Felsefe Dizini (A)
#2
ANALİZ VE SENTEZ: ANALİZ VE SENTEZ, en genel anlamıyla, bir bütünü, kendisini meydana getiren unsurlarına zihnen ayırma ve bu unsurları bir araya getirerek bu bütünü yeniden kurma süreçleri. Analiz ve Sentez, bilme sürecinde önemli bir rol oynar, ve bu sürecin her evresinde yer alır. Analiz ve Sentez faaliyetinin merkezi, beyin kürelerinin kor-teksi'dir; fakat bu faaliyetin ortaya çıkışı ve yürüyüşünün temeli sosyal üretim tecrübesidir. Zihinsel süreçlerde, Analiz ve Sentez, soyut kavranılan kullanan diğer zihinsel operasyonlarla (soyutlama, genelleştirme v.s.) sıkı ilişkili olan mantıksal-düşünme metodlan olarak ortaya çıkar. Mantık'ta Analiz, incelenen objeyi onu meydana getiren unsurlarına ayırmak demektir, canlı bir bilgi edinme metodudur. Objeyi, kendisini meydana getiren unsurlara a-yırma işi, objenin tabiatını açığa vurur, karmaşık fenomen'i basit unsurlarına ayırma, araştırmacıya, asli-olan'ı asli olmıyan'dan ayırd etme ve karmaşık'ı basite indirgeme imkânını verir. Analiz şekillerinden biri de, objelerin ve fenomenlerin sınıflandınlmasıdır. Gelişmekte' olan bir sürecin Analiz'i, bu sürecinin çeşitli evrelerini, çelişik eğilimlerini, v.s. açığa vurur. Analitik faaliyet sırasında zihin karmaşık'tan basite, tesadüfi'den kaçmılmaz'a, çok-formluluk'tan özdeşlik'e ve birlik'e gider. Analiz'in amacı, karmaşık bir bütünün parçalarını, bu bütünün unsur-lan olarak kavramak, bunlarla bütün'-ün gelişmesine hükmeden kanunlar a-rasında bağlantı kurmaktır. Bununla birlikte, Analiz, tezahürlerinin somut formlarıyla henüz bağlantısı tesis edilmemiş olan özelliklerin yalıtılmasına götürür; yalıtılan bir birlik, çeşitlilik içinde bir birlik olarak ortaya çıkmamış olur. Sentez, yani analiz yo-luyle yalıtılan parçalan, özellikleri ve ilişkileri, özdeş ve aslî olan'dan farklı ve çeşitli olan'a doğru giderek bileştirme; ortaklaşa-olan ile bireysel-olan'ın, bir'lik ile farklılık'ın canlı ve somut bir bütün içinde birleştirilmesi-dir. Sentez, Analiz'i tamamlar, ve onunla çözülmez bir bağlılık içindedir. Diyalektik materyalist Analiz ve Sentez anlayışı, Analiz ve Sentez'i objektif dünya ve insan tecrübesine bağlı olmıyan düşünce metodlan olarak ele alan idealist Analiz ve Sentez anlayışına karşıdır. Analiz'i Sentez'den yalıtan metafizikçiler, birbirlerine kopmaz bağlarla bağlı olan bu iki süreçten herhangi birini mutlaklaştıra-rak onları birbirlerine karşıt hale getirirler. Bu karşılaştırmanın kökleri, fel şefe tarihinde, 17. ve 18. yüzyıllarda tabiî bilimlerle klasik burjuva ekonomi politiğindeki analitik metodun ortaya çıkışına kadar uzanır. Sözü geçen bu analitik metod spekülatif konstrük-siyonlarm yerine, ampirik realiteyi koymak suretiyle ilerici bir rol oynamıştır. Analitik araştırma metodu, şeyleri birbirleriyle bağlılıkları ve gelişmeleri dışında incelemeye yönelen bir mutlak felsefi metod şekline girdiğinde, bir metafizik düşünüş metodu haline geldi. Bilimin gelişmesi göstermiştir ki, analitik metod kendisine sıkıca bağlı olan sentetik metod'un tarihteki öncüsüdür. Teorik değerleri açısından ele alındıklarında, bu iki metod, tek-yanlılıktan çıkmaları halinde, diyalektik metodun gereklerine uyan, karşılıklı olarak şartlandırılmış mantık süreçleri olarak görülebilirler.

ANALOG: ANALOG, bazı maddî şeyleri, süreçleri yada kanunları sadakatle yansıtan düşünsel objeleri (teori, araştırma metodu, v.s.) belirtmek için bilgi terisi'nde kullanılan bir terim. Modern felsefe literatüründe, Analog, bilgi teorisindeki herhangi bir teori, kanun yada mantık kuralı için gerçek bir temel teşkil eden (insanın maddi tecrübesinin çeşitli formaları da dahil) maddî bir obje anlamında kullanılır, örneğin, şeyler arasında en ortak ve en çok geçerli ilişkiler, yargıların, spekülasyonların ve daha başka düşünce formlarının objektif temelini meydana getirirler. Analog'un bulunmasıyla, bazı düşünsel fenomenle rin doğuşu tespit edilmiş olur ki, bu, idealizmin çeşitli şekillerine karşı mücadelede büyük bir önem taşır. Metodolojik bir kanunun, bir mantık kuralının, v.s. spesifik tabiatının açıklanması, belirli bir bilgi sistemi içinde,' fonksiyonlarının çok yönlü analizini gerektirir (bak. Analog Simulasyon).

ANALOG SİMULASYON: ANALOG SİMULASYON, incelenmekte olan bir objenin özelliklerinin, belli kurallara göre özel biçimde kurulan ana-logu ile türetilmesi. Bu analog'a model denir. Eğer, model, obje ile aynı fiziksel yapıdaysa; o zaman model, fiziksel Analog Simulasyon ilkesine -göre; eğer bundan başka bir yapıdaysa o zaman da matematiksel Analog Simulasyon ilkesine göre kurulur. Durum ne olursa olsun, Analog Simulasyon'un görevi, orjinalde incelenen görünüşleri tasvir eden sisteme benzer bir denklem sistemi ile tasvir edilir. Bir model'in kurulması için, obje ile modelin görünüş ve süreçleri arasında bir analoji'nin yapılması gerekir. Gerçek objelerin incelenmesinin pahalı, zor ya da imkânsız olduğu durumlarda, Analog Simulasyon, ilk baştaki süreçlerin analizim kolaylaştırır. Model'in avantajları, kolaylıkla üretilebilir olması, laboratuvar şartlarında gerekli ölçmeleri etkileyecek şekilde, model'in çalışma şekli ile karakteristiklerinin istendiği zaman ve kolaylıkla değiştirilebilir olması'dır. Elektronik Simulasyon araçları bugün geniş çapta kullanılmaktadır. Burada, model, gerçek süreci tasvir eden denklemin elektronik semasıdır. Bu gibi modellerin kurulması metodlan, benzerlik teorisi ve Analog Simulasyon-teorisi tarafından işlenmektedir. Analog Simulasyon ilkesi, sibernetik'in başlıca temellerinden biridir, ve balistik füzelerin yörüngelerinin hesaplanmasında; makinalarm, işletmelerin çalışma sistemlerinin incelenmesinde; otomatik makinalara «bilgi verme-de, biyolojik objelerin davranışlarının, hatta insanın zihinsel faaliyetinin incelenmesinde geniş şekilde kullanılmaktadır. Ne var ki, bu sistemlerin imkânlarının analizinde, model ile obje arasındaki analoji sınırlarının unutulmaması gerekir. Bu sınırlarının görmezlikten gelinmesi, büyük teknik ve felsefi hatalara yol açar.

ANALOJİ: ANALOJİ, benzer-olmayan objelerin belirli yanlan, özellikleri ve ilişkileri arasında benzerlik kurulması; Analoji' de bu gibi benzerliklere dayanılarak sonuçlara varılır. Analoji yoluyla bir sonuca ulaşmak için kullanılagelen şema şöyledir. B objesi'nin o, b, c, d, e, özellikleri varsa; C objesi de, b, c. e, özelliğine sahipse, o takdirde, c objesinin de a özelliğine sahip olması mümkündür. Analoji, araştırma faaliyetlerinde büyük bir değer taşır. Toplumun gelişmesinin ilk dönemlerinde, gözlem ve deney yerine Analoji kullanılıyor, dış ve ikincil görünüşlerden sonuçlara varılıyordu, ilk Çağ filozofları tarafından kurulan tabiat felsefeleri bu şekilde meydana geliyordu. Analoji, bir açık lama aracı olarak, önemini artık kaybetmiş olmakla birlikte, problemlerin çözülmesinde yol gösterici rolü bugün de devam etmektedir. Huygens ışığın bir dalga olduğu hakkındaki teoriyle ilgili fikrini, ışık ve ses titreşimleri arasında Analoji kurmak suretiyle ortaya koymuştur. James Maxwel, bu fikri genişleterek, manyetik alanların karakteristiklerine uyguladı. Analoji, yalnız başına, ispatın yerini tutamaz; çünkü. Analoji yoluyla varılan sonuçlar, ancak bir olasılık gösterir. Bundan dolayı, Analoji, bilgi edinmenin diğer yollarıyla birlikte kullanılmalıdır. Analoji yoluyla varılacak olasılığı arttırmak için şu şartların yerine getirilmesi gerekir: 1) Analoji, karşılaştırılan objelerin temel çizgilerine ve mümkün en çok sayıda ortaklaşa özelliklerine da-yandınlmalıdır; 2) üzerinde durulan özellik ile objelerin ortaklaşa özellikleri arasında mümkün en yüksek sayıda bağıntı bulunmalıdır; 3) Analoji gelişigüzel herhangi bir bakımdan değil, belirli bir bağıntı içinde olan objeler arasında benzerlik kurmak içi A kullanılmalıdır; 4) Analoji doğrudan doğruya, objeler arasında benzerlik kurmak amacını güttüğünden, objeler arasındaki farklılıkların belirtilmesi ve bu gibi farkların araştırılması gerekir. Modern bilimde, Analoji, benzerlik teorisinde geniş bir şekilde uygulanmakta ve analog simulasyon metodunda kullanılmaktadır.

ANARKO-KOMÜNİZM: ANARKO-KOMÜNİZM, Kropotkin tarafından kurulmuş, bir çeşit anarşizm.

ANARŞİZM: ANARŞİZM, proletarya diktatörlüğü de dahil, her türlü otoriteye düşman olan, geniş çapta üretim temeline dayanan toplum ilerlemesinin karşısına küçük, özel mülk sahipliği'nin menfaatlerini koyan bir küçük-burjuva sosyo-politik eğilim. Anarşizm'in felsefi temelleri bireycilik, sübjektivizm ve iradecilik'dir. Anarşizm'in ortaya çıkışı, ütopik teorileri Marx ve Engels tarafından eleştirilmiş olan Schmidt, Stirner, Proudhon ve Bakunin gibi adlara bağlanır. Anarşizm, 19. yüzyılda, Fransa'da, İtalya'da ve ispanya'da yaygınlaşmıştı. Anarşizm, sömürüye karşı genel lâflar söylemekten öteye gidemediği gibi, sömürünün nedenlerini ve sınıf mücadelesini de anlamak gücünden yoksundur. Siyasî mücadelenin anarşistçe reddedilmesi, objektif olarak, işçi sınıfını burjuva siyasetine bagımlılaştırmaktan başka bir anlama gelmez. Devrimcilerin devlet ve devletin genel olarak rolü karşısında tutumları, Anarşizm'e karşı mücadelede en önemli çıkış noktasıdır. Anarşistler, burjuva devletten proletaryanın devrime hazırlanması bakımından yararlanılabileceğini kabul etmeyip, devletin derhal ortadan kaldırılmasını isterler. Anarşizmin bugün de, ispanya'da, italya'da, Güney Amerika'da etkileri görülmektedir.

ANİÇKOV, DİMİTRİ SERGEYEVİÇ: ANİÇKOV, DİMİTRİ SERGEYEVİÇ (1733-88), Rus eğitimci, filozof; Moskova Üniversitesi'nde matematik, mantık ve felsefe hocası; Rassuzhdeniya iz naturalnoi bogoslovii o nachale i proisshestvii naturalnogo bogopochi-taniya'nın yazan (1769); bu eserde, dini inançların «tabii» kökeni sorunu ortaya atılmıştır. 18. yüzyıl Fransız Aydınlanma'cilan gibi, Aniçkov da, dinsel inançların, «barbarlık» çağında, insanların kendilerini çevreliyen fenomenleri izah edemeyip bilgisizlik, korku ve vehim nedeniyle her şeyi tabiatüstü kuvvetlere atfetmeleriyle ortaya çıktığını göstermiştir. Aniçkov încil efsanelerini eleştiri süzgecinden geçirmiş, bu yüzden gerici profesörlerle Kilise tarafından cezalandırılmıştır. Aniç-kov'un felsefe üzerine yazılan da vardır: Slovo o svoistvahh poznaniya che-lovecheskogo (1770); Slovo o raznyhh prichinakh (1774), v.s. Bu yazılarla Aniçkov, bilgi teorisi'nde materyalist sansüalizm fikirlerini geliştirmiş, Des-cartes, Leibniz ve Wolff'un izleyicileri tarafından desteklenen doğuştan ideler teorisi'ni eleştirmiştir. Ne var ki, Aniç-kov'un materyalizmi kararlı değildi, de-izm (yaradancılık) kılığına bürünmüştü, Aniçkov, VVloffcular'ın öncel -uyum teorisini eleştirdiği halde ruhun mümkün ölümsüzlüğünü kabul ederek dine ödün verir.

ANİMİZM: ANİMİZM, insanların ve hayvanların ruh tarafından yönetildiği, objeler ve çevre fenomenlerinin ruhun etkisi'altında oldukları inancı. Animist kavramlar ilkel toplumlarda ortaya çıkmıştır, ilkel insan şeyler, bitkiler ve hayvanlarda bir ruhun bulunduğuna inanıyordu. Animizm'in ortaya çıkışının başlıca nedeni, üretim güçlerinin son derece düşük bir gelişme düzeyinde bulunması, dolayısıyle, ilkel insanın bilgi dağarcığının pek ufak olması ve kendisine yabancı ve gizemli gözüken tabiat kuvvetlerine karşı koyamayışı-dır. Sosyal gelişmenin belirli bir düzeyinde, tabiat kuvvetlerinin kişileştirilmesi, bu kuvvetleri egemenlik altına almanın bir şeklidir. Animist kavramlar daha sonraki dinlere temellik etmiştir; ilke olarak, bütün dinlerin bir parçasıdır.

ANSELMUS: ANSELMUS (1033-1109), ilâhiyatçı ve filozof; ilk iskolastikler'den. Ansel mus'a göre iman bilgi'den önce gelir, anlamak için önce' iman etmek gerekir. Üniversal (tümel, külli) hakkındaki tartışmada Anselmus aşın gerçekçiliği (bak. Gerçekçilik, Orta Çağ) savunmuştur. Tanrının varlığının ispatı (bak, ispat, v.s.) olarak «ontolojik» ispatı geliştirmiştir. Canterbury Başpiskoposu olarak şaşmaz hedefi, Katolik Kilisesi'ni yüceltmekti.

ANSİKLOPEDİSTLER: ANSİKLOPEDİSTLER, Encyclopedie, ou Dictionnaire Raisonne des Sciences, des Arts et des Metiers'nin (1751-80) derleyicileri ve yazarları. Fransız burjuva devrimi'nin ideolojik bakımdan hazırlanışında bu eserin büyük bir rolü olmuştur. O zamanki bilimsel bilgi'nin sistematik bir özetini vermiştir. Encyclopedie'nin başında, 1772'ye kadar, d'Alembert yardımcı olmak üzere Diderot bulunmuştur, öbür Ansiklopedistler, Montesquieu, Rousseau, Voltaire, Helvetius, Holbach'dı. Encyclopödie' nin materyalist simaları, feodal ideolojiye karşı kararlı bir şekilde savaşan kimselerdi; Ansiklopedistler'in ılımlı üyeleri ise, kendilerini sosyal gelişmenin savunuculan ilân ederek, Kilisenin bilime müdahalesine karşı çıkmışlar, despotizmi eleştirmişler ve insanın sınıf baskısından kurtulmasının sözcülüğünü yapmışlardır.

ANTİ-DÜHRİNG: ANTİ-DÜHRİNG, Engels'in Herr Eugen Dührings Umwalzung dar Wis-senchaft (Bay Eugen Dühring Bilimi Altüst Ediyor) adlı eserinin tarihe geçen adi; marksizman üç temel bölümünün: 1) Diyalektik Materyalizm ve Tarihsel materyalizm; 2) Ekonomi Politik; ve 3) Bilimsel Sosyalizm Teorisi'nin ekspozesi. «Anti-Dühring», «felsefe, tabiat bilimi ve sosyal bilimler alanındaki son derece önemli problemleri» tahlil eder. «...Olağanüstü zengin ve öğretici bir eserdir», diye yazar Lenin (Toplu Eserleri, Cilt 2, s. 25). Engels, bu eseri, görüşleri genç Alman Sosyal Demokrat Partisi'nin bazı üyeleri tarafından desteklenen bir küçük burjuva teo-risyeni olan Dühring'in saldırılarına karşı marksist teoriyi savunmak için kaleme almıştır. Wilhelm Liebknecht'in ricası üzerine Engels, 1876 Mayıs'ında bu yeni eğilime karşı bir dizi yazıya başladı; bu yazılar, Dühring'i destekli-yenlerin önlemeye çalışmasına rağmen, Sosyal Demokrat Parti'nin organ Vor-vvorts'de yayımlandı. Marx, Anti-Düh-ring'i müsvedde halindeyken okumuş, ekonomi poiitik'in tarihine dair olan cüzü (Bölüm II, Cüz X) yazmıştır. Bu yazılar, 1878'de kitap halinde yayımlanmış, o yıl da yasaklanmıştır. «Anti-Dühring» üç bölümü içine alır: Felsefe, Ekonomi Politik ve Sosyalizm, önsözde Engels felsefe'nin gelişmesini anlatır; bilimsel sosyalizmin ortaya çıkmasının kaçınılmazlığını gösterir. I. Bölüm, diyalektik materyalizm ve tarihsel materyalizmin ana hatlarını çizen felsefenin temel sorusuna materyalist bir cevap getirir. Dünya'nın maddî mahiyetini, bilme'nin temel kanunlarını, bütün varlıkların form'u, ve madde ile hareketin birliği olarak da zaman ve mekân'ı temel ilkeler olarak ileri sürer. «Anti-Dühring», maddenin hareket biçimlerini ve bilimlerin sınıflandırılmasını ele alır. Engels, burada, özellikle, diyalektik'in tasvirine, temel kanunlarına ve diyalektik ile formel mantık arasındaki ilişkiye yer verir. «Anti-Dühring», tabiat bilimlerinin önemli problemlerini —Dartvin teorisini, organik hücrenin rolünü ve, hayatın mahiyetini, Kant'ın kozmogonik ipotezi-ni— diyalektik materyalizm açısından inceler. Engels, bundan başka, ahlâk'ı, eşitliği, tesadüf ve zorunuluğu, v.s.'yı diyalektik materyalist görüşle ele alır. II. Bölümde, Engels, Dühring'in ekonomi politik'e dair görüşlerini eleştirmiş, ekonomi poiitik'in ana konusu ile metodunu tanımlamış, Marx'm meta ve değer, artı-değer ve sermaye, toprak rantı, v.s. teorilerinin ana hatlarını tasvir etmiştir. Engels, yine bu bölümde, idealistlerin şiddet teorisi'ni eleştirmiş, toplumun gelişmesinde ekonominin kesin önemini göstermiş, özel mülkiyetin ve sınıfların kökenini açıklamış ve devrim aşamasında şiddetin ilerici rolünü ortaya koymuştur. III. Bölüm, bilimsel sosyalizm teorisi ve tarihi üstüne parlak bir deneme olup, Engels'in utopyacı sosyalizm'e karşı tavrını açıklar; toplumun sosyalizme dönüşme yollarının ve görevlerinin özünü mükemmel bir biçimde ortaya koyar; sosyalizm ve komünizmin temel bazı problemleri hakkında, sosyalizm ve ko-
münizm'de maddî değer üretimi ve dağılımı-hakkında, devlet, aile, okul hakkında, kentle köy arasında ve kafa işçiliği ile kol işçiliği arasındaki karşıtlığın aşılması, v.s. üzerine marksist teori'nin ana hatlarını belirler. Engels' in «Anti-Dühring»i devrimci proletaryanın dünya görüşünün ve menfaatlerinin tutarlı bir savunuşudur, bilimde tahriflere ve siyasette oportünizm'e karşı marksist tutumun bir örneğidir. Engels'in eserinin değeri, diyalektik ve tarihsel materyalizmin dünya görüşünü öğrenmek için bir ders kitabı ve halkın ideolojik silâhı olmasındandır.

ATİKOMÜNİZM: ATİKOMÜNİZM, günümüzde emperyalist reaksiyonerlerin kullandığı, baş ideolojik ve politik silah, Antikomü-nizm'in esas muhtevası, sosyalist sisteme iftira etmek, sosyalist politikayı ve bu politikanın amaçlarını, marksist doktrini tahrif etmektir. Antikomü-nizm, ekonomik alanda, sosyalist ülkelerdeki ekonomik sistemin sosyalist niteliğinin inkar edilmesinde ve sosyalist ülkeler ekonomisinin devlet kapitalizmi olarak nitelendirilmesi girişimlerinde kendini gösterir. Antikomü-nizm, siyasi alanda, sosyalist ülkelerde «totaliterlik» olduğu ve dünya sosyalizminin saldırgan bir nitelik taşıdığı yolunda iftiralar icat edilmesinde yatar, ideolojik alanda Antikomünizm ise, sosyalizm'de «düşüncenin standartlaş-tığı» tarzındaki acemice buluşların tekrar tekrar ileri sürülmesi anlamına gelir. Olguların böylece tahrifi, sosyalizm'de, sosyal ilişkilerin -gayn insani» ilişkiler halini aldığı; «liderler»in bazı amaçlar uğruna insanları âlet olarak kullandıkları; ve bilimsel sosyalizmin programlarının utopyacı programlar olduğu görüşlerinde doruk noktasına ulaşır. Aslında, Antikomünizm, burjuva ideolojisinin had derecedeki yozlaşmasının bir yansımasıdır. Burjuva ideologlar, kitlelerin ihtiyaçlarına cevap verecek müspet herhangi bir program ortaya koymak gücünden yoksundurlar. Sosyalizm'e karşı duyulan nefret-hakikatte, sosyal ilerleme korkusundan doğar.

ANTİLOJİZM: ANTİLOJİZM, bir kategorik kıyasın öncüllerinin, bu kıyasın sonucunun olumsuzlanması ile uyuşmazlığını ifade eden bir mantık formülü. Antilo-jizm teorisi kıyasın-çeşitlerinden biridir.

ANTİNOMİ: ANTİNOMİ, muhakeme sırasında, çelişken fakat eşit derecede sağlam iki çıkarsamanın ortaya çıkması. Antino-mi kavramı, daha Antik Çağ'da (Platon, Aristoteles) bilinen bir kavramdı. Eski Yunan'lı filozoflar «aporia» terimini Antinomi anlamında sık sık kullanmışlardır (örneğin, Elea'lı Zenon, aporia'yı, hareket ve çokluk yargılarındaki çelişkileri ifade etmek için kullanıyordu); o çağda ele alınmış olan bazı Antinomiler bugün semantik An-tinomiler olarak görülmektedir. Isko-lastik mantıkçılar, Antinomi'nin for-mülasyon ve analizine büyük dikkat göstermişlerdir. Kant, Antinomi'yi, felsefesinin temel tezini doğrulamak için kullanıyordu, Kant felsefesi'nin bu temel tezine göre, algıgücü duyumsal tecrübe'nin sınırlarını aşamaz; kendinde şey'i (res per se) kavriyamaz. Kant, bu gibi girişimlerin algıgücünü çelişmeye götürdüğünü, çünkü bunların «saf akıl'ın antimonileri»nde hem id-dia'yı Ctez'i), hem de bu iddianın inkârını (antitezi'ni) ispatlanabilir kıldığını söyler. «Saf akıl'ın antinomileri» şunlardır: 1) Evren sonludur — Evren sonsuzdur; 2) her karmaşık madde, ba-parçalarm bileşimidir — basit olrnı-yah'hiçbir şey yoktur; 3) dünya başıboşluk içindedir, — dünya başıboşluk içinde olmayıp, nedensellik içindedir; 4) Evren'in bir ana nedeni (Tann) vardır - Evren'in bir ana nedeni yoktur. Kant'ın Antinomiler'i, modern formel mantık Antinomiler'i değildir; çünkü, Antinomiler'in ihtiva ettiği tez ve antitezler mantık bakımından doğru bir muhakeme olarak temsil edilemezler. 19. yüzyıl'm sonuna kadar, matematik' in mantıksal temelleri hakkında yapılan araştırmalar, gerçek birkaç Antinomi'nin bulunmasına yol açmıştır (daha önce bilinen birkaç Antinomi de buna dahildir). Günümüzde, Antinomiler genellikle, mantık ve dizi teori-si'ndeki Antinomiler ile semantik Antinomiler olarak ayrılırlar, (bak. Antinomiler, Semantik; Paradokslar; Dizi Teorisi). Antinomi, bir kimsenin düştüğü sübjektif bir hata demek değildin bilme sürecinin diyalektik tabiatına, özellikle de form ile muhteva arasındaki çelişkiye dayanır. Antinomi, bir muhakeme sürecinin belirli bir formülas-yonu (bu formülasyon açıkça kavranamamış olabilir, fakat aslında daima vardır) çerçevesi içerisinde ortaya çıkar; bunun böyle olması, o formülas-yonun sınırlılığını ve yeniden düzenlenmesi gerektiğini gösterir. Antinomi'nin çözülüşü, yeni ve daha tam bir for-mülasyonun, yani ifade edilen muhte-veya daha uygun düşen bir formülas-yonun ortaya çıkması demektir. Anti-nomi, ebediyen bilme'nin dışında bırakılamaz; ne var ki, her Antinomi, bü-ründüğü formalizasyon metodunda uygun değişmeler yapılarak tasfiye edilebilir. Günümüzde, bilme'nin diyalektiğini ve mantıksal formalizasyonun rolünü derinliğine tasvire imkan veren ve Antinomi'nin ortadan kaldırılmasını sağhyan çeşitli yollar ortaya çıkmıştır.

ANTİNOMİLER, SEMANTİK: ANTİNOMİLER, SEMANTİK, belirli bir dilin ifadelerini obje olarak alan önermelerde ortaya çıkan antinomiler. Semantik Antinomi'nin başlıca tiplerinden birine örnek, Milet'li Eukulides'e (l.ö. 4. yüzyıl) atfedilen sahte antino-mi'diT; bu antinomi şöyle formüle edilir: (Parantez içinde okumakta olduğunuz bu cümle yanlıştır.) imdi, bu önerme eğer doğruysa, o takdirde, muhtevasından yanlış olduğu sonucu çıkar. Eğer bu cümle yanlışsa, gene muhtevasından doğru olduğu sonucu çıkar. Böylece sözkonusu önerme, mantıksal çelişmezlik kanununa aykırı olarak, hem doğru, hem de yanlış çıkmaktadır. Semantik Antinomi'nin başka bir ör- • neği de, Grelling'in «ayrıcınslı yüklem» antinomisi'dir. Bir yüklem, yani, belir: li bir özelliği ifade eden bir kelime, eğer bu özelliği taşımıyorsa, ayncins-li'dir (örneğin, «beşheceli» kelimesi beş-heceli değildir). «Ayncinsli» yüklemi bu şekilde tanımlanacak olursa, ortaya bir antinomi çıkar: Eğer ayn cins-liyse, tanımlamaya göre, ifade ettiği özelliğe sahip değildir, yani ayncinsli değildir; ayncinsli değilse, yine tanımlamaya göre, ifade ettiği özelliğe sahip olması gerekir, yani ayncinsli'dir. Bu çeşit antinomiler, antinomi'nin kurulduğu dilde, onları ifade eden adların aynı zamanda, «doğru», «yanlış», «ayncinsli», v.s. yüklemelerini ihtiva ettiği hallerde de ortaya çıkar. Semantik An-tinomi'yi ortadan kaldırmanın değişik metodlan. vardır: bunlardan birisi dilö-tesi ve obje-dil ile dilötesi içinde mütekabil yüklemlerin kesin tanımlan arasında bir ayrım yapmaktır.

ANTİSHENES: ANTİSHENES (t.ö. 435-370), Sokrates'in bir öğrencisi; hocasının öğretilerini geliştiren ve ancak tekil (bireysel) şeylerin bilgisini gerçek bir bilgi olarak gören kynikler okulu'nun kurucusu Antisthenes, Platon'un ideler te-orisi'ni (bu ideler'in bağımsız varolan genel kavramlar olmaları bakımından) eleştirmiş, ancak tekil şeylerin varolduğunu iddia etmiştir. Antisthenes'in önemli yanı, uygarlığı bütün basanlarına rağmen eleştirmesi; insanı kendi hayatını sürdürebilmesi için gerekli olan şeylerden başka hiç bir şeye ilgi duymamaya çağırmış olması; tabaka ve sınıf ayrımını hiçe sayması, dolayı-sıyle o zamanki toplumun demokratik unsurlanyle birlik olması idi (bak. Kynikler).

ANTONOVİÇ, MAKSİM ALEKSİYEVİÇ: ANTONOVİÇ, MAKSİM ALEKSİYEVİÇ (1835-1918), Rus materyalist filozof, gazeteci ve demokrat; Çernişevs-ki ve Dobrolyubov'la aynı bakış açısında yer alır. St. Petersburg ilahiyat Aka-demisi'ni bitirdi. Kilise karyerinden vazgeçip, 1859'da Sovremennik dergisinde yazmaya başladı. Yazılan, «Çağdaş Felsefe» (1861), «Çağdaş Filizofla-nn îki Tipi» (1861). «Hegel Felsefesi» (1861), «Tabiat Kuvvetlerinin Birliği» (1865), v.s., Sovremennik editörlerince de benimsenen .materyalist görüşleri dile getiriyordu. Antonoviç, Kant'm apriorizm ve agnostisizmini, Hegel-cileri (bak. Strakov ve Çiçerin), Gri-goryev'in Schelling'ciliğini, Yurkeviç'in idealist görüşlerini, Gogotski'yi, Kar-pov'la diğerlerini, Slav'cı teorileri va Lavrov ile Mihaylovski'nin eklektizmini eleştirmiştir. Felsefî mücadele ile siyasi mücadele arasındaki bağı çok iyi kavrayan Antonoviç, Feuerbach va Çemişevski'nin ortaya koydukları antropolojik ilkelere dayanarak, emekçi halkın yaşayış şartlarında bir ilerleme sağlanmasını, okuma yazmanın yaygınlaştırılmasını, siyasî özgürlüklerin tanınmasını istemiş ve libe-ralizm'e karşı mücadelede, Rusya'da-ki sosyal sistemin köklü değişmelere ihtiyacı olduğunu belirtmiştir. Çer-nişevski'nin estetik teorisi'nin savunuculuğunu yapmış, «sanat için sanat» teorisini eleştirmiştir. Sovremennik'm susturulmasından (1866) sonra Antonoviç, materyalizm ve tabii bilim propagandasına günlük yayınlarında do-vam etmiş, bu amaçla da çağının bilimsel başarılarından (bak. Seçenov' un çalışmalarından, Darwin ve diğerlerinden) yararlanmıştır. 1896'da Charlz Darvin i yego teoriya adlı eseri yazmıştır. Antonoviç, 1909'da, Vahhi yazar grupuna karşı çıkarak, 1860'lann (Çernişevski ve diğerleri) edebi eleştiri geleneklerinin yeniden canlandırılması için çağrıda bulunmuştur. Antonoviç, tabiat bilimlerinde materyalist görüşlerin propagandasını yapmak ve demokrasiyi savunmakla beraber, hocalarının gö-, nişlerini yer yer basitleştirip vülga-rize etmiş, görüşlerinde devrimci demokratlar gibi kararlı olamamıştır. Materyalizminde diyalektik unsurlar varsa da, esas bakımından spekülatif ve metafizik olarak kalmıştır.

ANTROPOJENESİS: ANTROPOJENESİS, insanın ortaya çıkışı. Darwin, Huxley, Haeckel insanın maymundan türediğini belirtmişlerdir. Engels gösterir ki, Antropoje-nesis'de, motif güç, ilkel insanın sosyal emeği'dir. Antropojenesis, insanın kutsal bir kökenden geldiğini ileri süren dinsel idealist mitleri çürütür. Modern bilim, Antropojenesis'in sosyal emek teorisi'ni doğrular, insanın ortaya çıkışı ve gelişmesi şu dönemlere ayrılır: 1) Australopithecus; iki ayak üzerinde hareket etme, avlama, tabii aletlerin düzenli kullanılması dönemi; 2) ilkel sürü, Pithecanthropus, Sinanthropus. Neanderthalers; suni aletlerin düzenli yapımı dönemi. Sosyal üretimin ortaya çıkışı, bilincin gelişmesin^ konuşmayı sağlamış, insan vücuduna şekil vermiştir; insanın meydana gelişi, yüzbinler-ce yıl sürmüştür (Güney Doğu ve Güney Asya'da, ön Asya'da ve Afrika'da); 3) ilkel sürü'nün ilkel toplum haline, Nean derthal insanın da modern insan haline gelmesi dönemi.

ANTROPOLOJİZM: ANTROPOLOJİZM, insanı tabiatın en üstün ürünü olarak gören ve insanın bütün spesifik özellik ve niteliklerini tabii kökeni bakımından açıklıyan Marx-öncesi materyalizmin tipik bir çizgisi. Burada, insan ile tabiatın birliği, insan hakkındaki idealist anlayışa ve beden ile ruhu birbirinden ayrı şeyler olarak ele alan düalist görüşe karşı önemle vurgulanır. Antropolojizm, 17. ve 18. yüzyıl materyalizminde, burjuva devrimi destekliyen ve sosyal sistem ve din ile gerçek insan tabiatı arasındaki bağdaşmazlığı gösteren kanıtlardan birini meydana getiriyordu. Bir bütün olarak Antropolojizm, materyalizm'in yanlış bir tasvirinden başka bir şey değildir. Başta, insanın sosyal tabiat ve bilincini anlamak gücünden yoksunluğu olmak üzere, Marx-öncesi materyalizmin yanılgılarını taşır. Antropolojizm, insanın gerçek bütün özelliklerini ve niteliklerini, «soyut, bireyin ö-zünde... bulunan» (Marx), yani toplumdan ve sosyal tecrübeden soyutlanmış bir şey olarak görür. Antopolojizm, aslında, bireysel (somut) insanı yaratan ilişkilerin bütünlüğünden, sosyal gelişmenin objektif kanunlarından çok, «soyut insan»ın felsefî incelenişini ön plâna alır; buysa, özünde, insanın incelenmesine biyolojik bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım, tarih anlayışında, kaçınılmaz olarak idealizme yol açar; çünkü, burada, sosyal fenomenler insanın tabiî niteliklerine dayandırılmaktadır. Ant-ropolojizm, Feuerbach ve Çerni-çevski'nin eserlerinde bütün sonuçlarına kadar geliştirilmiş, Çerniçevski'nin hayat karşısındaki aktif devrimci tavrında, Antropolojizm'in bazı yanları a-şılabilmiştir. Modern burjuva felsefesinde Antropolojizm, objektif dünyayı insan tabiatından türeyen bir şey olarak gören çeşitli idealizm biçimlerine temellik eder. Antrolojizm, birçok felsefi eğilimlerin (bak. Varoluşçuluk; Pragmacılık; Hayat Felsefesi), birçok sosyolojik eğilimlerin (bak. Antroposos-yoloji; Sosyal Danvin'cilik) ve psikolo-ji'deki eğilimlerin (bak. Freud'culuk) ayrılmaz bir parçasıdır.

ANTROPOMORFİZM: ANTROPOMORFİZM, insanın biçim ve karakteristiklerinin dış tabiat kuvvetlerine aktarılması ve mitolojik varlıklara (tanrılar, ruhlar) izafe edilmesi. Antropomorfizmi uygulayan Kse-nophanes, dinin özelliklerini Antropo-morfizm'de görmüştür. Feuerbach ise, Antromorfizm'in dindeki belirtilerini genişliğine ve derinliğine ortaya koymuştur. Antropomorfizm ile animizm ve totemizm arasında bağlılık vardır ve Antropomorfizm en modern dinlerde yer alır; örneğin; islâmlık ve Yahu-dilik'te gizli bir form halinde vardır. Son zamanlarda, dinleri, ilkel antröpo-morfik kavramlardan (bak Deizm-, Teizm) arındırma çabalan gösterilmektedir.

ANTROPOSOFİ: ANTROPOSOFİ, mistik ve çürümüş bir teori, teosofi'nin bir çeşidi. Phythago-ras'cı ve Yeni-Platon'cu mistisizm, gnostisizm, kabalizm, masonculuk ve Alman tabiat felsefesi'nden alınmış dinsel ve felsefî fikirler yığınına dayanır. Antroposofi'nin temel özelliği, insan tabiatının tanrılaştırılmasıdır; ancak mistik bilgiye erişmiş bir kimsenin bunu kavnyabileceği kabul edilir. Ant-roposofi, Alman okültist Rudolph Steiner (1861 -1925) tarafından Birinci Dünya Savaşı'ndan hemen önce kurulmuştur (Secret Science, 1910; Anthroposop-hic Theses, 1925). Antroposofi, Federal Almanya Cumhuriyeti, ingiltere ve Birleşik Devletler'de bugün de geçerlidir.

ANTROPOSOSYOLOJİ: ANTROPOSOSYOLOJİ, reaksiyoner ırkçı bir teori; antropolojik olguları tahrif eder ve bireylerin ve birey gruplarının sosyal pozisyonu ile insanın anatomik ve fizyolojik özellikleri (kafatası büyüklüğü ve biçimi, uzunluk, saç rengi, v.s.) arasında doğrudan bir bağıntı kurar; sosyal fenomenleri bu açıdan inceler. Antropososyoloji, Aryan-lar'ın başka ırklardan üstün, aristok-ratik bir ırk oldukları, ve soylulukla burjuvalığın bu ırka özgü olduğu biçiminde bir sonuca varan J. Gobineau'-nun (1816-82) sahte-bilimsel teorisini benimseyip geliştiren J.V. Lapouge (1854-1936) tarafından kurulmuştur. Antropososyoloji, sınıf mücadelesini ırklar arası bir mücadele olarak ve işçi kurtuluş hareketlerinin gelişmesini Aryan unsurda bir azalmadan ileri gelen bir gerileme olarak gösterir. Lapouge, «huzursuz kitleler»in yatıştınl-ması için, döl iyileştirici önlemlere boş-vurulması gerektiğini ileri sürer. Antropososyoloji, Alman Nazizmi'nin ideolojik silâhlarından biriydi; bugünkü ırkçılar tarafından da savunulmaktadır.

APATİ: APATİ, bak. Duyumsamazlık.

APEİRON: APEİRON, Anaksimandros tarafından, sınırsız, belirsiz, niteliksiz maddenin sû rekli hareket halini belirtmek için ortaya konulan bir kavram. Buna göre, sonsuzca çeşitli objeler, ve bütün âlemler, karşıtların (sıcak ile soğuk, yaş ile kuru) ve onların mücadelesinin Apei-ron'dan yalıtılmasıyla meydana gelirler. Arperion kavram, madde ve somut cevherler (hava, su) arasında özdeşlik gördüğü için, eski Yunan ma-teryalizmi'nin gelişmesinde ileri bir adımdı. Pythagoras'cılar'a göre, Apei-ron, kendi karşıtı (sınırlı-olan) ile varolan herşeyin temelini teşkil eden sınırsız ilkedir.

APOLOJETIK: APOLOJETIK, akla hitap eden kanıtlar yoluyla, bir dogmayı savunan ve haklı gösteren bir teoloji dalı. Apolo-jetik, Katolik ve Ortodoks teoloji sistemlerinin kapsamına girmiştir; fakat, Protestanlık, Apolojetik'i reddeder ve inancın akla önceliğini öne sürer. Apolojetik, Tanrı'nın varlığının ispatını, ruhun ölümsüzlüğünü, (mucize ve kehânetler de olmak üzere) tanrısal vahiy belirtileri öğretisini: dine ve dinin çeşitli dogmalarına karşı yöneltilen itirazların olduğu kadar, yabancı inançların da teolojik bir analizini kapsar. Apolojetik bir yandan akla seslenmek, öte yandan da, temel dinsel dogmaların akılla kavranmamıyacağını öne sürmek gibi bir sakatlık taşır, yani Apolojetik, biçim olarak rasyonel, muhteva olarak irrasyonel'dir. încelmiş safsata, aşın yantutarlık ve dogmatizm, karanlık ve bilimsel-olmayış Apo-lojetik'in tipik özellikleridir.

APOPHANSİS: APOPHANSİS (inkâr anlamına gelen «apophasis» ile karıştırılmamalıdır), Aristoteles tarafından şöylece ta-nımlanan bir öneme: «her cümlenin bir anlamı vardır... fakat her cümle bir önerme değildir; ancak, doğruluk yada yanlışlık taşıyan cümleler öner-me'dir». Klâsik mantık'ta Apophansis, bir şey hakkında bir şeyi olumlamak yada olumsuzlamak anlamına gelir sadece. Apophansis, bir çıkarsama yapmak amacıyle, başka cümlelerle birlikte kullanıldığında, Aristoteles buna «protasis» (öncüller) adını verir.

APORİA: APORİA, eski Yunan felsefesinde, objenin kendisinde yada kavramındaki bir çelişkiden ileri gelen, çözülmesi güç bir problem. Elea'lı Zenon tarafından ileri sürülen hareketin imkânsızlığı kanıtına Aporia denir ' (Zenon'un kendisi bu terimi kullanmış değildir), «ikiye bölme» Aporiası şöyledir: herhangi bir noktaya varmak için o noktaya kadar olan mesafenin yansını kat-etmek gerekir; yan mesafeyi katetmek için de onun yansını katetmek gerekir; ve bu, sonsuza kadar böylece devam eder. Bu öncülden, hareketin imkânsız olduğu sonucu çıkarılır. «Akhil-leus ile kaplumbağa» Aporias'ında belirtilen şey şudur: koşucu Akhilleus hiçbir zaman kaplumbağaya yetişemez; çünkü Akhilleus kaplumbağanın hareket noktasına vardığında kaplumbağa daha ileride bir noktada olacaktır, ilh. Zenon, hareketin çelişik mahiyetini doğru bir biçimde işaret etmiş olmakla birlikte, hareketin çelişik momentlerinin birliğini kavnyamamış ve bundan hareketin imkânsızlığı sonucunu çıkarmıştır. Aporia terimi, felsefî anlamını, ilk olarak Platon ile Aristoteles'in eserlerinde bulmuştur. Aristoteles, Aporia terimini «karşıt yargılar arasında eşitlik» olarak tanımlamıştır. K ant'm antinomi'leri Aporia'ya yakındır.

A POSTERİORİ:A POSTERİORİ, a priori'nin karşıtı; A posteriori, tecrübe yoluyla elde edilen bilgiyi nitelendirmek için kullanılır.

A PRİORİ: A PRİORİ, idealist felsefede A Priori, tecrübeden gelen a posteriori bilgi'ye karşı, tecrübeden bağımsız olarak ve tecrübeden önce elde edilen, zihinde başlangıçtan beri saklı duran bilgiyi belirtmek için kullanılır. Bu iki terimin, a posteriori ile A Priori'nin karşıtlaştınlması, özellikle Kant felsefesinin tipik bir yanıdır. Duyumsal algı yoluyle elde edilen bilginin hakiki bir bilgi olmadığını söyliyen Kant, bunun karşısına, otantik bilgi olarak duyumun formları (zaman ve mekân) ile aklın A Priori formlarını (nedensellik, zorunluluk, v.s.) koyar Diyalektik materyalizm, hiçbir A Priori bilgi formu kabul etmez.

AQUİNDOLU THOMAS: AQUİNDOLU THOMAS (1225-74), italyan Katolik ilâhiyatçı, Dominiken keşiş ve Büyük Albert'in tilmizi; 1923'te Kilise tarafından resmî aziz olarak kabul edilmiştir. Aquino'lu Thomas'ın objektif idealist felsefesi, Aristoteles'e! felsefenin tahrifi ve. Hıristiyan dinine adapte edilmesiyle ortaya çıkmıştır. Aquino'lu Thomas, Aristoteles'e! felsefede yer alan materyalist fikirleri kısırlaştırmış, bu felsefenin idealist unsur larını (hareketsiz dünyanın ilk muharriki doktrini, v.s.) ön plana çıkarmıştır. Yeni-Platon'cu doktrinler de Tho-mas'cılık'ı hayli etkilemiştir. Üniversal (tümel, külli) tartışmasında «ılımlı ger-çekcilik»den (bak. Gerçekçilik, Orta Çağ) yana bir tavır almış; üç tip Üniversal belirtmiştir: tekil'den önce gelen ünı versaller (trannsal akıl'da), şeylerdeki üniversaller (tekil'de üniversaller olarak), ve şeylerden sonraki üniversaller (şeyleri bilen insan zihninde). Tho-mas'cılık'm ana ilkesi iman ve aklın uyumudur; ona göre, akıl, Tann'yı rasyonel olarak ispatlıyabilir ve dinin hakikatlerine karşı çıkışları reddedebilir. Aquino'lu Thomas, varolan her şeyi, Tann tarafından yaratılmış olan hiye-rarşik düzene sokar. Bu teori, yani varlıkların hiyerarşisi teorisi, feodal çağda Kilise'deki organizasyonu yansıtıyordu. Aquino'lu Thomas'ın iskolastik sistemi, 1879'da, resmen, «Katolikliğin hakiki biricik felsefesi» olarak ilân edildi. Anti-komünizm ideologları tarafından da, marksist bilimsel dünya, görüşüne karşı mücadelede kullanıldı (bak. Yeni-Thomas'cılık). Başlıca eserleri: Summa contra gentiles. 126-64; Summo theologipa, 1265-73.

ARAP FELSEFESİ: ARAP FELSEFESİ, 9. yüzyıl'dan 12. yüzyıla kadarki Arap düşünürleri. El Kindi, Farabi, Ibni Sina, Ibni Rüşt, El Gazali tarafından geliştirilen felsefi öğretiler. Arap felsefesi, Aristoteles'in materyalist - panteist felsefesini geliştirerek (yorumlayarak), Batı dünyasına geniş çapta tanıtan Ibni Rüşt ile Ibni Sina'nın çalışmalanyle önem kazanmıştır.

ARAZ: ARAZ, aslî'nin, cevhersel'in karşıtı (bak. Cevher); bir şeyin, geçici, sürek siz, asli-olmıyan özelliği, ilk olarak Aristoteles tarafından kullanılan bu terim, iskolâstisizm'de, 17. ve 18. yüzyıl felsefesinde yaygınlık kazanmıştır. Marksist felsefede geçerliği yoktur.

ARDARDA SÜREKLİLİK: ARDARDA SÜREKLİLİK, gelişme süreci içinde eskiyle yeni arasındaki objektif ve zorunlu bağıntı; inkârın inkârı kanununun temel çizgilerinden biri. Objelerin basit artışını (nicelik artışı) mutlaklaştıran metafiziğin aksine, materyalist diyalektik, tabiat, toplum ve düşüncenin ilerleyici gelişme süreçlerinin araştırmasına yönelir. Maddenin hareketinin başlangıç biçimlerinin incelenmesi bize gösterir ki, daha alt hareket biçimlerinin yerini alan daha üst hareket biçimleri, bu alt hareket biçimlerini bertaraf etmez, onları kapsar ve içerir. Gerek varlıklar alanında, gerekse bilgi alanında diyalektik materyalist inkâr anlayışı eskinin tasfiye edilmesini değil, önceki evrelerde elde edilmiş olan'da mevcut bulunan ilerleyici ve rasyonel unsurların muhafazasını ve geliştirilmeğini içerir. Ardarda Süreklilik süreçlerinin doğru olarak anlaşılması, bilim ve sanatın gelişme kanunlarının analizinde, geçmiş başarılar karşısında eteştirici-olmayan bir tavır takınılmasına ve kültürel mirasın nihilistçe inkâr edilmesine karşı mücadelede özel bir önem taşır.

AREOPAJİTİK: AREOPAJİTİK, dört risale («Tanrısal Adlar Üzerine», Göksel Hiyerarşi Üzerine», «Kilise Hiyerarşisi Üzerine», «Mistik Teoloji Üzerine») ve on tane dinsel inceleme'den meydana gelen bir koleksiyon, Uzun zaman, bunların 1. yüzyıl Atina piskoposu Areopajit Di-onysius'a (eserin adı buradan gelir) ait olduğu sanılmışsa da, daha sonra bunun bir yanlışlık olduğu bilginler tarafından ortaya çıkarılmıştır. 1. yüz-yıl'da Yeni-Platon'cu akım henüz mevcut olmadığı halde, Areopajitik'te bu akımın geniş izleri görülür. Ayrıca, Areopajitik, bir Kilise doktrinini de içine alır, ama 1. yüzyıl'da bu doktrinin varlığından söz edilemez. 5. yüz-yıl'a kadarki ilk Hıristiyan literatüründe Areopajitik'in adına rastlanmaz. Gerek bu durum, gerekse başka kanıtlar, bilginlerin, Areopajitik'in ortaya çıkışı tarihi olarak 5. yüzyıl'ı vermelerine, Areopajitik Dionysius'un da ilk Hıristiyan Kilisesi üzerindeki büyük otoritesinden ötürü Areopajitik'in derleyicisi olarak tanınmış olduğu sonucuna varmalarına yol açmıştır. Bazı bilginler ise, Arepoajitik'in derlej/icili-ğini, Doğu'da faaliyet göstermiş bir Gürcü psikopos olan Iberya'lı Peter'e izafe ederler. Areopajitik, sistemli, planlı bir Orta Çağ Kilise doktrini teşkil eder. Buna göre, bütün varlığın merkezi, kavranması imkânsız bir tann-lık'tır; ondan sızan ışık ışınlan, her yönde, melekler dünyası ve' kilisenin nüfuz alanından, alelade insanların ve eşyanın bulunduğu yere kadar ışır. Bu öğretilerde yer alan güçlü panteist unsurlar, Kilise doktrinine kıyasla daha ilericidir. Rönesans'a kadar gelen bin yıllık süre içinde Areopajitik, hem en çok benimsenen bir dinsel felsefe eseri, hem de Orta Çağ felsefesinin ideolojik kaynaklarından biri olmuştur.

ARİSTARKHOS: ARİSTARKHOS (İ.Ö. 320-250), astronom, Pytagoras'cı," Straton'un öğrencisi. Yeryüzü'nün Güneş ve Ay'a uzaklığı konusunda yaptığı geometrik ölçümler ona Aristoteles'in yermer-kezci sistemi'nin yanlışlığını gösterdi ve güneşmerkezci bir sistem kurmasına yol açtı (bak. Güneşmerkezcilik ve Yermerkezcilik). Aristarkhos'un sistemi Antik Çağ'da itibar görmedi, Kopernikus'un zamanına kadar yararla-nılmıyan bir sistem olarak kaldı.

ARİSTİPPOS: ARİSTİPPOS (İ.Ö. 435-355), filozof, Sokrates'in öğrencisi ve Kyrene (hedonizm) okulunun (bak. Kyrene Okulu) kurucusu. Yazıları kaybolmuştur. Aris-tippos, bilgi teorisi'ndeki sansüalizm ile etik'teki hedonizm'! bileştirir. Hazzı hayatın en yüce amacı olarak görmüş olmakla birlikte, insanın kendisini en büyük nimet olan «entelektüel zevk»e vermesi gerektiğini ileri sürer.

ARİSTOTELES: ARİSTOTELES (İ.Ö. 384-322), filozof ve ansiklopedik bilgin; mantık bilimi'nin ve daha birçok özel bilgi dalının kurucusu. Marx, Aristoteles için “Antik Çağ'ın en büyük düşünürü” diye yazmıştır. Trakya'daki Stageiros'da doğdu, Platon'un okulunda öğrenim gördü. Aristoteles, Platon'un cisimlilik-ten soyutlanmış formlar (“ideler”) teorisini eleştirmiş, fakat «idealizm ile materyalizm arasında- (Lenin, Toplu Eserleri, Cilt 38, s. 286) kararsızlığından ötürü, Platon idealizmi'nin üstesinden gelememiştir. Aristoteteles, 1.0. 355'de Atina'da kendi okulunu (bak. Lykeion) kurdu Aristoteles felsefesi şunlara aynlır: 1) teorik veçhe — varlığı, varlığın unsurlarını, nedenlerini ve kökenlerini ele alır, 2) pratik veçhe — insansal faaliyeti ele alır, 3) poetik veçhe — yaratıcılığı ele alır. Bilimin konusu zihinle elde edilebilen genel'dir. Fakat genel, duyumsal yoldan kavranabi-len tekil'de vardır ve tekil aracılığıyla bilinir; genel'i bilme'nin şartı tümeva-rımcı genelleştirme'dir, bu ise duyusal algı olmaksızın mümkün değildir. Aristoteles dört ilk. neden kabul eder: 1) madde, yada oluşun pasif imkânlılıği; 2) form (cevher, varlık'ın cevheri), maddede bir imkânlılık olarak bulunan şeyin realitesi; 3) hareketin meydana gelişi; 4) amaç. Aristoteles, bütün tabiatı. «madde»den «form>a, «form»dan «mad-de»ye zincirleme geçiş olarak görür. Fakat, Aristoteles, maddeyi sadece pasif bir ilke olarak düşünüyor, bütün faaliyeti ise, hareketin meydana gelişini ve yönelimini içine alan forma atfediyordu. Bu hareketin nihaî kaynağı «ilk muharrik» olan Tann'dır. Bununla birlikte, Aristoteles'in objektif idealist «form» teorisi birçok bakımdan «Platon idealizmine oranla daha objektif ve ilerde, daha genel'dir, bundan ötürü de tabiat felsefesinde daha çok = materyalizm'dir». (Lenin, Toplu eserleri, Cilt 38, s. 282). «Aristoteles, materyalizmin kıyısına kadar gelir> CAynı eser, s. 287). Aristoteles'in formel man-tık'ı, onun varlık teorisi, bilgi teorisi ve hakikat teorisi'ne sıkıca bağlıdır; çünkü, mantık formlarında varlık formlarını da görüyordu. Bilgi teorisinde A-ristoteles, kesinlik kazanmış bilgi (bak Apodeiktik) ile «tahmin» sahasında kalan olasılık arasında bir ayırım yapıyordu (bak. Diyalektik). Fakat o, bilginin bu iki formunu dil aracılığıyle bağlar. Deney, Aristoteles'e göre «tahmin» in doğru olup olmadığını gösterecek nihaî aşama değildir, ve bilimin yüksek pos-tulalan duyumlar yoluyla değil, fakat doğrudan doğruya zihinden gelen hakikatler olmalan bakımından doğruluk kazanırlar. Ne var ki, zihnimizin spekülatif olarak varılan yüksek aksiyomları da zihinde mündemiç olmayıp olguların derlenmesi, düşüncenin olgulara doğru olarak yönelmesi gibi faaliyetlerin bir sonucudur. Bilimin nihaî amacı, incelenen objenin tanım-lanmasıdır, bunun şartı ise, tümdengelim ve tümevanm'ı birleştirmektir. Bütün öbür kavramları yüklemliyen bir kavram bulunmadığı ve, dolayısıyle, değişik kavramlar aynı bir sınıf içinde genelleştirilemediği için, Aristoteles, kategorileri, yani gerçekten varolan her şeyin ait olduğu yüksek sınıflan ortaya koyar. Kozmoloji'de, Pythago-ras'cı teori'yi reddeden Aristoteles, gü-neşmerkezci sistem'in yaratıcısı olan Kopernikus'a gelinceye kadar bütün zihinleri yanıltmış olan yermerkezci sistem'i geliştirmiştir. Etik'te, Aristoteles, temaşa'yı zihinsel faaliyetin en yük sek biçimi olarak kabul eder.Buysa, kol işi ile kafa işi'nin birbirinden ayrılmasından, eski Yunan köleci devletinin tipik bir özelliği olan hür kişilerin imtiyazlı durumundan ileri gelir. Toplum teorisinde Aristoteles, köleliğin köklerinin tabiatta bulunduğunu ileri sürer. Devlet otoritesinin yüksek biçimleri, iktidarın bencilce kullanılmasına imkân vermiyen ve otoritelere toplumun bütününe hizmet zorunluluğunu yükliyen biçimlerdir. Aristoteles felsefesinin kararsızlıkları, bu felsefenin düalitesini açıklar; bu felsefenin ma-. teryalist eğilimleri, feodal toplumun felsefesinde yer alan ilerici fikirlerin gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır; bu felsefedeki idealist unsurlar ise, Aristoteles teorilerini «her türlü araştırmayı, şüphe ve soruşturma mod-lannı reddeden ölü bir iskolâstisizm» (Lenin, Toplu eserleri, Cilt 38, s. 368-69) düzeyine indiren Orta Çağ Kilise adamları tarafından yaygınlaştırılmıştır. Aristoteles'in temel eseri Metafi-zih'i inceliyen Lenin, burada «diyalek-tik'in canlı tohumlarını ve onun araş-, tırıcı yanını», akim gücüne, bilimin kudretine ve objektif hakikatine (Aynı eser) gösterilen safdil güveni derinliğine değerlendirir.

ARKESİLAOS: ARKESİLAOS (İ.Ö. 315-241), eski Yu-nan'lı filozof: ikinci Akademia'nm kurucularından. Bu Akademia'nın bir özelliği, Platon'un fikirlerinden şüpher cilik'e geçiştir. Burada Platon'un etkisinden kalan şey, çeşitli mantık kavramları tiplerine gösterilen bir eğilimdir sadece; bu eğilim, sonunda, dogmatik felsefenin yıkılmasına ve yalnız olasalık kavramlarının öne sürülmesine varmıştır. Etik'te, Arkesilaos, ruh sükûnu durumuna indirgediği Platon' un coşkunluk teorisini değişik bir şekilde yorumlamakla temayüz eder.

ASKERÎ DEMOKRASİ: ASKERÎ DEMOKRASİ, gentil düzenin yıkılması ve devletin oluşması sırasında ortaya çıkan toplum siyasî organizasyonunun ilk biçimlerinden biri. Askerî Demokrasi terimi, Morgan tarafından bulunmuştur. Askerî Demokra-si'yi Homer Çağı'nda (l.ö. 12-9. yüzyıllar) Yunanlılar, kırallık çağında da (Î.Ö. 8-6 yüzyıllar) Romalılar uygulamışlardır, iskitler, Keltler, eski Germen kabileleri, Nörmandiya'lılar da Askerî Demokrasi'yi uygulayanlar arasındadır. Askerî Demokrasi'nin karakteristik özelliği, iktidarın giderek şefler, komutanlar, ruhaniler elinde toplanması, soy yoluyla geçen bir kurum haline gelmesidir. Burada, yağma savaşları devamlı bir sanat halini alır, bazı imtiyazlardan yararlanan askeri bir kast meydana gelir. Böylece, gen-til düzenin organları «halk iradesinin araçları olmaktan çıkıp, halkı yöneten ve ezen, kendi başına buyruk organlar haline gelirler.» (Marx, Engels, Seçilmiş Eserler, Cilt II, s. 314).

ASLİ ÖZELLİKLER VE ASLİ-OLMIYAN ÖZELLİKLER: ASLİ ÖZELLİKLER VE ASLİ-OLMIYAN ÖZELLİKLER, şeylerin yada fenomenin, bu şeylerde ve fenomende oynadıkları role göre ayrılan özellikleri. Aslî özellikleri olmaksızın hiçbir şey varolamaz, fakat şeyler, bazı asli-olmıyan özellikleri olmaksızın da varolabilirler. Asli özellikler objenin özü tarafından belirlenirler. Felsefede, Aslî özellikler yüklemler olarak, Aslî-olmıyan özellikler ise araz olarak'kabul edilirler. Özellikler arasında bir ayırımın yapılması, objelerin objektif varlığından ileri gelen belirli bir değerlendirme olarak, şeyler hakkındaki bilginin bir karakteristiği olması bakımından önem taşır. Bunan tersine, sübjektif idealizm, Asli özellikler ve Aslî-olmıyan özellikler ayırımını özne bakış açısından açıklar, ve tabiatın kendisinde böyle bir ayırımın varlığım göremez. Aslî özelliklerle Aslî-olmıyan özellikler arasında bir ayınm yapma güçlüğü, bilginin başlangıç aşamalarında, gerek Aslî özellikler'in gerekse Aslî-olmıyan özellikler'in kıyas adı verilen aynı mantıksal metodla ortaya konulması olgusunda yatar. Filiyattaki ayırıma, daha sonraları, özelliklerin öze (essence) yerleştirilmesiyle ve aslî olan'ın kendisini evrensel olarak açığa vurmasıyle varılmıştır, insan pratiği ki, bir şeyin Aslî özellikleri onda kendisini gösterir, bu ayrımın yapılmasında belirleyici bir şarttır.

ASTRONOMİ: ASTRONOMİ, gök cisimlerinin ve diğer kozmik madde biçimlerinin durumlarını, hareketlerini, yapılarındaki gelişmeleri inceliyen bilim. Astronomi her biri kendi içinde de bölümlere ayrılan çeşitli disiplinlere ayrılır, örneğin, Astrometri gök küreleri bilimini, jeofizik'i, denizcilik bilimini ve pratik Astronomi'nin diğer dallarını kapsar ve gök cisimlerinin durumlarını ve büyüklüklerini ölçme problemleriyle uğraşır, ikinci dünya savaşından bu yana gelişmiş olan radyo-Astronomi, çeşitli kozmik cisimleri onların yaydıkları radyo dalgalarını gözlemliyerek inceler. Astrofizik, diğer şeylerin yanı-sıra, kozmik maddelerin (cisimler, toz, gaz) ve kozmik kürelerin özelliklerini inceler. Kozmogoni, kozmik maddelerin kökeni ve gelişmesiyle .ilgili problemleri inceler. Kozmoloji ise, bütün kozmik sistemleri kuçaklıyan tek bir sistem olarak Evren'in yapısının genel kanunlanm inceler. Astronomi, tabii bi-lim'in ve genellikle insansal bilginin deneysel alanını muazzam bir ölçüde zaman ve mekâna yayar. Astronomi sayesinde, insan zekası dış mekânda" milyonlarca ışık yılı derinliklere, zamanda ise yüzlerce ve binlerce milyon yıl geçmişe ve geleceğe nüfuz etmiştir. Astronomi'nin objeleri devasa tabiîfiziksel labratuarlardır ki, burada hareket halinde bulunan son derece çeşitli süreçler, yeryüzü şartlan altında ya hiç tekrarlanamaz, yada pek küçük çapta tekrarlanabilir. Örneğin termonükleer reaksiyonlar ilkin yıldızlarda keşfedilmiş, sonradan da Dünyamızda (şimdiye kadar kontrol edilemiyen patlamalar sadece) husule getirilmiştir; kozmik ışınlar halindeki parçacıklann en güçlü akselera-törlerde bile erişilemiyecek enerjileri vardır. Mekânda, madde'yi, süper yoğunluk ve aşın seyreklik, çok büyük çapta boyutları ve güçleri olan çekimsel ve elektromanyetik alanlar, dev çapta patlamalar ve savrulmalar halinde gözlemliyebillriz. Astronomi fiziğin deneysel alanını sınırsız mekâna yayar, fakat kendisi ilkin fizik bilimlerin usul ve metodlarma dayanır. Çok yakın bir geçmişe kadar, astronomlar, hemen tamamen gözlemle uğraşırlardı. Fakat, 1957'den bu yana. SSCB. ilk defa olarak, dünyamızın yapma uydusunu fırlatıp uzay araştırmaları için yolu açınca durum değişti. Dünyamızdan yapılan çok üsttün gözlemler (gezegenler arası mesafelerin ölçülmesi; Ay'ın arka yüzünün fotoğrafının çekilmesi, v.s.), hatta başka gök cisimlerine giderek orada deneyler düzenlemek olağanlaştı. Astronomi en eski bilimlerden biridir; hakikî materyalist tabiat görüşünün işlenip yayılmasına diğer bütün tabiat bilimlerinden daha çok hizmet etmiştir. Astronomi gök cisimleriyle uğraştığından. Kilise ve Kilise adamları tarafından sürekli olarak şüpheyle karşılanmış. Evren'in bilinmesini önlemek için Astronomi'ylö uğraşanlar işkence kazığına oturtularak öldürmekten sui-kaste kadar varan barbarca muamelelere maruz bırakılmışlardır. Din adamları bugün tabiî bilimlerin büyük otoritesini kabul zorunda kaldıkları halde, Astronomi verilerini hâlâ da Ijahrif etmeye çalışırlar. Astronomi'yi dini haklı çıkarma işinde kullanmak isterler.

AŞMA: AŞMA, bir şeyin, aynı zamanda hem ortadan kaldırılmasını, hem de muhafaza edilmesini belirten ve Hegel fel-sefesi'nde sık sık kullanılan bir terim. Hegel, mantıkin soyut kategorilerinin hareketini karakterize etmek için Aşma terimini kullanır. Üçlem'de (tez, antitez, sentez üçlemi), en üst kategoriyi teşkil eden sentez, düşüncenin hareketi içinde antitez'i aşar. onu ortadan kaldırır. Bununla birlikte, en üst kategori, kendisinden daha önceki kategorilerin pozitif muhtevasını,, fakat artık dönüşüme uğramış olan bu muhtevayı içinde barındırır. Hegel'de, Aşma, soyut ve mantıksal'dır ve bir kategoriler sisteminin kurulmasına araçlık eder; çelişmelerin çözülmesinin formel bir aracı olarak iş görür, fiilî çelişmeleri uzlaştınr. Diyalektik materyalizm'-de ise, Aşma terimi, gelişmenin kesintisiz sürekliliğinin tavsir edilmesinde, daha alt bir fenomen ile daha üst bir fenomen arasındaki bağıntıyı karakterize etmek için kullanılır, örneğin, mekanik hareket, maddenin hareketinin biyolojik biçimi içinde «aşılmış» bir biçim olarak bulunur, diye belirtilir.

ATAERKİLİK: ATAERKİLİK, ikel komün slstemi'-nin gelişmesinde, sistem'in bütünlüğünü yitirmesiyle ortaya çıkan tarihsel bir aşama. Ataerkillik, anaerkillik'ten sonra ortaya çıkmıştır. Ataerkillik'in spesifik özelliği, klan toplumunun ekonomisine ve yaşayış tarzına erkeğin hâkim olmasıdır. Ataerkillik, ilk geniş ölçüde işbölümü (hayvancılığın tarımdan ayrılması) ile birlikte ortaya çıkmış ve üretim güçlerinin, sürekli mübadelenin, özel mülkiyetin ve köleliğin oldukça hızlı gelişmesine yol açmıştır. Hayvancılık ve çiftçilik geliştikçe, köle ve davar sahipliği de (köleler davar karşılığında mübadele ediliyordu) derece derece gelişmiştir. Ataerkillik'te, grup evliliğinin yerini iki-kişilik evlilik almış, koca çocukların babası olarak kabul edilmiş; kan ve çocuklar üzerinde kocanın sahiplik hakkı tanınmıştır. Yüz yada daha çok sayıda bireyleri içine alan Ataerkil aile, her şeyden önce ekonomik bir birim (unity) 'dir (bak. Klan). Üretim güçleri'nin, özel mülki-yet'in ve mübadele'nin daha da gelişmesi, Ataerkil aile'nin birbirinden ayrı, tek-eşli küçük ailelere bölünmesine yol açmıştır.

ATARAKSİYA: ATARAKSİYA, eski Yunan filozofları'na göre, bilge bir kişi için erişilebilecek manevi huzur ve sükûn hâli. De-mokritos, Epikuros ve Lucretius'a göre, Ataraksiya'ya giden yol, Evren'i bilme, korkunun üstesinden gelme ve ondan kurtulma yoluydu. Şüpheciler (Pyrrhon ve diğerleri), hüküm vermekten kaçınmak, ölüp ' bitenlere neşe ve üzüntüyle kayıtsız kalmakla (bak. Apati) Ataraksiya'ya erişileceğini düşünüyorlardı. Marksist etik, hayat karşısında temaşacı davranışı, dolayı-sıyle, Ataraksiya'yı, özellikle de şüphe-ciler'in ileri sürdükleri Ataraksiya'yı bir ideal olarak reddeder.

ATOM VE ATOM ÇEKİRDEĞİ: ATOM VE ATOM ÇEKİRDEĞİ, atom, bir ışık zarfına sarılı, pozitif yüklü bir çekirdek ile elektron denilen ve çekirdeğin yörüngesinde hareket eden negatif yüklü parçalardan meydana gelmiş karmaşık bir sistemdir, kimyasal bir elemanın küçük parçacığını teşkil-eder. Atom çekirdeğinin kendi yapısı karışıktır, nukleon diye adlandırılan neutron'lar ile protonlardan (bak. Temel Parçacıklar) meydana gelmiştir. Atom bir santimetrenin yüzmilyon-da biri kadar küçük bir şeydir. Çekirdekteki yüklerin değeri, proton sayısına eşittir ve atomdaki elektron sayısına tekabül; buysa, Mendelyev'in peryodik tablosu'nda belirli bir elemanın sıra sayısıdır. Aşağı yukan bütün atom kitlesi, çekirdek'te yoğunlaşmıştır. Atom'un bütünsel bir formasyon olarak varlığı, kuantum kanunlan'na tâbidir; bu kanunlar, Atom'un denge-'sini, elektronlar'ın dalga-parçacık ikiliği ile belirlenen özel hareketi, bir denge halinden başka bir denge haline geçiş sırasında atom enerjisinde meydana gelen ani değişmeleri, atomların karşılıklı etkisini, v.s.'yi açıklar. Atomlar, elektronik zarflarında, karşılıklı etki yoluyla birleşebilirler; bu ise, maddenin kimyasal hareket biçiminin çeşitli görünüşler kazanmasını sağlar. Kimyasal değişmeler, atom çekirdeğini etkilemez. Çekirdeğin dengesi, karşıt güçlerin eşzamanlı aksiyonuna tâbidir; bu karşıt güçler, özdeş yüklü protonların elektriksel itme güçleri ve çekirdeğin bütün parçacıktan arasındaki özel çekim güçlerinden ibarettir; bunlar sadece kısa uzaklıklarda geçerli olan, çekirdeğe özgü güçlerdir. Çekirdek kütlesi, kendisim meydana getiren parçacıkların kitlesinden daima daha azdır. Bu, çekirdeğin oluşumunda, kitle azaldığı zaman buna uygun olarak, belirli bir miktarda enerjinin serbest kalmasıyla (Einstein tarafından keşfedilen, enerji ve kitle arasındaki ilişki uyannca) açıklanır. Çekirdeğin dönüşümü (kimyasal elemanların kon-versiyonu, radyoaktivite) enerjinin muazzam bir miktarının serbest kalmasına eşlik eder. Değişik elemanların atomları derin karşılıklı diyalektik bağlarla birbirlerine bağlanmıştır. Atom ve atom çekirdeği, maddenin artan bir tarzda karmaşık biçimlerinin —ki bunlar maddenin gelişiminin belirli aşamalarında ortaya çıkarlar— genel dizisindeki «boğumlar» («nodes»)'dırlar. Atom teorisinin gelişmesi felsefe, tabiat bilimleri ve teknolojinin gelişmesinde biyük bir rol oynamıştır (bak. Atomistik). Modern fiziğin kaydettiği ilerlemeler —atomun karmaşık yapısının keşfedilmesi, bir atomun başka bir atom haline gelmesi (radyoaktivite), v.s.—, tabiat bilimlerinde, maddenin yapısına ve özel-; .ilklerine ilişkin eski kavramların yeniden gözden geçirilmesine, materyalizmin yeni bir biçim almasına varan gerçek bir devrim meşdana getirmiştir, özellikle, maddenin güya karşıt «dalga-parçacık» özelliklerinin birliği olarak mikrokozmun nitel özelliklerinin keşfedilmesi; maddenin en «basit» parçacığının bile sonsuz sayıda özelliklere sahip bulunduğunun keşfedilmesi, v.s. Bütün bunlar diyalektik materyalizmi doğrulayan en yeni kanıtlardır. Atom enerjisinin uygulamada (pratical) kullanılması, birçok bakımlardan, ardarda çözüme kavuşturulan çok sayıdaki bilimsel ve teknik problemlerden biri olmakla kalmayıp, aynı zamanda, modern toplumun hayatına ilişkin en çetin problemlerden de biridir. Atom enerjisinin barışçı biçimde kullanılması, üretim araçlarının gelişmesi bakımından insanlığın önüne en geniş alanları açmıştır.

ATOMİK OLGU: ATOMİK OLGU, mantıksal-ampirizm' in temel kavramlarından biri. Atomik Olgu şeylerin ve düşünce objelerinin bir bileşimi olmakla birlikte, kendisini meydana getiren parçalarına bölünemez. Atomik Olgular diğerlerinden bağımsızdırlar. Bir Atomik Olgunun varolması (yada varolmaması) başka bir Atomik Olgu'nun varolduğunu (yada varolmadığını) göstermez. Böylece, burada, karşılıklı bağlılık ve Evren' in birliği inkâr edilmiş oluyor; ve bilgi süreci, pratikte, Atomik Olgu'nun tasviriyle sınırlandırılıyor. Atomik Olgu metafizik kavramı, matematiksel man-tık'ta önemli bir rol oynıyan «atomik» (elemanter) cümlelerin belirli özelliklerinin dış dünyaya aktarılması sonucunda ortaya çıkmıştır. Özünde Atomik Olgu kavramı, Mach'ın «dünya unsurları» ile ilişkilidir.

[color=darkblue]************>>>[/color]
Ara
Cevapla


Bu Konudaki Yorumlar
Felsefe Dizini (A) - Yazar: Abidin Ünal - 12-11-2010, 18:52
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Abidin Ünal - 12-11-2010, 19:33
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Abidin Ünal - 12-11-2010, 19:40
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Abidin Ünal - 23-03-2011, 22:10



Konuyu Okuyanlar: 2 Ziyaretçi