak ve onlara adanmış günde ona bu hediyeyi vermek. O günün akşamı AVM’ye biraz daha erken gittik. Amacımız Kenan’a bir hediye almaktı. Bu amaçla biraz gezindik ve bir giyim mağazasında güzel bir kazak gördük. Kazağı alarak hediye paketi yaptırıp turnuva alanına gittik. Biz gittikten çok az bir süre sonra Kenan da geldi. Alperen’den, hediyesini Kenan’a vermesini istedim ve o da öyle yaptı. Ona “Kenan Abi, engelliler gününüz kutlu olsun.” diyerek hediyesini verdi. Bu hediyeye hem şaşıran hem de çok mutlu olan Kenan bize teşekkür etti. Sanırım güzel bir şey düşünmüş ve yapmıştık.
Bunun da ötesinde hem kendim hem de Alperen çok önemli bir hayat tecrübesi edinmiş ve bazen şikayet ettiğimiz şeylerin aslında ne kadar da önemsiz olduğunu anlamıştık. Siz de ne demek istediğimi anlamak için gözlerinizi bağlayıp evinizin içinde bir gün yaşamayı dener misiniz?

Hikaye: Nihat PAMUKÇU
Ara
Cevapla
#2
Haklısınız hocam engelli olmak hepimizin başına gelebilecek bir şeydir.
Ara
Cevapla




Konuyu Okuyanlar: 1 Ziyaretçi