07-10-2012, 23:07
- İki yurttaş yan yana gelince biri diğerine sormuş:
"Hemşehrim nerelisin?"
"OF'liyum da!"
"Yahu ben unuttum, Of Trabzon'a mı bağlıdır yoksa Rize'ye mi?"
Oflu kızmış:
"Allah'a, direkt Allah'a bağlidur da!"
Eskiden bu tartışmalarda çokça fıkralar anlatılırdı. Mizah olurdu. Kavga gürültü olurdu. Kıyasıya eleştirilerin dozunun kaçtığı olurdu. Bunlardan biri de ben olurdum. Sözümü sakınmazdım. O zamanlar gerçekten "Biz bir aileyiz" sloganına "inanır", bu kavgaların birer aile içi kardeş kavgası olduğunu düşünürdüm. Hatta sevgili Can İNCE ile de böyle tanıştık ve dost olduk. Ancak sonradan gördüm ki biz gerçekten bir aile değilmişiz. ("Büyük bir aileymişiz"!!) Araya büyüklük- küçüklük girince işler kötüye gitti ve ben TSF tarafından 6 Ay hak mahrumiyeti ile cezalandırıldım...
Her seçim döneminde adaylar Antalya'ya gelirler...
Cengiz Keleş de geldi.
Cengiz arkadaşla da 2004 yılı sonrasında tanıştım.
Belki de kendisine muhalefet eden arkadaşların kendisi hakkında söylediklerinden olsa gerek, çok yakın ilişkilerimiz olamadı. Yeri gelmişken değineyim ki TSF ile muhatap olduğum günden beri gördüğüm en olumsuz şeylerden biri, herkesin birbiri ardından yürüttüğü spekülasyonlardır. Cengiz arkadaşın bu gelişinde "herkesin kötüsü yine ben olayım" diyerek sormaya karar verdim:
- Cengiz arkadaşım seninle bu güne değin oturup hiç konuşmadık. Senin hakkında "tarikatçı, cemaatçı" savları var, sen gerçekten böyle misin?
Cengiz Keleş bu soruyu yanıtlamadan önce gülerek yukarıdaki fıkrayı anlattı ve ardından ekledi:
- Ben Allah'a, direkt Allah'a bağlıyım!...
Kendisinin dindar birisi olmakla beraber, tarikat ve cemaat ile bağının olmadığının da altını çizdi. Söylentiler nedeniyle kendisine hiç bir olumsuz tavrım olmamışsa da, bu konuda doğrudan kendisini böyle ifade etmesinden sonra, bir kez daha bu arkadaş hakkında bu dedikoduyu yayanların ne denli bir yanlış içinde olduklarını düşündüm... Hele ki aynı dedikoduyu yayanların sağcı ile sağcı, solcu ile solcu yerine göre de "futbolcu" olduklarını, ancak bir türlü "kendileri olmayı" başaramadıklarını bildiğimden, acı acı güldüm geçmişi düşünerek...
Herkes bilir ki ben sosyalist bir insanım. Bu yüzden "iki cami arasında beynamaz" konumunda kaldığım çok olmuştur. Tarikatçı birisi ile her ne koşulda olursa olsun bir araya gelmem imkansız değilse de çok zordur. Ancak şimdi şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, şu ana değin muhalefet ettiğim anlayışları savunanlar arasında bırakın sosyalisti, sıradan "solcu" bile yoktur. Çünkü "sol" dediğiniz olgu, geniş bir spektrum(yelpaze) olmakla birlikte, asgari müşterekleri olan bir "duruş" sahibidir. Karşımdaki anlayışları savunanlarda ben bu değerlerin hiç birine tanık olmadım...
Cengiz arkadaş ile görüşme sırasında öğrendim ki, Antalya'ya Gülkız Tulay hanımlar da gelip gitmişler. Hem de bir önceki seçimde kendilerine muhalefet eden Mersinli arkadaşlar ile. Cengiz arkadaşın gelişinden haberdar oldum. Ancak Gülkız Tulay'ın gelişinden haberim olmadı...
Ben kendi değerimi biliyorum ve böylesi bir toplantıya "çağrılmaya değmez birisi olduğumu" düşünmüyorum! Ancak bu tavrın daha şimdiden bir tür "ötekileştirme" tavrı olduğunu ve bu tavrın kendisinden olamayanlara karşı, ileride de işletileceğinin sinyali olarak almak mümkündür diye düşünüyorum. Kısacası bu arkadaşın gelişi, onun gidişini de ortaya koyan ve tanımlayan bir tavırdır.
Sonuç olarak;
"Hepimiz aynı gemideyiz" sözü doğrudur.
Türkiye Satranç Federasyonu bir gemiye benzetildiğinde, bu geminin "uluslararası sulara çıkabilmesi" için kızağa çekilip iğneden ipliğe bir bakıma gereksinmesi vardır...
Bu bakımın yapılacağı "tersanede" her türlü alana hakim olan bir arkadaşımız bir yanda, hangi alana hakim olduğunu bilemediğimiz bir arkadaş diğer yandadır.
Cengiz arkadaş ODTÜ mezunudur. Bu yıl üniversiteye çocuk yollamış bir baba olarak, ODTÜ'den makine mühendisi olarak mezun olmanın hangi zekaya tekabül ettiğini biliyorum. Bu zekanın TSF içerisinde de bir çok işi başarmış olduğu tüm satranç topluluğu tarafından, rakipleri de dahil olmak üzere bilinmekte ve kabul edilmektedir. Türk satrancının ülkesel planda gereksinmesi olan atılımları örgütleyip, organize edebilecek kapasitesi olduğunu düşünüyorum.
Gülkız Tulay hakkında ise yukarıda söylediğimden daha fazlasını söylemeyeceğim. Bunun nedeni sol bir insan olarak, beni doğuran anneme de verdiğim sözlerden dolayı, kadınlardan yana "pozitif ayrımcılığı" savunuyor olmamdır. İsterdim ki Gülkız Tulay, kendi iradesi doğrultusunda bu makama aday olmuş olsun. İsterdim ki arkasında şu sözler olmasın:
"Ben 20 Kasım 2000 yılında seçilmiştim biliyorsunuz. 2004'te denedim olmadı, bazı şeyler oldu. 2008'de denedim, ikna edemedim ve yine olmadı. Ama bu yıl başardım. 2012 yılında 12 yıldan sonra artık Federasyon Başkanlığını devrediyorum. Ekip olarak birlikte karar verdiğimiz ve bayrağı bizden alıp çok daha yukarılara götürecek çok kıymetli bir dostumuza, bir arkadaşımıza, hepimizin tanıdığı Türkiye'nin en büyük satranç kulübü başkanı Gülkız Tulay'a devrediyoruz."
"Devrediyorlar"
Yani ilk başta söylediklerime dönersem; "Kurulu seçimler"...
Bu yazı dizisinde olabildiğince nesnel olamaya çalıştım. Öznel sayılabilecek değerlendirmelerimin de nesnel olduğunu biliyorum. Üretim ilişkileri içerisinde gelişmeyen ve zaten doğuştan sakat olan bir demokrasinin, seçimlerinin de bir oyun olduğunu biliyorum.
Bizim buralarda anlatılır: "Günün birinde bir orman köyüne kaymakam gelir. Tabi ki de bütün köylü el-pençe divan durur ve yalakalığın bini bir paradır. Yaşlı bir teyzenin dikkatini çeker bu durum sorar:
-Evladım sen kimsin?
-Ben kaymakamım teyze.
-Evladım az daha okusaydın da ormancı olsaydın ya?!...
Yaşlı teyzemizin o güne kadar bir orman köylüsü olarak gördüğü en önemli kişidir ormancı.
Şimdi Cengiz arkadaşa diyorum ki:
- Yahu Cengiz, direkt Allah'a bağlı olacağına direkt hükümete bağlı olsaydın ya!!
Ben benim desteklediğim arkadaşın kaybedeceğini biliyorum. Cengiz'in de kaybedeceğini biliyorum. Ancak "Sabahın sahibi vardır, sorarlar bir gün!".
"Yolcu yolunda gerek" derlerdi eskiden, şair arkadaşım Sezai Sarıoğlu düzeltti:
"Solcu solunda gerek"
Hoşça kalın!...
"Hemşehrim nerelisin?"
"OF'liyum da!"
"Yahu ben unuttum, Of Trabzon'a mı bağlıdır yoksa Rize'ye mi?"
Oflu kızmış:
"Allah'a, direkt Allah'a bağlidur da!"
Eskiden bu tartışmalarda çokça fıkralar anlatılırdı. Mizah olurdu. Kavga gürültü olurdu. Kıyasıya eleştirilerin dozunun kaçtığı olurdu. Bunlardan biri de ben olurdum. Sözümü sakınmazdım. O zamanlar gerçekten "Biz bir aileyiz" sloganına "inanır", bu kavgaların birer aile içi kardeş kavgası olduğunu düşünürdüm. Hatta sevgili Can İNCE ile de böyle tanıştık ve dost olduk. Ancak sonradan gördüm ki biz gerçekten bir aile değilmişiz. ("Büyük bir aileymişiz"!!) Araya büyüklük- küçüklük girince işler kötüye gitti ve ben TSF tarafından 6 Ay hak mahrumiyeti ile cezalandırıldım...
Her seçim döneminde adaylar Antalya'ya gelirler...
Cengiz Keleş de geldi.
Cengiz arkadaşla da 2004 yılı sonrasında tanıştım.
Belki de kendisine muhalefet eden arkadaşların kendisi hakkında söylediklerinden olsa gerek, çok yakın ilişkilerimiz olamadı. Yeri gelmişken değineyim ki TSF ile muhatap olduğum günden beri gördüğüm en olumsuz şeylerden biri, herkesin birbiri ardından yürüttüğü spekülasyonlardır. Cengiz arkadaşın bu gelişinde "herkesin kötüsü yine ben olayım" diyerek sormaya karar verdim:
- Cengiz arkadaşım seninle bu güne değin oturup hiç konuşmadık. Senin hakkında "tarikatçı, cemaatçı" savları var, sen gerçekten böyle misin?
Cengiz Keleş bu soruyu yanıtlamadan önce gülerek yukarıdaki fıkrayı anlattı ve ardından ekledi:
- Ben Allah'a, direkt Allah'a bağlıyım!...
Kendisinin dindar birisi olmakla beraber, tarikat ve cemaat ile bağının olmadığının da altını çizdi. Söylentiler nedeniyle kendisine hiç bir olumsuz tavrım olmamışsa da, bu konuda doğrudan kendisini böyle ifade etmesinden sonra, bir kez daha bu arkadaş hakkında bu dedikoduyu yayanların ne denli bir yanlış içinde olduklarını düşündüm... Hele ki aynı dedikoduyu yayanların sağcı ile sağcı, solcu ile solcu yerine göre de "futbolcu" olduklarını, ancak bir türlü "kendileri olmayı" başaramadıklarını bildiğimden, acı acı güldüm geçmişi düşünerek...
Herkes bilir ki ben sosyalist bir insanım. Bu yüzden "iki cami arasında beynamaz" konumunda kaldığım çok olmuştur. Tarikatçı birisi ile her ne koşulda olursa olsun bir araya gelmem imkansız değilse de çok zordur. Ancak şimdi şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, şu ana değin muhalefet ettiğim anlayışları savunanlar arasında bırakın sosyalisti, sıradan "solcu" bile yoktur. Çünkü "sol" dediğiniz olgu, geniş bir spektrum(yelpaze) olmakla birlikte, asgari müşterekleri olan bir "duruş" sahibidir. Karşımdaki anlayışları savunanlarda ben bu değerlerin hiç birine tanık olmadım...
Cengiz arkadaş ile görüşme sırasında öğrendim ki, Antalya'ya Gülkız Tulay hanımlar da gelip gitmişler. Hem de bir önceki seçimde kendilerine muhalefet eden Mersinli arkadaşlar ile. Cengiz arkadaşın gelişinden haberdar oldum. Ancak Gülkız Tulay'ın gelişinden haberim olmadı...
Ben kendi değerimi biliyorum ve böylesi bir toplantıya "çağrılmaya değmez birisi olduğumu" düşünmüyorum! Ancak bu tavrın daha şimdiden bir tür "ötekileştirme" tavrı olduğunu ve bu tavrın kendisinden olamayanlara karşı, ileride de işletileceğinin sinyali olarak almak mümkündür diye düşünüyorum. Kısacası bu arkadaşın gelişi, onun gidişini de ortaya koyan ve tanımlayan bir tavırdır.
Sonuç olarak;
"Hepimiz aynı gemideyiz" sözü doğrudur.
Türkiye Satranç Federasyonu bir gemiye benzetildiğinde, bu geminin "uluslararası sulara çıkabilmesi" için kızağa çekilip iğneden ipliğe bir bakıma gereksinmesi vardır...
Bu bakımın yapılacağı "tersanede" her türlü alana hakim olan bir arkadaşımız bir yanda, hangi alana hakim olduğunu bilemediğimiz bir arkadaş diğer yandadır.
Cengiz arkadaş ODTÜ mezunudur. Bu yıl üniversiteye çocuk yollamış bir baba olarak, ODTÜ'den makine mühendisi olarak mezun olmanın hangi zekaya tekabül ettiğini biliyorum. Bu zekanın TSF içerisinde de bir çok işi başarmış olduğu tüm satranç topluluğu tarafından, rakipleri de dahil olmak üzere bilinmekte ve kabul edilmektedir. Türk satrancının ülkesel planda gereksinmesi olan atılımları örgütleyip, organize edebilecek kapasitesi olduğunu düşünüyorum.
Gülkız Tulay hakkında ise yukarıda söylediğimden daha fazlasını söylemeyeceğim. Bunun nedeni sol bir insan olarak, beni doğuran anneme de verdiğim sözlerden dolayı, kadınlardan yana "pozitif ayrımcılığı" savunuyor olmamdır. İsterdim ki Gülkız Tulay, kendi iradesi doğrultusunda bu makama aday olmuş olsun. İsterdim ki arkasında şu sözler olmasın:
"Ben 20 Kasım 2000 yılında seçilmiştim biliyorsunuz. 2004'te denedim olmadı, bazı şeyler oldu. 2008'de denedim, ikna edemedim ve yine olmadı. Ama bu yıl başardım. 2012 yılında 12 yıldan sonra artık Federasyon Başkanlığını devrediyorum. Ekip olarak birlikte karar verdiğimiz ve bayrağı bizden alıp çok daha yukarılara götürecek çok kıymetli bir dostumuza, bir arkadaşımıza, hepimizin tanıdığı Türkiye'nin en büyük satranç kulübü başkanı Gülkız Tulay'a devrediyoruz."
"Devrediyorlar"
Yani ilk başta söylediklerime dönersem; "Kurulu seçimler"...
Bu yazı dizisinde olabildiğince nesnel olamaya çalıştım. Öznel sayılabilecek değerlendirmelerimin de nesnel olduğunu biliyorum. Üretim ilişkileri içerisinde gelişmeyen ve zaten doğuştan sakat olan bir demokrasinin, seçimlerinin de bir oyun olduğunu biliyorum.
Bizim buralarda anlatılır: "Günün birinde bir orman köyüne kaymakam gelir. Tabi ki de bütün köylü el-pençe divan durur ve yalakalığın bini bir paradır. Yaşlı bir teyzenin dikkatini çeker bu durum sorar:
-Evladım sen kimsin?
-Ben kaymakamım teyze.
-Evladım az daha okusaydın da ormancı olsaydın ya?!...
Yaşlı teyzemizin o güne kadar bir orman köylüsü olarak gördüğü en önemli kişidir ormancı.
Şimdi Cengiz arkadaşa diyorum ki:
- Yahu Cengiz, direkt Allah'a bağlı olacağına direkt hükümete bağlı olsaydın ya!!
Ben benim desteklediğim arkadaşın kaybedeceğini biliyorum. Cengiz'in de kaybedeceğini biliyorum. Ancak "Sabahın sahibi vardır, sorarlar bir gün!".
"Yolcu yolunda gerek" derlerdi eskiden, şair arkadaşım Sezai Sarıoğlu düzeltti:
"Solcu solunda gerek"
Hoşça kalın!...