07-10-2012, 04:11
Konumsal Satranç nedir? desem sanırım her arkadaşın bu konuda bir kaç sözü olur ve günümüze damgasını vuran bu anlayışın her satranç oyuncusunda gelişmesi gereken bir anlayış olduğu savunulur. Fakat aynı arkadaşlara konumsal satrancın kökleri hakkında bir yorum yapmalarını söylesek, konuşan arkadaşların sayısında bir azalma olacaktır. Çağdaş devlet anlayışı ile konumsal satrancın alakası nedir diye sorsak saçmalamaya başladığımızı düşünenler olacaktır. Daha sonra sorsak konumsal satranç ile TSF Genel Kurul Seçimlerinin ne ilişkisi olabilir desek kimse bizi okumayacaktır
Bir trafik kazasına kurban giden, ama kaza mı cinayet mi kafamda hep bir kuşku doğuran Recep Yazıcıoğlu diye bir valimiz vardı bir zamanlar. İyi insanlar unutulmazlar ve insan dediğin unutulunca ölür. (Bu insan hakkında geniş bilgi için şu bağa göz atabilirsiniz: http://www.frmtr.com/garip-olaylar/25281...ldu-mu.htm)
Recep Yazıcıoğlu bir gün bir televizyon proğramında şöyle bir söz sarf etmişti:
- Çağdaş devlet, örgütler örgütüdür!
Bir zamanlar yalnızca şahın kafa derisini yüzmeye yönelik oyunlar vardı satrançta. Bu oyunlarda rakipler hemen şahın olduğu bölgeye akınlar yapar, ya ölürler ya öldürürlerdi! Yani ya mat ederler ya da ava giden avlanır misali mat olurlardı. Berabere kalmak falan onların kitabında yoktu. Berabere kalmayı şanssızlık sayarlardı hatta. Konumsal satrancın dıştaladığı bu oyun tarzına bir ad koymak gerekirse Feda Satrancı ya da Kahramanlık Satrancı denebilir belki. Çünkü bu oyun ortaçağdan kalma mücadele biçimlerinin tahtaya yansımasıydı. Aynı zamanda orta çağ toplumlarının toplumsal mücadele ve sorun çözme anlayışlarına damgasını vuran kahramanlık anlayışının bir ürünü olarak, alabildiğine fedaya, kahramanlığa dayalı, yalnızca mat etmeye yönelik bir oyun tarzıydı. Siyasal ya da sosyolojik olarak söylemek gerekirse, bu oyun tarzı kraliyetin ve onun fedailerinin strateji ve taktik anlayışlarının tahtaya yansımasıydı.
Toplumsal yaşamdaki değişimler daima kültürel üst yapıya yansır hatta onu belirler. Üretim ilişkilerinin gelişmesiyle değişen anlayışlar, kültüre, sanata, spora, siyasete yansır, yansımakla kalmaz bu üst yapı kurumlarının belirleyicisi olur. Çünkü bu gelişmeler insan beyninin ve ufuklarının da gelişmesidir ve toplumsal algının vardığı sınırları ifade eder.
Kraliyet ve fedailerinin satrancına karşılık, konumsal satranç modern toplumun, bir başka şekilde söyleyecek olursak demokrasinin satrancıdır. Konumsal satrançta tahtadaki her bir taşın bir değeri ve işlevi vardır. Piyonlar alabildiğine değerlidir örneğin. Hatta Philidorun deyimiyle; Piyonlar satrancın ruhudur. Oysa klasik satranca göre piyonlar hiç önemli değildir, önemli olan hedefe ulaşıp, rakip şahın kafa derisini yüzmektir, hatta bunun bedeli kendi kafa derisi dahi olsa Klasik satrançta şahın dışındaki taşların hiçbir değeri yoktur. Taşlardan yararlanmak için feda etmek vardır ama onlarla işbirliği anlayışı yoktur. Kuşkusuz kültürel bir miras olarak konumsal satrançta da feda vardır ancak, konumsal anlayışa göre feda en son çaredir, klasik satranca göre ise feda derhal çaredir. Yani her ikisinin birbirine göre anlayışı yine birbirine göre tepe üstü durmaktadır. Klasik satranç oyuncusu alabildiğine hırslıdır, konumsal satranç oyuncusu ise alabildiğine alçakgönüllüdür. Konumsal satranç oyuncusu hovarda vezirin delikanlılığına güveneceğine, piyonlarının öncülüğüne daha çok güvenir. Konumsal satranç oyuncusu tüm taşlarıyla bir ailedir, klasik satranç oyuncusu ise tahtı için evlatlarını ya da kardeşlerini boğduran kral ya da prenslere benzer. Konumsal satranç oyuncusu çoğulcudur, demokratiktir, hem kendi sahasında hem rakip sahada her taşın sesine kulak verir, ancak klasik satranç oyuncusu kendinden başkasını duymaz ve kendi bildiğini okur.
Türk satranç oyuncusunun öğrenmeye çalıştığı ve dilinden düşürmediği konumsal satranç, onun yukardan aşağıya öğrendiği bir anlayıştır. Konumsal satrancı konuşur ama klasik oynar! Çünkü konumsal satranç aynı zamanda bir yaşam biçiminin ürünüdür. Bu yaşam biçimin adı demokrasidir! Türk toplumu ise demokrat değil, tutucudur! Klasik değerlerine sıkı sıkıya bağlıdır! Bu yüzden satrancımız da yarım yamalak ele aldığı özerkleşmenin özünden sıyrılarak, -erkleşmesine kurban gitmektedir!
İşte şimdi konuşabilirim. 2004 yılında TSF'nin özerkleşmesinden sonraki süreçte, özerkleşmeden umulan neydi ne oldu? Olması gerekenler neden olamadı, bundan sonra nasıl olacak? Şimdi bunları anlatabilirim.
Yine 2004 yılında FM Selim GÜRCAN'ın çevirisiyle TÜSGEV yayınlarından çıkan, İsrael Gelfer'e ait, "KONUMSAL SATRANÇ EL KİTABI" adlı kitapta bir ön söz var. Ön sözün yazarı kitabın "mizanpaj ve dizgisini" de yapmış. Ön sözün yazarı kim dersiniz?
Dersiniz; Ali Nihat YAZICI!...
Yazar orada konumsal satranca "yukardan aşağıya" övgüler düzmüş.
Türk çocuklarına eğitimde "konumsal satrancı" tavsiye edip, 12 yıldır bulunduğu TSF yönetiminde "klasik satranç" oynayan sayın Ali Nihat YAZICI...
5 Kasıma daha çok zamanımız var ve şu an sabah olmakta, bakalım yeni gün neler getirecek?...
Bir trafik kazasına kurban giden, ama kaza mı cinayet mi kafamda hep bir kuşku doğuran Recep Yazıcıoğlu diye bir valimiz vardı bir zamanlar. İyi insanlar unutulmazlar ve insan dediğin unutulunca ölür. (Bu insan hakkında geniş bilgi için şu bağa göz atabilirsiniz: http://www.frmtr.com/garip-olaylar/25281...ldu-mu.htm)
Recep Yazıcıoğlu bir gün bir televizyon proğramında şöyle bir söz sarf etmişti:
- Çağdaş devlet, örgütler örgütüdür!
Bir zamanlar yalnızca şahın kafa derisini yüzmeye yönelik oyunlar vardı satrançta. Bu oyunlarda rakipler hemen şahın olduğu bölgeye akınlar yapar, ya ölürler ya öldürürlerdi! Yani ya mat ederler ya da ava giden avlanır misali mat olurlardı. Berabere kalmak falan onların kitabında yoktu. Berabere kalmayı şanssızlık sayarlardı hatta. Konumsal satrancın dıştaladığı bu oyun tarzına bir ad koymak gerekirse Feda Satrancı ya da Kahramanlık Satrancı denebilir belki. Çünkü bu oyun ortaçağdan kalma mücadele biçimlerinin tahtaya yansımasıydı. Aynı zamanda orta çağ toplumlarının toplumsal mücadele ve sorun çözme anlayışlarına damgasını vuran kahramanlık anlayışının bir ürünü olarak, alabildiğine fedaya, kahramanlığa dayalı, yalnızca mat etmeye yönelik bir oyun tarzıydı. Siyasal ya da sosyolojik olarak söylemek gerekirse, bu oyun tarzı kraliyetin ve onun fedailerinin strateji ve taktik anlayışlarının tahtaya yansımasıydı.
Toplumsal yaşamdaki değişimler daima kültürel üst yapıya yansır hatta onu belirler. Üretim ilişkilerinin gelişmesiyle değişen anlayışlar, kültüre, sanata, spora, siyasete yansır, yansımakla kalmaz bu üst yapı kurumlarının belirleyicisi olur. Çünkü bu gelişmeler insan beyninin ve ufuklarının da gelişmesidir ve toplumsal algının vardığı sınırları ifade eder.
Kraliyet ve fedailerinin satrancına karşılık, konumsal satranç modern toplumun, bir başka şekilde söyleyecek olursak demokrasinin satrancıdır. Konumsal satrançta tahtadaki her bir taşın bir değeri ve işlevi vardır. Piyonlar alabildiğine değerlidir örneğin. Hatta Philidorun deyimiyle; Piyonlar satrancın ruhudur. Oysa klasik satranca göre piyonlar hiç önemli değildir, önemli olan hedefe ulaşıp, rakip şahın kafa derisini yüzmektir, hatta bunun bedeli kendi kafa derisi dahi olsa Klasik satrançta şahın dışındaki taşların hiçbir değeri yoktur. Taşlardan yararlanmak için feda etmek vardır ama onlarla işbirliği anlayışı yoktur. Kuşkusuz kültürel bir miras olarak konumsal satrançta da feda vardır ancak, konumsal anlayışa göre feda en son çaredir, klasik satranca göre ise feda derhal çaredir. Yani her ikisinin birbirine göre anlayışı yine birbirine göre tepe üstü durmaktadır. Klasik satranç oyuncusu alabildiğine hırslıdır, konumsal satranç oyuncusu ise alabildiğine alçakgönüllüdür. Konumsal satranç oyuncusu hovarda vezirin delikanlılığına güveneceğine, piyonlarının öncülüğüne daha çok güvenir. Konumsal satranç oyuncusu tüm taşlarıyla bir ailedir, klasik satranç oyuncusu ise tahtı için evlatlarını ya da kardeşlerini boğduran kral ya da prenslere benzer. Konumsal satranç oyuncusu çoğulcudur, demokratiktir, hem kendi sahasında hem rakip sahada her taşın sesine kulak verir, ancak klasik satranç oyuncusu kendinden başkasını duymaz ve kendi bildiğini okur.
Türk satranç oyuncusunun öğrenmeye çalıştığı ve dilinden düşürmediği konumsal satranç, onun yukardan aşağıya öğrendiği bir anlayıştır. Konumsal satrancı konuşur ama klasik oynar! Çünkü konumsal satranç aynı zamanda bir yaşam biçiminin ürünüdür. Bu yaşam biçimin adı demokrasidir! Türk toplumu ise demokrat değil, tutucudur! Klasik değerlerine sıkı sıkıya bağlıdır! Bu yüzden satrancımız da yarım yamalak ele aldığı özerkleşmenin özünden sıyrılarak, -erkleşmesine kurban gitmektedir!
İşte şimdi konuşabilirim. 2004 yılında TSF'nin özerkleşmesinden sonraki süreçte, özerkleşmeden umulan neydi ne oldu? Olması gerekenler neden olamadı, bundan sonra nasıl olacak? Şimdi bunları anlatabilirim.
Yine 2004 yılında FM Selim GÜRCAN'ın çevirisiyle TÜSGEV yayınlarından çıkan, İsrael Gelfer'e ait, "KONUMSAL SATRANÇ EL KİTABI" adlı kitapta bir ön söz var. Ön sözün yazarı kitabın "mizanpaj ve dizgisini" de yapmış. Ön sözün yazarı kim dersiniz?
Dersiniz; Ali Nihat YAZICI!...
Yazar orada konumsal satranca "yukardan aşağıya" övgüler düzmüş.
Türk çocuklarına eğitimde "konumsal satrancı" tavsiye edip, 12 yıldır bulunduğu TSF yönetiminde "klasik satranç" oynayan sayın Ali Nihat YAZICI...
5 Kasıma daha çok zamanımız var ve şu an sabah olmakta, bakalım yeni gün neler getirecek?...