23-03-2011, 22:23
BABEUF'CÜLÜK,
18. yüzyıl'da, Fransa'da, tek bir merkez tarafından yönetilen bir «Eşitler Cumhuriyeti» —tek bir ulusal komün— kurmak amacıyle girişilen devrimci bir hareket, Adını, önderi ve teorisyenl olan Gracchus Ba-beuf'den (1760-97) alır. 1796'da Babeuf ve arkadaşları (Buonarotti, Marechal, Antonelle, Darthe, Germain, Debon, Lepelletier ve diğerleri), hareketin en yüksek noktasını teşkil eden «Eşitler Gizli İttifakı-nı kurmuşlardı. Gizli ittifak öğrenilmiş, katılanların çoğu tutuklanarak yargılanmıştır. Babeuf ve Darthe'nin, 1797'de giyotinle kafaları kesilmiştir. Babeuf'cülük, sömürülen plebler ile burjuvazi arasında, Devrim'-in hazırlık evresinde ortaya çıkan ve Devrim sırasında devam eden ittifakın parçalanışını işaret ediyordu.
Plebler ile burjuvazi arasındaki ittifakın sallantılı olduğu açıktı; çünkü, bir burjuva devrimi, nüfusun en çok sömürülen kesimine temelde hiçbir şey sağ-lıyamazdı. Bu durum, özellikle Ther-midor gerici hareketinde açık ve seçik olarak ortaya çıkmıştı.
Babeuf'cülük, ön-proletarya ile genel plebiyen kitle arasındaki ilk ayrılığın politik ve ideolojik yansımasıydı. Babeuf'cülük, 18. yüzyıl Fransız materyalizminin, Melli-er'in popüler devrim fikirlerinin, Mo-relly'nin -rasyonalist» komünizminin ve Fransız Devrimi'ndeki en radikal eğilimlerin örgütsel ve ideolojik tecrübelerinin ideolojik mirasçılarıydılar. Babeuf cülük, sosyalist düşüncenin gelişmesinde ileriye doğru bir adımdı; çünkü, Fransa'nın sosyo-ekonomik gelişmesinin yeni bir evresinde, kapitalist ilişkilerin pekiştirildiği bir evrede ortaya çıkmıştı. Babeuf cüler, sosyalizmi teori alanından devrimci hareketin pratiğine geçirme işine girişen ilk kişilerdi. Babeuf cüler, geleceğin «Eşitler Cumhuriyeti»nin genel statüsünün yanısıra, yoksulların hayat şartlarını düzeltmek, karşı-devrim güçlerinin direncini kırmak için alınacak geniş bir tedbirler sistemi de meydana getirmişlerdi. Babeuf cüler, devrimin gerçekleştirilmesinden sonra emekçi halk dik-tatörlüğü'nün getirilmesi görüşünü ortaya atarak toplumun devrimci dönüşümünün ana evrelerini belirlemeğe çalışmışlar; ve tarihin zenginler ile yoksullar, patriciler ile plebler, efendiler ile köleler, toklar ile açlar arasında 6ir mücadele olduğunu ileri sürmüşlerdir. Tarihsel realizm'in özelliklerine sahip bulunan Babeuf cülük, taktiklerinde gizli tertipçilikten öteye geçememiştir. Bundan ötürü, sosyalizmin bir ütopya olmaktan çıkarak bir bilim haline gelmesinde Babeuf ve arkadaşlarının örgütsel ve ideolojik katkıları olmakla birlikte, Babeuf'cülük utop-yacılık olarak kabul edilir.
BACHOFEN, JOHANN JACOB (1815 -87), isviçreli hukuk ve din tarihçisi; Dos Mutterrecht adlı eseri (1861) aile tarihinin, özellikle de anaerkillik'in incelenmesinde öncü bir çalışmadır; fakat, Bachofen'in idealist dünya görüşü, aile ve evlilik ilişkilerinin ve bunların gelişmesinin gerçek yapısını keşfetmesine engel olmuştur. Dinsel fikirlerin evrimini, tarihin itici gücü olarak görmüştür. Felsefesi, Engels tarafından geniş bir şekilde irdelenmiştir (bak. «Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni»).
BACON, FEANCIS (1561-1626), İngiliz filozof, yeni materyalizm'in ve deneysel bilim'in kurucusu. I. James zamanın en yüksek mevkii olan Baş Şan-sölyelik'e yükselmiştir. 1620'de, ünlü eseri olan Novum Organum'u yayımlamıştır (eserin adı, Aristoteles'in Orga-non'unabir atıftır). Bacon, bu eserinde, bilimin görevleri ve tümevarımın temelleri üzerine yeni bir görüş getirmiştir. Bilgi'nin amacının, insanın tabiat üzerindeki egemenliğini artırmak olduğunu söyleyen Bacon, bu amaca, şeylerin hakiki nedenlerini ortaya çıkaran bilmeyle erişilebileceğini gösteriyordu. Bacon, bundan ötürü, iskolas-tiğe karşı çıkmıştır. Bilgi, başta, örümceğin kendi ağını örmesi gibi, bilgin'in de kendi icadı olan kavramlardan yola çıkarak kendi önerme sistemini kurması anlamına gelen «dogmatizm»den, yada, olguların birbirleriyle bağlantısızca, sadece ardarda sıralanması anlamına gelen «ampirizm»den zarar görmekteydi. Bundan dolayı, Bacon, daha önceki bilgilerin hepsine yönelen bir şüphecilik çağrısında bulunmuştur. Hakiki bilgi'nin mümkün olduğunu kabul eden Bacon, bilgi edinme metodunda bir reform yapılmasının gerekli olduğu düşüncesini ileri sürüyordu. Bu yolda atılacak ilk adım zihnimize musallat olan ön-yargı ve ön-fikirlerden (idol'lerden) kurtulmaktı. Bu illüzyonların bazıları, bütün insan soyunun zihinsel karakteristiğini teşkil eden alışkanlıklara, diğerleri ise tek bu araştırıcının yada araştırıcıların kendi zihinlerinin karakteristiğini teşkil eden alışkanlıklara ilişkindi. Yeni bilgi metodlannın uygulanması, bu kötü zihin alışkanlıklarından kurtulmakla mümkün olabilirdi. Bu -bilgi e-dinme, Bacon'a göre, tecrübe olgularının rasyonel işlenişi olmalıydı. Bu yeni bilgi edinme metodlannın çıkarsama öncüleri (media axiomata), metodik genelleştirme yada tümevarım yoluyle elde edilen kavramlara dayanan önermeler olacaktı. Tümevarım analitik tecrübe kavrayışına dayanmıştır. Engels'e göre, Bacon'un tek-yönlü gelişmesi, Bacon'a ve daha sonra da Locke'a, 15. ve 16. yüzyıllarda şekillenen metafizik yaklaşımı tabiat bilimlerinden felsefeye kaydırmak imkânını vermiştir. Bacon, tümvanm teorisinde, «negatif örnekler» denilen şeylerin, yani genelleştirme ile çelişen ve onun yeniden gözden geçirilmesini gerektiren hallerin önemini ilk olarak işaret eden kimse olmuştur. Onun felsefenin gelişmesine katkısı şöyle belirlenebilir. Birinci olarak, materyalist geleneği restore etti ve bu görüş açısından gelen geçmişin felsefi doktrinlerini itibarlarına kavuşturdu; ilk Çağ materyalizmini övdü ve idealizmin hatalarını ortaya koydu, ikinci olarak, materyalist tabiat anlayışını geliştirmiş ve onu şu fikre dayandırmıştır: madde parçacıkların birleşimidir ve tabiat çeşitli özelliklere sahip cisimlerin bileşimidir. Hareketi maddenin temel bir niteliği ola-. rak gören Bacon'a göre, hareket sadece mekanik hareketten ibaret değildi (19 tip hareket tanımlıyordu). Ba-con'un görüşleri, ingiltere'deki, ilk sermaye birikimi çağında, bilgiye duyulan ihtiyacı yansıtıyordu. Fakat, Bacon kararlı bir materyalist değildi. Bacon'-un öğretisi, Marx'ın işaret ettiği gibi «teolojik tutarsızlıklar»la doluydu. Yeni Atlantis'te ifadesini bulan siyasi görüşleri, yönetici sınıf ile ezilen sınıf antitezi yerinde dururken, bilim ve gelişmiş bir teknolojik temel üzerinde ekonomik bakımdan serpilip gelişen ideal bir toplum utopyasıdır.
BACON, ROGER (1214-92), İngiliz Orta Çağlar düşünürü; modern deneysel bilimin habercisi; zanaatkarların ideologu, Feodal törelerle feodal ideoloji ve politikayı teşhir etmiştir. Dinden sapmış görüşler beslediği ileri sürüle-' rek, 1277'de Oxford Üniversitesindeki öğretim görevine son verilmiş. Kilise otoriteleri tarafından bir manastıra kapatılmıştır. Dünya görüşü materyalistti, fakat materyalizmi kararlı olarak devam etmemiştir. Bacon, isko-lastik dogmatizm'! ve otoriteye bağımlılığı reddeder ve tabiatın deneysel incelenmesine ve bilime, yeni bir tarzda, doğmalardan bağımsız olarak yaklaşılmasını savunur. Bilgi'nin amacı, insanın tabiat üzerindeki egemenliğini artırmaktır, diyen Bacon, matematik! bir bilgi edinme aracı olarak görür. Eserlerinde, astroloji, simya ve batıl inançlarla ilgili izlere rastlanırsa da. teknik ve bilimsel mahiyette bazı cesur tahminler yapmıştır.
BADEN OKULU, Yeni-Kant'çı en etkili okullardan biri. Bu okulun adı, profesör Wilden Bald ve Rick'ert'in Baden Okulu teorisi öğretimi yaptıkları Heidelberg ve Freiburg Üniversitelerinin Baden eyaletinde bulunmasından gelir. Esas olarak, tabiî bilimsel metodun karşısına tarihsel metod'un konmasıdır; tarih, burada kültürel değerlerin bireysel gelişme olgularının bilimidir; tabii bilim ise, tekrarlanan, genel tabii fenomenlerin kanunlarının incelenmesidir. Her iki halde de, kavramlar realitenin yansılan değildir. Bunlar, realitenin, a priori ilkelere bağımlı düşünceye çevrilmesidir sadece; tabiî bilim genel'in bilgisidir, tarihsel bireysel'in bilgisidir. Kant'ın yolundan giden Baden Okulu, varlık ile zorun-luluk'u karşı karşıya getirir. Tarihin kanunlarının inkân> yani okulun tipik-liği, ileri sürdüğü değer teorisine sıkıca bağlıdır.
Bu teoriler, H. Münster-berg (1863-1916) ve E. Lask (1875-1915) tarafından geliştirilmiştir, J. Cohn (1869-1947) ve B. Christiansen tarafın-, dan estetik'e, Weber tarafından da sosyoloji'ye uygulanmıştır. Aşın süb-jektivizm ve iradecilik anlayışıyle geliştirilen Baden okulunun modern sosyoloji fikirleri marksizm'e karşıdır. Batı Almanya'daki bu sosyoloji okulunun başında W. Theimer ve G. Ritter vardır.
BAĞDAŞMAZLIK, bir mantık işlemi: bu işlemde, bir içermenin önermeleri olan ön^bileşen ve ard-bileşen yerine, bunlann olumsuz halleri konur (tersine çevirme-obversion>, önermelerin yerleri de değiştirilir (yerdeğiştirme-conversion). Şöyle ki, «eğer X 4'le bö-lünebiliyorsa, o halde 2'yle bölünebilir» önermesinin Bağdaşmazlık'1, «eğer X 2'yle bölünemiyorsa, o halde 4'le de bölünemez» önermesidir. Bağdaşmazlık, birinci önermenin doğruluk ya da yanlışlık değerini korur.
BAKUNİN, MİHAİL ALEXANDROVİÇ,
(1814-76), Rus küçük burjuva devrimci; aristokrat doğuşlu; anarşizmin ideologu; felsefe'de eklektik'tir. Bakunjn, 1836'dan 1840'a kadar Moskova'da yaşadı. Burada Fichte ve Hegel'i inceledi; Hegel felsefesini Gimnazichesklye rechi Gegelya (Predisloviye perevod-chika)'da muhafazakâr bir anlayışla yorumladı. Bakunin, 1840'da Rusyadan göç edip sol-Hegefcilere katıldı. Prag ve Dresden'de 1848-1850 Devrimi'nde
yer aldı. Rusya'ya döndü, 1851'de tutuklandı, 1857'de Sibirya'ya sürüldü, 1861'de sürgünden kaçtı. 1860-70 yıllarını Batı Avrupa'da geçirdi; burada Herzen ve Ogaryov'la işbirliği yaptı. Anarşist hareketin örgütlenmesinde aktif bir rol alarak, 1872'de atıldığı Birinci Enternasyonal'de marksizm'e karşı savaştı. Dört yıl sonra Bern'de öldü. Bakunin'in teorisi altmış yılının bitiminde son biçimini almıştır (Cosu-darstvennost i anarkhiya, 1873).
Baku-nin'nin temel görüşüne göre, bir Tanrı icadı olan devlet, insanı ezen başlıca araçtır. Din «kolektif deliliktir», ezilen kitlelerin bilincinin çirkin ürünüdür, Kilise ise, çatısı altında ezilen kitlelerin günlük dertlerini unutmayı aradıkları «kutsal bir taverna» dır. Bilimsel metodu toplum teorisine uygulamanın önemini kavnyamamış, sınıf mücadelesi ve proletarya diktatörlüğü marksist öğretisine karşı çıkmıştır. Bakunin'in anarşist fikirleri, devrimci Rus Narodnikleri arasında ve ekonomik bakımdan yoksul diğer ülkelerde (italya, ispanya, v.s.), 1870 yıllarında yaygınlık kazanmıştır. Bakunin'in anarşist fikirleri Marx. En-gels ve Lenin tarafından eleştirilmiştir.
BARIŞ İÇİNDE BİRARADA YASAMA,
yeni bir dünya savaşından sakınmak için, bazı sosyalist devletlerce yürütülen dış politikanın bir ilkesi. Farklı sosyal sistemli devletlerin birarada yaşaması görüşü, ilk olarak, kapitalizmin eşitsiz ekonomik ve politik gelişme karnımın^ dayanarak Lenin tarafından ortaya konmuştur. Buna göre, sosyalizme geçiş, bütün ülkelerde aynı zamanda olmamaktadır; bu geçiş, sosyalizmin bir yada birkaç ülkede gerçekleşmesiyle başlayıp sonunda bütün dünyada sosyalizmin gerçekleşmesine varan bütün bir tarih dönemini kapsamaktır, işte, sosyalist devletlerle kapitalist devletlerin barış içinde birarada yaşamaları gereği burada görülür. Banş içinde Birarada Yasama, uluslararası anlaşmazlıklarda, bu anlaşmaları görüşme yoluyle çözüme kavuşturma; uluslararası karşılıklı güven; başka ülkelerin içişlerine karışmama; bütün ülkelerin hükümranlık haklarına tam saygı; karşılıklı menfaat ve tam eşitlik temeline dayanan ekonomik ve kültürel işbirliğinin ilerletilmesi aracı olarak, savaştan vazgeçilmesi gereğini ifade eder. Sosyalist devletlerle kapitalist devletlerin birarada yaşaması, revizyonistlerin düşündüğü gibi, sınıf mücadelesinin gevşemesi yada burjuva ideolojisiyle uz-laşılması anlamına gelmez. Banş içinde Birarada Yaşama, sınıf mücadelesinin barışçı yollardan yürütülen spesifik bir biçimidir. Bu durumda, sosyalizm ile kapitalizm arasındaki esas mücadele alanı ekonomik yarıştır; ve sosyalizm, üstünlüklerinden ötürü, bu yarışta zafer kazanacaktır. Başka ülkelere karşı savaşa girişilmemesi, çok daha mükemmel bir sosyal düzen örneği verilmesi, üretim güçlerinin gelişmesine yardımcı olmaktadır. Bu mücadele biçimi, dünyada yer alan muazzam değişmeler sonucunda hayata girmiştir. Çatışmaların çözümünde bir yol olarak geçmişte de arzu edil-miyecek bir şey olan savaş, bugün artık, bütün bir insanlık için dehşetli bir yıkım demek olan dünya çapında bir çatışmanın tehlikeleriyle doludur. Bugün bu, sosyalizmin düşmanları tarafından da görülmektedir. Uluslararası alanda kuvvet dengesi büyük değişikliklere uğramıştır. (Kapitalist ülkelerde sosyalizm ile işçi sınıfının ve demokratik akımların gücü artmıştır). Emperyalistler bu değişiklikleri görmezlikten gelemezler. Bütün bunlar, uluslararası çatışmaların barışçı yollarla çözüme kavuşturulması imkân ve gereğini yaratmaktadır. Banş içinde Birarada Yaşama, ulusal kurtuluş hareketinin bir kenara atılması anlamına gelmez; tam tersine, bu, ulusal kurtuluş hareketi için en uygun şartların yaratılması demektir. Bundan başka, Barış İçinde Birarada Yaşama uğrunda yapılan mücadele emperyalizme (askeri tehlikenin kaynağına) karşı yürütülen bir mücadele olduğundan, kitlelerin kendi hayatî menfaatlerini daha iyi anlamalarına yol açar.
BATI AVRUPA'DA ORTA ÇAĞ FELSEFESBABEUF'CÜLÜK, 18. yüzyıl'da, Fransa'da, tek bir merkez tarafından yönetilen bir «Eşitler Cumhuriyeti» —tek bir ulusal komün— kurmak amacıyle girişilen devrimci bir hareket, Adını, önderi ve teorisyenl olan Gracchus Ba-beuf'den (1760-97) alır. 1796'da Babeuf ve arkadaşları (Buonarotti, Marechal, Antonelle, Darthe, Germain, Debon, Lepelletier ve diğerleri), hareketin en yüksek noktasını teşkil eden «Eşitler Gizli İttifakı-nı kurmuşlardı. Gizli ittifak öğrenilmiş, katılanların çoğu tutuklanarak yargılanmıştır. Babeuf ve Darthe'nin, 1797'de giyotinle kafaları kesilmiştir. Babeuf'cülük, sömürülen plebler ile burjuvazi arasında, Devrim'-in hazırlık evresinde ortaya çıkan ve Devrim sırasında devam eden ittifakın parçalanışını işaret ediyordu. Plebler ile burjuvazi arasındaki ittifakın sallantılı olduğu açıktı; çünkü, bir burjuva devrimi, nüfusun en çok sömürülen kesimine temelde hiçbir şey sağ-lıyamazdı. Bu durum, özellikle Ther-midor gerici hareketinde açık ve seçik olarak ortaya çıkmıştı.
Babeuf'cülük, ön-proletarya ile genel plebiyen kitle arasındaki ilk ayrılığın politik ve ideolojik yansımasıydı. Babeuf'cülük, 18. yüzyıl Fransız materyalizminin, Melli-er'in popüler devrim fikirlerinin, Mo-relly'nin -rasyonalist» komünizminin ve Fransız Devrimi'ndeki en radikal eğilimlerin örgütsel ve ideolojik tecrübelerinin ideolojik mirasçılarıydılar. Babeuf cülük, sosyalist düşüncenin gelişmesinde ileriye doğru bir adımdı; çünkü, Fransa'nın sosyo-ekonomik gelişmesinin yeni bir evresinde, kapitalist ilişkilerin pekiştirildiği bir evrede ortaya çıkmıştı. Babeuf cüler, sosyalizmi teori alanından devrimci hareketin pratiğine geçirme işine girişen ilk kişilerdi. Babeuf cüler, geleceğin «Eşitler Cumhuriyeti»nin genel statüsünün yanısıra, yoksulların hayat şartlarını düzeltmek, karşı-devrim güçlerinin direncini kırmak için alınacak geniş bir tedbirler sistemi de meydana getirmişlerdi. Babeuf cüler, devrimin gerçekleştirilmesinden sonra emekçi halk dik-tatörlüğü'nün getirilmesi görüşünü ortaya atarak toplumun devrimci dönüşümünün ana evrelerini belirlemeğe çalışmışlar; ve tarihin zenginler ile yoksullar, patriciler ile plebler, efendiler ile köleler, toklar ile açlar arasında 6ir mücadele olduğunu ileri sürmüşlerdir. Tarihsel realizm'in özelliklerine sahip bulunan Babeuf cülük, taktiklerinde gizli tertipçilikten öteye geçememiştir. Bundan ötürü, sosyalizmin bir ütopya olmaktan çıkarak bir bilim haline gelmesinde Babeuf ve arkadaşlarının örgütsel ve ideolojik katkıları olmakla birlikte, Babeuf'cülük utop-yacılık olarak kabul edilir.
BACHOFEN, JOHANN JACOB (1815 -87), isviçreli hukuk ve din tarihçisi; Dos Mutterrecht adlı eseri (1861) aile tarihinin, özellikle de anaerkillik'in incelenmesinde öncü bir çalışmadır; fakat, Bachofen'in idealist dünya görüşü, aile ve evlilik ilişkilerinin ve bunların gelişmesinin gerçek yapısını keşfetmesine engel olmuştur. Dinsel fikirlerin evrimini, tarihin itici gücü olarak görmüştür. Felsefesi, Engels tarafından geniş bir şekilde irdelenmiştir (bak. «Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni»).
BACON, FEANCIS (1561-1626), İngiliz filozof, yeni materyalizm'in ve deneysel bilim'in kurucusu. I. James zamanın en yüksek mevkii olan Baş Şan-sölyelik'e yükselmiştir. 1620'de, ünlü eseri olan Novum Organum'u yayımlamıştır (eserin adı, Aristoteles'in Orga-non'unabir atıftır). Bacon, bu eserinde, bilimin görevleri ve tümevarımın temelleri üzerine yeni bir görüş getirmiştir. Bilgi'nin amacının, insanın tabiat üzerindeki egemenliğini artırmak olduğunu söyleyen Bacon, bu amaca, şeylerin hakiki nedenlerini ortaya çıkaran bilmeyle erişilebileceğini gösteriyordu. Bacon, bundan ötürü, iskolas-tiğe karşı çıkmıştır. Bilgi, başta, örümceğin kendi ağını örmesi gibi, bilgin'in de kendi icadı olan kavramlardan yola çıkarak kendi önerme sistemini kurması anlamına gelen «dogmatizm»den, yada, olguların birbirleriyle bağlantısızca, sadece ardarda sıralanması anlamına gelen «ampirizm»den zarar görmekteydi. Bundan dolayı, Bacon, daha önceki bilgilerin hepsine yönelen bir şüphecilik çağrısında bulunmuştur. Hakiki bilgi'nin mümkün olduğunu kabul eden Bacon, bilgi edinme metodunda bir reform yapılmasının gerekli olduğu düşüncesini ileri sürüyordu. Bu yolda atılacak ilk adım zihnimize musallat olan ön-yargı ve ön-fikirlerden (idol'lerden) kurtulmaktı. Bu illüzyonların bazıları, bütün insan soyunun zihinsel karakteristiğini teşkil eden alışkanlıklara, diğerleri ise tek bu araştırıcının yada araştırıcıların kendi zihinlerinin karakteristiğini teşkil eden alışkanlıklara ilişkindi. Yeni bilgi metodlannın uygulanması, bu kötü zihin alışkanlıklarından kurtulmakla mümkün olabilirdi. Bu -bilgi e-dinme, Bacon'a göre, tecrübe olgularının rasyonel işlenişi olmalıydı. Bu yeni bilgi edinme metodlannın çıkarsama öncüleri (media axiomata), metodik genelleştirme yada tümevarım yoluyle elde edilen kavramlara dayanan önermeler olacaktı. Tümevarım analitik tecrübe kavrayışına dayanmıştır. Engels'e göre, Bacon'un tek-yönlü gelişmesi, Bacon'a ve daha sonra da Locke'a, 15. ve 16. yüzyıllarda şekillenen metafizik yaklaşımı tabiat bilimlerinden felsefeye kaydırmak imkânını vermiştir. Bacon, tümvanm teorisinde, «negatif örnekler» denilen şeylerin, yani genelleştirme ile çelişen ve onun yeniden gözden geçirilmesini gerektiren hallerin önemini ilk olarak işaret eden kimse olmuştur. Onun felsefenin gelişmesine katkısı şöyle belirlenebilir. Birinci olarak, materyalist geleneği restore etti ve bu görüş açısından gelen geçmişin felsefi doktrinlerini itibarlarına kavuşturdu; ilk Çağ materyalizmini övdü ve idealizmin hatalarını ortaya koydu, ikinci olarak, materyalist tabiat anlayışını geliştirmiş ve onu şu fikre dayandırmıştır: madde parçacıkların birleşimidir ve tabiat çeşitli özelliklere sahip cisimlerin bileşimidir. Hareketi maddenin temel bir niteliği olarak gören Bacon'a göre, hareket sadece mekanik hareketten ibaret değildi (19 tip hareket tanımlıyordu). Ba-con'un görüşleri, ingiltere'deki, ilk sermaye birikimi çağında, bilgiye duyulan ihtiyacı yansıtıyordu. Fakat, Bacon kararlı bir materyalist değildi. Bacon'-un öğretisi, Marx'ın işaret ettiği gibi «teolojik tutarsızlıklar»la doluydu. Yeni Atlantis'te ifadesini bulan siyasi görüşleri, yönetici sınıf ile ezilen sınıf antitezi yerinde dururken, bilim ve gelişmiş bir teknolojik temel üzerinde ekonomik bakımdan serpilip gelişen ideal bir toplum utopyasıdır.
BACON, ROGER (1214-92), İngiliz Orta Çağlar düşünürü; modern deneysel bilimin habercisi; zanaatkarların ideologu, Feodal törelerle feodal ideoloji ve politikayı teşhir etmiştir. Dinden sapmış görüşler beslediği ileri sürüle-' rek, 1277'de Oxford Üniversitesindeki öğretim görevine son verilmiş. Kilise otoriteleri tarafından bir manastıra kapatılmıştır. Dünya görüşü materyalistti, fakat materyalizmi kararlı olarak devam etmemiştir. Bacon, isko-lastik dogmatizm'! ve otoriteye bağımlılığı reddeder ve tabiatın deneysel incelenmesine ve bilime, yeni bir tarzda, doğmalardan bağımsız olarak yaklaşılmasını savunur. Bilgi'nin amacı, insanın tabiat üzerindeki egemenliğini artırmaktır, diyen Bacon, matematik! bir bilgi edinme aracı olarak görür. Eserlerinde, astroloji, simya ve batıl inançlarla ilgili izlere rastlanırsa da. teknik ve bilimsel mahiyette bazı cesur tahminler yapmıştır.
BADEN OKULU, Yeni-Kant'çı en etkili okullardan biri. Bu okulun adı, profesör Wilden Bald ve Rick'ert'in Baden Okulu teorisi öğretimi yaptıkları Heidelberg ve Freiburg Üniversitelerinin Baden eyaletinde bulunmasından gelir. Esas olarak, tabiî bilimsel metodun karşısına tarihsel metod'un konmasıdır; tarih, burada kültürel değerlerin bireysel gelişme olgularının bilimidir; tabii bilim ise, tekrarlanan, genel tabii fenomenlerin kanunlarının incelenmesidir. Her iki halde de, kavramlar realitenin yansılan değildir. Bunlar, realitenin, a priori ilkelere bağımlı düşünceye çevrilmesidir sadece; tabiî bilim genel'in bilgisidir, tarihsel bireysel'in bilgisidir. Kant'ın yolundan giden Baden Okulu, varlık ile zorun-luluk'u karşı karşıya getirir. Tarihin kanunlarının inkân> yani okulun tipik-liği, ileri sürdüğü değer teorisine sıkıca bağlıdır. Bu teoriler, H. Münster-berg (1863-1916) ve E. Lask (1875-1915) tarafından geliştirilmiştir, J. Cohn (1869-1947) ve B. Christiansen tarafın-, dan estetik'e, Weber tarafından da sosyoloji'ye uygulanmıştır. Aşın süb-jektivizm ve iradecilik anlayışıyle geliştirilen Baden okulunun modern sosyoloji fikirleri marksizm'e karşıdır. Batı Almanya'daki bu sosyoloji okulunun başında W. Theimer ve G. Ritter vardır.
BAĞDAŞMAZLIK, bir mantık işlemi: bu işlemde, bir içermenin önermeleri olan ön^bileşen ve ard-bileşen yerine, bunlann olumsuz halleri konur (tersine çevirme-obversion>, önermelerin yerleri de değiştirilir (yerdeğiştirme-conversion). Şöyle ki, «eğer X 4'le bö-lünebiliyorsa, o halde 2'yle bölünebilir» önermesinin Bağdaşmazlık'1, «eğer X 2'yle bölünemiyorsa, o halde 4'le de bölünemez» önermesidir. Bağdaşmazlık, birinci önermenin doğruluk ya da yanlışlık değerini korur.
BAKUNİN, MİHAİL ALEXANDROVİÇ,
(1814-76), Rus küçük burjuva devrimci; aristokrat doğuşlu; anarşizmin ideologu; felsefe'de eklektik'tir. Bakunjn, 1836'dan 1840'a kadar Moskova'da yaşadı. Burada Fichte ve Hegel'i inceledi; Hegel felsefesini Gimnazichesklye rechi Gegelya (Predisloviye perevod-chika)'da muhafazakâr bir anlayışla yorumladı. Bakunin, 1840'da Rusyadan göç edip sol-Hegefcilere katıldı. Prag ve Dresden'de 1848-1850 Devrimi'nde yer aldı. Rusya'ya döndü, 1851'de tutuklandı, 1857'de Sibirya'ya sürüldü, 1861'de sürgünden kaçtı. 1860-70 yıllarını Batı Avrupa'da geçirdi; burada Herzen ve Ogaryov'la işbirliği yaptı. Anarşist hareketin örgütlenmesinde aktif bir rol alarak, 1872'de atıldığı Birinci Enternasyonal'de marksizm'e karşı savaştı. Dört yıl sonra Bern'de öldü. Bakunin'in teorisi altmış yılının bitiminde son biçimini almıştır (Cosu-darstvennost i anarkhiya, 1873). Baku-nin'nin temel görüşüne göre, bir Tanrı icadı olan devlet, insanı ezen başlıca araçtır. Din «kolektif deliliktir», ezilen kitlelerin bilincinin çirkin ürünüdür, Kilise ise, çatısı altında ezilen kitlelerin günlük dertlerini unutmayı aradıkları «kutsal bir taverna» dır. Bilimsel metodu toplum teorisine uygulamanın önemini kavnyamamış, sınıf mücadelesi ve proletarya diktatörlüğü marksist öğretisine karşı çıkmıştır. Bakunin'in anarşist fikirleri, devrimci Rus Narodnikleri arasında ve ekonomik bakımdan yoksul diğer ülkelerde (italya, ispanya, v.s.), 1870 yıllarında yaygınlık kazanmıştır. Bakunin'in anarşist fikirleri Marx. En-gels ve Lenin tarafından eleştirilmiştir.
BARIŞ İÇİNDE BİRARADA YASAMA,
yeni bir dünya savaşından sakınmak için, bazı sosyalist devletlerce yürütülen dış politikanın bir ilkesi. Farklı sosyal sistemli devletlerin birarada yaşaması görüşü, ilk olarak, kapitalizmin eşitsiz ekonomik ve politik gelişme karnımın^ dayanarak Lenin tarafından ortaya konmuştur. Buna göre, sosyalizme geçiş, bütün ülkelerde aynı zamanda olmamaktadır; bu geçiş, sosyalizmin bir yada birkaç ülkede gerçekleşmesiyle başlayıp sonunda bütün dünyada sosyalizmin gerçekleşmesine varan bütün bir tarih dönemini kapsamaktır, işte, sosyalist devletlerle kapitalist devletlerin barış içinde birarada yaşamaları gereği burada görülür. Banş içinde Birarada Yasama, uluslararası anlaşmazlıklarda, bu anlaşmaları görüşme yoluyle çözüme kavuşturma; uluslararası karşılıklı güven; başka ülkelerin içişlerine karışmama; bütün ülkelerin hükümranlık haklarına tam saygı; karşılıklı menfaat ve tam eşitlik temeline dayanan ekonomik ve kültürel işbirliğinin ilerletilmesi aracı olarak, savaştan vazgeçilmesi gereğini ifade eder. Sosyalist devletlerle kapitalist devletlerin birarada yaşaması, revizyonistlerin düşündüğü gibi, sınıf mücadelesinin gevşemesi yada burjuva ideolojisiyle uz-laşılması anlamına gelmez. Banş içinde Birarada Yaşama, sınıf mücadelesinin barışçı yollardan yürütülen spesifik bir biçimidir. Bu durumda, sosyalizm ile kapitalizm arasındaki esas mücadele alanı ekonomik yarıştır; ve sosyalizm, üstünlüklerinden ötürü, bu yarışta zafer kazanacaktır. Başka ülkelere karşı savaşa girişilmemesi, çok daha mükemmel bir sosyal düzen örneği verilmesi, üretim güçlerinin gelişmesine yardımcı olmaktadır. Bu mücadele biçimi, dünyada yer alan muazzam değişmeler sonucunda hayata girmiştir. Çatışmaların çözümünde bir yol olarak geçmişte de arzu edil-miyecek bir şey olan savaş, bugün artık, bütün bir insanlık için dehşetli bir yıkım demek olan dünya çapında bir çatışmanın tehlikeleriyle doludur. Bugün bu, sosyalizmin düşmanları tarafından da görülmektedir. Uluslararası alanda kuvvet dengesi büyük değişikliklere uğramıştır. (Kapitalist ülkelerde sosyalizm ile işçi sınıfının ve demokratik akımların gücü artmıştır). Emperyalistler bu değişiklikleri görmezlikten gelemezler. Bütün bunlar, uluslararası çatışmaların barışçı yollarla çözüme kavuşturulması imkân ve gereğini yaratmaktadır. Banş içinde Birarada Yaşama, ulusal kurtuluş hareketinin bir kenara atılması anlamına gelmez; tam tersine, bu, ulusal kurtuluş hareketi için en uygun şartların yaratılması demektir. Bundan başka, Barış İçinde Birarada Yaşama uğrunda yapılan mücadele emperyalizme (askeri tehlikenin kaynağına) karşı yürütülen bir mücadele olduğundan, kitlelerin kendi hayatî menfaatlerini daha iyi anlamalarına yol açar.
BATI AVRUPA'DA ORTA ÇAĞ FELSEFESİ, Roma İmparatorluğunun (5. yüzyıl'da) çöküşü ile kapitalist toplum biçimlerinin ortaya çıkışı (14-15. yüzyıllar) sırasında gelişen Batı Avrupa feodal toplum felsefesi. Antik köleci toplum'un çöküşünü felsefede de bir düşüş izlemişti. Antik Çağ fel-sefesi'nin bıraktığı miras ortadan silinmişti; bu miras 12. yüzyıl'ın ikinci yansına kadar da bilginler için meçhul kalmıştı. Avrupa'da egemen ideoloji din'di- Yakın Doğu'da, Arabistan'da ve Arapça konuşan öteki ülkelerde islâmlık ve de Hıristiyanlığın iki çeşidi (Roma Katolikliği ile Yunan Or-todoksuluğu). Okul ve eğitim; tabiat, dünya ve insan hakkındaki bütün peşin fikirlerin temelini teşkil eden dogmalara sahip bulunan Kilisenin pençesine düşmüştü. Meslek ve din okullarının gelişmesi ve 12. yüzyıl'ın ortasında ilk üniversitelerin kurulması (italya'da, ingiltere'de, Bohemya'da ve Fransa'da), dinsel dogmalar'm, hattâ din'in haklı gösterilmesinde ilahiyatı, felsefî açıklamalara girişmeye şevketti. Böylece, birkaç yüzyıl, felsefe «ilahiyatın işi» olarak kaldı. Felsefe, dinsizlere karşı Hıristiyanlığın şampiyonluğunu yapan apolojistler'in elinde, daha sonra da «Kilise Babalan.nın yazılarında bu rolü oynadı. Bunların içinde en önde geleni, Yeni-Platon'-culuk'u Hıristiyan doktrinleri sistemine sokan Augustinus idi (354-430). Sahte-Dionysius, Areopajit (5. yüzyıl) gibi Doğulu Yeni-Platon'cular, Hıristiyan ilahiyatın ihtiyaçlarına uydurulmuş, Yeni-Platon'cu etkinin diğer bir Batı'lı kaynağı idiler.
Johannes Scotus Erigena, Orta Çağ felsefesi'nin formüle edilmesinde başta geliyordu. Ne var ki Orta Çağ filozofları, dinsel dogmaları belirleyip açarken, tekil ile genel'in ilişkisine dair karmaşık problemlerde takılıp kalacaklardı. Bu filozoflar, problemleri kendi tarzlarında çözüyorlardı; iskolâstik, başta realizm ve nominalizm doktrinleri (bak. Gerçekçilik, Orta Çağ) olmak üzere antogo-nist bir takım görüşleri geliştirmişti. 12. yüzyıl'da Pierre Abelard bu iki düşünce okulu'nun da aşırıcılığına karşı çıktı. 12. - yüzyıl'ın ortasında başlıya-rak, Aristoteles'in başlıca eserleri Latince'ye çevrildi. Kilise bunları ilk önceleri düşmanca karşıladı; ama kısa bir zaman sonra, Aristoteles'e! doktrinler, Hıristiyanlık'ın felsefî temelleri olarak tanındı. Iskolâstikler, Aristoteles'in yorumcuları, savunucuları durumuna geldiler. Bunlar, Aristoteles'in fikirlerini kendi dinsel ve felsefi kavramlarına uyarlayarak, Aristoteles'e! doktrin'in eskimiş yanlarım (yani. Aristoteles'e! fizik'in ilkelerini; yer-merkezci sistemi) dogmalaştırarak, bilimde yeni'nin araştırılmasını reddettiler. 13. yüzyıl'da iskolâstik'in en başta gelen önderleri, Büyük Albert, Aquino'-lu Thomas ve John Duns Scotus'du. 19. yüzyıl'ın ikinci yansında Aquino'lu Thomas öğretisi'ni kendi resmî doktrini (bak. Yeni-Thomas'cılık) olarak ilân eden Kilise, kendisini azizleştir-mişti. 13. yüzyıl'ın en önde gelen üç iskolâstiğinin bir çağdaşı da, feodal toplum'un sosyal temeline karşı çıkan Roger Bacon'dı. 13. yüzyıl Orta Çağ şehirlerinde, sanat ve zanaatta, ticarette ve ticaret yollarında, Haçlı seferlerinden ötürü Doğu ile genişliyen ilişkilerde meydana gelen gelişmeler, felsefe'yi, özellikle de nominalizm'! ileriye doğru azçok harekete geçirmişti; nominalizm'in en önde gelen temsilcileri Occam'lı William ile Paris Occam'cılık okulu'nun izleyicileriydi, ideolojik mücadele, iskolâstik'in içinde başlamakla kalmıyordu; mistisizm, Roma İmparatorluğunun (5. yüzyıl'da) çöküşü ile kapitalist toplum biçimlerinin ortaya çıkışı (14-15. yüzyıllar) sırasında gelişen Batı Avrupa feodal toplum felsefesi. Antik köleci toplum'un çöküşünü felsefede de bir düşüş izlemişti. Antik Çağ fel-sefesi'nin bıraktığı miras ortadan silinmişti; bu miras 12. yüzyıl'ın ikinci yansına kadar da bilginler için meçhul kalmıştı. Avrupa'da egemen ideoloji din'di- Yakın Doğu'da, Arabistan'da ve Arapça konuşan öteki ülkelerde islâmlık ve de Hıristiyanlığın iki çeşidi (Roma Katolikliği ile Yunan Or-todoksuluğu). Okul ve eğitim; tabiat, dünya ve insan hakkındaki bütün peşin fikirlerin temelini teşkil eden dogmalara sahip bulunan Kilisenin pençesine düşmüştü. Meslek ve din okullarının gelişmesi ve 12. yüzyıl'ın ortasında ilk üniversitelerin kurulması (italya'da, ingiltere'de, Bohemya'da ve Fransa'da), dinsel dogmalar'm, hattâ din'in haklı gösterilmesinde ilahiyatı, felsefî açıklamalara girişmeye şevketti. Böylece, birkaç yüzyıl, felsefe «ilahiyatın işi» olarak kaldı. Felsefe, dinsizlere karşı Hıristiyanlığın şampiyonluğunu yapan apolojistler'in elinde, daha sonra da «Kilise Babalan.nın yazılarında bu rolü oynadı. Bunların içinde en önde geleni, Yeni-Platon'-culuk'u Hıristiyan doktrinleri sistemine sokan Augustinus idi (354-430). Sahte-Dionysius, Areopajit (5. yüzyıl) gibi Doğulu Yeni-Platon'cular, Hıristiyan ilahiyatın ihtiyaçlarına uydurulmuş, Yeni-Platon'cu etkinin diğer bir Batı'lı kaynağı idiler. Johannes Scotus Erigena, Orta Çağ felsefesi'nin formüle edilmesinde başta geliyordu. Ne var ki Orta Çağ filozofları, dinsel dogmaları belirleyip açarken, tekil ile genel'in ilişkisine dair karmaşık problemlerde takılıp kalacaklardı. Bu filozoflar, problemleri kendi tarzlarında çözüyorlardı; iskolâstik, başta realizm ve nominalizm doktrinleri (bak. Gerçekçilik, Orta Çağ) olmak üzere antogo-nist bir takım görüşleri geliştirmişti. 12. yüzyıl'da Pierre Abelard bu iki düşünce okulu'nun da aşırıcılığına karşı çıktı. 12. - yüzyıl'ın ortasında başlıya-rak, Aristoteles'in başlıca eserleri Latince'ye çevrildi. Kilise bunları ilk önceleri düşmanca karşıladı; ama kısa bir zaman sonra, Aristoteles'e! doktrinler, Hıristiyanlık'ın felsefî temelleri olarak tanındı. Iskolâstikler, Aristoteles'in yorumcuları, savunucuları durumuna geldiler. Bunlar, Aristoteles'in fikirlerini kendi dinsel ve felsefi kavramlarına uyarlayarak, Aristoteles'e! doktrin'in eskimiş yanlarım (yani. Aristoteles'e! fizik'in ilkelerini; yer-merkezci sistemi) dogmalaştırarak, bilimde yeni'nin araştırılmasını reddettiler. 13. yüzyıl'da iskolâstik'in en başta gelen önderleri, Büyük Albert, Aquino'-lu Thomas ve John Duns Scotus'du. 19. yüzyıl'ın ikinci yansında Aquino'lu Thomas öğretisi'ni kendi resmî doktrini (bak. Yeni-Thomas'cılık) olarak ilân eden Kilise, kendisini azizleştirmişti. 13. yüzyıl'ın en önde gelen üç iskolâstiğinin bir çağdaşı da, feodal toplum'un sosyal temeline karşı çıkan Roger Bacon'dı. 13. yüzyıl Orta Çağ şehirlerinde, sanat ve zanaatta, ticarette ve ticaret yollarında, Haçlı seferlerinden ötürü Doğu ile genişliyen ilişkilerde meydana gelen gelişmeler, felsefe'yi, özellikle de nominalizm'! ileriye doğru azçok harekete geçirmişti; nominalizm'in en önde gelen temsilcileri Occam'lı William ile Paris Occam'cılık okulu'nun izleyicileriydi, ideolojik mücadele, iskolâstik'in içinde başlamakla kalmıyordu; mistisizm de dışardan, ona karşı- çıkıyordu; mistisizm. Kilise otoritesi'ne ve Kilise dokt-rinleri'ne insanın duyumlan'nın ve sübjektif bilincinin aşağısında yer veriyordu. Mistisizm feodal toplumun manevi hayatında resmi dine çok kere bir karşı koyma tarzı olmuş; Tann'ya inanan insanın kişisel davranışı, feodal ideoloji ve feodal toplum sisteminin eleştirisi halini, hatta bunlara karşı mücadele halini almıştı. Fakat mistiklerin Bonaventura ve Clairvaux tarzında reaksiyoner bir kanadı da vardı. 13. yüzyıl'da iskolastiğe karşı, Ibni Rüşt'ün insan ruhunun ölümlüğüne ve bütün insanlarda ortaklaşa bir aklın varlığına ilişkin öğretileriyle beslenen güçlü bir akım ortaya çıktı, Bu kavramlar, anti - iskolastik bir savaşçı olan, ve 1282'de öldürülen Bra-bantlı Siger tarafından Paris Üniversi-tesi'nde cesaretle geliştirildi. 12. yüzyıl' m ilk başlannda, dinden sapışlara, klerikalizme ve yeni felsefî görüşlere karşı savaşmak üzere Dominikenve Fransis-ken tarikatları kurulmuştu. Bu iki tarikata mensup bilginler, 12. yüzyıl'da. Aristoteles'in öğretilerini, Katolik ideolojiye uygun hale getirmek amacıyle ıslah ederek, Papa IX. Gregory'nin tasarısını yürürlüğe koydular. 13. yüzyıl'da, Orta Çağ felsefesi'nde, öncesine oranla bir yükseliş görülmekle birlikte, bin yılı aşan gelişmenin sonuçlan, gerek felsefe, gerekse bilim bakımından zayıftı- çünkü, en büyük düşünürler bile, hakikatten çok dini haklı gösterme yol ve çareleri ile ilgileniyorlardı; Orta Çağ toplumunun papaz rejimi, bu dar kafalı çerçevenin ötesine .geçecek kadar cesur kimselerin hareket -ve düşüncelerine zincir vurmuştu. Ancak yeni kapitalist üretim tarzı ve bilimin teorik ve pratik yeni değerlendirmeleri ortaya çıktığı zamandır ki, Batı Avrupa'nın önde gelen şahsiyetlerinin düşüncesi Orta Çağ felsefesi'nin bağlarından kurtulabilmiştir.
[color=red](DEVAM EDECEK)[/color]
18. yüzyıl'da, Fransa'da, tek bir merkez tarafından yönetilen bir «Eşitler Cumhuriyeti» —tek bir ulusal komün— kurmak amacıyle girişilen devrimci bir hareket, Adını, önderi ve teorisyenl olan Gracchus Ba-beuf'den (1760-97) alır. 1796'da Babeuf ve arkadaşları (Buonarotti, Marechal, Antonelle, Darthe, Germain, Debon, Lepelletier ve diğerleri), hareketin en yüksek noktasını teşkil eden «Eşitler Gizli İttifakı-nı kurmuşlardı. Gizli ittifak öğrenilmiş, katılanların çoğu tutuklanarak yargılanmıştır. Babeuf ve Darthe'nin, 1797'de giyotinle kafaları kesilmiştir. Babeuf'cülük, sömürülen plebler ile burjuvazi arasında, Devrim'-in hazırlık evresinde ortaya çıkan ve Devrim sırasında devam eden ittifakın parçalanışını işaret ediyordu.
Plebler ile burjuvazi arasındaki ittifakın sallantılı olduğu açıktı; çünkü, bir burjuva devrimi, nüfusun en çok sömürülen kesimine temelde hiçbir şey sağ-lıyamazdı. Bu durum, özellikle Ther-midor gerici hareketinde açık ve seçik olarak ortaya çıkmıştı.
Babeuf'cülük, ön-proletarya ile genel plebiyen kitle arasındaki ilk ayrılığın politik ve ideolojik yansımasıydı. Babeuf'cülük, 18. yüzyıl Fransız materyalizminin, Melli-er'in popüler devrim fikirlerinin, Mo-relly'nin -rasyonalist» komünizminin ve Fransız Devrimi'ndeki en radikal eğilimlerin örgütsel ve ideolojik tecrübelerinin ideolojik mirasçılarıydılar. Babeuf cülük, sosyalist düşüncenin gelişmesinde ileriye doğru bir adımdı; çünkü, Fransa'nın sosyo-ekonomik gelişmesinin yeni bir evresinde, kapitalist ilişkilerin pekiştirildiği bir evrede ortaya çıkmıştı. Babeuf cüler, sosyalizmi teori alanından devrimci hareketin pratiğine geçirme işine girişen ilk kişilerdi. Babeuf cüler, geleceğin «Eşitler Cumhuriyeti»nin genel statüsünün yanısıra, yoksulların hayat şartlarını düzeltmek, karşı-devrim güçlerinin direncini kırmak için alınacak geniş bir tedbirler sistemi de meydana getirmişlerdi. Babeuf cüler, devrimin gerçekleştirilmesinden sonra emekçi halk dik-tatörlüğü'nün getirilmesi görüşünü ortaya atarak toplumun devrimci dönüşümünün ana evrelerini belirlemeğe çalışmışlar; ve tarihin zenginler ile yoksullar, patriciler ile plebler, efendiler ile köleler, toklar ile açlar arasında 6ir mücadele olduğunu ileri sürmüşlerdir. Tarihsel realizm'in özelliklerine sahip bulunan Babeuf cülük, taktiklerinde gizli tertipçilikten öteye geçememiştir. Bundan ötürü, sosyalizmin bir ütopya olmaktan çıkarak bir bilim haline gelmesinde Babeuf ve arkadaşlarının örgütsel ve ideolojik katkıları olmakla birlikte, Babeuf'cülük utop-yacılık olarak kabul edilir.
BACHOFEN, JOHANN JACOB (1815 -87), isviçreli hukuk ve din tarihçisi; Dos Mutterrecht adlı eseri (1861) aile tarihinin, özellikle de anaerkillik'in incelenmesinde öncü bir çalışmadır; fakat, Bachofen'in idealist dünya görüşü, aile ve evlilik ilişkilerinin ve bunların gelişmesinin gerçek yapısını keşfetmesine engel olmuştur. Dinsel fikirlerin evrimini, tarihin itici gücü olarak görmüştür. Felsefesi, Engels tarafından geniş bir şekilde irdelenmiştir (bak. «Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni»).
BACON, FEANCIS (1561-1626), İngiliz filozof, yeni materyalizm'in ve deneysel bilim'in kurucusu. I. James zamanın en yüksek mevkii olan Baş Şan-sölyelik'e yükselmiştir. 1620'de, ünlü eseri olan Novum Organum'u yayımlamıştır (eserin adı, Aristoteles'in Orga-non'unabir atıftır). Bacon, bu eserinde, bilimin görevleri ve tümevarımın temelleri üzerine yeni bir görüş getirmiştir. Bilgi'nin amacının, insanın tabiat üzerindeki egemenliğini artırmak olduğunu söyleyen Bacon, bu amaca, şeylerin hakiki nedenlerini ortaya çıkaran bilmeyle erişilebileceğini gösteriyordu. Bacon, bundan ötürü, iskolas-tiğe karşı çıkmıştır. Bilgi, başta, örümceğin kendi ağını örmesi gibi, bilgin'in de kendi icadı olan kavramlardan yola çıkarak kendi önerme sistemini kurması anlamına gelen «dogmatizm»den, yada, olguların birbirleriyle bağlantısızca, sadece ardarda sıralanması anlamına gelen «ampirizm»den zarar görmekteydi. Bundan dolayı, Bacon, daha önceki bilgilerin hepsine yönelen bir şüphecilik çağrısında bulunmuştur. Hakiki bilgi'nin mümkün olduğunu kabul eden Bacon, bilgi edinme metodunda bir reform yapılmasının gerekli olduğu düşüncesini ileri sürüyordu. Bu yolda atılacak ilk adım zihnimize musallat olan ön-yargı ve ön-fikirlerden (idol'lerden) kurtulmaktı. Bu illüzyonların bazıları, bütün insan soyunun zihinsel karakteristiğini teşkil eden alışkanlıklara, diğerleri ise tek bu araştırıcının yada araştırıcıların kendi zihinlerinin karakteristiğini teşkil eden alışkanlıklara ilişkindi. Yeni bilgi metodlannın uygulanması, bu kötü zihin alışkanlıklarından kurtulmakla mümkün olabilirdi. Bu -bilgi e-dinme, Bacon'a göre, tecrübe olgularının rasyonel işlenişi olmalıydı. Bu yeni bilgi edinme metodlannın çıkarsama öncüleri (media axiomata), metodik genelleştirme yada tümevarım yoluyle elde edilen kavramlara dayanan önermeler olacaktı. Tümevarım analitik tecrübe kavrayışına dayanmıştır. Engels'e göre, Bacon'un tek-yönlü gelişmesi, Bacon'a ve daha sonra da Locke'a, 15. ve 16. yüzyıllarda şekillenen metafizik yaklaşımı tabiat bilimlerinden felsefeye kaydırmak imkânını vermiştir. Bacon, tümvanm teorisinde, «negatif örnekler» denilen şeylerin, yani genelleştirme ile çelişen ve onun yeniden gözden geçirilmesini gerektiren hallerin önemini ilk olarak işaret eden kimse olmuştur. Onun felsefenin gelişmesine katkısı şöyle belirlenebilir. Birinci olarak, materyalist geleneği restore etti ve bu görüş açısından gelen geçmişin felsefi doktrinlerini itibarlarına kavuşturdu; ilk Çağ materyalizmini övdü ve idealizmin hatalarını ortaya koydu, ikinci olarak, materyalist tabiat anlayışını geliştirmiş ve onu şu fikre dayandırmıştır: madde parçacıkların birleşimidir ve tabiat çeşitli özelliklere sahip cisimlerin bileşimidir. Hareketi maddenin temel bir niteliği ola-. rak gören Bacon'a göre, hareket sadece mekanik hareketten ibaret değildi (19 tip hareket tanımlıyordu). Ba-con'un görüşleri, ingiltere'deki, ilk sermaye birikimi çağında, bilgiye duyulan ihtiyacı yansıtıyordu. Fakat, Bacon kararlı bir materyalist değildi. Bacon'-un öğretisi, Marx'ın işaret ettiği gibi «teolojik tutarsızlıklar»la doluydu. Yeni Atlantis'te ifadesini bulan siyasi görüşleri, yönetici sınıf ile ezilen sınıf antitezi yerinde dururken, bilim ve gelişmiş bir teknolojik temel üzerinde ekonomik bakımdan serpilip gelişen ideal bir toplum utopyasıdır.
BACON, ROGER (1214-92), İngiliz Orta Çağlar düşünürü; modern deneysel bilimin habercisi; zanaatkarların ideologu, Feodal törelerle feodal ideoloji ve politikayı teşhir etmiştir. Dinden sapmış görüşler beslediği ileri sürüle-' rek, 1277'de Oxford Üniversitesindeki öğretim görevine son verilmiş. Kilise otoriteleri tarafından bir manastıra kapatılmıştır. Dünya görüşü materyalistti, fakat materyalizmi kararlı olarak devam etmemiştir. Bacon, isko-lastik dogmatizm'! ve otoriteye bağımlılığı reddeder ve tabiatın deneysel incelenmesine ve bilime, yeni bir tarzda, doğmalardan bağımsız olarak yaklaşılmasını savunur. Bilgi'nin amacı, insanın tabiat üzerindeki egemenliğini artırmaktır, diyen Bacon, matematik! bir bilgi edinme aracı olarak görür. Eserlerinde, astroloji, simya ve batıl inançlarla ilgili izlere rastlanırsa da. teknik ve bilimsel mahiyette bazı cesur tahminler yapmıştır.
BADEN OKULU, Yeni-Kant'çı en etkili okullardan biri. Bu okulun adı, profesör Wilden Bald ve Rick'ert'in Baden Okulu teorisi öğretimi yaptıkları Heidelberg ve Freiburg Üniversitelerinin Baden eyaletinde bulunmasından gelir. Esas olarak, tabiî bilimsel metodun karşısına tarihsel metod'un konmasıdır; tarih, burada kültürel değerlerin bireysel gelişme olgularının bilimidir; tabii bilim ise, tekrarlanan, genel tabii fenomenlerin kanunlarının incelenmesidir. Her iki halde de, kavramlar realitenin yansılan değildir. Bunlar, realitenin, a priori ilkelere bağımlı düşünceye çevrilmesidir sadece; tabiî bilim genel'in bilgisidir, tarihsel bireysel'in bilgisidir. Kant'ın yolundan giden Baden Okulu, varlık ile zorun-luluk'u karşı karşıya getirir. Tarihin kanunlarının inkân> yani okulun tipik-liği, ileri sürdüğü değer teorisine sıkıca bağlıdır.
Bu teoriler, H. Münster-berg (1863-1916) ve E. Lask (1875-1915) tarafından geliştirilmiştir, J. Cohn (1869-1947) ve B. Christiansen tarafın-, dan estetik'e, Weber tarafından da sosyoloji'ye uygulanmıştır. Aşın süb-jektivizm ve iradecilik anlayışıyle geliştirilen Baden okulunun modern sosyoloji fikirleri marksizm'e karşıdır. Batı Almanya'daki bu sosyoloji okulunun başında W. Theimer ve G. Ritter vardır.
BAĞDAŞMAZLIK, bir mantık işlemi: bu işlemde, bir içermenin önermeleri olan ön^bileşen ve ard-bileşen yerine, bunlann olumsuz halleri konur (tersine çevirme-obversion>, önermelerin yerleri de değiştirilir (yerdeğiştirme-conversion). Şöyle ki, «eğer X 4'le bö-lünebiliyorsa, o halde 2'yle bölünebilir» önermesinin Bağdaşmazlık'1, «eğer X 2'yle bölünemiyorsa, o halde 4'le de bölünemez» önermesidir. Bağdaşmazlık, birinci önermenin doğruluk ya da yanlışlık değerini korur.
BAKUNİN, MİHAİL ALEXANDROVİÇ,
(1814-76), Rus küçük burjuva devrimci; aristokrat doğuşlu; anarşizmin ideologu; felsefe'de eklektik'tir. Bakunjn, 1836'dan 1840'a kadar Moskova'da yaşadı. Burada Fichte ve Hegel'i inceledi; Hegel felsefesini Gimnazichesklye rechi Gegelya (Predisloviye perevod-chika)'da muhafazakâr bir anlayışla yorumladı. Bakunin, 1840'da Rusyadan göç edip sol-Hegefcilere katıldı. Prag ve Dresden'de 1848-1850 Devrimi'nde
yer aldı. Rusya'ya döndü, 1851'de tutuklandı, 1857'de Sibirya'ya sürüldü, 1861'de sürgünden kaçtı. 1860-70 yıllarını Batı Avrupa'da geçirdi; burada Herzen ve Ogaryov'la işbirliği yaptı. Anarşist hareketin örgütlenmesinde aktif bir rol alarak, 1872'de atıldığı Birinci Enternasyonal'de marksizm'e karşı savaştı. Dört yıl sonra Bern'de öldü. Bakunin'in teorisi altmış yılının bitiminde son biçimini almıştır (Cosu-darstvennost i anarkhiya, 1873).
Baku-nin'nin temel görüşüne göre, bir Tanrı icadı olan devlet, insanı ezen başlıca araçtır. Din «kolektif deliliktir», ezilen kitlelerin bilincinin çirkin ürünüdür, Kilise ise, çatısı altında ezilen kitlelerin günlük dertlerini unutmayı aradıkları «kutsal bir taverna» dır. Bilimsel metodu toplum teorisine uygulamanın önemini kavnyamamış, sınıf mücadelesi ve proletarya diktatörlüğü marksist öğretisine karşı çıkmıştır. Bakunin'in anarşist fikirleri, devrimci Rus Narodnikleri arasında ve ekonomik bakımdan yoksul diğer ülkelerde (italya, ispanya, v.s.), 1870 yıllarında yaygınlık kazanmıştır. Bakunin'in anarşist fikirleri Marx. En-gels ve Lenin tarafından eleştirilmiştir.
BARIŞ İÇİNDE BİRARADA YASAMA,
yeni bir dünya savaşından sakınmak için, bazı sosyalist devletlerce yürütülen dış politikanın bir ilkesi. Farklı sosyal sistemli devletlerin birarada yaşaması görüşü, ilk olarak, kapitalizmin eşitsiz ekonomik ve politik gelişme karnımın^ dayanarak Lenin tarafından ortaya konmuştur. Buna göre, sosyalizme geçiş, bütün ülkelerde aynı zamanda olmamaktadır; bu geçiş, sosyalizmin bir yada birkaç ülkede gerçekleşmesiyle başlayıp sonunda bütün dünyada sosyalizmin gerçekleşmesine varan bütün bir tarih dönemini kapsamaktır, işte, sosyalist devletlerle kapitalist devletlerin barış içinde birarada yaşamaları gereği burada görülür. Banş içinde Birarada Yasama, uluslararası anlaşmazlıklarda, bu anlaşmaları görüşme yoluyle çözüme kavuşturma; uluslararası karşılıklı güven; başka ülkelerin içişlerine karışmama; bütün ülkelerin hükümranlık haklarına tam saygı; karşılıklı menfaat ve tam eşitlik temeline dayanan ekonomik ve kültürel işbirliğinin ilerletilmesi aracı olarak, savaştan vazgeçilmesi gereğini ifade eder. Sosyalist devletlerle kapitalist devletlerin birarada yaşaması, revizyonistlerin düşündüğü gibi, sınıf mücadelesinin gevşemesi yada burjuva ideolojisiyle uz-laşılması anlamına gelmez. Banş içinde Birarada Yaşama, sınıf mücadelesinin barışçı yollardan yürütülen spesifik bir biçimidir. Bu durumda, sosyalizm ile kapitalizm arasındaki esas mücadele alanı ekonomik yarıştır; ve sosyalizm, üstünlüklerinden ötürü, bu yarışta zafer kazanacaktır. Başka ülkelere karşı savaşa girişilmemesi, çok daha mükemmel bir sosyal düzen örneği verilmesi, üretim güçlerinin gelişmesine yardımcı olmaktadır. Bu mücadele biçimi, dünyada yer alan muazzam değişmeler sonucunda hayata girmiştir. Çatışmaların çözümünde bir yol olarak geçmişte de arzu edil-miyecek bir şey olan savaş, bugün artık, bütün bir insanlık için dehşetli bir yıkım demek olan dünya çapında bir çatışmanın tehlikeleriyle doludur. Bugün bu, sosyalizmin düşmanları tarafından da görülmektedir. Uluslararası alanda kuvvet dengesi büyük değişikliklere uğramıştır. (Kapitalist ülkelerde sosyalizm ile işçi sınıfının ve demokratik akımların gücü artmıştır). Emperyalistler bu değişiklikleri görmezlikten gelemezler. Bütün bunlar, uluslararası çatışmaların barışçı yollarla çözüme kavuşturulması imkân ve gereğini yaratmaktadır. Banş içinde Birarada Yaşama, ulusal kurtuluş hareketinin bir kenara atılması anlamına gelmez; tam tersine, bu, ulusal kurtuluş hareketi için en uygun şartların yaratılması demektir. Bundan başka, Barış İçinde Birarada Yaşama uğrunda yapılan mücadele emperyalizme (askeri tehlikenin kaynağına) karşı yürütülen bir mücadele olduğundan, kitlelerin kendi hayatî menfaatlerini daha iyi anlamalarına yol açar.
BATI AVRUPA'DA ORTA ÇAĞ FELSEFESBABEUF'CÜLÜK, 18. yüzyıl'da, Fransa'da, tek bir merkez tarafından yönetilen bir «Eşitler Cumhuriyeti» —tek bir ulusal komün— kurmak amacıyle girişilen devrimci bir hareket, Adını, önderi ve teorisyenl olan Gracchus Ba-beuf'den (1760-97) alır. 1796'da Babeuf ve arkadaşları (Buonarotti, Marechal, Antonelle, Darthe, Germain, Debon, Lepelletier ve diğerleri), hareketin en yüksek noktasını teşkil eden «Eşitler Gizli İttifakı-nı kurmuşlardı. Gizli ittifak öğrenilmiş, katılanların çoğu tutuklanarak yargılanmıştır. Babeuf ve Darthe'nin, 1797'de giyotinle kafaları kesilmiştir. Babeuf'cülük, sömürülen plebler ile burjuvazi arasında, Devrim'-in hazırlık evresinde ortaya çıkan ve Devrim sırasında devam eden ittifakın parçalanışını işaret ediyordu. Plebler ile burjuvazi arasındaki ittifakın sallantılı olduğu açıktı; çünkü, bir burjuva devrimi, nüfusun en çok sömürülen kesimine temelde hiçbir şey sağ-lıyamazdı. Bu durum, özellikle Ther-midor gerici hareketinde açık ve seçik olarak ortaya çıkmıştı.
Babeuf'cülük, ön-proletarya ile genel plebiyen kitle arasındaki ilk ayrılığın politik ve ideolojik yansımasıydı. Babeuf'cülük, 18. yüzyıl Fransız materyalizminin, Melli-er'in popüler devrim fikirlerinin, Mo-relly'nin -rasyonalist» komünizminin ve Fransız Devrimi'ndeki en radikal eğilimlerin örgütsel ve ideolojik tecrübelerinin ideolojik mirasçılarıydılar. Babeuf cülük, sosyalist düşüncenin gelişmesinde ileriye doğru bir adımdı; çünkü, Fransa'nın sosyo-ekonomik gelişmesinin yeni bir evresinde, kapitalist ilişkilerin pekiştirildiği bir evrede ortaya çıkmıştı. Babeuf cüler, sosyalizmi teori alanından devrimci hareketin pratiğine geçirme işine girişen ilk kişilerdi. Babeuf cüler, geleceğin «Eşitler Cumhuriyeti»nin genel statüsünün yanısıra, yoksulların hayat şartlarını düzeltmek, karşı-devrim güçlerinin direncini kırmak için alınacak geniş bir tedbirler sistemi de meydana getirmişlerdi. Babeuf cüler, devrimin gerçekleştirilmesinden sonra emekçi halk dik-tatörlüğü'nün getirilmesi görüşünü ortaya atarak toplumun devrimci dönüşümünün ana evrelerini belirlemeğe çalışmışlar; ve tarihin zenginler ile yoksullar, patriciler ile plebler, efendiler ile köleler, toklar ile açlar arasında 6ir mücadele olduğunu ileri sürmüşlerdir. Tarihsel realizm'in özelliklerine sahip bulunan Babeuf cülük, taktiklerinde gizli tertipçilikten öteye geçememiştir. Bundan ötürü, sosyalizmin bir ütopya olmaktan çıkarak bir bilim haline gelmesinde Babeuf ve arkadaşlarının örgütsel ve ideolojik katkıları olmakla birlikte, Babeuf'cülük utop-yacılık olarak kabul edilir.
BACHOFEN, JOHANN JACOB (1815 -87), isviçreli hukuk ve din tarihçisi; Dos Mutterrecht adlı eseri (1861) aile tarihinin, özellikle de anaerkillik'in incelenmesinde öncü bir çalışmadır; fakat, Bachofen'in idealist dünya görüşü, aile ve evlilik ilişkilerinin ve bunların gelişmesinin gerçek yapısını keşfetmesine engel olmuştur. Dinsel fikirlerin evrimini, tarihin itici gücü olarak görmüştür. Felsefesi, Engels tarafından geniş bir şekilde irdelenmiştir (bak. «Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni»).
BACON, FEANCIS (1561-1626), İngiliz filozof, yeni materyalizm'in ve deneysel bilim'in kurucusu. I. James zamanın en yüksek mevkii olan Baş Şan-sölyelik'e yükselmiştir. 1620'de, ünlü eseri olan Novum Organum'u yayımlamıştır (eserin adı, Aristoteles'in Orga-non'unabir atıftır). Bacon, bu eserinde, bilimin görevleri ve tümevarımın temelleri üzerine yeni bir görüş getirmiştir. Bilgi'nin amacının, insanın tabiat üzerindeki egemenliğini artırmak olduğunu söyleyen Bacon, bu amaca, şeylerin hakiki nedenlerini ortaya çıkaran bilmeyle erişilebileceğini gösteriyordu. Bacon, bundan ötürü, iskolas-tiğe karşı çıkmıştır. Bilgi, başta, örümceğin kendi ağını örmesi gibi, bilgin'in de kendi icadı olan kavramlardan yola çıkarak kendi önerme sistemini kurması anlamına gelen «dogmatizm»den, yada, olguların birbirleriyle bağlantısızca, sadece ardarda sıralanması anlamına gelen «ampirizm»den zarar görmekteydi. Bundan dolayı, Bacon, daha önceki bilgilerin hepsine yönelen bir şüphecilik çağrısında bulunmuştur. Hakiki bilgi'nin mümkün olduğunu kabul eden Bacon, bilgi edinme metodunda bir reform yapılmasının gerekli olduğu düşüncesini ileri sürüyordu. Bu yolda atılacak ilk adım zihnimize musallat olan ön-yargı ve ön-fikirlerden (idol'lerden) kurtulmaktı. Bu illüzyonların bazıları, bütün insan soyunun zihinsel karakteristiğini teşkil eden alışkanlıklara, diğerleri ise tek bu araştırıcının yada araştırıcıların kendi zihinlerinin karakteristiğini teşkil eden alışkanlıklara ilişkindi. Yeni bilgi metodlannın uygulanması, bu kötü zihin alışkanlıklarından kurtulmakla mümkün olabilirdi. Bu -bilgi e-dinme, Bacon'a göre, tecrübe olgularının rasyonel işlenişi olmalıydı. Bu yeni bilgi edinme metodlannın çıkarsama öncüleri (media axiomata), metodik genelleştirme yada tümevarım yoluyle elde edilen kavramlara dayanan önermeler olacaktı. Tümevarım analitik tecrübe kavrayışına dayanmıştır. Engels'e göre, Bacon'un tek-yönlü gelişmesi, Bacon'a ve daha sonra da Locke'a, 15. ve 16. yüzyıllarda şekillenen metafizik yaklaşımı tabiat bilimlerinden felsefeye kaydırmak imkânını vermiştir. Bacon, tümvanm teorisinde, «negatif örnekler» denilen şeylerin, yani genelleştirme ile çelişen ve onun yeniden gözden geçirilmesini gerektiren hallerin önemini ilk olarak işaret eden kimse olmuştur. Onun felsefenin gelişmesine katkısı şöyle belirlenebilir. Birinci olarak, materyalist geleneği restore etti ve bu görüş açısından gelen geçmişin felsefi doktrinlerini itibarlarına kavuşturdu; ilk Çağ materyalizmini övdü ve idealizmin hatalarını ortaya koydu, ikinci olarak, materyalist tabiat anlayışını geliştirmiş ve onu şu fikre dayandırmıştır: madde parçacıkların birleşimidir ve tabiat çeşitli özelliklere sahip cisimlerin bileşimidir. Hareketi maddenin temel bir niteliği olarak gören Bacon'a göre, hareket sadece mekanik hareketten ibaret değildi (19 tip hareket tanımlıyordu). Ba-con'un görüşleri, ingiltere'deki, ilk sermaye birikimi çağında, bilgiye duyulan ihtiyacı yansıtıyordu. Fakat, Bacon kararlı bir materyalist değildi. Bacon'-un öğretisi, Marx'ın işaret ettiği gibi «teolojik tutarsızlıklar»la doluydu. Yeni Atlantis'te ifadesini bulan siyasi görüşleri, yönetici sınıf ile ezilen sınıf antitezi yerinde dururken, bilim ve gelişmiş bir teknolojik temel üzerinde ekonomik bakımdan serpilip gelişen ideal bir toplum utopyasıdır.
BACON, ROGER (1214-92), İngiliz Orta Çağlar düşünürü; modern deneysel bilimin habercisi; zanaatkarların ideologu, Feodal törelerle feodal ideoloji ve politikayı teşhir etmiştir. Dinden sapmış görüşler beslediği ileri sürüle-' rek, 1277'de Oxford Üniversitesindeki öğretim görevine son verilmiş. Kilise otoriteleri tarafından bir manastıra kapatılmıştır. Dünya görüşü materyalistti, fakat materyalizmi kararlı olarak devam etmemiştir. Bacon, isko-lastik dogmatizm'! ve otoriteye bağımlılığı reddeder ve tabiatın deneysel incelenmesine ve bilime, yeni bir tarzda, doğmalardan bağımsız olarak yaklaşılmasını savunur. Bilgi'nin amacı, insanın tabiat üzerindeki egemenliğini artırmaktır, diyen Bacon, matematik! bir bilgi edinme aracı olarak görür. Eserlerinde, astroloji, simya ve batıl inançlarla ilgili izlere rastlanırsa da. teknik ve bilimsel mahiyette bazı cesur tahminler yapmıştır.
BADEN OKULU, Yeni-Kant'çı en etkili okullardan biri. Bu okulun adı, profesör Wilden Bald ve Rick'ert'in Baden Okulu teorisi öğretimi yaptıkları Heidelberg ve Freiburg Üniversitelerinin Baden eyaletinde bulunmasından gelir. Esas olarak, tabiî bilimsel metodun karşısına tarihsel metod'un konmasıdır; tarih, burada kültürel değerlerin bireysel gelişme olgularının bilimidir; tabii bilim ise, tekrarlanan, genel tabii fenomenlerin kanunlarının incelenmesidir. Her iki halde de, kavramlar realitenin yansılan değildir. Bunlar, realitenin, a priori ilkelere bağımlı düşünceye çevrilmesidir sadece; tabiî bilim genel'in bilgisidir, tarihsel bireysel'in bilgisidir. Kant'ın yolundan giden Baden Okulu, varlık ile zorun-luluk'u karşı karşıya getirir. Tarihin kanunlarının inkân> yani okulun tipik-liği, ileri sürdüğü değer teorisine sıkıca bağlıdır. Bu teoriler, H. Münster-berg (1863-1916) ve E. Lask (1875-1915) tarafından geliştirilmiştir, J. Cohn (1869-1947) ve B. Christiansen tarafın-, dan estetik'e, Weber tarafından da sosyoloji'ye uygulanmıştır. Aşın süb-jektivizm ve iradecilik anlayışıyle geliştirilen Baden okulunun modern sosyoloji fikirleri marksizm'e karşıdır. Batı Almanya'daki bu sosyoloji okulunun başında W. Theimer ve G. Ritter vardır.
BAĞDAŞMAZLIK, bir mantık işlemi: bu işlemde, bir içermenin önermeleri olan ön^bileşen ve ard-bileşen yerine, bunlann olumsuz halleri konur (tersine çevirme-obversion>, önermelerin yerleri de değiştirilir (yerdeğiştirme-conversion). Şöyle ki, «eğer X 4'le bö-lünebiliyorsa, o halde 2'yle bölünebilir» önermesinin Bağdaşmazlık'1, «eğer X 2'yle bölünemiyorsa, o halde 4'le de bölünemez» önermesidir. Bağdaşmazlık, birinci önermenin doğruluk ya da yanlışlık değerini korur.
BAKUNİN, MİHAİL ALEXANDROVİÇ,
(1814-76), Rus küçük burjuva devrimci; aristokrat doğuşlu; anarşizmin ideologu; felsefe'de eklektik'tir. Bakunjn, 1836'dan 1840'a kadar Moskova'da yaşadı. Burada Fichte ve Hegel'i inceledi; Hegel felsefesini Gimnazichesklye rechi Gegelya (Predisloviye perevod-chika)'da muhafazakâr bir anlayışla yorumladı. Bakunin, 1840'da Rusyadan göç edip sol-Hegefcilere katıldı. Prag ve Dresden'de 1848-1850 Devrimi'nde yer aldı. Rusya'ya döndü, 1851'de tutuklandı, 1857'de Sibirya'ya sürüldü, 1861'de sürgünden kaçtı. 1860-70 yıllarını Batı Avrupa'da geçirdi; burada Herzen ve Ogaryov'la işbirliği yaptı. Anarşist hareketin örgütlenmesinde aktif bir rol alarak, 1872'de atıldığı Birinci Enternasyonal'de marksizm'e karşı savaştı. Dört yıl sonra Bern'de öldü. Bakunin'in teorisi altmış yılının bitiminde son biçimini almıştır (Cosu-darstvennost i anarkhiya, 1873). Baku-nin'nin temel görüşüne göre, bir Tanrı icadı olan devlet, insanı ezen başlıca araçtır. Din «kolektif deliliktir», ezilen kitlelerin bilincinin çirkin ürünüdür, Kilise ise, çatısı altında ezilen kitlelerin günlük dertlerini unutmayı aradıkları «kutsal bir taverna» dır. Bilimsel metodu toplum teorisine uygulamanın önemini kavnyamamış, sınıf mücadelesi ve proletarya diktatörlüğü marksist öğretisine karşı çıkmıştır. Bakunin'in anarşist fikirleri, devrimci Rus Narodnikleri arasında ve ekonomik bakımdan yoksul diğer ülkelerde (italya, ispanya, v.s.), 1870 yıllarında yaygınlık kazanmıştır. Bakunin'in anarşist fikirleri Marx. En-gels ve Lenin tarafından eleştirilmiştir.
BARIŞ İÇİNDE BİRARADA YASAMA,
yeni bir dünya savaşından sakınmak için, bazı sosyalist devletlerce yürütülen dış politikanın bir ilkesi. Farklı sosyal sistemli devletlerin birarada yaşaması görüşü, ilk olarak, kapitalizmin eşitsiz ekonomik ve politik gelişme karnımın^ dayanarak Lenin tarafından ortaya konmuştur. Buna göre, sosyalizme geçiş, bütün ülkelerde aynı zamanda olmamaktadır; bu geçiş, sosyalizmin bir yada birkaç ülkede gerçekleşmesiyle başlayıp sonunda bütün dünyada sosyalizmin gerçekleşmesine varan bütün bir tarih dönemini kapsamaktır, işte, sosyalist devletlerle kapitalist devletlerin barış içinde birarada yaşamaları gereği burada görülür. Banş içinde Birarada Yasama, uluslararası anlaşmazlıklarda, bu anlaşmaları görüşme yoluyle çözüme kavuşturma; uluslararası karşılıklı güven; başka ülkelerin içişlerine karışmama; bütün ülkelerin hükümranlık haklarına tam saygı; karşılıklı menfaat ve tam eşitlik temeline dayanan ekonomik ve kültürel işbirliğinin ilerletilmesi aracı olarak, savaştan vazgeçilmesi gereğini ifade eder. Sosyalist devletlerle kapitalist devletlerin birarada yaşaması, revizyonistlerin düşündüğü gibi, sınıf mücadelesinin gevşemesi yada burjuva ideolojisiyle uz-laşılması anlamına gelmez. Banş içinde Birarada Yaşama, sınıf mücadelesinin barışçı yollardan yürütülen spesifik bir biçimidir. Bu durumda, sosyalizm ile kapitalizm arasındaki esas mücadele alanı ekonomik yarıştır; ve sosyalizm, üstünlüklerinden ötürü, bu yarışta zafer kazanacaktır. Başka ülkelere karşı savaşa girişilmemesi, çok daha mükemmel bir sosyal düzen örneği verilmesi, üretim güçlerinin gelişmesine yardımcı olmaktadır. Bu mücadele biçimi, dünyada yer alan muazzam değişmeler sonucunda hayata girmiştir. Çatışmaların çözümünde bir yol olarak geçmişte de arzu edil-miyecek bir şey olan savaş, bugün artık, bütün bir insanlık için dehşetli bir yıkım demek olan dünya çapında bir çatışmanın tehlikeleriyle doludur. Bugün bu, sosyalizmin düşmanları tarafından da görülmektedir. Uluslararası alanda kuvvet dengesi büyük değişikliklere uğramıştır. (Kapitalist ülkelerde sosyalizm ile işçi sınıfının ve demokratik akımların gücü artmıştır). Emperyalistler bu değişiklikleri görmezlikten gelemezler. Bütün bunlar, uluslararası çatışmaların barışçı yollarla çözüme kavuşturulması imkân ve gereğini yaratmaktadır. Banş içinde Birarada Yaşama, ulusal kurtuluş hareketinin bir kenara atılması anlamına gelmez; tam tersine, bu, ulusal kurtuluş hareketi için en uygun şartların yaratılması demektir. Bundan başka, Barış İçinde Birarada Yaşama uğrunda yapılan mücadele emperyalizme (askeri tehlikenin kaynağına) karşı yürütülen bir mücadele olduğundan, kitlelerin kendi hayatî menfaatlerini daha iyi anlamalarına yol açar.
BATI AVRUPA'DA ORTA ÇAĞ FELSEFESİ, Roma İmparatorluğunun (5. yüzyıl'da) çöküşü ile kapitalist toplum biçimlerinin ortaya çıkışı (14-15. yüzyıllar) sırasında gelişen Batı Avrupa feodal toplum felsefesi. Antik köleci toplum'un çöküşünü felsefede de bir düşüş izlemişti. Antik Çağ fel-sefesi'nin bıraktığı miras ortadan silinmişti; bu miras 12. yüzyıl'ın ikinci yansına kadar da bilginler için meçhul kalmıştı. Avrupa'da egemen ideoloji din'di- Yakın Doğu'da, Arabistan'da ve Arapça konuşan öteki ülkelerde islâmlık ve de Hıristiyanlığın iki çeşidi (Roma Katolikliği ile Yunan Or-todoksuluğu). Okul ve eğitim; tabiat, dünya ve insan hakkındaki bütün peşin fikirlerin temelini teşkil eden dogmalara sahip bulunan Kilisenin pençesine düşmüştü. Meslek ve din okullarının gelişmesi ve 12. yüzyıl'ın ortasında ilk üniversitelerin kurulması (italya'da, ingiltere'de, Bohemya'da ve Fransa'da), dinsel dogmalar'm, hattâ din'in haklı gösterilmesinde ilahiyatı, felsefî açıklamalara girişmeye şevketti. Böylece, birkaç yüzyıl, felsefe «ilahiyatın işi» olarak kaldı. Felsefe, dinsizlere karşı Hıristiyanlığın şampiyonluğunu yapan apolojistler'in elinde, daha sonra da «Kilise Babalan.nın yazılarında bu rolü oynadı. Bunların içinde en önde geleni, Yeni-Platon'-culuk'u Hıristiyan doktrinleri sistemine sokan Augustinus idi (354-430). Sahte-Dionysius, Areopajit (5. yüzyıl) gibi Doğulu Yeni-Platon'cular, Hıristiyan ilahiyatın ihtiyaçlarına uydurulmuş, Yeni-Platon'cu etkinin diğer bir Batı'lı kaynağı idiler.
Johannes Scotus Erigena, Orta Çağ felsefesi'nin formüle edilmesinde başta geliyordu. Ne var ki Orta Çağ filozofları, dinsel dogmaları belirleyip açarken, tekil ile genel'in ilişkisine dair karmaşık problemlerde takılıp kalacaklardı. Bu filozoflar, problemleri kendi tarzlarında çözüyorlardı; iskolâstik, başta realizm ve nominalizm doktrinleri (bak. Gerçekçilik, Orta Çağ) olmak üzere antogo-nist bir takım görüşleri geliştirmişti. 12. yüzyıl'da Pierre Abelard bu iki düşünce okulu'nun da aşırıcılığına karşı çıktı. 12. - yüzyıl'ın ortasında başlıya-rak, Aristoteles'in başlıca eserleri Latince'ye çevrildi. Kilise bunları ilk önceleri düşmanca karşıladı; ama kısa bir zaman sonra, Aristoteles'e! doktrinler, Hıristiyanlık'ın felsefî temelleri olarak tanındı. Iskolâstikler, Aristoteles'in yorumcuları, savunucuları durumuna geldiler. Bunlar, Aristoteles'in fikirlerini kendi dinsel ve felsefi kavramlarına uyarlayarak, Aristoteles'e! doktrin'in eskimiş yanlarım (yani. Aristoteles'e! fizik'in ilkelerini; yer-merkezci sistemi) dogmalaştırarak, bilimde yeni'nin araştırılmasını reddettiler. 13. yüzyıl'da iskolâstik'in en başta gelen önderleri, Büyük Albert, Aquino'-lu Thomas ve John Duns Scotus'du. 19. yüzyıl'ın ikinci yansında Aquino'lu Thomas öğretisi'ni kendi resmî doktrini (bak. Yeni-Thomas'cılık) olarak ilân eden Kilise, kendisini azizleştir-mişti. 13. yüzyıl'ın en önde gelen üç iskolâstiğinin bir çağdaşı da, feodal toplum'un sosyal temeline karşı çıkan Roger Bacon'dı. 13. yüzyıl Orta Çağ şehirlerinde, sanat ve zanaatta, ticarette ve ticaret yollarında, Haçlı seferlerinden ötürü Doğu ile genişliyen ilişkilerde meydana gelen gelişmeler, felsefe'yi, özellikle de nominalizm'! ileriye doğru azçok harekete geçirmişti; nominalizm'in en önde gelen temsilcileri Occam'lı William ile Paris Occam'cılık okulu'nun izleyicileriydi, ideolojik mücadele, iskolâstik'in içinde başlamakla kalmıyordu; mistisizm, Roma İmparatorluğunun (5. yüzyıl'da) çöküşü ile kapitalist toplum biçimlerinin ortaya çıkışı (14-15. yüzyıllar) sırasında gelişen Batı Avrupa feodal toplum felsefesi. Antik köleci toplum'un çöküşünü felsefede de bir düşüş izlemişti. Antik Çağ fel-sefesi'nin bıraktığı miras ortadan silinmişti; bu miras 12. yüzyıl'ın ikinci yansına kadar da bilginler için meçhul kalmıştı. Avrupa'da egemen ideoloji din'di- Yakın Doğu'da, Arabistan'da ve Arapça konuşan öteki ülkelerde islâmlık ve de Hıristiyanlığın iki çeşidi (Roma Katolikliği ile Yunan Or-todoksuluğu). Okul ve eğitim; tabiat, dünya ve insan hakkındaki bütün peşin fikirlerin temelini teşkil eden dogmalara sahip bulunan Kilisenin pençesine düşmüştü. Meslek ve din okullarının gelişmesi ve 12. yüzyıl'ın ortasında ilk üniversitelerin kurulması (italya'da, ingiltere'de, Bohemya'da ve Fransa'da), dinsel dogmalar'm, hattâ din'in haklı gösterilmesinde ilahiyatı, felsefî açıklamalara girişmeye şevketti. Böylece, birkaç yüzyıl, felsefe «ilahiyatın işi» olarak kaldı. Felsefe, dinsizlere karşı Hıristiyanlığın şampiyonluğunu yapan apolojistler'in elinde, daha sonra da «Kilise Babalan.nın yazılarında bu rolü oynadı. Bunların içinde en önde geleni, Yeni-Platon'-culuk'u Hıristiyan doktrinleri sistemine sokan Augustinus idi (354-430). Sahte-Dionysius, Areopajit (5. yüzyıl) gibi Doğulu Yeni-Platon'cular, Hıristiyan ilahiyatın ihtiyaçlarına uydurulmuş, Yeni-Platon'cu etkinin diğer bir Batı'lı kaynağı idiler. Johannes Scotus Erigena, Orta Çağ felsefesi'nin formüle edilmesinde başta geliyordu. Ne var ki Orta Çağ filozofları, dinsel dogmaları belirleyip açarken, tekil ile genel'in ilişkisine dair karmaşık problemlerde takılıp kalacaklardı. Bu filozoflar, problemleri kendi tarzlarında çözüyorlardı; iskolâstik, başta realizm ve nominalizm doktrinleri (bak. Gerçekçilik, Orta Çağ) olmak üzere antogo-nist bir takım görüşleri geliştirmişti. 12. yüzyıl'da Pierre Abelard bu iki düşünce okulu'nun da aşırıcılığına karşı çıktı. 12. - yüzyıl'ın ortasında başlıya-rak, Aristoteles'in başlıca eserleri Latince'ye çevrildi. Kilise bunları ilk önceleri düşmanca karşıladı; ama kısa bir zaman sonra, Aristoteles'e! doktrinler, Hıristiyanlık'ın felsefî temelleri olarak tanındı. Iskolâstikler, Aristoteles'in yorumcuları, savunucuları durumuna geldiler. Bunlar, Aristoteles'in fikirlerini kendi dinsel ve felsefi kavramlarına uyarlayarak, Aristoteles'e! doktrin'in eskimiş yanlarım (yani. Aristoteles'e! fizik'in ilkelerini; yer-merkezci sistemi) dogmalaştırarak, bilimde yeni'nin araştırılmasını reddettiler. 13. yüzyıl'da iskolâstik'in en başta gelen önderleri, Büyük Albert, Aquino'-lu Thomas ve John Duns Scotus'du. 19. yüzyıl'ın ikinci yansında Aquino'lu Thomas öğretisi'ni kendi resmî doktrini (bak. Yeni-Thomas'cılık) olarak ilân eden Kilise, kendisini azizleştirmişti. 13. yüzyıl'ın en önde gelen üç iskolâstiğinin bir çağdaşı da, feodal toplum'un sosyal temeline karşı çıkan Roger Bacon'dı. 13. yüzyıl Orta Çağ şehirlerinde, sanat ve zanaatta, ticarette ve ticaret yollarında, Haçlı seferlerinden ötürü Doğu ile genişliyen ilişkilerde meydana gelen gelişmeler, felsefe'yi, özellikle de nominalizm'! ileriye doğru azçok harekete geçirmişti; nominalizm'in en önde gelen temsilcileri Occam'lı William ile Paris Occam'cılık okulu'nun izleyicileriydi, ideolojik mücadele, iskolâstik'in içinde başlamakla kalmıyordu; mistisizm de dışardan, ona karşı- çıkıyordu; mistisizm. Kilise otoritesi'ne ve Kilise dokt-rinleri'ne insanın duyumlan'nın ve sübjektif bilincinin aşağısında yer veriyordu. Mistisizm feodal toplumun manevi hayatında resmi dine çok kere bir karşı koyma tarzı olmuş; Tann'ya inanan insanın kişisel davranışı, feodal ideoloji ve feodal toplum sisteminin eleştirisi halini, hatta bunlara karşı mücadele halini almıştı. Fakat mistiklerin Bonaventura ve Clairvaux tarzında reaksiyoner bir kanadı da vardı. 13. yüzyıl'da iskolastiğe karşı, Ibni Rüşt'ün insan ruhunun ölümlüğüne ve bütün insanlarda ortaklaşa bir aklın varlığına ilişkin öğretileriyle beslenen güçlü bir akım ortaya çıktı, Bu kavramlar, anti - iskolastik bir savaşçı olan, ve 1282'de öldürülen Bra-bantlı Siger tarafından Paris Üniversi-tesi'nde cesaretle geliştirildi. 12. yüzyıl' m ilk başlannda, dinden sapışlara, klerikalizme ve yeni felsefî görüşlere karşı savaşmak üzere Dominikenve Fransis-ken tarikatları kurulmuştu. Bu iki tarikata mensup bilginler, 12. yüzyıl'da. Aristoteles'in öğretilerini, Katolik ideolojiye uygun hale getirmek amacıyle ıslah ederek, Papa IX. Gregory'nin tasarısını yürürlüğe koydular. 13. yüzyıl'da, Orta Çağ felsefesi'nde, öncesine oranla bir yükseliş görülmekle birlikte, bin yılı aşan gelişmenin sonuçlan, gerek felsefe, gerekse bilim bakımından zayıftı- çünkü, en büyük düşünürler bile, hakikatten çok dini haklı gösterme yol ve çareleri ile ilgileniyorlardı; Orta Çağ toplumunun papaz rejimi, bu dar kafalı çerçevenin ötesine .geçecek kadar cesur kimselerin hareket -ve düşüncelerine zincir vurmuştu. Ancak yeni kapitalist üretim tarzı ve bilimin teorik ve pratik yeni değerlendirmeleri ortaya çıktığı zamandır ki, Batı Avrupa'nın önde gelen şahsiyetlerinin düşüncesi Orta Çağ felsefesi'nin bağlarından kurtulabilmiştir.
[color=red](DEVAM EDECEK)[/color]