12-11-2010, 18:52
ABELARD, PIERRE: ABELARD, PIERRE (1079-1142), Fransız filozof ve ilâhiyatçı; felsefe tarihinde, üniversal'in (tümel'in, külli'nin) mahiyeti konusunda ortaya çıkmış olan tartışmada (ki, felsefe tarihindeki bu tartışma, aslında, materyalizm ile idealizm arasındaki çatışmayı ifade eder), materyalizm'e yakın düşen konseptüalizm görüşünü savunmuştur. Iskolastik realizm'le (bak. Realizm, Orta Çağ) açıkça tartışmaya girmiştir. Abelard Sic et Non adlı kitabında, dinsel inancı “rasyonel öncüller” olarak sınırlandırır; Kilise otoritelerinin sözlerindeki uzlaşmaz çelişkileri ortaya koyar. Abelard'in sözü geçen kitabı, Orta Çag'ın şartlan içinde, ilerici karakterde bir değer taşıyordu, ve Katolik Kilisesi tarafından dinden sapmışlıkla mahkûm edilmiştir.
ACOSTA (da COSTA), URIEL: ACOSTA (da COSTA), URIEL (1585 ilâ 1590 arasında, Portekiz'de doğdu, 1640'da öldü), Hollanda'lı filozof, rasyonalist Katolik eğitim görmüştür. 1614' de Hollanda'ya kaçtı, Yahudilik adına Hıristiyanlığı reddetti. Hemen sonra da, Yahudiliğin dinsel dogmatizmine karşı çıktı. Farisiler'i (Hahamları) Musa inancını tahrif etmekle suçladı. 1623'de “Sobra a mortalidade da homen” üzerine, ruhun ölümsüzlüğünü, ölümden sonra hayatı inkâr eden bir risale yazmıştı. Görüşlerinden ötürü, Sinagog'dan iki defa (1622 ve 1623'de) afaroz edildi. Hahamlarla Hollanda'lı otoriteler tarafından eziyete uğratılmış, intihar etmiştir. “Exemplar humanae vitae” adlı kitabı, gerek resmî dini, gerekse insanın özünde saklı bulunduğu, insanların karşılıklı sevgiyle bir araya gelmelerini sağladığı, iyi ile kötüyü birbirinden ayırmaya yaradığı iddia edilen tabii kanun fikrini eleştirir. Acosta'nın fikirleri, Spinoza üzerinde etkili olmuştur.
AÇIKLAMA: AÇIKLAMA, incelenen objenin özünü ortaya çıkarma amacını güden bilimsel faaliyetin bir aşaması yada tarzı. Açıklama, taşıdığı epistemolojik anlama göre, birkaç tipe ayrılır: genel yoldan Açıklama (analoji, model), nedensel Açıklama, kanunla Açıklama, v.s. Açıklama doğrudan tasvire bağlıdır, tasvire dayanır, Olayların bilimsel öngörülüşü, Açıklama'ya dayanılarak yapılabilir. Sosyalizmin öngörülüşünün ve pratikte kuruluşunun temelinde marksizm-lenizim tarafından ortaya konan sosyal gelişme kanunlarının derin bilimsel Açıklama'sı vardır.
AÇMA: AÇMA, Açıklama (bak. Açıklama) Açınım, sonunda belirli bir ünitenin muhtevasının ortaya çıkarıldığı ve bu üniteyi meydana getiren unsurların bağımsızlaştığı, birbirinden ayrıldığı bir süreç. Açıklama terimi, idealist felsefede, çoğu defa bu anlamda kullanılır. Mesela, Yeni-Platon'culuk, dünyayı ve bireysel şeyleri, bir Açma olarak, bu bireysel şeyleri kendinde bir ünite halinde bulunduran Tânrı'nın “kendini-açması” olarak görür. Hegel, dünyayı, kavramın kendi tanımlarının çokluğuna “kendini-açması” olarak ele alır. Bilinen fakat apaçık olmayan nosyonların yada fikirlerin yerine apaçık bilimsel nosyonlar koyan mantıksal-metodolojik metod. Açma, genellikle bilimsel bir teorinin geliştirilmesi bakımından gerekli kavranılan yani bilimsel-öncesi yada kesinlik kazanmamış kavramları bilimsel bilgi'den ayırma işinde kullanılır. “Açma” terimi, semantik mantık'ta sık sık bu anlamda kullanılır.
AD: AD, mantık'ta, yalnız maddi obje olarak değil, adlandırabileceğimiz her şey olarak, yani en geniş anlamıyle anlaşılan obje'yi gösteren lengüistik bir ifade. Mantıksal semantik, genel olarak, “semantik üçgen”le uğraşır: 1) ad; 2) ad'la (adlandırma'yla) belirtilen obje- 3) ad'ın anlamı (bak. Adlandırma ve Anlam). Çağdaş mantık, kelimelerin günlük kullanılışından farklı olarak, yalnız terimleri (kelimeleri) değil, fakat ifadeleri de ad olarak görür.
ADALET VE ADALETSİZLİK: ADALET VE ADALETSİZLİK, sosyal fenomenlerin, ahlâk açısından farklı nitelendirilişini ifade eden etik kavramlar: sosyal bir fenomenin haklı görülerek kabul ve tasvip edilmesi yada haksız görülerek red ve inkâr edilmesi. Adalet ve Adaletsizlik kavramları, genellikle, felsefi, vs. teorilerde yer alır. Adalet ve Adaletsizlik anlayışı, genellikle her tarihsel dönem için geçerli ve mutlak olarak görülür. Ne var ki, aslında, bu kavramlar sosyal ilişkilere bağlı olarak, her dönemde değişirler. Bundan başka sınıflı bir toplumda, ayn ayn sınıfların mensupları da bunları farklı tarzda anlarlar. Yönetici sınıf, ekonomik ilişkileri tasvip ederken, devrimci sınıf bunları eleştirir ve reddeder. Marksizm, Adalet kavramının anlamını açıklığa kavuşturmuş ve onu tabiî-sosyal gelişmenin hayati gerekleri ile olan ilişkisi içinde değerlenmiştir. Marksist etik, Adalet kavramını, toplumu sömürüden kurtarma fikriyle birleştirir. Ancak sosyalizmdir ki, adaletli, eşit ilişkiler, kardeşçe dostluk ve halklar arasında işbirliği yaratır. Sosyal ve ekonomik farklılıkların bütün izlerinin ortadan kalktığı sosyalist toplumun yüksek aşamasında sosyal Adalet doruğuna ulaşır.
ADLANDIRMA VE ANLAM: ADLANDIRMA VE ANLAM, Bir şeyin anlamı, o şeyin toplum için ifade ettiği şeydir. Anlam, insanların faaliyetinde o şeyin yaptığı fonksiyona bağlıdır ve yalnızca, kendi tabiatıyla belirlenmiş fonksiyonları yerine getiren o şeyin gerçek objektif özüyle belirlenir, insanlar bir şeyin anlamını çeşitli dil işaretleriyle birbirlerine iletirler. Dilde, şeylerin pratik anlamlan, kelimelerin Âdlandınlmasıyle kaydedilmiş, pekiştirilmiş ve saklanmıştır. Anlam başka kelimelere yada objektif bir duruma izafeten yapılan Adlandırmanın spesifik bir biçimidir. Adlandırmalann anlam kazanmalarına yol açan adlandırmalar arasındaki karşılıklı ilişkiler ve bağıntılar, ya objektif gerçek faktörler ve objektif muhakeme mantığı tarafından, yada sübjektif faktörler, yani kişisel istekler, dilekler, sosyal (aynı zamanda sınıfsal) amaçlar ve niyetler tarafından belirlenir. Sübjektif anlamların gerçek şeyler ve fenomenlerle uygunluğunu sağlıyan şey sadece sosyal pratiktir. Sosyal pratik sübjektif sapmalan bertaraf eder ve somut şeylerle fenomenlerin gerçek farklılığını meydana getiren anlam farklılıklarını tesis eder.* Lengüis-tik'te, (sözlük anlamıyla) Adlandırma kelimenin anlamı olarak anlaşılır. Bir kural olarak, kelimelerin değişik Adlandırmaları ve değişik anlamlan, vardır. Bundan ötürü, kelimelerin adlandırılması, kelimelerin içinde kullanıldıkları kontekse ve kullanış durumlarına bağlıdır çoğu kere.*** Objeleri adlandıran lengüistik ifadelerde, Adlandırma, Anlam kavramları semantik mantık'ın kapsamı dışında tutulmuştur. Lengüistik bir ifadenin adlandırılması, genellikle, işaret ettiği obje yada objeler sınıfı olarak, yani belli bir ifade (nominatum) olarak, ifadenin anlamı ise, onun delaleti (konnotasyonu) olarak, yani belirli bir ifadeyi şu yada bu objeye atfetmeyi mümkün kılan enformasyon olarak anlaşılır. Şöyle ki, «Akşam Yıldızı» ile «Sabah Yıldızının kendi anlamlan olarak objeleri tek ve aynıdır, yani Venüs gezegenidir; fakat konnotasyonları, yani delaletleri değişiktir. Çağdaş mantıkta, Adlandırma ile Anlam ayınmı Frege ile başlar. Lengüistik ifadelerin eşanlamlıhğı (sino-nimik) kriteriyle ilgili problemleri semantik mantık inceler.
AGNOSTİSİZM: AGNOSTİSİZM, Evren'in bilinmesi imkanını kısmen yada tamamen inkâr eden bir doktrin. Bu terimi, ilk olarak bilgin Thomas Öuxley kullanmıştır. Lenin, Agnostisizm'in epistemolojik köklerini ortaya koyar, ve agnostikler' in öz ile görünüşü birbirinden tecrit ettiklerini, fenomenlerden öteye gidemediklerini, fenomenlerin özüne nüfuz edemediklerini ve duyumlar dışında otantik olarak hiçbir şeyi kabul etmek istemediklerini söyler. Agnostisizm'in tavizci tutumu, Agnostisizm ta-raftarlanm idealizm'e vardınr. Agnostisizm, eski Yunan felsefesi'nde şüphecilik biçiminde ortaya çıkar; Hume ile Kant'ın felsefesinde ise klasik biçimini alır. Pragmatizm ile pozitivizm'in savunucuları. Kant felsefesi'nin «kendin-de-çey»ini atarlar ve dünyanın kendinde-varlık olarak ele alınamıyacağını ileri sürerler. Agnostisizm'in hareket noktası, bilimi sınırlandırmak; mantıksal düşünceyi reddetmek; dikkati tabiatın, özellikle de toplumun objektif kanunlarının bilinmesinden uzaklaştırmaktır. Pratik, bilimsel deney ve maddî üretim, Agnostisizm'1 en tam biçimde çürüten şeylerdir. Eğer insanlar, bazı fenomenlere nüfuz edip, bu fenomenleri yeniden meydana getirebiliyorlarsa, «bilinemez kendinde-şey»in işi bitmiş demektir.
AGRIPPA: AGRIPPA, Evren'in bilinmezliğine dair beş kanıtı (bak. Troplar) ileri süren Romalı şüpheci filozof (1-2. yüzyıllar). Agrippa'nın, rasyonel bilgi problemlerini ele alan troplar'ı, Lenin'in belirttiği gibi (Toplu eserleri, Cilt 38. s. 301), diyalektik bazı unsurlar ihtiva eder.
AHLÂK: AHLÂK, sosyal realitenin etik niteliklerinin (iyi'nin, refah'ın, adaletin, vs. nin) yansıdığı ve yerleştiği bir sosyal bilinç formu. Ahlak, insanların gerek birbirlerine, gerekse topluma karşı ödevlerini belirliyen insan davranışla-n ile birarada yaşama kurallarının, standartlarının bütünüdür. Ahlakin mahiyetini belirliyen, ekonomik ve sosyal düzen'dir; ahlak standartları sınıf menfaatlerini, sosyal bir tabakanın ya da halkın menfaatlerini yansıtır. Sınıf h bir toplumda farklı ahlaklar vardır; çünkü, sınıf menfaatleri karşılıklı de-ğişirlik içindedirler. Bir sınıf reaksi-yoner hale geldiğinde kendini haklı göstermek imkânını kaybeder, tama-miyle bencilliğe düşer, tarihe ayak uyduramaz olur. Ama, öte yandan, Ahlâk, tarihsel gelişmenin sesini duyurduğu zaman ilerici olur. Ahlâk, davranış standartlarından ibaret değildir, insanın ruhsal fizyogonomisinin bir sınıfın, sosyal bir tabakanın yada halkın ideoloji ve psikolojisinin spesifik bir çizgisidir. Davranış, objektif olarak iyi ve adaletli olduğu zaman ahlâkîdir; kötü ve adaletsiz olduğu zaman ise gayri ahlakidir. Ne var ki, insan sapabilir. Bu bakımdan, Ahlâk, değerlendirmeyi içine alır. Değerlendirmenin özü, sadece yargılarda (ideoloji'de) değil, hissi ve iradi reaksiyonlar ile duyusal hallerde de görülür, insanlar arasında, davranışların, yaşayış tarzının etik değerlenmeleri olarak ifade edilen ilişkiler, ahlak ilişkileridir. Ahlak toplumun doğusuyla aynı zamanda, devletten ve kanundan önce ortaya çıkmış olup, üretim tarzında ve sosyal sistemde meydana gelen değişmelerle birlikte, uzun bir tarihsel gelişme sürecinden geçerek kendi mahiyetini değiştirmiştir. Antagonist sınıflar arasında, bu sınıflanıl meydana gelmesinden bu yana devam eden çatışma, Ahlak alanında ifadesini bulur. Bu bakımdan, ahlak standartları ve ahlak ilişkileri, ne me-tafizikçilerin gördüğü gibi, ezeli ve ebedi olarak konmuş şeyler, ne de idealist ilahiyatçıların iddia ettikleri gibi. aklın, ruhun saf bir yaratışıdırlar. Din, sömürücü Ahlak'ı savunur. Burjuva Ahlak'ı, özel mülkiyet anlayışıyla yayılmıştır; burjuva" Ahlâk'ın ilkeleri ve tavrı, bencillik ve bireyselliği yansıtır. Emperyalist burjuva hayat tarzı ve davranışı ahlaki değildir; çünkü insanlığın ortak menfaatlerine ve tarihin gidişine aykırı bir yol tutar. Emperyalist Ahlak, en kesin ifadesini faşizm'de bulur. Sosyalizm'in gerçekleşmesiyle, burjuva Ahlâk'ın yerini sosyalist Ahlak alır. Sosyalist Ahlâk'ın kaynağı, eski rejimde yaratılmış bulunan proletarya Ahlak'ı ile, emekçi halkın sosyal baskıya ve haksızlığa karşı mücadelesinde biriktirdiği ilerici ahlak ilkeleridir. Sosyalizm'in üst evresine geçiş döneminde, Ahlak ve ahlak ilkeleri çok büyük önem taşır; gerek insanlar arasında gerekse insanlarla toplum arasındaki ilişkiler etik ilkeler tarafından düzene sokuldukça yönetim kurallarının rolü azalır.
AHLÂK, HIRİSTİYAN: AHLÂK, HIRİSTİYAN, Hıristiyan dini tarafından vaazedilen ahlak. Hıristiyan ahlak standartlarını bütün insanlıkta ortak şeylermiş gibi gösteren ilahiyatçılar, Hıristiyan ahlakını en yumuşak, en insani, sevgiye en ön planda yer veren ahlak diye ortaya koymaya çalışırlar. Ama gerçekte, Kilise, belirli dinisel standartları tekeline alarak kutsallaştırmış. sömürücü sınıfların hizmetine koymuştur. Tarihte, bir çizilenler dini olarak ortaya çıkan Hıristiyanlık, kitlelerin özlemlerini (özellikle de, kardeşlik, herkesin birbirine sevgi göstermesi, v.s. fikrini) yansıtmıştır. Evrensel sevgi ve bağışlamayı öğüt-liyen Kilise, bu emirleri bizzat kitlelerin aleyhine - çevirmiştir, îşte Hıristiyan Kilisesi'nin iki yüzlülüğü ve bağnazlığı buradadır. Kilise çektikleri acılardan dolayı ezilenlere vaadedilen mükâfatı ve adaletin zaferini, doğuşu insanın değil, Tann'nın iradesine tâbi bulunan «Tann ülkesi» ne bağlamaktadır. Böyle yapmakla da. Kilise, toplumun yeniden düzene konması uğruna kitlelerin yapacağı mücadeleyi ahlakdışı ilân etmektedir. Hıristiyan Kilisesi, aza kanaat etmeyi ve tevekkülü vaaz etmesi bakımından gericidir.
AHLÂK KANUNU: AHLÂK KANUNU, idealist felsefe'de insanın davranışına bir temel -olarak belirlenmiş bir etik ilke. Voltaire. Ahlâk Kanunu'nu, tabii bir ahlâk olarak formüle eder: -Başkalarının sana davranmasını istediğin biçimde başkalarına davran». Kant, Ahlâk Kanunu'nu, ampirik bir doğrulanışa ihtiyacı olmayan, insan tabiatında ezelden bulunan, şarta bağlanmamış bir ahlâki buyruk olarak ortaya koyar ve buna kesin buyruk (emperatif kategorik) adını verir. Fichte, Ahlâk Kanunu'nu bireyin zorunlu yaratıcı faaliyeti ile birleştirir. Bu faaliyet ile bağdaşan her şey ahlâkidir. Marksist etik, Ahlâk Kanununu. sınıf ve tarih dışı bir kategori olması bakımından reddeder.
AHLÂK, SOSYALİST: AHLÂK, SOSYALİST, sosyalist toplumu kuranlar'm davranış ilkelerinin ve standartlarının bütünü. Sosyalist Ah-lak'ın objektif kriteri, sosyalist toplumun zaferi yolunda mücadeledir. Başlıca Sosyalist Ahlak ilkeleri şunlardır: sosyalizm davasına gönülden bağlılık, sosyal refahın çalışmayla arttırılması; kamu ödevi duygusu, kolektivizm hümanizm, enternasyonalizm, sosyalist ahlak standartlarım ihlal edenlere karşı tavizsiz tavır alma, v.s... (Bak. Sosyalist Toplumu Kuranların Ahlâk ilkeleri). Sosyalist Ahlâk'ın tarihsel ve teorik temeli, işçi sınıfının, geçmişteki ilerici sınıflar tarafından elden ele aktarılan, sade ve yüce ahlak standartlarını ihtiva eden dünya görüşü ve ahlakıdır, işçi sınıfı, aynı zamanda, emekçi halkın kurtuluşu yolunda sınıf dayanışması, enternasyonalizm gibi kendi ahlak standartlarım da ortaya koymuştur. Sosyalist Ahlâk, insan maneviyatının bütün ilerici standartlarını, işçi sınıfı aracılığıyla kendi içinde bulundurur. Sosyalist Ahlak standartları, halkın davranışlarıyla sınırlı değildir; Sosyalist Ahlak standartları, halkın davranışlarının ve sosyalist sosyal kurumların, sosyal gelişme sürecini etkilemesi anlamında toplumu dönüşüme uğratışın, insanı eğitisin ve yeniden eğitisin aktif faktörleridir. Sosyalist Ahlak standartları evrensel hale geldiğinde, bireyle toplum arasındaki ilişkiler, yasama ve yönetme kurallarının ortaya çıkardığı birçok kayıtlan gereksiz kılacaktır. Kamu görevi bilincinin emrettiği insan davranışı, dıştan gelen bütün zorlayıcı biçimleri tasfiyeye uğratarak, birşeyin hakiki hürlüğüne yol açacaktır. Kanunlarla yönetme tarzlarının, Sosyalist Ahlâk standartları tarafından dönüşüme uğratılması, ahlak tarihinde bir devrim olacaktır. Bu, şiddet ilkesinin tasfiyesine de yol açacaktır. Olgunlaşma yolunda olan Sosyalist Ahlâk standartları, günümüzde, anti-sosyalist âhlak'la iki yerde çatışma halindedir: birincisi, toplumda yürürlükte bulunan kanunları çiğneme ve ihlal etme biçiminde ortaya çıkıp, ahlakdışı fiil ve cürümlere yol açan köhnemiş ve kullanılmaz hale gelmiş standartları, geçmişin kalıntıları olarak ihtiva eden sosyalist toplum'da; ikincisi, burjuva toplum ahlâkının Sosyalist Âhlak'la çeliştiği yerde, yani sosyalist toplum dışında. Sosyalist Ahlak, bütün insanlığın gelecekteki ahlâkı olarak bu karmaşık mücadele ve yapı içinde oluşmaktadır (bak. Ahlâk, Etik).
AHLÂK YARGISI: AHLÂK YARGISI, bireylerin, organizasyonların, halkın, v.s.'nin faaliyet ve davranışlanndaki ahlâki meziyetlerin değerlendirilmesi. Genel bir Ahlâk Yargısı iyi ile kötü kategorileri içinde yapılır. Ahlâk Yargısı, sosyal sisteme, sınıf mücadelesine göre değişen, objektif, tarihsel ahlâk kriterine dayanır. Halkın faaliyet ve davranışlarının bilimsel etik tarafından Ahlâk Yargısı'na tâbi tutuluşu, ahlâki saik ile sonuçta ortaya çıkan sosyal faydanın birliğine, söz ile aksiyonun birliğine dayanır. Sosyalist toplumda, Ahlâk Yargısı'nın kriteri, halkın menfaatlerini, insan hayatının maddi ve manevî şartlarının ilerleyici gelişmesi ile insanın mutluluğunu ve refahını amaç edinen emektir.
AİLE: AİLE, evlilik ve kan yakınlığına, yani, kan ile koca, ana-baba ile çocuklar, kardeşler, v.s. arasındaki ilişkiye dayanan bir toplum çekirdeği. Aile hayatı, maddi ve manevi süreçlerle ka-rekterize edilir. Bunlardan ilki, biyolojik ilişkilerle ekonomik-tüketim ilişkileridir; ikincisi ise, kanuni, ahlâki ve psikolojik ilişkilerdir. Aile, tarihsel bir kategoridir. Aile hayatını ve aile şekil lerini belirliyen şey, toplumdaki sos-yo-ekonomik düzen ile bir bütün olarak sosyal ilişkilerin taşıdığı karakterdir. Eski çağlarda, cinsel ilişkilerin geçici, düzensiz bir yapısı vardı ve Aile denilen şey yoktu. Aile, ekonomik bağların ve 'menfaatlerin ayn cinsiyette kişiler arasındaki tabii ilişkiye eklenmesiyle yerleşen hayat tarzına ve bir de cinsiyet ve yaşa göre işbölümü temeline dayanan gentil sistem döneminde ortaya çıkar. Anaerkiliiğin hüküm sürdüğü zamanda geniş bir anaerkil Aile vardı: komün, grup, sonra da iki kişilik evlilik, Ataerkillik .döneminde, geniş bir ataerkil Aile ortaya çıktı; askeri demokrasi olarak kurulan, tek-eşli evliliğe dayanan ve ufak bir ataerkil aile'ye dönüşen komün. Böylece, kadın da, mülk haline, kocasının kölesi haline geldi. Servet birikişi ve bu servetin kanuni mirasçılara geçmesi, Aile'nin başlıca amacını teşkil ediyordu. Burjuva toplumda, özel mülkiyet, Aile üzerinde çok geniş izler bırakmıştır. Burjuva toplumda, maddi düşünceler ve ticari menfaatler evlilikte çok büyük rol oynar. Sosyalizmin gerçekleşmesi ise, sosyal hayatın bütün alanlarında, üretimde ve Aile'de geniş çapta bir kadın erkek eşitliği getirir. Karşılıklı sevgi ve saygı, çocukların yetiştirilmesi başlıca ahlâki ilkeler haline gelir.
AİLENİN, ÖZEL MÜLKİYETİN VE DEVLETİN KÖKENİ: AİLENİN, ÖZEL MÜLKİYETİN VE DEVLETİN KÖKENİ, F. Engels'in 1884'de yazdığı eser. Engels, bu eserinde, Morgan'ın Esfet Toplum adlı eserindeki veriler ile daha başka bilim verilerine dayanarak, ilkel komün sis-temi'nin gelişmesindeki temel çizgileri araştırır. Evlilik ve aile biçimlerinde, toplumun ekonomik ilerleyişine bağlı olarak meydana gelen değişmeleri gösterir; tribü sisteminin bozulma süreci ile bunun ekonomik sebeplerini (Yu-nanlılar'dan, Romalılardan ve Töton-ya'Ulardan örnekler vererek) tahlil eder. Emeğin verimliliğindeki artış ve bu sürecin temelinde yatan işbölümü, mübadeleye, özel mülkiyete, tribü siste-mi'nin bütünlüğünü kaybetmesine, sı-nıflar'ın oluşmasına yol açmıştır. Engels'in eseri, şunları ortaya koyar.- 1) özel mülkiyet, sınıflar ve devlet, her dönemde mevcut şeyler olmayıp, ekonomik gelişmenin belirli bir evresinde ortaya çıkmışlardır; 2) sömürücü sınıfların elindeki devlet, halkın baskı altına alınması ve ezilmesi için bir aletten ibarettir; 3) sınıflar, ilk başlangıçta nasıl mevcut değil idiyseler, ilerde de kaçınılmaz olarak ortadan kalkacaklardır. Sınıfların ortadan kalkışıyla, devlet de kaçınılmaz olarak ortadan kalkacaktır. Engels'in eseri, marksist öğretiye değerli bir katkıdır, ve tarihsel materyalizmin öğrenilmesi bakımından halâ önemli bir elkitabıdır.
AİNESİDEMOS: AİNESİDEMOS (İ.Ö. 1. yüzyıl), eski Yunan'u şüpheci filozof, Pyrrhon'un şüphecilikten yana bir öğrencisi ve Akademia'nın izleyicisi Âinesidemos'a göre, şeyler hakkında otantik bir bilgi edinilmesi asla mümkün değildir, çünkü her iddia, karşıtı bir başka iddia ile karşılanabilir. En iyisi hiçbir şey iddia etmemektir, çünkü, ancak bu şekildedir ki, bir iç huzuruna kavuşulabi-lir. insan, ya herkesin mutad olarak hareket ettiği gibi, ya da zorunlu bir ihtiyaçtan dolayı hareket etmelidir. Ainesidemos'un felsefesi, klasik Yunan felsefesinin bir ürünüdür.
AJİVİKA: AJİVİKA, eski Hint felsefesinde, ruhun varlığını inkâr eden bir eğilim, ilk defa, en eski Buda'cı kutsal metinlerde sözü edildiğine göre, Ajivika, aslında, muhtemelen bir çeşidi olduğu Buda'cı lığa bağlıydı. Geleneğe göre, bu öğretiye babalık eden bilge,' 1.0. S.-6. yüz-yıllar'da yaşadığı sanılan Markali De-va'dır. Ajivika, öğretinin öbür fikir ve kavramlarım belirliyen atomistik teorisi üzerine kurulmuştur. Ajivika'ya göre, tabiatın dört unsurunu (toprak, su, ateş ve hava'yı) teşkil eden dört çeşit atom vardır; bütün bu atomlar ise bileşebilir. «Hayat» atom cinsinden bir şey olmamakla beraber, atomların bileşimlerini kavrayabilen bir şeydir. A-tom çeşitleri ve hayat, mevcut bütün şeyleri bileştiren beş cevheri meydana getirirler. Atomlar yaratılmamışlardır ve yokedilemezler, sonsuzdurlar ve bölünemezler. Her yönde hareket edebilirler. Bir cismin özellikleri, onu bileştiren atomların cinsine, bir hacim biriminde mevcut atom sayısına Ve bir araya geliş tarzına bağlıdır. Ajivika, eski Hint dinleri ile Budacı felsefeye karşı çıkan, realist, genel olarak da materyalist bir teoriydi.
AKADEMİA: AKADEMİA, Platon tarafından (İ.Ö. 387 yılında Atina'da kurulan ve adını içinde bulunduğu koruluktan alan, eski bir idealist felsefe okulu. Eski Aka-demia (Speusippus ile ötekiler, l.ö. 3. ve 4. yüzyıllar) üzerinde Pythagoras'cıla-rın etkisi artmış, Platon'un görüşleri, mistik 'sayı teorisi'ne dayanılarak sis-temleştirilmişti. Akademia, matematik ve astronomi'nin gelişmesinde büyük rol oynamıştır. Orta Akademia (Arke-silaos ile ötekiler, l.ö. 3. yüzyıl), şüphe-ciler'den etkilenmişti. Yeni Akademia (Karneades ile ötekiler, î. ö. 1. ve 2. yüzyıllar) ise, Orta Akademia'nm şüpheciliğini geliştirip, Stoacılar'ın, hakikat kıstası hakkındaki öğretilerine karşı çıktı. Sonraki devirde, Akademia, Platon'cu. Stoacı, Aristoteles'e! öğretilerle daha başka öğretileri eklektik bir tarzda birleştirdi. 4. ve 5. yüzyıllar'da ise, Akademia, tamamıyle Yeni-Plan-ton'culuk öğretisine geçti. Akademia, 529'da da imparator Justinian tarafından kapatıldı. Rönesans zamanında (1459-1521) Floransa'da kurulmuş olan Akademia, Platon'cu bir pozisyondan iskolastikleştirilmiş bir Aristoteles'e! pozisyona geçiş savaşı vermiş, Platon' un metinlerini çevirip yorumlamıştır (Marsilius Ficinus).
AKHUNDOV, MİRZA FATALİ: AKHUNDOV, MİRZA FATALİ (1812-78), Azerbaycan'lı yazar, Aydınlanma'cı halk adamı, Akundov'un dünya görüşü, ilerici Rus sosyal düşüncesinin etkisi altında oluşmuştur. Akhundov hem kendi kendisinin nedeni, hem de dünyadaki bütün süreçlerin temeli olan tek bir maddî cevherin varlığını kabul eden bir materyalistti. Bilgi teorisi'hde dünyanın bilinebilirliği'nden yola çıkan Akhundov, aynı zamanda, sansü-alistlerin pozisyonunu da savunuyordu. Akhundov'un materyalizmi ateizm' le birleşiyordu. Akhundov, Islamhk'ı eleştirmiş, iman ile bilgi'nin bağdaşmazlığını, toplum tarihinde dinin gerici rolünü önemle belirtmiştir. Akhundov, Azerbaycan edebiyatı, dramatur-jisi ve tiyatrosu'nun kurucusudur. Gerçek bir yurtsever olan Akhundov, Rus halkları arasında kardeşçe ilişkilerin yerleşmesini savunmuştur. Akhundov'un başlıca felsefi eseri, Hind Prensi Kemal-ud-Devle'den Iran Prensi Ce-mal-ud-Devle'ye Üç Mektup ve İkincisi'nin Buna Cevapları'dır.
AKIL VE ALGIGÜCÜ: AKIL VE ALGIGÜCÜ, marksizm-öncesi bazı felsefe sistemleri'nde ortaya konmuş olan düşünüş biçimleri yada evreleri, Akıl, genellikle, doğru muhakeme, sonuçlar çıkarma, düşünceleri mantıksal bir biçimde ortaya koyma melekesi demektir. Algıgucü ise, fenomenlerin nedenlerini ve özlerini bulma, onları, kavrayıcı bir biçimde araştırma ve karşıtların birliğini açığa vurma yeteneğidir. Bunların birbirlerinden ayırt edilmesinin başlangıçlarına Platon, Aristoteles ve Nikolaus Cusanus'un öğretilerinde rastlıyoruz. Kant ile Hegel'in felsefelerinde bu ayırım özel bir yer tutar. Kantin kanaatine göre, duyumlar, bilinemez «kendinde-şey»in duyu organları üzerindeki etkisinden ortaya çıkar-, apriori duyarlık formları (zaman ve mekan) ve zihin formları (birlik, çokluk, nedensellik, imkânlılık, zorunluluk v.s.) aracılığıyla düzene sokulur. Algıgucü, zihnin formlarını duyarlığın muhtevasına uygular; bundan dolayı da Algıgucü, şeyleri oldukları gibi değil de, göründükleri gibi bilir. Bilmenin daha sonraki evresi, yani sentez formları ise, ruh, dünya ve Tann ideleri'ne malik olan aklın yardımıyle mümkün olur. insan zihni bu ideler'in tekabül ettiği objeleri bilmeye kalkıştığında, antinc-milerle karşı karşıya kalır. «Kendinde şeyler» dünyasına giden yol teorik akıl'a kapalıdır. Dünya hakkındaki görüşü genişletmek için, geriye kala kala şu kalır: «pratik akıl»a ve daha da olmazsa iman'a başvurmak. Hegel'in kanaatine göre, akıl, statik kesinliğin, soyut özdeşlik'in, soyut tümenlik'in, bir birinden ayrılmış, donmuş karşıtların (öz ile görünüş, zorunluluk ile tesadüf, hayat ile ölüm'ün v.s.) ötesine geçemez. Çıkarsamalı düşünce yeterli değildir; sadece, daha yükseğe, kavrayıcı bilme formlan'na doğru çıkılmasına yarıyan zorunlu bir evredir. Düşüncenin diyalektik negatif-kavranır yanı, tekyanlı ve sınırlı tanımların çözülüşleri ve karşıtlarına geçişmeleridir. Düşüncenin spekülatif pozitif-kavranır yanı, çıkarsamalı aklın ötesine geçemediği, çözülmüş karşıttan ihtiva eder ve kendisini somut ve tam olarak burada ortaya koyar. Marksizm, Hegel'in idealizmi'ni reddetmekle beraber, Akıl ve Algıgücü'ne ilişkin öğretilerindeki metafizik ve diyalektik eleştirileri önemle değerlendirir.
AKILCILIK: AKILCILIK, bak Rasyonalizm. AKILDIŞICILIK, bak. İ r rasyonalizm.
AKIŞ: AKIŞ, şeylerin ve fenomenlerin maddî değişirliğini, durmaksızın başka bir şeye dönü'şürlüğünü ifade eden felsefi bir kategori. Akış'ın klasik önericisi, Herakleitos, kendi realite kavrayışını, şu ünlü formülünde dile getirmiştir: her şey akış halindedir. Akış kategorisi, diyalektik dünya görüşüyle organik olarak bağlantılıdır: her şey ve her fenomen, karşıtların (varlık ile varhk-olmıyan'ın) organik birliği kavramına dayanır. Bu kavram basit niceliksel artma ve azalma şeklindeki metafizik ilk başlangıç ve gelişme nosyonunun karşıtıdır. Akış'ın diyalektik özü Hegel tarafından geliştirilmiştir. Hegel'in felse-fesi'nde Akış, ide'nin (kategori'nin) mantıksal belirlenişlerinin bütün ardar-da gelişmelerindeki «unsur»u meydana getiren «ilk hakikat»tir. Varlık ile yokluk'un birliği olarak Akış, ilk çıkış'ın, ilk başlangıç'ın ve bütün şeylerle fenomenlerin evrensel soyut forniu'nu ifade eder: «Varlık ile yokluk arasında bir ara durum olmayan hiç bir şey yoktur» (Hegel). Lenin, Hegelin önerisinin taşıdığı değeri Felsefe Defterlerinde önemle belirtir.
AKIŞKANLAR: AKIŞKANLAR, cisimlerin kendilerine özgü özelliklerini belirleyen tamamlayıcı elemanlar olarak görülen, ağırlıksız, ipotetik maddeler (ışık, termojen, manyetik, elektrik, pozitif ve negatif akışkanlar, filojiston). Akışkanlar kavramı, özellikle, 18 yüzyıl'da ve 19. yüz-yıl'ın ilk yansında yaygındı. O zamanlar, cisimlerin özellikleri ve yapılan bir birlik halinde ele alınmıyordu; objenin birbirinden farklı özellikleri, bir cisimden ötekine geçen özel dış aktif unsurlar olarak görülüyordu. Akışkanlar öğretisi, ilk çağların tabiat felse-fesindeki unsur anlayışının, yani aktif form ve pasif madde anlayışının (A-ristoteles) bir gelişmesiydi ve bu anlayış kimyasal elemanların oluşması ile ilgili kavramlara bağlıydı, özelliklerin, kaliteler'in, hareketin ve güc'ün, objektif olarak var olduklan objelerden yalıtılmaları ve objeden bağımsız bir takım şeyler olarak ele alınmaları olgusu, dinamizm'de enerjimiz'de ve vitalizm'de görülür. Akışkanlar teorisi, bütün, yanlışlığına ve ilkelliğine rağmen, birbirinden farklı kimyasal ve fiziksel fenomenlerin sistemleştirilmesi-ne yol açmak ve bunların incelenmesi için genel bir temel sağlamakla, tabiat bilimlerinde önemli bir rol oynamıştır.
AKSİYOLOJİ: AKSİYOLOJİ, değerleri inceliyen felsefe dalı. Marksist Aksiyoloji. 20. yüzyıl'da ortaya çıkan (bak. Rickert; M. Scheler; v.s.) ve genellikle, değerlerin sosyal mahiyetini dikkate almayan burjuva teorisine temelden karşıdır. Marksist-olmayan teorisyenler, değerlerin sosyal mahiyetini dikkate almadıkları için, Aksiyoloji'de ya sübjektif idealist, yada objektif idealist sonuçlara varırlar, örneğin, değerlerin, bizzat objelerin kendilerinde mevcut bulunan özellikler olduklarını bütünüyle inkâr eden yeni-pozitivisitler, iyi ile güzel değerlerinin, ele aldığımız objeler karşısındaki tavrımızdan başka bir şey ifade etmediklerini iddia ederler. Objektif idealistler, değer'i, mekân-zaman dışı bir dünyaya ait bir çeşit tabiatüstü mahiyet olarak görürler. Aksiyoloji'ye marksist yaklaşım tarzı, her şeyden önce, sosyal, bilimsel, ahlaki estetik, v.s. değerlerin kabul edilmesine; değerlerin tarih-dışılığı görüşünün reddedilmesine; değerlerin tarihsel şartlara, sınıf ilişkilerine, v.s.'ye bağlı bulunduklarının kavranmasına; bundan başka, değerlerin gelişmesinde, izafi ile mutlak arasındaki diyalektik ilişkinin dikkate alınmasına dayanır. Sosyalizmin kurulmasında elde edilen hürlük ve insan, marksist açıdan en üstün değerleri teşkil ederler.
AKSİYOM: AKSİYOM, bilimsel bir teorinin hareket noktasını teşkil eden ve aynca ispata ihtiyaç göstermiyen önermesi; teorinin diğer önermeleri bu önermeden (yada bunların toplamından) yerleşik kurallara göre çıkarsanır. Antik Çağ'dan 19. yüzyıl'ın ortalarına ka-darki zaman içinde, Aksiyom, sezgisel bir açıklık yada apriori bir doğruluk taşıyan bir şey olarak düşünülüyordu. Bu anlayış, Aksiyomların insanların binlerce yıllık pratik bilgi faaliyetinden gelen itibari karakterini gözönüne almıyordu. Lenin, mantık figürlerinin Aksiyom haline gelebilmesi için, insanın pratik faaliyetinin, bu mantık figürlerini insan zihninde milyonlarca defa tekrarlatmasına ihtiyaç olduğunu yazar. Günümüzün aksiyomatik metod anlayışı, Aksiyom'un apriorili-ğini asla kabul etmez. Aksiyom-lar'ın belli bir özelliği haiz olmaları gerekir: belirli bir teorinin bütün önermeleri, bu Aksiyomlar'dan, hem de sadece bunlardan çıkarsanabilmelidir. Ele alman Aksiyomların doğruluğu, belirli bir sistem'in yorumlarının (bak. Yorum ve Model) mevcut bulunması halinde belirlenir; eğer bu yorumlar mevcut ise, yada hiç değilse, bu yorumların yapılması mümkün ise Aksiyomlar'ın doğruluğu kabul edilmelidir.
AKSİYOMATİK METOD: AKSİYOMATİK METOD, bilimsel bir teorinin yapımında kullanılan tümdengelime! bir metod; bu metod'-da 1) belirli bir teori için, aynca ispata ihtiyaç olmayan bazı önermeler kabul edilebilir (bak. Aksiyomlar); 2) belirli bir teori çerçevesi içinde, bu önermelerin ihtiva ettiği kavramlar açıkça tanımlanamazlar; 3) belli bir teoriden hareket ederek tümdengelim ile tanımlama yapılması için, bazı önermelerden diğer bazı önermelere geçişi sağlayan ve teoriye yeni terimler- (kavramlar) getiren kurallar meydana getirilir; 4) belirli bir teorinin diğer önermeleri «3»e dayanmak suretiyle «l» den çıkarsanır. Aksiyomatik Metod üzerine ilk düşünceler eski Yunanistan'da ortaya konmuştur (Aristoteles, Eukleides). Bu konuda daha sonra girişilen denemeler, çeşitli bilim ve felsefe dallarını aksiyomatik tarzda tahlil etme amacını güdüyordu. Bu tahliller, belirli bir teorinin yoğun (özel) bir biçimde kurulmasını kapsıyordu; daha çok da, tanımlamanın sezgisel olmasına ve sarih aksiyomlar seçilmesine dikkat ediliyordu. Aksiyom teorisi, ma-tematik'e ve matematiksel mantık'a giren problemlerin derin bir şekilde işlen diği zamanlardan, yani 19. yüzyıl'ın i-kinci yansından itibaren, ihtiva ettiği unsurlar (semboller) arasında bağlantı kuran ve aksiyom'a tekabül eden objeleri temsil eden bir çeşit formol mantık olarak görülmeye başlandı. Bütün dikkat, sistemin çelişmezliğine, tamlığına ve aksiyomlar'm bağımsızlığına, v.s.'ye çevrilmişti. Sembolik sistemler, bu sistemde mevcut bulunması, ya da bu sisteme ait olması mümkün belirli bir muhtevadan bağımsız olarak incelenebildiğinden, sentaktik aksiyomlar ile semantik aksiyomlar arasında bir ayırım yapılıyor, aksiyomlar sentaktik ve semantik olmak üzere iki tipte formüle ediliyordu. Formalize edilmiş ak-siyomatik sistemlerin tahlili, genel bir aksiyomatik sistem kurmanın imkansızlığı sonucuna yol açmıştır (bak. Gö-del). Aksiyomlaştırma, bilimsel bilginin düzenlenmesi metodlanndan ancak bir tanesidir. Aksiyomlaştırma, genellikle, belirli bir teoriye yeterli bir muhteva kazandırılmasından sonra yapılır; burada amaç, teoriyi genişletirken, özellikle de kabul edilmiş iddialardan sonuçlar çıkartırken son derece dakik olunmasıdır. Son yıllarda yalnızca matematikle ilgili konularda değil, fizik, biyoloji ve lengüistik'in belirli dallarında da aksiyomlaş-farma'ya önem verilmektedir. Tabiat bilimlerinin, yani matematiksel olmayan herhangi bir bilimin incelenişinde, Aksiyomatik metod ipotetik tümdengelim metodu biçimine girer (ayrıca bak. Formalizasyon).
AKSİYOMATİK SİSTEMİN BAĞIMSIZLIĞI: AKSİYOMATİK SİSTEMİN BAĞIMSIZLIĞI, Aksiyomatik'in karakteristiklerinden biri (bak. Aksiyomatik Metod). Tümdengelime! bir sistemin temelini teşkil eden tek bir aksiyom, şayet, o sistem'in tümdengelim metod-lanyle çıkarsanamıyorsa, bu aksiyomlar sistemine bağımsız aksiyom sistemi adı verilir. Aksi halde, aksiyomlar sistemi bağımlı bir sistemdir. Aksiyomatik bir sistem'in bu açıdan incelenmesi, yalnız aksiyom bilgisi'nin basitleştirilmesi hfl-ViTm"^."-" değil, fakat ilke bakımından da önem taşır. Eukleides'in beşinci postula'smın bağımsızlığının kurulması, Eukleides'ci-olmayan geometrilerin gelişmesine yol açmıştır.
AKSİYOMATİK TEORİNİN ÇELİŞMEZLİĞİ: AKSİYOMATİK TEORİNİN ÇELİŞMEZLİĞİ, bir aksiyomatik teorinin haiz olması gereken bir şart; buna göre, bir teoriden, aynı zamanda, hem ö önermesinin, hem de onun olumsuz-laması olan ö önermesinin çıkarsan-ması mümkün değildir. Çelişmezlik, aksiyomatik teorilerin sentaktik ve semantik olmalarına göre, iki biçimde formüle edilir: şayet, bir teoriden, bir önermenin olumsuzlanması olan önerme aynı anda çıkarsanamıyorsa, söz konusu teoride sentaktik çelişmezlik var demektir; şayet, teorinin hiç değilse bir modeli, yani ele alınan teoriye tekabül eden belirli bir objeler alanı varsa, o takdirde, bu teoride semantik bir çelişmezlik var demektir. Aksiyomatik yapının şartlan arasında en ö-nemlisi, çelişmezlik'tir-. çelişmezlik'in ihlali halinde teori geçersizleşir; çünkü, bu takdirdo, teorinin ihtiva ettiği bir önermenin ispatlanması imkanı ortadan kalkmış olur.
AKSİYOMATİK TEORİNİN TAMLIĞI: AKSİYOMATİK TEORİNİN TAMLIĞ1, aksiyomatik olarak kurulmuş teorilerde, her önermenin doğruluğunun belli bir sisteme göre ispat edilmesi (yani, bu önermelerin, aksiyomlardan çıkar-sanması) gerekliliği. Sentaktik aksiyomatik teoriler ile semantik aksiyomatik teoriler arasında bir ayrım olmasından dolayı tamlık da, Sentatik Tamlık ve Semantik Tamlık olmak üzere ikiye aynhr.
ALBERDI, JUAN BAUTISTA: ALBERDI, JUAN BAUTISTA (1810-84), Arjantin'li devlet adamı, yazar, filozof ve .sosyolog. Arjantin'in devlet yapısı üzerinde büyük bir etki meydana getirmiş olan Bases para la Organizacion Politica da Confederacion Argentina adlı eseri (1852), bu ülkenin Anayasa'-sının temelini teşkil eder. Paraguay savaşı (1864-70) dehşetinin verdiği izlenimle yazılmış olan El erimen de la guerra adlı eseri ise, Alberdi'ye, dünya barışının ve kardeşliğin candan bir savunucusu olarak tarihte bir yer sağlamıştır. Alberdi, saldırganlık savaşlarının suç olduğunu ilan etmiştir. Savaş hakkındaki görüşleri, Grotius'un fikirlerinden esinlenmiştir. Alberdi'nin düşüncelerinin zayıf noktası, savaş problemini hukuk ve Hıristiyan ahlakı açısından ele almış obuası dır.
ALEMBERT, d', JEAN LE ROND: ALEMBERT, d', JEAN LE ROND (1717-83), 18. yüzyıl Fransız Aydınlanmacısı, filozof ve matematikçi, Diderot'nun, ça-lışma arkadaşı, Ansiklopedia'nın (bak. Ansiklopedistler) matematik bölümü editörü. Francis Bacon'ın ilkelerine dayanarak insansal bilginin kökenini ve gelişmesini açıklamaya, bilimleri sınıflandırmaya çalışmıştır. Alembert, felsefe bakımından, sansüalizm'in temsilcisidir. Descartes'ın doğuştan ideler teorisi'ne karşı çıkmıştır. Ne var ki, san-süalizmi kararlı biçimde materyalist değildi. Alembert, düşünce'nin madde'nin bir özelliği olduğunu kabul etmeyip, ruhun madde'den bağımsız olarak var olduğu görüşündedir. Bu yüzden, görüşleri düalist'tir. Alembert şeylerin bilinebilirliğini de reddeder, öteki Fransız Aydınlanmacı'lannın tersine, ahlakın sosyal bir ortama bağlı bulunmadığı görüşündeydi. Tanrının yaratıcı cevher olduğunu söyler. Diderot, gerek Le reve de d'Almbert'de gerekse öteki eserlerinde, Alembert'in kararsız sansüalizmi'ni eleştirmiştir. Essai sur leş eUments de philosophie Alembert' in başhca felsefi eseridir.
ALET: ALET, bazr değişik ölçmeleri kaydetmede kullanılan bilgi araçları. Çağdaş bilimsel bilgide Aletlerin rolü gittikçe artmıştır. Aletler doğrudan algı'ya gir-miyen maddi bölgelerin araştırılmasına imkân verdikleri gibi, insanın duyu organları için de büyülteç vazifesi görürler. Bilgi edinmede Aletlerin gittikçe artan rolünün yanlış yorumlanması «aletçi idealizmdin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Aletçi idealizm «pren-sipiel koordinasyon» önermesine ve' boşlukların «kontrol edilemezliği ilkesi» ne dayanır; bu ilkeye göre, ölçme süreci bir mikro-obje'nin şu yada bu özelliğinin belirlenmesinde «kontrol edilemez gedikler» in ortaya çıkmasına yol açar. «Aletçi ideallzm»in temsilcileri (P. Jordan ve diğerleri) süjenin Alet aracıhğıyle fizisel realiteyi «hazırladığı», yarattığı görüşündeydiler.
ALETÇİLİK: ALETÇİLİK, Amerikalı filozof J. De* wey ve izleyicileri tarafından ortaya atılan sübjektif idealist bir doktrin, pragmacılık'ın bir çeşidi. Dewey'e göre, süje ve obje, düşünceler ve olgular, fizik ve psişik arasındaki farklılıklar, «tecrübe», «durum», unsurların, «o-lay»ın görünüşündeki farklılıklarından başka bir şey değildir. Böyle iki yana çekilebilen terimlere ve «tecrübe»nin «sosyal m ahiye ti »ne başvurulması bu felsefenin idealizminin sahte kılığıdır. Aletçilik'e göre, kavramlar, bilimsel kanunlar ve teoriler, -durum» aletleri, anahtarları, «aksiyon planlan»dır. Bil-me'yi, bir organizmanın hayati fonksiyonu kabul eden Aletçilik, bilgi'nin öneminin objektif dünyayı yansıtma' sında olduğunu kabul etmez; hakikati, belli bir durum'da başarıya yol açan ve böylece haklılık kazanan bir şey olarak görür. Dewey ve taraftarları sosyal sınıflar realitesini tanımazlar; «genelde» toplum, birey ve devlet gibi metafizik soyutlamalara sığınırlar. Aletçi «ilerleme teori»sine (meliorizm'e) göre, ilerleme, toplumun belli hedeflere varması değil, hareket sürecinin kendisidir. Gerçekte, Dewey'in meliorizmi, «hareket her şeydir, nihai amaç hiçbir şey değildir» tarzındaki oportünist sloganı yeniden diriltir. Dewey, Hook, Childs ve Schlesinger Aletçilik'in başta gelen temsilcileridirler.
ALEXANDER SAMUEL: ALEXANDER SAMUEL (1858 - 1938), İngiliz yeni-realist filozof; belirici evrim idealist teorisinin kurucusu. O, za-man-mekân'ı Evren'in ilk maddesi olarak kabul eder ve zaman-mekan'ı hareketle özdeşleştirir. Bu teoriye göre, önceden görülemiyen bir sıra niteliksel sıçrama, bu zaman-mekân'dan birbiri ardı sıra, maddenin, hayatın, ruhun, «üçüncü sıradan değerlerdin, «meleklerin» ve Tann'nın zuhuruna yol açar. Belirici evrim, yeni ve doğru bir çaba olarak anlaşılan bir düşünsel itiş tarafından yönetilir. Alexander'in görüşleri çağdaş bilimle çelişir. Başlıca eserleri. Space, Time, and Deity (1920), Art and the Material (1925), Beauty and Other Forms of Value (1933).
ALGI: ALGI, objektif dünyanın duyu organları üzerindeki etkisiyle, bir objenin bilinçte beliren yansısı. Görme, işitme, dokunma biçimindeki duyumlar Algı unsurlarıdır. Epistemoloji açısından en önemli algılar görsel Algı'lardır. Bunlar, çevresiyle ilişkisi sırasında insanın tecrübeyle, yani dokunmakla bir objenin biçimini ye imajını, yapısını belirleyen el hareketlerinin etkisiyle edinilen duyumlardan meydana gelir. Objektif dünyanın doğru algısı, dış objenin zihindeki imajının yapısı ile bu objenin kendi yapısı arasındaki eşbi-çimlilik'e (bak. Izomorfi) bağlıdır. Algı' nın bilme sürecindeki rolü şudur: 1) örneğini «ada», «bitki», insan» gibi objelerin mahiyetini açıklamıyan genel kavramların temelini teşkil eder; 2) bilimsel kavramların oluşması için ilk maddeyi, Algı aracılığıyla elde edilen imajların yapısından soyutlamayla elde edilen teorinin ilk unsurlarını teşkil eden bazı farklı bağlantıları ve ilişkileri sağlar. Leibniz'in anladığı şekilde Algi; buna göre, Algı, kavrayıştan farklı olarak, zihnin (spiritüalite'nin) daha aşağı (bilinç dışı) bir formudur.
ALGORİTMA: ALGORİTMA, mantık ve matematikte temel bir kavram. Algoritma terimi, 9. yüzyıl Orta Asya'lı matematikçi el-Ha-varizmi'nin (öbür adiyle Muhammed bin Musa'nın) adının Latince yazılışından türetilmiştir. Algoritma, benzer tipteki bütün problemlerin çözüm tarzlarını veren, belirli bir sıraya konmuş bir işlemler sistemi'nin yürütülmesine yanyan bir sıra talimattır, Aritmetik'-in toplama, çıkarma, çarpma ve bölme, köklerin alınması, iki sayının en büyük ortak tam böleni'nin bulunması, v.s. kuralları, Algoritma'nm en basit örnekleridir. Genel tipte bir problemin, değişik şartlar altında, başka bir sınıfa dahil bütün problemler için geçerli olan çözüm tarzını elde ettiğimiz zaman Algoritma'yı kullanıyoruz demektir. Algoritma, bir talimat sistemi olarak formel bir karakter taşıdığından, bilgisayar için daima geçerli bir programın geliştirilmesi, ve verilecek problemin mekanik olarak çözülmesi mümkündür. Algoritma'nın işlenip geliştirilmesi ile bilgisayar tekniğinin geliştirilmesi ve sibernetik arasında yakın bir bağ vardır.
ALIŞKANLIKLAR: ALIŞKANLIKLAR, sürekli tekrarların sonucu olarak otomatik hale gelen davranışlar. Alışkanlıkların fizyolojik mekanizması dinamik stereotip ile temsil edilir. Hayvanların Alışkanlıklar'1 bilinç-dışıdır. Çevreye uyma sırasında insanda da, buna benzer bir fizyolojik Alışkanlıklar mekanizması meydana gelir, insanın bu gibi Alışkanlıklar'ı, somut spesifik durumlara uygun düşen otomatik davranışlarıdır. Bazı Alışkanlıklar pratik bir değer taşırlar, fakat bunlar bilinçli olmadıkları için başka bir kimseye aktarılamazlar. Alış-kanlıklar'ın en yüksek şekli, bileşken-leri önceden kavranabilen, bilinçli bir şekilde seçilen insan Alışkanlıklaradır, insan Alışkanlıkları'nın işleyişi, bu Alışkanlıklar'in roljoynadığı süreç içinde bilinçli olarak kontrol edilebileceği gibi, bu Alışkanlıklar'ı, gerektiğinde kolaylıkla değiştirebilmek de mümkündür. Ahşkanlıklar'a, dış (yani, motor Alışkanlıklar) ve iç (yani, otomatikleş-miş zihinsel Alışkanlıklar) olmak üzere, her türlü davranışta rastlanır. Alışkanlıklar sadece bir sonuç olmayıp, insanın yaratıcı faaliyetinin şartıdırlar.
ALMAN İDEOLOJİ: ALMAN İDEOLOJİ, Marx ve Engels'in 1845-46'da kaleme aldıkları, sol-Hegelciler'i ve Feuerbach materyalizminin smıılı mahiyetini eleştirdikleri ilk felsefi eserlerinden biri, Alman ideolojisi, Marx ve Engels hayattayken yayınlanmamış, ilk -olarak 1932'de, Sovyetler Birliği'nde yayınlanmıştır. Marx ve Engels, Kutsal Aile'de ileri sürülen fikirleri «Alman ideolojisinde daha da geliştirerek, idealizm'in proletarya'ya düşman sınıflarla bağdaştığını, özellikle de, sol-Hegelcilik'in Alman burjuvazisinin korkaklık ve güçsüzlüğünün yansısı olduğunu göstermişlerdir. Marx ve Engels, Feuerbach materyalizmi'nin metafizik karakteri ile temaşacı mahiyetini eleştirmişler, Feuerbach'm tarih görüşünün idealist olduğunu, dolayısıy-le, Feuerbach'm da, sol-Hegelciler gibi, sosyal gelişmenin itici gücünü anlayamadığını ortaya koymuşlardır. «Alman ideolojisi» Sümer'in burjuva bireyciliği ve anarşizm'inin; K. Grün, M. Hess ve ötekilerin ise, gerici, sözde «ha kiki sosyalizmlerinin mükemmel bir eleştirisini yapar. Marx ve Engels, proletaryanın hasımlarına karşı mücadele ederek, «Alman ideolojisinde bilimsel sosyalizm teorisi'ni geliştirmişler, proletaryanın faaliyetinin, sosyal gelişmenin objektif kanunlarına dayandığım ispat etmişlerdir. Proletaryanın burjuvaziye karşı mücadelesinde, sosyalist devrimin gerçekleşmesiyle kaçınılmaz şekilde kurulan sosyalist sistem'de, insan iradesinden bağımsız olarak var olan ekonomik kanunların işleyişinin zorunlu sonucunu görmüşlerdir. «Alman ideolojisi», materyalist tarih anlayışının: sosyo-ekonomik formas-yon'un, üretim ilişkileri'nin (bu ikinci terim «Alman ideolojisinde daha kullanılmamıştı), sosyal varlık'ın sosyal bilinçle ilişkisinin, v.s.'nin ilk defa olarak, ayrıntılı bir açıklamasını verir. «Alman ideolojisinde Marx ve Engels, o zaman açık bir ifadesine kavuşan dünya görüşlerini ortaya koymuşlardır.
ALOGİZMA: ALOGİZMA, mantıksal düşüncenin hakikate varmada bir yol olarak reddedilmesi; Alogizma, mantığın yerine sezgi, iman ve vahiy'nin konmasıdır. Gerici filozoflarca irrasyonalizm'in, mistisizm'in ve fideizm'in haklı çıkarılmasında kullanılır. Alogizma, insanlığın sosyal tecrübesi ve bilim tarafından çürütülmüştür.
ALTYAPI VE ÜSTYAPI: ALTYAPI VE ÜSTYAPI, bak. Temel ve Üstyapı.
AMAÇ: AMAÇ, zihinde ve yoğunlaşmış insan aksiyonunun meydana gelişinde öngörülen bir sonuç. Amaç, insanoğlunun bilgi faaliyetinin regüler bir özelliğidir; insanın bilgi faaliyetinin, dış dünyaya ve objektif kanunlara - ki bu kanunlarla insanların amaçlı faaliyetleri arasında bir koordinasyon olması gerekir - dayanan bağımsızlığın ifade eder. Bu objektif kanunlara aykırı olan bir Amaç, gerçekleşebilir- ol-mıyan bir amaçtır. Zorunluluk ve özgürlük arasındaki diyalektik karşılıklı etki, insanların amaçlı faaliyetinde ifadesini bulur. Amaç, aynı zamanda aksiyona yön veren ve onu düzen-liyen, bilinçli bir motiftir. Amaç, hareket tarzının, hareketin mahiyetinin, ve insanın iradesini kullanarak yaptığı hareketlerin iç kanunu olarak pratiğin içinde yer alır. Amaç; uzak, dolaysız doğrudan, genel, özel yada nihai olabilir.
AMAÇLILIK: AMAÇLILIK, organik dünya'nın, sosyal sistemler'in, insanların faaliyetlerinin, v.s.nin kanunlar uyarınca gelişmeleri ve bunlar arasındaki girift nedensel bağıntıların bir veçhesi ve tezahürü. Amaçlılık değişik alanlarda farklı şekillerde ortaya çıkar-, organik dünya'da, organizmaların çevre'ye a-dapte olmalarında, sosyal hayat'ta, köhnemiş sosyal düzenlerin ortadan kalkması ve toplumu ileriye götürmeye yetenekli yeni düzenlerin ortaya çıkmasında, halkın belirli hedeflere yönelmiş faaliyetinde, v.s. Teoloji tarafından, Tann'nm varlığını ispatlamak maksadıyle kullanılan, organik Amaçlılık olguları, Darwin'in tabii seleksiyon teorisinde bilimsel bir açıklamaya kavuşmuştur. Sosyal hayat formlan'nın Amaçıılık'ı, marksizm'in ekonomi teo-risi'nde ve tarihsel materyalizm teorisi' nde bilimsel bir biçimde ortaya konmuştur. Amaçlılık'ın en yüksek formu, sebep-sonuç zincirinin en önemli halkası olarak, amaçlı bir hedefin yer aldığı faaliyetlerdir. Bir takım hedeflere yönelen bütün insan faaliyetleri, geniş anlamda amaçlıdırlar. Daha iyi ifade edilirse, sadece belirli şartlara değil, genel gelişme eğilimine uyan ve gelişmenin objektif kanunlarının ve gereklerinin bilgisine dayanan faaliyetler amaçlı'dır.
AMPİRİOKRİTİSİZM: AMPİRİOKRİTİSİZM, yada MACH’ÇILIK, Âvenarius ile Mach tarafından kurulan sübjektif idealist bir akım. «Düşünce ekonomisi»ni (bak. Düşünce Ekonomisi ilkesi), bilgi'nin temel kanunu olarak kabul eden Ampiriokiti-sizm, tecrübe anlayışını, madde (cevher), zorunluluk, nedensellik, v.s. kavramlarından «arındırır». Ampiriokriti-sizm'e göre, sözü geçen bu kavramlar, tecrübe'ye hatalı olarak sokulmuş olan «aprioi özalgı'lar»dan (rasyonel kav-ramlar'dan) başka bir şey değildirler. Bu görüşün bir sonucu olarak, Ampiri-okritisizm, dünya kavramım, «nötr unsurlar» m yada duyumların bir toplamı olarak ele alır. «Prensipiel koordinasyon», yani süje ile obje arasında kopmaz ilişki teorisi'ni ortaya atmasıyla, Ampiriokritisizm, sübjektif idealist bir sistem haline gelmiş olur. Ampiriokritisizm, felsefe'de tarafsızlık perdesi arkasında, Berkeley ve Hume doktrinlerinin diriltilmesinden başka bir şey değildir. Ampiriokritisizm, aynı zamanda, fizik'teki kriz'e, «fiziksel» idealizm akımına da bağlanır. Materyalizm ve Am-piriokritizm adlı eserinde Ampiriokriti-sizm'i eleştiren Lenin bu felsefi akımla fideizm arasındaki bağıntıyı ortaya koyar. Ampiriokritisizm, politivizm'in bir çeşidi olarak görünür. Ampiriokritisizm'in temsilcileri. Mach ve Avenar-ius'un yanısıra, V. Petzoldt, F. Carstanjen, R. Willy, F. Adler, A. Bogdanov, V. Bazarov.v.s.'dir Ampiriokritisizm'-in «anti-metafizik» doktrini, yeni-pc-zitivizm tarafından devam ettirilmiştir.
AMPİRİOMONİZM: AMPİRİOMONİZM, ampiriokritisizm' in yada Machçılık'ın bir çeşidi olan kendi felsefesine Bogdanov'un verdiği isim. Ampiriomonizm, Mach'ın, fiziksel ve ruhsal telâkkisinde, tecrübe unsurlarının (duyumlar) nötr bir karakter taşıdığını öne süren sübjektif idealist görüşlerine dayandırılmıştır. Bogdanov'a göre, Âvenarius ile Mach'ın felsefesi düalist'tir (bak. Düa-lizm), çünkü bu felsefe, tecrübe'nin fiziksel ve psişik unsurlarının birbirlerinden bağımsız olduklarını kabul eder; oysa tecrübe, monist görüş açısından, yorumlanmalıdır. Bogdanov'un bu teorisinin, Ampiriomonizm adını alması buradan gelir Ampiriomonizm'e göre, bütün şeyler, duyu yoluyla elde edilen «nötr» veri olarak ele alınan, yani, idealist bir tarzda anlaşılan organize tecrü be'dir. Fiziksel dünya, sosyal ve kolektif olarak organize tecrübe'dir; psişik dünya ise bireysel olarak organize tecrübe'dir. Ampiriomonozim'de, bu tanım lamaların ardından diğer problemlerin çözümü gelir. Ampiriomonizm'e göre objektivite ile genel anlam arasında özdeşlik vardır; nedensellik, zaman ve mekan, tecrübe'nin sosyal organizasyonunu ifade eder. Bogdanov'un rölativizm'e kayan hakikat anlayışına göre, hakikat, tecrübe'nin, canlı, organize formu' dur; insan dolaysız tecrübelerin bir karmaşasıdır, v.s. Psyche'yi enerjizm açısından tahlil eden Ampiriomonizm, asıl önemi, psişik seleksiyona (organizmaların çevreye biyolojik adaptasyonuna) ve ikame metodu'na verir, ikame metodu, psişik bir olgu'nun hiç bilinmeyen bir fiziksel ve fizyolojik olgu'nun yerine geçebilmesi ya da bunun tam tersi demektir. Bu ise, maddî'nin ideal'e indirgenmesinden başka bir şey değildir. Ampiriomonizm, sosyal varlık ile sosyal bilinç arasında eşitlik kurar ve tarihte İdealizm'1 savunur. Ampirio-monizm, Materyalizm ve Ampiriokriti-sizm'de Lenin tarafından, aynca da Plehanov tarafından eleştirilmiştir.
AMPİRİOSEMBOLİZM: AMPİRİOSEMBOLİZM, ampiriokriti-sizm'in bir çeşidi anlamında, idealist Yurkeviç tarafından kullanılmış bir terim, AmpiriosemboUzm'de temel fikir şudur; kavramlar (hakikat, varlık, öz, vs.) sembollerden ibarettirler, gerçek hiçbir şeyi yansıtmazlar. Ampiriomo-nizm'in bu görüşü, örneğin madde'y i sadece mantıksal bir sembol olarak gören Poincare ile Mach'tan alınmıştır. Yurkeviç, bir Mach koleksiyonu olan Ocherki po filozofu marksisma'da. (1908) ve Materyalisin i hrtichescheshy realism (1908) adlı eserinde yayımlanan «Çağdaş Enerjizm» başlıklı yazısında, dünyanın bir ampirio-semboller (tecrübe sembolleri) toplamından ibaret olduğunu, bununise kolektif insan bilimcinin verilerini sistemleştirmek amacını güttüğünü ispata çalışır. Lenin, Materyalizm ve Ampiriokritisizm adlı eserinde, Ampiriosembolizm'in sübjektif idealizm'den başka bir şey olmadığını, burada, dış dünya ile dış dünya-kanunlan'nın sadece, insan'm bilgi yeteneğinin sembolleri olarak görüldüğünü ortaya koymuştur.
AMPİRİZM: AMPİRİZM, duyumsal tecrübe'yi bilgi' nin biricik kaynağı olarak gören, bütün bilgi'nin tecrübe üzerine kurulu olduğunu ve tecrübe yoluyla elde edildiğini ileri süren bir bilgi teorisi öğretisi, idealist Ampirizm (bak. Berkeley; Hu-me; Mach; Avenarius; Bogdanev; Modern mantıksal-ampirizm, v.s.), tecrübe'yi duyumlar ve nosyonlarla sınırlandırır; tecrübe'nin objektif dünyaya dayandığım inkar eder. Materyalist Ampirizm ise (bak. Francis Bacon; Hobbes; Locke; 18. yüzyıl Fransız materyalistleri), objektif olarak mevcut dış dünya'nın duyumsal tecrübe'nin kaynağı olduğu fikrindedir. Fakat, Ampirizm ile rasyonalizm arasındaki temel antitez, bilgi'nin kaynağı sorunundan gelmez; bazı rasyonalistler, daha önceden duyumlarda mevcut bulunmayan hiçbir şeyin akılda mevcut bulunamıyacağını kabul ederler. Ampirizm ile rasyonalizm arasındaki temel anlaşmazlık noktası, Ampirizm'in bilgi' deki genellik ve zorunluluk karakterini akıldan değil, tecrübeden çıkarsamasından ileri gelir. Bazı Ampiristler (Hobbes ile Hüme gibi), rasyonalizm'in etkisi altında, tecrübe'nin bilgi'ye hiçbir zorunluluk ve genellik kazandırmadığı sonucuna varmışlardır. Ampirizm' in kusurları şunlardır: tecrübe'nin rolünü metafizik bir tarzda abartmak; bilimsel soyutlamaların ve teorinin bilgide oynadığı rolü küçümsemek, düşünce nin aktif rolünü ve nispî bağımsızlığını inkar etmek. Marksist felsefe, bilgi tec-risi'nin bütün problemlerini, pratik'in diyalektiği açısından incelemekle, Ampirizm'in bu kusurlarının üstesinden gelmiştir (bak. Bilgi; Teori ve Pratik; Temaşa).
ANAERKİLLİK: ANAERKİLLİK, ilkel komün sistemi'-nin gelişmesi seyrinde sosyal ekonomide hâkim rolü kadınların oynadığı tarihsel bir evre. Anaerkilik, istisnasız olarak, bütün halklarda mevcut olmuştur. Grup evliliği'nin esas olduğu sosyal gelişmenin en aşağı evrelerinde, çocuğun babasının kim olduğu bilinmezdi; çocuğun anası bilinirdi sadece. Böylece, soy ana tarafından belirlenirdi, sadece ana bağı bilinirdi. Kabile'nin bütün ekonomisi kadınların elindeydi. Avlanma, yani erkeğin gördüğü iş, daima güvenilir bir geçim aracı sayılmazdı. Üretici tarım işini yapanlar, genellikle kadınlardı. Çocuk ve ev bakımı, yiyeceklerin sağlanması, bahçe işleri v.s. kadının görevleriydi. Hayvan bes-leme'nin gelişmesiyle birlikte kadının rolü azalmağa başladı. Erkek, toplumdaki esas üretici güç, üretim araçlarının, daha sonra da kölelerin sahibi durumuna geldi. Böylelikle de erkek gen-til komün'ün reisi oldu. (bak. Ataer-kiffik).
ANAKSAGORAS: ANAKSAGORAS (İ.Ö. 500-428), eski Yunanlı filozof, kararsız materyalist, köleci demokrasi'nin ideologu, Tanrıtanımazlıkla suçlanıp, ölüme mahkûm edilmiş, hayatım kurtarmak için Atina'yı terketmiştir. Anaksagoras, bütün varlıkların, daha sonraları, benzer parçalar Chomoeomeri'leri) olarak tanınan, nitelikçe sonsuz çeşitlilikteki ana maddelerin (tohumların) değişik bileşimlerinden meydana geldiğini kabul ediyordu. Temel parçacıkların bir araya gelişini ve dağılışını sağlayan itici kuvvet, Anaksagoras'm en ince, en arınmış madde olarak gördüğü nous' dur. Anaksagoras'm kozmogonisi, kao-tik bir karışım içindeki ana maddelerin çevrinti hareketi sonucunda gökyüzü cisimlerinin ortaya çıktığını ileri sürer.
ANAKSİMANDROS: ANAKSİMANDROS (İ.Ö. 610-546), Yunan'lı materyalist filozof, spontane diyalektikçi, Thales'in öğrencisi, ilk felsefe eseri Tabiat Üstüne'nin. yazan. Bu eser günümüze kalmamıştır. Anak-simandros «ana ilke» olarak, yada her şeyin başlangıcı, apeiron olarak gördüğü arche kavramını ortaya atmıştır. Anaksimandros'un kozmogoni teorisi, yassı silindir şeklindeki Dünya'yı Ev-ren'in merkezine koyar. Üç gökyüzü halkası, yani Güneş, Ay ve Yıldız halkaları Dünyayı çevrelemiştir. Evrim fikrini talihte ilk ortaya atan Anaksimandros'dur; buna göre bütün hayvanlar gibi insan da balıktan türemiştir.
ANAKSİMENES: ANAKSİMENES (İ.Ö. 588-525) Eski Yunanlı materyalist filozof, spontane diyalektikçi, Anaksimondros'un öğrencisi. Kurduğu teoriye göre her şey ana madde olan hava'dan türer ve yine ona dönüşür. Hava sonsuzdur, ebedidir, hareket halindedir. Yoğunlaştığında ilkin bulut, sonra su, sonra da toprak ve taşı meydana getirir; seyrekleştiğindeyse ateş olur. Anaksimenes, bu teoride, nicelikten niteliğe geçiş fikrini dile getirmektedir. Hava her şeyi kuşatan ruh'-tur ve Evren'deki sonsuz dünyaların ortak medium'udur. Anaksimenes, yıldızların ateş olduğunu, ama çok uzakta oldukları için sıcaklıklarını duymadığımızı bize öğretir (Anaksimandros, yıldızlan gazegenlerden daha yakına koymuştu). Anaksimenes'in Ay ve Güneş dönenceleri üzerine açıklamaları hakikate yakın düşüyordu.
[color=blue]Devam edecek[/color]
ACOSTA (da COSTA), URIEL: ACOSTA (da COSTA), URIEL (1585 ilâ 1590 arasında, Portekiz'de doğdu, 1640'da öldü), Hollanda'lı filozof, rasyonalist Katolik eğitim görmüştür. 1614' de Hollanda'ya kaçtı, Yahudilik adına Hıristiyanlığı reddetti. Hemen sonra da, Yahudiliğin dinsel dogmatizmine karşı çıktı. Farisiler'i (Hahamları) Musa inancını tahrif etmekle suçladı. 1623'de “Sobra a mortalidade da homen” üzerine, ruhun ölümsüzlüğünü, ölümden sonra hayatı inkâr eden bir risale yazmıştı. Görüşlerinden ötürü, Sinagog'dan iki defa (1622 ve 1623'de) afaroz edildi. Hahamlarla Hollanda'lı otoriteler tarafından eziyete uğratılmış, intihar etmiştir. “Exemplar humanae vitae” adlı kitabı, gerek resmî dini, gerekse insanın özünde saklı bulunduğu, insanların karşılıklı sevgiyle bir araya gelmelerini sağladığı, iyi ile kötüyü birbirinden ayırmaya yaradığı iddia edilen tabii kanun fikrini eleştirir. Acosta'nın fikirleri, Spinoza üzerinde etkili olmuştur.
AÇIKLAMA: AÇIKLAMA, incelenen objenin özünü ortaya çıkarma amacını güden bilimsel faaliyetin bir aşaması yada tarzı. Açıklama, taşıdığı epistemolojik anlama göre, birkaç tipe ayrılır: genel yoldan Açıklama (analoji, model), nedensel Açıklama, kanunla Açıklama, v.s. Açıklama doğrudan tasvire bağlıdır, tasvire dayanır, Olayların bilimsel öngörülüşü, Açıklama'ya dayanılarak yapılabilir. Sosyalizmin öngörülüşünün ve pratikte kuruluşunun temelinde marksizm-lenizim tarafından ortaya konan sosyal gelişme kanunlarının derin bilimsel Açıklama'sı vardır.
AÇMA: AÇMA, Açıklama (bak. Açıklama) Açınım, sonunda belirli bir ünitenin muhtevasının ortaya çıkarıldığı ve bu üniteyi meydana getiren unsurların bağımsızlaştığı, birbirinden ayrıldığı bir süreç. Açıklama terimi, idealist felsefede, çoğu defa bu anlamda kullanılır. Mesela, Yeni-Platon'culuk, dünyayı ve bireysel şeyleri, bir Açma olarak, bu bireysel şeyleri kendinde bir ünite halinde bulunduran Tânrı'nın “kendini-açması” olarak görür. Hegel, dünyayı, kavramın kendi tanımlarının çokluğuna “kendini-açması” olarak ele alır. Bilinen fakat apaçık olmayan nosyonların yada fikirlerin yerine apaçık bilimsel nosyonlar koyan mantıksal-metodolojik metod. Açma, genellikle bilimsel bir teorinin geliştirilmesi bakımından gerekli kavranılan yani bilimsel-öncesi yada kesinlik kazanmamış kavramları bilimsel bilgi'den ayırma işinde kullanılır. “Açma” terimi, semantik mantık'ta sık sık bu anlamda kullanılır.
AD: AD, mantık'ta, yalnız maddi obje olarak değil, adlandırabileceğimiz her şey olarak, yani en geniş anlamıyle anlaşılan obje'yi gösteren lengüistik bir ifade. Mantıksal semantik, genel olarak, “semantik üçgen”le uğraşır: 1) ad; 2) ad'la (adlandırma'yla) belirtilen obje- 3) ad'ın anlamı (bak. Adlandırma ve Anlam). Çağdaş mantık, kelimelerin günlük kullanılışından farklı olarak, yalnız terimleri (kelimeleri) değil, fakat ifadeleri de ad olarak görür.
ADALET VE ADALETSİZLİK: ADALET VE ADALETSİZLİK, sosyal fenomenlerin, ahlâk açısından farklı nitelendirilişini ifade eden etik kavramlar: sosyal bir fenomenin haklı görülerek kabul ve tasvip edilmesi yada haksız görülerek red ve inkâr edilmesi. Adalet ve Adaletsizlik kavramları, genellikle, felsefi, vs. teorilerde yer alır. Adalet ve Adaletsizlik anlayışı, genellikle her tarihsel dönem için geçerli ve mutlak olarak görülür. Ne var ki, aslında, bu kavramlar sosyal ilişkilere bağlı olarak, her dönemde değişirler. Bundan başka sınıflı bir toplumda, ayn ayn sınıfların mensupları da bunları farklı tarzda anlarlar. Yönetici sınıf, ekonomik ilişkileri tasvip ederken, devrimci sınıf bunları eleştirir ve reddeder. Marksizm, Adalet kavramının anlamını açıklığa kavuşturmuş ve onu tabiî-sosyal gelişmenin hayati gerekleri ile olan ilişkisi içinde değerlenmiştir. Marksist etik, Adalet kavramını, toplumu sömürüden kurtarma fikriyle birleştirir. Ancak sosyalizmdir ki, adaletli, eşit ilişkiler, kardeşçe dostluk ve halklar arasında işbirliği yaratır. Sosyal ve ekonomik farklılıkların bütün izlerinin ortadan kalktığı sosyalist toplumun yüksek aşamasında sosyal Adalet doruğuna ulaşır.
ADLANDIRMA VE ANLAM: ADLANDIRMA VE ANLAM, Bir şeyin anlamı, o şeyin toplum için ifade ettiği şeydir. Anlam, insanların faaliyetinde o şeyin yaptığı fonksiyona bağlıdır ve yalnızca, kendi tabiatıyla belirlenmiş fonksiyonları yerine getiren o şeyin gerçek objektif özüyle belirlenir, insanlar bir şeyin anlamını çeşitli dil işaretleriyle birbirlerine iletirler. Dilde, şeylerin pratik anlamlan, kelimelerin Âdlandınlmasıyle kaydedilmiş, pekiştirilmiş ve saklanmıştır. Anlam başka kelimelere yada objektif bir duruma izafeten yapılan Adlandırmanın spesifik bir biçimidir. Adlandırmalann anlam kazanmalarına yol açan adlandırmalar arasındaki karşılıklı ilişkiler ve bağıntılar, ya objektif gerçek faktörler ve objektif muhakeme mantığı tarafından, yada sübjektif faktörler, yani kişisel istekler, dilekler, sosyal (aynı zamanda sınıfsal) amaçlar ve niyetler tarafından belirlenir. Sübjektif anlamların gerçek şeyler ve fenomenlerle uygunluğunu sağlıyan şey sadece sosyal pratiktir. Sosyal pratik sübjektif sapmalan bertaraf eder ve somut şeylerle fenomenlerin gerçek farklılığını meydana getiren anlam farklılıklarını tesis eder.* Lengüis-tik'te, (sözlük anlamıyla) Adlandırma kelimenin anlamı olarak anlaşılır. Bir kural olarak, kelimelerin değişik Adlandırmaları ve değişik anlamlan, vardır. Bundan ötürü, kelimelerin adlandırılması, kelimelerin içinde kullanıldıkları kontekse ve kullanış durumlarına bağlıdır çoğu kere.*** Objeleri adlandıran lengüistik ifadelerde, Adlandırma, Anlam kavramları semantik mantık'ın kapsamı dışında tutulmuştur. Lengüistik bir ifadenin adlandırılması, genellikle, işaret ettiği obje yada objeler sınıfı olarak, yani belli bir ifade (nominatum) olarak, ifadenin anlamı ise, onun delaleti (konnotasyonu) olarak, yani belirli bir ifadeyi şu yada bu objeye atfetmeyi mümkün kılan enformasyon olarak anlaşılır. Şöyle ki, «Akşam Yıldızı» ile «Sabah Yıldızının kendi anlamlan olarak objeleri tek ve aynıdır, yani Venüs gezegenidir; fakat konnotasyonları, yani delaletleri değişiktir. Çağdaş mantıkta, Adlandırma ile Anlam ayınmı Frege ile başlar. Lengüistik ifadelerin eşanlamlıhğı (sino-nimik) kriteriyle ilgili problemleri semantik mantık inceler.
AGNOSTİSİZM: AGNOSTİSİZM, Evren'in bilinmesi imkanını kısmen yada tamamen inkâr eden bir doktrin. Bu terimi, ilk olarak bilgin Thomas Öuxley kullanmıştır. Lenin, Agnostisizm'in epistemolojik köklerini ortaya koyar, ve agnostikler' in öz ile görünüşü birbirinden tecrit ettiklerini, fenomenlerden öteye gidemediklerini, fenomenlerin özüne nüfuz edemediklerini ve duyumlar dışında otantik olarak hiçbir şeyi kabul etmek istemediklerini söyler. Agnostisizm'in tavizci tutumu, Agnostisizm ta-raftarlanm idealizm'e vardınr. Agnostisizm, eski Yunan felsefesi'nde şüphecilik biçiminde ortaya çıkar; Hume ile Kant'ın felsefesinde ise klasik biçimini alır. Pragmatizm ile pozitivizm'in savunucuları. Kant felsefesi'nin «kendin-de-çey»ini atarlar ve dünyanın kendinde-varlık olarak ele alınamıyacağını ileri sürerler. Agnostisizm'in hareket noktası, bilimi sınırlandırmak; mantıksal düşünceyi reddetmek; dikkati tabiatın, özellikle de toplumun objektif kanunlarının bilinmesinden uzaklaştırmaktır. Pratik, bilimsel deney ve maddî üretim, Agnostisizm'1 en tam biçimde çürüten şeylerdir. Eğer insanlar, bazı fenomenlere nüfuz edip, bu fenomenleri yeniden meydana getirebiliyorlarsa, «bilinemez kendinde-şey»in işi bitmiş demektir.
AGRIPPA: AGRIPPA, Evren'in bilinmezliğine dair beş kanıtı (bak. Troplar) ileri süren Romalı şüpheci filozof (1-2. yüzyıllar). Agrippa'nın, rasyonel bilgi problemlerini ele alan troplar'ı, Lenin'in belirttiği gibi (Toplu eserleri, Cilt 38. s. 301), diyalektik bazı unsurlar ihtiva eder.
AHLÂK: AHLÂK, sosyal realitenin etik niteliklerinin (iyi'nin, refah'ın, adaletin, vs. nin) yansıdığı ve yerleştiği bir sosyal bilinç formu. Ahlak, insanların gerek birbirlerine, gerekse topluma karşı ödevlerini belirliyen insan davranışla-n ile birarada yaşama kurallarının, standartlarının bütünüdür. Ahlakin mahiyetini belirliyen, ekonomik ve sosyal düzen'dir; ahlak standartları sınıf menfaatlerini, sosyal bir tabakanın ya da halkın menfaatlerini yansıtır. Sınıf h bir toplumda farklı ahlaklar vardır; çünkü, sınıf menfaatleri karşılıklı de-ğişirlik içindedirler. Bir sınıf reaksi-yoner hale geldiğinde kendini haklı göstermek imkânını kaybeder, tama-miyle bencilliğe düşer, tarihe ayak uyduramaz olur. Ama, öte yandan, Ahlâk, tarihsel gelişmenin sesini duyurduğu zaman ilerici olur. Ahlâk, davranış standartlarından ibaret değildir, insanın ruhsal fizyogonomisinin bir sınıfın, sosyal bir tabakanın yada halkın ideoloji ve psikolojisinin spesifik bir çizgisidir. Davranış, objektif olarak iyi ve adaletli olduğu zaman ahlâkîdir; kötü ve adaletsiz olduğu zaman ise gayri ahlakidir. Ne var ki, insan sapabilir. Bu bakımdan, Ahlâk, değerlendirmeyi içine alır. Değerlendirmenin özü, sadece yargılarda (ideoloji'de) değil, hissi ve iradi reaksiyonlar ile duyusal hallerde de görülür, insanlar arasında, davranışların, yaşayış tarzının etik değerlenmeleri olarak ifade edilen ilişkiler, ahlak ilişkileridir. Ahlak toplumun doğusuyla aynı zamanda, devletten ve kanundan önce ortaya çıkmış olup, üretim tarzında ve sosyal sistemde meydana gelen değişmelerle birlikte, uzun bir tarihsel gelişme sürecinden geçerek kendi mahiyetini değiştirmiştir. Antagonist sınıflar arasında, bu sınıflanıl meydana gelmesinden bu yana devam eden çatışma, Ahlak alanında ifadesini bulur. Bu bakımdan, ahlak standartları ve ahlak ilişkileri, ne me-tafizikçilerin gördüğü gibi, ezeli ve ebedi olarak konmuş şeyler, ne de idealist ilahiyatçıların iddia ettikleri gibi. aklın, ruhun saf bir yaratışıdırlar. Din, sömürücü Ahlak'ı savunur. Burjuva Ahlak'ı, özel mülkiyet anlayışıyla yayılmıştır; burjuva" Ahlâk'ın ilkeleri ve tavrı, bencillik ve bireyselliği yansıtır. Emperyalist burjuva hayat tarzı ve davranışı ahlaki değildir; çünkü insanlığın ortak menfaatlerine ve tarihin gidişine aykırı bir yol tutar. Emperyalist Ahlak, en kesin ifadesini faşizm'de bulur. Sosyalizm'in gerçekleşmesiyle, burjuva Ahlâk'ın yerini sosyalist Ahlak alır. Sosyalist Ahlâk'ın kaynağı, eski rejimde yaratılmış bulunan proletarya Ahlak'ı ile, emekçi halkın sosyal baskıya ve haksızlığa karşı mücadelesinde biriktirdiği ilerici ahlak ilkeleridir. Sosyalizm'in üst evresine geçiş döneminde, Ahlak ve ahlak ilkeleri çok büyük önem taşır; gerek insanlar arasında gerekse insanlarla toplum arasındaki ilişkiler etik ilkeler tarafından düzene sokuldukça yönetim kurallarının rolü azalır.
AHLÂK, HIRİSTİYAN: AHLÂK, HIRİSTİYAN, Hıristiyan dini tarafından vaazedilen ahlak. Hıristiyan ahlak standartlarını bütün insanlıkta ortak şeylermiş gibi gösteren ilahiyatçılar, Hıristiyan ahlakını en yumuşak, en insani, sevgiye en ön planda yer veren ahlak diye ortaya koymaya çalışırlar. Ama gerçekte, Kilise, belirli dinisel standartları tekeline alarak kutsallaştırmış. sömürücü sınıfların hizmetine koymuştur. Tarihte, bir çizilenler dini olarak ortaya çıkan Hıristiyanlık, kitlelerin özlemlerini (özellikle de, kardeşlik, herkesin birbirine sevgi göstermesi, v.s. fikrini) yansıtmıştır. Evrensel sevgi ve bağışlamayı öğüt-liyen Kilise, bu emirleri bizzat kitlelerin aleyhine - çevirmiştir, îşte Hıristiyan Kilisesi'nin iki yüzlülüğü ve bağnazlığı buradadır. Kilise çektikleri acılardan dolayı ezilenlere vaadedilen mükâfatı ve adaletin zaferini, doğuşu insanın değil, Tann'nın iradesine tâbi bulunan «Tann ülkesi» ne bağlamaktadır. Böyle yapmakla da. Kilise, toplumun yeniden düzene konması uğruna kitlelerin yapacağı mücadeleyi ahlakdışı ilân etmektedir. Hıristiyan Kilisesi, aza kanaat etmeyi ve tevekkülü vaaz etmesi bakımından gericidir.
AHLÂK KANUNU: AHLÂK KANUNU, idealist felsefe'de insanın davranışına bir temel -olarak belirlenmiş bir etik ilke. Voltaire. Ahlâk Kanunu'nu, tabii bir ahlâk olarak formüle eder: -Başkalarının sana davranmasını istediğin biçimde başkalarına davran». Kant, Ahlâk Kanunu'nu, ampirik bir doğrulanışa ihtiyacı olmayan, insan tabiatında ezelden bulunan, şarta bağlanmamış bir ahlâki buyruk olarak ortaya koyar ve buna kesin buyruk (emperatif kategorik) adını verir. Fichte, Ahlâk Kanunu'nu bireyin zorunlu yaratıcı faaliyeti ile birleştirir. Bu faaliyet ile bağdaşan her şey ahlâkidir. Marksist etik, Ahlâk Kanununu. sınıf ve tarih dışı bir kategori olması bakımından reddeder.
AHLÂK, SOSYALİST: AHLÂK, SOSYALİST, sosyalist toplumu kuranlar'm davranış ilkelerinin ve standartlarının bütünü. Sosyalist Ah-lak'ın objektif kriteri, sosyalist toplumun zaferi yolunda mücadeledir. Başlıca Sosyalist Ahlak ilkeleri şunlardır: sosyalizm davasına gönülden bağlılık, sosyal refahın çalışmayla arttırılması; kamu ödevi duygusu, kolektivizm hümanizm, enternasyonalizm, sosyalist ahlak standartlarım ihlal edenlere karşı tavizsiz tavır alma, v.s... (Bak. Sosyalist Toplumu Kuranların Ahlâk ilkeleri). Sosyalist Ahlâk'ın tarihsel ve teorik temeli, işçi sınıfının, geçmişteki ilerici sınıflar tarafından elden ele aktarılan, sade ve yüce ahlak standartlarını ihtiva eden dünya görüşü ve ahlakıdır, işçi sınıfı, aynı zamanda, emekçi halkın kurtuluşu yolunda sınıf dayanışması, enternasyonalizm gibi kendi ahlak standartlarım da ortaya koymuştur. Sosyalist Ahlâk, insan maneviyatının bütün ilerici standartlarını, işçi sınıfı aracılığıyla kendi içinde bulundurur. Sosyalist Ahlak standartları, halkın davranışlarıyla sınırlı değildir; Sosyalist Ahlak standartları, halkın davranışlarının ve sosyalist sosyal kurumların, sosyal gelişme sürecini etkilemesi anlamında toplumu dönüşüme uğratışın, insanı eğitisin ve yeniden eğitisin aktif faktörleridir. Sosyalist Ahlak standartları evrensel hale geldiğinde, bireyle toplum arasındaki ilişkiler, yasama ve yönetme kurallarının ortaya çıkardığı birçok kayıtlan gereksiz kılacaktır. Kamu görevi bilincinin emrettiği insan davranışı, dıştan gelen bütün zorlayıcı biçimleri tasfiyeye uğratarak, birşeyin hakiki hürlüğüne yol açacaktır. Kanunlarla yönetme tarzlarının, Sosyalist Ahlâk standartları tarafından dönüşüme uğratılması, ahlak tarihinde bir devrim olacaktır. Bu, şiddet ilkesinin tasfiyesine de yol açacaktır. Olgunlaşma yolunda olan Sosyalist Ahlâk standartları, günümüzde, anti-sosyalist âhlak'la iki yerde çatışma halindedir: birincisi, toplumda yürürlükte bulunan kanunları çiğneme ve ihlal etme biçiminde ortaya çıkıp, ahlakdışı fiil ve cürümlere yol açan köhnemiş ve kullanılmaz hale gelmiş standartları, geçmişin kalıntıları olarak ihtiva eden sosyalist toplum'da; ikincisi, burjuva toplum ahlâkının Sosyalist Âhlak'la çeliştiği yerde, yani sosyalist toplum dışında. Sosyalist Ahlak, bütün insanlığın gelecekteki ahlâkı olarak bu karmaşık mücadele ve yapı içinde oluşmaktadır (bak. Ahlâk, Etik).
AHLÂK YARGISI: AHLÂK YARGISI, bireylerin, organizasyonların, halkın, v.s.'nin faaliyet ve davranışlanndaki ahlâki meziyetlerin değerlendirilmesi. Genel bir Ahlâk Yargısı iyi ile kötü kategorileri içinde yapılır. Ahlâk Yargısı, sosyal sisteme, sınıf mücadelesine göre değişen, objektif, tarihsel ahlâk kriterine dayanır. Halkın faaliyet ve davranışlarının bilimsel etik tarafından Ahlâk Yargısı'na tâbi tutuluşu, ahlâki saik ile sonuçta ortaya çıkan sosyal faydanın birliğine, söz ile aksiyonun birliğine dayanır. Sosyalist toplumda, Ahlâk Yargısı'nın kriteri, halkın menfaatlerini, insan hayatının maddi ve manevî şartlarının ilerleyici gelişmesi ile insanın mutluluğunu ve refahını amaç edinen emektir.
AİLE: AİLE, evlilik ve kan yakınlığına, yani, kan ile koca, ana-baba ile çocuklar, kardeşler, v.s. arasındaki ilişkiye dayanan bir toplum çekirdeği. Aile hayatı, maddi ve manevi süreçlerle ka-rekterize edilir. Bunlardan ilki, biyolojik ilişkilerle ekonomik-tüketim ilişkileridir; ikincisi ise, kanuni, ahlâki ve psikolojik ilişkilerdir. Aile, tarihsel bir kategoridir. Aile hayatını ve aile şekil lerini belirliyen şey, toplumdaki sos-yo-ekonomik düzen ile bir bütün olarak sosyal ilişkilerin taşıdığı karakterdir. Eski çağlarda, cinsel ilişkilerin geçici, düzensiz bir yapısı vardı ve Aile denilen şey yoktu. Aile, ekonomik bağların ve 'menfaatlerin ayn cinsiyette kişiler arasındaki tabii ilişkiye eklenmesiyle yerleşen hayat tarzına ve bir de cinsiyet ve yaşa göre işbölümü temeline dayanan gentil sistem döneminde ortaya çıkar. Anaerkiliiğin hüküm sürdüğü zamanda geniş bir anaerkil Aile vardı: komün, grup, sonra da iki kişilik evlilik, Ataerkillik .döneminde, geniş bir ataerkil Aile ortaya çıktı; askeri demokrasi olarak kurulan, tek-eşli evliliğe dayanan ve ufak bir ataerkil aile'ye dönüşen komün. Böylece, kadın da, mülk haline, kocasının kölesi haline geldi. Servet birikişi ve bu servetin kanuni mirasçılara geçmesi, Aile'nin başlıca amacını teşkil ediyordu. Burjuva toplumda, özel mülkiyet, Aile üzerinde çok geniş izler bırakmıştır. Burjuva toplumda, maddi düşünceler ve ticari menfaatler evlilikte çok büyük rol oynar. Sosyalizmin gerçekleşmesi ise, sosyal hayatın bütün alanlarında, üretimde ve Aile'de geniş çapta bir kadın erkek eşitliği getirir. Karşılıklı sevgi ve saygı, çocukların yetiştirilmesi başlıca ahlâki ilkeler haline gelir.
AİLENİN, ÖZEL MÜLKİYETİN VE DEVLETİN KÖKENİ: AİLENİN, ÖZEL MÜLKİYETİN VE DEVLETİN KÖKENİ, F. Engels'in 1884'de yazdığı eser. Engels, bu eserinde, Morgan'ın Esfet Toplum adlı eserindeki veriler ile daha başka bilim verilerine dayanarak, ilkel komün sis-temi'nin gelişmesindeki temel çizgileri araştırır. Evlilik ve aile biçimlerinde, toplumun ekonomik ilerleyişine bağlı olarak meydana gelen değişmeleri gösterir; tribü sisteminin bozulma süreci ile bunun ekonomik sebeplerini (Yu-nanlılar'dan, Romalılardan ve Töton-ya'Ulardan örnekler vererek) tahlil eder. Emeğin verimliliğindeki artış ve bu sürecin temelinde yatan işbölümü, mübadeleye, özel mülkiyete, tribü siste-mi'nin bütünlüğünü kaybetmesine, sı-nıflar'ın oluşmasına yol açmıştır. Engels'in eseri, şunları ortaya koyar.- 1) özel mülkiyet, sınıflar ve devlet, her dönemde mevcut şeyler olmayıp, ekonomik gelişmenin belirli bir evresinde ortaya çıkmışlardır; 2) sömürücü sınıfların elindeki devlet, halkın baskı altına alınması ve ezilmesi için bir aletten ibarettir; 3) sınıflar, ilk başlangıçta nasıl mevcut değil idiyseler, ilerde de kaçınılmaz olarak ortadan kalkacaklardır. Sınıfların ortadan kalkışıyla, devlet de kaçınılmaz olarak ortadan kalkacaktır. Engels'in eseri, marksist öğretiye değerli bir katkıdır, ve tarihsel materyalizmin öğrenilmesi bakımından halâ önemli bir elkitabıdır.
AİNESİDEMOS: AİNESİDEMOS (İ.Ö. 1. yüzyıl), eski Yunan'u şüpheci filozof, Pyrrhon'un şüphecilikten yana bir öğrencisi ve Akademia'nın izleyicisi Âinesidemos'a göre, şeyler hakkında otantik bir bilgi edinilmesi asla mümkün değildir, çünkü her iddia, karşıtı bir başka iddia ile karşılanabilir. En iyisi hiçbir şey iddia etmemektir, çünkü, ancak bu şekildedir ki, bir iç huzuruna kavuşulabi-lir. insan, ya herkesin mutad olarak hareket ettiği gibi, ya da zorunlu bir ihtiyaçtan dolayı hareket etmelidir. Ainesidemos'un felsefesi, klasik Yunan felsefesinin bir ürünüdür.
AJİVİKA: AJİVİKA, eski Hint felsefesinde, ruhun varlığını inkâr eden bir eğilim, ilk defa, en eski Buda'cı kutsal metinlerde sözü edildiğine göre, Ajivika, aslında, muhtemelen bir çeşidi olduğu Buda'cı lığa bağlıydı. Geleneğe göre, bu öğretiye babalık eden bilge,' 1.0. S.-6. yüz-yıllar'da yaşadığı sanılan Markali De-va'dır. Ajivika, öğretinin öbür fikir ve kavramlarım belirliyen atomistik teorisi üzerine kurulmuştur. Ajivika'ya göre, tabiatın dört unsurunu (toprak, su, ateş ve hava'yı) teşkil eden dört çeşit atom vardır; bütün bu atomlar ise bileşebilir. «Hayat» atom cinsinden bir şey olmamakla beraber, atomların bileşimlerini kavrayabilen bir şeydir. A-tom çeşitleri ve hayat, mevcut bütün şeyleri bileştiren beş cevheri meydana getirirler. Atomlar yaratılmamışlardır ve yokedilemezler, sonsuzdurlar ve bölünemezler. Her yönde hareket edebilirler. Bir cismin özellikleri, onu bileştiren atomların cinsine, bir hacim biriminde mevcut atom sayısına Ve bir araya geliş tarzına bağlıdır. Ajivika, eski Hint dinleri ile Budacı felsefeye karşı çıkan, realist, genel olarak da materyalist bir teoriydi.
AKADEMİA: AKADEMİA, Platon tarafından (İ.Ö. 387 yılında Atina'da kurulan ve adını içinde bulunduğu koruluktan alan, eski bir idealist felsefe okulu. Eski Aka-demia (Speusippus ile ötekiler, l.ö. 3. ve 4. yüzyıllar) üzerinde Pythagoras'cıla-rın etkisi artmış, Platon'un görüşleri, mistik 'sayı teorisi'ne dayanılarak sis-temleştirilmişti. Akademia, matematik ve astronomi'nin gelişmesinde büyük rol oynamıştır. Orta Akademia (Arke-silaos ile ötekiler, l.ö. 3. yüzyıl), şüphe-ciler'den etkilenmişti. Yeni Akademia (Karneades ile ötekiler, î. ö. 1. ve 2. yüzyıllar) ise, Orta Akademia'nm şüpheciliğini geliştirip, Stoacılar'ın, hakikat kıstası hakkındaki öğretilerine karşı çıktı. Sonraki devirde, Akademia, Platon'cu. Stoacı, Aristoteles'e! öğretilerle daha başka öğretileri eklektik bir tarzda birleştirdi. 4. ve 5. yüzyıllar'da ise, Akademia, tamamıyle Yeni-Plan-ton'culuk öğretisine geçti. Akademia, 529'da da imparator Justinian tarafından kapatıldı. Rönesans zamanında (1459-1521) Floransa'da kurulmuş olan Akademia, Platon'cu bir pozisyondan iskolastikleştirilmiş bir Aristoteles'e! pozisyona geçiş savaşı vermiş, Platon' un metinlerini çevirip yorumlamıştır (Marsilius Ficinus).
AKHUNDOV, MİRZA FATALİ: AKHUNDOV, MİRZA FATALİ (1812-78), Azerbaycan'lı yazar, Aydınlanma'cı halk adamı, Akundov'un dünya görüşü, ilerici Rus sosyal düşüncesinin etkisi altında oluşmuştur. Akhundov hem kendi kendisinin nedeni, hem de dünyadaki bütün süreçlerin temeli olan tek bir maddî cevherin varlığını kabul eden bir materyalistti. Bilgi teorisi'hde dünyanın bilinebilirliği'nden yola çıkan Akhundov, aynı zamanda, sansü-alistlerin pozisyonunu da savunuyordu. Akhundov'un materyalizmi ateizm' le birleşiyordu. Akhundov, Islamhk'ı eleştirmiş, iman ile bilgi'nin bağdaşmazlığını, toplum tarihinde dinin gerici rolünü önemle belirtmiştir. Akhundov, Azerbaycan edebiyatı, dramatur-jisi ve tiyatrosu'nun kurucusudur. Gerçek bir yurtsever olan Akhundov, Rus halkları arasında kardeşçe ilişkilerin yerleşmesini savunmuştur. Akhundov'un başlıca felsefi eseri, Hind Prensi Kemal-ud-Devle'den Iran Prensi Ce-mal-ud-Devle'ye Üç Mektup ve İkincisi'nin Buna Cevapları'dır.
AKIL VE ALGIGÜCÜ: AKIL VE ALGIGÜCÜ, marksizm-öncesi bazı felsefe sistemleri'nde ortaya konmuş olan düşünüş biçimleri yada evreleri, Akıl, genellikle, doğru muhakeme, sonuçlar çıkarma, düşünceleri mantıksal bir biçimde ortaya koyma melekesi demektir. Algıgucü ise, fenomenlerin nedenlerini ve özlerini bulma, onları, kavrayıcı bir biçimde araştırma ve karşıtların birliğini açığa vurma yeteneğidir. Bunların birbirlerinden ayırt edilmesinin başlangıçlarına Platon, Aristoteles ve Nikolaus Cusanus'un öğretilerinde rastlıyoruz. Kant ile Hegel'in felsefelerinde bu ayırım özel bir yer tutar. Kantin kanaatine göre, duyumlar, bilinemez «kendinde-şey»in duyu organları üzerindeki etkisinden ortaya çıkar-, apriori duyarlık formları (zaman ve mekan) ve zihin formları (birlik, çokluk, nedensellik, imkânlılık, zorunluluk v.s.) aracılığıyla düzene sokulur. Algıgucü, zihnin formlarını duyarlığın muhtevasına uygular; bundan dolayı da Algıgucü, şeyleri oldukları gibi değil de, göründükleri gibi bilir. Bilmenin daha sonraki evresi, yani sentez formları ise, ruh, dünya ve Tann ideleri'ne malik olan aklın yardımıyle mümkün olur. insan zihni bu ideler'in tekabül ettiği objeleri bilmeye kalkıştığında, antinc-milerle karşı karşıya kalır. «Kendinde şeyler» dünyasına giden yol teorik akıl'a kapalıdır. Dünya hakkındaki görüşü genişletmek için, geriye kala kala şu kalır: «pratik akıl»a ve daha da olmazsa iman'a başvurmak. Hegel'in kanaatine göre, akıl, statik kesinliğin, soyut özdeşlik'in, soyut tümenlik'in, bir birinden ayrılmış, donmuş karşıtların (öz ile görünüş, zorunluluk ile tesadüf, hayat ile ölüm'ün v.s.) ötesine geçemez. Çıkarsamalı düşünce yeterli değildir; sadece, daha yükseğe, kavrayıcı bilme formlan'na doğru çıkılmasına yarıyan zorunlu bir evredir. Düşüncenin diyalektik negatif-kavranır yanı, tekyanlı ve sınırlı tanımların çözülüşleri ve karşıtlarına geçişmeleridir. Düşüncenin spekülatif pozitif-kavranır yanı, çıkarsamalı aklın ötesine geçemediği, çözülmüş karşıttan ihtiva eder ve kendisini somut ve tam olarak burada ortaya koyar. Marksizm, Hegel'in idealizmi'ni reddetmekle beraber, Akıl ve Algıgücü'ne ilişkin öğretilerindeki metafizik ve diyalektik eleştirileri önemle değerlendirir.
AKILCILIK: AKILCILIK, bak Rasyonalizm. AKILDIŞICILIK, bak. İ r rasyonalizm.
AKIŞ: AKIŞ, şeylerin ve fenomenlerin maddî değişirliğini, durmaksızın başka bir şeye dönü'şürlüğünü ifade eden felsefi bir kategori. Akış'ın klasik önericisi, Herakleitos, kendi realite kavrayışını, şu ünlü formülünde dile getirmiştir: her şey akış halindedir. Akış kategorisi, diyalektik dünya görüşüyle organik olarak bağlantılıdır: her şey ve her fenomen, karşıtların (varlık ile varhk-olmıyan'ın) organik birliği kavramına dayanır. Bu kavram basit niceliksel artma ve azalma şeklindeki metafizik ilk başlangıç ve gelişme nosyonunun karşıtıdır. Akış'ın diyalektik özü Hegel tarafından geliştirilmiştir. Hegel'in felse-fesi'nde Akış, ide'nin (kategori'nin) mantıksal belirlenişlerinin bütün ardar-da gelişmelerindeki «unsur»u meydana getiren «ilk hakikat»tir. Varlık ile yokluk'un birliği olarak Akış, ilk çıkış'ın, ilk başlangıç'ın ve bütün şeylerle fenomenlerin evrensel soyut forniu'nu ifade eder: «Varlık ile yokluk arasında bir ara durum olmayan hiç bir şey yoktur» (Hegel). Lenin, Hegelin önerisinin taşıdığı değeri Felsefe Defterlerinde önemle belirtir.
AKIŞKANLAR: AKIŞKANLAR, cisimlerin kendilerine özgü özelliklerini belirleyen tamamlayıcı elemanlar olarak görülen, ağırlıksız, ipotetik maddeler (ışık, termojen, manyetik, elektrik, pozitif ve negatif akışkanlar, filojiston). Akışkanlar kavramı, özellikle, 18 yüzyıl'da ve 19. yüz-yıl'ın ilk yansında yaygındı. O zamanlar, cisimlerin özellikleri ve yapılan bir birlik halinde ele alınmıyordu; objenin birbirinden farklı özellikleri, bir cisimden ötekine geçen özel dış aktif unsurlar olarak görülüyordu. Akışkanlar öğretisi, ilk çağların tabiat felse-fesindeki unsur anlayışının, yani aktif form ve pasif madde anlayışının (A-ristoteles) bir gelişmesiydi ve bu anlayış kimyasal elemanların oluşması ile ilgili kavramlara bağlıydı, özelliklerin, kaliteler'in, hareketin ve güc'ün, objektif olarak var olduklan objelerden yalıtılmaları ve objeden bağımsız bir takım şeyler olarak ele alınmaları olgusu, dinamizm'de enerjimiz'de ve vitalizm'de görülür. Akışkanlar teorisi, bütün, yanlışlığına ve ilkelliğine rağmen, birbirinden farklı kimyasal ve fiziksel fenomenlerin sistemleştirilmesi-ne yol açmak ve bunların incelenmesi için genel bir temel sağlamakla, tabiat bilimlerinde önemli bir rol oynamıştır.
AKSİYOLOJİ: AKSİYOLOJİ, değerleri inceliyen felsefe dalı. Marksist Aksiyoloji. 20. yüzyıl'da ortaya çıkan (bak. Rickert; M. Scheler; v.s.) ve genellikle, değerlerin sosyal mahiyetini dikkate almayan burjuva teorisine temelden karşıdır. Marksist-olmayan teorisyenler, değerlerin sosyal mahiyetini dikkate almadıkları için, Aksiyoloji'de ya sübjektif idealist, yada objektif idealist sonuçlara varırlar, örneğin, değerlerin, bizzat objelerin kendilerinde mevcut bulunan özellikler olduklarını bütünüyle inkâr eden yeni-pozitivisitler, iyi ile güzel değerlerinin, ele aldığımız objeler karşısındaki tavrımızdan başka bir şey ifade etmediklerini iddia ederler. Objektif idealistler, değer'i, mekân-zaman dışı bir dünyaya ait bir çeşit tabiatüstü mahiyet olarak görürler. Aksiyoloji'ye marksist yaklaşım tarzı, her şeyden önce, sosyal, bilimsel, ahlaki estetik, v.s. değerlerin kabul edilmesine; değerlerin tarih-dışılığı görüşünün reddedilmesine; değerlerin tarihsel şartlara, sınıf ilişkilerine, v.s.'ye bağlı bulunduklarının kavranmasına; bundan başka, değerlerin gelişmesinde, izafi ile mutlak arasındaki diyalektik ilişkinin dikkate alınmasına dayanır. Sosyalizmin kurulmasında elde edilen hürlük ve insan, marksist açıdan en üstün değerleri teşkil ederler.
AKSİYOM: AKSİYOM, bilimsel bir teorinin hareket noktasını teşkil eden ve aynca ispata ihtiyaç göstermiyen önermesi; teorinin diğer önermeleri bu önermeden (yada bunların toplamından) yerleşik kurallara göre çıkarsanır. Antik Çağ'dan 19. yüzyıl'ın ortalarına ka-darki zaman içinde, Aksiyom, sezgisel bir açıklık yada apriori bir doğruluk taşıyan bir şey olarak düşünülüyordu. Bu anlayış, Aksiyomların insanların binlerce yıllık pratik bilgi faaliyetinden gelen itibari karakterini gözönüne almıyordu. Lenin, mantık figürlerinin Aksiyom haline gelebilmesi için, insanın pratik faaliyetinin, bu mantık figürlerini insan zihninde milyonlarca defa tekrarlatmasına ihtiyaç olduğunu yazar. Günümüzün aksiyomatik metod anlayışı, Aksiyom'un apriorili-ğini asla kabul etmez. Aksiyom-lar'ın belli bir özelliği haiz olmaları gerekir: belirli bir teorinin bütün önermeleri, bu Aksiyomlar'dan, hem de sadece bunlardan çıkarsanabilmelidir. Ele alman Aksiyomların doğruluğu, belirli bir sistem'in yorumlarının (bak. Yorum ve Model) mevcut bulunması halinde belirlenir; eğer bu yorumlar mevcut ise, yada hiç değilse, bu yorumların yapılması mümkün ise Aksiyomlar'ın doğruluğu kabul edilmelidir.
AKSİYOMATİK METOD: AKSİYOMATİK METOD, bilimsel bir teorinin yapımında kullanılan tümdengelime! bir metod; bu metod'-da 1) belirli bir teori için, aynca ispata ihtiyaç olmayan bazı önermeler kabul edilebilir (bak. Aksiyomlar); 2) belirli bir teori çerçevesi içinde, bu önermelerin ihtiva ettiği kavramlar açıkça tanımlanamazlar; 3) belli bir teoriden hareket ederek tümdengelim ile tanımlama yapılması için, bazı önermelerden diğer bazı önermelere geçişi sağlayan ve teoriye yeni terimler- (kavramlar) getiren kurallar meydana getirilir; 4) belirli bir teorinin diğer önermeleri «3»e dayanmak suretiyle «l» den çıkarsanır. Aksiyomatik Metod üzerine ilk düşünceler eski Yunanistan'da ortaya konmuştur (Aristoteles, Eukleides). Bu konuda daha sonra girişilen denemeler, çeşitli bilim ve felsefe dallarını aksiyomatik tarzda tahlil etme amacını güdüyordu. Bu tahliller, belirli bir teorinin yoğun (özel) bir biçimde kurulmasını kapsıyordu; daha çok da, tanımlamanın sezgisel olmasına ve sarih aksiyomlar seçilmesine dikkat ediliyordu. Aksiyom teorisi, ma-tematik'e ve matematiksel mantık'a giren problemlerin derin bir şekilde işlen diği zamanlardan, yani 19. yüzyıl'ın i-kinci yansından itibaren, ihtiva ettiği unsurlar (semboller) arasında bağlantı kuran ve aksiyom'a tekabül eden objeleri temsil eden bir çeşit formol mantık olarak görülmeye başlandı. Bütün dikkat, sistemin çelişmezliğine, tamlığına ve aksiyomlar'm bağımsızlığına, v.s.'ye çevrilmişti. Sembolik sistemler, bu sistemde mevcut bulunması, ya da bu sisteme ait olması mümkün belirli bir muhtevadan bağımsız olarak incelenebildiğinden, sentaktik aksiyomlar ile semantik aksiyomlar arasında bir ayırım yapılıyor, aksiyomlar sentaktik ve semantik olmak üzere iki tipte formüle ediliyordu. Formalize edilmiş ak-siyomatik sistemlerin tahlili, genel bir aksiyomatik sistem kurmanın imkansızlığı sonucuna yol açmıştır (bak. Gö-del). Aksiyomlaştırma, bilimsel bilginin düzenlenmesi metodlanndan ancak bir tanesidir. Aksiyomlaştırma, genellikle, belirli bir teoriye yeterli bir muhteva kazandırılmasından sonra yapılır; burada amaç, teoriyi genişletirken, özellikle de kabul edilmiş iddialardan sonuçlar çıkartırken son derece dakik olunmasıdır. Son yıllarda yalnızca matematikle ilgili konularda değil, fizik, biyoloji ve lengüistik'in belirli dallarında da aksiyomlaş-farma'ya önem verilmektedir. Tabiat bilimlerinin, yani matematiksel olmayan herhangi bir bilimin incelenişinde, Aksiyomatik metod ipotetik tümdengelim metodu biçimine girer (ayrıca bak. Formalizasyon).
AKSİYOMATİK SİSTEMİN BAĞIMSIZLIĞI: AKSİYOMATİK SİSTEMİN BAĞIMSIZLIĞI, Aksiyomatik'in karakteristiklerinden biri (bak. Aksiyomatik Metod). Tümdengelime! bir sistemin temelini teşkil eden tek bir aksiyom, şayet, o sistem'in tümdengelim metod-lanyle çıkarsanamıyorsa, bu aksiyomlar sistemine bağımsız aksiyom sistemi adı verilir. Aksi halde, aksiyomlar sistemi bağımlı bir sistemdir. Aksiyomatik bir sistem'in bu açıdan incelenmesi, yalnız aksiyom bilgisi'nin basitleştirilmesi hfl-ViTm"^."-" değil, fakat ilke bakımından da önem taşır. Eukleides'in beşinci postula'smın bağımsızlığının kurulması, Eukleides'ci-olmayan geometrilerin gelişmesine yol açmıştır.
AKSİYOMATİK TEORİNİN ÇELİŞMEZLİĞİ: AKSİYOMATİK TEORİNİN ÇELİŞMEZLİĞİ, bir aksiyomatik teorinin haiz olması gereken bir şart; buna göre, bir teoriden, aynı zamanda, hem ö önermesinin, hem de onun olumsuz-laması olan ö önermesinin çıkarsan-ması mümkün değildir. Çelişmezlik, aksiyomatik teorilerin sentaktik ve semantik olmalarına göre, iki biçimde formüle edilir: şayet, bir teoriden, bir önermenin olumsuzlanması olan önerme aynı anda çıkarsanamıyorsa, söz konusu teoride sentaktik çelişmezlik var demektir; şayet, teorinin hiç değilse bir modeli, yani ele alınan teoriye tekabül eden belirli bir objeler alanı varsa, o takdirde, bu teoride semantik bir çelişmezlik var demektir. Aksiyomatik yapının şartlan arasında en ö-nemlisi, çelişmezlik'tir-. çelişmezlik'in ihlali halinde teori geçersizleşir; çünkü, bu takdirdo, teorinin ihtiva ettiği bir önermenin ispatlanması imkanı ortadan kalkmış olur.
AKSİYOMATİK TEORİNİN TAMLIĞI: AKSİYOMATİK TEORİNİN TAMLIĞ1, aksiyomatik olarak kurulmuş teorilerde, her önermenin doğruluğunun belli bir sisteme göre ispat edilmesi (yani, bu önermelerin, aksiyomlardan çıkar-sanması) gerekliliği. Sentaktik aksiyomatik teoriler ile semantik aksiyomatik teoriler arasında bir ayrım olmasından dolayı tamlık da, Sentatik Tamlık ve Semantik Tamlık olmak üzere ikiye aynhr.
ALBERDI, JUAN BAUTISTA: ALBERDI, JUAN BAUTISTA (1810-84), Arjantin'li devlet adamı, yazar, filozof ve .sosyolog. Arjantin'in devlet yapısı üzerinde büyük bir etki meydana getirmiş olan Bases para la Organizacion Politica da Confederacion Argentina adlı eseri (1852), bu ülkenin Anayasa'-sının temelini teşkil eder. Paraguay savaşı (1864-70) dehşetinin verdiği izlenimle yazılmış olan El erimen de la guerra adlı eseri ise, Alberdi'ye, dünya barışının ve kardeşliğin candan bir savunucusu olarak tarihte bir yer sağlamıştır. Alberdi, saldırganlık savaşlarının suç olduğunu ilan etmiştir. Savaş hakkındaki görüşleri, Grotius'un fikirlerinden esinlenmiştir. Alberdi'nin düşüncelerinin zayıf noktası, savaş problemini hukuk ve Hıristiyan ahlakı açısından ele almış obuası dır.
ALEMBERT, d', JEAN LE ROND: ALEMBERT, d', JEAN LE ROND (1717-83), 18. yüzyıl Fransız Aydınlanmacısı, filozof ve matematikçi, Diderot'nun, ça-lışma arkadaşı, Ansiklopedia'nın (bak. Ansiklopedistler) matematik bölümü editörü. Francis Bacon'ın ilkelerine dayanarak insansal bilginin kökenini ve gelişmesini açıklamaya, bilimleri sınıflandırmaya çalışmıştır. Alembert, felsefe bakımından, sansüalizm'in temsilcisidir. Descartes'ın doğuştan ideler teorisi'ne karşı çıkmıştır. Ne var ki, san-süalizmi kararlı biçimde materyalist değildi. Alembert, düşünce'nin madde'nin bir özelliği olduğunu kabul etmeyip, ruhun madde'den bağımsız olarak var olduğu görüşündedir. Bu yüzden, görüşleri düalist'tir. Alembert şeylerin bilinebilirliğini de reddeder, öteki Fransız Aydınlanmacı'lannın tersine, ahlakın sosyal bir ortama bağlı bulunmadığı görüşündeydi. Tanrının yaratıcı cevher olduğunu söyler. Diderot, gerek Le reve de d'Almbert'de gerekse öteki eserlerinde, Alembert'in kararsız sansüalizmi'ni eleştirmiştir. Essai sur leş eUments de philosophie Alembert' in başhca felsefi eseridir.
ALET: ALET, bazr değişik ölçmeleri kaydetmede kullanılan bilgi araçları. Çağdaş bilimsel bilgide Aletlerin rolü gittikçe artmıştır. Aletler doğrudan algı'ya gir-miyen maddi bölgelerin araştırılmasına imkân verdikleri gibi, insanın duyu organları için de büyülteç vazifesi görürler. Bilgi edinmede Aletlerin gittikçe artan rolünün yanlış yorumlanması «aletçi idealizmdin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Aletçi idealizm «pren-sipiel koordinasyon» önermesine ve' boşlukların «kontrol edilemezliği ilkesi» ne dayanır; bu ilkeye göre, ölçme süreci bir mikro-obje'nin şu yada bu özelliğinin belirlenmesinde «kontrol edilemez gedikler» in ortaya çıkmasına yol açar. «Aletçi ideallzm»in temsilcileri (P. Jordan ve diğerleri) süjenin Alet aracıhğıyle fizisel realiteyi «hazırladığı», yarattığı görüşündeydiler.
ALETÇİLİK: ALETÇİLİK, Amerikalı filozof J. De* wey ve izleyicileri tarafından ortaya atılan sübjektif idealist bir doktrin, pragmacılık'ın bir çeşidi. Dewey'e göre, süje ve obje, düşünceler ve olgular, fizik ve psişik arasındaki farklılıklar, «tecrübe», «durum», unsurların, «o-lay»ın görünüşündeki farklılıklarından başka bir şey değildir. Böyle iki yana çekilebilen terimlere ve «tecrübe»nin «sosyal m ahiye ti »ne başvurulması bu felsefenin idealizminin sahte kılığıdır. Aletçilik'e göre, kavramlar, bilimsel kanunlar ve teoriler, -durum» aletleri, anahtarları, «aksiyon planlan»dır. Bil-me'yi, bir organizmanın hayati fonksiyonu kabul eden Aletçilik, bilgi'nin öneminin objektif dünyayı yansıtma' sında olduğunu kabul etmez; hakikati, belli bir durum'da başarıya yol açan ve böylece haklılık kazanan bir şey olarak görür. Dewey ve taraftarları sosyal sınıflar realitesini tanımazlar; «genelde» toplum, birey ve devlet gibi metafizik soyutlamalara sığınırlar. Aletçi «ilerleme teori»sine (meliorizm'e) göre, ilerleme, toplumun belli hedeflere varması değil, hareket sürecinin kendisidir. Gerçekte, Dewey'in meliorizmi, «hareket her şeydir, nihai amaç hiçbir şey değildir» tarzındaki oportünist sloganı yeniden diriltir. Dewey, Hook, Childs ve Schlesinger Aletçilik'in başta gelen temsilcileridirler.
ALEXANDER SAMUEL: ALEXANDER SAMUEL (1858 - 1938), İngiliz yeni-realist filozof; belirici evrim idealist teorisinin kurucusu. O, za-man-mekân'ı Evren'in ilk maddesi olarak kabul eder ve zaman-mekan'ı hareketle özdeşleştirir. Bu teoriye göre, önceden görülemiyen bir sıra niteliksel sıçrama, bu zaman-mekân'dan birbiri ardı sıra, maddenin, hayatın, ruhun, «üçüncü sıradan değerlerdin, «meleklerin» ve Tann'nın zuhuruna yol açar. Belirici evrim, yeni ve doğru bir çaba olarak anlaşılan bir düşünsel itiş tarafından yönetilir. Alexander'in görüşleri çağdaş bilimle çelişir. Başlıca eserleri. Space, Time, and Deity (1920), Art and the Material (1925), Beauty and Other Forms of Value (1933).
ALGI: ALGI, objektif dünyanın duyu organları üzerindeki etkisiyle, bir objenin bilinçte beliren yansısı. Görme, işitme, dokunma biçimindeki duyumlar Algı unsurlarıdır. Epistemoloji açısından en önemli algılar görsel Algı'lardır. Bunlar, çevresiyle ilişkisi sırasında insanın tecrübeyle, yani dokunmakla bir objenin biçimini ye imajını, yapısını belirleyen el hareketlerinin etkisiyle edinilen duyumlardan meydana gelir. Objektif dünyanın doğru algısı, dış objenin zihindeki imajının yapısı ile bu objenin kendi yapısı arasındaki eşbi-çimlilik'e (bak. Izomorfi) bağlıdır. Algı' nın bilme sürecindeki rolü şudur: 1) örneğini «ada», «bitki», insan» gibi objelerin mahiyetini açıklamıyan genel kavramların temelini teşkil eder; 2) bilimsel kavramların oluşması için ilk maddeyi, Algı aracılığıyla elde edilen imajların yapısından soyutlamayla elde edilen teorinin ilk unsurlarını teşkil eden bazı farklı bağlantıları ve ilişkileri sağlar. Leibniz'in anladığı şekilde Algi; buna göre, Algı, kavrayıştan farklı olarak, zihnin (spiritüalite'nin) daha aşağı (bilinç dışı) bir formudur.
ALGORİTMA: ALGORİTMA, mantık ve matematikte temel bir kavram. Algoritma terimi, 9. yüzyıl Orta Asya'lı matematikçi el-Ha-varizmi'nin (öbür adiyle Muhammed bin Musa'nın) adının Latince yazılışından türetilmiştir. Algoritma, benzer tipteki bütün problemlerin çözüm tarzlarını veren, belirli bir sıraya konmuş bir işlemler sistemi'nin yürütülmesine yanyan bir sıra talimattır, Aritmetik'-in toplama, çıkarma, çarpma ve bölme, köklerin alınması, iki sayının en büyük ortak tam böleni'nin bulunması, v.s. kuralları, Algoritma'nm en basit örnekleridir. Genel tipte bir problemin, değişik şartlar altında, başka bir sınıfa dahil bütün problemler için geçerli olan çözüm tarzını elde ettiğimiz zaman Algoritma'yı kullanıyoruz demektir. Algoritma, bir talimat sistemi olarak formel bir karakter taşıdığından, bilgisayar için daima geçerli bir programın geliştirilmesi, ve verilecek problemin mekanik olarak çözülmesi mümkündür. Algoritma'nın işlenip geliştirilmesi ile bilgisayar tekniğinin geliştirilmesi ve sibernetik arasında yakın bir bağ vardır.
ALIŞKANLIKLAR: ALIŞKANLIKLAR, sürekli tekrarların sonucu olarak otomatik hale gelen davranışlar. Alışkanlıkların fizyolojik mekanizması dinamik stereotip ile temsil edilir. Hayvanların Alışkanlıklar'1 bilinç-dışıdır. Çevreye uyma sırasında insanda da, buna benzer bir fizyolojik Alışkanlıklar mekanizması meydana gelir, insanın bu gibi Alışkanlıklar'ı, somut spesifik durumlara uygun düşen otomatik davranışlarıdır. Bazı Alışkanlıklar pratik bir değer taşırlar, fakat bunlar bilinçli olmadıkları için başka bir kimseye aktarılamazlar. Alış-kanlıklar'ın en yüksek şekli, bileşken-leri önceden kavranabilen, bilinçli bir şekilde seçilen insan Alışkanlıklaradır, insan Alışkanlıkları'nın işleyişi, bu Alışkanlıklar'in roljoynadığı süreç içinde bilinçli olarak kontrol edilebileceği gibi, bu Alışkanlıklar'ı, gerektiğinde kolaylıkla değiştirebilmek de mümkündür. Ahşkanlıklar'a, dış (yani, motor Alışkanlıklar) ve iç (yani, otomatikleş-miş zihinsel Alışkanlıklar) olmak üzere, her türlü davranışta rastlanır. Alışkanlıklar sadece bir sonuç olmayıp, insanın yaratıcı faaliyetinin şartıdırlar.
ALMAN İDEOLOJİ: ALMAN İDEOLOJİ, Marx ve Engels'in 1845-46'da kaleme aldıkları, sol-Hegelciler'i ve Feuerbach materyalizminin smıılı mahiyetini eleştirdikleri ilk felsefi eserlerinden biri, Alman ideolojisi, Marx ve Engels hayattayken yayınlanmamış, ilk -olarak 1932'de, Sovyetler Birliği'nde yayınlanmıştır. Marx ve Engels, Kutsal Aile'de ileri sürülen fikirleri «Alman ideolojisinde daha da geliştirerek, idealizm'in proletarya'ya düşman sınıflarla bağdaştığını, özellikle de, sol-Hegelcilik'in Alman burjuvazisinin korkaklık ve güçsüzlüğünün yansısı olduğunu göstermişlerdir. Marx ve Engels, Feuerbach materyalizmi'nin metafizik karakteri ile temaşacı mahiyetini eleştirmişler, Feuerbach'm tarih görüşünün idealist olduğunu, dolayısıy-le, Feuerbach'm da, sol-Hegelciler gibi, sosyal gelişmenin itici gücünü anlayamadığını ortaya koymuşlardır. «Alman ideolojisi» Sümer'in burjuva bireyciliği ve anarşizm'inin; K. Grün, M. Hess ve ötekilerin ise, gerici, sözde «ha kiki sosyalizmlerinin mükemmel bir eleştirisini yapar. Marx ve Engels, proletaryanın hasımlarına karşı mücadele ederek, «Alman ideolojisinde bilimsel sosyalizm teorisi'ni geliştirmişler, proletaryanın faaliyetinin, sosyal gelişmenin objektif kanunlarına dayandığım ispat etmişlerdir. Proletaryanın burjuvaziye karşı mücadelesinde, sosyalist devrimin gerçekleşmesiyle kaçınılmaz şekilde kurulan sosyalist sistem'de, insan iradesinden bağımsız olarak var olan ekonomik kanunların işleyişinin zorunlu sonucunu görmüşlerdir. «Alman ideolojisi», materyalist tarih anlayışının: sosyo-ekonomik formas-yon'un, üretim ilişkileri'nin (bu ikinci terim «Alman ideolojisinde daha kullanılmamıştı), sosyal varlık'ın sosyal bilinçle ilişkisinin, v.s.'nin ilk defa olarak, ayrıntılı bir açıklamasını verir. «Alman ideolojisinde Marx ve Engels, o zaman açık bir ifadesine kavuşan dünya görüşlerini ortaya koymuşlardır.
ALOGİZMA: ALOGİZMA, mantıksal düşüncenin hakikate varmada bir yol olarak reddedilmesi; Alogizma, mantığın yerine sezgi, iman ve vahiy'nin konmasıdır. Gerici filozoflarca irrasyonalizm'in, mistisizm'in ve fideizm'in haklı çıkarılmasında kullanılır. Alogizma, insanlığın sosyal tecrübesi ve bilim tarafından çürütülmüştür.
ALTYAPI VE ÜSTYAPI: ALTYAPI VE ÜSTYAPI, bak. Temel ve Üstyapı.
AMAÇ: AMAÇ, zihinde ve yoğunlaşmış insan aksiyonunun meydana gelişinde öngörülen bir sonuç. Amaç, insanoğlunun bilgi faaliyetinin regüler bir özelliğidir; insanın bilgi faaliyetinin, dış dünyaya ve objektif kanunlara - ki bu kanunlarla insanların amaçlı faaliyetleri arasında bir koordinasyon olması gerekir - dayanan bağımsızlığın ifade eder. Bu objektif kanunlara aykırı olan bir Amaç, gerçekleşebilir- ol-mıyan bir amaçtır. Zorunluluk ve özgürlük arasındaki diyalektik karşılıklı etki, insanların amaçlı faaliyetinde ifadesini bulur. Amaç, aynı zamanda aksiyona yön veren ve onu düzen-liyen, bilinçli bir motiftir. Amaç, hareket tarzının, hareketin mahiyetinin, ve insanın iradesini kullanarak yaptığı hareketlerin iç kanunu olarak pratiğin içinde yer alır. Amaç; uzak, dolaysız doğrudan, genel, özel yada nihai olabilir.
AMAÇLILIK: AMAÇLILIK, organik dünya'nın, sosyal sistemler'in, insanların faaliyetlerinin, v.s.nin kanunlar uyarınca gelişmeleri ve bunlar arasındaki girift nedensel bağıntıların bir veçhesi ve tezahürü. Amaçlılık değişik alanlarda farklı şekillerde ortaya çıkar-, organik dünya'da, organizmaların çevre'ye a-dapte olmalarında, sosyal hayat'ta, köhnemiş sosyal düzenlerin ortadan kalkması ve toplumu ileriye götürmeye yetenekli yeni düzenlerin ortaya çıkmasında, halkın belirli hedeflere yönelmiş faaliyetinde, v.s. Teoloji tarafından, Tann'nm varlığını ispatlamak maksadıyle kullanılan, organik Amaçlılık olguları, Darwin'in tabii seleksiyon teorisinde bilimsel bir açıklamaya kavuşmuştur. Sosyal hayat formlan'nın Amaçıılık'ı, marksizm'in ekonomi teo-risi'nde ve tarihsel materyalizm teorisi' nde bilimsel bir biçimde ortaya konmuştur. Amaçlılık'ın en yüksek formu, sebep-sonuç zincirinin en önemli halkası olarak, amaçlı bir hedefin yer aldığı faaliyetlerdir. Bir takım hedeflere yönelen bütün insan faaliyetleri, geniş anlamda amaçlıdırlar. Daha iyi ifade edilirse, sadece belirli şartlara değil, genel gelişme eğilimine uyan ve gelişmenin objektif kanunlarının ve gereklerinin bilgisine dayanan faaliyetler amaçlı'dır.
AMPİRİOKRİTİSİZM: AMPİRİOKRİTİSİZM, yada MACH’ÇILIK, Âvenarius ile Mach tarafından kurulan sübjektif idealist bir akım. «Düşünce ekonomisi»ni (bak. Düşünce Ekonomisi ilkesi), bilgi'nin temel kanunu olarak kabul eden Ampiriokiti-sizm, tecrübe anlayışını, madde (cevher), zorunluluk, nedensellik, v.s. kavramlarından «arındırır». Ampiriokriti-sizm'e göre, sözü geçen bu kavramlar, tecrübe'ye hatalı olarak sokulmuş olan «aprioi özalgı'lar»dan (rasyonel kav-ramlar'dan) başka bir şey değildirler. Bu görüşün bir sonucu olarak, Ampiri-okritisizm, dünya kavramım, «nötr unsurlar» m yada duyumların bir toplamı olarak ele alır. «Prensipiel koordinasyon», yani süje ile obje arasında kopmaz ilişki teorisi'ni ortaya atmasıyla, Ampiriokritisizm, sübjektif idealist bir sistem haline gelmiş olur. Ampiriokritisizm, felsefe'de tarafsızlık perdesi arkasında, Berkeley ve Hume doktrinlerinin diriltilmesinden başka bir şey değildir. Ampiriokritisizm, aynı zamanda, fizik'teki kriz'e, «fiziksel» idealizm akımına da bağlanır. Materyalizm ve Am-piriokritizm adlı eserinde Ampiriokriti-sizm'i eleştiren Lenin bu felsefi akımla fideizm arasındaki bağıntıyı ortaya koyar. Ampiriokritisizm, politivizm'in bir çeşidi olarak görünür. Ampiriokritisizm'in temsilcileri. Mach ve Avenar-ius'un yanısıra, V. Petzoldt, F. Carstanjen, R. Willy, F. Adler, A. Bogdanov, V. Bazarov.v.s.'dir Ampiriokritisizm'-in «anti-metafizik» doktrini, yeni-pc-zitivizm tarafından devam ettirilmiştir.
AMPİRİOMONİZM: AMPİRİOMONİZM, ampiriokritisizm' in yada Machçılık'ın bir çeşidi olan kendi felsefesine Bogdanov'un verdiği isim. Ampiriomonizm, Mach'ın, fiziksel ve ruhsal telâkkisinde, tecrübe unsurlarının (duyumlar) nötr bir karakter taşıdığını öne süren sübjektif idealist görüşlerine dayandırılmıştır. Bogdanov'a göre, Âvenarius ile Mach'ın felsefesi düalist'tir (bak. Düa-lizm), çünkü bu felsefe, tecrübe'nin fiziksel ve psişik unsurlarının birbirlerinden bağımsız olduklarını kabul eder; oysa tecrübe, monist görüş açısından, yorumlanmalıdır. Bogdanov'un bu teorisinin, Ampiriomonizm adını alması buradan gelir Ampiriomonizm'e göre, bütün şeyler, duyu yoluyla elde edilen «nötr» veri olarak ele alınan, yani, idealist bir tarzda anlaşılan organize tecrü be'dir. Fiziksel dünya, sosyal ve kolektif olarak organize tecrübe'dir; psişik dünya ise bireysel olarak organize tecrübe'dir. Ampiriomonozim'de, bu tanım lamaların ardından diğer problemlerin çözümü gelir. Ampiriomonizm'e göre objektivite ile genel anlam arasında özdeşlik vardır; nedensellik, zaman ve mekan, tecrübe'nin sosyal organizasyonunu ifade eder. Bogdanov'un rölativizm'e kayan hakikat anlayışına göre, hakikat, tecrübe'nin, canlı, organize formu' dur; insan dolaysız tecrübelerin bir karmaşasıdır, v.s. Psyche'yi enerjizm açısından tahlil eden Ampiriomonizm, asıl önemi, psişik seleksiyona (organizmaların çevreye biyolojik adaptasyonuna) ve ikame metodu'na verir, ikame metodu, psişik bir olgu'nun hiç bilinmeyen bir fiziksel ve fizyolojik olgu'nun yerine geçebilmesi ya da bunun tam tersi demektir. Bu ise, maddî'nin ideal'e indirgenmesinden başka bir şey değildir. Ampiriomonizm, sosyal varlık ile sosyal bilinç arasında eşitlik kurar ve tarihte İdealizm'1 savunur. Ampirio-monizm, Materyalizm ve Ampiriokriti-sizm'de Lenin tarafından, aynca da Plehanov tarafından eleştirilmiştir.
AMPİRİOSEMBOLİZM: AMPİRİOSEMBOLİZM, ampiriokriti-sizm'in bir çeşidi anlamında, idealist Yurkeviç tarafından kullanılmış bir terim, AmpiriosemboUzm'de temel fikir şudur; kavramlar (hakikat, varlık, öz, vs.) sembollerden ibarettirler, gerçek hiçbir şeyi yansıtmazlar. Ampiriomo-nizm'in bu görüşü, örneğin madde'y i sadece mantıksal bir sembol olarak gören Poincare ile Mach'tan alınmıştır. Yurkeviç, bir Mach koleksiyonu olan Ocherki po filozofu marksisma'da. (1908) ve Materyalisin i hrtichescheshy realism (1908) adlı eserinde yayımlanan «Çağdaş Enerjizm» başlıklı yazısında, dünyanın bir ampirio-semboller (tecrübe sembolleri) toplamından ibaret olduğunu, bununise kolektif insan bilimcinin verilerini sistemleştirmek amacını güttüğünü ispata çalışır. Lenin, Materyalizm ve Ampiriokritisizm adlı eserinde, Ampiriosembolizm'in sübjektif idealizm'den başka bir şey olmadığını, burada, dış dünya ile dış dünya-kanunlan'nın sadece, insan'm bilgi yeteneğinin sembolleri olarak görüldüğünü ortaya koymuştur.
AMPİRİZM: AMPİRİZM, duyumsal tecrübe'yi bilgi' nin biricik kaynağı olarak gören, bütün bilgi'nin tecrübe üzerine kurulu olduğunu ve tecrübe yoluyla elde edildiğini ileri süren bir bilgi teorisi öğretisi, idealist Ampirizm (bak. Berkeley; Hu-me; Mach; Avenarius; Bogdanev; Modern mantıksal-ampirizm, v.s.), tecrübe'yi duyumlar ve nosyonlarla sınırlandırır; tecrübe'nin objektif dünyaya dayandığım inkar eder. Materyalist Ampirizm ise (bak. Francis Bacon; Hobbes; Locke; 18. yüzyıl Fransız materyalistleri), objektif olarak mevcut dış dünya'nın duyumsal tecrübe'nin kaynağı olduğu fikrindedir. Fakat, Ampirizm ile rasyonalizm arasındaki temel antitez, bilgi'nin kaynağı sorunundan gelmez; bazı rasyonalistler, daha önceden duyumlarda mevcut bulunmayan hiçbir şeyin akılda mevcut bulunamıyacağını kabul ederler. Ampirizm ile rasyonalizm arasındaki temel anlaşmazlık noktası, Ampirizm'in bilgi' deki genellik ve zorunluluk karakterini akıldan değil, tecrübeden çıkarsamasından ileri gelir. Bazı Ampiristler (Hobbes ile Hüme gibi), rasyonalizm'in etkisi altında, tecrübe'nin bilgi'ye hiçbir zorunluluk ve genellik kazandırmadığı sonucuna varmışlardır. Ampirizm' in kusurları şunlardır: tecrübe'nin rolünü metafizik bir tarzda abartmak; bilimsel soyutlamaların ve teorinin bilgide oynadığı rolü küçümsemek, düşünce nin aktif rolünü ve nispî bağımsızlığını inkar etmek. Marksist felsefe, bilgi tec-risi'nin bütün problemlerini, pratik'in diyalektiği açısından incelemekle, Ampirizm'in bu kusurlarının üstesinden gelmiştir (bak. Bilgi; Teori ve Pratik; Temaşa).
ANAERKİLLİK: ANAERKİLLİK, ilkel komün sistemi'-nin gelişmesi seyrinde sosyal ekonomide hâkim rolü kadınların oynadığı tarihsel bir evre. Anaerkilik, istisnasız olarak, bütün halklarda mevcut olmuştur. Grup evliliği'nin esas olduğu sosyal gelişmenin en aşağı evrelerinde, çocuğun babasının kim olduğu bilinmezdi; çocuğun anası bilinirdi sadece. Böylece, soy ana tarafından belirlenirdi, sadece ana bağı bilinirdi. Kabile'nin bütün ekonomisi kadınların elindeydi. Avlanma, yani erkeğin gördüğü iş, daima güvenilir bir geçim aracı sayılmazdı. Üretici tarım işini yapanlar, genellikle kadınlardı. Çocuk ve ev bakımı, yiyeceklerin sağlanması, bahçe işleri v.s. kadının görevleriydi. Hayvan bes-leme'nin gelişmesiyle birlikte kadının rolü azalmağa başladı. Erkek, toplumdaki esas üretici güç, üretim araçlarının, daha sonra da kölelerin sahibi durumuna geldi. Böylelikle de erkek gen-til komün'ün reisi oldu. (bak. Ataer-kiffik).
ANAKSAGORAS: ANAKSAGORAS (İ.Ö. 500-428), eski Yunanlı filozof, kararsız materyalist, köleci demokrasi'nin ideologu, Tanrıtanımazlıkla suçlanıp, ölüme mahkûm edilmiş, hayatım kurtarmak için Atina'yı terketmiştir. Anaksagoras, bütün varlıkların, daha sonraları, benzer parçalar Chomoeomeri'leri) olarak tanınan, nitelikçe sonsuz çeşitlilikteki ana maddelerin (tohumların) değişik bileşimlerinden meydana geldiğini kabul ediyordu. Temel parçacıkların bir araya gelişini ve dağılışını sağlayan itici kuvvet, Anaksagoras'm en ince, en arınmış madde olarak gördüğü nous' dur. Anaksagoras'm kozmogonisi, kao-tik bir karışım içindeki ana maddelerin çevrinti hareketi sonucunda gökyüzü cisimlerinin ortaya çıktığını ileri sürer.
ANAKSİMANDROS: ANAKSİMANDROS (İ.Ö. 610-546), Yunan'lı materyalist filozof, spontane diyalektikçi, Thales'in öğrencisi, ilk felsefe eseri Tabiat Üstüne'nin. yazan. Bu eser günümüze kalmamıştır. Anak-simandros «ana ilke» olarak, yada her şeyin başlangıcı, apeiron olarak gördüğü arche kavramını ortaya atmıştır. Anaksimandros'un kozmogoni teorisi, yassı silindir şeklindeki Dünya'yı Ev-ren'in merkezine koyar. Üç gökyüzü halkası, yani Güneş, Ay ve Yıldız halkaları Dünyayı çevrelemiştir. Evrim fikrini talihte ilk ortaya atan Anaksimandros'dur; buna göre bütün hayvanlar gibi insan da balıktan türemiştir.
ANAKSİMENES: ANAKSİMENES (İ.Ö. 588-525) Eski Yunanlı materyalist filozof, spontane diyalektikçi, Anaksimondros'un öğrencisi. Kurduğu teoriye göre her şey ana madde olan hava'dan türer ve yine ona dönüşür. Hava sonsuzdur, ebedidir, hareket halindedir. Yoğunlaştığında ilkin bulut, sonra su, sonra da toprak ve taşı meydana getirir; seyrekleştiğindeyse ateş olur. Anaksimenes, bu teoride, nicelikten niteliğe geçiş fikrini dile getirmektedir. Hava her şeyi kuşatan ruh'-tur ve Evren'deki sonsuz dünyaların ortak medium'udur. Anaksimenes, yıldızların ateş olduğunu, ama çok uzakta oldukları için sıcaklıklarını duymadığımızı bize öğretir (Anaksimandros, yıldızlan gazegenlerden daha yakına koymuştu). Anaksimenes'in Ay ve Güneş dönenceleri üzerine açıklamaları hakikate yakın düşüyordu.
[color=blue]Devam edecek[/color]