23-12-2010, 11:46
Türk halkının %92’sine değil de %60’ına aptal diyerek Aziz Nesin’in Türk halkını koruduğu mantığını benim kafam almaz; anlayacak gibi değilim.
“...kurdun kuşun bile bilgisi olurdu” demişsiniz. Öyle bir durumun görüntüsü şöyle midir acaba: Türk halkını aşağılamaya yeltenen hemen herkesin bir numaralı başvuru kaynağının Aziz Nesin’in o sözünün olması gibi bir durum. Çünkü eğer böyle birşeyse, bugün zaten kurdun kuşun bile bilgisi var demektir.
Aziz Nesin’e nasıl baktığımı anlatmak için, önce yukardaki şiiri irdeleyerek başlamak en iyisi olacak. Genel bir yanılgı vardır. Sanılır ki okunan bir şiir, şairin herzamanki duygularını yansıtır. Ama işin gerçeği, şairler herzamanki duygularını yazmaz; o anki duygularını yazar. Bir şiir, şairin o anki duygularını başarıyla yansıtabildiği için anlamlıdır. Şairin o duyguları sıkça yaşadığını göstermez, hele hele o duygulara göre davrandığını hiç göstermez. Dünyada halkından en nefret eden kişiyi getirin, halkına karşı içinde varolan sevgiyle ilgili, kendisine itiraf edeceği uygun bir anda, etkileyici bir şiir yazabilir. Bu nedenle bir şiir, şairin genel duygularından az yada çok bağımsızdır. Kısacası şiir, şairinin kişiliğini bir ölçüde gösterebilir ama kesin ve tam olarak göstermez. Yine de bu şiirle ilgili Aziz Nesin’in kişiliğini gösteren bir ayrıntı var. O da Sivas Olayı’nın ardından yazılmış olması. İnsanların kişiliklerini en iyi ortaya koyan anlar, ellerindekileri yitirdikleri anlarla, şaşırdıkları anlardaki davranışlarıdır. Aziz Nesin de bu şiiri Sivas Olayı’nın sıcaklığında yazdıysa (ben öyle kabul ediyorum), bu durum, Aziz Nesin’in şiirde yazdığı duyguları güçlü bir biçimde taşıdığını gösterir. Gelgelelim, bir kişinin, yüce duyguları içinde güçlü biçimde taşıyor olması, o duygulara göre davrandığını, o duygulara yakışır hareket ettiğini göstermez. Çünkü insanın inançlarına göre, düşüncelerine göre, isteklerine göre, korumasız bırakan duygularına göre davranması, dünyanın en zor işidir. Bu da iki tür nedendendir. Birincisi, çevresel nedenler: İnançları, düşünceleri, istekleri ve korumasız bırakan duygularına göre davranan kişiler; aşağılanmaya, küçük düşürülmeye, hakaretlere, alay edilmelere katlanmak zorundadır. Hatta bu davranışlar arasından, en yakınlarından, en güvendiklerinden, en sevdiklerinden gelecek olan en kırıcı olanlarına katlanmak zorundadır. Tanıdığım kadarıyla Aziz Nesin bu tür çevresel koşulları göze almıştı. Ama insanı inançlarına göre, düşüncelerine göre, isteklerine göre, korumasız bırakan duygularına göre davranmakten alıkoyan, bu kez çevresel değil içsel olan ikinci bir neden daha vardır: İçindeki zıt duyguların çatışması. Her insanın içinde hem umut hem de umutsuzluk vardır. Umuduna göre mi davranıyorsun, umutsuzluğuna göre mi? Her insan deliler gibi aşık olduğu birini, biraz da sevmez. Sevgine göre davranabiliyor musun? Yoksa korkuların depreştiği zaman sevmemene göre mi davranıveriyorsun? Her insan nefret ettiği bir kişiyi biraz da sever. Belki çoğunlukla nefretine göre davranman da gerekebilir, ama bazen de sevgine göre... Peki ya aynı kişiye karşı hem sevgisizliğin hem de sevgin güçlüyse?... Dahası, o aynı kişiye karşı hem nefretin hem korkun, hem umutsuzluğun, hem umudun güçlüyse?.. Bu aşamada vicdan, sevgi ve güvenin en öne çıkması, akıl ve düşüncelerin susması, en arkalara çekilmesi gerekir. O kişiye veya şeye karşı hiç düşünmeksizin, hiç koşulsuz güven! Sevgi, vicdan... Benim algıladığım Aziz Nesin, işte burada, halkına karşı duyduğu güçlü sevgi ve, hadi öfke diyelim, güçlü öfke arasında sürekli gidip geldi.
Aziz Nesin, halkı için, bilinen çalışmalarının dışında, pek bilinmeyen bazı önemli çalışmalarda da yeralmıştır. Öyle çalışmaların içinde yeralmak, yüksek bir halk sevgisi ister. Öte yandan, o ünlü sözü ve kitaplarındaki alaycılık da, yüksek bir sevgisizlik veya öfke ister. Ve Aziz Nesin, Türk halkı konusunda hem yüksek sevgisine hem de yüksek sevgisizliğine göre davranmıştır. Bu nedenle, Türk halkının ve benim Aziz Nesin’e olan yaklaşımı da aynı iki zıt duygulu olmaktan kurtulamıyor. Ama birgün şöyle kurtulacak. Nasıl ki insanlar silkinip kendilerine geldiğinde çevresindeki insanları değer raflarına daha uygun yerleştirirse, sapla samanın karıştığı bir ortamda yaşayan Türk halkı da kendine gelip, kendisine saygısını kazandığı gün, Aziz Nesin’i, gerçek değeri neyse, oraya koyacaktır. Yukarıdaki yazıyı gönderdiğim günlerde, kendisine saygısını kazanacağı gün geldiğinde Türk halkının Aziz Nesin’i saygıyla anmayacağını düşünüyordum. Ama bir kaç aydır, Aziz Nesin’in yanlışlarından ibret ve dersler almakla birlikte, hakettiğinden ne eksik ne de fazla, belli bir saygıyla anacağını düşünüyorum.
O günlerden bugünlere bende değişen başka şeyler de var: İnsanlara, o günlerden çok daha büyük ölçüde, sözlerinden çok niyetlerine ve içlerine göre davranıyorum. Aziz Nesin’i de böylelikle kendi hakkıma bağışlamış durumdayım. Artık Aziz Nesin’e bakışımla, Aziz Nesin’in o sözünü kullanarak Türk halkına hakaret edenleri ayırıyorum. Yine de o günlerden bugünlere hâlâ değişmemiş olan bazı şeyler de var: Kendi hakkıma Aziz Nesin’i bağışlamış olsam da, o sözler, yalnızca bana değil, tüm Türk halkına yönelik olduğu için, o sözler hâlâ benim düşmanım. O günlerde olduğu gibi, bugünlerde de sağda solda, Türk halkının yüksek zekasını kavrayamamışların, o zekayla ilgili alaycı sözleriyle karşılaşıyorum. Bu kişiler, yine Aziz Nesin’in o sözünü kendilerine dayanak ediyorlar; bundan sonra da dayanak edecekler ve ben bu sözle tekrar tekrar uğraşmak zorunda kalacağım. Beni ve bu konudaki haklı duyarlılığımı iyice anlayan kişiler, benim “maden bulma coşkusu” yada “sırf foya ortaya çıkarmak” gibi sığ duygularla hareket etmeyeceğimi, bu tür yakıştırmaların, hareketli olduğum bir ortamda benim üzerimde durmayacağını da herhalde anlamış olacaktır.
Aziz Nesin’le ilgili söyleyeceğim son şey de şu olsun: “Siz Aziz Nesin'in kahkahaya boğularak bir yandan da eliyle işaret ederek ‘ha ha ha aptallara bak ha ha ha’ diye vakit geçirdiğini mi sanıyorsunuz” diye sormuşsunuz. Alay üzerine gülmece kuranlar, ne kadar kahkaha atsa da,gerçekte içi gülmez. Hem alay etmesine neden olan şeylerin, hem de alay ediyor olmasının rahatsızlığının öfkesiyle kıvranır. Yani, hayır, sandığınız gibi “kahkahalarla güldüğünü” düşünmüyorum.
Bundan sonra yazacaklarım, gözüme takılan bazı yaklaşım yanlışları konusunda olacak. İkinci madde dışındaki hiçbirinin Aziz Nesin’e gönderme yapmadığını özellikle belirtiyorum. İkinci maddede bile Aziz Nesin’in adını yalnızca, anlatmak istediğimi örneklendirmek için kullandım.
Birincisi, iyi bir yazar demek, iyi bir insan demek değildir. Bunun öyle çok örneği var ki... Bu nedenle, bir yazarın yazarlığına değil de, kişiliğine, kimi düşüncelerine veya kimi sözlerine değinildiği zaman, o yazarın iyi bir yazar olduğunu söylemek, anlamsız bir savunma olur.
İkincisi, sevdiğiniz kişiyi sevin, ama yanlışlarını savunmaya çalışmayın. Gerçi siz, yanlış olan birşeyi pek savunmaya çalışmamışsınız, ama arada çok ince bir çizgi vardır, ona dikkat etmek gerek. Benim bu konuda tartıştığım hemen herkes, tartışmanın ilerleyen bölümlerinde Aziz Nesin’in bu yanlışına sahip çıkmıştır. Bunu Aziz Nesin’e sahip çıkmak için yapmıştır, ama yalnızca Aziz Nesin’e sahip çıkmak için, hepsi de koca Türk halkına “gerçekten de aptaldır” demiştir. Sevilen kişinin üzerini tozdan, kirden arındırmaya çalışmak, sevgidendir. Ancak, herkes biraz kirlidir ve gerçek sevgi, o kişiyi kirleriyle birlikte sevebilmektir. Bunu hiç unutmamak gerek.
Üçüncüsü, bir toplumun öncülüğünü yapan kişilerin o toplumu sevmesi çok değerlidir, ama yeterli değildir. Bu öncü kişilerin, ağızlarından çıkan her sözünün nereye gideceğini bilmesi, her davranışının sorumluluğunu hissetmesi gerekir. Musolini İtalya için çok önemli işler yaptı, Hitler Almanya’yı doruklara çıkarmak istedi. Ama ikisi de halklarını yıkıma sürükledi. Mevlana, bir öyküsünde, adamın birine olan sevgisinden dolayı adamın dibinden ayrılmayan bir ayıdan sözeder. Birgün bu adam uykudayken yüzüne sinek konmuş. Ayı da adama olan sevgisinden dolayı sinekten kurtarmak istemiş. Almış eline koca bir kayayı, sineği öldüreyim diye adamın yüzüne vurmuş, adamı öldürmüş. Kısacası, ister bir birey olun, ister bir halk olun, biri sizi gerçekten seviyor da olsa, o kişinin bir ayı olup olmadığına bakmak gerek: Ne şekilde konuşuyor, ne şekilde davranıyor?
Dördüncüsü, tanıdığınız kişiler için konuşurken de çekinceli davranmanızı öneririm ama hele ki hiç tanımadığınız biri için konuşurken “yüzeysel düşünceli” demeyiniz. Belki böyle konuştuğunuz tanımadıklarınız arasından, bir gün karşınıza, tanıdığınız ve tanıdığınızı sandığınız herkesten daha fazla ve daha derin düşünen biri çıkar.
Son olarak, evet, “Nasreddin Hoca nın torunları olarak çok zeki bir ulusuz”.
“...kurdun kuşun bile bilgisi olurdu” demişsiniz. Öyle bir durumun görüntüsü şöyle midir acaba: Türk halkını aşağılamaya yeltenen hemen herkesin bir numaralı başvuru kaynağının Aziz Nesin’in o sözünün olması gibi bir durum. Çünkü eğer böyle birşeyse, bugün zaten kurdun kuşun bile bilgisi var demektir.
Aziz Nesin’e nasıl baktığımı anlatmak için, önce yukardaki şiiri irdeleyerek başlamak en iyisi olacak. Genel bir yanılgı vardır. Sanılır ki okunan bir şiir, şairin herzamanki duygularını yansıtır. Ama işin gerçeği, şairler herzamanki duygularını yazmaz; o anki duygularını yazar. Bir şiir, şairin o anki duygularını başarıyla yansıtabildiği için anlamlıdır. Şairin o duyguları sıkça yaşadığını göstermez, hele hele o duygulara göre davrandığını hiç göstermez. Dünyada halkından en nefret eden kişiyi getirin, halkına karşı içinde varolan sevgiyle ilgili, kendisine itiraf edeceği uygun bir anda, etkileyici bir şiir yazabilir. Bu nedenle bir şiir, şairin genel duygularından az yada çok bağımsızdır. Kısacası şiir, şairinin kişiliğini bir ölçüde gösterebilir ama kesin ve tam olarak göstermez. Yine de bu şiirle ilgili Aziz Nesin’in kişiliğini gösteren bir ayrıntı var. O da Sivas Olayı’nın ardından yazılmış olması. İnsanların kişiliklerini en iyi ortaya koyan anlar, ellerindekileri yitirdikleri anlarla, şaşırdıkları anlardaki davranışlarıdır. Aziz Nesin de bu şiiri Sivas Olayı’nın sıcaklığında yazdıysa (ben öyle kabul ediyorum), bu durum, Aziz Nesin’in şiirde yazdığı duyguları güçlü bir biçimde taşıdığını gösterir. Gelgelelim, bir kişinin, yüce duyguları içinde güçlü biçimde taşıyor olması, o duygulara göre davrandığını, o duygulara yakışır hareket ettiğini göstermez. Çünkü insanın inançlarına göre, düşüncelerine göre, isteklerine göre, korumasız bırakan duygularına göre davranması, dünyanın en zor işidir. Bu da iki tür nedendendir. Birincisi, çevresel nedenler: İnançları, düşünceleri, istekleri ve korumasız bırakan duygularına göre davranan kişiler; aşağılanmaya, küçük düşürülmeye, hakaretlere, alay edilmelere katlanmak zorundadır. Hatta bu davranışlar arasından, en yakınlarından, en güvendiklerinden, en sevdiklerinden gelecek olan en kırıcı olanlarına katlanmak zorundadır. Tanıdığım kadarıyla Aziz Nesin bu tür çevresel koşulları göze almıştı. Ama insanı inançlarına göre, düşüncelerine göre, isteklerine göre, korumasız bırakan duygularına göre davranmakten alıkoyan, bu kez çevresel değil içsel olan ikinci bir neden daha vardır: İçindeki zıt duyguların çatışması. Her insanın içinde hem umut hem de umutsuzluk vardır. Umuduna göre mi davranıyorsun, umutsuzluğuna göre mi? Her insan deliler gibi aşık olduğu birini, biraz da sevmez. Sevgine göre davranabiliyor musun? Yoksa korkuların depreştiği zaman sevmemene göre mi davranıveriyorsun? Her insan nefret ettiği bir kişiyi biraz da sever. Belki çoğunlukla nefretine göre davranman da gerekebilir, ama bazen de sevgine göre... Peki ya aynı kişiye karşı hem sevgisizliğin hem de sevgin güçlüyse?... Dahası, o aynı kişiye karşı hem nefretin hem korkun, hem umutsuzluğun, hem umudun güçlüyse?.. Bu aşamada vicdan, sevgi ve güvenin en öne çıkması, akıl ve düşüncelerin susması, en arkalara çekilmesi gerekir. O kişiye veya şeye karşı hiç düşünmeksizin, hiç koşulsuz güven! Sevgi, vicdan... Benim algıladığım Aziz Nesin, işte burada, halkına karşı duyduğu güçlü sevgi ve, hadi öfke diyelim, güçlü öfke arasında sürekli gidip geldi.
Aziz Nesin, halkı için, bilinen çalışmalarının dışında, pek bilinmeyen bazı önemli çalışmalarda da yeralmıştır. Öyle çalışmaların içinde yeralmak, yüksek bir halk sevgisi ister. Öte yandan, o ünlü sözü ve kitaplarındaki alaycılık da, yüksek bir sevgisizlik veya öfke ister. Ve Aziz Nesin, Türk halkı konusunda hem yüksek sevgisine hem de yüksek sevgisizliğine göre davranmıştır. Bu nedenle, Türk halkının ve benim Aziz Nesin’e olan yaklaşımı da aynı iki zıt duygulu olmaktan kurtulamıyor. Ama birgün şöyle kurtulacak. Nasıl ki insanlar silkinip kendilerine geldiğinde çevresindeki insanları değer raflarına daha uygun yerleştirirse, sapla samanın karıştığı bir ortamda yaşayan Türk halkı da kendine gelip, kendisine saygısını kazandığı gün, Aziz Nesin’i, gerçek değeri neyse, oraya koyacaktır. Yukarıdaki yazıyı gönderdiğim günlerde, kendisine saygısını kazanacağı gün geldiğinde Türk halkının Aziz Nesin’i saygıyla anmayacağını düşünüyordum. Ama bir kaç aydır, Aziz Nesin’in yanlışlarından ibret ve dersler almakla birlikte, hakettiğinden ne eksik ne de fazla, belli bir saygıyla anacağını düşünüyorum.
O günlerden bugünlere bende değişen başka şeyler de var: İnsanlara, o günlerden çok daha büyük ölçüde, sözlerinden çok niyetlerine ve içlerine göre davranıyorum. Aziz Nesin’i de böylelikle kendi hakkıma bağışlamış durumdayım. Artık Aziz Nesin’e bakışımla, Aziz Nesin’in o sözünü kullanarak Türk halkına hakaret edenleri ayırıyorum. Yine de o günlerden bugünlere hâlâ değişmemiş olan bazı şeyler de var: Kendi hakkıma Aziz Nesin’i bağışlamış olsam da, o sözler, yalnızca bana değil, tüm Türk halkına yönelik olduğu için, o sözler hâlâ benim düşmanım. O günlerde olduğu gibi, bugünlerde de sağda solda, Türk halkının yüksek zekasını kavrayamamışların, o zekayla ilgili alaycı sözleriyle karşılaşıyorum. Bu kişiler, yine Aziz Nesin’in o sözünü kendilerine dayanak ediyorlar; bundan sonra da dayanak edecekler ve ben bu sözle tekrar tekrar uğraşmak zorunda kalacağım. Beni ve bu konudaki haklı duyarlılığımı iyice anlayan kişiler, benim “maden bulma coşkusu” yada “sırf foya ortaya çıkarmak” gibi sığ duygularla hareket etmeyeceğimi, bu tür yakıştırmaların, hareketli olduğum bir ortamda benim üzerimde durmayacağını da herhalde anlamış olacaktır.
Aziz Nesin’le ilgili söyleyeceğim son şey de şu olsun: “Siz Aziz Nesin'in kahkahaya boğularak bir yandan da eliyle işaret ederek ‘ha ha ha aptallara bak ha ha ha’ diye vakit geçirdiğini mi sanıyorsunuz” diye sormuşsunuz. Alay üzerine gülmece kuranlar, ne kadar kahkaha atsa da,gerçekte içi gülmez. Hem alay etmesine neden olan şeylerin, hem de alay ediyor olmasının rahatsızlığının öfkesiyle kıvranır. Yani, hayır, sandığınız gibi “kahkahalarla güldüğünü” düşünmüyorum.
Bundan sonra yazacaklarım, gözüme takılan bazı yaklaşım yanlışları konusunda olacak. İkinci madde dışındaki hiçbirinin Aziz Nesin’e gönderme yapmadığını özellikle belirtiyorum. İkinci maddede bile Aziz Nesin’in adını yalnızca, anlatmak istediğimi örneklendirmek için kullandım.
Birincisi, iyi bir yazar demek, iyi bir insan demek değildir. Bunun öyle çok örneği var ki... Bu nedenle, bir yazarın yazarlığına değil de, kişiliğine, kimi düşüncelerine veya kimi sözlerine değinildiği zaman, o yazarın iyi bir yazar olduğunu söylemek, anlamsız bir savunma olur.
İkincisi, sevdiğiniz kişiyi sevin, ama yanlışlarını savunmaya çalışmayın. Gerçi siz, yanlış olan birşeyi pek savunmaya çalışmamışsınız, ama arada çok ince bir çizgi vardır, ona dikkat etmek gerek. Benim bu konuda tartıştığım hemen herkes, tartışmanın ilerleyen bölümlerinde Aziz Nesin’in bu yanlışına sahip çıkmıştır. Bunu Aziz Nesin’e sahip çıkmak için yapmıştır, ama yalnızca Aziz Nesin’e sahip çıkmak için, hepsi de koca Türk halkına “gerçekten de aptaldır” demiştir. Sevilen kişinin üzerini tozdan, kirden arındırmaya çalışmak, sevgidendir. Ancak, herkes biraz kirlidir ve gerçek sevgi, o kişiyi kirleriyle birlikte sevebilmektir. Bunu hiç unutmamak gerek.
Üçüncüsü, bir toplumun öncülüğünü yapan kişilerin o toplumu sevmesi çok değerlidir, ama yeterli değildir. Bu öncü kişilerin, ağızlarından çıkan her sözünün nereye gideceğini bilmesi, her davranışının sorumluluğunu hissetmesi gerekir. Musolini İtalya için çok önemli işler yaptı, Hitler Almanya’yı doruklara çıkarmak istedi. Ama ikisi de halklarını yıkıma sürükledi. Mevlana, bir öyküsünde, adamın birine olan sevgisinden dolayı adamın dibinden ayrılmayan bir ayıdan sözeder. Birgün bu adam uykudayken yüzüne sinek konmuş. Ayı da adama olan sevgisinden dolayı sinekten kurtarmak istemiş. Almış eline koca bir kayayı, sineği öldüreyim diye adamın yüzüne vurmuş, adamı öldürmüş. Kısacası, ister bir birey olun, ister bir halk olun, biri sizi gerçekten seviyor da olsa, o kişinin bir ayı olup olmadığına bakmak gerek: Ne şekilde konuşuyor, ne şekilde davranıyor?
Dördüncüsü, tanıdığınız kişiler için konuşurken de çekinceli davranmanızı öneririm ama hele ki hiç tanımadığınız biri için konuşurken “yüzeysel düşünceli” demeyiniz. Belki böyle konuştuğunuz tanımadıklarınız arasından, bir gün karşınıza, tanıdığınız ve tanıdığınızı sandığınız herkesten daha fazla ve daha derin düşünen biri çıkar.
Son olarak, evet, “Nasreddin Hoca nın torunları olarak çok zeki bir ulusuz”.