Felsefe Dizini (B)
#4
bulur. Varlığın spesifik formu ve insanlığın geçmiş tecrübelerinin özümlenmesi (assimilation) beyindeki mekanizmaların mükemmelleşmesine eşlik eder. Hayvanlarda türün tecrübesi, içgüdü biçiminde soydan soya aktarıldığı halde, insanlarda tarihen meydana gelen faaliyet biçimleri bireyin gelişmesi sürecinde özümlenir. Bundan ötürü, müzik ve konuşma için kulağa, yada soyut-sesli düşünce yeteneği, v.s.'ye sahip olma gibi insansal yetenekler beynin morfolojik yapılarının fonksiyonları değil, nispeten istikrarlı nöro-dinamik yapılan n fonksiyonlarıdır, insanın psişik faaliyetinin ilerlemesi, hayvanlar dünyası tarihinde olduğu gibi, Beyin'in morfolojik evriminden değil, fonksiyonel yeteneklerinin şaşmayan evriminden doğmuştur. Bu ilerleme, insansal tecrübe formlarının birikmesinin, aktarılmasının • ve geliştirilmesinin insanın yaratıcılık imkânını artıran ve zihinsel faaliyetine yardımcı olan otomatik mekanizmaların yaratılmasına varan bir gelişmesine bağlıdır. Beyin faaliyetlerinin, yüksek sinir faaliyetinin klasik psikoloji metoduyla ve elektrofizyolojiyle incelenmesi, sibernetiğin geniş kullanımı sayesinde, modeller metoduyla mükemmelleştirilmiştir. (bak. Sibernetik; Analog Simulasyon). Beyin faaliyetinin taklit edilmesi (simulation) iki ana doğrultuda gelişir: 1) Beyin faaliyetinin ayn veçhelerinin taklid edilmesi, ve 2) fiziksel faaliyetin nihaî ürünlerinin biçimsel yapısının taklidi.
BİÇİMCİLİK, bak. Formalizm.
BİLGİ, değişmelere uğrıyan objektif dünyanın kanunlara bağlı objektif ilişkilerinin dil biçimi içinde ve düşünco halinde röprodiksiyonu; insanların sosyal emeğinin ve düşüncesinin bir ürünü, îhsanın pratik faaliyetinin sosyal yapısı ortaya konmadan Bilgi'nin özü anlaşılmaz, insanın sosyal gücü.

Bilgi'de yoğunlaşmış ve kristalleşmiş-tir. Bunun böyle olması, felsefe tarihinde objektif idealist sistemler (Platon, Hegel) tarafından Bilgi hakkında ileri, sürülen görüşlere, yani insanın sosyal faaliyetinin ürünleri olan Bilgi'nin bağımsızlığı ve kendi kendine belirlendiği yolundaki görüşlere temellik eder. Marksizm-öncesi materyalist epistemo-loji'de. Bilgi, bunun tam tersine, bireysel bilme çabasının, bireysel tecrübenin bir ürünü olarak anlaşılıyordu. Sansüalis ilkeye dayanan böyle bir görüş, insanın bilme sürecine, toplum tarafından daha önce işlene işlene meydana getirilmiş «hazır» kavram ve kategorilere sahip olarak başladığı olgusunu açıklıyamaz. Bilgi'nin doğrudan görevi, bu kavram ve kategoriler arasında pratik aksiyon için bir temel olarak başkalarına aktarılabilecek o-lanlan muhafaza ederek, dağınık kavram ve kategorileri evrensel bir biçime sokmaktır. Bu açıdan ele alındığında. Bilgi, şeylerin ampirik, değişken özelliklerini ifade eden vülger nosyonlarin, kanı'nın karşıtıdır.
BİLGİ TEORİSİ, bak. Epistemoloji; Bilme; Yansıma Teorisi,
BİLİM, toplumun pratik tecrübesi sırasında doğruluğu ispatlanan ve sürekli olarak dakikleşen bilgi'nin tarihsel gelişme sistemini temsil eden bir sosyal bilinç formu. Bilimsel bilgi'nin gücü, onun genel karakterinde, evrenselliğinde, zorunluluğunda ve objektif hakika-tindedir. Sanatın dünyayı artistik imaj larla yansıtmasına karşı, bilim, dünya yi mantıksal-dûşünce biçiminde, kavramlar biçiminde ortaya koyar. Realitenin çarptırılmış, fantastik bir tablosunu çizen dinin tam tersine, Bilim elde ettiği sonuçları olgulara dayandırır. Gücünü genellemelerden alan Bilim, arızî katolik olan'ın arkasında objektif kanunları —ki bu kanunlann bilgisi olmazsa bilinçli ve amaçlı pratik faaliyet mümkün değildir— bulur ve

BİLİMLERİN... 60 BİLİMLERİN...
araçtınr. Üretimin gerekleri, toplumun gelişmesinin ihtiyaçtan Bilim'in ilerletici basit nedensel-sonuçsal ilişkilerin ve temel bağıntılarının keşfinden varlığın ve düşüncenin daha derin ve asli kanunlarının formülasyonuna geçişten ibarettir. Bilimsel bilginin diyalektiği, yeni buluşlar ve yeni teoriler, daha önceki vargıları ilga etmedikleri gibi, bunların objektif hakikatini de inkâr etmezler; eski teorilerin uygulanma sınırlarım çizerler ve bilimsel bilginin genel sistemi içindeki yerlerini belirlerler. Bilim, onu objektif dünyanın gelişmesini yöneten en geniş kanunların bilgisiyle, bilgi teorisi ve bir arıştırma metoduyla silahlandıran bir felsefi dünya görüşüne sıkıca bağlıdır, idealizm ise, Bilim'i agnostisizm'in karanlıklarına sokar ve onu dine bagımlılaştınr. Bugün realiteye doğru bir biçimde yaklaşarak, geniş ve verimli genellemelere imkan veren biricik felsefe diyalektik materyalizmdir. Toplumun üretici faaliyetlerinin ihtiyaçlarından ortaya çıkan ve toplumun sürekli kamçılayıcı etkisine konu olan Bilim, buna karşılık, toplumun gelişme seyrini güçlü bir biçimde etkiler Bugünkü üretim, rolü gittikçe büyüyen Bilim olmaksızın düşünülemez. Komünizmin kurulmasının maddi ve teknik sürecinde, üretime daha da sokulan Bilim, toplumun doğrudan bir üretici gücü haline gelmiştir.
BİLİMLERİN SINIFLANDIRILMASI,
bilimler arasındaki karşılıklı bağlılık; farklı bilimler tarafından incelenen objelerin özelliklerini ve onlar arasındaki bağlılığı yansıtan ilkelerle belirlenen bilgi sistemi içinde bilimlerin yeri. Epistemolojik bakımdan, Bilimlerin sınıflandırılmasının dayandığı ilkeler bilimlerin inceleme konularına göre objektif, yada insanların ihtiyaçtan temel alınarak sübjektiftir. Engels Tabiatın Diyalektiği adlı eserinde, bilimlerin sınıflandınlmasının diyalektik materyalist ilkelerini ortaya koymuş, sınıflandırma konusunda daha önce girişilmiş olan denemelerin (bak. Saint-Simon; Comte; Hegel ve diğerleri) tekyanlılığma son veren bir sınıflandırmayı geliştirmiştir. Engels bilimler arasındaki karşılıklı bağlılıkları ve geçişmeleri, bu bilimler tarafından inceleme konusu olarak ele alınan maddenin hareket biçimleri arasındaki karşılıklı bağlılık ve iç içe geçişlerin bir yansıması olarak görür. Engels tabiat bilimleri için şu sıralamayı öne sürer: mekanik— fizik— kimya— biyoloji. Bundan başka, Engels tarafından işlenip meydana getirilen Antro-pojenesis'in emek teorisi, tabiat 'tan insan'a geçişi ve buna uygun olarak da tabiat bilimlerinden sosyal .bilimlere ve düşünce bilimlerine geçişi açıklıkla gösterir. Engels dikkatini en çok, farklı bilimler .arasındaki geçişmelere (ki bu geçişmeler, hareket biçimleri arasındaki geçişmelere tekabül eder) çevirmiştir; bunu yaparken Engels, daha üst bir hareket biçiminin özünün, onun daha alt hareket biçimleriyle olan bağlantısının bilinmesi suretiyle ortaya çıktığını ifade eden ilkeye dayanır. Hareketin yüksek biçimleri, tarihen, daha aşağı biçimlerden ortaya çıkmış olup bu alt biçimleri içerir. Bilimlerin gelişmesi öyle bir yol izlemiştir ki, bu gelişme içinde, daha önceleri bileşik olmıyan bilimlerle daha genel bilimler arasında ara bilimlerin ortaya çıkması ve bilimlerin farklılaşması, bilimlerin gittikçe bütünleşmesini ve tek bir bütün içinde bileşmesini sağlamıştır. Teknik bilimler (tarım ve tıp dahil), tabiat bilimleri ve sosyal bilimler arasında; matematik, tabiat bilimleri ve felsefe arasında yer alır; matematiksel mantık ise bu ikisinin sınırlan arasında yer tutar. Psikoloji üç bilgi alanına bağlıdır (zoopsikoloji ve yüksek sinir faaliyeti yoluyle tabiat bi-limleri'ne; lengüistik, pedagoji, sosyal psikoloji, v.s. yoluyla toplum bilimleri'-ne; mantık ve bilgi teorisi yoluyla düşünce bilimleri'ne bağlıdır). Sibernetik

BİLİNÇ 61 BİLİMSEL ÖNGÖRÜ
özel bir yer tutar: teknik ve matematik bilimlerin bir bölümüne dahil olduğu gibi. tabiat bilimleri'ne (biyoloji ve fizyoloji), sosyal bilimler'e (lengüistik, hukuk, ekonomi), mantık'a, özellikle de matematik'e girer. Bilimde meydana gelen çağdaş gelişmeler, En-gels tarafından çizilen orijinal şemada, Bilimlerin Sınıflandırılması şemasında esaslı değişmelere yol açmıştır: tamamıyle yeni bir mikro-dünya bilimi (yardımcı atom fiziği, nükleer, ku-antum mekaniği) ortaya çıkmış; ara-bilimler (biyokimya, biyofizik, jeokimya, v.s.) meydana gelmiştir; eski bilimler bölünmüştür (örneğin, makro-dün-ya'yı inceliyen bilimler ve mikro-dün-ya'yı inceliyen bilimler). Sonuç olarak denilebilir ki, bilimler artık tek bir çizgi üzerinde sınıflandınlamaz; bilimlerin sınıflandınlması'nın pek çok kollara ayrılmış olarak yapılması gerekir. Bilimleri, her biri spesifik bir maddi yapıya (substratum'a) sahip bulunan hareket biçimlerini inceliyen daha genel ve soyut bilimlerle özel bilimlere ayırma gereği ortaya çıkmıştır.
BİLİMSEL ÖNGÖRÜ, teorik ve deneysel verilerin genelleştirilmesi ve gelişmeyi yöneten objektif kanunların dikkate alınması suretiyle, henüz deneyden yada gözlemden geçirilmemiş tabiî ve sosyal fenomenlerin önceden tahmin edilmesi. Bilimsel öngörü iki türlüdür: 1) Bilinmeyen yada henüz deneysel gözlemden geçirilmemiş fenomenler hakkında olabilir (örneğin, o zamana kadar bilinmeyen karşıt-par-çacıklar, yeni kimya elemanları, maden yatakları, v.s. hakkındaki ön tahminler); 2) Gelecekte, belirli şartlar altında ortaya çıkması kaçınılmaz o lan fenomenler hakkında olabilir (örneğin, kapitalizmin çöküşünün ve sosyalizmin kaçınılmazlığının Marx ve Engels tarafından önceden tahmin e-dilmesi; sosyalizmin tek bir ülkede gerçekleşmesinin mümkün olduğuna dair Lenin'in vargısı). Bilimsel öngörü, tabiat ve toplumun bilinen kanunlarının, bilinmeyen yada henüz ortaya çıkmamış fenomenler alanına teşmil edilmesi temeline dayanır. Bilimsel öngörü, kaçınılmaz olarak, ipotetik unsurları (varsayım unsurlarını), özellikle de somut ve geleceğe ait olaylarla bu olayların tarihleri hakkındaki tahminleri içerir. Bunlar, gelişme seyrinde, daha önce mevcut olmayan nitelikçe yeni nedensel bağıntıların ve imkânların ortaya çıkışıyla belirlenir. Toplum söz konusu ise, bunlar özel bir karmaşıklığı ele almak zorundadırlar, çünkü toplum, bireysel karakterlere ve farklı düşünceye sahip bireylerden meydana geldiği için, beklenmedik durumların ortaya çıkması mümkündür. Bilimsel öngörü'nün kesin kıstası pratik'tir. Realitenin objektif kanunlarının inkârı (agnostisizm, şüphecilik), sosyal gelişme hakkındaki idealist teorilerin- kaçınılmaz sonucu olarak, Bilimsel öngörü'nün inkârına varır. Bilimsel .öngörü'nün kabulü materyalist tarih anlayışına dayanır.
BİLİNÇ, objektif realitenin sadece insanda bulunan, en yüksek yansıma biçimi. Bilinç, insanin objektif dünya yi ve kendi kişisel varlığını anlamasına aktif olarak katılan zihinsel süreçlerin toplamıdır. Bilinç'in kökeni emektir, insanlığın sosyo-üretim faaliyetidir. Bilinç, kendisi kadar eski olan dilin ortaya çıkışıyla bağıntılıdır. Bilinç'in gelişmesi ve soyut-mantıksal düşüncenin oluşması üzerinde dilin çok büyük etkisi olmuştur. Ancak emek süreci içinde, karşılıklı sosyal ilişkiler i-çindedir ki, insanlar objelerin özelliklerini farkederler ve bunları ortaya koyarlar; çevreye olan ilişkilerini kavrarlar; kendilerini ondan ayırırlar ve tabiat kuvvetlerini kendilerine hizmet ettirmek üzere, tabiat üzerinde amaçlı bir aksiyon gösterirler. Bundan dolayı. Bilinç, sosyal gelişmenin bir ürünüdür, toplumun dışında varolamaz.

62 BİLİNÇ BİLİNÇDIŞ

Dil terimleri içinde, soyut-mantıksal terimler içinde işliyen düşünce, obje ve fenomenlerin dış tezahürlerini, duyumsal tezahürlerini yansıtmakla kalmayıp, aynı zamanda bunların anlamlarının, fonksiyonlarının, özlerinin de anlaşılmasını mümkün kılar, insanın sosyo-tarihsel faaliyetiyle dilin bir ürünü olan anlama ve bilgi olmadan Bilinç de olamaz. Bir objenin duyumsal imajı, duyum yada kavram, sosyal faaliyet yoluyla elde edilen bilginin sistemi içinde belirli bir anlam taşıdığı için Bilinç'in bir parçasıdır. Dil'de muhafaza edilen bilgi, duyum ve anlam, insanın duygularını, iradesini, dikkatini ve diğer zihinsel fiillerini tek bir Bilinç'te birleştirerek yönlendirir ve farklılaştırır. Tarihen biriken bilgi, politik ve hukukî fikirler, sanat ürünleri, ahlâk, din, sosyal psikoloji, bütün bunlar bir tüm olarak toplumun bilincini meydana getirirler (bak. Sosyal Varlık ve Sosyal Bilinç). Fakat Bilinç soyut-mantıksal düşünce ile özdeş sayılmamalıdır. Genel olarak insansal hayatın olmadığı yerde, zihinsel faaliyet, duygular ve irade diye bir şey yoktur. Eğer insan birbiri ardınca mantıksal işlemler yapmakla kalıp, kendi kavramları ve faaliyeti ile realitenin algıları arasındaki sürekli ilişkiyi hissetmemiş, anlamamış ve denememiş olsaydı, ne realiteyi ne de kendisini anlayıp kav-nyabilirdi. Yani insanın ne Bilinç'i, ne de kendinin-bilinci diye bir şey olmazdı, öte yandan, Bilinç kavramı ve psyc-he de özdeş görülmemelidir; belirti bir andaki bütün ruhsal süreçlerin Bilinç'te yer aldığını sanmak yanlış olur. Bir takım zihinsel heyecanlar, belirli bir zaman için Bilinç «basamağının dışında kalabilirler (bak. Bilinçaltı). Bilinç tarih boyunca edinilmiş tecrübeleri, bilgileri ve daha önceleri işlenmiş düşünme metodlannı özümle-yip yeni amaçlara ve görevlere yönelerek, insanın bütün pratik faaliyetini yönetir ve realiteyi düşünsel biçimde algılar. Biliç'i şekillendiren şey faaliyettir;

Bilinç de bu faaliyeti düzenleyerek etkiler, insanlar kendi yaratıcı tasarlarını kavrayarak tabiatı ve toplumu, dolayı-sıyle kendilerini dönüşüme uğratırlar. Bu anlamda, Lenin şunu göstermiştir ki, «insanın bilinci, objektif dünyayı yansıtmakla kalmaz, onu yaratır da» (Toplu eserleri, cilt 38, s. 212). Bilinç problemi ve Bilinç'le madde arasındaki ilişki problemi, bilim felsefelerinin ideolojik mücadelesi boyunca en keskin ve temel problemi teşkil etmiştir. Materyalist tarih anlayışı, Marx'a bu problemi ilk olarak bilimsel bir biçimde çözmek ve böylece de hakiki bir bilimsel felsefe yaratmak imkânını vermiştir.
BİLİNÇALTI, bilinçli faaliyet karakteri taşımadıkları halde, bilinçli süreçleri etkileyen aktif zihinsel süreçlerin karakteristiği. Burada, insanın, belli bir anda, üzerinde doğrudan doğruya düşünmediği, sadece önceden bildiği ve düşüncelerinin konusuyla ilintili olan şey, buna eşlik eden düşünceyi etkileyebilir. Bir halin, bir durumun ve otomatik hareketlerin farkedilebilir etkisi (her ne kadar, dolaylı ve bilinçdışıysa da), bütün bilinçli faaliyetlerde Bilinç^ altı algı olarak vardır. Dil'in konteksi içinde, ifade edilmemiş, fakat cümlenin esas yapısında yatan bir fikir, bilinçte belirli bir rol oynar. Bilinçaltı'nda es-rarh yada bilinmesi imkânsız hiç bir şey yoktur. Bilinçaltı fenomenleri bilinçli faaliyetin yan ürünleridir; bunlar belirli bir anda, insanın dikkatini üzerine çevirip kontsantre ettiği objelerin kavranmasında doğrudan hiç bir rolü olmayan ruhsal süreçleri içerirler. Bilinç ve Bilinçaltı'nın idealist tarzda nasıl çarpıtıldığı konusunda Bilinçdışı ve Freud'culuk maddelerine bakınız.
BİLİNÇDIŞI,* Otomatik olarak, refleksle, nedeni bilince henüz erişmemiş iken yapılan (korunma reaksiyonları v.s. gibi), yada bilinç tabii yada suni bir biçimde ortadan kalktığı hallerde (uyku hipniz, sarhoşluk, uyur

BİLME BİLİNMEZCİ

gezerlik, v.s. halleri) vukua gelen hareketlerin niteliği.** idealist teorilerde, pisişik faaliyetin özel bölgesi anlamında kullanılan bir terim. Bu teorilere göre, içgüdüler tarafından belirlenen ve bilincin nüfuz edemediği ebedi ve değişmez istekler psişik faaliyetin bu bölgesinde toplanırlar. Bilinçaltı hakkındaki idealist doktrin, psyche'yi üç tabakaya (bilinçaltı, bilinçdışı, bilinç) ayıran Freud'-culuk'ta tam gelişmesini bulur. Freud'-culuk'a göre, bilinçaltı psyche'nin derin temelidir; bireylerin hatta ulusların bilinçli hayatını belirler. Bilinçdışı haz ve ölüm arzulan (saldırganlık içgüdüsü), bütün heyecanların ;ve heyecan yaşantılarının çekirdeğini meydana getirir. Bilinçaltı, bilinç ve Bilinç-dışı'nın sınırlan arasında yer alan özel bir bölgedir. Bu bölgeyi Bilinçdışı istekler kaplar ve bunlar bilinç tarafından sıkı bir sansür altına alınır. Bilinç, psyche'nin gerçek dünyayla bağlantı noktasında ortaya çıkan sathî bir tezahürdür ve Bilinçdışı esrarlı güçlere bağlıdır. Schopenhauer'in ve diğer idealistlerin teorilerinde Bilinçdışı, bilinçli faaliyetin bilinmesi imkânsız esrarlı temeli olarak ortaya çıkar.
BİLİNEMEZCİLİK, bak. Agnostisizm.
BİLME, realitenin insan düşüncesinde yansıması ve yeniden yaratılması süreci; bu süreç sosyal gelişme kanunlarıyla şartlandırılmıştır ve pratiğe sıkıca bağlıdır. Bilme'nin hedefi, objektif hakikate erişmektir. Bilme sürecinde insan, realitenin fenomenleri hakkında bilgi ve kavramlar elde eder; bizi kuşatan dünyayı kavrar. Bu bilgi, dünyayı dönüşüme uğratma, tabiatı insan ihtiyaçlarına tabî kılma amacıyle pratikte kullanılır. Bilme ve tabiatla toplumun pratikte dönüşüme uğraması, tek bir tarihsel sürecin, birbirini karşılıklı olarak şartlandıran ve karşılıklı bağımlılık halinde bulunan iki veç-hesidir. Bilme, toplumun pratik faaliyetinde zorunlu bir faktördür; çünkü, bu faaliyet, insanlar tarafından obje ve şeylerin özellik ve fonksiyonlarının bilinmesi temeline dayanılarak yürütülür, öte yandan, pratik, toplumun üretim faaliyeti içinde bizzat bilme sürecinin zorunlu bir faktörü olarak rol oynar. Maddî dünya hakkındaki bilginin kökenine ve oluşmasına hükmeden objektif kanunların keşfedilmesi ve bilgi teorisine pratiğin sokulmasıyladır ki, bilgi teorisi gerçek bilim haline gelmiştir. Tabiat üzerinde yapılan aktif pratik etki, tabii cevherin egemenlik altına alınması ve şeylerin şu yada bu özelliklerinden üretim amacıyla yararlanılması Bilme'nin kaynağı'dır. Objenin dış görünüşü değil objenin fonksiyonları, objektif cevheri pratikte ö-zümlenerek, insansal bilginin, kavram ve teorilerin malı olur. Bilme, değişik formlarda yer alan, kendi gelişme evre ve dereceleri olan, insanın çeşitli güç ve yeteneklerini içine alan karmaşık diyalektik bir süreçtir. Tecrübeye ve pratiğe dayanan Bilme'nin başlangıcı, kendisini çevreleyen şeyler hakkında insanın duyusal algısıdır. Bunun içindir ki, Bilme sürecinde, «canlı algı»nın, insanın objektif dünya ile olan duyusal ilişkisinin rolü büyüktür. Duyumlar olmadan realite hakkında bilgi edinmek imkânsızdır. «Canlı algı-, örneğin duyumlar, algılar, kavramlar, olguların araştırılması, fenomenlerin gözlenmesi gibi formlar içinde yer alır. Duyumlar insan ile objelerin dış nitelikleri arasında bir bağlantı kurar. Sıcak, soğuk, renk, koku, sertlik, yumuşaklık, v.s.'nin ayırt edilmesiyle insan objektif dünyadaki ilişkileri keşfeder; şeyleri birbirinden ayırt eder, ve bizi çevreleyen realite hakkında çeşitli enformasyonlar edinir. Objelere ait imajların algılanması ve bu imajların muhayyilede birikmesi, insanın bu objelerle rahatça iş görmesini ve objelerin dış görünüşleriyl'» fonksiyonlan arasındaki ilişkiyi kavramasını sağlar. Fakat, Bilme'nin du-

BİLME 64 BİLME'NİN OBJESt
yumsal biçimi, ne kadar önemli olursa olsun, objelerin mahiyetine nüfuz edilmesine, realitenin kanunlarının keşfedilmesine tek başına imkân vermez. Bununla birlikte, bu, bilme'nin görevidir. «Canlı aigı» ve deney veri leri, kavramlar, hükümler, çıkarsama formları halinde ortaya çıkan daha üst derecedeki insansal bilgi kabiliyeti, yani soyut-mantıksal düşünce tarafından düzenlenir ve genelleştirilir. Kavramlar da insanda sosyo-üretici faaliyetin bir sonucu olarak ortaya çıkarlar. Objelerin nitelikleri ve fonksiyonları, bu objelerin, insanlar arasındaki sinyal dil faaliyeti sırasında teessüs eden objektif pratik değerleri, kelimelerin anlamlarını ve ifadelerini teşkil eder; öyle ki( insan düşüncesi, objelerin belirli kavramlarını, niteliklerini ve tezahürlerini bu kelimeler aracılığıyla ortaya koyar. Düşüncenin mantıksal işleyişi, Çeşitli formlar halinde kendisini gösterir: tümendengelim ve tümevarım, analiz ve sentez, varsayımlar ve teoriler kurma, v.s. Belirli tecrübe verilerinden hareketle şeylerin mahiyeti hakkında genelleştirilmiş fikirler meydana getiren muhayyile, yaratıcı fantezi ve sezgide, Bilme'nin oluşmasında büyük rol oynar. Bununla birlikte düşünce ancak sübjektif fikirler yaratır; ve burada, bu sübjektif fikirlerin realiteye tekabül edip etmedikleri sorusu ortaya çıkar. Bu problem, teorik tartışmalar ve iddialarla değil, fakat her şeyden önce, sosyo-tarihsel pratikle çözülebilir. Sübjektif fikir, Bilme'ni ayrı bir döngüsünü (cycle) tamamlıyarak, pratik sosyal faaliyete direkt yada endirekt temellik etmesi halinde objektif hakikat haline gelir ve tabii yada sosyal güçlerin insan tarafından egemenlik altına alınmasını sağlar, (bak. Hakikatin Kıstası). Çünkü, bilginin, teori ve fikirlerin realiteye uygunluğu sosyo-üretici pratik tarafından doğrulandığı takdirdedir ki, bu bilgilerin, fikir ve teorilerin doğruluğundan söz edilebilir. Şöyle yazar Lenin: «canlı algı'dan soyut düşünceye, buradan da pratiğe —hakikati bilmenin, objektif realiteyi bilmenin diyalektik yolu işte budur» (Lenin, Toplu eserleri, cilt 38, s. 117). Bilimsel hakikat, tekil olarak, özel olarak aktarılan bir tecrübeyle değil, en sonunda, sosyal pratikle doğrulanır. Bilgiyi belirleyen şey, bir bütün olarak sosyo-üretici pra-tik'tir; kendi tarihsel gelişme çizgisi içinde bütün sosyal varlıktır. Hakikat bir süreçtir. Bizzat pratiğin kendisi de, objektif hakikati hatadan ayırmaya ya-nyan bir kesinlik taşıdığı ölçüde gelişen bir süreçtir. Bu süreç, tarihin belirli bir evresinde, üretim potansiyeli ve ve üretimin teknik düzeyi tarafından sınırlanmıştır. Bu, aynı zamanda, pratiğin de izafi olduğu anlamına gelir. Bu izafiliğin bir sonucu olarak, pratiğin sürekli gelişme halinde bulunması, hakikatin bir dogma, değişmez mutlak hakikat haline gelmesini imkânsız kılar (bak. Mutlak Hakikat ve izafî Hakikat).
BİLME'NİN OBJESt, objelerin belirli şartlar içinde, belirli bir amaçla araştırılan veçheleri, özellikleri ve ilişkileri; bunlar, tecrübe içinde tespit edilir ve insansal pratik faaliyet sürecine girerler. Bilgi'nin gelişme düzenine göre, mahiyeti bir dereceye kadar bilinen fenomenler de araştırmanın objesi olabilirler. Bilgi, böylece, yani objenin daha aslî ve daha genel kanunlarına nüfuz edilmesiyle elde edilir; böylece objenin özü daha tam bir şekilde ortaya konmuş bilgi'nin birinci kademesinden ikinci kademesine geçilmiş olur. Bundan başka, obje hakkında edinilen bilgilerin gelişmesiyle objelerin yeni yeni veçheleri keşfedilmiş, ve bu veçheler, Bilme'nin objesi haline gelmiş olurlar. Aynı bir objeyi ele alan ayrı bilimlerde, bilmenin farklı objeleri vardır (örneğin anatomi organizmanın yapısını, fizyoloji onun organlarının fonk-
Ara
Cevapla


Bu Konudaki Yorumlar
Felsefe Dizini (B) - Yazar: Abidin Ünal - 23-03-2011, 22:23
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Abidin Ünal - 25-05-2011, 14:53
BENZEYİŞ - Yazar: Abidin Ünal - 11-07-2011, 21:01
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Abidin Ünal - 11-07-2011, 21:06
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Abidin Ünal - 11-07-2011, 21:11
[Konu Başlığı Yok] - Yazar: Abidin Ünal - 11-07-2011, 21:14



Konuyu Okuyanlar: 1 Ziyaretçi