Homo Ludens
#1
Satranççılar diğer herkesten belki biraz daha fazla “oyuncu”durlar. 

Homo sapiens bilen insan, Homo ethicus etik insan, Homo ludens oynayan insan…

Oyun, kültür oluşumunda özsel önemdedir ve oyun kurgusu içinde olmayan bir kültürel etkinlikten bahsedebilir miyiz? Ancak gerçek oyuncu oyunu kuralına göre oynar. Oyunbozanlık etmez.

Yaşadığımız toplumda memnun olmadığımız olayların aslında çoğu zaman yaratıcısı olduğumuzu, yani aslında bir yandan şikâyet ederken bir yandan da oyunbozan olduğumuzu görebiliyor muyuz?

Zihnimizdeki her algıyı, her çağrışımı, sezgiyi, duyguyu bilgi düzeyine yükselten ve bunu eylemlerinde belirleyici düzeye taşıyan kişiler oyunbozandır. İnsan bu yanılgıya düşer; ama içindeki erk talebini dizginleyemediği için, ama bir duygusunu tatmin edebilmek için. Ve bunu yaparken elindekinin “bilgi” olduğunu düşünür, objektif olduğunu düşünür, “doğruluk” iddiasında bu eylemde bulunduğunu dillendirir. Bunun gerçek olduğuna kendisini dahi inandırabilir, yani kandırabilir. Oysa satranççı bilgiyi arayandır ve keyfi çıkarımlarını bilgi düzeyine yükseltmeyendir.

Bu yanılgı durumunu aşabilmek gerekir. Önce biz satranççılar yaptığımız her hamlenin tahtadaki en doğru hamle olduğu heyecanına kapılmamayı başarabilmeliyiz. Hamle doğru olansa eğer, bu zaten bir heyecanın nesnesi olmayacaktır. Dingin bir değerlendirmenin, daha da ileri bakmanın konusu olacaktır.

İfadelerim soyut gelebilir. Ancak tüm söylemeye çalıştığım, eleştiri ve değerlendirmelerimizde dikkatli olmamızın, kelime ve niteleme tercihlerimize, dilimize özen göstermemizin gerekliliğidir.

Çocuklarımızı satranç adına eğiten kişiler, kendi etkinliklerinde satrancın kabul edemeyeceği özensizlikte olduklarını görebilmelidirler. Özgür Satranç Forum, yazı yazmaktan çekinilecek ölçüde, ölçüsüz bir saldırı ve hakaret diline zaman zaman zemin olabilmektedir. Bundan kaçınmaya özen göstermeli, oyunu özenli oynamalıyız: Bizzat kendimiz, yaşadığımız toplum ve satrançla yetiştirmeye çalıştığımız çocuklarımız için.

Takma isimle yazmak konusuna gelince: Edebiyatta hemen her dönem olagelmiş. Bazen gizlenebilmek amacıyla; bazen de ismin oluşturacağı önyargıyı, algıyı kırabilmek adına… Forum’da takma ad kullananların neden böyle yaptıklarını ve onları belirleyen nedenleri bilemeyiz. Tüm belirlenimleri bilmek mümkün olmasa da; sanki ideali takma isme gereksinim duyulmayacağı bir bireysel ve toplumsal iklimin hâkim olması…

İsmimin ve başka isimlerin geçtiği özensiz ancak özensizliğin devamında bir o kadar da kaba ve hakaret içeren ve aklınca tehdit de içeren son mesaja ilişkin yazdığımı okurlar sanırım anlamışlardır. Yazarın kendisi de bir tekrar okumada nasıl bir yanlışın içinde olduğunu görünen o ki, anlamıştır. Düzeyi düşürdüğümüzde tartışmanın galibi olmadığın artık görebiliyor olmamız gerekir. Sözde tehditkâr bir efelenmede bulunurken, efelendiğiniz kişinin size gülüyor olduğu yaygın bir gerçektir. Çünkü gerçek eylem, öncesinde borazanlığa gereksinim duymaz. Yanlış içerikli bu mesajları Forum’un yöneticileri silmişler. Kendilerine teşekkür ederim. Yanlışlığın öznesi olan arkadaşımız da, onca saldırgan ve yanlış ifadeleri burada yer almışken, umarım bu kadarcık sitemi göğüsleyebilir.

Böylelikle ve mümkün olabildiğince geçmiş kötü örnekleri adı üzerinde geçmişte bırakalım ve daha temiz ve gerçek bir düşünce paylaşım platformu olarak burayı, yani yaşadığımız ortamı güçlendirelim. Bu mesajımla kendimi Forum’da bir beyaz sayfa açma çağrısı yapacak düzeye yükseltmek amacında değilim; yapmaya çalıştığım düşüncelerimi açık ve samimiyetle paylaşmaktan ibarettir. "İyi" bir forum ortamı herkes için "iyi" olandır. Mesajımda isimleri özellikle anmadım, çünkü gerekli değil. İsimler üzerinden bir tartışma zeminine çekilmemesi üyelerden ricamdır. Amacımız kişileri incitmek değil; anlamı, maksadı açığa çıkarmak. Maksat hâsıl oldu sanırım.

Saygı ve Sevgilerimle
Ara
Cevapla
#2
Öncelikle bu yazıya kimsenin niye yorum yapmadığına şaşırdım. Çok düzgün ve sakin bir yazı. Bu arada okurken ben bile benim Kuvay Sanlı olmadığıma ikna oldum Smile

Diğer yandan kişisel olarak hiç tanımadığım Kuvay beye ciddi eleştirilerim var. Türkiye'de mega veya mikro siyasetin her kılcal damarında  bir yönetme sorunu var. Daha doğrusu "yönetme" sorunu sanıyoruz. Bunu artık "muhalefet" sorunu olarak tekilleştirsek faydalı olacak.

Kuvay bey çok düzgün bir üslupla yazan, saygı mesafesini ilk satırında kuran bir kişi. Bu anlamda eskilerin "Çelebi" veya "İstanbul Beyefendisi" olarak tarif ettikleri bir insan olduğunu görmek lazım. 

Ancak "mevsimlik muhalefet". Yine üslup ve kişilik açısından onun kadar Çelebi olduğunu düşündüğüm sayın Cengiz Keleş gibi. Her ikisi de saygın kişiler ama bu ülke satrancına ters açıdan büyük zarar veriyorlar.

Sadece seçim zamanları ortaya çıkıp sistemin özüne tek kelime etmeden içeriksiz bir muhalefet yapıyorlar. Muhalefet bu ülkede "seçimden 6 ay önce görün + 3 ay önce web sitesini aç + kaybedince ortadan kaybol + 3,5 yıl tek bir mücadelen ve kavgan olmasın" yörüngesinde ve tekrarında gidiyor. 

Bir tür "Sertaç Ortaç şarkıları" gibisiniz bu anlamda üzülerek belirteyim. Farkı, o her yaz bir single çıkarıyor siz 4 yılda bir.

Yine de sizin Türk satrancı için en azından üslupsal bir değeriniz olduğunu düşünüyorum. Salt şu başlık bile bir diğer köşede "cadı avı" yapmayan bekleyen faşist bakış açısının teşhir edilmesine büyük fayda sağladı.

Evet, bu insanlar siz yakalarlarsa ilk fırsatta belden aşağı nasıl vuracaklarını bu CADI AVI denemesi ile test ettiler. 2 hafta önce Suat Atalık'tım, bu hafta Kuvay bey.

Haftaya kim olacağım ile ilgili bir anket açılırsa, sanırım forum trafiğine faydam olur.

Son olarak, bu hafta tahminen Perşembe - Cumartesi aralığında kendi köşemde Türk muhalefetinin aslında olmadığını, 4 parça gibi görünen Türk satrancının aslında mono bir yapı olduğunu anlatmaya çalışacağım.

Bu arada yazımda "[color=#3333cc]fraktal[/color]" kelimesini geçireceğim. Şimdiden facebookta falan bu kelimeyi kullananlar gerekli tedbirleri alsınlar  Smile

yine dipnot: Dün CADI AVI yazısının kaldırıldığını sandım, zaten Kuvay bey de yazısında buna teşekkür ediyor. Sonra geri geldiğini gördüm. Bir yandan böyle seviyesiz ve faşizan bir yazının bu forumda kalması, evet, seviyeyi alt üst ediyor. Hatta suç.

Zira bir kişi hakkında suç veya yakıştırma tayin edip onu toplum önünde küçük düşürmek iftira suçuna karşılık gelir ve tazminat hukuku açısından da hak doğurur. Ha tabii dosyayı okuyacak hakimler gülmelerini tutabilirse, o bir tarafı.

Ama diğer taraftan büyük iş. Bu adamlar sizi yönetmeye veya size prens falan sunmaya namzet adamlar. *****, bu adamlar bu yoksunlukla Türk satrancına yol yordam öğretmeye talipler. Hakikaten trajik. 

Hemi de pi - si - ko - lo - jik  Cool
Ara
Cevapla
#3
Size isminizle hitap edebilmeyi isterdim.

Yazınızda yönelttiğiniz eleştirinizde kısmen haklısınız. Ancak size görünen bu durum, benim açımdan durumun bütünü değil. Satrançla olan ilişkimin muhalefet olarak nitelenmesi de doğru değil. Yanlışa, eksikliğe muhalifim. Ama isimlere değil. Bir isim sürekli olarak bir yanlış içerisindeyse, o isme ben de sürekli olarak muhalifim. Ancak Türk satrancında bu anlamda ve sizin yukarıda son olarak belirttiğiniz nitelikte benim tanıdığım bir kişi var ve o da zaten ne artık yönetimde, ne de bundan sonra herhangi bir yönetimde olabilir. Bu bahsi geçelim...

"Satranç için üretken olmak noktasında" diyelim, "zaman zaman ortaya çıkmak" şeklinde değerlendirilebilecek eleştirinizde haklılık payı var. Ancak ve gerçekten sanırım bilmediğiniz konular var bu başlıkta. Bunları buradan yazarak, "Aman efendim iyi işler yapıyormuş" alt metnini güçlendirecek bir tutumum olmaz. Eğer siz uygun görürseniz, gerçek hayatta konuşalım ve gerek yönetimde olduğum dönemler, gerek sonrasında; gerek seçim dönemleri gerekse de 1984 yılından bu yana içerisinde olduğum satranç uğraşı için ne gibi katkılar sağlamaya çalıştığımı aktarayım. Ben satranç sporcusu olarak ileri düzeyde bir şeyler ortaya koyabilmiş değilim. Ancak satranç ve eğitim; ya da satrancın yaygınlaşması konularında sanırım ortalamanın epeyce bir üzerindeyimdir. Satranç ve Yönetim başlığında da ben aklımdakileri anlatayım, siz karar verin.

Hemen bir şey daha belirteyim. Yönetim erkini elinde bulunduranlara karşı aday olarak ortaya çıkmış ve genel kurul mücadelesi vermiş olan arkadaşlarımızın yaptıkları da, sadece bu düzeyde dahi son derece önemlidir. Eleştirilebilir ama bütünüyle "Efendim, sonrasında yoksunuz" konusuna da indirgenemez. O işler de pek o kadar kolay değil. Cengiz Keleş özelinde konuşacak olursak, gençlik dönemlerinde oyuncu olarak, sonrasında hakem ve yönetici olarak tüm ortaya koyduklarını da, başkan adaylığı adına görmezden gelemeyiz.

Sizinle bir telefonda konuşalım ve gerçekten de satranca büyük zarar verenleri, geçmiş dönemlerde satrancın kasasından geçinenleri, bu hallerinden bir nebze dahi mahcubiyet duymadan kalemşorlük yapanları bir anlatayım. Bu konulara burada girmeyeceğim; aksi yukarıdaki mesajımla çelişirdi ve zaten bir yararı olacağını da düşünmüyorum.

Size görünenin aksine bir eylem adamı olduğum düşüncemi de paylaşırım. Ve anlatacaklarım sonrası "Ben bunları bilmiyor; sizi de tanımıyormuşum" diyebilirsiniz. Bunları neden mi söylüyorum: Ömrümde ben hiç "Serdar Ortaç" şarkıları dinlemedim. Bir metafor olarak kullandığınız bu isim özelinde dahi, ilginç bir tesadüf olarak anlatacaklarımı dinlerseniz, "Hadi canım..." diyebilirsiniz. Metaforun anlamı açısından da, "Serdar Ortaç" şarkılarını hiç dinlememiş olmak, benim yaşantımda ciddi eleştirilebilecek bir noksanlığımdır.

Satranç adına üretkenlik açısından kesikliklerin olması konusu gene de dediğim gibi bir eleştiriyi hak eder, bu konuda yanlış değilsiniz. Ama hayat sadece satranç değil ve Şovalyelik ruhunu yani başkaları adına fedakarlık yapmanın anlamını karşıladığı ölçüde ben, Don Kişot'luğu savunabilirim. Ötesini değil.

Özgür Satranç Forum, bahse konu düşük düzeydeki bu yazıları kaldırmıştı. Şimdi yeniden koymuş. Bu gibi yazıların zemini olmaya devam etmek sizin değindiğiniz gibi hukuken suç. Ancak hukuki durumun da devamında, bunca gelişi güzel yazının yarar sağlayabileceğini düşünmek pek akılcı durmuyor, çünkü sanırım arzu edilen bu gibi yazıların yer alması değildir, yanılıyor muyum? Yönetici isimlerine uyarı mesajı atabilmek için gece foruma baktığımda, daha önce burada yöneticilik yapmış değerli bazı isimleri göremedim. Şu an görev alan arkadaşların sorumluluklarının bilincinde olduğunu düşünüyor ve yazıların geri dönüşünün bir teknik sorun olduğunu umuyorum.

Saygıyla,
Ara
Cevapla
#4
(23-02-2016, 16:57)Kuvay SANLI2 Nickli Kullanıcıdan Alıntı: Oyun, kültür oluşumunda özsel önemdedir ve oyun kurgusu içinde olmayan bir kültürel etkinlikten bahsedebilir miyiz? Ancak gerçek oyuncu oyunu kuralına göre oynar. Oyunbozanlık etmez.

...
 
İfadelerim soyut gelebilir. Ancak tüm söylemeye çalıştığım, eleştiri ve değerlendirmelerimizde dikkatli olmamızın, kelime ve niteleme tercihlerimize, dilimize özen göstermemizin gerekliliğidir.

...

Çocuklarımızı satranç adına eğiten kişiler, kendi etkinliklerinde satrancın kabul edemeyeceği özensizlikte olduklarını görebilmelidirler.


[size=large][font=Times New Roman]Evet, katılmamak elde değil! Eğer kurallar varsa ve onun farkındaysanız…
[/font][/size]
[size=large][font=Times New Roman]Sn. SANLI,[/font][/size]
[size=large][font=Times New Roman]Yazınızda alınması gereken mesajlar gayet açık! Bu anlamda toplumu aklıselime davet etmenizden dolayı teşekkür ederim. Sizi ilk kez TSF deki göreviniz ve yaptığınız çalışmalar sayesinde tanıdım. Her ne kadar şahsen yeterince tanışmamış olsak bile, fikren de olsa yazılarınızdan ve kitabınızdan kısmen tanıyorum. ÖSF üyeliğinizin bir hayli eski ama yazılarınızın da çok yeni olduğunu görüyorum.
[/font][/size]
[size=large][font=Times New Roman]Bu gün hakkınızda -sizce- temelsiz ve kanıtlanamayan bir iddia ortaya konmuş ve bundan rahatsızlığınızı bir şekilde dile getirmişsiniz. Bu ne kadar meşru bir kararsa, benzerleri de başka insanlara aynı meşru hakkı vermez mi?[/font][/size]
[size=large][font=Times New Roman] [/font][/size]
[size=large][font=Times New Roman]Benim de eklemek istediğim bir konu var.
[/font][/size]
[size=large][font=Times New Roman]Geçmişte bu forumda buna benzer konular yüzünden çok daha fazla fırtınalar da kopmuştu. Bazı üyelerin burada yazılı olmayan toplumsal kurallardan bahsederek insanları meslekleriyle, eğitimiyle, çocuklara yaklaşımlarıyla, IQ düzeyleriyle, yazılarıyla, fikirleriyle alay edip aşağılaması hala bu satırlarda duruyor silinmedi. Bu üyelere soruyorum: Bunun neresi tutarlıdır?
[/font][/size]
[size=large][font=Times New Roman] Hangi IQ seviyesindeki bir insan bu çelişkiye düşer ki?
[/font][/size]
[size=large][font=Times New Roman]Üstelik de daha son yazısında şöyle yazıyorken:[/font][/size]
[size=large][font=Times New Roman]“…Zira bir kişi hakkında suç veya yakıştırma tayin edip onu toplum önünde küçük düşürmek iftira suçuna karşılık gelir ve tazminat hukuku açısından da hak doğurur. Ha tabii dosyayı okuyacak hakimler gülmelerini tutabilirse, o bir tarafı...”
[/font][/size]
 
[size=large][font=Times New Roman]Bunun kim tarafından yazıldığı önemli değil elbette.[/font][/size]
[size=large][font=Times New Roman] Şimdi ben de tutup da :[/font][/size]
[size=large][font=Times New Roman] “-Ama aynı kişinin bu tespiti kendisine yöneltmeden onlarca yazısını görmezden gelmesi de ayrı bir IQ testi yapılmasını gerektirmez mi?”
[/font][/size]
[size=large][font=Times New Roman] [/font][/size][size=large][font=Times New Roman]Şeklinde yazsam ne olur? Yazılarım mı silinir, okuyanlara mı saygısızlık yapmış olurum? (Bu gereksiz IQ testleri lafı ilk kez kendisi burada gündeme getirdiği için yazdım)
 [/font][/size]
[size=large][font=Times New Roman]Bizim güzel bir sözümüzdür: Aleme verir talkını, kendi yutar salkımı
[/font][/size]
[size=large][font=Times New Roman]Sizin hiç tutmadığınız başka insanlar hakkında onların yaptığı olumlu işlerden bahsederek teşvik edici yaklaşım sergilenmesini; yağdanlıkla, yalakalıkla, koltuk beklentisi iftirası ve talihsiz yakıştırmasıyla, afişe edilip aşağılanırlarsa, meslekleriyle alay edilirse bu iftiranın göğüslenecek bir yanı kalır mı?
[/font][/size]
[size=large][font=Times New Roman]Hiçbirimiz buz kadar lekesiz değiliz!

 Kendimizden ve dış etkilerden kaynaklanan yetersizliklerimizin farkında olmak ve gereğinde bunu itiraf etmek bile gerekebilir.[/font][/size]
[size=large][font=Times New Roman] Ama her zaman da iftiralara, aşağılamalara, insanların onuruyla oynamalarına, gereksiz IQ tespitlerine karşı bir duruşumuz olmalıdır!
 [/font][/size]
[size=large][font=Times New Roman]Sn. Evrensel BİLGİN’İ savunmuyorum. Çünkü kendisini uzun yıllardır tanırım. Satranca olan tutkusunu ve bu uğurdaki emeklerini ve verdiği mücadeleleri de bilirim. Şu andaki duruş noktası ve çizgisi de elbette kendisini ilgilendirir. Ancak insanların statüsünü belirlemek amacıyla tinercilerden bahsederek bir algı yaratmaya yönelik yazılar, sizin bahsetmiş olduğunuz bireysel sorumluluk anlayışı ve toplumsal duyarlılıkla uyuşur mu?
[/font][/size]
[size=large][font=Times New Roman]Eğer bir suç varsa kanıtlarıyla ortaya koyarsınız! Topluma açık bir ÖSF da bunu kanıtlamadan da dillendiremezsiniz! İster 180 IQ ya sahip olun, ister filozof, hukukçu, yönetici, isterse de gazeteci...
[/font][/size]
[size=large][font=Times New Roman]Selam ve saygılarımla
[/font][/size]
[size=large][font=Times New Roman] [/font][/size]
[size=large][font=Times New Roman]Şerefle bitirilmesi gereken en ağır görev hayattır.- TOEQUEVİLLE[/font][/size]
- MATRANÇ -
Ara
Cevapla
#5
Kuvay bey, teşekkür ederim. Bir yoğunluk sebebiyle size birkaç gün geriden cevap veriyorum kusura bakmayın.

Satranç için üretkenliğiniz konusu benim aslında tartıştığım veya eleştirdiğim birşey değil. Şüphesiz yönetici olarak da masanın öbür tarafında da üretken olduğunuz açıktır. Ama ben üretken kavramının oldu bitti çok yanlış anlaşıldığını düşünüyorum. Bu kavram üzerine biraz aşırı kutsama var.

Çok yönetime girmek, uzun süre idareci olmak veya onlarca makale, yazı, eleştiri yapmak; kürsülerden defalarca konuşma yapmak üretkenlik değil. İktisadi terminolojide verim diye bir kavram var malumumuz, 100 saatte çalışan ama 10 birim iş üreten kişi değil, daha az zamanda 20 birim üreten kişi değerli.

Bunun da yanlış anlaşılmaması için şerh koyayım. Satranç sevginiz, ilginiz ve benim gibi bir amatör olarak satranca mesafeniz elbette çok değerli. Bu tür "gönül" işlerinde veya muhabbetlerinde diyelim, verim aranmaz. O iktisadi bir kavram çünkü.  

Ama siz her daim bir yönetici adayısınız, konu sizin satranç idaresine, yönetimine katkınız ise o manada verim ve değer açısından eleştirilirsiniz. Yalnız yine tekrar edeyim, saygılı, nazik ve serinkanlı tavrınız her türlü takdire değer, salt tavır veya davranış biçim açısından çok iyi bir yönetici adayı olabilirsiniz. Ama muhalefet veya yöneticilik heybeniz bence boş, içinde sisteme karşı yönelmiş hiçbir aracınız (tool) yok. Sizi bu yönden eleştiriyorum.

Bu çerçevede benim gibi birkaç "dinazorun" sistemin tuğlalarına değil temellerine karşı olduğunu yineleyeyim ki doğru bir metinde gitsin. Hatta şöyle:

1) Örneğin ben İl Temsilciliği kavramına karşıyım. Dayanaklarım, bunun tamamen bürokratik bir yapı olduğu ve satrancın aslına zarar verdiği yönünde. Bunun yıkılıp, sistemin dernekler ve kulüpler üzerine kurulması gerektiğini savunuyorum.

Bu konuda siz muhtemelen sistemin revize edilmesi gerektiğini, daha düzgün bir yapılanma gerektiğini söyleyeceksiniz.

2) Yine sistemin yönetici seçerken adil ve demokratik olmadığını haber veriyorum (farkındaysanız iddia ediyorum demiyorum Smile ).

Güya üç milyon lisanslı oyuncu veya aileleri ile on milyonların satranç içinde yer aldığını iddia edip, seçimi 160 delege ile yapmak aslında 160 yarbay ve albaya politbüro seçtirmektir. Ben ne sizde ne bir başkasında bu sakat yapı aleyhine birşey duymadım.

81 oy. En beceriksiz yönetimin kemikleşmiş 40 oyu olacağını varsayarsak ve buna başkanın da oyunu katarsak, koca üç milyonluk sistemin belirleyicisi, yazıyla "kırk eder". Evet Devlet Bahçeli hesabı ama buraya tam denk geliyor  Smile .

3) Blogumda yazmaya çalıştım. İsveç, Hollanda gibi satranç ülkelerinde federasyonlar en fazla 10 kurulla idare ediliyor ki bunun yarısı zorunlu organ (disiplin, denetim gibi). Bizde bir "memur" ordusu üzerine set edilen bürokrasi olduğu için yadırgamıyoruz belki ama 26 kurul, onlarca çalışmayan insan neyi ifade ediyor?

Hiçbir gün bu sistemin çürümüşlüğü üzerine bir sözünüz oldu mu? Mesela yıkabilecek misiniz bunu?

4) Yurtdışına amatörce veya profesyonelce spor yapmaya giden insanları 21.yüzyılda Ankara iznine tabi kılan, izin almadan atıyorum Belgrad'da bir turnuvada 5 parti oynayan kişiye Türkiye sınırlarında satranç oynamayı yasaklayan sisteme hiç eleştiriniz oldu mu?

Ben kahve ihracatçıları  derneği başkanıyım, yurtdışında bir cafede French Vanilla içtiğinizi duydum, Türkiye'de kahvelerde kahve içmenizi güzel kafama göre yasaklıyorum. Çok gülünç geliyor değil mi?

Oysa TSF'nin disiplin kurulu kararlarına tıkladığınızda pırıl pırıl insanlar hakkında onlarca utanç belgesi duruyor? Sizi bıraktım, kim günün birinde TSF başkanı olursa bu adaletsizliğe karşı bir resmi özür sunup, o kararları geri gelmemek üzere TSF tarihinden kazıyacak? Siz dahil kimden böyle bir söz duyduk?

5) Tamamen çocuklara indirgenmiş ve aslından kopartılmış, eğitimci kalitesi yerlerde sürünen sisteme somut bir eleştiriniz oldu mu bugüne kadar?

6) Daha çok uzatabilirim ama usulsüzlük (fraud) denetimi hakkında uluslararası normlara uygun bir yapı kurmak hakkında hiç iki kelimeniz oldu mu, olur mu, olacak mı?

Mesela hiçbir halka sunum ve ihale olmadan, tamamen TSF yöneticilerinin akraba ve bizzat içinden gelen kişilerle oluşturduğu Satrança Büyüyorum Derneği konusunda, yöneticilerin bu dernekte görev alması bir menfaat çatışması değil midir? Bu konuyu niçin kimse eleştirmekten imtina ediyor? 

Ya da neredeyse 20 yıldır velilerin ve Türk satrancının iliğini kemiğini kemiren şu Kemer - Manavgat Otelleri konusunda sistemin çok temiz olduğunu ileri sürebilir misiniz?

Tüm bunlara onlarca madde daha ekleyebilirim ki kendi köşemde ekliyorum ve sanırım söylediğimi izah edebildim.

Sizin muhalefet veya karşı çıkmanız, sistem içinde. Evet üslup harika, temsil yeteneğiniz TSF yöneticiliği için hakikaten uygun ama sisteme karşı değilsiniz. Geldiğinizde yapacağınız şey, 26 Kurulu 23'e indirmek, disiplin kuruluna daha dikkatli olmasını söylemek ve 10 il temsilcisini değiştirmek falan olacak.

Bu kaotik yapı yine kalacak, dernekler yine sürünecek, profesyoneller ciddi turnuva bulamayacak, onlarca "en passant" bilmeyen cahil çocuk eğitimci olmaya devam edecek, Kemer yerine Manavgat'a, Limra yerine Kadiroğlu Oteline falan konuşlanılacak.

Ne değişecek?

Bu anlamda sizin sakin, düzgün, çelebi üslubunuzun aynı geçmişteki sayın Bülent Ecevit veya günümüzdeki Kılıçdaroğlu veya Bahçeli gibi yüksek nitelik içerdiğini düşünüyorum her ne kadar sizi tanımasam da. Ama sisteme karşı değilsiniz ve muhalefetinizin içeriği yok.

Bu anlamda Cengiz beyin seçimden 3 ay önce web sitesi açıp, sonrasında 4 yıl ortada görünmemesi de bu içerik sorunu ile ilgili; anlatacak birşeyi yok çünkü. Vaat ettiğiniz, Ali gitsin, Veli gelsin.

Bu böyle olmaz. Ecevit, Kılıçdaroğlu veya Bahçeli için kimse ahlaksız, kötü kalpli ve temsil yetenekleri yok demiyor. Ama o kadar. Siz de bu yapıdasınız ve özür dileyerek, o kadar kötü muhalefetsiniz ki yönetimi bıraktık sadece muıhalefeti eleştirmeye başladık.

Salt şu "satrançla büyüyorum" hikayesi için ortalığın yıkılması lazımdı. Ama yoksunuz.

Son olarak kahve teklifinize çok teşekkür ederim. Umuyorum ki bir gün içeceğiz, zira kahve kültürü ve Serdar Ortaç'tan anlamamak gibi Smile iki ortak yanımız var (adamın adını da Sertaç yazmışım önceki yazımda, artık ilgimi anlayın).

Ama emin olun, karşı karşıya gelsek benden bıkardınız, Türk satrancının canına okuyanlara karşı maalesef birşeyler söylüyorum, bu doğrudur yanlıştır bilmiyorum ama acı olan, bu işleri bana veya "habercilerin kralı" Smile diye ortada dolanan kişilere bırakmanız. Bu böyle olmaz, olmamalı.

Selam ve saygılarımla.
Ara
Cevapla
#6
Bravo.

Ama unutmayın, yazdığınız onca sorunu Zorro'luk yaparak çözemezsiniz.
Çözmeye çalışanları kifayetsiz buluyorsanız Zorro'luk yapmayı bırakmalısınız.
Cevapla
#7
Sayın Aşkın Taşan,

Şüphesiz "ilke" herkes için geçerli olandır. Öyle olmasa ilke olmazdı. Düşüncelerinize katılıyorum ancak sanırım daha önce geçen bazı tartışmalara atıfla yazmışsınız ve takip etmediğim o konulara ilişkin bir değerlendirmede bulunamıyorum.

“Forum’da eski, yazılarda yeni” değilim. İlk üyeliğimin giriş bilgilerine ulaşamayınca; elimde olan diğerini kullanarak, bildiğimiz konuya hemen bir yanıt verdim. Yoksa bu forumda çokça yazılarım, eleştirilerim vardır.


Sayın “Mojo Jojo” kullanıcı adlı forum üyesi,

Ben de geç yanıtım için özür dilerim. Ancak yazabiliyorum. Genel olarak üslup ve tutumuma yönelik değerlendirmeleriniz için teşekkür ederim. Şüphesiz ben de bu üslubun dışında çokça örnekler vermişimdir hayatımda. Öğrenerek ilerlemeye çalışmak önemli olan diyelim…  

Şimdi ana konuya gelelim ve değerlendirmelerinize ilişkin düşüncelerimi paylaşayım. Uzayan giden tartılmaların içerisinde girmek için değil, hakikaten akılcı değerlendirmelerinize yanıtlar vererek katkı sağlamak amacıyla yazıyorum:

Kant, ortaya çelişkiler koyar. Hegel Kant’ı eleştirir. Onu neredeyse yer yer değersizleştirir. Sanki haksız gibi de durmaz. Ancak Kant’ın çelişkileri, ya da buna bu aşamada "başlık" diyelim,  ortaya koyuşunu olumlar. Kant doğru başlıklar atmıştır ama içeriği yani çözümleme yöntemi yanlıştır. Bu kısmı sonradan hatırlamak üzere burada bırakalım ve aynı sıra madde içerisinde değerlendirmelerinize dönelim. Ve gene, bazı tartışmaların içerisine çekilmemek için yanıtlarımda özet anlatımlar tercih edeceğim için kusuruma bakmayın. Bu tutumum, yazdıklarınızın değersizliği görüşünde olduğum için değildir.

1. Tüm değerlendirmelerinizde değindiğiniz kimi konular, bir federasyon yönetiminin değiştirebileceği niteliğin ötesindedir. Spor Federasyonları, ilgili bakanlığın tüzük ve yönetmelikleri dâhilinde çalışmak zorundadır. Evet, bu da değiştirilebilir! Ancak bazı önerilerinizin ölçeği bakanlıkları da kuran yasaların değiştirilmesini gerektirecek düzeydedir. Evet, gelin bunu da yapalım! Ancak o zaman da var olan hukukun uygulanması için, insan aklının onu benimsemesi gerekir, yani bir zihniyet değişikliği gerekir. Bunu da yapalım: Ama yapmaya çalıştığımız işin önce niteliğini ve niceliğini ortaya koyarak, ölçeğinin bilincinde olarak... Federasyon yönetimi başlığında değerlendirmeleriniz, bu yönetim erkinin erkinde olamayacak ölçüde.

Tam da sizin sistemin içinde kalarak aslında sistemi desteklemekten başka bir şey yapılmadığı eleştiriniz benzeri: Sizde de yer yer başlık var ancak içerik yok gibi. “Bunun yıkılıp, sistemin dernekler ve kulüpler üzerine kurulması gerektiğini savunuyorum.” diyorsunuz. Bu kadar mı? Biraz içerik ekler misiniz? Yöntem? Süreç tanımları?

Sizin aslında temel ve güzel eleştiriniz, Nietzsche’nin modernite eleştirisini hatırlattı bana. Bu konu bir kahve sohbetini hak eder.

“Bu konuda siz muhtemelen sistemin revize edilmesi gerektiğini, daha düzgün bir yapılanma gerektiğini söyleyeceksiniz.” demişsiniz. Hayır söylemeyeceğim. Öneriniz başlık düzeyinde de olsa, güzel. Liberal bir bakış açısı. “Pazar kendi var etsin” der gibisiniz. Dernek ve kulüpler üzerine diyorsunuz;  oysa ben bireyler üzerine diyorum!

Eğer kurumsallaşıyorsa, bu kurum dernek, kulüp düzeyinde kalmasın. Devlet kurumu idealine yaklaşırsa hiç fena olmayabilir. İdealine yaklaşırsa ama. Ne dersiniz? Bu konuda siyaset bilimcisi ve devlet kuramcısı arkadaşlarımızı da aramıza alarak bir kahve eşliğinde tartışmayı hak eder.

Yönetici modellemeleri, sistem iyileştirmeleri gibi konulara bakın hiç girmiyorum. Oysa düşüncelerim var…

2. Her sistem kendi noksanlığını içinde barındırır. Daha iyi bir seçim sistemi elimizde verili değil. O bakımdan, mevcut üzerinden seçim kazananları eleştiremeyiz. Bu onlara haksızlık olur.  Seçim sistemi üzerine eleştirilerim olmuştur. Alternatif önerilerim de. Ama bunu meclisten geçirebilecek miyiz?  Nelerdi anlatın derseniz, bu zemin haricinde evet anlatırım.

3. Kurulların çokluğu, bir düzeni değil düzensizliği, sistemsizliği anlatır. Haklısınız. Düzensiz, sistemsiz olur mu? Bunu yıkmak, nihilizmin kapısını aralar. Bir nihilist ya da anarşist değilim. Felsefede genel olarak rasyonalizm denen düşünce benim de bakış açımı belirler. Evet, daha iyi bir sistem diyeceğim. Burada ve her yerde. Diyeceğim derken, yönetime talip olmak gibi bir iddia koymuyorum. Düşünce paylaşıyoruz.

4. Bu konu özelinde yaptıklarımı size anlatabilirim. Bir gün buradan da, belki bazı isimler için verdiğim mücadeleyi anlatmalıyım. Ya da belki de onlar anlatmalı.

Gene de bu başlıkta yönetimin yanıt hakkını dinlemek gerek. Bazen öyle irrasyonel bireysel durumlarla karşılaşıyoruz ki, nasıl bir evrensel yasa onları kapsasın inanın bilemiyorum. İdealinde “yasaklamak” olmamalı. Ama bu idealden kuralların kendisi ve kural yapıcılar bir adım uzakken; kuralı yapmayı zorunlu kılan birey, on adım uzak olabiliyor.

Ancak ilke olarak haklısınız. Bu konuyu düşünelim…

5. Oldu. Görev aldığım dönemlerdeki fotoğraflara bakın, veteran mücadeleleri ödül törenlerinde hep beni göreceksiniz. Türkçe bilmeyen bir yönetim yok en azından. Bakın Gülkız Hanım “yediden yetmişe” diyor; “yediden yetmiş yediye” değil. Benim için bu bir şeydir.

Ötesi mi? Özelden… Ama bir şeyi belirteyim: Yetişkinler kadar, okul çağı çocuklar haricinde eleştirinize, okul öncesi çocuklarımızı da eklemeliyiz. Onlara yönelik, oyunsallaştırılmış modeller ve kazanma kaybetme ikileminde pedagojik yaklaşımlar…

6. Bu konuda, yani “fraud” başlığında ben yıllardır ülke ölçeğinde çalışıyorum. Düzeltiyorum: OECD Orta Asya yolsuzlukla mücadele danışma kurulunda yer alıyorum.

İçinde olduğum yönetimden istifa ettiğimi bilmiyor musunuz? TSF eski başkanı mahkeme kararıyla sabit olduğu şekilde ibra edilmemiştir: Benim karşı duruş ve takibimle, yıllara yayılan hukuk mücadelemle. Bunları bilmiyor musunuz?

Yolsuzluğun olmayacağı bir yapı kurmak! İşte size "etiğin ütopyası", ereği. Bunu yaparsam eğer, “Nobel’in Nobeli’ni” verirler bana. Artık gayrı sizinle kahve de içmem, zaman bulamam buna… Ama evet, mücadele etmek ve sistemi iyileştirmek: Bu gerekli olan.

Ancak hemen belirteyim. Mevcut TSF yönetiminin bu başlıklarda dürüst ve çalışkan oldukları düşüncem açıktır. Kişisel olarak tanıdığım başkan ve iki başkan vekili benim için dürüst insan başlığında kişilerdir ve değerlidirler.

Şu bazı bahisleri de kabaca geçmemi toleransla karşılayın lütfen: Anlatacak bir şeyleri var mı yok mu, bazı dernek gibi gözüken fakat aslında ancak fedakârlık isteyen bir çalışma grubu, sorumluluğu olan yapıların neden nasıl kurulduğunu, kendi iç dinamiklerini lütfen bir de muhataplarından dinleyin. Gidin sorun yanıt vereceklerine eminim. Dinlemeden ilgilisini yargılamayın bence.

Otel ve benzeri seçimlerinde ben mesleğin içinden olduğum için hep organizasyon firmalarından dahi daha uygun fiyatlar alabildim ancak öyle detaylar belirleyici olabiliyor ki, üç beş otel çemberinde sıkışık kalabiliyorsunuz. Bu durum gene de özgün çözümlere, farklılık yaratma imkânlarına mani değil.

Doğru eleştiri, eleştirinin kendisi için de değerli. Atladığım, kaçırdığım yerler varsa kusuruma bakmayın; park yerine 30 dakika önce geldiğim Bursa – İstanbul Feribotu'na bu yanıt yüzünden rica minnet binebildim. Kaçırsaydım, kaçan sadece feribot olmayacaktı ve bilincimin derinlikleri bundan sizi sorumlu tutabilirdi. )))  

Üstün körü geçtiğim kimi yerler biraz bilerektir. Belki her açıklama için bu zemin uygun olmayabilir. Bu kadar yazdığım dahi, gücünü sadece olumsuzdan alan kimi akıllara yetecek düzeyde malzemeyi içeriyordur, biliyorum.

Karşı karşıya gelsek sizden bıkmazdım ve teklifim geçerlidir. Aklın olduğu yerde ben varım.

Başa dönerek bitiriyorum: Başlıklarınız doğru gibi duruyor. Ancak konunun içine girdikçe, çözümlemeler bizi farklı düşüncelere yöneltebilir. Beslendiğimiz kaynak bazen resmin bütününü bize göstermiyor olabilir. O bakımdan özellikle kişilere dokunulan yerlerde, hassas ve nazik olmak bir sorumluluk gibi durmaktadır.

Saygı ve Sevgilerimle
Ara
Cevapla
#8
Kuvay bey tekrar teşekkür ederim.

Yazdıklarınızda görüşümü değiştirmeyen çok olgu var ama tartışmanın kendisi, tartışılmayı hak ediyor. Biz soyut düşünmeyi sevmeyen bir toplumuz, bir noktada tüm bu tartışmalar "somut çözüm hezeyanına" derman olmayabilir, onun da farkındayım. Ama hiç değilse bu seçim döneminde, isimlerden çıkıp ciddi kavramlara odaklanmanın bir denemesi olabilir.

Ne var ki bugünlerde araya giren bir yoğunluğum yüzünden sizden daha detaylı yazabilmem için süre uzatım talep ediyorum Smile. Çok büyük bir aksilik olmazsa en erken 6 - 7 gün sonra yazabileceğim, şimdiden rezervasyonumu yapayım.

Selamlar.
Ara
Cevapla
#9
Nihayet.

Tekrar gecikme için özürler dileyerek cevabınız üzerinden gideceğim, sistemi bir kere “yıkmak” üzerinden eleştirmeyi yakaladım, bunu bırakamam Smile

Hegel’in Kant’ı eleştirmesi, yer yer değersizleştirmesi ama varlığını olumlaması çok güzel tabii, “iyi sallıyorsun ama boş konuşuyorsun”u çok zarif açıklamışsınız Cool

Tabii tarihe bu açıdan bakmak da bir tercih, ben pek sevmiyorum ama. Dünyadaki tüm sanat eleştirmenlerinin Dali mertebesine gelmeden eleştiri yapamayacağı veya Mourinho’yu Sir Alex’ten başka kimsenin eleştiremeyeceği gibi.

Halbuki neden? Hem yönetici adayı olmam hem eleştiririm. Bunun içeriği önemli, başlıkların radikal olması da aslında içerikten gelen gücünü ifade ediyor. Örneğin TSF’de 26 kurulun saçmalık olduğu benden üretim bir başlık, evet komik bir tarafı da var ama bunun Hollanda ve İsveç örneklerini de koyduğum için rahatım, oralarda 5-6 kurul var mesela. Güldürmesi, gerçek olması ile ilgili.

Konu dışı ama söylemeden geçemeyeceğim, sizin TSF ve genel satranç sistemine bakışınız bana kaderci geliyor, Marks’ın “tarihte ne olmuşsa öyle olması gerektiği için olmuştur”u gibi. Şöyle yarı-deterministik, bir ucu “sol düşünce tembelliğine” giden bir üslup. Sistem böyledir, yıkılamaz ama onarılmalı.

Mesela dernekler sisteminden bahsettiğimde, kontr-argüman olarak mevzuatı ve bürokrasiyi çıkartıyorsunuz “Bunlar varken o işler kolay değildir”.  TSF’nin iç denetiminde bahsettiğimde “oradakileri tanırım, dürüst olduğuna eminim diyorsunuz” ki konu kişisel dürüstlük ölçümü değil, ben de Sharapova’ya çok güvenirdim Smile ama sistem güvenmemek üzerine kurulmalı. Böyle kurulduğu için denetliyor ve yakaladığında teşhir ediyor. 

Konu Menekşe Ablanın veya Gül Annenin dürüst, iyiniyetli olması değil. Kalıcı bir denetim yapısı kurulması. Nepotizmin veya istismarın her düzeyde engellenmesi.

Veya delege sayısının seçimlerdeki sakatlığını söylediğimde (3 milyon insanı ve en hafifinden 1,000 sporcuyu alakadar eden sistemin belirleyicisinin 41 kalkan el olması) bunu da makulleştiriyorsunuz. “TSF’de ne olmuşsa başka türlüsü olamaz” cümlesine bağlanıyor herşey.

Eski bir hukuk lafı “bir tüzelkişi ile kahvaltı edemezsiniz” der. Tüzel kişi, yani bürokrasi, mevzuat dediğimiz şey sanaldır . Konuşup 2 laf edemezsiniz. İşte dünyada olmayan bu kişileri hayalimizde öyle somutlaştırıp canavarlaştırıyoruz ki sonrasında yarattığımız bu “kahvaltı bile edilemeyecek” hayaller, gerçeğe dönüşüp bizi engelliyor.

Benim otomobilim mesela sabah nereye gideceğime karar vermiyor. Ama benim yarattığım, vergisini verdiğim, benim hizmetimdeki spor federasyonları, ilgili bakanlığın tüzük ve yönetmelikleri cırt pırt, benim satranç oynamama karar veriyor. Ne güzel Smile.

Bunlarla mücadele edilemeyeceğine katılmıyorum. Ortada bir “bürokrasi Frankestein’i” varsa onu biz yarattık. Siz önce derneklerle ilgili bir proje hazırladınız mı, bunu söyleyin. Satranç bilmeyen, organizasyon bilmeyen ama bu ikisini yapmak üzere amir edilen İl Temsilcileri niye yıkılamazmış onu da hakikaten anlamadım:

1) Anlattığım sistem (tüm satranç aksiyonlarını yerel derneklerin gerçekleştirmesi) zaten dünyada var olan yegane sistem. Yeni Delhi’de Anand bir derneğe gidiyor, St.Petersburg’da falan İl Temsilcisi diye bir şey yok. Veya Gelfand Kudüs Temsilciliğinin sitesine girip turnuva peşinde koşmuyor.

Hakikaten şizofreni içindeyiz, bizim icat ettiğimiz ve doğru olduğuna iman ettiğimiz bir kakafoni bu. Onlarca ilde ve ilçede var olan bir bürokrasiyi dünyadaki model sanıyoruz. Tekrar işaret edeyim, bu saydıklarım somut. O yüzden eleştirilerim bence nihilizm kapsamında değil, “şizofreninin teşhiri” daha çok.

2) Anlattığım sistem 2000 öncesinde Türkiye’deki sistem. Evet, ben bir amatör olarak bunun içinde büyüdüm, Onat, Atalık da bu sistemde vardı, 1375 UKD’li çocuklarda. Aslımıza bir dönebilsek asıl restore edilmesi gerekenin bu olduğunu görebileceğiz.

Eskiden İl Birinciliklerini dernekler düzenliyordu, seçmeleri de. Bir yılda 10 ağır turnuva oluyordu. Nerede? 3 odalı dar bir yerde.

Ama oluyordu.

Bugün yüzlerce bürokrat ile bunun 1000 katı bir hacme geldiğimiz halde bir amatör de 2500 seviyesindeki bir profesyonel de bu ülkede turnuva bulamıyor. Konya – Antalya oteller güzergahında, satranç oyuncusunu ve aileleri soyup soğana çevirmek üzerine bir turistik business’i insanlara yutturmanın adı satranç yönetimi oldu.

Bakış açımın liberal olduğunu söylüyorsunuz ki hata; hiç de öyle “pazar kendini var etsin” demiyorum. Hatta tersi. Benim önerim ille benzetilecekse sosyal devlet modeli.

Şirinyer’de oturan bir amatörün metro ile 20 dakikada Alsancak’taki derneğe gidip, ödeyeceği yıllık aidat ve turnuva ücreti dışında masraf yapmasını gerekli kılmayan bir sistem. Yılda 10 turnuvaya girse, 500 TL dernek aidatı ve yıllık katılım ücreti ve metro masrafı üzerinden, bu sistemin bir turnuvada söğüşlediğinin herhalde onda biridir.
Yamyam kapitalist olan ise, çocukları velileri ile Antalya’da Otele tıkıp, girenden 150 girmeyenden 250 almak  Huh

Ve bu yapı insanlara yılda on turnuva sunmuyor, İzmir Antalya’ya 500 kilometre, bunun Muş’u, Artvin'i, Van’ı var. Asıl mevcut sistem acımasız. Van'daki çocuk üzerine değil, Kadıköy'deki, Tunalı Hilmi'deki çocuk üzerine kurgulanmış.

Son olarak, “yaptıklarımı size anlatabilirim” cümlesinden mülhem yönetsel veya muhalif davranışlarınız: 

Elbette mücadele mücadeledir. Ama benim eleştirim "eksik yapma" değil. Son tekrarımı yapayım, temelleri çökmüş binaya sıva yapıyorsunuz. Sırf yapmak, iyi değildir.

- Otel seçmek değil. Uygun fiyat koparmak değil. Velileri bu sınav kaosunda çocukları tek tatillerinde sürünmemeye yönelik muhalefet.

- 26 Kurulu 16’ya indirmek değil. AB ülkelerindeki gibi zorunlu 5-6 kurul ile sistemi denetleyip kaliteyi arttırmak.

- İl temsilcilerini değiştirmek değil. Lokal satranç örgütlerini kurup sübvanse etmek.

- Mevzuattan, bürokrattan yakınıp düşünsel tembelliğe gerekçe üretmek değil. Değişim programı sunmak ve sistemi dünyada nasıl yapılıyorsa, ona dönüştürmek. Bizden ekonomik olarak daha sıkıntılı Ermenistan veya bizden her daim daha kaliteli satranç ortamı üreten Hollanda, İngiltere hatta Rusya, Bulgaristan modellerine çalışmak.

İtiraf edin sizin veya varsa ekibinizin çalışma modeli bu değil, aklınıza bile gelmediğine eminim.

Sizin işler bence biraz daha “hangi delege bize oy verir, İsmet ağbi Antalya’dakilerle konuşur mu, Serdar beyi Hukuk Kurulu’na yazsak süper olur” ekseninde giden bir “ağbicilik” modeli. Üzgünüm ama 2016 dünyası buna karşılık gelmez. Sürünüyoruz, sürünmeye devam ederiz.

Bunun totali sistemi yıkmaktır. Buna aday mısınız?

Sistem içinde sisteme sadık kalarak yaptığınız her eylem mücadele değil, politik araç kullanımıdır. Bugün için sizin veya öncekinin veya mevcudun mücadelesi gerçeklere ait değil. Matrix içindeki Ajan Smithlerin iç kavgası. 

Yanlış hapı içmiş gibisiniz, hani Morpheus veya Oracle falan değilim ama son 2 yöneticiden ve yönetim biçimlerinden farkım var diyorsanız, bunu salt üslup üzerinden doğrulayamazsınız. Sisteme karşı çıkmanız lazım.

Sistem hırsızlığa açık ise (hırsızdır demiyorum) istismar bacaklı ise, bu düzgün üslup ile veya değişecek makul kadrolarla veya “dereyi ıslah etme” projesi ile düzeltilemez.

Bu anlamda benim gibi fakir amatörlere de Suat Atalık’a da Emre Can’a da hiçbir vaadiniz yok.

Ve tüm bu yazdıklarımdan sonra ulaştığım ise hep şu oluyor.

TSF olmasa biz ne kaybederiz, siz ne kaybedersiniz?

Valla benim çevrem fena sayılmaz, 10 takım ve 10 saat alıp Nero Cafe’de 2 günde kaç döner turnuva yaparım bilmiyorum. Ve inanın, gidiş o gidiş. Birkaç yıla kadar herkes kendi turnuvasını kendi yapıp FIDE’ye bildirecek hale gelecek.

Siz Hegel, ben Marks derken galiba çaktırmadan sınıfsız topluma ufaktan ufaktan geçiyoruz.

İyi kahveler Smile
Ara
Cevapla
#10
Teşekkürler.
Cevapla
#11
Bu yazışmalarımız, sanırım forumdaki diğer kimi örnekler gibi işlerin nezaketle de yürütülebileceğini göstermesi açısından değerli. Aynı düşünmediğimiz zamanlarda, birbirimizi ısırmamızın gerekli olmadığı açık. Nitekim amacımız, "ilerleme" düşüncesiyse, ilerlemenin karşıtlıkların aşılarak gerçekleşebileceğini biliyor olmamız gerekir. Karşıtlar "kapsanarak" aşılabilir ancak, elimizin tersiyle itip ötekileştirerek değil. Yani Sevgili Mojo Jojo, sanki Hegel!

Yukarıdaki son yazınızda düşüncelerimi yer yer indirgeme ve genellemelerle kendi uğrak zeminlerinize çektiğiniz görüşündeyim. Dolayısıyla bazı değerlendirmelerinize katılmıyorum.  Ancak gene de genel olarak bir anlamın açındığını, yani bir noktaya gelebildiğimizi düşündüğüm için, o konuların detaylarına girmiyorum. Detaylarına girip, ben kafamdaki akışı size aktarabilirsem, belki de konuyu bağladığınız yerin pek de doğru olmadığını düşünebilirsiniz. Bunun için de bu sefer, sizin bana tahammül göstermeniz gerekir; rolleri değiştik şimdi.

Medeni şekilde yazışabilmek kadar; yazışmaları bir noktaya getirerek sonlandırabilmek de sanırım önemlidir. Ben kendi adıma bu başlıkta yazabileceklerimi tükettiğimi düşünüyorum. Ancak sizden duymak istediklerim noktasında zihnimde eksiklik var.

Bir örnek üzerinden sorumu yönelterek, sözü size bırakıyorum. Siz "sistemi değiştirmek, dönüştürmek" gibi Marksist çağrışımlar da yapan başlıklar attınız. Marks, daha da isleri sözler söyler ama anlam aynı. Hadi artık söyleyin bunu nasıl yapacaksınız?

"- İl temsilcilerini değiştirmek değil. Lokal satranç örgütlerini kurup sübvanse etmek." diyorsunuz. Mesela bu düşünceniz ortaya içerik koymadığı gibi, şu mahsuru da içermiyor mu? "Lokal satranç örgütleri kurup" diyorsunuz, aman Allah'ım, siz mi kuruyorsunuz bu örgütleri, oldukça despotik bir tını. Sanırım bunu demek istemediniz diyerek geçiyorum asıl önemli olanına. Sübvanse ettiğiniz anda, sübvanse etmenin koşullarını da oluşturmalısınız. Yani bir tüze olmadan olmaz. İş git gide, mevcut sisteme doğru devrilebilir. Ama radikal yaklaşımınızın, ki değerli de olabilir, karşılık bulması için: Mevcutla sizinki arasındaki her anlam uğrağının içini doldurmalısınız. Sizinkinin neden var olan eleştirdiğimiz düzene doğru yönelmeyeceğini ortaya koymalısınız. Buralara girer, bir şeyler oluşturabilirsek, "monografik başlıklar" düzeyinden de kurtulmuş oluruz.

Yani işimiz kolay değil.

Hele ki bunca güzel yazışmadan sonra, bana göre daha devrimci ve yıkıp yapıcı, yani daha cesur duran size, adınızla dahi hitap edemezken!

Ve çelişki gibi duran her olgu "diyalektik" değildir.

Saygı ve Sevgilerimi sunarım.

Kuvay Sanlı
Ara
Cevapla
#12
Yine teşekkür ederim.

Tartışmanın medeni gitmesinin kanımca iyi bir sebebi, içeriğinin bunu hak etmesidir, insanlar ağaç üzerine tartışmayı somut buluyorlar, orman veya bataklık zemin üzerine yazışmak kolay değil. "Bana bir Türk oyuncu olarak neden az ödül veriyorlar"ı tartışmak daha pratik, somut, tekrara dayalı. Sistemi tartışmak yorucu.

Tartışmayı medeni bir düzeyde bağlamak konusunda görüşünüz haklı, evet öyle bağlayalım. Ama sistemin hava alma kanallarının kapalı olduğunu düşünüyorum. İçinde bulunduğumuz tencerede 20 yıldır su yavaş yavaş ısındığı için biz yandığımızı anlamadık. En geç 4-5 yıl sonra bu sistem zaten infilak edecek.

Bakın konu, aslında fakir bir spor olan satrancın kültürel köklerinden koparılarak endüstriyel hale getirilmesi çabasıdır. Buna -şaşırabilirsiniz- karşı da değilim. Oyuncuların çok ciddi ücretler alması gerektiğini savunuyorum, oyunların telif hakkı benzeri fikri mülkiyet hakları ile (dünyada büyük tartışma konusu, Türkiye'de değil) korunması gerektiğini savunuyorum.

Chessbase, Kramnik'in oyununu milyonlara publish edip, Kramnik'in fikir üretimini bir de Kramnik'e satıyor. Sülün Osman'ın saat kulesini satması gibi bir anlamda  Smile 

Yani işin endüstriyel yanı dünyada başladı. Nitekim aday maçlarında patlayan büyük bir tartışma var ve biz hala dışındayız Türkiye olarak; oyunlar 2 saat gecikme ile broadcast ediliyor -yayınlanıyor- ve izleyici kesim ayaklanmış durumda.

Bu iş zamanla büyük oyuncu - sıradan izleyici ayrışmasına hatta kavgasına gidecek, futbol böyle gitti, 1980'da Alsancak stadında oyuncu da izleyici de fakirdi tıpkı bugünün satrancı gibi. 2000'lerde oyuncu zenginleşti, seyirci yine fakirdi. Ama sektör hacmi değişti. Bu hacmi ve yeni aktörleri karşılamak için (yayıncı, menajer, aracı, sponsor, reklamcı, cateringci, lojistik hizmetler, turizmci aklınıza ne gelirse) futbol fakir izleyiciyi reddeti, maçlarda ıstakozlu sandviç yemesi gereken seyirciyi yarattı. 

Bugün İstanbul'da baba oğul maç seyretmenin hediyesi asgari ücretin üçte biri. Televizyonda canlı izlemek ayda 130 TL.

Bunun satrançla ilgisi var. Satranç bu gelişimi 30 yıl geriden bir kaplumbağa istikrarı ile izliyor. Çünkü bu sektöre değer üreten adamlar Topalov, Carlsen aklınıza kim gelirse, Messi'den veya tenisçi Berdych'ten daha az idman veya değersiz üretim yapmıyor. Ama gelirat diğer sporların onda biri düzeyinde değil.

Yine bize dönelim. 2000'li yılların girişimi, altyapısı olmayan bir ekonomi üretme girişimiydi. 

Doğru muydu yanlış mıydı? Bana göre yanlıştı çünkü satrançta ekonomi yaratmak, futbol gibi popülize olmuş veya basketbol gibi profesyonelliği 1945'lere giden (NBA 1946 kurulmuştur mesela) yapılara karşı imkansızdır; öykünülemez.

O sebeple satrançta ölçek ekonomisi yaratmak ciddi altyapı gerektiren ağır bir konu. Fazladan satrancın Rus ve Orta Avrupa ekolü üzerinden dünyaya verdiği yüzyıllık bir kültürel kod var. Bu kodu silerek işi futbol gibi çeviremezsiniz.

O sebeple bu ekonomi Türkiye'de gerçek satrançsevere değil, çocuklara çevirildi. 

Zamanla bunun bir ekonomisi oldu ama bu "Frankenstein ekonomisiydi". Öyle ki bu canavar kısa sürede asıl satranç kültürünü yemeye ve kanını emmeye başladı, satranç dernekten ana okuluna, İlhan ağbinin maçını desturla izlemekten, birbirine taş fırlatan çocukların ve velilerin şımarıklığına evrildi.

Ama ekonomi oluştu. Bugün İstanbul İl Temsilciliği sitesine girin, 4 aya yayılan 100 turnuvanın 97'si çocuklarındır. Bu bir işletmecilik başarısı mıdır? Evet. Karşılığı nedir? Kültürel çöküş. Bir tür wal-mart modeli. Yaymak ama ucuzlaştırmak.

Şimdi günümüzde futbol o kadar büyüdü ve doydu ki benim oğlum takım tutmuyor. Ben eski bir fanatik olarak 5 yıldır maça gitmiyorum, tribünler boşaldı, insanlar el classicoya bile youtube özetlerinden bakıyor. Çünkü fazla hormon sistemi patlattı, futbol obez oldu. Bünye artık yemeyi kaldıramıyor.

Satrançta da bu gelişim yürüyecek. Sadece 20-30 yıl gerideyiz. Ve Türkiye için 3 yol var:

- Endüstriyel satranç için seçilen ve 15 yıldır yürütülen model artık tıkandığı için ya yeni bir model ortaya konacak.

- Veya bu model zorlanmaya devam edilecek, gittiği ve patladığı yere kadar.  

- 3.seçenek de satranç kültürel kodlarına geri dönüp karşılığında fakirleşmeyi göze alacak.

Kapitalist olduğumuzu ve kapital mantıkta ilerlediğimizi varsayalım. Çocuklara sattığımız (pazarlamacı tabiri ile) "satranç ürününü" sırf oyun keyfi için satamayız. İdole ihtiyacımız var. Mc Donalds bile menülerinde batman figürü ile çocuklara ürün satıyor çünkü.

Sizin de satrancı satmanız için idole ihtiyacınız var. Ama idoller, marketinge uygun değil. Adamlar çok ciddi satranç kültürünün içinden geliyor. Size niye alet olsunlar?

İşte bu sebeple sistemin velilerin aptallıklarından para sıyırdığını birileri anlayana kadar bu kandırmaca sürecek. O sebeple tartıştığımız konunun yarısından azı felsefe, fazlası iktisattır.

Şöyle bağlayayım:

1) İkibinli yıllar sonrasında bir ölçek ekonomisi oluşturuldu. Kitlesi çocuk ve ebeveynlerdi. Bu kitle satranç kültürü dışındaydı, sisteme eklemlendi.

2) Satranç fakir olduğundan bu eklemlenmeyi iktisaden kabullendi. Ama kültürel olarak reddetti. Suat Atalık'ın 10 yıldır bu ülke satrancında oynamaması salt disipliner olarak açıklanamaz. Kültür çöktü çünkü, adam ne yapsın, Doğa Koleji turnuvasında oynayacak hali yok. O da satranç kültürün olduğu topraklara gitti.

3) Ekonomi hiçbir altyapıya bağlı olmadığı için bir saadet zinciri modelinde gitti ve gidiyor. Bugün İş Bankasını çıkarın sistem ekonomik olarak çöker. Kültürel satrancı bıraktım, kapitalist satranç açısından bile herşey pamuk ipliğine bağlı ve başarısız.

4) Bu sebeple diyorum ki, tartıştığımız konunun altı kültür, üstü iktisattır.

Medeni yazışabilmek kadar yazışmaları sonlandırabilmek gerçekten önemli. Size çok teşekkür ederim. 

Çözümsüzlükle eleştiriliyorum ama somut plan yazabilecek durumdayım inanın zor değil. Hiç birşey yazamasam fakirlikten yana olduğumu yazabilirim. Satranç halının üzerinde düğmelerle bile oynanabilen bir spor. Zenginleşsin elbette ama kişiliğini kaybetmeden.

Kendi adıma bu başlıkta bir kaç fikir kışkırtması yaptığımızı düşünüyorum. Somut çözümler için ve başta lokal örgütler için yazabilecek çok şey var ve zamanla yazacağım. Ama yönetici adayı sizsiniz, insanlar somut çözümleri benden değil sizden bekleyecekler.

Tek bir paradigma ile gitme hakkımız yok. Biraz tahtanın vezir kanadına bakmalıyız.

Teşekkürler, selamlar. Bir içemedik şu kahveyi  Smile .
Ara
Cevapla
#13
Ben de teşekkür ederim. Satrancın "bağıntısından koparılması" anlamını, spor genel müdürü ve bakan beye epeyce bir anlatmaya çalışmıştım; artık adresi ne ölçüde orasıysa... Yukarıda değerli ve önemli tespit ve düşünceleriniz var.

Aktif moderasyon için de moderatörlere teşekkür... TSF forum için önerim bu olmuştu; kapatılmazdan önce.
Ara
Cevapla
#14
Gerçek olmayan bir iddianın hayrı dokundu ve boş güzellemelerin ve kişiselleşmenin olmadığı gerçek bir tartışma okuduk. MojoJojo'ya genel anlamıyla katılıyorum ama çözüm denilen şeyle ilgili sıkıntı şu: bu pasta şu noktada küçülürse ("fakirleşme"), satrancı belli seviyede oynamış ve antrenörlük yapan insanlar için bir yıkım olur.

Tıpkı kapitalizmin genel sürekli büyümeye ihtiyaç duyduğu gibi bu sistem, MJ'nin satranç kapitalizmi olarak adlandırdığı düzen de muhtemelen büyümeye ihtiyaç duymaya devam edecek. O yüzden sistemi şu noktada 'geriye doğru' değiştirmek bana hayal görmek gibi geliyor. Ayrıca böyle bir dönüşüm başarılsa bile sadece satrançla sınırlı da kalamayacağı için kalıcı da olmaz. Sizin özlediğiniz, benim de tercih ettiğim "satranç"la alakalı olarak gayet karamsar olabileceğimiz bir dönem ve durumu yaşıyoruz.
Ara
Cevapla
#15
Sayın Jojo,

Olası devam yollarının üç adetle sınırlı olduğu fikrinize katılmıyorum.
Ama genel olarak tespitleriniz çok başarılı.

Sayın Sanlı,

Sizinle tanışma şansım olmadı. Ama sizi burada yazdıklarınızdan "çarkları sorgulayan bir bürokrat" olarak tanımlayabilirim.
Bu iyi bir şey zira birileri çarkları çevirmeli ve birileri de sorgulamalı.
Siz ikisini birden yapıyorsunuz anlaşılan. Bu daha makbul olanıdır.

Sayın Akman,

Karamsar olmamalıyız diye düşünüyorum.
Satranç zeki insanların alanı.
Sizlerin karamsar olmaya vaktiniz olmamalı.


Selamlar.
Abdulkadir Bener
Cevapla




Konuyu Okuyanlar: 1 Ziyaretçi